
43. Bölüm
“Hastane nöbetlerinden nefret ediyorum.”
“Ay yeter be Defne. Bugün bunu kaçıncı kez söylüyorsun biliyor musun? Hayır gece daha yeni başladı. Zaten şimdiden yorulduk, bide seni çekemeyiz.” Bakışlarımı karşı yolda yürüyen teyzelerden çevirip yanımdaki Nazike’ye baktım. “Büzme şu dudaklarını. Mecbursun, doktorsun kızım sen. Silkelen bi kendine gel.” Göz devirip başımı tekrardan yola çevirdim. Çanakkale’den döneli iki hafta olmuştu ve düğünümüze de nereden bakarsak bir hafta kalmıştı. Sırf Çanakkale’ye gideceğim diye Serdar benim nöbetlerimi de almıştı ve döndüğüm gibi blok nöbetler bana yıkıldı. İki gün boyunca fırsat bulduğum her köşeye kıçımı devirip uyuyacağım. Kahvemden bir yudum alıp dışarıyı izlemeye devam ettim.
Telefonum çalmaya başladığında önlüğümün cebinden telefonumu çıkarıp açtım. “Hakan?” Hakan’ın sesi bir tık endişeli geliyordu. Onun bu endişeli sesi beni de gerdi. “Ayda’nın midesi biraz fazla bulanıyor. Ne yapabilirim yenge yardım et.” Hakan daha üç aylık hamile eşinin midesinin bulanması gayet normalken Hakan aşırı panik bir adam çıktı. Derin nefes alıp düşünmeye başladım. Sağlıklı bir bilgi öğrenmek istiyorsam önce Hakan’ı sakinleştirmem gerekiyordu. “Hakan sakin ol. Bunlar hamilelikte rutin şeyler.” Hakan’ın derin nefes aldığını duyduğumda gözlerimi kapatıp onun kendini toparlamasını bekledim. “Bütün gün neler yedi?” Hakan sanki bütün gün eşinin yanındaymış gibi ne yediğini tek tek saymaya başladı. “Sabah kemik suyu içirdim. Ondan eminim sonra sağlıklı bir kahvaltı yaptık. Gün içinde beş badem yedi. Akşama doğru da önce bir kâse çorba içti sonra da sağlıklı bir sebze yemeği yedi.”
“Gün içerisinde çay içti mi? Ya da normalden biraz fazla kahve?” Kahvemi kenara bırakıp ayaklarımı banktan indirdim. “Hayır doktoruyla konuştuğumuzun üstüne çıkmadı. Bir fincan türk kahvesi, iki de çay içti o kadar.” Terliklerimi giyip kahvemi aldım. Nazike’ye içeri girdiğimi işaret edip içeriye ilerledim. “Tamam şöyle yap doktorunuz ilaç verdiyse onu içsin. Ya da direkt bitki çayı içsin.” Hakan beni onaylarken telefonu kapatıp cebime attım. İçeri girdiğimde acile doğru ilerlemeye başladım. Kahvemi bankoya koyup dosyayı aldım.
“Nilay?” Dosyayla yanına ilerleyip baktım. “Ne oldu?” Göğsünü tutup gösterdi. “Bir iki gündür ciddi ağrım var Defne. Babamlara söylemedim panikleyecekler diye.” Stetoskobumu boynumdan alıp perdeyi çektim. Nilay tişörtünü sıyırıp endişeli kahvelerini benim yüzüme dikti. Ben Nilay’ın kalp atışlarını dinlemeye başlarken Nilay sessizce beni bekliyordu. Stetoskobumu çekerken Nilay’a bakıp gülümsedim. “Şöyle yapalım kan tahlili de alalım önlem amaçlı yapacağız bunu, olur mu?” Onayladı. Perdeyi açıp Nazike’yi çağırdım. “Nazike, Nilay’dan kan alalım ben hangi testlerin yapılacağını söyleyeceğim.” Nazike kan için hazırlıkları yaparken Nilay’ın gerginliğini hissedebiliyordum. “Defne.. Ters bir şey mi var?” Başımı kaldırıp Nilay’a baktım. “Kalbinde ufak tefek bir düzensizlik var ama kötü düşünmek için erken.” Daha bunu dememle yüz ifadesi düştü. Test sonuçlarını görmeden kesin konuşmak istemiyorum ama bir yandan da arkadaşımı rahatlatmak zorundayım. “O yüzden şimdilik için rahat olsun olur mu?” Nazike kan tahlili için kan tüplerini alırken dosyanın içine testleri yazıp dosyayı Nazike’ye uzattım.
“Ee anlat bakalım, nasıl gidiyor hayat?” Yatağının ucuna oturup bacağımı altıma aldım. Nilay’ın şu anki en büyük korkusunu anlayabiliyorum. Kalbinin tekrardan onun hayatına sıkıntı çıkarmasından korkuyordu. Güzel bir hayatı, sevdiği bir mesleği ve çok sevdiği bir adam vardı. Korkması gayet doğal. Parmağındaki yüzüğü gösterdi. “Uğur bana evlenme teklifi etti.” Elini tutup yüzüğüne baktım. Uğur’un teklif edeceğini az çok tahmin edebiliyordum ama bu kadar hızlı olacağını hiç düşünmedim. “Çok zarif bir yüzükmüş.” Nilay’ın dudakları keyifle yukarı kıvrıldı. “Yüzüğü çok uzun zamandır tutuyormuş. Okulda bütün sınıfın önünde teklif etti.” Gülümsedim. Nilay’ın keyfi yerine gelmişti. Uğur’un ona iyi geldiği her halinden belliydi. “Defne çok büyüleyici bir anmış. Uğur’u öylece dizinin üstünde görmek harika bir an.” Arkama doğru yaslanıp onun gülen yüzüne odaklandım. “Mevlüt albaydan seni alabilecek mi çok merak ediyorum. O anları bir an önce görmek istiyorum.”
Yavaşça yataktan kalkarken Nilay’ın yatmasına yardım ettim. “Sen yat dinlen biraz. Ben seni görmeye geleceğim tekrardan.” Beni onaylarken örtüyü düzeltti. “Defne..” Arkam dönükken durup Nilay’ın ne diyeceğini bekledim. “Babamlara şimdilik hiçbir şey söyleme.” Omzumun üzerinden Nilay’a bakıp onun isteğini onayladım. Nilay dinlenmeye başladığında Nazike’nin yanına ilerledim. Bankoya sırtımı yaslayıp ellerimi önlüğümün cebine yerleştirdim. “Nilay’ın test sonuçları çıktığında direkt beni bulun olur mu?” Nazike onayladı.
Yaklaşık yarım saat sonra odamın kapısı çaldığında başımı yasladığım masadan kaldırıp giren hemşireye baktım. “Nilay Türkyılmaz’ın test sonuçları çıktı Defne abla.” Ben kendime gelmeye çalışırken dosyayı masanın üstüne koydu. Gözlerimi ovalayıp kendime gelmeye çalıştım. Suyumdan birkaç yudum alıp gerinmeye başladım. Dosyayı alıp sırtımı sandalyeme yasladım. Derin bir nefes alıp dosyayı açtım. Ben bunu Nilay’a nasıl söyleyeceğim?.. Sessizce alnımı kaşıdım. Doktor olmanın en iğrenç anı da bu olmalı sanırım.. En yakınlarımıza sevmediğimiz haberler vermek. Önlüğümün cebindeki telefonumu alıp aklıma gelen en mantıklı kişiyi aradım.
“Alo Defne? Ne oldu gecenin bu saatinde?” Amcamın uykulu, kalın sesini duyduğumda saatin geç olduğu jetonu yeni düştü. Adamı bu saatte ararsan olacağı bu Defne. Adamı paniklettim sanırım. “Amca ben saate bakmadım kusura bakma. Bir hastam var. Daha önce kalp hastalığı geçmişi olan bir hastam var. Kalp nakli de yapılmış ama şu an tekrardan yetmezlik belirtisi var.” Telefondan gelen seslere göre demek ki amcam ayaklandı. “Evresi?” Gözlerim dosyada dolanıyordu. “Evre B gibi duruyor ama daha önceki geçmişini düşünecek olursak D diyebiliriz sanırım.”
“Ailesine haber ver. Dosyayı da bana bütün detaylarla at ki ne yapabileceğimize bakalım.” Başımla onayladım. Kapatmaya yakın derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. “Amca.. Nasıl söyleyeceğim?” Amcam sessizdi. Yakınım olduğunu anlamış olmalıydı. “Direkt söyleyeceksin. Zor ama yapacağın hiçbir şey yok. Sen canını sıkma, bir yolunu bulacağız.” Telefonu kapatıp masaya fırlattım. Kendimi çaresiz hissediyorum. Acaba Güney amcam da Nehir teyzemin kalp rahatsızlığını öğrendiğinde böyle mi hissetti? Güney amcam sırf Nehir teyzemin hastalığını bu kadar yakından yaşadığı için hastalığın ardından da kalp damar cerrahisi üzerinde kendini geliştirmişti. Derin bir nefes aldım. Aldığım nefes bile şu an yaşadığım stresi bastıramıyor. Tekrardan masamın üzerindeki telefonu alıp dosyanın detaylarını direkt fotoğrafını çekip amcama attım.
Dosyayı toparlayıp kenara koydum. Telefonum elimdeyken Elbruz’u aradım. “Alo, sevgilim.” Elbruz’un sesi keyifli keyifli geliyordu. Benim aksime o mutlu demek ki. “Elbruz, Mevlüt albayla Uğur’u alıp hastaneye gelebilir misin?”
