Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@bayanmandalin
Aradan, uzun bir gece geçmiş. Güneş dağların ardından Dünya'ya kucak açmıştı. Verdiği ılıklık, sanki gecenin soğuğunu püskürtüyor, insanın içini ısıtıyor; neşe veriyordu. Ama, içeri giren doktorlar içerideki koku ile yüzlerini buruşturdular. Hastaya baktıklarında, yüzü kireç olmuş, dikişlerin üzerine çıkan kan pıhtıları ve morarmış bir cilt ile karşılaştılar. İlgili izlem, muayene ve gözlem yapıldı. Gazlı gangren 'e yakalandığı tespit edildi. Sebebi ise, mikrop kapmasıydı. Hastanın artık sadece 12 saati vardı. 12 saatlik bir ömür biçilmişti. Gözlerinin altını mor halkalar boyamıştı. Yakınları kimi odanın dışında ağlaşıyor, kimisi de hiddetle doktorlara bağırıyordu. O esnada yaşlı, yüzünü kırışıklıklar sahiplenmiş bir teyze, hantal bir şekilde doğruldu. Sonrada doktora, çantası ile vurmaya başladı.

"Ne yapıyorsun teyze!?" diye bağıran doktor bir yandan ardı sıra, kesintisiz gelen darbelerden yüzünü kolları ile koruma çabasına girişmişti.

"Hepsi sizin yüzünüzden, hepsi sizin yüzünüzden! Çocuğum ölecek sizin yüzünüzden! " diye bağırdı sesinin varabildiği yere kadar. Sesi, yorgundu. Yılların verdiği bir yorgunluk, sesine de yansımıştı. Sonrasında güvenlik çağırıldı, sakinleştirildi. Söylenildiği gibi yaklaşık 12 saat sonrasında, hasta hayatını kaybetti. Hasta yakınları, ihmalden dolayı hastaneye davacı oldular. Soruşturma başlatıldı. Baş hekim sorguya alınmadan önce, kızlarına sordu. "Siz gördünüz mü kimin buna sebep olduğunu kuzucuklar?"

Simay atıldı, "Evet! Gülsüm yaptı. Sterilizasyonda çalışan Gülsüm. O, temizlik yaparken eldiven takmadı. Hemde bilerek!" dedi.

"Aynen," Simay'ı tasdikledi Eylül.

Baş hekim, sorgusu alındıktan sonra ayrıldı. İfadesi üzerine, Gülsüm çağırıldı. Gülsüm, beyaz kapıyı açtı. İçerisi loş bir ortamın hakimiyeti altındaydı. Rutubet kokusu çok olmasa da hissediliyordu. Ortada bir masa, iki başında ise birer sandalye vardı. Masanın sağ tarafında sorguyu kayıt altına alacak bir kamera bulunuyordu. Gülsüm masaya oturdu. Tedirgin gözlerle gözünü odanın içinde gezdirdi. Hiç bu tür olaylar yaşamadığından oldukça gergindi. Çok geçmeden, içeriye iri yarı bir adam girdi. Sivil giyinimli, yeni traş olmuştu. Sigaranın acımsı kokusu üzerine sinmiş olacak ki, içeri girdiğinde odaya da enjekte etmişti bu ağır kokuyu. Gülsüm bu kokudan rahatsızlık duysa da, belli etmemeye gayret gösterdi.

Adam hantal bir şekilde yerine oturdu. Pembe rengin hakim olduğu yarım kapaklı dosyayı açtı. Kısa süre içinde bir göz gezdirdikten sonra kapağı kapattı. Tok sesi ile konuştu:

"Gülsüm Karakaya. "

Gülsüm zaten, far görmüş tavşan modundaydı. Korkusu ister istemez sesine de yansımıştı. "Evet, benim, " dedi.

"ihmâlden dolayı adam öldürme suçuna karıştığınız iddia ediliyor. Bu doğru mu? "

"Hayır, suçlamadan ibarettir, " cümlesi oldukça olgun olsa da yine tedirginliğini saklayamamıştı.

"Tabii, hemen size inanacağız ve sizi burdan buyur edeceğiz, öyle değil mi? (!)" duraksadı, konuşmasına devam etti. "Dürüst olun! "

"Vallahi ben yapmadım! " yüzü kızarmıştı. Elleri titriyor, üşüyordu. Aynı zamanda da soğuk soğuk terliyordu.

"Dürüst ol! Yeminlere güvenirsek ohoo ... Ellerini masanın üzerine koy, gözlerime bak! " Gülsüm denileni yaptı. Nefes alamıyordu. Sanki, dört duvar üzerine geliyordu. Arasında sıkıştırıyor, adeta kaburgalarını çatırtılara boğuyordu. İç dünyasında da can çekişiyordu adeta. Gülsüm, hayatında hiç bu kadar adrenalin yaşamamıştı. Elbet, herkese basit gelebilecek bir durumdaydı. Fakat, o panik atak bir kimse olduğundan çabuk panikliyordu. Sonrasında, sesler uğultuların hakimiyetine girdi. Görüntüler seçilemeyecek hâle geliyordu. Işıklar adeta Gülsüm için sönüyor, gözleri ne zaman biteceği belli olmayan bir uykuya yeniliyordu. Bilinci kayıplara karışmıştı. Gürültü ile yere yığıldı ...

...

Ambulans çağırılmış, Gülsüm'ün tedavisi yapılmıştı. Kalp krizi geçirmişti. Memurlar, doktordan zorlamamak şartı ile izin aldı. Yine o iri yarı adam, kahverengi kapının kulpunu aşağı çevirdi. Kapı küçük bir tıkırtı ile açıldı. Ardından kapıyı kapattı. İlk başta "Sus, " ikazı yapan hemşire tablosu karşılıyordu insanı. Duvarlar, kirli beyaz renge sahipti. Yatakların sol yanında yeşilin baskın olduğu koltuklar sağ tarafında ise mavi renge sahip küçük dolaplar vardı. Yatağın biri boştu. Buna karşın, diğer pencere tarafındaki yatakta Gülsüm yatıyordu. Elektrotlar görünürde olmasa da onların varlığını belli eden kablolar örtünün altından sağ tarafta kalan makineye bağlanıyordu. Bu makinenin siyah arka fonu üzerinde yeşil çizgi bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu.

Gülsüm'ün ise yüzü kirece batmış gibi, bembeyazdı. Gözlerinin altına mor halkalar misafirlik etmiş, adeta yüzü kırışmıştı. Sanki, aradan geçen bu süre içinde daha çok yaşlanmıştı. Bitkindi. Bej renginin hakimiyeti altında olan tabureyi çekti, oturdu. Dosyayı dizlerinin üzerine açtı. Bıkkın gözlerle Gülsüm'e döndü. "Dürüst olmanızı temenni ederek soruyorum. Siz mi yaptınız? "

Gülsüm artık sıkılmıştı bu durumdan. Mecali kalmamıştı. Bu suçu kim attıysa, arkasının sağlam olduğu kanâatine varmıştı. Konuştu, "Evet, ben yaptım, " dedi.

Memur dosyaya bir şey yazdı. Sonra da kalemi iç cebine attı. Gözlerini Gülsüm'e çevirdi. Teşekkür etti. Taburcu olduktan sonra da, mahkemeye katılabileceğini söyledi. Tabureden kalktı. Dışarı çıktı. Gülsüm, yine yanlızlık ile başbaşa kalmıştı ...

modal aç
modal aç
modal aç