🥀
Kalbim karanlık zindanların küf kokulu duvarları arasında çürümeye başlamıştı. Ta ki gözlerindeki ışık avuçlarıma düşene kadar.
🥀
Aklım ve kalbim karmakarışık odaya döndüğümde kızların hala uyuduğunu görmek derin bir nefes aldırdı. Yatağa oturduğumda ellerim ve bacaklarım hala yaşadığım olayın etkisiyle uyuşuktu.
Yatağa uzandığımda geminin yeniden hareket ettiğini hissettim. Avuçlarımı hala sıcacık olan yanaklarıma bastırdım. Gözlerimin önündeki capcanlı bakışları bir türlü silemiyordum. Bunca zaman askerlerin içinde büyümüş olmama rağmen bir tanesinden bile böyle etkilenmedim.
Başımı keyifsizce ufak pencereye çevirdim. Gece oldukça yıldızlıydı. Ay ışığı doğrudan odaya düşüyordu. Yüzümü ışığa doğru çevirip gülümsedim. Ay çok parlaktı tıpkı onun gözleri gibi. Başka bir şey düşünmeliyim. İçerisi yeteri kadar aydınlıktı. Bu işime geliyordu çünkü karanlıkta uyumakta zorlanıyordum. Gülüşü ne kadar güzeldi öyle. Başka bir şey düşün Güliz Ada!
Gözlerimi kapatıp dua okuyup uyumalıyım. Oradaki başka askerlerde vardı neden sadece onun etkisinde kaldım? Adama çarpıp suya düştüğüm anlar gözümün önüne geldikçe fena oluyordum. Başka bir şey düşünmeliyim.
Gözlerimi kapadım ve hızla geri açtım. Aklım o baş belası komutanda kalmıştı. Allah seni bildiği gibi yapsın Güliz. O gözler dışında başka bir şeyler düşünmen gerekiyor. Dudaklarımı süsleyen tebessüme engel olamıyordum. 'Burada böyle şakıyamazsın.'
Güzel sesin mi var demek istemişti? Bir güzel söze tav olacak değildim. Hayır sadece güzel bir söze değil. Güzel bir göze güzel bir sese güzel bir gülüşe derince iki yanak çukuruna. O herif güzeldi. Elimi kalbimin üzerinde üst üste koydum. Böyle çarpmasından hoşlanmadım.
Uyuyamayacağımı anlayınca yataktan kalktım ve çantamdan bir şişe su çıkardım. Susuzluktan içim kavrulmuştu. Telsizden gelen cızırtılara döndüm irkilerek. Bu Teğmen Kenan olmalıydı. Ayağa kalktım ve telsizi duvardan aldım. Saat sekizi beş geçiyordu. Akşam yemeği için iletişim kurmaya çalışıyordu belli ki. Teslimattan dolayı yemek servisi biraz ertelenmişti.
Ortadaki düğmeye basınca telsizden gelen cızırtılar durdu. Odanın içine yayılan o ses kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Hayırlı akşamlar. Akşam yemeği için hazırlanmanız gerekiyor." Bu oydu. Cam gözleri sanki yeniden karşımda gibiydi. "Ha bu arada daha iyi misin?" Benim olduğumu nasıl anlamıştı ki?
Sesindeki emredici tınıya karşın yavaşça nefes aldım. Bu pek hayra alamet değildi. Boğazımı temizleyip cevap verdim. "Ta-tamam." Sanki yeniden göz göze geliyorduk. "Evet daha iyiyim. Sorduğunuz için teşekkür ederim."
"Güzel," dedi sakince. "Bundan sonra daha dikkatli olursun."
Hızlıca düğmeye basıp telsizden uzaklaştım. Yüzüne kapattım! Elimi yüzüme vurdum yavaşça. Bir iyi akşamlar diyemez miydim? Ne oluyor bana böyle?
Derin bir nefes alıp kızları uyandırmak için ışığı açtım. Ayla sıçrayarak uyandı ve gözlerini ovuşturdu. Uyku mahmurluğuyla etrafına korkuyla bakıyordu. Gemide olduğumuzu hatırlayınca başı yeniden yastığa düştü.
🥀
Teğmen Kenan'ın bizi alması için gönderdiği askerin refakatiyle yemekhaneye doğru yürümeye başladık.