“Ne oldu? Bir problem mi var?” Sessizce yutkundum. Başımı geriye doğru yaslayıp dolmaya başlayan gözlerimi sildim. “Elbruz çaktırma ama Nilay’la ilgili. Sen onları al gel. Benim odamda bi konuşalım.” Elbruz’un bütün keyfi kaçmış gibiydi. Sesi kesildi. Büyük ihtimalle ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. “Tamam ben hallediyorum.” Diyerek telefonu kapattı. Gözlerimi yukarıya çevirip ağlamama engel olmaya çalıştım. Ama sadece çalıştım.. Masamın kenarındaki peçeteyi alıp gözlerimi sildim. Nasıl söyleyeceğim ben ya.. Daha bir saat önce konuştuğum kadına nasıl derim?
Kapım çaldığında kapıyı açıp içeri giren Mevlüt amcaya baktım. Ayağa kalkıp onları karşıladım. “Mevlüt amca buyurun.” Mevlüt amca ile Uğur oldukça endişeli görünüyordu. Onlara masamın önündeki sandalyeleri gösterdim. “Ne oldu?” Elbruz’a bakıp tekrardan onlara döndüm. Cümlelerimi toparlamaya çalışıyorum ama toparlayamıyorum. “Nilay bir saat önce hastaneye geldi.” Uğur’un bakışları anında bana döndü. “Kalp atışlarında düzensizlik vardı. Bu yüzden testlerini yaptık.” Mevlüt amca istemsizce sandalyenin kolunu kavradı. Bu haberi kaçıncı kez alıyordu bilmiyorum ama her seferinde aynı korkuyu tekrar tekrar yaşadığına eminim. Sürahiye uzanıp bir bardak su doldurdum ve Mevlüt amcaya uzattım. Mevlüt amcanın gözlerinde gördüğüm şey beni daha çok mahvetti. Onlara arkamı dönüp gözlerimi sildim. “Durumu nasıl?” Mevlüt amcanın soramadığı soruyu Uğur sormuştu. Elbruz’a bakıp yutkundum. “Şöyle aslında tekrardan yetmezlik başlamış. Normalde evresi daha düşük ama daha önceki hasta geçmişini göze aldığımızda..”
“Yine kalp nakli ihtimali var.” Mevlüt amca benim demek istediğim şeyi direkt tamamladı. Kızını, hastalığını ve son çaresini elbette biliyordu. Hiçbir şey diyemedim. Derin bir nefes alıp başımı eğdim. “Ben bunu size nasıl diyeceğimi bilemedim ama bilgi vermek zorundayım.” Mevlüt amca elini göğsüne götürüp bastırdı. Onun bakışlarının kaydığını gördüğümde Elbruz’a koridoru gösterdim. “Çabuk hemşireyi çağır!” Elbruz beni dinleyip koridora koştu. Hemşireyle birlikte odaya döndüğünde hemşirenin elinde tansiyon aleti vardı. Ben Mevlüt amcanın yakalarını açarken hemşire tansiyon ölçüyordu. “Mevlüt amca umudumuz var yapma böyle.” Benim yardımımla suyu içerken gözlerime baktı. Benden duymak istiyor gibiydi. Bir şansımızın olup olmadığını birde benden duymak istiyordu. Önünde diz çöküp ellerini tuttum. “Mevlüt amca ben hemen amcamı aradım. Biliyorsun amcam kalp damar cerrahı.. O da kontrol edecek gerekirse buraya gelir. Hiç dert etmeyin olur mu? Elimizden geleni yapacağız.”
“Nilay’a nasıl söyleyeceğiz?” Başımı kaldırıp Uğur’a baktım. Hiçbirimizde bunu söyleyebilecek durum yoktu ama benim söylemem gerekiyor. Elbruz’a baktığım da benim sorumu havada yakalayıp onayladı. “Ben söylerim.” Ayağa kalkıp odadan çıktım. Odadan çıktım çıkmasına ama ayaklarım geri geri gidiyor. Odama geri dönüp köşemde zırlasam olmaz mı acaba? Acile indiğimde etrafa bakan Nilay’ı gördüm. Şimdi ben bu kıza gidip kâbusun geri dönmeye karar vermiş diyeceğim. En büyük korkun, bir dönem hayatını hastanelerde geçirmene sebep olan o illet tekrar karşında demek zorundayım. Derin bir nefes alıp Nilay’ın yanına doğru ilerledim. “Hah Defne.. Hiç kimse bana bir şey demiyor. Çıktı mı sonuçlarım?” Başımla onayladım. “Ee sonuçlar nasıl?” Derin bir nefes aldım. Her şeyi açıklamaya hazırlansam da buna gerek kalmadı. Nilay’ın gözleri çoktan dolmaya başlamıştı. “Kan testimde sorun çıktı.” Bana söylüyordu ama kendi kendine konuşuyordu. “EKG, EKO, MR, göğüs röntgeni.. Hepsi çekilecek değil mi?” Sessiz kaldım. Zaten bana söylemekten çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
“Bir sürü deneme yanılma yöntemi.. Sonra son çarelerden biri kalp nakli..” Yanaklarına akan yaşı silip bana bakmaya devam etti. “Uydu mu uymadı mı? Kalp çalışsa uyum süreci. Çalışmazsa yeni kalp bekleyiş süreci..” Yutkundum yutkunmasına ama boğazımda kalıyor. Daha benden bile küçük olan bir kızın bunca yıl bunları yaşamışken aynı zorlukla tekrardan başa çıkacak olması zoruma gidiyor. Hayat bazen çok acımasız olabiliyor. “Nilay..” Elini kaldırdı. İsteği gayet netti. Sus dedi. Ona umut vermemi istemiyordu. Sahte umutların onu daha fazla üzeceğine emindi. Hemşireye bakıp “Hastayı bir odaya alın. EKG, EKO, MR.. Bütün testlerini yapın. Yakınlarına da haber verin.” dedim. Hemşire istediklerimi yerine getirirken hasta bakıcılarla beraber Nilay’ı odaya çıkarmaya başladılar. Acilin girişinde sessizce arkasından baktım. Ben bakarken asansör geldi. İçinden Elbruz indi. Mevlüt amca ve Uğur asansörde Nilay’ın yanında kaldılar.
Şimdi sadece ikimiz kalmıştık. Koridorun bir ucunda o diğer ucunda ben. Ona doğru ilerleyip kollarımı beline doladım. En çok ihtiyacım olan o kokuyu ciğerlerime kadar çektim. Benim sarılmamı bekliyormuş gibi anında kollarını belime sardı. Saçlarımın arasında onun dudaklarını hissedebiliyorum. “İyi misin?” Sessiz kaldım. İyi değilken ona yalan söyleyecek halim yok. Zaten söylesem de inanmaz. “İyi olacak. Nilay’ın harika bir hayatı olacak Defne. Uğur’la düğünlerini yapacağız daha.” Çenemi onun göğsüne yaslayıp ona baktım. Göz kenarları kırışmıştı. Sırf benim için gülüyordu. Benim için onlarla ilgili hayal kuruyordu. Gülümsediğim anda onun gülümsemesi de genişlemişti. Hatta yalandan gülümsemesinin yerini gerçek, içten gülümsemesi almıştı. Onun gerçekten gülümsediğini göz kenarlarından anlaşılıyordu. “İyi olur, değil mi?”
Elbruz benim saçlarımı geriye itip yüzümü avuçlarının içine aldı. “Hissediyorum Defne. Uğur’la Nilay’ın hayatını hissediyorum.” Onun hislerine koşulsuz şartsız güvenirim. Onun hisleri bunca zaman hiç yanılmamıştı. Yine yanılmaz bence. Acilin kapısı açıldığında içeri kucağında deli gibi ağlayan kızı kucağında tutan bir adam girdi. “Yardım edin! Merdivenlerden düştü!” Elbruz’dan ayrılıp önlüğümü düzelttim. “Sakin olun şuraya yatırın siz.” Adam gösterdiğim yere kızını yatırırken kolundaki yaraya ufak bir göz gezdirdim. Koluna dokunduğum anda ağlayan kız acıyla bağırdı. “Kırık olabilir. Röntgen çekilecek sonra bir uzman görecek.” Başındaki yaraya hafifçe dokunup baktım. “Nazike başı için de gereken rutin testleri yapalım. Bir de ağrı kesici verelim bu küçük hanıma.” Kızın saçlarını okşayıp yüzünden çektim. “Ağrıları geçsin güzelce uyusun.” Nazike beni onaylarken ben acilde kapıya yaslanmış beni izleyen Elbruz’a baktım.
Eliyle kendini ve yukarıyı gösterdi. Onu onaylayıp sandalyeye oturdum. Yaklaşık on dakika sonra kızın röntgen sonuçları elimize ulaşmıştı. Ağrı kesici ile mışıl mışıl uyuyan kıza bakıp röntgene döndü. “Ender hanımı buraya çağırır mısınız?” Nazike benim yanımda duruyordu. “Bi terslik mi var?” Başımı salladım. Ender hanımın bakması daha iyi olacak. Bir uzman görüşü olmadan olmaz. Ender hanım yanıma geldiğinde dosyayı uzatıp bakmasını bekledim. Aynı görüşte olacağımıza eminim. “Haklısın. Düşmeyle olacak gibi değil bu kırık.” Babası elindeki bebekle yanımıza gelse de Ela başını çevirip bana doğru döndü, elindeki bebeği bırakmaya pek niyetli değildi. Kaşlarımı çattım. “Özel odaya alalım.” Onayladım. Ela’yı kucağıma alıp yukarıya doğru götürürken Ela’nın babasıyla göz teması kurmaması dikkatimi çekti.
Boş odaya girdiğimde Ela’yı yatırıp geri çekildim. Serumu yerleştirildi. Onunla bebeğinin üstünü örttüm. “Bu oda güzel değil mi?” Bakışları odayı dolandı. Dikkatlice nerede olduğunu inceledi. Her çocuk gibi bu odaya, bize yabancıydı ve ne kadar güvenebileceğini bilmiyordu. O yüzden onun rahat etmesi için temkinli ve yavaş ilerlemek zorundayım. Benim sorumu başıyla onaylayarak yanıtladı. “Canın çok acıyor mu?” Yine başıyla yanıtladı. Onun sesini sadece acile girdiklerinde duydum. Yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. “Küçükken bende senin gibi merdivenlerden düşmüştüm.” Bakışları beni buldu. Gözleri çok koyu kahveydi ve göz bebekleri neredeyse görünmüyordu. “Tabii ben kazara düşmedim. Kuzenim itmişti.” Güldüm. Biraz daha rahat hisseder diye saçma sapan çocukluğumu anlatıyorum.
“Benim kuzenim böyle beni itti ama ben tutundum. Tutunsam da bileğimi burkmuştum. Sen nasıl düştün?” Ela cevap vermemekte kararlıydı. Elindeki bebeği bana uzatırken “Onu eve götürür müsün? Burda canı acır.” demişti. Onun uzattığı bebeği alıp gülümsedim. Kaçamak davranıyordu. Soruma cevap vermiyordu. Onun yerine bana biraz da olsa güvenmeye başladığını belli ediyordu. “Benim odamda beklesin mi seni?” Başıyla beni onayladı. Gülümseyip elimdeki bebeğin elbisesini düzelttim. Ayağa kalkıp küçük hastamın üzerini örttüm. Odadan çıktığımda koridordaki hemşireye içeriyi gösterdim. “Hastamın bütün değerlerine bakalım. Kemik yapıları, hassasiyet bölgeleri. Hepsini istiyorum.” Bebeği odama koymak için koridoru yürümeye başladım.
“Doktor hanım.” Durup baktım. “Nilay Türkyılmaz’ın istediğiniz bütün testleri çıktı.” Testleri alıp açtım. Dikkatli bir şekilde bakarken “Teşekkür ederim.” deyip ilerlemeye devam ettim. Önlüğümün cebindeki telefonumu alıp dosyanın bütün sonuçlarını amcama attım. Odama girip hastamın verdiği bebeği masamın kenarına yerleştirdim. Dosyayı masama yerleştirip dolanmaya başladım. Nilay’ın yanına gitmeden önce amcamdan iyi bir haber almam gerekiyor. Yoksa ne diyebilirim ki.. Telefonum çalmaya başladığında masamın üstündeki telefonumu alıp açtım. “Amca?” Odada adımlamaya devam ettim. “Defne sonuçlara baktım. Oraya en kısa zamanda geleceğim ama haberler çok da kötü değil.” Rahat bir nefes aldım. İşte bu beklediğim haberdi. “Olur da kalp nakli durumu gerekirse hastan direkt listede üst sıralarda olacak.”
“Yani ben ailesine iyi bir haber verebilir miyim?” Arkamı döndüğümde kapıda bana bakan Elbruz’a baktım. Dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. “Ben geldiğimde beraber haber verelim. Daha iyi olur.” Onayladım. Yerimde ufak ufak tepinmeye başladım. Elbruz kaşlarını çatarak odaya girip bana doğru yaklaşmaya başladı. “Tamam amca. Haberleşelim, biz seni karşılarız.” diyerek telefonu kapatıp masaya attım. “Elbruz.” Ellerimle ağzımı kapatıp ona doğru ilerledim. Belimi sararken gülen yüzüme bakıyordu. “Haberler harika belli ki.” Bakışlarımı tavana çevirip haberin ne kadar iyi olup olmadığını tartmaya başladım. “Şöyle diyelim. Harika değil ama iyi diyelim.” Kollarımı boynuna doladım. Elbruz’a yaklaşıp dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. Bana karşılık verirken beni kucağına alıp köşedeki koltuğuma oturmuştu. Saçlarımı geriye itip yüzüme baktı. “Uyumak ister misin?” Dudaklarımı büzüp onayladım. O koltuğa uzanırken beni koluna yatırdı. Koltuğun kenarındaki örtüyü üzerimize çekerken o postallarını koltuktan dışarı uzattı. “Uyu hadi biraz. Nasıl olsa hemşireler gelip uyandırır ikimizi de.”
“Defne hanım..” Kımıldanıp başımın altındaki yastığa gömdüm. “Defne hanım.” Tek gözümü açıp tepemde dikilen Pelin hemşireye baktım. “Oda 202’deki hastanızın testleri için uyandırdım ama Ela hanım çok ağlıyor.” Onayladım. “Tamam geliyorum beş dakikaya.” Pelin odamdan çıkarken gözlerimi ovalayarak kalktım. Sessizce terliklerimi giyip hemen arkamda yatan Elbruz’a baktım. Mışıl mışıl uyuyordu. Boynumu kütletip Elbruz’un üzerini örttüm. Ayaklanıp masanın üzerindeki bebeği aldım. Ela’nın odasına ilerlemeye başladım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Ela hüngür hüngür ağlıyordu ama babası onun yanındaydı. “Edip bey sizi dışarı alabilir miyiz?”
“Neden? Burada kalmam daha iyi olmaz mı? Baksanıza nasıl korkuyor kızım?” Gülümseyip elimdeki bebeği Ela’ya gösterirken babasına baktım. “Birkaç şeyi kontrol edeceğim lütfen sizi dışarı alabilir miyim?” Karşımdaki adam bıyıklarını düzeltip hastama baktı. Aralarındaki gerilimi hissetmemek imkansızdı. Adam dışarı çıkarken bende bebeği Ela’ya verip gülümsedim. Boynumdaki stetoskobumu çıkarıp ona uzattım. “Bebeğini kontrol etmek ister misin?” O kontrol ederken bende onu kontrol etmek için dik oturmasını sağladım. Tişörtünü sıyırdığımda sırtındaki morluklar direkt karşıma çıktı. Ela’yı korkutmamaya çalışarak koridora seslendim. “Pelin!” Pelin odanın içine girdiğinde ayağa kalkıp çocuğu gösterdim. “Ela’nın yanından ayrılma olur mu? Ben geleceğim.” Onayı beklemeden odadan çıkıp koşmaya başladım. En ufak bir güvenlik görevlisi görsem yeter.
Odama doğru koşup kapıya yaslandım. “Elbruz..” Karnıma elimi yaslayıp içeri girdim. Koltuğa doğru ilerleyip uyuyan nişanlıma baktım. “Elbruz uyanır mısın?” Ben onu dürterken sekerek uyandı. Gözlerini açmaya çalışırken panikle üzerindeki örtüyü itip kalkmaya çalıştı ama örtüye dolanıp düşecek gibi oldu. Onu düşmeden tutup ayağına dolanan örtüyü çektim. “Ne oldu?”
“Bir hastam var. Babasından şiddet görüyor. Polisi çağırdım ama adam sorun çıkarırsa diye seni uyandırmak zorunda kaldım.” Elbruz tek gözü kapalıyken beni onaylayıp esnedi. “Sen geç, ben toparlanıp geliyorum.” Onayladım. Sessizce odadan çıktım. “Odası 202.” Odaya ilerleyip içeri girdiğimde Pelin ile oturan Ela’ya baktım. Edip bey hemen arkamdan odaya girmeye çalıştığında izin vermeyip kapının önüne ittim. Ardımdan kapıyı kapatıp karşımdaki adama baktım. “Odaya gireceğim doktor hanım.”
“Üzgünüm sizi içeri alamam.” Karşımdaki adamın kaşları çatıldı. Bu kararımın normal olmadığını biliyordu. Ters giden bir şeylerin olduğunu fark etmişti. “Ne demek alamam? Kızımı göreceğim buna engel olamazsınız.” Adamı odaya girmesine engel olup kapıyı sıkıca tuttum. “Beyefendi lütfen uzak durur musunuz? Polis gelene kadar sizi bu odaya alamam.”
“Kızımı göreceğim!” Adam elini kaldırdığında refleks olarak gözlerimi kapatıp kollarımı önüme siper ettim. Ama o el bana asla ulaşmadı. Gözlerimi araladığımda önümde iri yarı bir sırt vardı ve ben bu sırtı ezbere biliyorum. “Kimse benim nişanlıma el kaldıramaz.” Onun arkasından biraz çıktığımda onu yan profilden izlemeye başladım. Tam göremesem de kaşlarının çatık olduğunu biliyordum. O çatık kaşları, sinirli bakışlarını görmeyi seviyorum. Haşin bakışlı kocam benim.. “Ve kimse kendi kızına el kaldıramaz. Şimdi..” Adamın kolunu iyice sıkarken karşımızdaki adam yüzünü buruşturmuştu. “Ben senin ağzını yüzünü dağıtmadan..” Geriye doğru itti. “Siktir git burdan.” Edip bey geriye doğru sendeleyip yere düştü. Yere yapışan adama baktığımda yerde bir iki geriye gidip ayağa kalktı. Elbruz işaret parmağını Edip beye doğru sallamaya başladı. “Hastaneden çıkarsan seni bulur, dayak manyağı yaparım! Polis gelene kadar hiçbir yere kaybolma!” Edip bey uzaklaşırken ben kollarımı onun beline dolayıp başımı onun sırtına yasladım.
“Teşekkür ederim..” Elbruz’un güldüğünü duyabiliyordum. Onun elleri ellerimi sıkıca kavrayıp okşadı. Bana doğru döndüğünde çekilip elini bırakmadan odanın kapısını açtım. Hasta yatağında yatan Ela ve hemen yanında oturan Pelin bana bakmaya başladılar. “Ela bak seni kiminle tanıştıracağım.” Elbruz’u gösterdim. “Bu, Kerem abin. Benim nişanlım.” Gülümsedim. Ela kahverengi gözlerini Elbruz’a dikmiş bakıyordu. Onun bütün yaralarıyla ilgilenirken Elbruz kenarda oturuyordu. Pelin ise bana yardım ediyordu. Odaya gelen polislere baktığımda Elbruz kimliğini çıkarıp polislere gösterdi. “Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt. Defne hanımın ihtiyacı vardı. Adam hastanede, nerede bilmiyorum ama.” Onun dimdik duruşu insanı etkiliyor. Gülümseyip memur arkadaşlara baktım. “Hastamızın raporunu görebilir miyiz?” Onaylayıp yatağın ucundaki dosyayı açtım. Raporun altına imzamı atıp dosyayı memur arkadaşlara uzattım. “Küçük hanımla konuşabilir miyiz peki?” Ela’ya bakıp konuşup konuşmak istemediğini anlamaya çalıştım. Ela polislere bakıp tekrardan bebeğiyle oynamaya devam etti. “Şöyle yapalım, Ela pek konuşmak istemiyor gibi. Aslında bir pedagog eşliğinde ifade alınsa daha iyi olur ama bizim hastanemizde yok.”
Polislerle birlikte bütün işlemleri tamamlayıp onların gitmesini izledim. Elbruz yanımdaydı. Önlüğümün cebindeki telefonu çıkarıp baktım. “Amcam gelmiş.” Elbruz amcamı karşılamamız gerektiğini anlamıştı. “Sen geç içeri acildeki işlerini hallet. Ben Güney amcanı alıp geleyim.” Onu onaylayıp içeri girdim. Sabahın ayazı iyiden iyiye esmeye başlamıştı. Acildeki sandalyeye oturup uyuklamaya başladım.
Bir saat sonra Elbruzlar geldiğinde boynumu kütletip onlara baktım. “Amca çok teşekkür ederim geldiğin için..” Hızlıca amcamın boynuna sarıldım. Belimi sararken saçlarımı okşadı. “Sakin ol yeğenim.” Çekildi. Elbruz amcamın arkasında duvara yaslanmış bizi izliyordu. Amcam gülümseyip başıyla koridoru gösterdi. “Hadi hastamızın yanına çıkalım.” Onaylayıp koridora ilerlemeye başladık. Elbruz da bizimle beraber Nilay’ın odasına geliyordu. Asansöre bindiğimizde amcama baktım. “Nilay’ın daha önceki kalp nakli oldukça riskli bir zamandayken gerçekleşmiş. Şimdi de eğer kalp nakli gerekirse Nilay’ın durumunun ciddileşmesi gerekecek. Neyse ki şanslıyız, Nilay ilaçlarla da toparlayabilir.” Gülümsedim. Bu iyi bir haberdi. “Neyse ki buradasın. Kalp ve Damar cerrahisinin göz bebeği Güney Mutlu burada.” Amcam gülüp asansörün açılan kapsından çıktı. Nilay’ın odasının önüne geldiğimizde albayın koruma askerleri kapıda dikiliyorlardı. Elbruz’u gördükleri anda selam verip kapıyı açtılar.
Odaya girdiğimizde Nilay, Mevlüt amcanın elinden yemeğini yiyordu. Uğur ise sandalyede uyukluyordu. İkisinin de bakışları bize döndüğünde gülümseyip “Günaydın.” dedim. Mevlüt amca kâseyi bırakıp bize gülümsedi. “Güney, hoş geldin.” Amcam gülümseyip boynumdaki stetoskobu aldı. “Duydum ki Mevlüt abinin yardımıma ihtiyacı varmış, atladım geldim. Nilay’ın bütün dosyasını inceledim. Şimdi kontrol edebilir miyim?” Nilay, amcama gülümseyip onayladı. Amcam stetoskobumla Nilay’ın göğsünü dinlemeye başladı. “Komutanım Uğur uyuyor ama..” Başımı çevirip sandalyede uyuyan Uğur’a baktım. Mevlüt amca damadına bakıp “Elleme uyusun. Bütün gece uykusuz kaldı.” dedi.
“Evet.. Şöyle ufak bir değerlendirme yaptım. Nilay’ın durumu şu anlık stabil duruyor ama durumu kötüleşirse nakil gerekecek. Kendini çok yormamalı, hayatına olumlu şeyleri arttırması gerekecek.” Sessizce Nilay’a bakıp gülümsedim. “Sizi en iyi ben anlarım. Eşim Nehir için çok uzun zaman nakil bekledik. O yüzden Nilay için elimden gelenin hepsini yapacağız.” Amcam bu süreçte burada kalacak gibi duruyordu. En azından ilk testler bitip Nilay hastaneden çıkana kadar..
Odanın kapısı çaldığında Pelin kapıyı açıp içeri baktı. “Defne hanım, Ayda Küçükarslan geldi. Sizi görmek istiyorlar.” Kaşlarımı çatıp Pelin’e baktım. “Tamam Pelin sen onu odama alın, ben geliyorum.” Tekrardan Nilaylara döndüm. Elimi önlüğümün cebinden çıkarıp stetoskobumu gösterdim. “Ben izninizi istiyorum, hemen dönerim.” Stetoskobumu alıp odadan çıktım.
Odamın olduğu kata geldiğim gibi odama girip oturan Ayda’ya baktım. “Ne oldu Ayda?” Ayda göz devirip karnını gösterdi. “Hakan işte. Midem bulanıyor diye yine buraya geldik.” Gülümseyip Ayda’nın daha yeni yeni belli olmaya başlayan karnına dokundum. “Hakan nerede ya?” Cevap vermeden önce arkasına yaslandı. Saçlarını toparlayıp bileğindeki tokayla bağladı. “Kafeteryaya yolladım. Su almasını söyledim. Doktorumuzu aradık da gelmişken seni de görmek istedim. “İyi yapmışsınız. Bende Nilay’ın yanından geliyorum.” Onun sorgulayan bakışlarını gördüğümde durumu açıklamaya başladım. “Nilay’ın kalbi biraz tetiklenmiş. Şimdi amcam onu kontrol ediyor.”
“Durumu ne?” Karnını okşarken gülümseyip başımı salladım. “Merak etme durumu iyi. Hatta sana güzel haberleri bile olabilir.” Ayda’nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Yoksa?” Onayladım. Hakan elindeki sularla odaya girdi. “Ya ben koridorda Kerem komutanımı gördüm sanki ya..” Ayda içeri giren kocasına bakıp göz devirdi. Hamileliğin getirdiği bir nefreti vardı Hakan’a. Acaba bende hamile olursam hamileliğimde Elbruz’dan nefret edecek miydim? “Gördün zaten salak. Mevlüt albayın kızı buradaymış. Onun yanındadır.” Hakan yanımıza gelip elindeki suyu karısına uzattı. “Ne oldu? Uğur’un haberi var mı?” Onayladım. Sessizce Hakan’a bakıp gülümsedim. “Uğur bütün gece yanlarındaydı. Mevlüt amcayla birlikte kaldılar.”
“Muhakkak yanlarına gidelim Hakan.” Hakan karısını onayladı. “Önce seni doktorunla görüştürelim, sonra gider ziyaret ederiz.” Onlar beraber ayaklanıp odamdan çıkarken bende onlarla beraber çıkıp Nilay’ın yanına ilerlemeye başladım. “Defne abla.” Arkamdaki Nazike’ye bakıp bana getirdiği dosyayı aldım. “Bunu Serdar’a gösterir misin? Sıra onda.” Nazike onaylayıp yanımdan direkt Serdar’ın odasına ilerledi. Ben Nilay’ın odasına girerken kapının kenarındaki sessizce bekleyen Elbruz ile karşılaştım. Eliyle sessiz olmamı işaret ederken beni kolunun altına alıp sardı.
“Baba.. Biliyorum biraz acele ediyor gibi olacağız ama.. Uğur bana evlenme teklifi etti.” Uğur başı dik bir şekilde duruyordu. Gerileceğini düşünmüştüm oysa. “Biliyorum.” İşte bu cevap daha da beklenmedikti. Başımı Mevlüt amcaya çevirdiğimde kızına gülümsediğini gördüm. “Uğur önce benden izin aldı. Benden izin almadan ilerlemek istememiş. Bende izin verdim. Evlenmenize onay veriyorum.” Nilay kollarını büyük bir heyecanla Uğur’a açsa da Uğur sadece elini tutup gülümsemişti. Mevlüt amca burada olmasaydı tepkisinin daha farklı olacağını biliyordum. Nilay’a deli gibi sarılıp zıplayacaktı. “Ama önceliğimiz senin sağlığın Nilay. Durumun netleştikten sonra gelsin istesin.”
Bugün güzel bir gün olacak gibiydi. İşlerimiz birbirine girmişti resmen. Önce bizim düğünümüz, Nilay’ın hastalığı sonra da Nilay’la Uğur’un düğünü.. Mucizeler peşimizde.. Bütün zorluklar yerini en sevdiğim şeylere bırakıyor. Yıldızlara..
Per aspera ad astra..
🩺
Eve girdiğimizde elimdeki poşetlerle koltuğa oturdum. “Aldığımız şeylerin bu kadar hızlı geleceğini düşünmemiştim.” Hakan’a baktığımda ayakkabılarını çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdi. İnternetten bebeğimiz için aldığımız şeyler elimize ulaşmıştı. Ceketini çıkarıp portmantoya yerleştirdi. Kollarını sıvazlayıp yanıma oturdu. Poşeti açıp aldığımız zıbınlara baktım. “Hakan çok küçükler..” Hakan poşetten çıkardığım zıbınlara bakarken gülümsedi. “Bu bizim küçük bebeğimizin ilk kıyafeti.”
Hakan eline aldığı zıbını kaldırırken düşündüklerini anlatmaya başladı. “Bunlar üstünde olacak. Boğum boğum kolları bacakları, kolları olacak. Küçücük parmakları olacak Ayda.” Gülümsedim. Kucağımıza alacağımız bebeğimiz için heyecanlıydık. Hakan ile beraber geçirdiğim her gün daha iyiye gidiyordu. Time katıldığım ilk günden beri ilgimi çeken Hakan Küçükarslan şimdi benim kocamdı ve beraber küçük bir küçükarslan bekliyorduk. “Cinsiyetini ne zaman öğreneceğiz Ayda?” Dört buçuk aylık karnım iyice belirginleşmeye başlamıştı. Karnıma bakıp okşadım. “Bilmem belki haftaya öğreniriz. Kerem komutanın düğününden önce öğrenme ihtimalimiz yüksek.” Hakan gülümseyip karnımı okşadı. Bebeğimiz o hissetmese de karnımda kımıl kımıldı. Onun hareketlendiğini hissedebiliyordum. Gülümseyip saçlarımı topladım. “Ben bunları yıkamaya atayım. Sonra da güzel bir yemek hazırlayayım sana.”
Hakan kalkarken bende ayaklanıp yatak odasına ilerlemeye başladım. “Bende üstümü değiştireyim.” Koridora çıktığımızda Hakan’la farklı yönlere ilerlemeye başladık. “Hakan..” Hakan bana döndüğünde ona bakıp “Salata yapar mısın? Hafif bir şeyler yiyelim.” dedim. Hakan benim bu minik isteğimi kırmayıp gülümsemiş ve onaylamıştı. Yatak odasına girdiğim gibi kenara katladığım pijamalarımı aldım. Pijamalarımı giyerken karnımı okşayıp gülümsedim. “Öyle bir aileye geliyorsun ki küçükarslan.. Çok şanslı bir bebeksin. Benim senin gibi bir babam yoktu. Küçüklüğüm dayak yemekle, katı kurallarla geçti. Neyse ki senin baban Hakan.” Gülümsedim. Bebeğimin kımıldandığını hissediyordum. Bebeğim gerçekten de şanslı bir ailede dünyaya gözlerini açacaktı. Ben bu kadar şanslı değildim. Benim doğduğum ev böyle bir ev değildi. Babam alkolikti. Ağzından alkolü, elinden dayağı eksik olmazdı.
“Çiğköfte yaptım seversin.” Elimdeki çamuru sıkıp çamurdan tabağın içine koydum. Karşımdaki kişiye uzattım. “Ayda!” Başımı kaldırıp yukarıdan bakan anneme baktım. Kalkıp apartmanın önüne ilerledim. “Yukarı gel artık annem. Baban gelmeden evde olman lazım..” Yutkundum. Hiç yukarı çıkmak istemiyorum. Eve girdiğimde annem yine üzgün olacaktı. Babam anneme bağıracaktı. Erkenden uyumak zorunda kalacağım. Az önce oynadığım çamura baktım. Ben hala oynamak istiyorum ama.. Dudaklarımı büzüp anneme baktım. “Anne..”
“Anne falan yok. Çabuk eve çık.” Sessizce apartmana girip yıkık dökük merdivenleri çıkmaya başladım. Evin önüne geldiğimde annem çoktan kapıyı açmıştı. Ayakkabılarımın cırt cırtlarını açıp içeri girdim. Annem ayakkabılarımı kenara aldı. “Annem hadi ellerini yıka. Sonra da üstünü değiştir.” Onaylayıp lavaboya girdim. Su yine çok soğuktu. Sabunu alıp ellerimi yıkadım. Havluyla elimi silip odama geçtim. Üstümü değiştirip sobanın hemen yanına oturdum. Bacaklarımı çekip ellerimi bacaklarıma doladım. Annem yanıma geldiğinde elindeki kâse ile oturdu. “Ayda’m baban geldiğinde sesini çıkarma olur mu?” Elindeki kâseye baktığımda tarhana çorbasını gördüm. Kaşıkla bana çorba yedirmeye başladı. Annem niye bu kadar zayıfladı acaba? Sessizce onun uzattığı çorbayı içmeye başladım. “Babam eve gelmese olmaz mı?”
Annemin gözleri dolmuştu. Başını çevirse de gözlerinin ışıldadığını gördüm. Kaşığı uzattığında çorbayı içtim. “Bunu söyleme olur mu? Baban duymasın.” Dudaklarımı büzdüm. Babamı hiç sevmiyorum, o da beni sevmiyor. Hep bağırıyor, kızıyor. Annem çorbayı bitirdiğimde peçeteyle benim ağzımı silip kalktı. Gece yarısına doğru kapı çaldığında annem hızlıca kapıya gidip kapıyı açtı. “Lan sen beni kapıda mı bekletiyorsun?!” Yüksek ses.. Başımı dizlerime gömüp beklemeye başladım. Adım seslerini duyabiliyordum. Babam sedire geçip her zaman ki baş köşesine oturmuş olmalıydı. “Bu kız niye hala uyumadı lan!” Ayağıyla beni dürttü. “Siktir git zıbar!”
Annem yemekleri hazırlarken bende yerimden kalkıp anneme baktım. “Ayda hadi sen küçük odaya geç.” Sobanın diğer yanındaki oyuncağımı alıp küçük odaya geçtim. Burası soğuktu, içerisi gibi değildi. Işıkları da yanmıyordu. Sessizce örtüyü kaldırıp yatağa girdim. Annem babamın yemeklerini verip yanıma geldi. Üstümdeki örtüyü sıkıca bana sarmıştı. Saçlarımı okşayıp başımdan öptü. “İyi uykular kızım.. Sen güzelce uyu olur mu?” Odadan çıkıp kapıyı kapattı. Gözlerimi sıkıca kapatıp içeriden gelecek olan sesleri umursamamaya çalıştım. Ben bu evde büyümek istemiyorum. Ben, babam gibi birini görürsem hemen kaçacağım. Ben babamdan nefret ediyorum. Büyüdüğümde yaptığım yemekleri seven, bebeğime bağırmayan, kızmayan birini istiyorum. Allah’ım benim bu dualarımı kabul eder misin? Söz veriyorum senin bu lütfuna layık bir çocuk olacağım. Beni babam gibi insanlardan koru..
Dualarım kabul olmuştu. Altı yaşında o iğrenç evden kurtulmak isteyen Ayda şimdi huzurlu bir evdeydi. Şükürler olsun. Bugünüme her gün her an şükrediyorum. Bakışlarımı karnımdan kaldırıp kapıya çevirdiğimde Hakan kapının pervazına yaslanıp bana baktığını fark ettim. “Neyi düşünüyordun?” Derin bir nefes aldım. “Geçmişimi.. Bebeğimin ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Kendi küçüklüğümü falan..” Hakan gülümsedi. Karnımı kapatıp onun karşısına dikildim. Hakan elimi tutup benimle beraber mutfağa ilerlemeye başladı. Mutfağa girdiğimizde Hakan çoktan bana ve kendisine güzel bir salata hazırlamıştı. “Geçmişini, o kötü günlerini geriye alamam ama sana yeni bir yaşam sunabilirim. Senin için çocuğumuz için en iyi hayatı sunmaya çalışacağım Ayda.” Bütün evi toparlamış, yastıkları bile benim düzenimde yerleştirmişti. Masaya ilerleyip sandalyemi çekti. Benim oturmamı bekleyip karşıma geçti.
“Yemekten sonra güzelce bebek odasını boyamaya devam ederiz. Çıtaları yerleştirir bebeğimiz için beşik bakmaya başlarız.” Onayladım. Hakan’ın hazırladığı salatamı yemeye başlarken ona baktım. “Hakan beşiği diğer aya bırakalım. Bu ay biraz fazla açıldık sanki.” Suyumu yudumlarken Hakan başını salladı. “Hiç merak etme. Halledeceğim ben.” Sessizce oturduğum yerden ona baktım. Salatamı bitirene kadar sessiz kalmıştık. Bitirdiğim tabağımı alıp makineye yerleştirdim. Dolaptan bardak alıp sürahiden su doldurdum. “Hakan bugün ayın kaçı?” Hakan tabağını alıp yanıma geldi. Tabağını yerleştirirken bana bakmadan “On beşi..” demişti. Vitaminlerimi tek tek alıp yutarken duraksadım. On beş temmuz.. Annemin öldürüldüğü o gün..
“Senin gibi karının ta amına koyayım! Geberip gidemedin! Sen yetmez gibi birde bu velet çıktı başıma!” Ayda sobanın hemen dibinde yere çökmüş ağlıyordu. İleride, kapının hemen yanında yerde yatan annesinin çığlıklarından korktuğu için ellerini sıkıca kulaklarına bastırıyordu. “Sizi gebertmeden bana rahat yok!” Annesinin acı çığlığı.. Ayda bir cesaret başını kaldırıp annesine baktığında buğulu gözlerinin arasından annesinin kan ile dolmuş yüzünü görmüştü. Ağlaması şiddetlenirken babası bir tekme daha vurdu. Bu seferki her zamankinden farklıydı. Babası annesinin bayılmasını umursamadan acımasızca vuruyordu. Ayda annesinin gözyaşlarını hep en yakından izleyen kişi olmuştu. “Bu sefer son!”
Babası mutfağa geçtiğinde Ayda oturduğu yerden ayaklanıp annesinin hemen dibine gitti. “Anne..” Babası duyup kızmasın diye fısıldıyordu. Annesinin yüzünü okşayıp eline bulaşan kana baktı. “Git..” Annesinin bir şeyler demeye çalıştığını fark ettiği gibi eğilip dikkatle dinledi. Annesi bir köşeyi gösterip fısıldadı. “Al git..” Ayda annesinin gösterdiği yerde neyin olduğunu iyi biliyordu. Babasından sakladığı paralar duruyordu orada.. Ayda annesine bakıp onayını bekledi. “Sizi bu gece öldüreyim de kurtulayım! Ayak bağları!” Annesinin paniklediğini hissedebiliyordu. Hızlıca ayağa kalkıp annesinin gösterdiği yerdeki paraları ve oyuncağını aldı. “Kaç..” Annesine bakıp yanağından öptü. “Polis amcalarla geleceğim anne. Bekle beni.” Hızlıca kapıya ilerleyip yırtık ayakkabılarını giydi. Yıkık dökük, rutubet kokan apartmanın merdivenlerini inerken babasının fark etmemesi için dualar ediyordu.
Sokağa çıktığında koşturarak iki sokak ötede dolaşan polislere ilerledi. Ayakkabısı artık ayağına küçük geldiği için çok koşamıyordu ama polis amcalarına ulaşmak zorundaydı. Yokuşun ucunda durduğunda aşağıda devriye arabası görmüştü. Öğrendiği renkler ile karşısındakinin polisler olduğunu anlamıştı. Olduğu yerde zıplayarak polislerin dikkatini çekmeye çalıştı. “Polis amca! Polis amca!” Yokuşun aşağısındaki devriye ekibi ise Emniyet amirinin şehit ziyaretini tamamlamasını bekliyorlardı. Yorgun bedenleri ilk başta yolun yukarısında zıplayan küçük bedeni fark etmemişlerdi. “Sabri şuraya bak.” Zıplayan küçük kıza baktılar. Biri yüksek sesle küçük kıza seslendi. “Ne oldu küçük hanım?” Polislerden biri yokuşu tırmanıp kızın yanına gitmeye karar verdi. Yokuşu çıkmaya başladıkça kızın incecik bacaklarını, karışmış saçlarını fark etti. Durumda bir terslik olduğu aşikardı. Ayda olduğu yerde zıplarken “Yardım edin!” diye çığlık attı. “Sabri! Arabayı al gel.”
Polis hızlıca devresinin dediğini yapıp arabayı çalıştırdı ve yokuşu çıkmaya başladı. Polis Ayda’nın hizasına çöktüğünde küçük kızın ellerindeki kanı yeni fark etmişti. “Annem.. Yardım edin lütfen..” Gözlerini koluyla silip polislere baktı. Polis arabanın kapısını açıp arabayı gösterdi. “Hadi bin de gidelim.” Ayda annesi için arabaya binip polislere yolu gösterdi. Polislerle yaşadıkları yıkık apartmanın önünde durduklarında polis arkada oturan Ayda’ya döndü. “Kaçıncı kat söyle bakalım?” Ayda parmaklarıyla ikinci katı gösterdi. “Tamam ama bak sen bu arabadan inmiyorsun tamam mı? Biz bakıp geleceğiz.” Onayladı. Zaten başka yapacak bir şeyi yoktu. Annesi bu hayatta en çok polislere güvenmesi gerektiğini söylemişti. Polislerin sözünden çıkmayacak, ne derlerse uslu uslu yapacaktı. Polisler apartmana girerken bellerindeki silahı çıkarmışlardı. Ayda cama yaslanıp annesinin çıkacağı anı beklemeye başladı. Ayda o gece annesiyle yeniden görüşeceğini düşünüyordu ama kader onlar için çok farklı bir karşılaşma belirlemişti.
Polisler hızlıca apartmandan indiğinde biri babasını sıkı sıkıya tutuyordu. Babasının yüzünde ilk kez gördüğü bu ifadeyi anlamlandıramadı. Annesinde gördüğü ifade vardı babasının yüzünde. Korku.. Polislerden biri belindeki telsizi çıkarıp anons geçerken Ayda meraklı bakışlarla etrafta annesini arıyordu. O sözünü tutmuştu, sıra annesindeydi. Etrafa bakarken arabaya yaslı babasına baktı. Ellerini arkasında tuttuğunu görebiliyordu. Neler olduğunu anlamadığı için sessizce beklemeye karar verdi.
Ambulans apartmanın önüne geldiğinde Ayda da kapıyı açıp inmeye karar verdi. Arabadan indiğinde sessizce polislere baktı. Bir sürü sarı ceketli abi ve ablalar yukarı koşuyordu. Ayda babasının olduğu tarafa baktı. Babasının üstünde, annesinin yüzünde olan kanlardan vardı. Babası kaldırımda oturuyordu ama annesi yoktu. Sadece annesini istiyordu şu an. Kucağına oturup durmadan konuşmak istiyordu. Ambulansla beraber polisler de gelmişti. Komşuları bunca sesi duymamış gibi meraklı bakışlarla camlara, sokağa çıkmışlardı. Ayda olan bitenin pek iyi bir şey olmadığını kavramaya başlamıştı. Apartmana doğru koşacağı sırada biri onu tutup çekmişti. “Anne!” Herkes polisin kucağından kurtulmaya çalışan küçük bedene bakıyordu. Küçücük olmasına rağmen kuvvetliydi. Ne kadar doğru düzgün beslenemese de bir deli kuvveti vardı. Polis kucağındaki küçük kızı sakinleştirmeye çalışsa da başarılı değildi. “Annemi istiyorum! Bırak! ANNE!” Polisler evlerini olay yeridir girilmez yazısı ile çevirmişlerdi.
Bir yarım saat sonra Ayda köşede hep oyun oynadığı, mutlu olduğu ağacın altında ağlıyordu. Herkes savcıyı beklerken sokağa siyah bir araba girdi. Arabadan inen beden polislerin yanına ilerledi. “Hoş geldiniz amirim. Kadını yirmi kere bıçaklamış.” Siyah kabanlı adam önce eve çıktı. Aşağı inip apartman girişinde durdu. Etrafa bakarken ağacın altında oturan Ayda’yı fark etti. Polislere oturan kızı işaret etti. “Eşlerin çocuğu amirim. Henüz altı yaşında. Bizi buraya çağıran da oydu.” Başını çevirip sokağa baktı. Merdivenlerden indi ve kızın yanına doğru adımladı.
Ayda hemen dibindeki siyah ayakkabılara bakarak başını yavaşça kaldırdı. Başını kaldırdıkça karşısındaki adamın siyah kabanını ve yüzünü gördü. Karşısındaki adam onun hizasına eğildiğinde, ilk dikkatini çeken şey adamın gözleriydi. Çekik gibi gözleri vardı. “Başın sağ olsun kızım. Benim adım Oğuzhan, burada abilerin gibi polisim. Artık senin ailen biziz. Annen, baban.. Polis abilerin, ablaların..”
Oğuzhan amir.. O gece ki kurtarıcım. “Ayda? İyi misin?” Durup omzumun üzerinden Hakan’a baktım. Sessizliğim onu endişelendirmiş olmalıydı. Onaylayıp gülümsedim. “İçtin mi vitaminlerini?” Tekrar onayladım. Beraber içeri geçip oturduk. Hakan ayak ucuma otururken bacaklarımı kendi kucağına aldı. Bir film açarken bir yandan da ayaklarıma masaj yapmaya başlamıştı. “Yarın operasyona çıkıyoruz.” Ağzımı açamadan ne diyeceğimi bildiği için ağzıma tıktı. “Hayır sen gelmiyorsun.” İtiraz edeceğimde tekrardan lafımı yutmak zorunda kaldım. “Hayır Ayda. Sen hamilesin ve bebeğimizi riske atmayacağız.” Göz devirdim. Evde tek kalmama dahi izin vermeyecekti bundan eminim. “Ve sen ben dönene kadar Defne yenge ile kalacaksın.” Tamda tahmin ettiğim gibi.
“Operasyon ne operasyonu?” Hakan biraz düşünüp operasyonun içeriğini açıklamaya karar verdi. “Terör tarafında itirafçı olmak isteyen biri var. Onu ellerinden alacağız.” Masajıma devam ederken daha fazla detay vermeye devam etti. “Batı kampına gideceğiz. Kerem komutan önderliğinde adamı alıp geleceğiz.” Poyraz timi bütün operasyonlarda başarılı bir timdi. Bu alayın en iyi iki timi Barut ve Poyraz timiydi ve artık başlarında Mevlüt albayın dışında bir de Yarbay Kuzey Mutlu vardı. “Dağlara iyi bir poyraz estirip gelin olur mu? Ayağınıza taş değmesin.”
🩺
Sabah yeni gün doğduğunda poyraz timi hazır bir şekilde harekât merkezinde bekliyordu. Kuzey yarbay başta olmak üzere Kurt’la beraber üçümüz içeri girdik.. “Günaydın poyraz.” Kuzey yarbayın kalın sesi içeride yankılandı. “Sağ ol!” Kuzey komutan masanın başında dururken Kurt ve ben iki yanındaki boş sandalyelere oturduk.. “Oturun.” Herkes oturduğunda Kuzey önündeki dosyayı ortaya doğru itti. “Adamı almaya iki kişi gidecek. Ama gitmişken ortalığı biraz karıştırmak işimize gelir. O yüzden poyraz timi Hakan’ın komutasında kuzey kampına çökecek. Barut ve Beyaz kurt.” Kuzey komutan ikimize baktı. “Siz ikiniz operasyona çıkıyorsunuz.”
“Emredersiniz komutanım.” Herkes ayaklanıp hazırlanmaya başladı. “Komutanım yine beraber operasyona çıkıyorsunuz.” Kurt gülümsedi. Onunla göreve çıkmayı seviyorum. Poyraz’ın hazırlığının aksine benimle Kurt sivilleri çektik. “Kurt ve Barut tekrardan dağları titretmeye gidiyor demek.” Operasyon hazırlık merkezine giren kadın üzerindeki üniformasıyla ikimizin de iyi tanıdığı Çağla’ydı. Askeri liseden arkadaşımızdı. “Çağla?” Çağla, Kurt’un şaşkın bakışlarını gördüğünde gülümseyip boynuna sarıldı. Elimi alnıma götürüp sıvazlarken Kurt’un çekilmesini izledim. “Özlendim sanıyordum?” Çağla’nın yüzündeki hayal kırıklığını gördüm ama badisinin Defne’den korktuğunu tahmin edebiliyorum. Çağla hızlıca bana dönüp sarıldı. “Burada mı göreve başlıyorsun?” Onayladı. “Yeni görev yerim burası.”
“Hay bahtımı sikeyim..” Kurt’un fısıltısını duydum. Gülmemi bastırmaya çalıştığımda Kurt beni dürtüp uyardı. “Hatta yeni yüzbaşı oldum. Ümit binbaşının timine komutan olarak geldim.” Çağla’ya bakıp gülümsedim. “Hayırlı olsun Çağla.” Kurt mırın kırın ederek benim ardımdan hayırlı olsun dedi. “Beni timinizle tanıştırmayacak mısınız?” Kurt derin bir nefes alıp time döndü. “Poyraz! Yüzbaşı Çağla Gün.” Poyraz timi anında hazır ola geçip selam durdu. Ardından Kurt hiç umursamadan time emir verdi. “Araç bin!” Poyraz timi emrin gelmesiyle hızlıca araca binerken Kurt’la beraber arabaya ilerlemeye başladım. “Çağla’nın burada olması hiç iyi olmadı.” Onayladım. “Sen yokken Defne ile tanışmasa bari.” Güldüm. Kurt’un bana baktığını görsem de umursamadan binip silahımı bacaklarımın arasına yerleştirdim. Çağla lise döneminden beri Kurt’la ilgileniyordu.
Operasyon için arazide yürümeye başladığımızda Kurt önümde ilerliyordu. “Düğün ne zaman Kurt?” Kurt yürürken konuştu. “Temmuzun sonu olacak inşallah. İzinleri de ayarlamaya çalışıyorum.” Gülümsedim. Yıllardır yanında olduğum eleman evlenecekti. “Dünkü adama bak. İlk senin evleneceğini biliyorduk. Zor mu?” Neyi sorduğumu elbette biliyordu. “Çok zor. Seni de göreceğim Barut. Çok gerici bir ortam hele ki o bohça hazırlığı dedikleri şey.. Dünyanın en zor şeyi.” Dağın tepesine ilerlemeye çalışıyorduk. Hava aşırı sıcaktı ama görev kutsal. “Hayır Defne de sevmiyor, bende sevmiyorum ama annem bunu bize resmen dayatıyor gibi geliyor.” Güldüm. Elif teyze aslında onun bahsettiği gibi biri değildi ama evlilik durumunun onu da strese sokmuş olmalıydı. Kurt biraz daha ilerleyip bir anda bana döndü. “Allahtan ikimizde eksiklerimizin az olduğunu biliyorduk da tek günde bitirebildik işimizi.” Gülerek önüne geçtim.
“Çağla’yı ne yapacaksın? Belli ki hala sana ilgisi var.” Yürümeye devam ederken etrafa baktım. Ezbere bilir gibi dağ tepe ilerliyorduk. “Defne’yle birlikte olduğumu duyunca geri çekilecektir. Yani en azından öyle düşünmek istiyorum.” Onun sesindeki tereddüttü fark edilir şekildeydi. “Çağla’yla Defne’nin arasındaki gerilimi görmek beni heyecanlandırıyor.” Kurt bana bakıp kaşlarını çattı. “Gerilim olmaması için uğraşıyorum Barut.” Eliyle beni gösterdi. “Ve sen heyecanlanıyorum diyorsun.” Güldüm. Yalan söylemiyorum elbette Defne’yi küçüklüğünden beri tanıyorum ve Defne’yi tanıyorsam Çağla’dan laflarını esirgemezdi. “Sen öyle san Kurt. Defne’yi tanıyorsam Çağla’nın senden hoşlandığını anladığı gibi canına okuyacak.” Durup bana baktı. Defne’nin potansiyelini o da biliyordu. “Sen kendi haline yan. Kıza bir tam anlamıyla açılamadın. Çözdüm ben seni, sen sorunlusun. Sen sadece kendine acı çektirmeyi seviyorsun Barut.”
Konu Asi’ye geldiğine göre sohbeti kapatabiliriz. Tepeyi inmeye başladığımızda onun konuşmasına izin vermeden sessiz olmasını işaret ettim. “Kaç sen kaç Barut. Ben senin aklının kalbinin nerelerde olduğunu biliyorum da hadi neyse.” Mağaraya yaklaştığımızda çöküp etrafa baktım. “Kurt ben mağara ağzına arkadan dolaşacağım. Sen biraz daha yaklaş, işaretimle başlıyoruz.” Kurt onayladığında hızlıca mağaranın arkasını dolaşmak için tırmanmaya başladım. Tahmini on dakika sonra mağaranın diğer tarafında yerimi aldım. Karşı kayalara baktığımda Kurt çoktan yerini almıştı. “Vira bismillah.” Kurt anında sıkmaya başladığında bütün hepsi Kurt’a doğru ateş almaya başladı. Mağaranın ağzında çıkanlardan birkaçını indirmek de bana kaldı. Çok geçmeden elleri havada karşımda dikilen herife silahımı doğrulttum. “Benim ben, Muzo.” Silahımı indirip başımla koşmasını işaret ettim. “Koş lan koş!” Arkamı kontrol ederek mağaradan uzaklaşmaya başladım. “Aferin ula.”
“Beyaz Kurt’tan yuvaya. Operasyon başarılı. Adamı aldık, dönüyoruz.”
🩺
"Tek görevin Yüzbaşıyı vurmak. Gebert onu." Çatıya yerleşen keskin nişancı görüş açısını iyi seçmişti. Karargâhın ön cephesini ve eğitim alanının bir kısmını gayet net görüyordu. Karargâhta ise sakinlik hakimdi. Ön tarafta nöbet değişimi için içeriden çıkan askerler ve nöbet tutan askerler dışında kimse yoktu. Tekrardan etrafa bakıp katlar arasındaki camlarda vurması gereken yüzbaşıyı aradı. Perdesi açık olan camlarda yüzbaşıya dair bir şey yoktu. "Arı ortada yoksa bizde kovana çomak sokarız." Tek el kurşun sesi. Adam en kolay yerlerden birinde, nöbet kulelerinden bir asker başından vurduğunda bütün askerler ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Defne yan cephede kalan camdan dışarıyı izliyordu. Tek el ateş sesi ile eğilip başını koruması bir oldu. Askerlerin ayak sesleri koridoru inletiyordu. “Koş! Koş!” Defne bu odadan çıkması gerektiğinin farkındaydı. Askerlerin hepsi karargâhın dışına mevzilenirken Elbruz, nişanlısının burada olduğunu hatırlamıştı. Revirin kapısından Defne’ye baktı. Defne camın hemen dibinde çökmüştü ve elleriyle başını koruyordu. “Defne başını sakın çıkarma.” Elbruz hızlıca Defne’nin yanına koştu. Defne’nin bulunduğu camın görüş alanında olup olmadığını bilmiyordu. Revirde ön cepheye bakan camın olmaması en büyük şanslarıydı. Defne’nin yanına diz çöktüğü gibi bedenini yokladı. Gözleri hızlıca kadında gezindi. Herhangi bir yarası olup olmadığını anlamaya çalıştı. Defne, Elbruz’un neyi kontrol ettiğini anladığı gibi elini tutup ona baktı. “İyiyim.” Elbruz elini sıkıca kavrayıp parmaklarını birbirine kenetledi. Beraber dışarı çıktıklarında Elbruz Defne’yi tutarak aşağıya indirdi. “Sen güvenli bir yere geç.” Belindeki silahı çıkarıp Defne’nin eline tutuşturdu. “Bunu kullanman gerekirse tereddüt etme.” Defne onayladı.
Elbruz hızlıca çıkışa ilerlemeye başladığında sert adımları koridorda yankılanıyordu. Dışarı çıktığında herkes koştururken Elbruz tereddütsüz yürüyerek mevzilendi. Sol tarafında kalan mevzilerdeki Mahmut’a baktı. "Mahmut kanas." Mahmut anında emri yerine getirmek için mevzilendiği yerden kalktı. "Emredersin komutanım." Elbruz dikkatle etrafa baktı. Başını kaldırıp kaldırmama konusunda tereddüt etti. Elbruz başını hafif kaldırdığında tekrardan atış sesi gelmişti. Elbruz karşılarındaki kişinin keskin nişancı olduğunu anında anladı. "Keskin nişancı. Silahlanın. Beyler hemen silahlanın! Berelerinizi çıkartın! Berelerinizi çıkartın!" yanında duran Fatih'in beresini çıkartmadığını gördüğünde koluna vurup "Fatih bereni çıkart." dedi.
Mahmut silahını getirirken Elbruz birazda olsa mevziden çıktı. Anında baldırından vurulurken Mahmut komutanının vurulduğunu görüp bağırdı. "Kerem komutanım vuruldu!" Elbruz hiç umursamadan Mahmut’un elinden silahı almaya çalıştı. "Bağırma silahı ver." Mahmut’un elinden silahını alıp kalkmaya çalıştı. Elbruz ortalıkta görünmediği sırada ateş edilmediğini çoktan fark etmişti. Altan yanına gelip Kerem'i içeri götürdüğünde camdan görünen bedenlere tekrar bir kurşun daha ateşlendi. "Kurt bu sana atıyor." Barut’a bakıp onayladı. "Farkındayım Barut." Barut camdan dışarı baktı. "Daha güvenli bir yere gidelim." Barut tekrardan kaldırdığında hızlıca daha güvenli bir odaya götürmeye başladı yüzbaşıyı. Koridorda Çağla ile denk geldiklerinde Çağla panikle Elbruz’a koştu. “Kerem! Noldu böyle?” Barut, Çağla’nın yaklaşmasına izin vermeden odasına girip yatağa yatırdı. Koridora dönüp Umut’a baktı. “Doktoru çağır. Hemen gelsin.” Elbruz yattığı yerde bacağına baktı. Derin bir yara değil diye düşünse de Defne yaralandığı için canına okuyacaktı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Çağla da başında yarasına baskı uyguluyordu.
Defne hızlıca odaya daldığında Barut müstakbel yengesinin Kurt’a bakması için geri çekildi. “Elbruz..” Çağla’nın çekilmesi için sarışın kadına baktı. “Pardon çekilir misiniz?” Kadın geriye çekildiğinde Defne çatık kaşlarıyla Elbruz’un dibine çöküp yarasına bakmaya başladı. Çağla hoşlandığı adamın yarasına dikkatlice bakan kahverengi uzun saçlı kadına baktı. Kadın oldukça güzeldi, dikkat çekiciydi. Kadının mavi gözlerindeki endişeyi direkt fark etmişti. Elbruz kadını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Tamam sakin ol. Bak sadece sıyrıktır o.”
“Hayır yani neden peşindeler bir de onu anlasam. Resmen seni hedef almışlar.” Elbruz’un gözleri Çağla’ya kaydı. Kadın Defne’ye tuhaf tuhaf bakıyordu. Sanki bunu beklemiyormuş gibiydi. Defne bütün dikkatiyle kurşun yarasıyla ilgileniyordu. Kurşunu alıp önlüğünün cebine attı. Ona tuhaf tuhaf bakan sarışın kadını hç umursamadan yüzbaşının yarasını dikmeye başladı. Yarasını dikmeyi bitirdiğinde ayağa kalkıp saçlarını geriye itti. “Ağrın olursa bana gelirsin olur mu?” Elbruz onayladı. İşte o sırada Defne nişanlısının hemen dibinde dikilen sarışın kadını fark etmişti. Çağla karşısındaki doktora küçümseyici bakışları ile bakıyordu. Defne ise o küçümseyici bakışları umursamadan baktı. “Sizin de mi yaranız var?” Çağla başını salladı. Defne karşısındaki kadına dikkatli bir şekilde baktı. Kadın ondan kısaydı ama heybetliydi. Yine de ne heybeti ne de ukala bakışları Defne’yi korkutamıyordu. “O zaman burda durmanızın da bir anlamı yok.” Çağla genç kadının bu cesaretine şaşırmıştı. “Hastamın sağlığı için sizi dışarı almak zorundayım.”
Defne, Çağla’nın arkasından odadan çıktı. Revire doğru ilerlerken arkasından seslenen kişi ile durdu. “Doktor hanım!” Arkasını dönüp sarışın kadına baktı. “Bir sorun mu var..” Defne kadının adını bilmediğini hatırladığı için susmak zorunda kalmıştı. Kadın, Defne’nin adını bilmediğini fark edip keyifle sırıttı. “Çağla, Yüzbaşı Çağla Gün.” Defne nazik olmaya çalışarak yalandan gülümsedi. “Memnun oldum. Defne Mutlu bende.” Defne dik bir şekilde karşısındaki kadına bakıyordu. “Bir sorun mu var?” Çağla yüzbaşı, Kerem’le Defne’nin arasında ne olduğunu merak ediyordu. Yukarıdan bakışlarıyla Defne’ye bakıyordu. “Kerem yüzbaşıyla nereden tanışıyorsunuz?” Defne sorguya çekilmeyi sevmezdi. Üstelik karşısındaki kadının ne hakla bunu sorduğunu bilmiyordu. Kaşlarını çatarken karşısındaki kadına bakmaya devam etti. “Elbruz yüzbaşı benim nişanlım.” Defne karşısındaki kadının düşen yüzünün her bir anını izlemişti. O an Elbruz’la kadının arasında başka bir şey olduğunu anlamıştı. Yüzüne keyifli bir gülümseme yerleşti. Daha ilk gördüğü anda nişanlısıyla arasındaki gerilimi hissetmişti. “İki haftaya da evleniyoruz. Sizi de bekleriz Çağla hanım.” Karşısındaki kadının sinirlerinin bozulmasını hiç umursamadı. “Şimdi izninizle, revire dönüp yaralı olanlar var mı onlara bakmam lazım.” Arkasını dönüp ilerlemeye başladı.
Defne revire girdiği gibi getirilen askerlere göz gezdirdi. “Yatırın şuraya.” Bileğindeki tokayla saçlarını toplayıp masadaki eldivenlerden aldı. Askerin başına geçtiğinde üniformasını çözüp tişörtünü aldığı makasla kesti. Askerin yarası burada müdahale edilemez haldeydi. “Telefonumu çıkarıp Serdar doktoru arayın. Askeriyenin ambulanslarını hazırlayın. Askeri hastaneye sevk edeceğiz.” Yanındaki asker Defne’nin yaparken Defne eldivenini çıkarıp yeni eldivenleri eline geçirdi. Diğer askere yaklaşıp koluna baktı. “Nasıl oldu bu?” Asker koluna bakıp yutkundu. “O çatışma sırasında panikle direğe taktırdım.” Defne kolu yaralı askerin yarası ile ilgilenirken askerler revire üzeri al bayrakla örtülmüş bir beden getirdi. “Doktor hanım sizin onaylamanız gerekiyor.” Defne başıyla onayladı. Askerin yarasını diktikten sonra ayaklanıp eldivenlerini çıkardı ve çöpe attı. Yeni eldivenlerini giyerken şehidin başına ilerledi. Yutkunup bayrağı araladı. Askerin alnının ortasında kurşun deliği vardı. İki parmağını şahdamarına yasladı ve sol bileğindeki saate baktı. “Ölüm saati 13.30.” Tekrardan bayrağı şehidin üzerini örttü. Defne dolan gözlerini umursamadan görevine odaklanmaya çalıştı. Ambulanslar geldiğinde iki yaralı askerle birlikte şehidi almaya başladılar.
Defne sessizce revirdeki dolaptan ilaçları cebine atıp revirden çıktı. Koridorda ilerlerken kantinden suyu alıp Elbruz’un odasına ilerlemeye başladı. Odaya girdiğinde Elbruz’la Çağla’nın konuşuyor olduğunu duydu. Tek kaşı kalktığında kapıyı sessizce kapatıp dinlemeye başladı. “Doktor’la aranda bir şey olduğuna inanamıyorum. Senin etik ahlak anlayışın bu kadar değişti mi ya?” Elbruz sessizce karşısındaki kadına baktı. “Ne ara aramızdaki ilişkiyi unuttun sen ya?” Elbruz derin bir nefes aldı. “Bizim seninle aramızda öyle senin düşündüğün gibi bir şey yok Çağla. Ben seni sadece arkadaşım olarak görüyordum ve bu hiç değişmedi. Defne ise.. Benim sevgilim, nişanlım ve her şeyden önce benim dini nikahlı karım.” Çağla sessizdi. Elbruz konuşmaya devam etti. “Defne ile vurulduğum gün tanıştım. O bilmez belki ama ben o gün yaralı halimle Defne’yi gördüm. O mavi gözleri bilincim yarı açıkken bile dikkatimi çekmişti. Ben inat biriyim biliyorsun ama Defne benden daha inat bir kadın. Dikkat çekici, güzel ama ona âşık olma sebebim bu saydıklarım değil. Defne’nin gerçekten asil bir kadın oluşu. Her koşulda, her anda dimdik duruşu. O yüzden benden uzak dur.”
“Ben seni seviyorum Kerem. Nasıl seni bırakmamı istersin?” Defne yaslandığı kapıdan ayrılıp içeriye ilerlemeye başladı. İçeriye sesini duyurmak ister gibi “Aşkım ben geldim.” diye seslendi. İçeri doğru ilerleyip önce Çağla’ya ardından da Elbruz’a baktı. “Çağla hanım, siz de mi buradasınız?” Gülümsedi. Yüzüne yerleşen gülümseme alaycıydı. Sanki Çağla burda değilmiş gibi rahatça yatağın ucuna oturup Elbruz’un pansumanını kontrol etmeye başladı. Elbruz nişanlısının onu kontrol etmesini dikkatle izlemeye başladı. “Nasılsınız Çağla hanım?” Elbruz ezbere biliyordu ki Defne sırf inadına Çağla’yla sohbet ediyordu. Çağla sakin kalmaya çalışır gibi cevap vermeye çalışıyordu. “İyiyim doktor.” Defne, Çağla’nın ona doktor demesine sinir oluyor gibiydi. “Bende iyiyim sorduğun için de teşekkür ederim.”
Defne bir anda nişanlısının yarasına odaklandı. “Elbruz bu yaran düğüne kadar geçer umarım.” Elbruz gülümsedi. “Merak etme geçer.” Defne başını kaldırıp Çağla’ya baktı. “Çağla hanım. Sizi dışarı alsam? Eşimle konuşacağım bir şey var da.” Defne Elbruz’a ilk kez birinin yanında eşim diyordu. Elbruz yattığı yerde keyifle kolunu başının altına attı. Keyifli bir şekilde Defne’yi izliyordu. Defne, Çağla’nın düşen yüzüne inat olarak daha çok gülümsüyordu. Hiç umursamadan Çağla’nın çıkışını izledi. Defne anında ciddileşip Elbruz’a döndü. Elini yaranın üstüne koyup bastırmaya başladı. “Bana bak, bu kız sana bir daha yaklaşırsa seni boğarım komutan.” Elbruz yarasına bastıran Defne’nin büyük gözlerine gülümseyerek bakıyordu. Defne’nin kızgın hali sadece tekrardan âşık olmasını sağlıyordu. “Anladım.” Canı acısa da asla belli etmiyordu. “Sakın beni delirtme. Yalanını görmek, duymak istemiyorum komutan.”
Elbruz alt dudağını hafifçe yalayıp Defne’yi bir anda tuttu ve çekti. Defne kucağına düştüğü gibi anında dudaklarına yapıştı. Elbruz kucağına düşürdüğü Defne’yi yanına yatırıp göğsüne yatırdı. Hava iyice kararmıştı. Defne sessizce göğsüne yerleşip gözlerini huzurla kapattı. Elbruz sessizce saçlarını okşayarak Defne’nin uyumasını bekledi. Defne’nin nefesleri iyice düzene girdiğinde arkasındaki örtüyü alıp üzerlerini örttü.
Düğünlerine iki hafta kala Hakkari’de karargâhın küçük odasında Elbruz ve Defne her koşulda birbirlerinin yanında olacağını birbirlerine gösterdi. Bunca zamandır birbirlerini her koşulda seven bu iki beden, hayatın onlara sunduğu her şeyi kabul edecekti. Kabul etmekten başka çareleri de yoktu.
Bölüm sonu.
Hazır mıyız? Herkes hazırlansın, giyin en güzel abiyelerinizi. Haftaya düğünümüz var! Cuma günü görüşürüz :)
İnstagram: elbruz_blackpearlN
Tiktok: elbruz.blackpearln
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.35k Okunma |
1.38k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |