
45. Bölüm
Konya
"Defne... Uyan güzelim geldik." Konya il sınırlarına resmen girmiştik ve Defne beni uyandır demişti. Her ne kadar onu uyandırmak istemesem de sonrasında bir ton laf yiyeceğimi düşündüğüm için onu uyandırmaya çalışıyorum. Defne yanımdaki koltukta iki saattir mışıl mışıl uyuyordu. Benzin istasyonunda durduğumuzda onun koltuğunu geriye doğru yatırıp arkadaki örtüyü üzerine örtmüştüm. Kımıldanıp uyumaya devam etti.
İleride çevirme vardı. Jandarma elini kaldırıp bizi çevirdi. Sağa sapıp kenara çektim. Camımı açıp jandarmaya baktım. “Hayırdır problem mi var?” Jandarma bana bakıp kimliklerimizi istedi. Eğilip yanımda uyuyan karıma baktı. “Hanımefendi?” Yanımda uyuyan Defne hiçbir şeyden habersizdi. Arkadan onun çantasına uzanıp cüzdanından kimliğini çıkardım. “Belinizdekinin de ruhsatını görmek isterim.” Defne’nin kimliği elimdeyken jandarmaya bakıp onayladım. İçimden bir his saçma sapan bir tipe çattığımı söylüyordu ama hadi hayırlısı.
İkimizin kimliklerini uzatırken adam Defne’ye dik dik bakıyordu. “Eşim, yol yorgunu olduğu için uyuyakaldı.” Adam kimliklerimize bakıp bana döndü. “Evlilik cüzdanınızı görebilir miyim?” Sabrım sınanıyor. “Ne münasebet?” Adam beni ve Defne’yi gösterdi. “Nereden bileceğim hanımefendiyi kaçırmadığınızı?” La havle.. Çattık ya. Aile cüzdanıyla askeri kimliğimi bana dik dik bakan herife uzattım. Bütün kontrolleri yapıp her şeyi bana uzattığında adama bakmaya devam ettim. “Bütün her şeyi kontrol ettiğine eminsin değil mi? Sonra beni bulup uğraştırma da.” Sessiz kaldı. Her şeyi Defne’nin çantasına atıp sürmeye başladım.
“Herkesi alıyorlar sonra uğraş dur.” Defne hanımın dünya umurunda değildi tabii. Aralanmış dudaklarına bakıp gülümsedim. Bütün sinirimi bir anda almayı nasıl başarıyordu bilmiyorum ama yapıyordu. Defne’nin üzerimdeki etkisi benim sandığımdan daha büyüktü. Yola bakarken bir elimi onun bacağına atıp dürttüm. “Defne, uyan artık.” İnat etmiş gibi dudaklarını birkaç kez şapırdatıp götünü döndü. Benim adımda Elbruz’sa ben seni uyandırmayı bilirim. Bir iki kez hafifçe öksürüp sesimi kontrol ettim. “Asker kalk!” Defne irkilerek uyandı. Tek gözünü açıp bana baktı. “Manyak mısın ruh hastası adam. Böyle uyandırılır mı? Babam kılıklı herif!” Kahkaha atıp yolu kontrol ettim.
Defne tekrardan gözlerini kapattığında gülüp telefonumdan komando marşı açtım. Önce kısık gelen sesi iyice yükseltip eşlik etmeye başladım. “Bir kar yağar ince ince. Komandonun hali nice.” Yanımdan önce derin bir nefes alış sesi geldi ardından da oflama sesleri. Defne yattığı koltukta dikleşirken onun uykulu haline güldüm. “Bir operasyon var bu gece.” Uzanıp yanağından bir makas aldım. Defne’nin gözleri hala kapalıydı. Uyutmayacağım kızım seni. Sesimi daha da yükseltip uykusunu iyice açmaya çalıştım. “Hey paraşütçü komando!” Defne kısık sesle mırıldanmaya başladığında gülümsedim. “Vur vur dağcı komando!”
“Aferin asker.” Defne sesini biraz daha yükseltti. “Sağ ol.” Uykusu açılmaya başlıyordu. Sesimi tekrardan yükselttim. “Aferin asker!” Defne de bana uyum sağlayıp “Sağ ol. Sağ ol. Sağ ol!” diye bağırdı. Tek sorun uykulu olduğu için sesi detone olmuştu. Bana bakıp dudaklarını büzdü. “Hala gelmedik mi?” Güldüm. Konya il sınırlarına girdik ama hala yolumuz vardı. Düğüne birkaç gün kalana kadar Defne benim evimde kalacaktı. “Az kaldı. Sabır Defne’m.” Defne camı açtığında içeri giren soğuk hava onu şaşırttı. Sanırım Çanakkale’deki gibi sıcak hava bekliyordu. “Ne kadar uyudum?” Bileğimdeki saate bakıp “Üç.” dedim. Defne eliyle yüzünü ovuşturdu. Koltuğunu dikleştirip kemerini taktı. “Elbruz bu ne biçim Konya ya? Konya’ya gireli kaç saat oldu ama hala merkeze inemedik. İl sınırı kavramınızı biraz daha tartışmalılar.” Güldüm. Köye on beş dakika kalmıştı ama o bunu bilmiyordu.
Köyün tabelasını gördüğünde gülümseyip camı açtı. Sağ şeride geçip sinyal verdim. Köyün içine döndüğümüzde Defne terliklerini giydi. “Sonunda.. Çok yorulduk.” Bazı yerlerde o kullanmıştı ama ben kullanırken rahat rahat da uyumuştu. Onun bu haline gülüp camımı açtım. Eve geldiğimizde iki araba evin önüne park ettik. Defne arabadan inip gerinmeye başladı. Annem öndeki arabadan inip bize baktı. “Oğlum direkt geçin yatın. Yarın arabaları boşaltırız.” Mantıklı. Defne arabadan bazı eşyalarını aldı. Elini sıkıca tutup eve ilerledik. Artık resmi nikahımız da olduğuna göre kimse Defne’nin bir iki gün bende kalmasına bir şey diyemez.
“Yarın zaten Defne anneannene geçer.” Lafımı geri alıyorum. Defne anneannemde kalacakmış. Yüzümü düşürüp Defne’ye baktığımda onun çoktan bana baktığını gördüm. Benim aksime gülümsüyordu. Elini tutarak eve girdiğimde onun bedenini anında kapıya yasladım. Mavi gözleri kocaman açıldı, göz bebekleri büyüdü. “Bakıyorum da anneannemde kalmak hoşuna gitti doktor?” Omuz silkti. Alt dudağının köşesini dişlerinin arasına alıp kollarını boynuma doladı. Alttan alttan bana bakıp gülümsedi. “Hoşuma giden şey o değildi komutan.” Göz kırptım. Defne benim sessiz sorumu anlayıp cilveyle yerinde hafif hafif kıpırdanmaya başladı. “Anneannende kalacağımı duyduğunda yüz ifadeni görmeliydin komutan. Hayal kırıklığını ta köyün girişinden görmüşlerdir.” Güldü. Başımı kaldırıp gülümserken Defne’de başını göğsüme yasladı. “Gül sen gül. Bende çok eğleneceğim. Şu düğünü bir atlatalım. Bakalım seni kim benim elimden alacak Defne Kurt.” Defne bakışlarını benden kaçırıp etrafa baktı. O da elimden kurtulamayacağını biliyordu.
🩺
Yine bir erken kalkma seremonisi ve yine uyanır uyanmaz kapının arkasında asılı duran gelinliğim. Hiç giymediğim kadar gelinlik giymiştim. İki tane falan olabilir ama bana yetmişti. "Gelin hanım kalkın artık." Annem yine herkesi kaldırıyordu. Kaldırıyordu kaldırmasına ama annemin de tek gözü kapalıydı. Biz ve Melek gelin evi olarak çıkacağım Elbruz'un anneannesinde kalmıştık. Nehir teyzemler ise bir otelde konaklıyordu. Melek, Defin, Nilay ve ben küçük odada yatmıştık. Annemler salonda, Denef ise Ali'yle ve çocuklarıyla beraber oturma odasında kalmışlardı. Bu eve bu kadar insan nasıl sığmıştık bende bilmiyorum ama anneannelerine bunu sorduğumuzda 'Gönülün sığdığı yere her şey sığar.' demişti.
Melek odadan çıkarken "Anneanne patates kızarttın mı?" diye seslenmişti. Melek odadan çıktığı gibi sağda kalan banyoya girerken ben hemen evin giriş kapısının karşısında kalan tuvalete ilerlemiştim. Mutfaktan gelen onaylama sesiyle gülümsedim. Elbruz'un yoldayken söylediği doğruydu demek ki. "Anneannemin evinde patates kızartması eksik olmaz. Bak yarın görürsün, yine bir tabak patates kızartması olacak o sofrada." Bende kalkıp yüzümü yıkayıp işlerimi hallettim.
Bende mutfağa ilerliyordum ki Melek beni tutup küçük odaya çekti. "Yenge artık nikahlı gelinsin ya. Dil tut olur mu?" Kaşlarımı çattım. Dil tutmak da neyin nesi? Oynamayı Melek ve Mert'ten öğrenmiştim ve Elbruz'a akşam sürpriz yapacaktım ama yeni geleneği bilmiyordum.
Melek benim bilmediğimi anladığı gibi konuşmaya başladı. "Bak şimdi bizde yeni gelinler dil tutarlar, yani damat tarafının büyükleriyle konuşmazlar. Konuşma izni gibi bir şey. Bunu da bir hediyeyle falan yaparlar. Köyde herkes adetlere uyma konusunda sıkıntı yaşayacağını düşünüyor. Herkesi şaşırtalım hm?" Yani haklı sayılırlardı aslında, uyum sağlamakta zorlanacaktım ama sonuçta onların saygı anlayışıyla bizimki aynıydı. Elbruz annemleri kendine hayran bıraktırdıysa bende bıraktırabilirdim değil mi?
Melek'i onaylayıp mutfağa girdiğimde sessizce masaya oturdum. Kahvaltımızı yaparken de hiç konuşmadım. Ailem gözümün içine baksa da Elbruz'un anneannesi gülümsüyordu. Sanırım onlara uyum sağlamama mutlu olmuştu. Anneannesi ayaklanıp kalktığında Melek de ayağa kalkmıştı. Kadın içeri ilerlediğinde Melek'e bakıp "Oldu mu?" dedim. Melek beni onayladığında gülümsüyordu. Anneannesi geldiğinde elinde bir kutu vardı. Kutuyu bana uzattığında içinden çıkan fantezi bilezikle şaşkınlıkla kaşlarım havalanmıştı. Hediye olayını tam anlamamıştım aslında, ta ki bileziği görene kadar. Melek'e baktığımda başıyla beni onaylamıştı.
Düşünüyorum da zaten dün geceden beri utandığım için anneannesinin yanına hiç konuşmamıştım. Aslında teknik olarak bugün sabah yapmaya başladığım adeti bilmeden dün geceden beri yapıyormuşum. Oturduğum yerden kalkıp anneannesinin elini öptüm. Düğüne iki gün vardı ama biz bugün çekime gidecektik. O yüzden odaya geçip hazırlanmaya başladık. Kızlar saçlarımı yaparken bende kendi makyajımı yapmaya başladım.
Melek saçlarıma maşa yaparken "Acaba şavuape evinde ne işkenceler dönecek abime?" diye sesli düşünmüştü. Kapatıcımı kenara bırakıp aynadan ona baktım. "Ay yenge hani sana demiştik ya çekimden sonra düğüne kadar görüşemeyeceksiniz diye." Başımla onu onayladığımda Melek gülerek anlatmaya devam etti. "Şöyle abim Niyaz abinin evinde kalacak iki gün. Şavuape evi orası belirlendi. Köyde gördüğün abiler vardı ya Cihan abi, Miraç abi, Furkan abi.. İşte köyün büyükleri ve abiler abimin geleneklere bağlılığını, dayanıklılığını ölçecekler." Kaşlarımı çatıp süngerimi yüzümden çektim. "Peki nasıl?"
Melek büyük bir heyecanla "Bilmiyorum Jankat'la konuştum. Güzel planlarımız var diyordu. Niyaz abiyle ikisini terletecekler sanırım." Güldüm. Böyle adetlerinin olduğunu bilmiyordum ve düşününce sevdim sanırım. Denef koltukta Efe'yi emziriyordu. "İnşallah Bulut bu adetlerinizi duymaz." Denef'e dönüp baktığımda yüzümü ekşittim. Bulut bunu öğrenirse benim ona bunca sene yaptıklarımın acısını Elbruz'dan çıkarırdı. "Çoktan öğrenmiştir. Bizimkiler eğlenmek için baya uğraşırlar çünkü."
Başımı sağa sola sallayıp çaresizce makyajıma döndüm. Süngerimi kenara bırakırken far paletimi aldım. "Ben bunun için Elbruz'dan özür dileyeyim." Benim cümlemin bitmesiyle Meleklerin gülmesi bir olmuştu. Kapı çaldığında annem Nilay kapıyı açtığında Elis gülerek içeri girmişti. "Günaydın, saçların güzel olmuş kız." Elis elimi sıkarken bende onun elini sıktım. Hızlıca makyajımı bitirip asılı duran gelinliğimi aldım. Melek'le Nilay'ın yardımlarıyla giydiğim gelinliğimin düzeltme işlerini kendimi göremediğim için onlara bıraktım. Duvağımı saçlarıma düzgün bir şekilde sabitlediklerinde ayakkabılarımı giydim. "Abimin seni şimdiden görmesi hiç hoş değil ya. Neyse artık yapacak bir şey yok." Ona gülümsedim.
Odanın kapısı çaldığında hepimiz kapıya döndük. "Gir." Kapı açıldığında tıpkı Çanakkale'deki düğünümüzde olduğu gibi babam içeri girmişti. "İki kızımı hiç bu kadar gelinlikle görmemiştim. Sen iyi alıştın gelinlik giymeye Defne." Ellerimi tutarken iki yana açmış bana detaylıca bakmıştı. Onun bu yorumu hepimizi güldürmüştü. "Çok güzel oldun kızım." Bana dikkatle sarıldığında bende kollarımı onun beline doladım. "Bütün intikamımı alması için bizim haytaları damadın yanına gönderdim. İyice canına okusunlar bakalım, kızımı aldı benden." Annem babamın söylediğine gülmeye başladığında bende geri çekilip sahte bir sinirle babama bakmaya başladım. Babam omuz silkip bana bakıyordu. "Ne var kızım adetleriymiş, Bulut zaten hevesliydi. Poyraz'a da emir verdim. Ayaz, Len ve Doruk da gidecek." Kendini savunma şekli aslında oldukça komikti ama Ayaz'ın Elbruz'u zorlama şekli beni korkutuyordu.
Melek'in anneannesi yanımıza geldiğinde hepimiz zaten ayaktaydık. Anneannesi beni gözleriyle süzmüştü. "Maşallah güzeldin daha da güzel olmuşsun." Gülümseyip başımla teşekkür ettim. Elbruz geldiğinde bende salona geçtim. Elbruz yanıma geldiğinde karşımdaki adama baktım. Elbruz simsiyah giyinmişti ama üzerinde takım yoktu. Elbiseye benzeyen siyah kıyafet içinde beyaz gömleğiyle onların geleneksel kıyafetiydi ve ona aşırı yakışmıştı.
Elbruz beni baştan aşağıya süzmüştü. Elini uzattığında bende elimi uzatıp onun elini tuttum. Elbruz evlilik teklifinin ve nikah yüzüğümün olduğu elimi nazikçe dudaklarına götürdü. "Çok güzelsin..." Sessizce gülümsedim. Beraber çekim için evden çıktığımızda mekana geçtik. Burası açık bir çekim alanıydı. Yanımızda Defin ve Niyaz vardı. Adamın bize direktif vermesine izin vermeden biz kendimizce poz veriyorduk. Aşırı samimi, öpüşmeli pozlardan uzak duruyorduk. Favori birkaç fotoğrafı bile seçmiştim.
Mekan değiştirdiğimizde beyaz yalı gibi bir evin içerisine girdik. Gördüğüm merdivene çıkarken fotoğrafçı da en tepeye çıkmıştı. Benim tek çekilen fotoğraflarımdan sonra Elbruz da yanıma gelmişti. Beraber yalı gibi evin iskele tarafına açılan kapısına geçtik. Fotoğrafçı bizi kapıda çekeceğini söyleyip çekeceği yere doğru ilerlemeye başladı. Biz fotoğrafçıyı beklerken Elbruz'a döndüm. "Bulut adına şimdiden özür dilerim."
"Bana yapacakları için mi?" Elbruz gülmeye başladığında bende gülmeye başladım. Elimdeki mavi gül buketini utandığım için yüzüme götürdüm. İskeleye oturduğumuzda arkamızdaki beyaz kapı kapatıldı. Birkaç fotoğraf daha çekildiğinde biz çoğu şeyi umursamadan sohbet ediyorduk. "Niyaz beni niye seçtin diye söyleniyor. Benimle beraber bütün işkencelere maruz kalacak. Altan da dahil buna ama o daha olayı tam kavrayamadı. Kavradığında baya bir küfür yiyeceğim." Kahkaha attığımda köşede duran Defin ve Niyaz çatık kaşlarıyla bize bakıyorlardı. Ne konuştuğumuzu anlamaya çalıştıklarının farkındaydım.
Bir süre sonra çekimler bittiğinde eve geri dönüp üstümüzü değiştirdik. Bugün beraber gezebilirdik. O yüzden hızlıca rahat şeyler giyindik ve dışarı çıktık. Baya kalabalık bir kafile gibi geziyorduk ama biz daha önce Elbruz'la gezmiştik. Sadece aileleri gezdiriyorduk. Geceyi Akyokuş'ta tamamlamaya karar verdik.