Yeşil uzun bir kazakla bol kot vardı üzerimde. Saçlarımı ellerimle gelişi güzel tarayıp üzerine bandana sardım. "Düzgün yürü Armağan," dedim kolunu çimdiklerken. Üstten üstten öfkeyle baktı. "Kıvırtmak için yanlış yerdesin sanki ha?" Bir de kırmızı ruj sürmüştü. Allah'ım sen bana bolca sabır ver zira bu yerde ihtiyacım olacak tek şey Peygamber sabrı.
Armağan benden on beş cm uzundu. Düzgün fiziği ve simsiyah saçları ile zaten yeterince dikkat çekiyordu. "Koparsaydın boncuk," dedi aksi bir sesle. "Elinde kerpeten mi var kızım?"
Ayla hala dalgındı. Armağan'a gözlerimi kısarak baktıktan sonra Ayla'nın sağına geçtim. "Ayla iyi misin?"
İyi olmadığını bildiğin halde iyi misin diye sorulmasından hazzetmiyordum ama şu anda ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
Serbest bıraktığı sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Sevdiğinden koparılmış biri nasılsa öyleyim Güliz." Derin bir iç çekti. "Bomboş, anlamsız, amaçsız..."
"Anlıyorum," dedim. Oysaki onu anlamam mümkün değildi. Kalabalık nihayet görünmüştü. Sırada bekleyen askerlere bakıp yürümeye devam ettik.
"Anlayamazsın," dedi Ayla adımlarını hızlandırırken. "Bir gün sevdiğinden koparılırsan ancak o zaman anlarsın beni." Önüme geçti ve askerlerin arasından sıraya girdi. İyi değildi ve hiç iyi olmayacaktı. İnsanın sevdiği birini kaybetmesi kolay değildi. Hiçbir şeyle kıyas edilemezdi. Neyse ki o sevdiğini kaybetmemişti.1
Yemeklerimizi aldıktan sonra Teğmen Kenan ve timinin masasına geçip oturduk. Ayla sessizce tabağındaki türlüyü karıştırırken Armağan Teğmen Kenan'la bakışıyordu. Askerler sırayla selam verirken bana bakıp gülüyorlardı. Aralarında iki kişi vardı ki bunlar kıpır kıpır oradan oraya koşuşturan yaramaz erkek çocuklarından farksızlardı. Denize atlarken birbirlerine küfür eden o iki asker. Biri sarışın diğeri esmerdi.
Komutanlarına çarpıp suya düşen kız olarak beni alay konusu yapmazlardı değil mi?
Bakışlarımı önüme çevirdiğimde kapıdan giren adam takılmıştı radarıma bu kez. Oydu. Üzerinde yeşil tişört vardı. Askeri künyesi tişörtünün dışında sallanıyordu. Sıraya geçerken askerler hazır ola geçip selam verdiler. "Sizin ki de burada," dedi esmer olan sırıtarak. Yediğim çorba boğazıma kaçınca bardağa sarıldım.
"Çelebi," dedi dişlerinin arasından. "Adaya kadar yüzdürme konusunda ciddiyim oğlum." Elindeki tepsiyi kaydırarak yemeğini aldı.
Askerlerden sarışın olanına genişçe gülümseyerek göz kırptı. Sinek kaydı yüzünde gülümserken ortaya çıkan gamzesine bakıp gülümsedim.
Yemeğini aldıktan sonra bu tarafa dönünce aniden göz göze geldik. Mıknatıs gibiydi sanki ondan kopmama izin vermiyordu.
Hafifçe tebessüm ettiğini görünce kaşlarımı çatarak başımı tabağıma eğdim. Hala kızgındım ona. İçerideki gürültüye rağmen botlarının çıkardığı sesi duyabiliyordum. Bu tarafa geliyordu. Tabağımın yanındaki bardağa uzandım ve güçlükle birkaç yudum su içtim.
Masanın önünden durdu. Bakışları sanki tenime değmişçesine ürpertmişti. Önce askerlerine baktı. "Selamünaleyküm." Bize baktı göz ucuyla. "Afiyet olsun hanımlar."
"Aleykümselam komutanım." Askerler hep bir ağızdan bağırınca sıçradım.1
Sandalyeyi çekti ve onca yer varken tam karşıma oturdu. Benden uzak dursa kendimi daha iyi hissedecektim. Bana baktığını hissedebiliyordum. Sudaki bakışlarını kolay kolay unutabileceğimi sanmıyordum. Kim unutabilirdi ki? Bu istemsiz bir dürtüydü kesinlikle kontrolsüzdü.
Başımı kaldırmış bulundum bir an için. "Afiyet olsun deniz kızı," dedi bana bakıp. Kaşığını eline aldı. "Var mı bir problem?"
Teğmen Kenan'ın gülümseyerek bize baktığını gördüm. Ona anlatmış mıydı? Utandığım için yüzümü hızla tabağıma çevirdim. "Sağolun. Hayır bir problem yok."
"Güzel." Teğmen'e döndü sonra. "Afiyet olsun Kenan'ım."
"Sağol Bülbülüm. Sana da afiyet olsun." Bülbül mü? Elimde olmadan güldüm. Farkında olmadan biraz sesli güldüm. Bana baktığını hissedince yutkundum ve yemeğimi yemeye devam ettim.
Armağan'a bakıp, "Ha?" dedim. "Bir şey mi istedin?"
"Ohoo," dedi Armağan. Aramızda burada olmaktan tek keyif olan oydu tartışmasız. "Bizimle değilsın." Armağan'a homurdanırken masada sadece Teğmen'in kaldığını gördüm. Sanki birkaç dakika dünyadan silinmiştim. Gittiğini fark etmemiştim bile.
"O komutan sana niye deniz kızı dedi?"
Armağan'ın sorduğu soruyu duymazdan gelerek Ayla'ya döndüm. Teğmen bıyık altından gülüyordu. Hala sessizdi ve bu beni çok üzüyordu. Buraya katlanmak zorundaydık. Hatta alışmak. Başka çaremiz yoktu. Aksi işkenceden başka bir işe yaramazdı.
"Alpay'ımla tanıştınız mı Güliz Hanım?"
Evet olmuştu bir şeyler. Başımı tabağımdan kaldırdım. "Ya evet," dedim sessizce. "Tanıştık."
Dudağını keyifle bükerken yemeğine döndü. Yemekhaneden çıktıktan sonra Teğmen Kenan'ın refakatinde güverteye çay içmeye çıktık. Elimdeki kupayı sıkıca tutarken yüzümü rüzgara doğru döndüm. Karanlıktı. Hiçbir şey görünmüyordu ufukta.
Armağan'la Teğmen Kenan sessizce bir şeyler konuşuyorlardı. Ayla çayını bitirdikten sonra odaya dönmek istemişti. Üzerine gitmek istemiyordum çünkü biliyordum ki ihtiyacı olan biraz zamandı. "Ne zamandır adadasınız Kenan Bey?" diye sordu Armağan cilveyle.
Teğmen çayından bir yudum aldı ve saçlarını düzeltti. Armağan'ın ona olan ilgisi hoşuna gidiyordu belli ki. Kimin gitmezdi ki? Hele ki bu günleri bir adada geçen bir askerse. "Yirmi yaşında mezun oldum harp okulundan. Mezun olduğumda Ankara'daydık. Üç yıldır Karabağır'dayım." Bir yudum daha aldı.
"Evli değilsiniz sanırım. Parmağınızda yüzük göremedim." Gözlerimi kısarak Armağan'a döndüm. Onun beni gördüğü yoktu zira radarındaki adam benden daha çok dikkatini çekiyordu.
"Bekarım," dedi teğmen keyifle gülerken. Evliyim dese de Armağan pek takılmayacak gibi bakıyordu. Yakışıklı bir adamdı Kenan Bey. Saçları ve kaşları simsiyahtı. Gözleri hariç. Yeşildi gözleri. Güzeldi de. Adada olmasına rağmen teni açıktı.
"Evlenmeyi de hiç düşünmedim ta ki..." Sustu. Armağan'a bakıp bana döndü. "Ama nasip değil mi Hemşire Hanım? Belki bir gün gönül kafesimin kapısını açacak bir kumru bulurum."
Bunu söylerken Armağan'a bakmadığı için arkadaşımın yüzü düştü ama ben beklediği o güzeli bulduğunu biliyordum. Kader derdi babaannem. Evleneceğin adam senin kaderin. Değişmez. Nerede olursan ol vakti geldiğinde senin için gönderilir.
"Siz?" diye sordu Teğmen önce Armağan'a bakıp sonra bana dönerken. "Özel değilse Karabağır'a sürgün ettiren nedir sizi?"
Şaşkındım. Bildiklerini sanıyordum oysaki. Eninde sonunda bileceklerdi. Saklamanın gereksiz olduğunu düşündüm. Detaylara gerek duymadan, "Gerçek anlamda sürgün diyebiliriz," dedim. "Hastanede yaşadığımız bir sorun yüzünden buradayız."
Duyduğumuz saz sesine doğru dönünce Teğmen Kenan güldü ve hemen ayaklandı. "Bülbülüm şakıyor yine." Güldüm. O bülbülün kim olduğunu tahmin etmek zor olmadı. Konusu geçince kalbimde minik elektriklenme olduğunu fark ettim. Kalkması için elini Armağan'a uzatması istemsiz gülümsetti.
Onlarla birlikte ayağa kalktım ve saz sesinin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Aynı ekip güvertenin yan tarafına bağdaş kurmuş ve yuvarlak oluşturarak oturmuştu. Dördünü tanıyordum lakin beşinci askeri ilk kez görüyordum. Onlardan biraz daha yukarıda oturmuştu. Belli ki üstleriydi. Hemen o adamın yanında oturan askeri görünce kalbim ritiminin dışına çıkmaya başladı.
Bu gayriihtiyari gelen heyecan hem hoşuma gidiyor hem de öfkelendiriyordu. Askerlerden adının Çelebi olduğunu öğrendiğim esmer genç saz çalıyor hemen yanında oturan malum kişi de "Bülbülüm Altın Kafeste" Türküsünü söylüyordu. Sesi çok güzeldi. Onun yanında ise beni denizden çıkaran o kadın vardı. Beni görünce gülümsedi.
Teğmen Kenan durduğumu görünce bana doğru döndü. "Uykunuz gelmediyse türkü şölenine katılmak ister misiniz?"
Ben tereddütle kaşlarımı kaldırırken Armağan dünden hevesli gibi kıkırdadı. "Korkmayın," dedi Teğmen Kenan. "Evet savaş gemisindesiniz ve bir sürü askerlesiniz ama savaşta değilsiniz öyle değil mi? Biz de insanız bizim de normal insanlar gibi eğlencelerimiz var." Sesli güldü. "Buyurun lütfen. Bülbül timinin sıra gecesine hoş geldiniz."
Başımı usulca sallayıp Armağan'ın yanında türkü söyleyen askerlere doğru yürüdüm. Teğmen Kenan'ı ve bizi gören askerler ayağa kalkmak için yeltenirken Teğmen el işareti ile durdurdu ve o yukarıda oturan adama selam verdi. "Selamünaleyküm Binbaşım." İkimiz arkalarında duran banka otururken Teğmen Kenan aralarına oturdu.
"Aleykümselam," dedi binbaşı. "Hoş geldiniz."
Baş selamı ile kenara oturduk. Ona bakmayacağım diye gözlerimi çevirmediğim nokta kalmadı. Tuhaf bir o kadar da hoş fakat ilk kez nefesimin bedenime yetmediğini hissediyordum.
"Bülbülüm altın kafeste öter aheste aheste. Ötme bülbül yarim hasta aman. Ah neyleyim şu gönlüme. Hasret kaldım sevdiğime..."
Türkü alıp götürüyordu sanki kalbimi. Hiç bilmediğim uçsuz bucaksız gurbetlere bırakıyordu. Taşıyordu sele kapılmış dereler gibi. Ona bakma dürtüme nasıl engel olacağımı bilmiyordum. Başımı Armağan'ın omzuna yaslayıp gözlerimi kapadım. Kulağıma dolan sesle gözlerimi yeniden araladım ve başımı hafifçe kaldırdım.
"Ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam..."
Amansız savaşım son bulduğunda gözlerim onu buldu. Kalbim tekledi. Bana bakıyordu. Hem türküyü söylüyor hem bana bakıyordu.
"Ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam. Ben sana aldanamam yarim ben sana dayanamam..."
Bakışma ne kadar sürdü bilmiyorum. Sanki bu birkaç dakika ikimizi zamandan sildi. Armağan'ın omzuma dokunduğunu hissedince gözlerimi kaçırarak ona doğru döndüm. "Güliz!" Çenesiyle o askeri işaret etti. Sonra bana döndü. "Hayırlı işler bacım."
"Ha?" dedim kendime yeni gelmiş gibi. Kaşlarımı çatıp dudağımı ısırdım. "Ne saçmalıyorsun sen?" Beni ne kadar utandırdığının farkında değil miydi? Bu kızla bazen neden arkadaş olduğumu anlamıyorum.
Gözlerim yeniden gruba döndüğünde türküyü başka bir asker söylemeye başladı. Bakışlarım bir kez daha onu bulurken Teğmen Kenan'ın onun kulağına bir şeyler söylediğini gördüm. Bu kalbime yük olan gece bitmeliydi artık. Üstelik Armağan'ın gereksiz iması öfkelendirmişti. Haksızmış gibi...
Ayağa kalktım ve Armağan'ı omzundan dürttüm. "Hadi gidelim artık." Hızlı adımlarla onlardan uzaklaştım. Yine o dayanılmaz his bütün bedenime yayılıyordu. Gözlerinin sırtımda olduğunu bilmenin vermiş olduğu o nahoş his...
🥀
İki saat sonra gemi yolculuğumuz da nihayet son buldu. Elimizdeki valizlerle çıkıştaydık. Askerlerin gemiyi boşaltmasını bekliyorduk.
Ayla düne göre daha iyi görünüyordu. Biraz da olsa uyuduğunu söylediğinde çok sevindim. Gözlerine yayılan kızıllık yerini yeniden yeşilliğe bırakmıştı. Elimi elinin üzerine koydum. "Yoğun bakımdan çıkmamıştır bile. Mutlaka arayacaktır Ayla."
Alperen'den haber alamaması canını yakıyordu. İyileşir iyileşmez arardı. Aramaması için bir sebep yoktu. Alperen'in Ayla'yı çok sevdiğini biliyordum. Başını usulca öne doğru eğdi. "Öyle ümit ediyorum Güliz," dedi. Sesi çatallıydı. "Aksine dayanamam."
Başımı omzuna yaslayıp elimi dizine koydum. "Saçmalama Ayla. Müebbete gitmiyoruz ki. Döneceğiz güzelim. Bir ömür orada kalacak değiliz ki."
Güldü. Armağan heyecanla yerinde kıpırdanınca kimin geldiğini anlamam zor olmadı. Dudaklarımda beliren serseri gülüşümle başımı baktığı yöne çevirdim. Teğmen Kenan üniforması ve sırtında kocaman çantasıyla bize doğru yaklaşıyordu. Başında asker yeşili bandana vardı ve gözleri Armağan'ın üzerindeydi.
Önümüzde durunca üçümüze bakıp gülümsedi. "Günaydın hanımlar. Umarım sizi rahat ettirebilmişizdir. Zira yolculuğumuz anladığınız üzere sona erdi. Mert Albay'ımızdan ve Alpay Yüzbaşıdan azar işitmek istemeyiz."
Ona gülümserken bakışlarım çıkışa doğru gelen askerlerin üzerindeydi. Gözlerim aradığını bulamayınca önüne döndü. Teğmen eliyle çıkışı işaret ederken içeriye giren ay ışığına doğru döndüm. Açılan kapıdan adanın limanını görebiliyordum.
Liman ve askeri uçakların hava sahası yan yanaydı. Derin bir nefes alıp arkadaşlarımı ve teğmeni takip etmeye başladım. Yanımızdan gelip geçen askerlerin kiminin sırtında, oldukça ağır olduğuna emin olduğum çantalar kiminin elinde ise valizler vardı. Bize bakıp gülüyorlar ve aralarında fısıldaşıyorlardı.
Öfkelenerek başımı yere eğdim.
Günlerimizi geçireceğimiz adaya baktım. Kim bilir bu günlere ne acılar ne anılar ne dertler sığdıracağımızı düşünürken başımı ayaklarıma çevirdim. Hemen yanımda duran askeri botları gördüğümde başımı yerden usulca kaldırdım.
Yakasında yazan isme baktım. Soyismi Bayraktar'dı. Yüzbaşı Alpay Bayraktar. Koskoca yüzbaşıya sitem ettiğimi hatırlayınca dudağımı ısırdım. Bana sorgulayarak baktığını fark edince duruşumu düzelttim. Yürümeyi bıraktığım için bir sorunumun olduğunu düşünmüş olmalıydı.
"Merhaba," dedi o emredici sesi ile. "İyi misin?"
Konuşursam yine rezil olacağımı biliyordum. Zira sesimin titremeyeceğinden emin değildim. Kokusu burnumdan içeri girdiği andan beri içimde farklı bir kadın yaşamaya başladı sanki. Yüz ifadesi her daim ciddiydi. Kaşları devamlı çatık duruyordu. Ya da bana öyle geliyordu bilmiyorum.
"Ben..." Armağan'ın bakışmamızı bölen sesine hiç bu kadar sevineceğimi düşünmezdim. "Gitmeliyim."
"Bir dakika," dedi gidecekken. Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürüp ona baktım bir kez daha. "Burada mı kalacaksınız artık?" Buraya ne için getirildiğimizden haberdar değildi sanki.
Derin bir nefes alıp başımı usulca sallamakla yetindim. Konuşursam bir daha kurtulamayacakmışım gibi hissediyordum. Belli belirsiz kıvrıldığını gördüm dudaklarının ama o kaşlarındaki ifade hiç düzelmiyordu. Belki de yapısal bir şeydi. Düşündüğüm şeye bakındı...
"Güzel," dedi dalgınca. Kaşlarımı yukarı kaldırınca yumruk yaptığı elini dudaklarına yaklaştırıp öksürdü. "Hayırlı olsun yani." Başını araca çevirdi ve saçını kaşıdı. "Ben Yüzbaşı Alpay. Peki ya sen?"
Yüzbaşı Alpay. Seni ve adını aklımın unutmayacağım bir köşesine kazıdım yüzbaşı. "Öğrenirsiniz nasıl olsa." Daha fazla durmamam gerektiğine emindim. Bilmiyordu sanki adımı. Konuşma çabasına karşılık vermediğim için sesli nefes bıraktı.
Beni bir kez daha durduran onun sesi oldu. "Demek ismini söylemiyorsun hemşire hanım. O halde sana boncuk derim bende. Boncuk Hemşire." Güldüm. Gözlerimden ötürü bana boncuk derdi ailem de. Güldüğümü görünce o da gülümsedi. Bu kez daha netti gülüşü.
"Siz bilirsiniz Yüzbaşım." Onu ardımda bırakıp yürümeye başladığımda omzularımın üzerinden kaçak bir bakışla baktım. Sağ tarafta bekleyen büyük askeri araca doğru yürüdü. Son kez birbirimize baktık ve farklı yönlere doğru uzaklaştık.
🥀
Teğmen Kenan, amcamla telefon görüşmesi yapıyordu. Askeri aracın içinde yanımıza gelmesini bekliyorduk. Neyse ki telefonlarımız artık çekmeye başlamıştı.
Annem ve babamla konuştuktan sonra daha rahat hissetmeye başladım. Amcam aileme başka bir yere gönderildiğimizin sebebini söylememişti. Yeni bir askeri hastaneye. Böylesi daha iyiydi. Bilirlerse günleri kendilerine zehir ederlerdi. Tayinimizin çıktığını düşünüyorlardı. Bizim için yaptığı bu suçun altında eziliyordum. Normal şartlarda Meslekten men edilmemiz gerekirdi.
Kars'ın bir köyünde hayvancılık yapıyordu ailem. Maddi durumları iyi olmadığı için liseden beri amcamla Ankara'da yaşıyordum. Tek evlatlarıydım ve amcamın da tek yeğeni. Amcam dışında başka bir kardeşi yoktu babamın.
Aracın kapısı açılınca başımı telefonumdan kaldırdım. Ayla, Alperen'den telefon beklediği için dalgındı. Aramış ama kimseye ulaşamamıştı. "Kalacağınız lojman," dedi. "Üsse ve hapishaneye yakın."
O kadar erkeğin olduğu askeri bir üsde kalmamıza izin vermeyeceğini biliyordum amcamın. Hele ki yanı başında devasa bir hapishane varken. En azından iş dışında orada olmamak iyi hissettirecekti. Teğmen askere emir verdi ve kalacağımız yere doğru yola çıktık.
Etrafı inceliyordum merakla. Pek hayal ettiğim gibi korkunç değildi ada. "Karabağır'a hoş geldiniz," dedi Teğmen bize doğru dönerken. "Nasıl buldunuz adayı?"
"Çok güzel, çok güzel buldum..." Armağan bunu öyle güzel söylemişti ki tamam en çok sen güzel buldun dememek için kendimi zor tuttum. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Güzel," dedi Teğmen ve önüne dönüp arkasına yaslandı. Gelip geçtiğimiz yerleri anlatıyordu bir yandan da.
Ayla kolumu dürtünce ona verdim bütün dikkatimi. "Güliz Alperen mesaj atmış. Yoğun bakımdan çıkmış iyiymiş. Telefonunda bir problem varmış o yüzden arayamamış beni."
Endişe ile baktım arkadaşıma. Umarım söylediği gibidir diye düşünmekten kendimi alamıyordum. İnsan sevdiği birini bu kadar habersiz bırakmamalıydı. İnsan arada dağlar denizler olsa bile görüşmenin yolunu bulurdu öyle değil mi?
"Güzel haber bu," dedim gülümseyerek. "Aranıza mesafeler girdi diye onun seni unutacağını düşünme." Başını olumlu anlamda sallarken telefonunu kalbine bastırıp başını pencereye yasladı.
Araç iki katlı bir binanın önünde durunca başımı eğip camdan baktım. Büyük bir bahçesi vardı.
Duvarlarının alt kısımları taş parke desenindeydi. Teğmen Kenan inince biz de peşinden araçtan indik. Aracı kullanan asker bagajdan indirdiği valizlerimizi kapının önüne koydu.
"Sağol Düldül." Asker Teğmene selam verip hazır ola geçti.
"Bugün dinlenin. Sabah kayıt için askeriyeye gelmeniz gerekiyor. Evde ihtiyacınız olacak her şey var yine de bir eksik olursa çekinmeden arayın." Numarasını yazdığı kağıdı Armağan'a uzatınca ondan önce davranıp kağıdı aldım ve genişçe gülümsedim.
"Elbette Teğmen'im," dedim. "Mutlaka ararız." Armağan oldukça tehlikeli bakıyordu. Bunu kullanmam gerekebilirdi. Özellikle çatı katındaki oda için. Teğmen araca binip uzaklaşırken kızlara bakıp gözlerimi büyüttüm. Elimi havaya kaldırdım. "Şunu duyuyor musunuz?"
İkisi bana merakla bakarken kapıya doğru koştum. "Çatı katındaki oda beni çağırıyor!"
"Alçak!" diye bağıran Armağan'dı. "Rüyanda görürsün."
Kapıyı açıp içeri girerken, "Sen de Teğmenin numarasını," dedim. "Rüyanda görürsün."
Gülüşerek merdivenlerden çatı katına çıkarken valizlerimiz kapının önünde kaldı.
🥀
Sabah erken kalktığımız için yerleşme ve temizlik işi bitmişti. Kendimi şöminenin önündeki kırmızı koltuğa bıraktım. Numara karşılığında çatı katındaki odayı kapmıştım.
Ayla ve Armağan alt kattaki büyük odada birlikte kalacaklardı. Alt katta yatak odası ve banyo dışında başka oda yoktu. Kırmızı kadife koltuk takımı vardı. Büyük bir kitaplık ve şömine dışında başka bir şey yoktu. Üst kata çıkan merdivenin hemen yanında salona dahil bir mutfak vardı.
"Eee," dedi Armağan saatine bakarken. "Akşama daha çok var. Ne yapacağız?"
"Dışarı çıkalım." Ayla'ya şaşkınlıkla bakınca omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sıkıldım. Hava alırız hem adayı keşfetmeye başlasak fena olmaz."
Kendimi yorgun ve keyifsiz hissediyordum lakin Ayla'yı çıkmak için hevesli görünce kabul ettim. Dolapta yiyecek bir şeyler vardı. Atıştırmalık hazırlayıp evden çıktık. Biraz yürüdükten sonra kendimizi kumsalda bulduk.
Ada gerçekten güzel ve büyüktü. Kaldığımız evin kumsala yakın olmaması biraz üzmüştü. Armağan'ın elini kaldırıp karşıya baktığını gördüm.
İlerideki ağaçların altında iki kamelya vardı ve içinde askerler oturuyordu. Ayağa kalkarak bize gelen adam tabii ki Teğmen Kenan'dı. Neden şaşırmıyorum peki ben? Armağan'a bakıp kolunu sıktım. "Bu nereden çıktı?"
Kolunu tutarak, "Bir ihtiyacınız olursa arayın dememiş miydi? Ben de aradım işte," dedi.
Gözlerim şaşkınlıkla büyürken Ayla'ya baktım. Başını iki yana sallıyordu. "Neye ihtiyacın vardı Armağan?"
Teğmen önümüzde durup selam verince Armağan bana bakıp göz kırptı. "Onu görmeye..."1
"Hoş geldiniz," dedi Teğmen üçümüze bakıp. Adamın ağzı kulaklarına varıyordu neredeyse. "Şöyle buyurun."
"Biz hiç rahatsız etmesek," dedim kamelyaya bakarken.
"Evet," dedi Ayla. "Şurası iyi."
Armağan bizi duymuyorcasına başını sallayıp oraya doğru yürümeye başlayınca yalnız bırakmamak için peşinden ilerledik. Neyse ki iki tane kadın asker vardı. Teğmen'in yanındaki boşluğa oturunca Ayla ile yan yana Armağan'ın yanına iliştik.
Armağan'a doğru eğilip kulağına fısıldadım. "Sana inanamıyorum." Tanımadığımız insanlarla aynı ortamda ne yapıyorduk Allah aşkına? "Gerçekten inanamıyorum Armağan."
"Ben de kendime," dedi kulağıma eğilip. "Güliz ben aşık oldum?"
Başını usulca salladı. "Gördüğüm ilk anda."
Ona hayretle bakarken gözlerimin önüne gelen cam gibi parıldayan gözler sanki bir şeyler hatırlatmak istiyor gibiydi. İyi ki burada yoktu. Onlar havadan sudan konuşurken ben denizi izliyordum. Timin tamamıyla tanışmış isimlerini öğrenmiştik. Hepsi sıcakkanlı çocuklardı.
Fırat, Çelebi ve Düldül dedikleri Çavuş yakın arkadaştı. Başlarında Binbaşı Turgut ve Yüzbaşı Alpay varmış. Teğmen Kenan'la birlikte toplam altı yedi kişi olduklarını söylemişlerdi.
Teğmen Kenan'ın çalan telefonuyla dikkatim dağıldı. "Efendim Alpay?" Duyduğum isimle dikkatim daha da açılırken Teğmen Kenan'ın kaşları çatıldı. "Yine mi?" Başını aşağıya yukarıya salladı. "Hemen geliyorum."
Telefonu cebine yerleştirdikten sonra Fırat ayağa kalktı. "Ne oldu komutanım?" dedi. "Göreve mi gidiyoruz?"
"Hayır," dedi Teğmen. "Cafer yine kriz geçirmiş ve sonra nasıl olduysa hücresinden kaçmış. Jandarma ilgileniyor lakin Alpay bizim de gelmemizi istiyor."
Ekibin yüzlerindeki ifadeden mahkumun ne kadar tehlikeli olduğunu anladım. "Hassiktir," dedi Çelebi. "Affedersin iki gözümün çiçeği ve hemşire hanımlar. Bu kaç oldu? Bir adamı kaçırmadan tedavi edemiyorlar."
"Öyle Çelebi," dedi Teğmen. "Kırmızı alarm verilmiş. Alpay bizi çağırıyor." Bize döndü. Daha doğrusu Armağan'a. "Hanımlar siz lojmana gidin."
Uyarısından sonra araçlara binip sahilden uzaklaştık. Kalbim boğazımda atıyordu. İçinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine yeni yeni varıyordum ve biz o yerde yarın çalışmaya başlayacaktık. Teğmen yol boyu birileri ile hararetli bir konuşma yapmıştı. "Fırat," dedi yanındaki askere bakıp. "Mücahit Yüzbaşı ile Suriye sınırına gideceksiniz. Harekat verilmiş. Destek istiyorlar."
Fırat selam verdi. "Emredersiniz komutanım."
Burası büyük bir üsdü. Askeri destek ihtiyacı buradan sağlanıyor olmalıydı. Bize döndü sonra. "Endişe etmeyin. Olağanüstü bir şey yok. Normal şeyler bunlar. Alışmanız gerekecek." Gülümsedi. "Şimdi gerçek anlamda Karabağır'a hoş geldiniz."
🥀
🙈🙈🙈yıldıza basmayı ve beni takip etmeyi unutmayın❤️❤️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
53.05k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |