15. Bölüm

15

S
aycakayca1


Buraya bir emoji alabilir miyim?

****

Berva kapıyı açtığı zaman içeride Alaz Ağa'nın yarı çıplak bir şekilde yatakta uzanmasını beklemiyordu. Hele ki geçen gün Zehra'nın üzerinde gördüğü sabahlık ve geceliği yerde yırtık bir vaziyette görmeyi asla... Bir anda çekilen kanı, bir anda beynine sıçramıştı.

Bu olamazdı. Bunu ona yapmış olamazdı. Yapmamış olmasını diledi ama her şey gözler önündeydi. Daha iki gün önce yaptığı şeyi hazmedememişken bunu asla kabul edemezdi.

Odaya doğru bir adım attı. Bu gördüğü gerçek miydi bilmiyordu ama bu saatten sonra Alaz Ağa'yı yarı çıplak görmek bile odaya girmesine engel olamazdı.

Onun kıyafetleri ile Alaz Ağa'nın kıyafetlerini yan yana görmek dehşet derece mide bulandırıcıydı. Yatakta sırtüstü vaziyette yatıyordu ama Zehra burada yoktu. Onu görmemesi gerekiyordu. Yoksa eceli olacaktı.

Ya da olmalıydı.

Bir hışım aşağı indi. Onun, Alaz Ağa'nın odasından bu şekilde çıktığını gören korumalar hemen etrafında toplanmıştı.

"Hanımağa'm kötü bir şey mi oldu?"

Mustafa'nın sorduğu soruya cevap vermeden yardımcıların kaldığı odaya girdi ama Zehra orada da yoktu. Onu bulacaktı. Er ya da geç onu bulacaktı. Konaktan fazla uzaklaşmadan hem de...
Çünkü uzun süredir onun kim olduğunu biliyor, peşine kendi adamlarından birini takıyordu. O Berva Çetiner Ulusoy'du. İlk haftadan onun kim olduğunu biliyordu.

Şu an başındaki damarlar öyle şiddetli atıyordu ki sanki başının içinde davul çalınıyordu. Bunu da yaptıysa, bunu da yaptıysa bu sefer gözünü kırpmadan onu öldürürdü.

Bu sinirle korumalara döndü. Buna şey olurken bunlar ne yapıyordu?

"Kesin sesinizi! Benim oradan çıktığını gördünüz, Zehra ne zaman oradan çıktı söyleyin biriniz. Derhal!"

Korumaların hepsi bağırışla titrerken korkudan ne yapacaklarını bilmiyorlardı.

"Mustafa!"

Mustafa ismi bilinen koruma olduğu için piyango ona vurmuştu.

"Hanımağa'm, dün gece ağam geç geldiği için sizin odanıza uğradı. Ondan sonrası zaten yok. Çıktı mı çıktı mı görmedim çünkü insan sonra arka bahçede görevliydim."

İçinden bir küfür savurup tam ön taraftaki korumalara soracaktı ki konağın açılan kapısıyla yönünü o tarafa çevirdi. Kendi yardımcılarından biri gelmişti ama yanında bir sürpriz vardı. Zehra Zirkan...
Hiç beklemeden yanına gidip saçından tutup çekiştirmeye başladı. Arkasında bekleyen adam "Ahmet abinin selamı var, bu karşılıksız kalmasın diyor. Hak ettikleri dersi verip konağına dönsün dedi Berva Hanım."diyen adama sadece "Selamını aldığımı ilet."deyip Alaz Ağa'nın odasına doğru saçından tutup sürükleyerek ilerledi.

Kadının çığlığı kulaklarını doldururken acıma duygusu zerre yoktu.

Odaya geldiği anda Zehra'yı odaya fırlatıp kapıda bekledi. Alaz Ağa'nın tepkisini buradan görecekti. Zehra ise" Ağa'm, uyan ağam, Hanımağa'm..."diye bağırmaya başladı. Berva onları basmış da korkudan bağırıyormuş gibi bir hali vardı. Durum da zaten öyleydi.

Alaz ise ne olduğunu anlamadan, daha başında bağıranın kim olduğunu bilmeden başındaki ağrıyı hissetmişti. Bu ağrının üzerine bir de başında cırlayan kişiyi kalktığı zaman öldürebilirdi.

Ama bir dakika.
Onun odasına Berva'dan başka kimse giremezdi.
Ve bu ses Berva'ya ait değildi.

Alaz Ağa şaftı kaymış bir şekilde başını kaldırınca önce yerdeki yırtık kıyafetlere baktı. Bunlar dün gece Zehra'nın üzerindekilerdi, bunu anladı. Sese doğru yönünü çevirince ise o kadının neden odasında olduğuna anlam veremedi. Endişelenmeye başladı çünkü dün geceyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu ve bu konum, üzerinin yarı çıplak olması hayra alamet değildi. Yataktan doğrulunca ise Berva'yı kapıda gördü ve işte o an ölmeyi diledi. Ölmeyi ve bu kadına böyle bir acıyı yaşatmamayı diledi.

"Ne oluyor burada?"
Alaz Ağa öyle bir bağırdı ki konaktaki taşlar sağlam olmasa düşebilirdi. Berva ise onun gözlerinde anlamamazlığı görünce daha çok sinirleniyordu. Aldığı her solukta karşısındaki iki kişiyi öldürecek kadar, aynı zamanda onları kendi hallerine bırakıp gidecek kadar...

"Ne olacak Alaz Ağa? Dün kendini ilaç ilan ediyordun, bugün insanları iyileştirmeye başlamışsın. Allah bilir başka kimleri bu vaatle kandırdın."

Berva yanan yüreğine inat içinde hiçbir lafı tutmuyordu.

"Hiçbir şeyi unutmayacağını biliyorum ama en azından şimdilik odaya geçip dinlensen. Ya da her şeyi arkada bırakıp seni iyileştirmeme izin versen."

Alaz Ağa şaşkınlık ve öfkeyle ne yapacağını bilmiyordu. Bu kadının konuşmaları ise içinde bir yerlere dokunuyordu. Hele ki hâlâ utanmadan odada bulunan kadının kahpeliği daha çok sinirlenmesine sebep oluyordu.

Berva. O zaten başka bir dünyadaydı şu anda. Bu adamın bu güne kadar yaptıkları bir yana, iki gün önce yaptığı bir yana, bugün yaptığı apayrı bir yanaydı.

Bu güne kadar yaptığı her şeyi sırf sinirini ondan çıkarmak, intikam almak ve ayrılmak zorunda kaldığı kız arkadaşı için yapmıştı. İki gün önce yaptığı şeyi ise ilacın etkisiyle yapmıştı. Bu ilacın etkisi olsa bile Berva hâlâ içten içe onu affedemiyordu. Bir de üstüne böyle bir şey yapmıştı.

Bundan sonra Berva onu affeder miydi?

Alaz Ağa hızla yataktan kalkıp eşofmanını ve tişörtünü giydi. O sırada sert bakışları ile Zehra'ya bakıyordu.
Gülmek istiyordu şu an Berva. İçi kan ağlarken, kalbi acırken bile gülmek istiyordu.
Kocası kendi yataklarında başka kadına bakıyordu.

"Söyle şimdi kadın, ne oluyor burada? Bu rezaletin sebebi ne?"
Berva modunda olsa alayla gülebilirdi ama işte gülemiyordu.

"Onu sen bana söyleyeceksin Alaz Ağa."

Alaz o kadınla bile konuşurken Berva'ya baktığı için gözlerindeki kırgınlığı, siniri ve acıyı görüyordu. Ama onun söylediklerine cevap vermedi.

"Konuş kadın!" derken eliyle odanın ortasındaki cam sehpayı parçalarına ayırmıştı.

Daha kurşun yarası tamamen iyileşmemişti.

Zehra'nın gözlerine korku saniye saniye işlenirken tirteyen sesiyle konuşmaya başladı.

"A-ağam siz dün gece sarhoş bir şekilde eve geldiniz. Hanımağa'mın odasının kapısında yere düşecek oldunuz ama sonra tutundunuz. Ben o esnada uyanık olduğum için farkettim sizi ve oraya geldim."

Alaz buraya kadar sabırsızlıkla beklemişti ama artık dayanamıyordu.
"Yalan söyleme kadın. Ben dün gece eve sarhoş gelmedim. Eve geldiğimi hatırlayacak kadar kendimdeydim."

O kokuyu unutamazdı zaten.

"Alaz Ağa, madem sarhoş değildin ne diye hatırlamıyorsun o zaman?"
Berva'nın ona inanmaması onun canını daha çok sıkıyordu.

Onun gözlerine öyle bir bakıyordu ki, Berva ne yapacağını, nasıl hissedeceğini bilmiyordu.

"Sarhoş değildim Ulusoy Gelini. Odana geldiğim ana kadar her şeyi hatırlıyorum ama çıkıp çıkmadığımı bilmiyorum. Hatırlamıyorum."

Onun gözleri sinirden birer alev topuna dönerken Berva sakin durmak için kendini zorluyordu ama başaramıyordu.

"Ağam sarhoştunuz hatta merdivende dengenizi kaybettiniz. Sonra sizi odaya götürmemi istediniz. Odaya gelince ise... şey..."
Onlar cümlenin devamını beklerken Zehra yataktaki örtüyü kaldırınca ikinci şoku yaşadılar. Bu olamazdı değil mi? Çarşaftaki kan değildi?

Berva sonuna kadar açılmış gözleriyle yatağa bakarken kalbindeki acının sebebini bilmiyordu.
Alaz yalvaran gözlerle Berva'ya bakıyordu artık. Berva ise donmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu.

"Berva be-"

"Kes sesini Ulusoy Ağası. Ne senin bana ne benim sana diyecek herhangi bir şeyim yoktur bundan sonra. Benim sendeki, senin bendeki hakkın bitmiştir. Boş-"

Berva onu boşayacaktı. Bizim birbirimizde hakkımız kalmadı diyordu. Her şeyi tek seferde bitirecekti.

"Dur! Dur Ulusoy Gelini.
Akıttığın her yaşa yemin olsun ki hatırlamıyorum."

Alaz Ağa ona hâlâ yalvaran gözlerle bakıyordu. Berva onu boşasın istemiyordu.

Alaz Ağa Berva'nın cümlenin devamını getirmediğini görünce kendine gelip kadına doğru atıldı. Elini boğazına sarıp onu boğmaya çalıştı ama karşısındakinin bir kadın olduğunu zar zor kavradı.

"Yalan söyleme kadın. Ben yapmadım öyle bi şey. "
Zehra onun elleri arasından zar zor çıkarken Alaz ona öldürecekmiş gibi bakıyordu. Öldürmemesinin tek sebebi dün gece olanları bir yerden sonra hatırlamamasıydı.

"Nasıl emin olabiliyorsun ağa? Yapmadığın şey değil."

Ona istemeden dokunmasından bahsediyordu.

Alaz Ağa hayal kırıklığı ile bakıyordu Berva'ya. İstemeden yaptığını söylemişti ya. Bu kadının ona inanmaması her şeyden daha çok yakıyordu canını. İlacın etkisinde olduğunu biliyordu. Ama Allah kahretsin ki yine haklıydı. Alaz Ağa daha günler önce ona da dokunmaya kalkmıştı.

Berva dimdik bir şekilde karşılarında duruyordu içindeki acıya inat. Bu acının sebebini bilmiyordu ama bu adamın gözlerine ilk defa güvenmek istiyordu. Oraya baktığı zaman bu adamın masum olduğunu bağırıyordu siyah hareler.

Ama... Aması vardı işte. Alaz Ağa istemese bile bunu daha önce yapmıştı. İşte bu yüzdendi ikilemde kalması.

"Berva."
Alaz'ın sesi dahi acı çekiyormuş gibi çıkıyordu. Sesindeki her bir tını tek tek Berva'nın duvarlarına çarparken Berva neye inanacağını bilmiyordu.
Alaz yıkılmış bir şekilde ona doğru yürürken eliyle gelmemesi için onu durdurdu.

"Yapma ağa. Bunu bir kere yapmışken yapmadım deme. Sana inanmıyorum güvenmiyorum, anla."

Berva'nın odadan çıkmadan önceki sözleri bunlar olmuştu. Öyle sert bir şekilde çıkmıştı ki Alaz'a söz hakkı bile tanımamıştı.

O çıktıktan sonra Alaz Ağa Zehra'yı kaç sefer daha ölümle tehdit etmişti ama Zehra aynı şeyleri tekrar edip durmuştu. Alaz bile kendinden şüphe etmeye başlayacaktı az daha ama o biliyordu. Bunu yapmamıştı. İçinde bunu yapmaya engel olan bir şeyler vardı çünkü, buna emindi. Bu şey kaç gündür şirkette bile zaten bakmadığı kızlardan gözünü itina ile çekmesine neden oluyordu. O yüzden yapmadığına emindi.

Berva hızla odasına çıktı. Tabii ki Zehra'ya güvenecek biri değildi. Kime güvenmişti ki sanki.

"Ondan önce telefonumu elime alıp dünden beridir aklımda olan şeyi sipariş verdim. Tabii ki bu siprişi ben verdiğim için yarım saat içinde burada olacaktı."

Berva hemen telefonunu eline aldı ve yaklaşık on gün önce Alaz Ağa'nın odasına taktığı kameraların görüntüsünü açtı.

"Boşuna mı gönderdim ben sizi evden? Bok vardı gece eve gelecek. Yine ilacın etkisinde olduğunu anlamayacak kadar salaksın Alaz Ağa ama bunu sana kolay kolay söylemeyeceğim. Bana yaptıklarına say. Her şeyi bilip son ana kadar söylemeyeceğim. Ama önce dün gece onunla bir şey yaşayıp yaşamadığını öğrenmem lazım."

Bu kameraları tabii ki Zehra o kata girmeye çalıştığı için yerleştirmişti. Sadece yatak odasına değil kattaki tüm odalara yerleştirmişti. Yani ilk defa Alaz Ağa'nın eşyalarına istemsiz dokunmak zorunda kalmıştı. İlk defa çalışma odasına girmişti.

Zaten onun kim olduğunu öğrendikten sonra konaktaki tüm kameraları izliyordu. Ta ki Roda Kayalar kameralarla oynayana kadar. Onları şüpheye düşürmemek için de başka kamera almıştı.

Kamera görüntüleri ilk takmaya başladığı günden ,yani on gün öncesinden başlıyordu. Dün gecenin tarihini girmeden önce Zehra'nın bir daha o odaya girip girmediğini görmek için saniyesi saniyesine izledi. İşte o anda başından aşağı bir kova su döküldü.

Bu kamera Alaz Ağa ona dokunmaya çalıştığı gün de aktifti. Ve tam o anı çekmişti. Alaz Ağa kucağında taşıdığı Berva'yı odaya getirdiği andan itibaren başlıyordu görüntü. Ve Berva bitik halini görünce gözünden bir damla yaş firar etti.

Çok fazla o görüntülerin üzerinde durmadı çünkü görmek istemiyordu. Hemen dün gecenin kayıtlarına girip izlemeliydi.

Dün gecenin tarihini girdikten sonra biraz ilerletmeye başladı. Alaz Ağa konağa geldiği anda videoyu normal hızında oynatmaya başladı.

Zehra haklıydı. Alaz Ağa merdivenlerde başı döndüğü için sendelemişti. Ama dışarıdan bakınca hiç sarhoş gibi durmuyordu. Gerçi dışarıdan bakınca hiç kötü bir insan gibi de durmuyordu.

Berva görüntüleri izlemek istemedi bir an. Saniyeler geçtikçe yüreğinde oluşan ağrıyı yok saymak zorlaşıyordu. Ağrı adeta ben buradayım diye her saniye şiddetini arttırıyordu.

Zehra ona su verdikten sonra Alaz Ağa odanın kapısını açıp bir süre bakıp tekrar kapatıyor ama ardından tekrar odaya giriyordu.

Su!

"O ilacı tek tek fitil niyetine sana sokmazsam en adi şerefsizim lan."

Sinirlenmişti çünkü su değil ilaçtı. Ayrıca çok şaşırdı çünkü odaya geldiğini farketmemişti bile.

Alaz Ağa odadan çıkınca ise kalbi maraton koşarmışcasına atıyordu. Olmasın dedi içinden. Zehra'nın dediği gibi olmasın.

Video her saniye ilerlerken onların yataktaki hali ve kanlı çarşaf gözlerinin önünde gidip geliyordu. Kafayı yemesine az kalmıştı.

Ve işte o anda Alaz Ağa dizlerinin üzerine çöktü. Yerde bir müddet durduktan sonra ise Zehra yanına koştu. Onlar konuşurken Berva aktığından haberdar dahi olmadığı yaşları ile izliyordu.

Zehra ceketini çıkarıp yere atıp Alaz Ağa'nın koluna girince istemsiz bir "Hayır."döküldü dudaklarından.

Onlar merdivenleri bir bir çıkarken ise gözyaşları telefonun ekranını ıslatmıştı.

"Yapma ağa."

Yatak odasına girdikleri zaman Berva elleri titreye titreye diğer kayda girdi. Artık yatak odasını görüyordu. Ve gördükleri ile gözlerine inanamadı. Göz yaşları hızını arttırırken videonun sonuna kadar nasıl geldiğini anlamadı.

Dayanamıyordu Berva, ne gördüklerine ne de biraz sonra yapacaklarına. Ama bir şey yapmalıydı. Bunu asla kabul edemezdi. Aşiretleri haberdar etmeli ama aynı zamanda kumaya karşı durmalıydı. Acıyan kalbi ile nasıl bunları düşündüğü ise muammaydı.1

Kuma olamazdı.
Kuma...
Ku-

Kayalar!

"Cehenneminiz olacağım lan."

...

Alaz Ağa üzerine düzgün bir şey giydikten sonra aşağı indi. Berva'nın konakta olduğunu biliyordu çünkü adamları çıkmaması konusunda uyarmıştı. Tabii ki zorla tutmuyordu ama konuşmadan gitmesine izin veremezdi.

Zehra'yı ise bir odaya kapatmıştı.

O, Berva'nın bulunduğu kata gelince aniden açılan kapı ile neye uğradığını şaşırdı.

Berva hırsla aşağı inince onu takip edip kolunu tuttu ama Berva sertçe kolunu ellerinin arasından çekince bırakmak zorunda kaldı. Kolunun acımasını istemiyordu. Gözlerinin ıslaklığını görünce lanet etti kendine. Tek eliyle onun iki elini tutup diğer eliyle gözlerinin yaşını sildi. Berva kafasını sallayıp o tarafa bu tarafa gitse de yine de silmeyi başardı.
Söz verdiği gibi sebebi olduğu gözyaşlarını siliyordu.

"Aktıktan sonra silinmesi bir anlam vermiyor ağa. Bırak kolumu."

İkiletmedi bile onu, elini bırakıp karışık duygularla ona baktı.

"Gitmeden önce beni bir dinlesen."
Berva onun gözlerinde gördükleri ile kahroluyordu. Her şeyi biliyor ama ona söylemiyordu. Hakkıydı, daha dikkatli olmalıydı. Son zamanlarda Alaz Ağa formdan düşmüştü.1

"Neyini dinleyeyim Alaz Ağa?
Yapmadım diyebilir misin? Gördüklerin yalan, o çarşaf yalan diyebilir misin?
Diyemezsin. Sen hatırlamıyorsun olanları. Karşımda durup dün söylediğin gibi sinirliydim ya da sarhoştum mu diyeceksin?
Yapmak istemedim ama yaptım mı diyeceksin?"

Berva'nın sözleri Alaz'ın canını yaktığı kadar kendi canını da yakıyordu. Yapacak bir şey yoktu. Kendi yapmıştı ve kendi katlanacaktı.

"Daha dün bana 'seni iyileştirmeme izin ver' demiştin. Bak ben bugün senin yüzünden yine neler çekiyorum. Ama Alaz Ağa sen ne yaparsan yap ben düşmeyeceğim. Bak amacını yine gerçekleştiremedin."

Alaz Ağa artık kendinden utanıyordu. Bu kadına yaptığı haksızlıklar bir yana, son bir aydır yaptığı her şey kalbine oturuyordu.

"Berva. Yemin ederim hatırlamıyorum ama ben dün gece bu konağa senin için geldim. Odana kadar girdiğimi hatırlıyorum ama çıktığım anı hatırlamıyorum. Nasıl gittim bilmiyorum.
Kokunu hatırlıyorum, unutmam imkansız.
Ulusoy Gelini ben dün senin odana geldim, kadın. İnan bana.
Ama ben eminim bunu yapmadığıma. Kanıtlayamam ama eminim. Kameralarla bile oynanmış kızım belli değil mi oyun olduğu?"

Kameralar, onlarla oynandığını biliyordu zaten.
Taşlar git gide yerine oturuyordu.

"Bana üç saat ver sana her şeyi deliliyle getireyim Berva. Sana bu bozuk kameraların bile kaydını bulacağım. Bana üç saat ver.
Yapmadığımı göreceksin.
Ben ne zamandır hiçbir kadına bakamaz oldum. Gözlerin efsunlu mudur nedir beni kendine çekiyor ve ben engel olamıyorum. İşte bu yüzden yapmadığıma eminim."

Berva duydukları ile ne düşüneceğini bilmiyordu. Alaz Ağa neredeyse aşık olduğunu söyleyecekti ve Berva'nın kalbi acıyordu. Ortada çok ciddi bir mesele vardı.

"Bunları söylemek için çok geç ağa. Dün yatağında başka bir kadınla yattın. Belki de onunla birlikte oldun, zina yaptın."

Alaz ağzını açmış konuşacakken Berva dik tuttuğu başı ile sözlerine devam etti. O kadar kendinden emin duruyordu ki ona hayran olmamak elde değildi. Alaz sanki karşısında dünyanın en güçlü kadını varmış gibi hissediyordu.

"Aşiretlere haber salındı. Biliyorum senin iznin olmadan toplantı yapılmaz ama bu toplantının nedeni sen olduğun için iznine ihtiyaç yok. İki saat içinde toplantı yapılacak.
Geç kaldın.
Sen zaten her şeye geç kaldın."

•••

Berva konaktan çıktıktan sonra arka taraftaki dar sokaklardan birine girdi. Burada nefeslenmesi gerekiyordu. Kalbi ağzından çıkacaktı adeta. Yaptığı şeyin doğru ya da yanlış olduğunu bilmiyordu. Aklı ile hareket ediyordu. Ama düşündüğü şey doğruysa Kayalar'ın ölümü onun elinden tadacaktı.

Alaz ise Berva ona 'geç kaldın' dedikten sonra olduğu yerde durmuş ve ardından kendini aklamanın bir yolunu bulmak için çalışmalara başlamıştı. Zehra onca şeye rağmen konuşmamıştı. Alaz Ağa kadın olduğu için tüm gücünü kullanamıyordu. Ve tanıdığı herhangi bir ailesi olmadığı için nereden başlayacağını bilmiyordu. Yalnızca iki saati vardı.

Berva dar sokakta kalbinin ritminin normale dönmesini bekliyordu. Biraz soluklandıktan sonra abisini aradı. Sonuçta Ulusoy ağasından sonra en güçlü olan ağa oydu.
Telefon çalmaya başlayınca abisinin ne kadar sinirli olabileceğini düşünüyordu.

"Alo"
Sesindeki tonu Berva nerede olsa tanırdı. Kardeşini üzmemek için zor tutuyordu kendini.

"Alo abi."

"Berva, duyduğum şeyler doğru mu?
Aşiretin toplanma nedeni doğru mu?
Ulan ben o konakta taş taş üstüne bırakır mıyım lan? Bedeli ne olursa olsun o adamın sonu elimden olacak.
Hazırlan seni almaya geliyorum. Bir dakika daha o konakta kalmayacaksın. Söyle o adama da aşiretini toplasın çünkü Mirhan Çetiner canını almaya geliyor."

Mirhan Ağa bir bir içindekini söylerken Berva içini boşaltmasını bekliyordu. Sinirlenmek hakkıydı. Kardeşinin kocası onu aldatmıştı.

"Abi, ben kendimi koruyabilirim. Ayrıca bunları aşiretlere haber veren benim zaten. Senden tek bir şey istiyorum. Ne olur abi o toplantıda ne olursa olsun sana bağlı aşiretler ile beni destekle."

"Berva, ne yapıyorsun sen? Ne planlıyorsun yine?
O adamın yanında bir dakika daha durmayacaksın. Kabul etmiyorum. "

"Abi lütfen. Bana güvenmiyor musun? Benim hiç söz hakkım yok mu? Ben hiç ailemi tehlikeye atacak bir şey yapar mıyım?
Ayrıca kendimi ezdirecek bir şey yapmamdan korkuyorsan merak etme ben artık eski Berva değilim. Abi lütfen bana güven."

Eski Berva lafinın üstüne biraz düşseydi belki kardeşinin geçmişini öğrenip ona destek olurdu ama onu düşünecek kadar sakin değildi.

Mirhan Ağa'nın sert solukları telefondan duyulurken düşünmeye çalışıyordu. Kardeşi sevmediği bir evlilik yapmıştı ve şimdi ise kocası olacak herif onu aldatmıştı. Kardeşi onlar için sevmediği biriyle evlenmişti ve bunu ona borçlu hissediyordu.

"Tamam, tamam gülüm. Tabii ki söz hakkın var. Başımın üstünde yerin var. Ama sakın kendine zarar verecek bir şey yapma. Ben bana bağlı aşiretleri de haberdar edeceğim. Herkes senin arkanda olacak. Ama aldığın kararda bir yanlışlık bulursam aşireti tekrar toplarım ve bu sefer kendi kararımı kendim veririm."

Berva'nın yüzündeki gülümseme paha biçilemezdi . Böyle abiler hak etmek için ne yapmıştı bilmiyordu ama her biri şükür sebebiydi.

"Teşekkür ederim abi, teşekkür ederim. Seni çok seviyorum."

Berva'nın sesi titriyordu.

"Önemli değil gülüm. Senin o titreyen sesine kurban olurum. Yüzündeki gülümseme dünyalara değer. Senin için dünyayı yakarım gülüm. Ama dediğim gibi kendine zarar vermiyorsun tamam mı."

"Tamam abi."

"Ben de seni seviyorum küçük karınca."

"Abi ya."

Telefon kapandıktan sonra Berva'nın yüzünde olan gülümseme, Mirhan Ağa'nın dediği gibi dünyalara değerdi.

Alaz Ağa ise hâlâ araştırma yapıyordu. Berva biraz daha beklese her şeyi açığa çıkaracak bilgiye sahip olabilirdi ama karısı bir an bile beklemeden aşiretlere haber vermişti.
Onu uzaktan izleyen adamları bile sadece içeriye girdikleri yere kadar tek görmüştü. Alaz Ağa, kendisi o kadınla odaya gittiği için onu durdurmamışlardı.

O korumalar ne işe yarıyordu?

O Alaz Ulusoy'du. Ondan güçlüsü yoktu ama bu kadınla evlendikten beri sanki aklı başından uçmuştu.

"Orhan, bu kadının kim olduğunu nereden geldiğini bir saat içinde araştır."

"Tamamdır Alaz."

Alaz Ağa hummalı bir arayış içindeydi. O kendine bu kadar güvenirken Berva'nın ona güvenmemesine çok kırılmıştı. Bunları düşünmek istemiyordu ama beynini istila ediyordu o anlar. Keşke söylediği o sözleri unutabilseydi.
Ona "Yapmadığın şey değil." demişti. Unutamıyordu.
O daha önce başka bir kadına elini bile sürmemişken, sikik bir ilaç yüzünden iki gün önce yaptıklarının cezasını hâlâ çekiyordu. Bunun için Berva bu sözleri söylerken çok kırılmıştı.
O daha önce kimseye dokunmamıştı.

Alaz Ağa bunları düşündükçe daha bir sinirle arıyordu. Bir saati bitmiş ve bir saati kalmıştı.

"Fıraz bütün korumaları buraya topla. Kim dün gece ön tarafta ise çabuk buraya gelsin. Kimse görmedi mi lan ne olduğunu?"

"Tamam sakin ol getireceğim."

Bütün korumalar tek tek konuşturulmuş ama ortaya hiçbir şey çıkmamıştı. Dün gece kendi isteğiyle o kadınla odaya girdiği için kimse bir şey söylememişti. Mustafa olsa her şey farklı olurdu ama tek umudu şimdilik Orhan'dı.

"Orhan bir şey buldum mu?"

"Maalesef abi. Zehra Zirkan gerçekten tek başına olan biri ama işin ilginç tarafı elimizde hiç fotoğrafı yok. Eğer biraz fazla zamanımız olsaydı derin bir araştırma yapardım ama maalesef süre kısıtlı."

"Tamam. Neyse ben bu araştırmayı sadece kendimi aklamak için yapmıştım. Sen vaktin bolmuş gibi araştır çünkü ben asla bana hüküm vermelerine izin vermem. Daha Alaz Ağa'yı tanımamış onlar"

Alaz sözlerini bitirdikten sonra toplantının olacağı yere gitmek için hareketlendi ama birden sert bir fren sesiyle olduğu yerde durup gelen kişiye baktı. Gelen kişi Mardin Ağasının kardeşi Berat Ulusoy'du.

Bu geliş hiç hayra alamet değildi. Berat Ulusoy sinirle arabadan inmişti. Bir şey bitmeden başka bir dert çıkıyordu.

Berat bir hışım Alaz'a doğru gelip suratına yumruk atmıştı. Alaz Ağa böyle bir şey beklemediği için ilk yumruğu suratına yese de ikinci yumruğa engel olmuştu. Berat Ulusoy da onun kadar yapılı bir adamdı ama kimse Alaz Ulusoy kadar olamazdı işte.

"Niye yaptın lan niye? Yazık değil mi lan o kıza. Yazıklar olsun sana Alaz Ağa. Masum bir kadının kanına girecek kadar düşmüşsün sen."

Berat hala hırsını alamadan saydırıyordu ama Alaz ona sadece bakıp neden böyle yaptığını çözmeye çalışıyordu. Çok açıktı. Sevmişti onu.

Abisini hiç mi tanımamış diye düşündü Alaz. Kardeşi bile onun böyle bir şey yaptığına inanıyorsa Berva'nın inanması artık ona normal geliyordu.

"Bana bak Berat, önce bir sakinleş. Abinle nasıl konuştuğunu sanıyorsun sen? Asıl sen ilk önce kendi yaptığına bak. Ulan ne biliyorsun da gelmiş karşıma geçip hesap soruyorsun."

Alaz zaten olanlar yüzünden sinirliydi ve kendini sakinleştirmezse kardeşine patlayacaktı. Bunu asla istemezdi. Yaptığı her şey zaten bir kardeş uğruna olmuşken bunu yapamazdı

"Biliyorum Alaz ağa. Söylediler her şeyi. Niye yaptın böyle bir şeyi. Lan ben bu güne kadar seni örnek almıştım seni."

Berat'ın bir an kısılan sesi Alaz'ın kalbini dağlamıştı. Berat da bir zamanlar onun yaptığı gibi yanlış kişiyi sevmişti. Ya da sevdiğini düşünmüştü işte.

"Bak koçum, daha hiçbir şey belli değil. Sen beni örnek aldıysan elinde kanıt olmadan kimseyi suçlamayacaksın. Anlıyorum seni sevmişsin onu. Ama abinim lan senin hiç mi güvenmiyorsun."

Abisinin böyle kendine güvenerek konuşması Berat'ın içini biraz rahatlatmıştı ama hâlâ kötü hissediyordu kendini.

"Lütfen abi, lütfen yanılmış olma."

Berat son sözlerini de söyleyip gitmişti. Alaz arkasından üzgünce bakarken bir de Babası aramıştı. Bi bu eksikti.

"Efendim baba."

"Duyduklarım doğrudur Alaz ağa?"
Alaz derin bir nefes aldı. Çok ihtiyacı olacaktı buna.

"Bilmiyorum baba daha bir şey belli değil."

"Ne demek bilmiyorum?
Aşiret toplantısını ertele ben yoldayım geliyorum."

"Gelme baba ben hallederim."

"Ne demek gelme Alaz ağa?"

"Baba ben halledeceğim."

"Böyle bir şey varsa önce anan sonra ben seni boğarım Alaz! O kadına yaptıkların yetti artık."

Babası diyeceğini deyip kapatmıştı çünkü Alaz ağa toplantıyı ertelemeyecekti zaten.

Alaz ağa ise çoktan toplantıya gelmişti.
Herkes gelmişti. Onun gelmesi ile Mirhan ve Yekta ağa hariç herkes ayağı kalkmıştı. Bu iki adam onu öldürecek gibi bakıyordu.

Toplantı Haşmet Hanoğlu'nun konağında olmuştu. Çetiner aşiretine bağlı en güçlü aşiretin konağıydı. Aynı zamanda Ulusoy aşiretine bağlı aşiretler ile kız alıp verdikleri için tarafsız bölge konumundaydı bu ev.

Alaz bu sefer oturmaları için bir işarette bulunmadı. Amacı kimin daha güçlü olduğunu göstermekti.
Onlara üstten bakıp alayla karışık dudağının yalnızca sol tarafını kıvırıp güldükten sonra oturmalarını söylemişti.

"Ne için toplandınız ağalar? Bu toplantının sebebi nedir?"
Herkes Alaz Ağa'ya korku ile bakıyordu. Kayınbabası ve Mirhan hariç. Kimse neden toplandıklarını bile diyemiyordu. Ev sahibi başlamalıydı ama buna cesaret edemiyordu.

Mirhan Ağa tam ağzını açmıştı ki Berva sabahki giydiği mavi elbise ile aşiret toplantısına gelmişti. Kendi toplattığı aşiret toplantısına gelmeyecek değildi. Zaten kimse Hanımağaya ses edemezdi.

Alaz hiç şaşırmamıştı. Zaten geleceğini biliyordu ama bu kadar güzel gelmesini beklemiyordu. Sabah olaylar çok hararetli olduğu için onun nasıl giyindiğini fark etmemişti ama şu an sinirden damarları atıyordu. Başıyla babası ve Mirhan ağadan onay aldıktan sonra onlara doğru yürümüştü. Alaz Ağa'ya ise hiç bakmadan geçip onun yanına oturmuştu.

İşte bu demekti ki bu toplantıda Alaz Ağa kadar ben de söz sahibiyim. Tam Alaz Ağa'nın yanına, baş köşeye oturmuştu. Alaz Ağa'ya hiç bakmamış, onunla konuşmamış ama yanına oturmuştu. Birkaç genç ağa onun bu hareketi ile ayağı kalkıp Alaz Ağa'ya gösterdiği saygıyı ona da göstermişti ama Berva böyle bir şey istemiyordu. Alaz onlara oturmalarını söylemişti.

Alaz Ağa karısının bu kadar cesaretli olmasını yüzü gülerek izliyordu. Hele kendinden emin tavrıyla baş köşeye oturduğu anı asla unutmayacaktı.

Ama unutmaması gereken bir şey vardı. Berva kendi toplattığı toplantıda kendi kocasına hüküm verecekti.

Berva yerini alınca Mirhan Ağa başlamadığı sözüne devam etti.
"Doğru olmamasını temenni ettiğimiz duyumlar aldık Alaz Ağa."
Kardeşi için sakin kalmak istiyordu ama dişlerini sıkmasından belliydi her şey.

Alaz Ağa üstten bir ifade ile herkese bakıyordu. Bu güne kadar kimseye üstünlük taslamamıştı ama bunlar bunu hak ediyordu.

"Neymiş bu duyumlar Mirhan Ağa?"
Alaz Ağa utanmadan ne olduğunu soruyorsa Mirhan Ağa cevap vermekten hiç utanmazdı.

"Konağında çalışan kadın ile aranda bir şeyler geçmiş Alaz Ağa."
Alaz sinirle bakıyordu karşısındaki adama ama bir yandan hak veriyordu. Onun kardeşine aynı şey yapılsaydı o bu kadar sakin kalmazdı.

"Bunların doğru olup olmadığı belli değil. Ben hiçbir şey hatırlamıyorum."

Herkes onun bu pişkinliği karşısında deli olmaktan korkuyordu.

Mirhan Ağa'dan aldıkları cesaret ile diğer ağalar da konuşmaya başlamıştı. Bu saatten sonra Alaz susacaktı, çünkü yanındaki kadının nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordu. Yekta Ağa ise konuşma bitsin de kızımı alıp götüreyim diye bekliyordu.

"Alaz Ağa, eğer bu doğru ise hüküm vermek şarttır."dedi bir ağa.
Alaz kimse bana hüküm veremez demek istese bile demedi. Susacaktı işte. Yanındaki kadın konuşana kadar susacaktı.

"Eğer bu doğru ise evlilik bozulur ve dava tekrar başlar."
Bunu söyleyenin dişlerini eline verip ağzını kırmayı istedi ama yapmadı. Kimse Berva'yı ondan alamazdı.

"İsterseniz bunun doğru olup olmadığını bir de o kadından dinleyelim."
Bunu söyleyen Haşmet Hanoğlu'ydu. Zehra Zirkan'ı buraya getirebilecek tek kişi Berva'ydı. Onu o kadar korumaya göstermeden çıkarabilecek tek kişinin o olması gibi.

Alaz Ağa artık şaşırmıyordu bu kadının yaptıklarına. En az onun kadar güçlüydü.

Bir adam dışardan gelip herkesin karşısında ayakta durdu.
"Ağalar, kadın duyulan her şeyin doğru olduğunu, Alaz Ağa'nın sarhoş olduğu bir anda ona dokunduğunu söyledi."dedi.
Tabii ki onlar bir toplantıya kadın getirecek kadar gelişmemişti.

Berva ve Alaz duydukları ile tekrar sinirlenirken Yekta Ağa ve Mirhan Ağa yerinde duramıyordu.

"O halde ya bu evlilik bozulacak, ya da bu kadın kuma olarak gelecek."

Bunu söyleyen adamın, söylediği an omzunu dört kurşun sıyırmıştı. Berva, Alaz, Mirhan ve Yekta Ağa acımamıştı. Kim onların olana hüküm verecekmiş? Omzundaki kurşunların yarasıyla öğrenmiş oldu.

İçerideki herkes şaşkınlıkla bakarken Berva'nın cesaretine hayran kalmışlardı. Bu kadın toplantıya katılıp baş köşeye oturduğu yetmiyormuş gibi bir de kurtlar sofrası gibi bir yerde hiç korkmadan silah çekmişti.

"Kimse benim kızımın üzerine kuma getiremez. Topunuzun ölmesi gerekse bile buna izin vermem."

"Onun arkasında Mirhan Çetiner var kimse benim kardeşime kuma getiremez."

"Burada kurallar böyledir ağalar. Ya bu evlilik bozulur ve o kızla evlenir ya da evlilik bozulmadan evlenir."
Bu sözler Alaz ile Berva'yı aynı anda çıldırtmıştı. Bu bardağı taşıran son damlaydı.

"Kimse onu benden alamaz ulan."

"Kimse bana hüküm veremez ağalar. Sen, az önce sıktığım kurşunu oyuncak sandın sanırım. Alırım canını, ayağını denk al!"

İkisi aynı anda konuşmuştu. Alaz Ağa'nın sabahtan beridir beklediği an gelmişti. Sonunda Berva konuşmaya başlamıştı.

"Kim benim kuma hükmümü verecekse önce karşıma çıksın. Yemin olsun tek kurşuna bakar soluğunuzu kesmem.
Tek lafıma bakar ağanız ile boşanmam."

Bu söz bomba etkisi yaratmıştı. Mardin topraklarında bir kadın kocasını boşayabileceğini söylüyordu.

"Kim ne diyorsa, neye inanıyorsa inansın. Ben her zaman Alaz Ağa'nın arkasındayım. Gerçekler ortaya çıkana kadar da kimse ona hüküm veremez!"

İşte bu sözü ne Alaz ne de diğer ağalar bekliyordu. Mirhan ise kardeşini birazcık tanıyorsa böyle bir şey yapacağını biliyordu.
Alaz Ağa parlayan gözlerle ona bakıyordu.

"Ne istiyorsanız söyleyin. Ulusoy aşireti ve ona bağlı bütün aşiretler, Çetiner aşireti ve ona bağlı bütün aşiretler benim arkamda. Şimdi söyleyin ağalar nedir derdiniz."
Alaz sanki karşısında Dünya'nın yedi harikasından biri varmış gibi bakıyordu. Yekta Ağa ne kadar memnun olmasa da Mirhan Ağa bir şeyler bildiğini söyleyince sessiz kalmıştı.

Berva böyle söyledikten sonra zaten onlara bağlı aşiret ağalarından ses çıkmamıştı. Hepsi zaten önceden kabul etmişti.
Diğer ağaların ise hoşuna gitmese bile yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Onca aşirete karşı gelecek değillerdi her halde.

"Ama Hanımağa'm ya diğer kadın ne olacak?"
Bunu söylemeleri normaldi. Çünkü bir kadının namusu söz konusuydu.

"Ben olayı araştacağım ve gerekeni yapacağım. Zaten eğer söylenilen şey doğruysa Alaz ağanın hükmünü kendim vereceğim. Nasıl ki geçen seferki aşiret toplantısında haklı olan kızı savunduk, bu sefer de haklı olanı araştırmadan hüküm vermeyeceğim."

Birçok yaşlı ağa bundan memnun olmasa da genç ağalardan bazıları bu cesaretli kadına hayranlık ile bakıyordu. Alaz Ağa çok güzel seviliyordu diye düşünüyordu bazıları. Onların gözünde Alaz Ağa çok şanslıydı. Nasip olur muydu böyle bir kadın, bilmiyorlardı.

Alaz dayanamadı ve ayağı kalktı. Ona alttan bakan kadına elini uzatıp tutmasını bekledi. Berva tutmayınca zorla tutup kalkması için gözlerinin içine baktı.
Berva bir terslik çıkmasın diye kalkıp onu takip etti. Konağın avlusuna çıkıp bir bakışıyla korumaları ve çalışanları gönderdi oradan. Onun adamları değillerdi ama onun söylediğini yapmayacak kadar da salak değillerdi.

"Bıraksana elimi Alaz ağa. Nedir bu elimin, kolumun senden çektiği?"
O ne derse desin Alaz Ağa ona gülen gözleri ile bakıyordu. Bugün arkasında durmuştu ya, artık ölse gam yemezdi.

"Berva, arkamda durduğun için çok teşekkür ederim. Bana inandığın, güvendiğin için...
Güvenini boşa çıkarmayacağım gelincik çiçeği. Bir saat içinde o evde yaşanan her şey görüntüleri ile beraber elinde olacak."

Berva bir süre Alaz Ağa'nın yüzüne baktı. Ardından kolunu elinin arasından çekip konuştu.

"Ben sana güvenmiyorum Alaz Ağa. Bunu sadece üzerime kuma gelmesin diye yaptım. Ben senin arkanda durmuyorum sana inanmıyorum.
Sen o yatakta o kadın ile uyudun ya, ben aklımdan çıkaramıyorum. O kadının o çarşafı göstermesini unutamıyorum. Az önce o bir halta yaramayan ağaların bana kuma hükmü vermeye kalktığını unutamıyorum."

Alaz hâlâ ona mutlu gözlerle bakıyordu. Bu kadar lafa rağmen hâlâ mutluydu çünkü bildiği bir gerçek vardı ve bunu söylemeye asla çekinmedi.

"Ben de sen de çok iyi biliyoruz ki ,sen istemediğin sürece kimse sana kuma hükmü veremez. O yüzden şimdi bana kuma gelmesin diye yaptım deme. Sen de biliyorsun ki bunu benim için yaptın."

Berva buna cevap veremedi. Doğruydu. Berva istemese kimse ona kuma hükmü veremezdi. Buna ne Berva, ne de Alaz müsade ederdi.

O cevap vermeyince Alaz Ağa'nın yüzündeki tebessüm sırıtmaya dönüştü. Bu kadına çekiliyordu. Bu kadında bilmediği bir şeyler vardı ama bu kadına çekiliyordu.

"Yemin ederim o anların gerçek olmadığını sana kanıtlayacağım. O anların hepsini sana unutturacağım. Yeter ki bana bir şans ver.
Bana inan berceste, çünkü ben bilmediğim halde sana o kadar bağlandım ki bunu yapmadığıma eminim."

Berva bu sözler karşısında ne diyeceğini saşırdı. Bu adam son zamanlarda böyle sözleri çok kullanıyordu. İşin kötü tarafı ise Berva bunu onun gözlerinde görüyordu. Söylediği her şeyde samimi olduğunu görüyordu. Hiç yanılmamıştı.

Berva bir müddet cevap vermeyince Alaz toplantıya gitmeleri gerektiğini hatırlayıp konuşmayı kısa kesti.

"Tamam hadi gidelim. Bana hiçbir zaman inanmayacaksın zaten."
Alaz onun içeriye doğru adım atmasını beklerken Berva onunla arasında olan adımları kapatıp dudaklarını tam da kulağının hizasına getirip konuştu. Şu an bedenleri tamamen birbirine temas halindeydi.

"Yanılıyorsun. Ben senin suçsuz olduğunu biliyorum."
Alaz daha ne dediğini idrak edememişti. Berva çoktan içeriye doğru yürümeye başlamıştı ama Alaz hâlâ tenine değen nefesin etkisindeydi. Hâlâ bile ne dediğini kavrayamamıştı.

Berva kendi isteğiyle ona bu denli yaklaşmıştı. Nasıl kendinde olabilsin? O erkeklerle pek yakın durmayan kadın, kendi isteğiyle ona yaklaşmıştı. Nefesini hissedecek kadar yaklaşmıştı.

Ama işte o sözü idrak edince yüzünde yer alan saşkınlık dolu gülümseme her şeye değerdi. Kahkaha atmamak için zor tutuyordu kendini. Yemin edebilirdi, şimdi dünyada onun kadar mutlu kimse yoktu. Bu kadar mutluluk kalbe zarardı ya rabbi.

Alaz işte şimdi zaten derin olan araştırmaları en derinine indirecekti. Bu kadın ona inanmışken onun güvenini boşa çıkaramazdı.

Adımlarını hızlandırıp konağa girdi ve baş köşede oturan karısının yanına oturdu. Berva onun gülen yüzünü görünce kalbinde yer edinen ferahlığa anlam veremedi. Bir anda huzur dolmuştu yüreği.

Onun gülen ifadesini hiç kimse kaçırmamıştı. Alaz Ulusoy ilk defa insan içinde tebessüm ediyordu. Bazı kişiler bunu az önce karısıyla tek kalmasına bağlamıştı bile. Neler olmuştu acaba karısıyla aşağıda? Bu insanlar acayip fesattı!1

Berva sustu. Alaz Ağa konuşacaktı. Çünkü Berva'nın amacı kendini önde göstermek değildi.

"Ben de olanları araştırıyorum. Gerçekler ortaya çıktığı an bir toplantı daha düzenlenecek. O zamana kadar ise Hanımağa'nın söylediği gibi olacak her şey."

Ne diyordu bu adam böyle? Berva'nın yüreğine kastı mı vardı?
Sözleri bir bir Berva'nın kalbini ele geçirirken yüzündeki her bir mimik değişimini hayranlıkla izledi. Dudağının itina ile yukarı kıvrılmasını ise asla kaçırmadı.

Alaz, onun az önce yaptığı gibi dudaklarını kulağına yaklaştırıp "Hanımağa'm izin verirse toplantıyı bitirelim" dedi. Bu ise son noktaydı. Berva onun nefesini teninde hissederken kalbideki bütün duvarların bir bir yıkıldığını hissetti.

Çok yıkıma şahit olmuştu ama bu hayatındaki en güzel yıkımdı. O da Alaz Ağa'ya çekilmişti işte.

Berva ondan uzaklaşıp toplantıdaki ağalara ithafen konuştu.

"Alaz Ağa'nın müsaadesi varsa o kadının buraya gelmesini istiyorum."

O kadar güzel şeyden sonra bunu beklemiyordu Alaz. O kadının buraya gelip Berva'nın tekrar kötü olmasını istemiyordu. Gerilmişti ama tabii ki herkesin içinde izin vermiyorum diyemezdi ya da bunu sorgulayamazdı. Çünkü Berva onun izin vereceğine emin olup bunu sormuştu. Onu yanıltmak istemezdi.

Alaz tek hareketi ile o kızı buraya getirmeleri için adamları göndermişti ama içi hiç rahat değildi. O kadın gelip burada zırvalayacak ve Berva belki yine ona sinirlenecekti. Bu isteyeceği son şey bile değildi. İlk defa Berva'yı kendine bu kadar yakın hissediyordu. Bedenen değil ruhen Berva ilk defa ona bu kadar yakındı. Bu onu çok mutlu ediyordu ve artık yavaş yavaş kendine itiraf ediyordu ona karşı bir şeyler hissettiğini.
Yanmıştı da haberi yoktu.

Zehra Zirkan salona geldiğinde herkes ağzından çıkacak sözleri beklemeye başladı. Şayet Alaz Ağa'nın düşmanları için bir fırsat olabilirdi. Gerçi bu kadar aşiret arkasındayken ona pek zararları olamazdı ama yine de Alaz Ağa'nın nasıl bir insan olduğunu yayıp kadınları ayağı kaldırabilirlerdi.

Berva, Alaz'ın gözlerine bakıp konuşmak için izin istedi.
Senden izin almıyorum diyen kadın nereye gitmişti acaba?
Tabii ki karısının saygı duymadığı adama kimse saygı duymazdı. O yüzden Berva hiç kimsenin yanında kocasına zarar gelecek bir hareket yapmazdı.
Tek neden bu da değildi. Artık Alaz'a karşı eskisi kadar katı da değildi.

Evet on gün önce asla yaşamak istemediği bir şey yapmış olabilirdi ama Berva bunu yapmak istemediğini gözlerinde görmüştü. Alaz çok pişman olmuştu. Affetmiş miydi? Hayır.
Ama hayatının geri kalanını da bu şekilde geçiremezdi.

Berva Alaz'a ikinci şansı vermişti ama bunu ona söylemeyecekti. Hareketlerini analiz edip ona göre hayatına bir yol çizecekti. Belki burada Alaz'a bir şans vermiş gibi görünüyordu ama o aslında kendine son şansı vermişti. Bu sefer de mutlu olmayı başaramazsa bir daha asla denemeyecekti. Bu kendine verdiği son şanstı.

Alaz ne kadar istemese bile ona söz hakkı verdi. Bu kadının konuşmasını istemiyordu çünkü şayet konuşursa yanındaki kadının ne denli parçalanacağını bilmiyordu.

Telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj Orhan'dan gelmişti ve Zehra ile ilgili olduğunu düşünüyordu ama Berva konuşmaya başlayınca mesaja daha sonra bakmaya karar verdi. Sadece tamam yazıp göndermişti.

"Anlat bakalım Zehra Zirkan, ama iddia ettiğin şeyler yalan çıkarsa başına gelecek şeyleri biliyorsun. Sadece nefes almana izin veririm. Başka hayatsal hiçbir fonksiyonun çalışmaz. Ona göre konuşmadan önce iki kere düşün"

Zehra'nın gözünde çakan şimşekleri bir tek Berva ve Alaz görüyordu. Sözlerine sinirlenmişti. Berva içinden ben o gözleri oyarım dese de şimdilik susmuştu.

" Söylediğim her şey doğrudur. Az önce ne dediysem hepsinin arkasındayım. Alaz Ağa namusumu kirletmiştir. Namusumun temizlenmesini istiyorum Hanımağa."

Bütün ağalar sanki yeni duyuyormuş gibi tepki verirken Alaz Ağa dişlerini sıkmaya başlamıştı.

"He sen diyorsun ki beni kendine kuma yap öyle mi Zehra Hanım?"
Berva bunu öyle bir sormuştu ki Alaz hariç herkes biraz korkmuştu.

Alaz bu kadın konuştuktan sonra Berva'nın üzüleceğini düşünse de aksine,Berva daha çok sinirlenmiş gibiydi.

Zehra her ne kadar mağduru oynasa da gözlerindeki siniri belli ediyordu. Çaylak değildi ama Berva kadar usta da değildi bir şeyleri saklama konusunda.

"Ben sadece namusumun temizlenmesini istiyorum Hanımağa."

Berva da onun gibi ayağı kalktı. Kimse ona üstten konuşamazdı. Şimdi aşiret toplantısında iki kadın ayakta iken bütün ağalar oturuyordu. Alaz ne kadar kalkmak istese de Berva'nın kalkmadan önce elini dizine koyması ile vazgeçmişti. Bunlar ne güzel anlaşır olmuştu.

"Olmayan namusun mu Zehra Zirkan."

Bu hiç güzel bir şey değildi. Kimse bu sözü tasvip etmiyordu. Çünkü bir kadın asla bir kadına bu sözü söylememeliydi.

"Yoksa Seher Kayalar mı demeliyim ha?"2

Bu cümle salonda bomba etkisi yaratırken hiç kimse ne olduğuna anlam veremiyordu. Herkesin şaşkınlığı bir yana, Alaz Ağa'nın şaşkınlığı bir yanaydı. Her ne kadar bunu kısa süre içinde çözmeyi planlasa da ona bir iftira atılmıştı ve bu iftirayı ortaya karısı çıkarmıştı. Her seferinde zarar verdiği kadın onun için çabalamıştı.

Berva Ulusoy yatakta neredeyse başkasıyla bastığı kocası için aşiretleri toplamış ve o toplantıda baş köşeye oturmuştu. Kendi yönettiği toplantıda ise kocasını aklamaya çalışıyordu.

Zehra'nın, yani Seher Kayalar'ın gözleri şaşkınlıktan açılırken aynı zamanda sinirden kudurmanın eşiğindeydi.

"Seher Kayalar. Ciwan Ulusoy'un bir zamanlar sevdiği ama evlenmediği, söz verip te yarı yolda bırakmak zorunda kaldığı kadının torunu. Roda Kayalar'ın torunu, Seher Kayalar."

Her sözünde bir bir karşısındaki kadını yere gömerken gözlerini an olsun ondan çekmiyordu. Alaz Ağa ise gözlerini Berva'dan çekemiyordu. Yüzünde yer alan tebessüm ise her şeyi gösteriyordu zaten.

"Az önce namustan bahseden kadın, bir adama ilaç verip uyuttuktan sonra onun yatağına girip ona iftira atan bir kadınken nasıl utanmadı anlamıyorum. Namus kelimesini ağzına alırken utanmadın mı ulan kahpe."

Ağalar yavaş yavaş her şeyi anlamışken Yekta Ağa ile Mirhan Ağa'nın yüreğine su serpilmişti. Alaz Ağa eğer öyle bir şeyi gerçekten yapmış olsaydı kızlarını an dahi orada bırakmazlardı.
Şimdi ise her şeyi bir bir ortaya döken kızına gurur ile bakıyordu Yekta Ağa. Mirhan Ağa'nın yüzündeki ifade ise her abide olması gereken cinstendi.

Alaz ayrı konuydu zaten. Aptal aşık gibi suratına bakıp duruyordu. Bu kadını bu saatten sonra üzerse ona da yazıklar olsundu.4

Büyük salondaki dev ekranda açılan görüntüler ile herkesin yönü oraya dönerken birkaç koruma Seher Kayalar'ı tutmuştu bile. Kaçabilirdi çünkü.

Video saniye saniye oynatıklırken hiç kimse gecenin bir yarısı Berva'nın neden kocasının odasında olmadığını sorgulamadı. Eğer biri dahi bunu akıl edip sorsaydı, Alaz soran dillerini bir taraflarına monte ederdi. Kimse onların evliliğine karışamazdı.

Yatak odasındaki görüntülerde Alaz tamamen baygın değildi ama kendinde de değildi ve üzerini Seher çıkarıyordu. Daha sonra kendi üzerini çıkarıp yatağa geçiyordu.

Alaz ağa olanları saniye saniye izlerken vücuduna sinir yükleniyordu. Bu kadını öldürmesin de ne yapsın.

Seher, Alaz'ın yatağında o tarafa bu tarafa dönüp ona temas ediyordu. Alaz ona dokunsun diye onu zorluyordu ama Alaz ilacın etkisinde bile ona dokunmuyordu. Bunun üzerine sinirlenen Seher yataktan çıkıp kıyafetleri yırtıyor ve Allah bilir hangi hayvandan elde ettiği kanı ise çarşafa döküyordu. Hiç utanmadan Berva'nın geceliklerinden giyip odadan çıkıyordu.

Bütün ağalar bu kadın demeye bin şahit gereken varlığın yaptıklarını izlerken, çoğunun ağzından hayret nidaları dökülüyordu. Bir kadın nasıl bunu yapmış olabilirdi ki? Ama kimse bilmiyordu, bir kadının canı yanarsa her şey yapabilirdi.

Roda Kayalar'ın canı çok yanmıştı ve karşılığında bunları yapmıştı. Sevdiği adamdan alması gereken intikamı, onun torunundan almak da onun hatasıydı.

Roda Hanım yıllar evvel Ciwan Ulusoy'un sevdiği kadındı. Ciwan Ulusoy, Kadir Ulusoy'un babası ve Alaz Ulusoy'un dedesiydi.

Yıllar evvel Ciwan Ağa daha genç çağlarında vurulmuştu Roda Hanım'a. Roda Hanım da onu sevmişti. Söz vermişlerdi birbirlerine, evleneceklerdi ama işler onların istediği gibi gitmemişti.

Ciwan Ağa'nın babası bütün Mardin'e Zişan adında bir kızı, oğlu Ciwan'a istediğini duyurmuştu. Çünkü babası onun kimi sevdiğini biliyordu. Asla sevmezdi o aileyi. Zaten kızın adını Mardin'de duyurunca Ciwan Ağa evlenmek zorunda kalacaktı.

Bunu duyan Roda Hanım hemen tepkisini ortaya koyup ondan ayrılsa da Ciwan'ın bundan haberinin olmadığını duyunca yumuşamıştı. Ama ne bilsin ki artık onların evliliği mecburiydi.

Ciwan çok uğraştı Zişan ile evlenmemek için ama gerek babası, gerekse de kızın babası buna izin vermedi. Kızın adı duyulmuştu sonuçta. Zaten ağalar da baskı uygulayınca mecbur kaldı. İstemeye istemeye evlenmişti onunla ve evlenmeden önce Roda ile olan bütün bağlarını koparmıştı. Sadece kalplerini bağlayan bağ kopamamıştı ama zamanla Roda'nın değişmesi ile o bağ da koptu. Çünkü Roda, onun Zişan ile evlendiği gün başkasıyla sözlenmişti. Onun sevmediği ağalardan birinin oğlu ile, Murat Kayalar ile sözlenmişti.

Ciwan Ağa bunu duyunca kalbi paramparça olmuştu. Bekleyemez miydi sahi? İlla onun düğün günü mü sözlenecekti?

O sırf Roda'nın üzerine kuma almamak, ya da Roda'yı kuma yapmamak için ondan vazgeçmişti ama Roda onun evlendiği gün başkasıyla sözlenmişti.

Bunun üzerine yüreğine taş basmıştı Ciwan Ulusoy. Sevdiğinin başka bir adam ile evlenmesi bir yana, bir de o adam nefret ettiği bir adamdı. Onu asla affetmeyecekti. Roda Hanım da onu hiç affetmedi zaten.

Zişan Hanım'ın hamile kalması ise kıyamet oldu. Çünkü Roda Hanım artık aralarında hiçbir şey kalmadığını vurgulamak için ilk tebrik eden kişilerden olmuştu. Bebek için verilen yemeğe katılmış ve hayır duaları etmişti. Hatta bebeğe ilk hediyeyi de o almıştı. Zişan Hanım ne kadar rahatsız olsa da sesini çıkaramıyordu malesef.

Bu olanlara dayanamayan Ciwan ağa, Kayalar ailesinin en ufak hatasında onları sürmüştü Mardin'den. Çünkü onunla daha fazla aynı şehirde kalamazdı. Hem en büyük aşiret olduğundan, hem de aşiretin baskısı ile sevmediği bir kız ile evlendiğinden kimse neden Roda'yı göndermeye çalıştığını sorgulamadı.
Çünkü herkes biliyordu; Ciwan Ağa, Kayalar ailesini değil, Roda Kayalar'ı sürgün etmişti. Hem şehrinden hem de yüreğinden.

O günden sonra Roda Kayalar hep kin besledi. Torunu Seher'i de o kinle beraber besledi. Seher büyüdükçe intikam arzusu büyüdü.
Roda Hanım onun karısıyla huzurunu bozamamıştı ama, Alaz Ağa'nın huzurunu bozacaktı. Kadir Ağa'ya niye karışmadığı ise malumdu. Efsun Hanım onun anne tarafından akrabasıydı işte.

Berva Ulusoy ise o kadını ilk gün araştırmaya başlamış ve öğrendiği gerçekler ile beklemeye koyulmuştu. Çünkü nasıl bir plan yaptıklarını bilmiyordu. Yine de hep hazırda beklemişti.

Berva, Alaz Ağa'yı kurtarmış ve güzelliğinden Alaz Ağa'nın bile haberi olmadığı bir bakış hak etmişti.
Alaz Ağa ona o kadar güzel bakıyordu ki, Berva her an eriyebilirdi.

"Evet, duydunuz ağalar. Bu kadın bir zamanlar Ciwan Ulusoy'un sevdiği kadının torunudur. Bunu yapmasının sebebi ise Alaz Ağa'ya kuma olmaktır. Anlat, anlat, sen anlat Seher Hanım."

Seher gözlerindeki sinir ile yaptığı her şeyi anlatmaya başladı.

"Ben Seher Kayalar. Yıllardır Roda Kayalar'ın yanında, onun intikamıyla yetişiyorum. Sizin dedenizin ona yaptığı şeyin intikamını aldım. Tıpkı geçmişte olan şeylerin intikamını Alaz Ağa'nın aldığı gibi."

Bunu bilmesi Alaz ve Berva'yı şaşırtmıştı. Diğerleri ise ne dediğini anlamamıştı zaten.

"Ben Alaz Ağa'nın aklını çelip hayatını mahf etmeye geldim. O evde kim olursa olsun yatağına girecektim. Berat ya da Alaz fark etmez. Önemli olan intikamımı almalaktı ama ilacın etkisinde bile başka bir kadına dokunmayacağını söyledi. Evliyim diye sayıklayıp durdu. Gelincikmiş çiçekmiş böcekmiş... Ben de kıyafetleri yalandan yırtıp çıktım odadan."

O susunca Berva ayağı kalktı. Herkes dört gözle ne yapacağını bekliyordu. Ağır ağır ona döndü ve yürüyüp karşısında durdu. Seher ona küçümseyici bakışlar atarken suratına geçirdiği tokatla kimin küçük olduğunu gösterdi. Kafası sol tarafa düşen kadın sinirli gözlerle tekrar kafasını kaldırınca bu sefer diğer tarafa tokat atmıştı.

"O gözlerin düzgün baksın yoksa oyarım. Karşında Hanımağa'n var senin
Senin babaannenin başına gelenlerden biz sorumlu değildik ama anlaşılan sen belanı geziyormuşsun. Benden büyüksün ama sırf ninen seni öfkeyle büyüttü diye affediyorum. Seni Alaz ağaya teslim etmeyeceğim. Sadece ben biraz ilgileneceğim o kadar."

*****

Toplantı bitmişti. Yaralanan ağa korumalar tarafından hastaneye kaldırılırken içeridekiler yavaş yavaş dışarı çıkmaya başlamıştı. Seher Kayalar, geçen sefer Emrah Şener'i kaldırdığım depoya götürülmüştü. Alaz buna müsaade etmişti çünkü kendisi o kadınla asla uğraşmayacaktı. Ben ise şimdiden ona yapacaklarımı düşünüyordum. Küçükken doldurulmuş olması gibi hiçbir şey umurumda değildi. Söz verdiğim gibi Seher'in üzerinde o ilaçlarla birkaç yeni yöntem deneyecektim.

"Alaz Ağa, gel hele."

Mirhan abim, Alaz'ı kimsenin olmadığı bir tarafa çekince onları fark edip arkalarından gittim. Korumalar da arkalarından gitmişti.

Alaz ne olduğunu soracakken suratına yediği yumrukla neye uğradığını şaşırdı. Ben içten bir küfür savururken onlara doğru hızlı adımlarla gitmeye başladım ama korumaların da silah çektiğini görünce sinirden gözüm döndü desem yeriydi.

"İndirin silahlarınızı. Bu ne hadsizlik? Bir tarafta ağanız olabilir ama diğer taraf benim abim. Siz de, Mirhan ağanız olabilir ama Alaz da Mardin'in ağası ve enişteniz. İndirin şunları."

İkazımla korumalar silahları indirirken Alaz ve Mirhan onları dinlemiyordu bile. Mirhan üst üste yumruk sallarken Alaz elini bile kaldırmıyordu. Neden karşılık vermiyordu ki?

"Abi yeter."

Ben durdurmasam ne Alaz dur diyecek ne abim duracak gibiydi.
Alaz'ın hafif kanamış yüzüne bakarken dikkatimi ilk burnu ve dudakları çekmişti. Çok şükür ağzı ve burnu kırılmamıştı. Abim çok sanatsal çalışmıştı. Kocamın şu anki tek güzel yanı yakışıklı olmasıyken onu da kaybedemezdim.

Uyarım ile abim durunca Alaz bana bakmaya başladı. Beni baştan aşağı süzünce huzursuzca üzerime baktım ama bir şey yoktu. Belki de uzun süredir böyle giyinmediğim için bakıyordu.

"Bu hakkındı Alaz Ağa. Bunu Mardin ağası olarak değil eniştem olarak hakettin. Bir daha kardeşimin sesindeki titremeye sebep olursan daha beterini yaparım."

Alaz sanki abimin söylediği şeyleri dinlemiyordu. Abim ona neden enişte dedi bilmiyorum ama Alaz o lafı duyduktan sonra gözlerinden anlamını bilmediğim bir ifade geçti. Artık bana bir başka bakıyordu.

"Ayrıca ilacın etkisinde bile olsan o kadına dokunmaman hoşuma gitti. O kayıtlar olmasa gülümü bir dakika daha Ulusoy konağında bırakmazdım."

Alaz yıldırım hızıyla ona doğru dönerken onu bu kadar sinirlendiren şeyin ne olduğunu bilmemek istedim ama bilmiyordum. Artık bazı şeyleri anlıyordum.

Alaz Ağa seviyorum diye oyun oynadığı kıza aşık oluyordu. Peki ben ne hissediyordum? Ben oyun oynadığı zaman ona bir şans vermiştim. Gerçekten belki ona karşı bir şeyler hissetmiştim ama bu yaptıklarından sonra ona karşı ne hissetsem de bu hizmetin içinde daima hayal kırıklığı olacak. Hayat boyu onunla ne yaşarsam yaşayayım bu yaptıklarından dolayı onu asla affetmediğimi bilecek. O benden sebebi olmadığım bir şeyin intikamını almıştı. Ben de ondan kendi intikamımı alacağım.

Bugün yapmadığı bir şeyden dolayı, yapmadığını bile bile onu suçladım. Bu daha intikamımın yarısı değildi. Daha ona yapacaklarım vardı.

"İlacın etkisinde bile olsam evliyim Mirhan Ağa. Bırak ilacı ya da sırf onu Berva sanayım diye sıktığı yasemin kokulu parfümü, Berva'nın kılığına bile girse kokusundan tanırım karımı. Ve ben kimsenin onu benden almasına müsaade etmem."

Bu sözler karşısında utançla kafamı eğince aynı zamanda bu adamın neden bu kadar edepsiz olduğunu düşünüyordum. Abimin yanında neden böyle şeyler söylüyordu? Ben de Alaz'ın kokusunu ezbere bildiğim için Alaz'ın bilmesine saşırmadım ama bunu gelip abimin yanında söyleyip beni utandırmasının anlamı ne?
Mirhan cevap vermeden arkasını dönüp korumaları ile beraber gitmişti. Alaz da korumaları tek hareketi ile gönderirken ikimiz orada yalnız kalmıştık.

Yüzündeki kanı korumanın getirdiği bezle silerken adım adım bana yaklaşmaya başladı. Asla gerilemedim. Bugün bazı şeyler konuşulacaktı. Evleneli aylar oluyordu ama aramızdaki bu savaş bir türlü bitmiyordu. Tam ayakkabısının ucu benimkiler ile birleşince durdu.

Berva'nın, göğsüne gelen kafasına iç çekerek baktı. Bu boyu, bu orantıyı çok sevmişti. Kafasını göğsüne bastırdığı an kalbine denk gelecekti.

Gözlerimin içine bakışı neden bu kadar anlamlıydı bilmiyorum ama o anlamı da çözemiyorum. Bir insan bu kadar kısa süre içinde pişman olup sevemezdi ama onun gözleri bunu inkar edercesine bakıyordu.

Elini kaldırdı, belki yüzüme koyacaktı belki de başıma ama buna izin vermeyeceğimi gözlerimde görünce geri indirdi. Bunu bildiği gibi o geri çekilmeden geri çekilmeyeceğimi de biliyordu. Bunun için yüzümüz arasında sadece santimlik mesafe kalacak kadar eğildi. Hayır ben kısa değildim, o çok uzundu.

"Duruşun, zekan, hareketlerin... Hepsi sadece sana özel ve güzel."

Bunu biliyoruz Alaz Ağa. Bana bilmediğim bir şey söyle!

"Kabul ediyorum Ulusoy gelini, ben senin kapasiteni daha yeni görüyorum."

Konuşurken yüzüme değen nefesi vereceğim bütün cevapların önünü kapatıyordu.
Bu boyu bana yapılan en büyük haksızlıktı.

"Özür dilerim gelincik çiçeği, benim suçum yok, gerçekten yok bu sefer ama seni bu kadar üzdüğüm için özür dilerim."

Tamam, bu kadar yeter. Tenime çarpan nefesini engellemek için elimde büyük bir fırsat vardı.
Çemkirmek...

Ondan bir adım uzaklaşıp aramızdaki mesafeyi arttırdım.

"Nasıl suçun yok ya! Ben seni boşuna mı o evden gönderdim. Bir bok biliyoruz ki gönderdik değil mi?"

Benim yüksek çıkan sesime aldırış etmiyordu. Sadece dinliyordu.

"Berat abi geri gelmedi sen neden ge-"

"O videoyu atmasaydın ben de gelmeyecektim. Akıl mı bıraktın adamda?"

Sözümü kesip söylediği şey beni utandırmıştı. O video için mi gelmişti yani? Şu an yüzündeki tehlikeli ifade bunun doğru olduğunu kanıtlıyordu aslında değil mi? O video için gelmişti.

"Hakikaten, sen nasıl öğrendin de bu planı yapıp eve kamera yerleştirdin? Ayrıca bunu madem biliyordun, neden bu sabah direkt söylemek yerine buraya gelmeyi bekledin?"

Güzel, mantıklı sorular. Peki bunların cevapları var mı? Sanmıyorum. Yine de bana göre en mantıklı cevapları sıraladım.

"O kadın konağa geldiği ilk iki gün hariç diğer hergün onun bir Kayalar olduğunu biliyordum. Ve bu sabah neden sana söylemedim, zevk meselesi... Sen hatırlamadığın için acı çekiyordun ve bu benim hoşuma gidiyordu."

Sözlerimden sonra gözlerinde oluşan sinsi parıltıyı görmek hiç zor olmadı. O da konuşma sırası kendine geldiği için bu anı bir fırsat gibi görerek benim açtığım bir adımlık mesafeyi kapattı. Tabii onun bir adımı benim iki adımım kadar olduğu için yarım adım atmış oluyordu.

Yine yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Ne değişik huyları var, ben asla bu mesafeden biriyle konuşamazdım.

"Demek zevk meselesi... Peki başka nelerden zevk alırsın?"

Soru çok tehlikeliydi. Hele gözlerindeki parıltı ona asla yenilmemen gerektiğini söylüyordu.

"Eskiden ne olduğu önemli değil ama bu saatten sonra tek zevkim senden alacağım intikamım olacak."

Yüzündeki o sinsi ifade anbean kaybolurken ben zafer kazanmış gibi sırıtıyordum. Ta ki siyahları gülüşümü bulana kadar.

"Sana kim yardım ediyor, Ahmet ile ne çeviriyorsunuz? Ben neden iki saatte ulaşabileceğim bilgiye bir türlü ulaşamıyorum? Bana bu soruların cevabını ver yoksa devreye artık buradaki adamlarım değil başka ülkedekiler girecek ve sen bunu iki dakikadan daha kısa sürede yapacaklarını biliyorsun. Mesela ilk önce senin Yağmur ve Ahmet ile olan konuşmaların neden gizli?"

Yine çok yerinde sorular sormuştu. Bir gün bunları soracağını çok iyi biliyordum.
Ona oturması için elimle yeri gösterdim. Üzerindeki ceketi çıkarıp oturmam için yere serince oturdum. O ise çayır çimen ne varsa üzerine oturmuştu. Hareketleri farklıydı, farklı davranıyordu ama bir o kadar da ben Alaz Ağayım diyordu. Şimdilik pek bir şey anlamamıştım.

Mesaj konusunu nereden biliyor, bilmiyorum ama bunu ona açık açık söyleyeceğimi zannediyorsa yanılıyordu.

Tam karşıma oturmuştu. Geldiğimiz yer Haşmet Ağa'nın konağının arka tarafıydı. Oturduğumuz yer tamamen çimenlerle kaplıydı ve etrafta değişik çiçekler de vardı. Beni dikkatimi çeken tek çiçek gelincik çiçeğiydi halbuki. Gerçekten, bu adam neden bana bu hitabı kullanıyordu?

"Konuşmayaca mısın?"

Tam karşımda oturmuş gözlerimin içine bakarak konuşmamı beklerken nasıl konuşacağım? Üstelik daha doğru dürüst insan gibi konuşmamıştık biz. Ama bir yerden başlamak gerekiyordu.

"Sen merak ettiklerini sor, ben cevap vereyim."

Başını onaylar anlamda sallayınca yüzüne düşen siyah saçlarına dokunmak için parmak uçlarım kaşınıyordu. Evet, dokunmak istediğim ilk erkek olabilirdi.

Derin bir nefes alıp ilk sorusunu yönlendirdiğinde ilk sorunun bu kadar zor olabileceğini tahmin etmedim.

"Benim gücüm hakkında ne biliyorsun?"

Soru zordu ama cevaplayamayacağım kadar zor değildi. Madem oturduk insan gibi konuşuyoruz ilk ve son kez her şeyi birbirimize anlatmamız gerekiyordu.

"Bu güne kadar sana yalan söylemedim. Bugün de söylemeyeceğim. Sen de benim sorduğum sorulara doğru cevaplar vereceksin."

Başını yine onaylar anlamda sallayınca sorusunun cevabını vermeye başladım. Konuşmuyordu. Gözleri sadece gözlerimde oyalanıyordu ve o sadece kafasını sallıyordu.

"Her şeyi... Seninle ilgili, gücünle ilgili her şeyi biliyorum."

Buna şaşırmamıştı. Tahmin ediyormuş gibi bir hali vardı. Zaten belli değil miydi? Ben ona zaten gücünün farkında olduğumu söylemiştim.

"Her şeyi... Bunu biraz açar mısın?"

Bu sefer kafasını sallayan bendim. Ben de korkusuzca gözlerinin içine bakıyordum.

"Mardin Ağası olman dışında; yüz yirmi dokuz ülkede şirketleri olan, bu ülkelerin her birinde Mardin nüfusunun dörtte biri kadar koruması olan, herkesin zengin dediği ama aslında sadece varlığının devede kulak kısmının bilindiği, yüz yirmi dokuz ülkede mafya ve çete liderlerinin bile sözünü dinlediği Alaz Ulusoy... Mardin'de gücünü göstermez çünkü dikkat çekmek istemez. Son zamanlarda aklının çoğunu kaybedip küçücük bir aşiretin oyununa gelecek kadar kendini kaybetmiş bir adam. Çoğu ülkede mafya olarak anılır ama mafya değildir."1

Söylediklerimin hepsi doğruydu. Bunları bilmesem de yüz ifadesinden anlardım.

"Korkmuyor musun?"

"Neyden korkacağım?"

"Benden."

O, korkulması gereken bir insandı ama korkması gereken kişi ben değildim.

"Hayır. Senin kimliğin kadar karakterin hakkında da bilgi sahibiyim. Mesela asla kadınlara zarar vermezsin, ben hariç. Suçlu olmayan kimseye bulaşmazsın, ben hariç. Acımasız olarak bilinen ama aslında merhametli olan bir adamsın, ben hariç. Korkması gereken ben değilim çünkü yapabileceğin her şeyi yaptın."2

Yüzünü yine hüzün kaplarken bunları söylediğim için hiç üzgün değildim çünkü bunlar gerçeklerdi. Bunlar onun bana yaptıklarıydı.

"Benden korkması gereken son kişi bile değilsin Ulusoy Gelini. Doğum gününe kadar yaptığım her şeyin nedenini biliyorsun. Haksızdım ama bunun farkında değildim. Ben on altı yaşında bir çocukken on sekiz yaşındaki abimi kollarımda kaybettim. Buna ecel dedim. Takdiri ilahi dedim ama seninle evleneceğim gün babaannenin sorumlu olduğunu öğrendim. İntikam almak istedim senden. Doğum gününde sana hak etmediğin şeyler yaşattım. Bunda da haksız olduğumu biliyorum. Ama ondan sonra yaptığım; sana, ağzıma almaya bile utanıyorum ama sana zorla dokunmam, bugün olanlar... Hiçbiri kendi isteğimle olan şeyler değildi. Ben günlerdir başka işler üzerinde çalıştığım için aklım başımda değildi. Korumaların da zaten içkiyi Orhan aldığı ve ilacı evde içine attıkları için haberleri yoktu. Özür dilerim gelincik çiçeği ama ben o günden sonra asla isteyerek sana zarar vermedim."

Doğruydu, söylediği her şey doğruydu ama bunlar beni ilgilendiren şeyler değildi. Onu affedeceğimi zannediyorsa yanılıyordu.

"Neyse Çetiner Damadı, sıra bende. Sen cevap ver bakalım bana neden gelincik çiçeği diyorsun?"

Evet, onun hakkında her şeyi bildiğim için soracağım tek şey buydu.

"Gelincik çiçeği hüznü temsil eder ve sen daima içinde hüzün taşıyorsun. Yetişmesi için hiçbir özel çabaya ihtiyaç yoktur. Kendiliğinden yetişir. Tıpkı senin kendi başına bir şeylerin üstesinden geldiğin gibi. Bu yüzden dağda bayırda her zorlukta yetişir. Ama bir o kadar narindir. Parmağın değse yaprağına dökülebilir. Ve yabanidir. Her tarafını kırmızıya boyayabir. Tıpkı senin gibi."

Güzlemiş anlamı. Gerçekten tam olarak beni temsil ediyormuş.

"Neyse, şimdi sen sor?"

"Ben neden bazı bilgilere ulaşamıyorum? Ahmet'in görevi tam olarak ne ve sizin konuşmalarınıza neden ulaşılamıyor?"

Gitmemiz gerektiği için acele ettiğini biliyordum. Hepsini birden söyleyeceğim.

"Bilgere ulaşmanı engelleyen bendim çünkü Çetiner aşireti tamamen senin arkanda olana kadar bunlarla herhangi bir savaşa giremezdin. Ahmet şoförüm. Daha fazlasını sorma çünkü yalan söylememeye söz verdim. Konuşmalarımız da bize özel."

Kalkmamız gerekiyordu. Bu yüzden bu kadar bilgiyi kabul edip ayağı kalktı.

"Neden mesajlarımıza ulaşmak istediğini daha sonra söylersin. Şimdi benim işim var. Ya arkamda durup neler yapacağımı izlersin, ya da yanımda durup ortalığı ateşe verirsin."

Şimdi yerdeyken ona bakmak boynumun kırılmasına neden olacaktı. O ise halinden memnundu. Kalkmak için sağ elini bana uzattı.

"Ya da elimi tutar benimle ortalığın İçinden geçersin."

Elini tutacağımı düşünmüyordu. Bu yüzden tedirgin bir şekilde elini uzatmıştı ama uzattığı elini tutunca yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Sonuçta ikimiz de zarar görmüştük. Birlikte hesap sorabilirdik.

Ve ben ailemden sonra ilk defa kendi isteğimle bir adamın elini tutuyordum. Alaz'ın yüzündeki mutluluğun sebebi ise bunu bilmesiydi.2

"Seni buna pişman etmeyeceğim Ulusoy gelini."

"Beni buna pişman edersen seni pişman ederim."

Böylece ona ikinci şansı vermiştim. Hayır, affetmemiştim. Burnundan da getirecektim...

Bölümü Nasıl Buldunuz?
Oy Vermeyi Ve Yorum Yapmayı Unutmayın Lütfen

Emeğimin karşılığını veren herkes emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚 🤎

Buraya bir yeşil bir kahve kalp alabilir miyim(destek yorumu olsun)

Bölüm : 24.11.2024 18:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...