Akyokuş'a geldiğimizde hep beraber bir yere oturduk. Elbruz annemlere bakıp "Ne içersiniz?" diye sordu. Herkes bir şeyler söylerken Bulut ve Ayaz yardım etmek için ayaklanmıştı. "Siz oturun. Fatih Hamza siz benimle gelin." Fatih ve Hamza anında ayaklanmıştı. Elbruz'un biraz uzaklaşmasıyla Bulut'a bakıp eğildim. "Bana bak bana olan hırsını Elbruz'dan çıkarırsan seni gebertirim." Bulut beni ciddiye almıyor gibi alayla gülerken "Kızım sen vahşi misin? Az önce kocanın yanında rol yapmayı biliyordun ama."
Niyaz, Bulut'un söylediğine gülerken "Defne Elbruz'a da kök söktürüyordur." Bulut anında "Yok be. Ne kök söktürecek? Kedi gibi oldu karşısında." diyerek Niyaz'a karşı çıktı. Masaya hafifçe yumruğumu vurduğumda Bulut gülüyordu. "Seni mahvederim Bulut." Bulut, Elbruz'un gelmesiyle karşımda rahatça gerine gerine oturuyordu. Elbruz, Fatih ve Hamza'yla getirdiklerini tek tek herkese dağıttı. Bana uzattığı kahvemi elinden alırken Elbruz yanıma oturmuştu. "Eh iki gün görüşemeyeceksiniz. Artık telefonlaşırsınız, tabii o da mümkün olursa." Niyaz'ın bu dediğine Elbruz yalandan gülmüştü.
"Eh artık sen de dinlenebilirsen arada bizi görüştürürsün Niyaz abi." Cümlemin altındaki imayı bir tek o anlamamıştı. Herkes anlamıştı onun da dinlenemeyeceğini. Yüzüme yerleştirdiğim masumhane gülümsemeyle o da gülümseyerek "Yok yok sen tam bizim köye layık bir gelinsin." demişti. Hepimiz onun bu tepkisine güldük. Ne yalan söyleyeyim onlara layık olup olmadığımı bilemem ama Elbruz kesinlikle bana layık bir eş.
Gece yarısı eve döndüğümüzde Melek pijamasını giymiş yatakları yapmamıza yardım ediyordu. Sessizce yapılan yataklara oturduğumuzda günün yorgunluğu üstümüze çökmüştü. Defin'le ben yer yatağına yattığımızda Defin'in düşüncelerinden dolayı uyuyamadığının farkındaydım. Altan'la topluluk içerisinde konuşsalar da bu birkaç cümleyi geçmiyordu. Bunun gayet farkındaydım. Defin'e sokulup sıkıca sardığımda o da beni sarmıştı. "Düşünmeyi bir müddet bıraksan iyi olur hm?"
"Sıkıyorsa sen bıraksana."
"Hala onu mu düşünüyorsun?" Defin sıkıntılı bir iç çektiğinde tam da tahmin ettiğim konuyu düşündüğünü biliyordum. "Sen uşağa sevdalanmaya mı başladun?" Defin'in ters bakışlarını gördüğümde ağzıma hayali bir fermuar çektim. Biraz daha konuşursam daha buradaki düğünümüz bitmeden Defin tarafından öldürüleceğim.
🩺
Daha sabahtan Niyaz'ların kulübeye geçmiştik. Barut oturduğu yerden ters ters bana bakıyordu. Onun suratını gördükçe gülesim geliyordu. "Gerizekalı herif niye beni de seçiyorsun? Var ya yanında Konyalı badin." Kahkaha attığımda Niyaz da benimle beraber gülmüştü. "Sensiz olur mu badim? Ben sensiz ne yaparım?" diyerek ona öpücük attığımda Barut suratını ekşiterek bana bakmıştı.
"Açılışı kim yapacak Niyaz?" Niyaz bana bakıp sağ dizini kendine çekerek rahat bir pozisyon aldı. "Açılışı Memati'yle Miraç yapar. Büyüklerden dersek de Mehmet abi gelir ama o akşama anca gelir."
"Çay stoğumuz yeterince var değil mi? Çenelerini çekemem. Ayrıca düğün günü kaçmamız lazım duş alacağım." Niyaz ters bir şekilde yüzüme baktığında ona ne oldu dercesine göz kırptım. "Oldu senin yüzünden dayak yiyemem otur oturduğun yerde. Düğün gününe kadar burnunu çıkarma." Barut oturduğu yerden dikleşip ikimize baktı ve "Nasıl yani evden çıkarsa bizi mi dövecekler?" demişti. İkimizde onun bu tepkisine gülmeye başladığımızda Barut çatık kaşlarıyla bize bakıyordu. "Ulan asker adamsın dayaktan mı korkuyorsun?"
"Lan tamam badimsin de senin adetlerini niye ben çekiyorum?" Kaşlarımı meydan okurcasına kaldırdığımda Barut da bana bakıyordu. "Öyle mi olduk şimdi? Ben senin düğününe horon oynayacağım ama."
"Biz horonda kimseyi dövmiyrız, işkence etmiyrız." Laz kanalına geçtiğinde gülmeden edemedim. Kapı çaldığında ayağa kalktık. Halit amca içeri girip hepimize baktı ardından da etrafa baktı. "Selamın aleyküm. Burası böyle olmaz süpürün ortalığı, temizleyin."
"Aleyküm selam Halit emmi. Emmi daha dün Emirler temizlemişti ama..." Cümlem Niyaz'ın beni dürtmesiyle yarıda kaldığında Halit amcanın demek istediğini anlamıştım. Kulübeyi temiz olmasına rağmen baştan aşağıya temizleyecektik. Sessizce ilerleyip kulübeden dışarı çıktım. Aşağıdaki depoya koydukları süpürgeyi alıp yukarı çıktım.
Allah biliyor ya şu merdivenden çıkıp inerken her seferinde daha çok sövüyorum. Ben içeri girdiğimde Barut ortadaki sehpayı kenara çekmişti Halit amca üçlülerden birine oturmuş bizi izliyordu. Sessizce süpürgeyi fişe takıp boşta olan üçlüyü Barut'la çekip kenara aldık. Barut arkasına geçi süpürgeyle süpürmeye başladığında Niyaz da dolabın içini temizliyordu. Koltuğun arkasını süpürüp geri yerine ittiğimizde Halit amca arkasını silip süpürdüğümüz koltuğa geçmişti.
Barut'la bu sefer camın önündeki koltuğu çekip arkasını süpürmeye başladık. "Camı da silin. Temiz olsun." Halit amcayı başımızla onaylarken Barut'un kaşlarını çatmış bir şekilde bana baktığını görmüştüm. Dudaklarını oynatarak 'Senin badin olduğum an aklımı sikeyim.' dediğini gördüğümde gülümseyip ona öpücük attım. Niyaz köşeden gazete verdiğinde gazeteyi alıp camı sildim. Barut koltuğun arkasını süpürdükten sonra koltuğu eski yerine itti.
Niyaz dolabın içini bitirene kadar bizde camın kenarındaki koltuğun yanında duran minderlerin olduğu yeri temizledik. Halit amcanın telefonu çaldığında aramanın anlamını biliyorduk. Köyün büyükleri gelecekti. Neyse ki merdiven dik buraya çoğu kişi çıkamazdı. "Hee kulübeyi yaptılar. Bilmem onlara sormak lazım Zeki. Gelin gelin koydular çayı." Niyaz işareti aldığı gibi dışarıya balkona çıkıp semavere çay koydu. Halit amca telefonu kapattığında bize dönüp "On beş dakikanız var. Buraları iyi temizleyin de temiz yerde oturun." diyerek dışarı çıktı. Barut elindeki sehpayı süpürdüğüm halıyı ortalayarak yerleştirdi.
Balkondaki minderleri de tek tek kaldırıp altlarını süpürüp yerleştirdikten sonra temiz olan kulübe yine temiz olmuştu. "Ben buna katılmayacaktım hata yaptım." Barut'un söylenen sesini duyduğumda gülümsedim. Hala benimle işkence göreceğini düşünüyordu. Düğün günü onun aslında benimle kalmaması gerektiğini söyleyecektim ama biraz olsun onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. "Amma çene yaptın be Barut ya. Dağda kaldığımızda böyle değildin. Beraber vurulduk, elektrik yedik, dayak yedik. Bir canın sağ olsun demediğin kalmıştı." Dağdaki Sözlerini hatırlayıp kaşlarımı kaldırdım ve ekledim. "Ki onu da dedin."
"Arada fark var. Orada vatan söz konusuydu." Barut yaslandığı yerden bana bakıyordu. "Burada ne söz konusu? Badinin mutluluğu." Barut elindeki minderi yerine bırakırken söylenmeye devam ediyordu.
Çay hazır olduğunda sandalyeleri ile bahçeye toplanan ihtiyarların hepsine tek tek çay servisine başladık. Niyaz'da, bende elimizden gelenin en iyisini yapıyorduk. Ayağımın altından dolanan Aykız'ı kucağıma aldığımda kendini biraz sevdirip kucağımdan atlamıştı.
Akşama doğru kulübenin curcunası yeni başlıyordu. Herkes buraya toplanmıştı. Poşetini dolduran bana ve Niyaz'a işkence etmek için geliyordu. Kulübenin içini doldurmuştuk bile. Cihan, Emre, Memati, Miraç ve İmdat buranın kadrolu elemanlarıydı. Ardından Niyaz'ın kulübeyi üstüne yapayım diye devamlı söylendiği Remzi gelmişti. Ali, Emre ve Emir de yanındaydı. Onlarda yerlere attığımız minderlere oturduklarında kapı tekrar açılmıştı. İçeri giren Yasin ve Jankat ardından da Janset, Neris ve Adiyef vardı. Niyaz'ın kaş göz işareti yapmasına gerek kalmadan Ali'ler kızlara yer vermişti.
"Bulut abiler de geliyorlardı ama nasıl sığacağız?" Direkt bakışlarım Remzi döndüğünde "Galkmam abi ya. Biz geldik önce." Niyaz anında olaya el atarken ortalıkta yokken kaybettiğim otoriteme bir an üzülmedim değil. "Remzi.." Başımı sola atıp gözlerimi kapattım. Resmen ben yokken otoritem de kalmamıştı.
"Tamam abi ya sıkışırız. Sehpayı dışarı alalım zaten herkes bardağını elinde tutar. Çay da zaten balkonda semaverde duruyor." Cihan'ın mantıklı konuşmasını herkes başıyla onaylamıştı. Sessizce bakışlarım aldıkları poşetlere döndüğünde gözüme ilk çarpan şey iki kiloluk pirinçler olmuştu. Niyaz'ı dürtüp poşetleri gösterdiğimde iç çekti. Bulut'larda geldiğinde kadro tamamlanmıştı. Poyraz Jankat'tan video istemiş ve yarın geleceklerini söylemişti. Her yapılan şeyde video istediklerine emindim. Çay olduğunda üç bir yandan çay servisine başladık. Janset'e çayını verirken eğilip sessizce konuştum. "Defne nasıl?"
"Hiç konuşmadınız değil mi? İyi bugün gezdik baya bi." Sessizce başımla onu onayladığımda Janset gülmüştü. Onun salak saçma gülmesini umursamadan Neris'e ve Adiyef'e çaylarını uzattım. Bulut dikkatli bir şekilde beni izliyordu. "Elbruz abi yemek ne yediniz?"
"Yedik işte annemle Leyla teyze bir şeyler hazırlamıştı." diyerek Cihan'ın sorusunu yanıtladım. Cihan bakışlarını Remzilere çevirdiğinde Remziler anında konuşmaya başlamıştı. "Abi biz yemedik ya. Bize biy şeyley hazıylay mısınız?"
Niyaz başına geleceğini bilir gibi anında "Yeseydin Remzi." demişti. Yine de Ali tarafından poşet alınmış ve pirinç poşetleri ortaya çıkmıştı. Furkan pirinçleri sanki onlar getirmemiş gibi şaşkınlıkla bakmış "Aa abi pilav mı yapsak hep beraber?" diye sormuştu. Niyaz'a baktığımda o da kaçamayacağımızı çok iyi biliyordu.
Çaresizce başımızı pirinçlere çevirdiğimizde Ali pirinçleri Miraç'a vermişti. Sözde uzatılan kaseye dolduracaklardı, yersen. Memati paketin ağzını açıp kaseye doldururken pirinçlerin hepsini sözde yanlışlıkla yere dökmüştü. Gözlerimi kapatırken sol elimi burun kemiğime yasladım. "Abi çok özür dileriz."
"Eminim dilersiniz Memati. Eminim özür dilersiniz." Emre yalandan süpürgeyi aramaya başladığında kaçamayacağımızı anlayıp Emre'ye elimle otur işaret yaptım. "Otur Emre otur." Niyaz'la beraber pirinçleri tek tek toplamaya başladığımızda rahat rahat oturan Barut'un bacağına sertçe vurdum. "Topla lan sende bizimle."
"Kurt ilk kez seninle tanıştığım güne bu kadar sövüyorum biliyor musun?" Güldüm. "Seninle tanıştığım günün saatin dakikasını sikeyim." Gayet kısık sesle söylese duyulmuştu Barut'un küfürü. Herkes gülmeye başladığında Barut Jansetlere dönüp üçünden özür dilemişti.
Son bir saatimizi yerden tek tek pirinçleri toplamakla geçirmiştik. "Ulan askeriyede böyle şey görmedim. Bunu işkence olarak yazalım bence." Barut kendini yere bıraktığında bende kendimi yanına attım. "Abi biz kalkalım artık. Geç oldu." Neris'ler hareketlenip ayağa kalktıklarında anında Ali'ye döndüm. Ali demek istediğimi gayet net anlamıştı. Jankat'la beraber kalktıklarında bize doğru bakıp "Abi bizde kızları evlerine bırakalım." dedi. Başımla onu onaylayıp gitmelerine izin verdim. Geri kalan ekibin sabaha kadar tepemizde duracağına emindim. Nitekim de öyle olmuştu.
Sabah uyandığımızda resmen herkesle götle don gibi uyumuştuk. Niyaz ve ben yan yanayken Barut'un ayakları bize doğru dönüktü. Niyaz iki askerin arasında kaldığı için iyice büzülmüştü. Etrafta telefonumu arayıp bulduğumda kalkıp balkona çıktım. Telefonumdan direkt Defne'nin numarasını bulup aradım. Telefon açıldığında ilk başta ses gelmese de sonrasında özlediğim sesi duymuştum. "Sevgilim.. Odaya geçiyordum ondan konuşamadım."
Kokusu burnumda tütüyordu. Şuan burada olması için nelerimi vermezdim. Derin bir nefes alıp "Güzelim günaydın. Yeni uyandım bende şimdi kulübeyi ahıra çeviren şahısları uyandıracağım. Sen ne yapıyorsun anlat bakalım." Defne onaylayıp heyecanlı sesiyle bıcır bıcır anlatmaya başlamıştı. "Sabah uyandığımız gibi işte kahvaltı yaptık. Birazdan Melek'le beraber dışarı çıkacağız. Alacağımız birkaç şey varmış annen söylemiş. Melek'in gelmesini bekliyorum."
Annem bahsetmişti. Gelinine onun seçeceği bir şeyler almak istiyordu. O yüzden çarşıya götürüp onun için takı bakacaklardı. "Ne güzel. Keşke yanında olsam Defne ya. Çok özledim kızım seni." Defne'nin kahkahası kulaklarıma dolduğunda bende güldüm. "Zorluyorlar mı sizi?" Janset'in ona anlatacağından emindim ama sırf daha fazla konuşmak için çabalıyorduk. "Hayır tabii ki. Asıl parti bugün. Poyraz timi gelecek. Onlar canıma okur işte. Malum komutanlarına işkence fırsatı doğmuşken kaçırmazlar. Düğün günü de zaten ben kulübede olacağım."
"Anneannen bana bilezik almış. Konuşturma hediyesiymiş Melek anlatmıştı." Şaşkınlıkla kaşlarım havalandığında yüzüme bir gülüş yerleşmişti. Demek ki adetlere başlamıştı. İşte benim kızım. Şimdiden benim geleneklerime uygun davranmaya çalışıyordu. "Sen şimdiden bilezikle konuşturma hediyesine başladıysan işimiz yaş be güzelim." İçeriden kımıldanmalar başladığında hemen arkamdaki camdan içeriye kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm.
"Kapatmam gerekiyor, dikkatli olun. Yarın zaten düğünümüz var. Yarın gece görüşeceğiz." Defne mutsuz bir mırıltıyla beni onaylamıştı. Telefonu kapattığımda içeri girip sırayla hepsinin kıçına tekme atarak uyandırdım. "Koğuş kalk!" Yerde uyuyan Cihan ve Miraç daha ilk vurduğumda uyanmıştı zaten ama hepsinin uyanması benim bağırmamla olmuştu. "Manyak herif! Askeriye mi burası ruh hastası herif!" Niyaz'ın bağırışını umursamadan Barut'a baktım. Gerinerek yataktan kalkmıştı. Böyle uyandırılmaya alışıktı o yüzden hiç umursamıyordu.
Herkesi kaldırdığım gibi evlerine postalamaya başladım. "Gidin lan artık el insaf. Salın bizi. Daha ortalığı toparlayacağız." Cihan da kalkıp uykulu uykulu gözleriyle bize bakıyordu. Hepsini zar zor kaldırıp evlerine postaladım. Onları postaladıktan sonra ortalığı toparlamaya başladım. Niyaz çay koyuyordu. Ortalağı toparlayıp kahvaltı yapacaktık. Kulübenin içine şöyle bir bakış attım. İçerisi resmen ağırdan halliceydi. Dün temizlediğimiz kulübeyi bugün gerçekten temizlemek zorundaydık.
Akşama kadar rahat rahat oturmuştuk. Akşam ise poyraz timi gelmişti. Yine on beş, yirmi kişi kulübeye sığışmıştık. Fatih gülerek "Komutanıma her şeyi yapabiliyor muyuz?" Ona baktım. "Fatih bence çok kaşınma. Bu işin bir de sonrası var."
"Komutanım ama bu adet değil mi? Yani bu böyle olmaz ama tehditle.." Göz devirip saçlarımı düzelttim. Barut hızlıca alınan şeylere göz gezdirdi. "Buldum." Poşetten çıkardığı donmuş bezelyeleri gösterdi. Bakışlarım bezelyeleri bulduğunda Barut'un aklına gelen şeyi anlamıştım. "Barut saçmalama."
"Hadi Kurt. Yaparsın sen." Poyraz da gelecek olan şeyin farkındaydı. "Komutanım sen yaparsın ya." Hakan gülerken geri kalanı da ona uymuştu. Barut hızlıca bezelyeleri yere döktü. "Asker. Şınav pozisyonu al!" Barut'un emrine göz devirip derin bir nefes aldım. Bezelyelerin üstüne doğru durup şınav poziyonu aldığımda Niyaz da izlemeye başladı.
"Bir!" Ellerim soğuktan donuyordu. Fatih telefonunu çıkarıp video almaya başladı. Bezelyeler canımı acıtmaktan çok canımı sıkıyordu. "İki!" Bunun böyle bitmeyeceğini biliyordum. Hızlanmaya başladım. İçimden saydığımda kırka kadar gelmiştim yine de Barut yüksek perdeden sesi ile "Kaç oldu asker?!" diyerek bana sorduğunda cevabı gayet net biliyordum. Aynı şekilde yüksek perdeden "Bir!" dedim.
Barut cevabımdan memnundu. "Devam!" Bezelyeler bir süre sonra benim bedenimin sıcaklığıyla ısınmaya başlamıştı ve ezilmeye başlamıştı. Barut beni durdurup kaldırdı ve yeni bezelyeler döktü. "Devam asker." Bir an bile durmadan şınav çekmeye devam ettim.
🩺
Bugün düğün günüydü. Sonunda bugün Defne'yi görebilecektim. Sabahtan etrafı toparladık. Kimse uyanmadan Barut'la beraber eve gidip duş alıp geri kulübeye gitmiştim. Niyaz da evine gidip duş almıştı.
Furkan sabahtan şauape evine gelmişti. "Gelini almaya dört gibi gidiyoruz abi." Başımla Furkan'ı onayladım. "Canbolat burada akşam akordiyonu o çalacak zaten." Niyaz, bana bakıp "Traş olacak mısın?" diye sordu. Elimi sakallarıma götürüp sıvazladım. Defne'nin sakallarımı sevdiğini biliyordum. O yüzden gece onu böyle karşılamak istiyordum. "Olmayacağım, böyle kalsın."
Kahvaltımızı yaparken kapı çalmıştı. Kalkıp kapıyı açtım. Jankat elindeki kafkas kıyafetim ve ayakkabılarımla bana bakıyordu. "Günaydın abi."
"Günaydın." Jankat içeri geçerken benim kıyafetim dışında Barut'un takımı ve Niyaz'ın kafkas kıyafetini alıp getirmişti. "Kıyafetlerinizi getirdim. Bende eve gidip hazırlanacağım. Düğün hazırlıkları da tamam."
"Yengen için bir yer ayarlayın. O, düğünü izlesin." Jankat gülümseyerek beni onaylamıştı. "Merak etme abi, en sevdiği renkten ona bir köşe yaptık. En iyi yer onun, ailesini de onun yakınlarına alacağız." Kartım kardeşimdeydi. Ona kartımı işaret edip "Git her zaman aldığım yerden mavi güller al. Süslemeye ekleyin. Dün sipariş etmiştim." Jankat beni onaylamıştı. O gittikten sonra üçe kadar daha insaflı bir gün geçiriyorduk. Herkes benim düğün hazırlıklarımla uğraşıyordu. Bende yavaştan giyinmeye başladım. "Niyaz, Defne geldiğinde görmek istiyorum."
"Oldu, çıkalım ve yakalanalım değil mi? Dayak yemek istemiyorum" Göz devirip derin bir nefes aldım. "Valla istersen gel istersen gelme. Ben çıkacağım." Telefonumu alıp biri bir şey paylaşmış mı diye baktığımda Janset'in anneannemin evinden attığı fotoğrafı görmüştüm. Janset mavi bir çerkes elbisesi giyiyordu. "Janset çok güzel olmuş." Fotoğrafı Niyaz'a gösterdim. "Rusya'dan yaptırmıştınız değil mi kıyafetleri?" Başımla onayladım. "Defne biliyor mu? Gelinliğinin sevgili olduktan iki hafta sonra siparişinin verildiğini?" Güldüm. Defne bilmese de ben onun için gelinliğini sevgili olduktan hemen sonra Rusya'daki büyük dayıma yaptırtmıştım. Defne'yle evleneceğimi biliyordum. Onu kaybetmeye hiç tahammülüm yoktu.
"Selamın aleyküm dayı?"
"Ooo Ve aleyküm selam yeğenim, nasılsın?"
"Çok şükür iyiyim dayı. Dayı orada geleneksek kıyafet yaptırmak ne kadar patlar bize?" Sağ elimi belime yaslayıp dayımın cevabını bekliyordum.
"Biraz pahalıya patlar yeğenim ama hallederiz. Sen beden ölçülerini gönder." Sanki o görüyormuş gibi başımla onayladıktan sonra derin bir nefes alıp konuştum. "Şimdi şöyle yapalım dayı. Janset sana renk ve bedenleri göndersin. Siz aranızda halledin. Ödemede ben devreye gireyim."
"Tamam yeğenim. Ben Janset'le konuşayım."
"Bilmiyor. Gözü korkar diye söyleyemedim." Niyaz benim bu cümleme kahkaha atmıştı. "Bugün söylersin artık." Sessizce onayladım. Defne'ye mesaj atsam da tahmin ettiğim gibi bakmamıştı. Niyaz benim üstümü düzeltirken Miraç aramıştı. "Abi selamın aleyküm."
"Aleyküm selam Miraç." Niyaz telefonunu hoparlöre almıştı. "Abi arabalara iki bayrak asıyoruz değil mi?" Niyaz bana baktığında telefona yaklaşıp "Evet bir tarafa Çerkez bayrağı diğer tarafa Türk bayrağı asılacak."
"Abi senin askerler arabaya G3 koyalım diyorlar." Kendimi tutamayıp güldüğümde Niyaz'da gülüyordu. "Saçmalamasınlar. Kuzey komutanla kızarız onlara."
"Gelin arabasının önüne mavi gül yerleştirdik istediğin gibi. Arabada Jankat'la Altan abi duracak. Janset, yenge ve kardeşini de alacağız zaten."
"Tamam. Barut orada olacaksa iyi. Size güveniyorum. Kızı almadan gelmeyin." Telefon kapandığında sessizce çay hazırlığı yaptım. Bir süre sonra köyden yükselen korna sesleri gelin almaya çıktıklarını anlamıştım. Niyaz sırtıma vurduğunda ona baktım. "Hadi bakalım geliyor gelin hanım."
Derin bir nefes aldım. Hadi hayırlısı...
🩺
Başımın üstünde sabitlenen duvağıma bakıp saçlarımın bozulmaması için kontrol ettim. Gerildim, yüzüğümü düzeltip ayağa kalktım. Tek tek ailemle fotoğraf çekinmiştim. Janset arayıp yola çıktıklarını söylemişti. "On beş, yirmi dakika sonra buraya gelirler." Gelin çiçeğimi aldığımda babam yaklaşıp duvağımı düzeltti ve alnımdan öptü.
Araba sesleri gelmeye başladığında Defin camdan dışarıya baktı. "Geldiler." Kapı çaldığında gelenlerin arasında Elbruz'un olmadığını biliyordum. Ali kapıyı açtığında beraber kapıya ilerlemeye başladık. Aşağıdan akordiyon sesi geliyordu. Annemler artık beni evden çıkarmaktan sıkılmışlardı. Bulut göz devirip "Git artık ya. Bu kaçıncı evden çıkman." Damla teyzem anında Bulut'un kafasına vurdu. Birde benim için vur teyzem.
Ben apartmandan çıkarken Elbruz'un anneannesinin bütün komşuları cama çıkmışlardı. Sessizce ilerlerken Melek'in giydiği benim gelinliğime çok benzeyen mavi elbisesine baktım. "Çok güzel olmuşsun."
"Yengem senin ışıltını geçemem ki. Çok güzelsin." Dua edileceğinde apartmanın önünde ellerimizi açıp beklemeye başladım. Ahmet amca duaya başladığında sessizce içimden amin diyordum. Akordiyon dua bittiği gibi tekrardan çalınmaya başladığında Melek ortaya geçip Miraç ile oynamaya başlamıştı. Onları izlerken Elif teyze elimdeki çiçeği alıp beni ortaya itmişti. Melek'ten gördüğüm kadarıyla hareket etmeye başladım. Etrafımda dönüp oynamaya devam ettim.
Bir süre sonra arabaya bindiğimizde Defin ve Melek benim iki yanıma binmişti. Mert gülümseyerek "Abim seni çok merak ediyor. Bir an önce seni görmek istiyor." Kornalar çalmaya başladığında Mert yüksek sesle bir şarkı açmıştı. Defin anında Melek'e dönüp "Bu müzik ne?" diye sormuştu.
"Şeşen." Mert hızla önlerinden giden arabaya baktı. "Furkan abi müjdeyi vermeye gidiyor." Yanımızdan hızlıca geçen arabaya baktım. Defin de benim gibi arabaya bakıyordu. "Diğer araba kimin?" Defin'in sorusuna Mert arabanın plakasına bakıp "Neris'le Adiyef olmalı." demişti. Sessizce yolu izlemeye başladım. Elbruz'un köyü anneannesinin evine sadece yirmi dakikaydı. Kız alma ve konvoy olayını sevmiyordum aslında ama onun için buna katlanabilirdim. Araba köye yaklaştığında Mert camları açmıştı. Defin köyü ilk kez görüyordu. "Bak burası köy konağıymış."
Köye girdiğimizde etrafa bakarken ağaçların arasında Elbruz'u görmüştüm. Fark edilmeyeceğini sanmıştı ama ben onu görmüştüm. Elbruz'un evine geldiğimizde kapı açılmıştı. Mert arabayı park edip kapımı açtı, önden Melek indiğinde benim de inmemi bekliyorlardı. Arabadan indiğimde içeri doğru ilerledim. Elbruzların adetine uygun davranmak için sessiz duruyordum. Melek'e yaklaşıp fısıldadım. "Burada böyle duracak mıyım?"
"Büyükler bi hayırlı olsun demeye gelirler. Sonra otururuz işte." Sessizce onu onaylayıp ayakta dikilmeye başlamıştım. Bir süre sonra eve hayırlı olsun demek için büyükler gelmişti. Düğün başladığında sessizce evden çıktım. "Yenge düğün alanına gidelim hadi." Mert ile birlikte düğün için köy konağında yürümeye başlamıştık. Saat neredeyse akşam dokuz olmuştu.
Herkes konağa toplanmıştı. Benim ailem de yerini almıştı. Mert beni yavaşça benim için özenle yapıldığı belli olan mavi güllerle süslenmiş yere geçmiştim. Defin benim yanımdaki sandalyeye oturduğunda gülümseyip etrafa baktım.
Düğün başladığında düğünün sonuna kadar orada durmayacağım için dikkatle izlemeye başladım. Kızların sırasına baktığımda Neris'in bakışlarının konağın girişine odaklandığını gördüm. Başımı eğip girişe baktığımda yeşil yarım kapıdan içeri giren üç, beş kişiye baktım. İçeri giren gençler Miraç'la selamlamış ardından düğün sahibi olan Ahmet amcalarla selamlaşmışlardı. Neris'e baktığımda gerildiğini fark etmemek imkansızdı. Bakışlarım hemen yanındaki kuzeni Adiyef'e kaydı. Kıkır kıkır gülüyordu. Erkeklerin tarafına ilerleyen gençlere biraz dikkatli baktığımda siyah gömlekli, siyah pantolonlu çocuğun Neris'e kaçamak bir bakış attığını ve güldüğünü görmüştüm.
Yarım saat sonra tekrardan konağın bahçesine giren heybetli bedene baktım. Neris saniyelik olarak Adiyef'i dürtmüş ve giren oğlanı göstermişti. Niyaz ve Elbruz burada değildi. Miraç oynamak için ortaya çıktığında başıyla birini işaret etmişti. Kızlara doğru baktığımda Neris sanki işareti biliyormuş gibi ortaya çıkıp dönmeye başlamıştı. "Defin Barut sana bakıyor."
"Bakmasın." Defin'e baktığımda bakışlarını kaçırdığını görmüştüm. Barut dikkatli bir şekilde Defin'e bakıyordu. Birbirlerinden hoşlanıyorlar mı bilmiyorum ama Barut'un Defin'e olan sevdası Karadeniz'e bedeldi. Defin kaçıyordu ama bir gün ona izin verecekti. "Telefonumu verir misin?" Defin annemden aldığı telefonumu bana verdiğinde telefonumu alıp Elbruz'dan mesaj var mı diye baktım.
Komutan; Çok güzel olmuşsun. Yanında olmak için nelerimi vermezdim.
Gülümsedim. Beni gördüğünü biliyordum. Melek yanıma yaklaşıp eğildiğinde "Yenge sende oynamak ister misin?" diye sormuştu. Onu onaylayıp telefonumu Defin'e verdim. "Video alır mısın beni?" Defin telefonumu alıp onaylarken Melek'in yardımıyla ortaya çıkıp Melek'ten öğrendiğim kadarıyla şeşen oynamaya başladım. Karşımda Memati vardı. Ben keseceklerini düşünürken Emre, Memati'yi kesmiş ve benimle oynamaya başlamıştı. Sonra Furkan, Cihan, Ali ve en sonunda ise Miraç. Sırasıyla herkesle tek tek oynamıştım. Yorulsam da onlar bırakmadan bende bırakmadım. Benim gelinliğimin aksine onların gelinliği ile hareket etmek daha kolaydı. Duvağımı da çıkarmıştım. Yağmur atıştırsa da onlar durmadı ben hiç durmadım. En sonunda Miraç beni yerime bıraktığında Melek düşmemem için sıkıca tutmuştu.
Buradaki düğünümüz gece saat ikide bitmişti. Tek tek bütün misafirlerin gitmesini beklemiş ardından da kalan gençleri izlemiştim. Mert yanıma geldiğinde bana eğilip konuşmuştu. "Yenge seni eve götüreyim. Damat çıkaracaklar sonra zaten abim de gelecek." Onu onaylayıp eve döndük. Bir süre sonra gelen akordiyon sesi Elbruz'ların geldiğini gösteriyordu. Melek telefonuna gelen mesajı bana gösterip "Abim seninle şeşen oynamak istiyormuş." demişti. Düğünde benim oynarken çektiğimiz videoyu Defin anında Elbruz'a göndermişti. Gençler bahçeye toplandığında kızlar bir yerde sıraya girmişti. Erkekler açıldığında Elbruz da onların geleneksel kıyafetini giymişti. Gülümseyip onun çıkmasını bekledim. O çıktığında biraz bekleyip bende çıktım. Melek'in bana öğrettiği gibi sadece süzülüyordum. Güzel görünmesi için kendimi çok kasmadan ondan kaçıyordum.
Elbruz'a baktığımda gördüğüm mavi gözler kız istememde gördüğüm gözlerdi. O çelik mavisi gözler evin nerede olduğunu gösteriyor. Benim güvenli evim. Bana saf aşk ile bakıyordu. Elbruz kendi özüne döndüğünde daha bir asil görünüyordu. Onu ilk kez üniformayla tanımıştım şimdi ise kendi kültüründe onu tanıyordum ve ikisine de tapabilirim. Elbruz'dan gözlerimi çekmeden oynamaya devam ettim. Dudaklarında belli olmasa da bakışlarında bir gülümseme vardı. Kimseye belli etmiyordu ama aşırı mutluydu.
Onların kültürüne bu kadar hızlı uyum sağlayacağımı düşünmemişti. Ama ben kendimi bile şaşırtarak hızlıca adapte olmuştum. Orada öyle ne kadar oynadık bilmiyorum ama Elbruz beni yerime bırakırken elime bir mavi gül tutuşturmuştu. Elimdeki mavi güle bakarken Melek diğer elime anahtarı vermişti. Önce Melek'e ardından da anahtara baktım. "Abimin evinin anahtarı. Altınları paraları da annem eve bırakmış zaten. Gece biz buradayız ama annemler Konya'da kalacak." Melek’e sarıldım. Defin'le beraber eve girdik. Defin kendini koltuğa atarken bana bakıp "Resmen evlendin. Artık bir Kurt'sun." Önüme gelen saçımı geriye ittim. "Bakarsın sende bir gün Barut olmuşsun Defin." Koltukta oturan kardeşim memnuniyetsiz bir ifadeyle bana baktığında güldüm. "O sarışın kimdi? Hani şu sırada durup sana öldürücü bakışlar atan?"
"Adı tuhaf bir şeydi hatırlamıyorum ama Elbruz'a yürüyordu." Defin anladığını belli ederek "Haa. Demek ki o yüzden bu kadar memnuniyetsizdi." demişti. "O değil de adetleri amma tuhafmış. Annesi konuş diye sana ne verdi?" Elif anne konuşmam için bana altın bir yüzük almıştı. Bakışlarımı kaçırıp "Yüzük." dedim. Defin gülerek "Bulut biz susalım diye yapar onu." demişti. Defin ayaklandığında ona bakıp "Gidiyor musun?" diye sordum. Defin göz devirip "İstersen aranıza al beni. Ruh hastası tabii gidiyorum." demişti. Derin bir nefes aldım. İster istemez gerilmiştim. Üstümdeki gelinliğin verdiği bir utangaçlık mıydı bilmiyorum ama çok utanıyordum. Defin benim utandığımı anlayıp önüme dikildi. "Gerilme. Mutlu olacaksın. Sana değil de damada güveniyorum." Kollarını bana saran kardeşime gülümsedim ve sarıldım.
O çıktıktan birkaç dakika sonra kapı açılmıştı. Sanırım kocam geldi. Benim kocam... Söylemesi bile mutlu ediyor.
🩺
Eve girdiğimde duyduğum titrek nefes sesi Defne'ye aitti. Kapıyı kapatırken gülümsedim. Botlarımı çıkarıp kenara koydum ve oturma odasına doğru ilerledim. Defne cama yakın bir konumda ayakta duruyordu. Gerilmişti yüzüne ay ışığı vuruyordu ve yan profilinden gördüğüm kadarıyla kusursuz görünüyordu.
Defne'ye diğer gelinliği de yakışmıştı ama bu gelinliği.. Kusursuzdu. Defne bunun içinde benim gibiydi. Benim memleketim, benim dilim, benim toprağım... Defne bunun içinde tamamiyle benim gibiydi. Yaklaşıp karşısına geçtiğimde bütün odağını bana çevirmişti. Yüzüklerinin takılı olduğu sol elini tutup bir öpücük kondurdum.
"Sevgili olduğumuz hafta sipariş etmiştim gelinliği. Sana yakışacağına oldukça emindim ama üzerinde görmek... Kusursuzsun Defne. Benimsin." Defne'nin kaşları çatılmıştı. Büyük ihtimalle gelinlik hakkındaki itirafıma şaşırmıştı. Sessizce gözlerimin içine bakıyordu. Kravatımı çıkarıp koltuğun üstüne doğru attım. "Defne Kurt.. Yakıştı." Elini tutup nazikçe koltuğa yönlendirdim. Bana uyup koltuğa oturduğunda saçları arasındaki duvağı çıkardım. Ceketimi çıkarıp koltuğa bırakırken ona yaklaşıp yanağını okşadım.
Defne Mutlu olarak başladığı hayatı Defne Kurt olarak tamamlayacağım. Bunun mutluluğu bile beni deli ediyor.
🩺
Düğünden birkaç gün sonra
Santorini, Yunanistan
Santorini.. Merak ettiğim yerlerden birine eşimle beraber gelmiş olmak mutlu ediyordu. Hava harikaydı. Atina'dan adaya geldiğimizde Elbruz valizimi alıp elimi sıkıca kavradı. "Otele nasıl gideceğiz?" Elbruz sorumu beklemiyormuş gibi sorumu tekrarladı. "Otel mi?" Olduğum yerde durup ona baktım. "Otel ayarlamadın mı?" Elbruz telefonunu çıkarıp bir şeyler yapmaya başladı. "Gerçekten otel ayarlamadın mı Elbruz?"
"Can amcan, ben halledeceğim dedi. Bizi bir araç karşılayacaktı ve kalacağımız yere götürecekti." Kaşlarımı çattım. Amcamın burada benim bilmediğim bir tanıdığı falan mı vardı? Havaalanından çıktığımız gibi karşımızda bir araba vardı. Eski klasiklerden bir arabaydı ve şoförü olduğunu düşündüğüm takım elbiseli adam elinde bizim adımızın yazılı olduğu bir kağıt tutuyordu. "Demek ki varmış.."
"Bir şey mi dedin sevgilim?" Başımı salladım. Önemsiz detaylara boğulmak istemiyorum. Özellikle yeni doğmaya başlayan güneşi kaçırmak da istemiyorum. Elbruz'la beraber arabaya ilerlediğimizde şoför anına kocamın diğer elindeki valizleri alıp bagaja yerleştirmeye başladı. Biz ise arabadaki yerimizi aldık. Elbruz telefonundan kahvaltı yapabileceğimiz mekanları araştırıyordu. Arka koltuğa genişçe yayılmıştı. Omzuna yatıp onun ekranına baktım. "Bak burayı çok öneren olmuş. Ne dersin?" Omuz silktim. Şu an her yer bana uyar.
Araç hareket etmeye başladığında merakıma yenik düşüp şoföre baktım. "Where are we going?" Elbruz benim soruma gülüp elimi sıkıtı. "Ne o kaçırılırız diye korktun mu?" Ona bakıp yalandan kahkaha attım. "Espri yeteneğinin bu kısmını Bulut'tan aldın sanırım. Keşke aldığın yerde bıraksaydın." Şoföre baktığımda adamın cevap vermemesi sinirlerimi hoplattı. Adam sanki inadına cevap vermiyor gibiydi. Gözlerimi aynadan çevirmeden kocama seslendim. "Bana bak bu konuşmuyor. Can amcamın ayarladığına emin miyiz?"
Elbruz benim aksime gayet sakindi. Başını kaldırıp etrafa baktı ve bana döndü. "Kızım saçmalama bizi kim kaçıracak? Üstelik ada burası, nereye kaçırabilirler?" Haklı sayılırdı. Kim bizi kaçırabilir ki? Yanımdaki adam asker sonuçta. "Tamam işte ya adada zorla tutarlarsa?" Elbruz'un bakışlarında tek bir cümle vardı. 'Sen ciddi misin?'
Beni göğsüne çekip yatırdı. Kollarıyla bedenimi sıkıca kavradı. "Bu komplo teorilerini bir kenara bırak ve balayımızın tadını çıkar. Kimse sana dokunamaz. Dokunmaya kalkanı içinde bulunduğu adayla beraber yakarım." Yapardı. Kolay kolay sinirlenmiyordu belki ama sinirli hali korkutucuydu. Yine de onunla uğraşmaktan zevk alıyorum. "He he yaparsın. Sen daha benum içun findikluk yakamazsın." Elbruz bedenini biraz geri çekti. Büyük ihtimalle bana bakmaya çalışıyordu. "Ben sana diyorum ada, sen bana diyorsun findikluk." Beni taklit etmesi komik gelmişti. Gülmeden duramadım.
Hoş evlendik evleneli gülmemi durduramıyorum. Resmen Defne Kurt Mutlu oldum. Bu kısma eksik tek bir kısım var o da TUS ile gelecek. Uzun süre düşünmemin sonucunda kararımı verdim. Umarım bu kararımdan pişman olmam. Neyse ki daha sınava çalışmam gerekiyor yani daha vaktim var.
Araba durduğunda Elbruz'un göğsünden kalkıp arabadan indim. Şoför iki valizimizi indirip kapıya kadar götürdü. Elbruz yanımda dikildiğinde elimi sıkıca kavradı. Beraber kapının önüne geldiğimizde şifreli kapı olduğunu fark ettim. Elbruz sanki bunu önceden biliyormuş gibi şifreyi girip kapıyı açtı. Ona baktığımda geçmem için içeriyi gösterdi. "Can amcam.." Onayladı.
İçeri girip etrafa bakmaya başladım. İki kişilik kocaman yatak, manzaraya bakıyordu. Giriş kapısının hemen yanında büyük bir dolap vardı. Televizyon bile vardı ama bizi pek ilgilendirmiyordu. Mini barın içi içkilerle doluydu. Her yerin beyaz, mavi dokusu kaldığımız yerin iç renklerini de oluşturuyordu. Yeni serildiği belli olan nevresimler bebek mavisi rengindeydi. Adımlayıp banyoya geçtiğimde ikili lavabo ve büyük ayna güzel görünüyordu. Banyonun bir köşesinde iki kişinin rahatlıkla sığabileceği bir duşakabin vardı ama asıl güzel olan hemen manzaranın önünde konumlandırılmış mavi küvetti.
"Sevdin mi?" Arkamdan gelen ses ile dönüp ona baktım. Gülümseyip onayladım. "Gel bahçeye bakalım." Uzattığı elini tutup onunla beraber yatağın hemen karşısındaki kapıdan bahçeye çıktık. Havuz tıpkı o tatil fotoğraflarındaki gibiydi. Hemen kapının solunda küçük bir masa ve sandalyeler duruyordu. Sağında ise bütün manzarayı görebilecek şekilde bir hamak duruyordu. "Çok güzel.." Elbruz arkamdan belimi sıkıca kavrayıp bedenimi kendine yaklaştırdı. Burnunu boynumda hissettiğimde gözlerimi kapatıp ana bıraktım. "Kahvaltımızı burada yapalım mı?" Onayladım. Elbruz geri çekilirken bana bakıp otelin oda servisini aradı. "Havuza olacak şekilde kahvaltı istiyoruz. İçecek.." Elimle karıştırdığımda Elbruz gülümseyip "Çay." dedi. Telefonu kapattığında bana bakıp havuzu gösterdi. "Hadi bikinini giy de beraber vakit geçirelim."
İçeri girip valizimi açtım. İçinden bikinilerimi çıkarırken üstümdeki crobu çıkarıp köşedeki koltuğa attım. Ben altımdaki şortu çıkarırken Elbruz arkama geçip bikini üstümü bağlamaya başladı. Saçlarımı toplayıp ona baktım. O da tişörtünü çıkarıp altındaki şortu değiştirdi.
Beraber havuza geçtiğimizde odamızın diğer odalara göre yüksekte olması dikkatimden kaçmadı. Diğer odalara kıyasla biraz daha fazla mahremiyet sağlıyordu. Elbruz oda servisinin getirdiği kahvaltıyı karşılarken bende havuzun en ucuna gidip manzarayı izlemeye başladım. Santorini'de diğer yazları bilemem ama bu yaz aşırı güzel geliyordu. Ağustos ayının başlaması ile hava biraz daha iyiydi. Bütün bir yazımızın evlilik hazırlıkları, hastane ve düğün arasında geçtiğini düşünecek olursak Elbruz'un görevi öncesi bu balayı ikimizin ihtiyacı olan tek şeydi. Aileler yok. Poyrazın ani baskınları yok. Sadece Elbruz ve ben..
"Defne aç bakayım ağzını." Arkamı döndüğüm gibi ağzıma peynir tıktı. Ağzıma tıktığı peyniri yerken zeytinlere uzandım. "Ne düşünüyordun anlat bakalım?" Gülümsedim. Çayımdan bir yudum alıp ona baktım. "Dikkatimizi dağıtan kimse yokken ne kadar güzeliz diye düşünüyordum." Elbruz da gülümseyip belimi sardı. Birkaç gün önce iznimiz bile net değilken Barut sayesinde balayı yapabiliyorduk.
"Tam bir su kadınısın değil mi?" Kahkaha attım. Son yarım saati havuzda sallana sallana kahvaltı yapmaya harcadık. Ve ikimizde hayatı böyle yavaştan almaya alışık değildik. "Evlendiğin kadını Çanakkale'den seçersen böyle olur kocacığım. Ben suyu severim, yeşilliği severim." Elbruz belimi okşarken "Buruş buruş olacaksın göreceğim seni." dedi. Elimi hızlıca suya vurup ona sıçrattım. "Ben buruş buruş olsam sevmeyecek misin beni? Paşa paşa seveceksin. O yüzden sende benimle beraber buruşuyorsun." Güldüğünü görebiliyordum. Tepsiyi tutarak havuzdan çıktım. Arkamdan geldiğini biliyordum.
"Nereyi geziyoruz bugün?" Elbruz beni gözleriyle resmen yemişti. Şu an üzerimde bikinilerim olmasına rağmen kendimi çıplak hissediyorum. "Bence hiç çıkmayalım." Umursamadan arkamı dönüp odaya girdim. Valizden giyeceklerimi çıkarırken ona bakmadım. Çünkü bakarsam iş yatakta bitecekti. "Bence sen akşama kadar sabredebilirsin." Arkamda mızırdandığını duysam da gardımı düşürmedim. Ona kalırsa odadan çıkmayacağız belli ki. Ben üstümü giyinirken o da pes edip üstünü değiştirdi. "Oia kalesine gidelim. Kahve falan da alırız ama sen güneş kremi sürüyorsun."
Bana uzattığı güneş kremini alıp sürmeye başladım. "Babam mı söyledi?" Onayladı. Bronz tenden nefret ediyorum ama güneş kremi kullanmayı unutuyorum. Neyse ki hafif bronz teni severim. Sandaletlerimi giyip saçlarımı düzelttim. "Biraz makyaj mı yapsam?" Aynada kendime bakarken Elbruz eğilip kapıdan bana baktı. "Gerek yok ama sen bilirsin." Aynaya yaklaşıp çillerime bakmaya başladım. "Çillerim çok mu kötü duruyor? En azından onları kapatayım bari." Elime aldığım kapatıcı Elbruz tarafından elimden çekilmişti. Beni kollarının arasına alıp bakışlarını çillerime indirdi. Parmağının ucuyla çillerimi okşadığında gözlerimi huzurla kapattım.
"Sana kusur gibi geliyor ama ben yüzündeki elli iki çili de ayrı ayrı seviyorum. Kapatmandan da rahatsız oluyorum ama eğer için rahat edecekse o kadar belirgin değiller." Elli iki mi? Tek tek saymış mıydı? "Evet saydım. En son düğün gecemizde, kollarım arasında huzurla uyurken.." Geceyi hatırladığımda dudaklarım keyifle yukarı kıvrıldı. Gülümserken parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. Elbruz bunu yapmamı bekliyormuş gibi anında bana karşılık verirken yanağımdaki eli anında kalçama inmişti. Kocaman avcuyla kalçamı kavrayıp sıktığında onun işaretini anlayıp kucağına zıpladım. Kucağında beni tutarken bacaklarımı beline dolamamı sağladı. Biraz düşündüm de bence kaleyi yarın da gezebiliriz.
🩺
Yatakta döndüğüm gibi Defne'nin belini sarmaya çalıştım. Gözlerimi araladığımda yanım boştu. Yatakta hafif doğrulup etrafa baktım. Güneş yeni batıyordu. Yol yorgunluğumuza uyumak iyi gelmişti. Gözlerimi ovalayıp örtüyü kenara ittim ve yataktan kalktım. Yerdeki iç çamaşırımı alıp giydiğimde odada gözümle Defne'yi arıyordum.
Banyoya ilerlediğimde gözüm geniş küvette keyif yapan Defne'ye odaklandı. Sırtı bana dönüktü. Kenarda şarap şişesi vardı. Sırtını küvete yaslamış manzaraya karşı elindeki kadehi yudumluyordu. "İnadı bırak yanıma yanaşıver artık.." Kadehi elinde tutarken diğer eliyle suyla oynuyordu. Kesinlikle su insanıydı. Defne suda resmen yaşayabilirdi. "Batacağımız kadar aşkın içine battık.." Suyun rengi en sevdiği renkti. Küvetin aksine daha koyu mavi. İçeride yatağımızın üzerine serpilen beyaz gül yapraklarını toparlayıp banyoya döndüm. Sessizce arkasından yaklaşıp başından aşağıya avcumdaki beyaz gül yapraklarını döktüm.
Defne gül yaprakları yüzünden irkilip arkasını dönerken bende iç çamaşırımı çıkarıp yanına girdim. Su ılıktı. "Bensiz küvette keyif yapıyorsun demek doktor?" Köşedeki kadehi alıp kendime de şarap doldurdum. "Kasıklarım ağrıyınca dayanamadım komutan." Güldüm. Onu kucağıma çektiğimde itiraz etmeden kucağıma yerleşti. Saçları yine topuzdu. "Canını yaktığımı bilmiyordum." Kadehimden bir yudum alırken onun önüne gelen bebek saçlarını geriye ittim. Başını salladı. "Çok acımadı. Sadece yorgun olduğunu düşündüğüm için uyandırmadım." Defne’nin boynunda minik minik izler vardı. Boynundaki izleri okşayıp gülümsedim. “Çok güzelsin. Acaba geçmiş hayatımda hangi görevi üstlendim de bu, Tanrı’nın beni senin kadar güzel bir melekle ödüllendirmesine neden oldu?” Defne elindeki kadehi bırakıp eline köpük aldı. Bana dönüp köpüğü yüzüme üfledi. Gülümsedi.
“Döndüğümüzde iki hafta sonra göreve gideceksin.” Yüzü düştü. “Gitmeni istemiyorum.” Mecbur olduğumu söylememe izin vermedi. Beni öpüp susturdu. “Gitmek zorunda olduğunu biliyorum Elbruz. Açıklamak zorunda değilsin. Sadece dikkatli ol olur mu?” Onaylayıp gülümsedim. Bunu ilk kez hissediyorum. Evde seni bekleyen birinin olması.. Saçlarını okşayıp başından öptüm. Defne kucağımda keyifli keyifli otururken onu izlemeye başladım. Köpüklerle oynuyor vücudunu yıkıyordu. “Aşk denilen buymuş. Çok ciddi bir duyguymuş. Ona inanların hali maalesef buymuş.” Gülümsedim. Kadehime dudaklarını uzattığında dudağına yaslayıp içmesini bekledim. Defne yudumlayıp tekrardan manzaraya döndü.
Aşk denilen buymuş. Defne gerçekten de aşkın ta kendisiymiş. Ve ben bu kadın için her gün, her ay, daha doğrusu her anımı ona feda etmek için harcarım. Sonucu ne olursa olsun Defne için yapamayacağım hiçbir şey yoktu.
Bölüm sonu
Düğün, evlilik derken bütün her şey bitti. Artık göreve odaklanabiliriz. Herkes düğünler hakkında yorumlarını yapsın ki bende ne düşündüğünüzü, fikirlerinizi öğrenebileyim. Hepinize iyi okumalar, haftaya Cuma günü görüşürüz. Öpüldünüz.
Tiktok: elbruz.blackpearln
İnstagram: elbruz_blackpearlN
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.35k Okunma |
1.38k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |