47. Bölüm

🩺ELBRUZ 47. Bölüm🩺

İnci
blackpearln

47. Bölüm

“Efendim işimize yarayacak birini bulduk.” Kadın hemen yanında eğilip kahvesini getiren hizmetçinin tepsisinden kahvesini aldı. Önce kahvesinden bir yudum aldı. Ardından da adama baktı. “Kim?” Adam siyah takımının ceketini tutup konuşmaya başladı. “Rusya tarafından bir paralı asker. Kış askeri diyorlar. Kontrol edilmesi kolaymış.” Kadının keyfi yerine gelmişti. Dudakları keyifle kıvrıldı. Manzaraya dönüp kahvesinden bir yudum daha aldı. “Harika, sonunda bana işe yarar bir şeyler getirdin John. Adama ulaşın. Almanya görevini ona verin. Bakalım neler yapabiliyor.” Gerindi. Kollarını havuza yaslayıp gülümsedi. Keyfi yerindeydi ve bu aralar bütün işler onun için olumlu gidiyordu. “Bu adam eğer işleri bu kadar iyi yapıyorsa harika bir silah olarak Türklere karşı da kullanabiliriz demektir. Bu da bahsettikleri adamın sonu demektir.”

🩺

“Спасибо.” (Teşekkür ederim.) Elimdeki ekmeklerle tek başıma yaşadığım eve doğru ilerlemeye başladım. Rusya baharın etkisiyle güzeldi. Buraya Defne ile de gelmeliyim. Defne.. Ne yapıyor acaba? Yemeğini yedi mi yoksa yine yemiyor mu?

Arkamdaki adım sesleri dikkatimi dağıttı. Yavaşlarsam anladığımı anlarlar, en iyisi yürümeye devam etmek. Evimin olduğu sokağa girdiğimde harabeden bozma evimin kapısına geldim ve kapıyı araladım. Arkamdaki kişi beni içeri ittiğinde adamı tutup boğazına cebimdeki bıçağı yasladım. “Кто вы?” (Kimsin?) Bıçak hafiften adamın boynunu kesmeye başlamıştı. Sızan kana bakıp görevimin getirdiği kadar psikopat ve soğukkanlı görünebilmek için sırıttım. Adamın bakışlarında korkuyu görebiliyorum. Her ne kadar korkusuz ayağına yatsa da bıçağımın altındaki şah damarını hissedebiliyorum. Kalp atışlarını duyabiliyorum.

“Меня послала сюда Черная Жемчужина.” (Buraya Siyah İnci tarafından gönderildim.) Siyah inciyi tanımıyor gibi bıçağı adamın boynuna bastırmaya devam ettim. “Кто такая ‘Черная Жемчужина’?” (Siyah İnci kim?) Adamın boynundan kan ince ince sızıyordu. Bana karşı koyamayacağını anlaması için bunu yapmam gerekiyordu. Adamın konuşması için bıçağımı hafifçe geri çekerken yine de şah damarından çok uzaklaştırmadım. “Тот, кто сделает тебя богатым.” (Seni zengin edecek biri.) Siyah incinin herkesi parasıyla kontrol altına alabileceğini düşündüğünü biliyorduk ama bizim istediğimiz daha fazlasıydı. O kendi imajını koruyorsa Kış askerinin de koruduğu bir imajı vardı. O yüzden benimle yüz yüze görüşmesi için her şeyi yapmalıyım. Gözlerimi adamdan çekmeden bıçağı bastırdım. “Мне не нужно богатство.” (Zenginliğe ihtiyacım yok.)

“Я не стандартный убийца.” (Ben standart bir katil değilim.)

“И Черная Жемчужина - не обычный человек.” (Ve Siyah İnci sıradan biri değil.) Adam bana bakarken bıçağı hafifçe itip elindeki dosyayı bana uzattı. Dosyayı almadan yüzümü buruşturdum. “Я не люблю, когда люди дарят мне вещи.” (İnsanların elime bir şeyler vermesinden hoşlanmıyorum.) Adam sinirli bir nefes aldı. Dosyayı, bıçağıma dikkat ederek biraz arkamdaki sehpaya doğru attı. Gözlerimi iyice kısıp sessizce bakmaya devam ettim. Adam arkamda sehpaya bıraktığı dosyayı işaret ederek “Подумайте хорошенько.” (İyi düşün.) dedi. Bıçağımı adamın boynundan çekip çıkmasını izledim. Kapıyı kapatıp cama ilerledim. Adamın gittiğinden emin olana kadar tek bir hareketlilik göstermedim. Cebimden telefonumu çıkarıp her zamanki numarayı tuşladım.

“Burger day. Nasıl yardımcı olabilirim?” Perdeyi çekip sehpadaki dosyaya ilerledim. Tek odalı evim oldukça eski de olsa iş görüyordu. “Kimlik numaram EKK2825171995.” Televizyonumun hemen karşısındaki tekli koltuğa oturup dosyayı elime aldım. “Hoş geldin Beyaz Kurt.” Gülümsedim. Durum güncellemelerini alıp başkana ve Kuzey komutana ileten telesekreter görünümdeki Ece, bu aralar en yakın arkadaşım sayılırdı. “Siyah İnci irtibata geçti ve bana bir iş getirdi. Alman istihbaratından üst düzey bir başkanın suikastını gerçekleştirmemi istiyor. Bunun bir çeşit güven kazanma olayı olduğunu düşünüyorum. Halit başkanın emri nedir?” Ece kaydımı almış olmalıydı. Birazdan bana başkanla konuşup geri döneceklerini söyleyecekti. “Kaydınız başarıyla alınmıştır. Şu an bütün müşteri temsilcilerimiz diğer müşterilerimizle ilgileniyor. Biz size ulaşacağız.” Ve tam tahmin ettiğim gibi hat kesildi. Telefonu sehpaya bırakıp dosyayı incelemeye başladım. Bu kodamanı öldürmek normalde olsa diplomatik krize sebep olur. Yapacaksam bile gayet iyi bir plana ihtiyacım var ve oraya benim girdiğimi Siyah İnci’ye göstermem gerekiyor.

Telefonuma gelen mesaja bakıp okudum. “Operasyon olumlu. Ne gerekiyorsa senin için sağlayacağız. Bu adamın ölmesi bizim için de yararlı. Bir saatin var.” Hazırlan Elbruz Almanya’ya gidiyorsun. Defne için aldığım magneti ve hediyelik kar küresini bir yere saklayıp çantamı hazırlamaya başladım. Bunları da bir an önce Defne’ye ulaştırsam iyi olacak. Pasaportumu alıp evden çıktım. Yoldaki taksiyi çevirip havaalanına geçtim. Bütün kimlik belgelerim yasal olduğu için sorunsuz gideceğimi biliyordum. Havaalanına geldiğimde kadın bana bakıp gülümseyerek konuştu. “Пожалуйста, оставьте свои руки в рентгеновском аппарате.” (El çantanızı X-ray cihazına bırakın lütfen.) Çantamı X-ray’e yerleştirirken kemerimi, gözlüğümü ve telefonumu bırakıp geçtim. Eşyalarımı tekrardan alırken kadının beni dikkatli bir şekilde izlediğinin farkındaydım. X-ray cihazından çıkan çantamı alıp kadına bakmadan “Хорошего дня.”(İyi günler.) diyerek ilerledim. Uçağımın kalkacağı kapıya doğru ilerleyip sıraya girdim. Yanımdan geçen takım elbiseli adam uçak biletimi elime tutuşturdu.

“Ваш билет и паспорт, пожалуйста.” (Biletiniz ve pasaportunuz lütfen.) Adamdan aldığım biletimle pasaportumu uzatıp gözlüklerimi hafiften indirdim. Kadın bana bakarken gülümseyip ona göz kırptım. “Номер вашей двери - 276. Хорошие рейсы.” (Kapı numaranız 276. İyi uçuşlar.) Gülümseyip ilerledim. Defne burada olsa iflahımı kuruturdu. Kıskançlığının pek iyi olmadığını daha önce birkaç kez deneyimlemiştim sonuçta. Şerefsizim daha bir hafta oldu ama burnumda tütüyordu. Uçaktaki yerimi kontrol edip yerimi aldığım gibi kemerimi takıp gözlerimi kapattım. Yanımda Defne’ye ait olan tek şey anılarımdı. En kısa zamanda komutanımdan bir haber isteyeceğim. Yoksa delireceğim. Neyse ki uçuş bitene kadar kapattığım gözlerimle kendi benliğime birkaç saatliğine de olsa dönebilirim.

Uçurum? Kapalı hava her an yağmur yağacağını gösteriyordu. Etrafa baktığımda sık ağaçlık bir alan dikkatimi çekmişti. Ağaçlık alana doğru yürüdüğümde biri arkamdan seslendi. “Karadeniz’desin. Etrafına bakmana gerek yok.” Arkamı döndüğümde uçurumun kenarında kısa küt saçlı, zayıf bir kadın vardı. Daha doğrusu tam olarak gençlik döneminde bir bireydi. “Beni tanımıyorsun.” Gülümsedi. Kucağındaki kız çocuğu ile bana bakıyordu. “Oradan uzaklaşmalısın. Her an düşebilirsin.” Benim bunu dememle güldü. Güldü ama gülüşünde buruk bir gülümseme vardı. “Daha önce deneyimledim. Biraz kötü bir deneyimdi. Gediz ben.” Defne’nin gençlik yıllarında ölen arkadaşı Gediz...

“Demek ki Defne benden bahsetmiş.” Sanırım bunu ifademden anladı. Kucağındaki küçük kız bakışlarını bana çevirmiş bakıyordu. “Bu bebeği tahmin edebiliyor musun?” Kim olduğunu bilmiyorum ama içimde bir sıcaklık vardı. O bebeği ilk gördüğüm anda Defne’yi görmüşüm gibi hissetmiştim. Yutkunup bebeğe baktım. “Bu o mu?” Onayladı. Benim kızımdı. Defne’yle benim doğmamış kızımızdı. Defne’nin arkadaşının kucağında uslu uslu duruyordu. Beni gördüğü ilk andan beri gülümsüyordu. Defne gibi gülümsüyordu. Çok hafif gamzeleri vardı. Her şeyini annesinin güzelliğinden almıştı. “Onu ilk kez gördüğünü biliyorum. O yüzden onu göstermek istedim.” Gülümsedim. Dudaklarımdan sessiz bir fısıltı dökülmüştü. “Teşekkür ederim.”

“Görevin sonuna kadar sana güç olabilir diye düşündüm. Defne’den sana bir not gibi düşün.” Onayladım. Kızımı gördükten sonra kesinlikle bir şeyden emin oldum. Benim Defne gibi bir kıza ihtiyacım var. Dişlerimi kamaştıran bir tatlılık abidesi olacağına emin olduğum bir kız çocuğu..

Uçaktan indiğimde sessizce çantamı alıp pasaport kontrol noktasına ilerledim. Kadın gülümseyerek bana baktı. “Ihren Reisepass, bitte.” (Pasaportunuz lütfen.) Çantamı hemen ayaklarımın dibine bırakıp ceketimin cebindeki pasaportumu kadına uzattım. Kadın bana bakarken yüzüme nazik bir gülümseme yerleştirdim. “Was ist der Grund für Ihre Reise?” (Seyahat etme sebebiniz?) Gülümseyerek pasaportumu işaret ettim. “Ein paar Tage Urlaub.” (Birkaç günlük tatil.) Pasaportumu geri aldığımda havaalanından çıkıp beni karşılayan arabaya bindim. “Almanya’ya hoş geldin Beyaz Kurt. Gizlilikten dolayı kırmızı halı seremedik, kusura bakmazsın umarım.” Gülümsedim. Çantamı bagaja almışlardı. “Bir dahaki gelişime serersiniz olur biter.” Araç güvenli eve doğru hareket etmeye başladı. “Adamı evinde vuracağım.” Milli istihbarattan arkadaşlar bana baktılar. “Bu riskli olmaz mı?” Rahatça arkama yaslanıp etrafı izlemeye başladım. “Hiç problem yok. İyi yapılmış bir planla Siyah İnci’nin dikkatini çekerim. Plan basit, o evde kim varsa hepsi ölecek. Çünkü Kış askeri ile karşılaştılar.” Göz kırptım. “Eve gitmeden önce bir hediyelikçi de duralım. Karıma hediye alacağım.”

Evin uzaklarında bir hediyelikçi de durduklarında inip içeri girdim. Gözüme çarpan ilk şey köşede duran bir kar küresi olmuştu. İçindeki küçük bebek, uçaktayken gördüğüm rüyayı aklıma getirdi. Elime alıp satıcıya parasını ödedim. Arabaya bindiğimde poşeti adamlara uzattım. “Bunu ben buradan ayrıldıktan sonra karargâha gönderin. Onlar eşime ileteceklerdir.” Adam onayladı. “Bu arada adın neydi?” Bana bakıp gülümsedi. “Ahmet.” Onayladım. Güvenli eve girdiğimizde çantamı almama izin vermeden alıp içeri götürmüşlerdi. İçeri girip etrafa baktım. Masanın üzerinde kullanacağım silah duruyordu. Kendi silahım kadar iyi olmasa da iyi bir silahtı. Köşede bir televizyon ve karşısında l koltuk vardı. Mutfakta hemen sağımda kalıyordu. Ellerimi masaya yaslayıp Ahmet’e baktım. “Alman istihbaratının ruhu duymayacak. Bu süreçte sivil kaybını umursayamayacağız. Çünkü elimizdeki kadını acımasızlığıma inandırmamız gerekiyor.” Adamın evinin krokisi masanın üzerinde duruyordu. “Tommy. Bakalım ecelin nasıl geliyormuş.”

Evin krokisine bakarken en iyi plan için düşünmeye başladım. “Evi kaç adam koruyor?” Ahmet evin etrafının fotoğraflarını önüme doğru itti. “İki kişi giriş kapısında, evin ana girişinde iki kişi daha var. Adamın iki oğlu var ama oğulları da en az kendi kadar pislik. Bahçede ise on adam duruyor.” Kaşlarımı çattım. Bu kadar güvenlik önlemi çok saçma. Tek bir adam için bu kadar önlem.. “Tommy’nin Ruslarla bir anlaşmazlığı olmuş.” İşte şimdi anlam kazandı. “Ruslardan korkuyor demek ki. Ne kadar talihsiz ki Rusya’dan onu indirmek için biri geldi.” Ahmet benim bu dediğime güldü. Masaya parmaklarımı vurup Ahmet’e baktım. “Yemek sipariş edebileceğin bir yer vardır umarım.”

“Olmaz mı? Ana evinden yemek gelecek Beyaz Kurt. Hiç merak etme.” Onaylayıp oturdum. “Askermişsin?” Gülümsedim. Rütbeli bir askerim demek istesem de yutmak zorunda kaldım. “Göreve seni seçtiklerine göre bir bildikleri var demek ki.” Onayladım. İsteyerek gelmemiştim belki ama görevimi en iyi şekilde yapacağımdan eminlerdi. “Acımasız biriyim demek ki.” Ahmet karşıma yerleşirken bana bakmaya devam etti. “Olabilirsin ama daha çok görev adamı olduğun için seçildiğini düşünüyorum.” Gülümsedim. “Poyraz timinin komutanıymışsın.” Kaşlarımı çatıp baktım. “Sen nereden öğrendin?” Ahmet rahatça geriye yaslandı. “Poyraz timini bilmeyen kaldı mı komutan?” Alışık olduğum bir durumdu. Sessizce planların üzerinden geçip kenara koydum. Kapı çaldığında Ahmet kalkıp kapıyı açtı. Ahmet elindeki kaplarla içeri girdiğinde masanın üstünü boşalttım. Mutfaktan tabakları çıkarıp sofraya yerleştirdim. Yemekleri tabaklara alırken sohbet etmeye başladık. “Yeni evlenmişsin? Ne kadar oldu?” Köftemden bir lokma alıp makarnama döndüm. “Bir ay oluyor işte. Şu görevi layığıyla bitirip evime dönmek istiyorum.” Yemeğimi yiyip ortalığı toparladım. “Sen hep böyle düzen takıntılı biri misin? Hemen topluyorsun ortalığı falan.” Güldüm aslında öyle biri olmadığımı biliyorum ama çok umursamaya gerek yok.

Sabaha karşı kalkıp hazırlanmaya başladım. Siyah kotumun beline tabancamı yerleştirdim. Uzun kollu tişörtümü giyip saçlarımı düzelttim. “Siyah tişörtü karın sana yasaklamalı bence. Askerler baya kaslı oluyormuş.” Güldüm. Sessizce hazırlığımı tamamlayıp maskemi taktım. Botlarımı giyip bağcıklarımı bağladım. Evden çıktığımda Ahmet aynı havaalanındaki gibi kapıyı açıp arabaya binmemi sağladı. Operasyondan sonra hızlıca Rusya’ya geri dönmem gerekecek. Yolda etrafa bakarken bir köşede durduğumuzda ilerideki eve baktım. “Siz gidin.” Arabanın kapısı açıldığında inip etrafa baktım. Kameraların açık olması gerekiyordu ki dikkatleri çekebileyim. Sokağı sessizce yürümeye başladım. Evin büyük kapısının önüne geldiğimde kapının önündeki iki adamı öldürdüm. Kapının sistem kısmına bir el ateş edip içeri girdim. İçerideki adamların bana ateş etmesine izin vermeden hepsini indirdim. Silahımı kenara atıp evin giriş kapısına ilerledim.

Biri yanımdan bana doğru koştuğunda elimi kaldırıp sıktım. Adam yere yığılırken evin içine girdim. Doğru istihbaratla evde eşinin ve çocuklarının olmadığı bir an seçmiştim. Bu da demek oluyor ki sivillerin ölmesine gerek yok. Evi dolaşmaya başladım. Sessiz adımlar atıyorum ama yerimi Tommy denilen herifin hissettiğini biliyorum. Yukarıya ilerlediğimde adım seslerini duydum. “Aaa!” Adam üzerime atladığında adamı üzerimden savuşturdum. Yere düştüğünde silahımı ona doğrulttum. Kenara kaydığında bıçağı ile kolumu kesmeyi başarmıştı. Gözlerimi adamın tepesine dikip onun daha da paniklemesine sebep oldum. “Wer sind Sie?” (Kimsin sen?)

“Wintersoldat.” Silahı alnına nişan aldığım gibi sıktım. Adam yere yığıldığında etraf da anında kana bulandı. Alman polisi gelmeden evden çıkmam gerekiyordu. Parmak izi bırakmadığıma emin olduğum için rahat rahat evden çıkıp sokakta yürümeye başladım. İki sokak ötede izimi kaybettirip arabaya bindim. Araba hareket ederken keyifle arkama yaslandım. Ahmet gülerek “Akşamki haberleri şimdiden duyabiliyorum. Alman basınında sansasyonel olacak.” Güldüm. Güvenli eve geldiğimizde arabada üstümü değiştirdiğim için rahat rahat inip eve girdim. Koltuğa rahatça oturdum. Televizyonu açıp hafif sesini açtım. Akşama kadar bu burada böyle açık dursa yeter.

Akşam saatlerinde haber başladığında ekran karşısına geçip yerimizi aldık. Ahmet elindeki yemeği bana uzattığında tabağı alıp televizyona baktım. “Ana habere bir son dakika haberi ile başlıyoruz. Alman istihbaratının bir mensubu bugün evinde suikaste kurban gitti. Evin kamera kayıtlarına ulaşıldığında katilin soğukkanlılığı dikkat çekti.” Haberlerde bas bas benden bahsediliyordu. An itibariyle gerçek anlamıyla Kış Askeri operasyonu başladı. Bundan sonrası işimin daha sıkıntılı olduğunu farkındayım. Telefonum çalmaya başladığında arayan kişinin kim olduğunu tahmin edebiliyordum. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.

“Отлично, солдат.” (Aferin asker.)

🩺

“Ayda hadi güzelim.” Ceketimi giyip koridora çıktım. Ayakkabılarımı yere indirdiğimde Hakan önümde eğilip ayakkabılarımı giymeme yardım etmeye başladı. Karnımdaki bebeğimiz bu aralar oldukça hareketliydi. Hakan ayakkabılarımı bağladıktan sonra kendi ayakkabılarını giyip elimi sıkıca kavradı. Bugün büyük gündü. İkimizin de boş olduğu ve hastaneye gidebileceğimiz tek gündü. O yüzden bugün için bebeğimizin cinsiyetini öğrenmeye gidiyorduk.

Hakan taksiyi çoktan çağırmıştı. Aşağı indiğimiz gibi taksiye bindik. “Bugün oldukça hareketli. Herhalde onunla tanışacağımızı hissetti.” Elini karnıma yerleştirdi. Hakan’ın düşündüğünün aksine rahat bir hamilelik geçiriyordum. Hakan’ın eli karnıma yerleştiği anda bebeğimiz tekme atmıştı. “Bak demiştim. Çok hareketli diye.” Güldü. Dün geceden beri tam olarak uyutmamıştı. Yaklaşık beş buçuk aylık bebeğimizle yeni tanışabileceğimiz için bende heyecanlıydım. “Annesine benziyor. Annesinin hızlı kalbini duyabiliyorum.” Göz devirdim. Elbette heyecanlı olacağım bu anı uzun zamandır bekliyorum. “Senin kalbinin sesidir o.”

Hastaneye geldiğimizde sessizce inip içeri girdik. “Merhaba Ayda Küçükarslan. Kontrolümüz vardı.” Hemşire kaydımı kontrol ederken Hakan elimi sıkı sıkıya tutuyordu. “Evet buyrun, doktorumuz sizi bekliyor.” Koridorun ucundaki odaya doğru ilerlemeye başladım. Hakan hemen yanımda ilerliyordu. Kapının önünde durup birbirimize baktık. "Heyecanlandın mı?" Hakan'ı onayladım. Bir elimi karnıma yerleştirirken gülümseyip kalbimi gösterdim. "Pır pır atıyor."

Hakan kapıyı çaldığında beraber içeri girdik. "Merhaba Melahat hanım." Gülümsedim. Sandalyeye oturduğumuzda Melahat hanım gülümseyip bana baktı. "Anlat bakalım nasıl gidiyor hamilelik?" Karnıma bakıp okşadım. "Hamilelik iyi gidiyor aslında. Bu ara çok hareketli uyutmuyor ama olsun."

Hakan da doktora bakıp konuşmaya başladı. "Aşermeleri iyice arttı. Bebek büyüdükçe iştahı da arttı zaten." Ona ters ters baktım. "Görüyorsunuz değil mi? Şikayet ediyor benden." Başımı sallayıp derin nefes aldım. Melahat hanım gülümseyip yatağı gösterdi. Ayağa kalkıp tişörtümü düzelttim. "Artık operasyonlara falan çıkmıyorsun değil mi?" Melahat hanımı onayladım. "Altı aylık hamileyim ama son bir aydır evdeyim."

"Yedinci aya döndü değil mi?" Onayladım. Tişörtümü kaldırdığımda bebeğim karnıma tekme atarak uyanık olduğunu göstermişti. Hakan tekmeyi fark edip güldü. "Şuna bakın.. Melahat hanım bu bebeğim ne zaman gelir ya? Kucağıma alıp ısırmak istiyorum." Güldüm. Doktor jeli karnıma yayarken gözlerimi ekrana çevirdim.

"Evet, bakalım sağlığı nasılmış." Ekranda görünen bebeğimize baktım. Çok güzel, çok küçüktü. "Sağlığı gayet yerinde görünüyor. Cinsiyetimiz de belli." Bize baktı. "Hazır mısınız duymaya?" Başımı salladım. Kolumu başımın altına sabitleyip ekrandaki bebeğime baktım. Doktor sesi yükselttiğinde bebeğimizin kalp atışları odada yankılanmaya başladı. Hakan sanki yeniden aşık oluyormuş gibi ekrana bakıyordu.

"İnşallah kucağınıza sağlıkla alırsınız kızınızı." Gözlerim kocaman açıldı. Kızımız.. Bizim kızımız. Hakan kahkaha atmaya başladığında ona baktım. "Biliyordum! Biliyordum prensesimin geleceğini!" Güldüm. Sessizce Hakan'ı izlemeye devam ettim.

Yıllardır sırt sırta çarpıştığım adamdan şimdi bir kız bekliyorum. Hayat insanlara neler yaşatıyor işte. “Doğumun erken olmaması için biraz daha dikkatli olmanız gerekiyor.” Ben sessizce karnımı silerken Hakan doktorun uzattığı ultrason fotoğrafını aldı. Yavaşça kalkarken koluma girdi ve kalkmama yardımcı oldu. “Bu dönemde sahte sancılar girebilir. Gerçek sancılarla karıştırmamak önemli.” Onayladım. Odadan çıktığımızda Hakan cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı. “Uğur, timi topla. Akşam harika bir iftar yapacağız.” Niye aradığını anladım. Harika bir kutlama yapacağız ve bu kutlama bebeğimiz adına olacak.

Akşam tim komple toplandığında biz de el ele mekana girdik. Timden yükselen sesler ve alkış sesleri beni güldürdü. “Oooo! Geldiler!” Hakan da gülmeye başladı. “Ayda Üsteğmen’e yer verin!” Fatih baş köşeyi benim için açıp geçmemi bekledi. Çantamı kenara bırakıp timin alkışları eşliğinde oturdum. Hakan da yanıma geçti. Ufak ufak oturduğum yerde dans ettim. “Ee komutanım, neyi kutluyoruz?” Hamza, Hakan’a bakıp gülümsedi. Fatih bana ve karnıma baktı. “Bence kesinlikle Hakan komutanımın kızını kutlayacağız.” Hakan anında Fatih’e şaşkın şaşkın baktı. Bende Fatih’e baktım. “Nereden anladın lan?” Fatih bize baktı. “ Kızınızı mı? His diyeyim komutanım.” Güldü. Fatih gerçekten de kızımızı hissetmişti. Erken doğum falan olursa onu da hisseder umarım da beni yormaz.

🩺

Ramazan’ın bitişine birkaç gün kalmıştı. Bayram geliyordu. Bayram tatilim için izin aldım ve Çanakkale'ye gideceğim. Gideceğim gitmesine ama yanımda Elbruz olmayacak. Göreve gideli neredeyse iki hafta oluyordu ama ben şimdiden özledim. Elbruz gitti gideli hastaneydi, nöbetti derken bu ara tuhaf bir biçimde yorgun hissediyorum. Ateşim mi var benim? Yoksa bile bu ara ciddi ciddi halsiz hissediyorum. Bu sene nedense oruç bana çok dokundu.

“Defne.” Başımı kaldırıp kapıdan kafasını uzatan Nazike’ye baktım. “Acile trafik kazası vakası geliyormuş. Yeni aradılar.” Onayladım. Kalemi kitabın arasına koyup kitapları kapattım. Kalkıp gözlerimi ovuşturdum. Sessizce odadan çıkarken ayaklarımın altındaki zemin kaymaya başladı. Gözlerimi ovuşturup acile doğru ilerledim. Tırabzana tutunup birkaç adım attım. Acile inmem gerekiyor ama başım çok kötü dönüyor. “Defne? Defne iyi misin?” Serdar’ın kolunu tuttum. “Zemin kaymıyor mu?” Serdar’ın beni tuttuğunu hissedebiliyorum. Hissedebiliyorum ama dengemi koruyamıyorum. “Sedye getirin!”

Uğultular.. Sanki bir sivri sinek tepemde vızıldıyor. “Ne zaman uyanır?” Elbruz’un sesi değildi. Daha yaşını almış biriydi. “Birazdan kendine gelir.” Bu ses en son duyduğum sesti. Serdar’ın sesi. “Kan testlerinin sonucunu da alırız.” Başımda birinin elini hissediyorum. “Bu ara baya bir yorgun. Nedenini de anlayamadım.” Gözlerimi kırpıştırdım. Araladığımda ilk gördüğüm şey hastanenin beyaz tavanıydı. Babam hemen yanımdaydı. “Defne’m..” Saçlarımı okşadı. “Çok şükür iyisin. Korkuttun bizi be kızım.” Gülümsedim. Yorgundum ama babam için gülümseyebilirim. “Noldu bana?”

Biri bir adım attığında eğilip bana baktı. Serdar gülümseyip “Bayıldın.” dedi. Serdar’a baktım. “Neden?” Serdar omuz silkti. “Test sonuçların çıksın öğreneceğiz. Kapsamlı bir test yaptırıyorum.” Babam yatağın ucuna oturup saçlarımı okşamaya başlamıştı. Sessizce gülümseyip ona yaklaşmaya çalıştım. Kapı açıldığında Nazike içeri girmişti. “Test sonuçları geldi.” Serdar, Nazike’nin elindeki testleri alıp incelemeye başladı. Bakışları önce şaşkın bir ifadeye büründü, ardından da gülümsemeye başladı. “Tebrik ederim.” Ona baktım. Babam çattığı kaşlarıyla Serdar’a baktı. “Ne demek hayırlı olsun?” Serdar beni gösterip gülümsedi. “Dede oluyorsun Kuzey amca. Defne hamile.” Gözlerimi kocaman açıp yattığım yerden kalkmaya çalıştım. Babam benim ani hareket etmeme engel olmaya çalışsa da pek engel olamadı.

“Neyim ne?” Serdar bana bakıp test sonuçlarını bana uzattı. Oturduğum yerde dikleşip sonuçlara baktım. Babam arkamdaki yastığımı düzeltmekle meşguldü. Hamileyim. Gerçekten de hamileyim. İçimde bir bebek var. Elbruz’dan bir bebek bekliyorum. Elim ister istemez karnıma yerleştiğinde karnımı hafif hafif okşadım. İçimde büyüyecek bana anne diyecekti. Doğduğu ilk andan itibaren bana muhtaç olacak. “Baba?” Babama bakıp gülümsedim. “Hamileyim. Testler de aynısını söylüyor.” Babam benim bu halime gülüp hızlıca bana sarıldı. “Benim küçük kızım büyümüş de anne oluyormuş.” Gözlerim dolmuştu. Ağlamaya başladığımda babam saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalıştı. Kaybettiğimiz bebeğimizin yerine güzeller güzeli bir tanesi gelmişti. Bu haberi Elbruz’a bir an önce vermem gerekiyordu. “Baba? Nasıl söyleyeceğim? Elbruz’a haber vermem gerek.”

“Hemen söyleyemezsin Defne hanım. Üç ay beklemek zorundayız. Hem Elbruz’a söyleyeceğim zamana ben karar vereceğim.” Kaşlarımı çatıp baktım. Ne demek ben söyleyeceğim? Bebeğin annesi benim, babasına söylemesi gereken kişi de benim. Elbruz benden duymak isterdi. “Ben söylemek istiyorum baba. Bunu benden esirgeyemezsin.” Babam televizyonu açıp haberlere geçti. “Tamam ama Çanakkale’de önce kontrolünü yaptır. Sonra annenlere söyle. Elbruz’a zamanı geldiğinde yine sen söylersin olur mu?” Elbruz bu habere deli gibi sevinecekti. Onun o halini görmek için sabırsızlanıyorum.

“Acaba kaç aylık?” Serdar’ın sorusuyla belirtilerimin ne zaman başladığını düşünmeye başladım. Bir ayı net vardı. Yorgunluğumun başladığı dönem Ramazan’ın başına denk geliyordu. Eğer o zaman hamileysem bedenim hamileliğe alışma dönemi geçiriyordu. Kilo almamıştım hatta belki de kilo verdim emin değilim. Ya kilo alamazsam? Ya içimde olmaya tutunamazsa? Elimi kavrayan babama baktım. “Gerilme. Harika bir anne olacaksın. Daha şimdiden anne olmaya hazırsın. Merhametin, soğukkanlılığınla aynı annen gibi bir anne olacaksın.” Gülümsedim. “Ne ara bu kadar büyüdünüz bir bilsem..” Daha fazla dayanamadım. Sol gözümden dökülen yaşı silmek için bir çaba göstermedim. Ben o yaşı bu sefer mutluluktan döküyordum. İçimdeki bebeğimin bunu bilmesi gerekiyor. Babam karnıma yaklaşıp hafifçe okşadı. “Sağlıkla gel dedeciğim. Gel ki seni bekleyen harika aileyle tanış.” Gülümsedim. Serdar’a bakıp parmağımı kaldırdım. “Hiç merak etme bu bilgi odadan çıkmayacak.” Serdar ağzına hayali bir fermuar çekip odadan çıktı. “Bende uçak bileti ayarlayayım.” Babamda odadan çıktığında odamda bebeğim ile baş başa kalmıştım.

“Biliyorum baban kesin planlayıp gitti. Benim küçük bebeğim. Beni tek bırakmamak için geldin. Tam zamanında bebeğim.” Karnımı okşadım. “Çünkü çok sıkılmaya başlamıştım.” Etrafa baktım. Masamın üzerindeki vazomdaki mavi güller taze ve canlıydı. Elbruz en son geçen hafta gittikten sonra göndermişti gülleri. Çoktan solması gereken güllerim aksine canlıydı. Güllere bakıp karnıma döndüm. “Senin etkin mi yoksa bu? Şimdiden hayatımı canlandırdın baksana.” Güllere bakıp güldüm. “Ben hamileliğim boyunca güllerime bakarsam aynı onlar gibi maviş maviş gözlerin olur mu? Ya da babanın gözleri gibi..” Boynumdan onun asker künyesini çıkarıp avcuma aldım. “Böyle boncuk boncuk. Bizden kahverengi gözlü çıkma ihtimali ne kadar acaba?” Ne yapıyorum ben? Oturmuş saçma sapan konuşuyorum resmen. “Alış boncuğum alış. Annen genelde böyle çok konuşur. Baban da gözlerimin içine baka baka dinler.”

Odamın kapısı açıldığında babam elindeki paketlerle yanıma geldi. Poşetleri kaldırdı. “Akşama bileti aldım. Sana da en sevdiğinden aldım.” Poşette ne olduğunu elbette biliyorum. Uzattığı poşeti alıp dönerimi çıkardım. “Baba ayran mı?” Omuz silkti. “İlk üç ay. Sonra doktorunla konuşursun.” Güldüm. Benim elimden ayranı alıp açmama müsaade etmeden açıp pipeti dudaklarımın arasına yerleştirdi. “Baba Konya’ya da gitmem gerekecek. Bayramda buraya dönmeden.” Onayladı. Lokmamı yuttum “Ayarlarız. Doktor izin verirse uçakla, sıkıntı olur derse seni ben götürürüm.” Onayladım. “Annemlere hemen söylemeyelim. Herkese aynı anda söylemek istiyorum. Jülide teyzeye giderim akşamına yemek daveti verelim.” Yemeğimi yerken bir yandan da planlarımı konuşuyorduk. Daha doğrusu ben konuşuyorum babam dinliyordu. Ne demiştim bebeğim bak, ben konuşurum onlar beni dinler.

Hastaneden çıktığımda gideceğimiz için hızlı bir çanta hazırladım. Uçağa bindiğimizde babamın bütün dikkati benim üzerimdeydi. Yarın arife günüydü. Gediz’in, anneannemin mezarını ziyaret edeceğiz sonra akşamına güzel bir iftar sofrası ve bayram telaşı. Nehir teyzem yine en kaliteli çikolatalarını almıştır kesin. Kilere dalma vakti geliyor da diyebiliriz. Uçaktan indiğimizde bizi Bulut alacaktı ama bizi karşılayan kişi Ayaz’dı. Babam çantamı bana taşıtmadan arabaya ilerlememi işaret etti. Daha önce bir düşük yaptığım için bu bebeğimde oldukça dikkatli olmam gerekiyordu. İtiraz etmeden arkaya geçip oturdum. “Nasılsın Ayaz?” Ayaz sürmeye başladığında dikiz aynasından bana bakıp babamın sorusunu yanıtladı. “İyiyim amca asıl siz nasılsınız? Defne? Yüzün solmuş gibi.” Aynadan ona baktım. “Hiç bu kadar iyi olmamıştım Ayaz.” Babam gülümsedi. Oturduğum yerde biraz daha yayılıp sessizce dışarıyı izledim.

Çiftlik evine geldiğimizde arabadan inip kapılarda karşılayan anneme sarıldım. “Hoş geldiniz annem.” Annem sıkı sıkıya sarılıyordu. “Hoş bulduk anneciğim.” Gülümseyip başımı boynuna yasladım. Annemin o kendine has kokusu burnuma dolduğunda acaba benim bebeğim de benim kokumu böyle mi alacaktı diye düşünmeden edemedim. Ben içeri ilerlerken annemle babam arkada sarılıyorlardı. Denef'e sarılıp arkadaki kapıya yaslı duran düşünceli Defin’e baktım. “Yüzün solmuş iyisin değil mi?” Denef’in endişeli sesi kulağıma dolduğunda gülüp geri çekildim. “Hiç bu kadar iyi olmamıştım kardeşim.” Tanıştırayım bebeğim teyzelerin Denef ve Defin. Yarın bir gün doğduğunda üç beş nöbetlerini onlara kitlemeyi düşünüyorum nasıl olsa aynıyız. Bence sende çok problem etmezsin bu durumu. “Kocayı görev adı altında şutlayınca iyi olursun tabi Defne hanım.” Göz devirdim. Bak bebeğim bu Bulut dayın. En gıcık dayın bu adam. Seni en çok kollayacak olan dayın da o ama. Yüzüne işeyebilirsen atış serbest. Kimse sana kızmayacaktır çünkü ben izin vermem. Ona sıkıca sarılırken Elis’i de çekip sarıldım. Dedenin bahsettiği kalabalık aile daha bu kadarla sınırlı değil. Büyük dayıların teyzelerin var. Daha babaannen dedenle tanışmadın. İşimiz çok yani.

“Bunun yüzünde anlamsız bir gülümseme var. Kesin bir şey oldu.” Hah müneccim Damla teyzenle tanış. Tamam belki de ben çok belli etmişimdir emin değilim. “Yok teyze ya sizi özlemişim.” Damla teyzem sarılırken Nehir teyzem sofraya son tabakları yerleştiriyordu. “Hadi hadi okunmak üzere. Geçin artık.” Bebeğim teyzen ve amcanla tanış. Nehir teyzen anneannenin kız kardeşi tıpkı Damla teyzen gibi. Güney amcan ise dedenin kardeşi. Sofraya geçtiğimizde sofrada neredeyse ben eksiğim. Her şeyi yapmışlardı. Bulut için köfteler vardı. Nehir teyzem bize özel pazı sarması yapmıştı. Herkes yavaştan yemeklerini yemeye başlarken Defin sessizce tabağıyla oynuyordu. Denef’e bakıp yanımda oturan Defin’i işaret ettim. O da dudaklarını büzdüğünde sessizce yemeğime odaklandım. Demek ki yemekten sonra Defin teyzeni biraz sıkıştırmamız gerekecek boncuğum.

“Defne yarın sende benimle gel de bir check-up yaptıralım.” Anneme bakıp onayladım. Annem Defin’e dönüp çatalıyla onu gösterdi. “Defin sende dahilsin buna.” Defin anneme hiç tepki vermedi. Dirseğimle Defin’i dürttüğümde irkildi. “Hm?” Defin onu dürttüğüm için bana baktı. Başımla annemi işaret edip sessizce yemeğime döndüm. “Tamam. Tamam anne.” Sarmadan ağzıma attım. Allah’ım bu ne kadar güzel bir sarma. Boncuğum sende aynı fikirdesin değil mi? Nehir teyze harika bir sarma yapmış. Bunu yüz yüze de yemen lazım bebeğim. “Damla teyze sarmayı uzatır mısın?” Damla teyzem bitirdiğim tabağıma bakıp sarma tabağını uzattı. “Bu kız görmeyeli iştahlanmış. Bende kocası yoktur iştahı falan da kapanmıştır diye düşünüyordum.” Kaşlarımı çatıp teyzeme baktım. “Lokmalarımı mı sayıyorsun?”

“Yetişememiştir ki.” Deyip kahkaha atan Bulut’a memnuniyetsiz yüz ifademi takınıp baktım. “Bulut keyfim o kadar yerindeki şu salak laflarını bile takmıyorum.” Göz devirip yemeğimi yemeye devam ettim. “Kola dökeyim mi Defne?” Mine’nin kola dökmesine izin vermeden portakal suyunu gösterdim. “Ev yapımı mı teyze?” Nehir teyzem onayladı. Portakal suyunu alıp bardağıma doldurdum. Hepsinin bana tuhaf tuhaf baktığının farkındayım ama ultrason görüntümüz olmadan onlara söylemeyelim değil mi bebeğim? Tabağımızı bitirip kalkalım da Defin teyzeni sıkıştırma anımızı kollayalım. Tabağımı bitirip meyve suyumu da bitirdim. Herkes yemeğini bitirdiğinde yine hep beraber sofrayı toparladık. “Ben bulaşıkları yıkayım Elis sende durula da bitsin.” Denef’le ikisi bulaşığa giriştiğinde bende çayları doldurmaya başladım. Bütün bardakları alacağımda Defin benim elimden tepsiyi alıp içeri götürdü.

Kupamı alıp annemlerin yanına oturdum. “Damattan bir haber var mı ya?” Sessizce çayımdan bir yudum alıp babama baktım. “Bak iyi hatırlattın güzelim.” Bardağını sehpaya bırakıp ayağa kalktı. Hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp yukarıya gitti. Arkasından baksam da umursamayıp önüme döndüm. “Haber yok anne. Keşke bir haber gelse..” Bakışlarımı kupama indirdim. Göz hizama siyah bir kutu girmişti. Bakışlarımı kupamdan kaldırıp kutuya baktım. Başımı kaldırıp babama baktığımda almam için sessizce işaret etti. Kupamı sehpaya bırakıp kutuyu aldım. Siyah kutunun kapağını açtığımda kutunun içinde bir magnet iki de kar küresi çıkmıştı. “Baba?” Babam sessizce annemin yanına oturup bardağını aldı. Magnet, Rusya’dan gelmişti. Kar kürelerinden biri de Rusya’nın bir bölgesini gösteriyordu. Diğer kar küresini elime aldığımda ise kar küresi Almaya’nın bir manzarasını gösteriyordu. “Bunlar sana damattan geldi.” Kürelere bakıp gülümsedim. Bana gittiği yerlerden haber göndermişti. “Şuna bakın şuna, nasıl utanmadan sırıtıyor.” Bulut’a bakıp göz devirdim.

“Baba bu iyiyim demek değil mi?” Babam gülümseyip onayladı. “Direkt temas kurmadım ama istihbarattan haberleri geliyor.” Gülümseyip kar kürelere baktım. “Ben bunları odama çıkarayım.” Kutuyu alıp yukarı çıktım. Odama girip yatağa oturduğumda elim anında karnıma yerleşti. “Gördün mü bak? Baban bize iyi olduğunun haberini veriyor.” Yatağa uzanıp küreyi elime aldım. Gözümün hizasına kaldırırken aklıma saçma sapan şeyler aklıma geldi. “Rusya’da demek ki.. Acaba güzel kızlar var mıdır orada?” Ayaklanıp aynada karnıma baktım. “Rusya’da kesin güzel kızlar vardır. Babanın aklını karıştırmasınlar?” Ama Elbruz, Ayaz değildi. Bunu kaç kez daha söylemem gerekiyor bilmiyorum ama o farklı. Onun kafasını karıştıramazlar. “Almanya’da ne işi vardı acaba?” Bebeğimden hiçbir tepki gelmiyordu. “Sende amma sessizsin bebeğim ya.” Koridordan gelen kapı kapanma sesiyle kapıyı açıp koridora çıktım.

Denef koridorun başında duruyordu. Defin’in odasını işaret ettiğimde o da anında onayladı. Defin’in odasının önünde buluşup Denef’le bakıştık. Kapıyı çalıp içeri girdik. Benim arkamdan giren Denef kapıyı kapatıp kilitledi. Defin camın önündeki koltuğunda oturuyordu. Başını hafifçe çevirip kimin girdiğine baktı. Yatağa oturup Defin’e baktım. “Anlat bakalım. Ne oldu? Karadeniz de gemilerin mi battı?” Derin bir nefes aldı. Bize bakıp göz devirdi. “Hiçbir şey diye saçmalama biz kardeşimizi tanıyoruz.” Denef sessizce Defin’e bakıp gülümsedi. “Hatta konunun Altan olduğuna bile eminiz.” Denef yem atmıştı ama Defin’in bu yemi yutacağını düşünmüyorum. Dikkatli bir biçimde Defin’e baktım. Duraksadı, bakışlarını camdan çekip bize döndü. “Nereden?” Denef’in yem attığını anladığı anda huysuz huysuz baktı. Denef hemen dibindeki sandalyeye oturmuştu.

“Yakalandın. Konu Altan değil mi?” Gülümsedim. “Ne oldu?” Defin iç çekip yatağa oturdu. Gözleri doldu. “Vedalaştık.” Duraksadım. Sessizce ona doğru eğilip baktım. “Ne demek vedalaştık?” Defin gözlerini kaçırıp yukarı doğru baktı. Gözlerinden akan minik damlaları eliyle sildi. “Vedalaştık işte.” Sesinin titrememesi için özenli bir çaba gösteriyordu. “Kuleli gibi..” Başarılı olamamıştı. Dolan gözlerinden akan yaşları silip bakışlarını bize hiç çevirmedi. Kuleli gibi.. Derken? Kuleli..

Defin koşarak bahçeden içeri girdiğinde başımı önümdeki tuvalden kaldırıp ona baktım. Ağlaya ağlaya içeri girmişti. “Defin?” Denef’e dönüp baktığımda o da anlamadığı için başını sallamıştı. Eteğimi tutarak, boyalara dikkat ederek kalkıp yukarıya koştum. Annemler yayladaydı. “Defin?” Kapıyı çaldım. Defin’den hiçbir şekilde cevap gelmiyordu. Sadece ağladığını duyabiliyordum. “Defin?” Kapıyı açmadı. Sessizce Denef’e baktım. Denef merdivenin ucunda telefonla annemleri arıyordu. “Annemler yarım saate geliyorlar. Açmıyorsa beni bekleyin dedi.” Onu onaylayıp kapının hemen yanına çöküp oturdum.

Onun ağladığını duyabiliyorduk. Denef de karşıma geçip oturmuştu. “Defin.. Ne oldu? Altan mı bir şey yaptı?” Ağlaması şiddetlendi. Demek ki Altan bir şey yaptı. Ama ne yapmış olabilir ki? Sessizce annemleri beklemeye başladık. Aşağıdaki kapı açıldığında başımızı merdivene çevirdik. “Defne? Denef?” Annemin sesiydi bu. Yutkunup oturduğumuz yerde ayağa kalkıp merdivenlerden koşarak indik. “Anne..” Annem önümüzde diz çöküp saçlarımı geriye itti. “Defin nerede?” Denef’le aynı anda yukarıyı gösterdik. Babam hızlıca yukarı çıktı. Bizde peşinden ilerledik. “Defin? Bebeğim ben geldim. Girebilir miyim?” Annem bizi arkasına alıp kapıya babamın yanına geçti. “Defin.. Anneciğim hadi aç kapıyı.” Denef’e sarılıp odaya baktık. Kapı yavaşça açıldığında annemlerle beraber içeri girdik. Babam, yatağa otururken Defin’i anında dizine oturttu. “Güzelim, Defin’im..” Defin ağlıyordu.

“Annem hadi ne oldu anlat. Anlat da çözüm bulalım hm?” Denef’i sarmaya devam ederken kardeşime baktım. Gözleri kızarmıştı. Eliyle burnunu silip ağlamasını durdurmaya çalıştı. “Altan üzmüş onu.” Denef beni susturmaya çalışsa da elini itip cümlemi bitirmiştim. “O sıpayı dayak manyağı yapacağım.” Babam anında ayaklanacakken annem onu durdurdu. Defin’i gösterip durması için kaş göz yapmıştı. “Kuzey sen bize biraz müsaade eder misin? Biz anne-kız konuşalım.” Babam istemeye istemeye Defin’i indirip odadan çıktı. “Şunu doğru düzgün anlat bakalım.” Defin anneme bakıp burnunu çekti. “Altan gidiyormuş.” Hıçkırdı. “Altan gidiyormuş.” Denef şaşkın şaşkın suratıma bakıyordu. Omuz silkip Defin’e baktım. “Nereye gidiyormuş peki annem?” Annem Defin’in sakinleşmesi için saçlarını okşayarak kulağının arkasına itip sakin sakin konuşuyordu. “Kuleli..” Annemin kaşları havalandı. Sonra sanki bir şeyi fark etmiş gibi gülümsedi.

“Yazman nerede Defin?” Sahi.. Giderken Defin’in başında mavi bir yazması vardı. Ama döndüğünde yoktu. “Bilmiyorum. Düştü belki?” Annem onayladı. “Ne dedi Altan sana?” Sakin sakin gülümsüyordu. Defin hıçkıra hıçkıra iç çekti. “Öptü..”

Hay anasını.. Kuleli gibi.. Kaşlarım havalandığında bakışlarımı Denef’e çevirdim. Onun da şaşkın bakışları benimle çakıştı. “Öptü mü?!” Aynı anda konuşmuştuk. Defin dolu olan gözlerini sildi. Sorumuza cevap vermemişti. “Öptü. Kesin öptü.” Defin sesini çıkarmıyordu. Bu da bizi doğruluyor demekti. Denef benim aksime sakin sakin bekliyordu. Eğilip onun suratına dikkatle baktım. “Karşılık verdin mi?” Defin duraksadı. Yutkunduğunda eli dudaklarına gitti. Ağzımı elimle kapatıp geriye çekildim. “Vermiş.”

Kapı bir anda açıldığında odaya giren Bulut “Kim vermiş?” dedi. Hepimize bakıp Defin’de kaldı. “Verdin mi?” Defin’den ses çıkmadı. Kaşları çatıldı. Defin’in önüne ilerleyip “Ben sana verme demedin mi?” Göz devirdim. Defin Bulut’a bakıp ister istemez gülümsedi. “Dur ben anlamadım ya. Kim kime vermiş?” Saçlarımı savurup “Defin’le Altan öpüşmüş.” dedim. Bulut’un gözleri fal taşı gibi açıldı. O suratı tekrar tekrar görmek için nelerimi vermezdim. Dayının o suratını sende iyice hafızana kazıdın mı boncuğum? “Off ben gerçekten öpüştüm onunla.” Defin kendini geriye doğru attı. Üçümüzde onun bu haline kahkaha attık.

Sabah erkenden hastaneye gittiğimizde hemşire yanımıza gelmişti. “Deniz hanım, bir hastanız var. Gelmeniz gerekiyor.” Annem bize bakıp kan alma odasını gösterdi. Defin kan vermeye geçerken ben köşedeki hemşireye baktım. “Jülide hanım odasında mı?” Kadın onayladı. “Defin.” Defin bana dönüp baktı. “Gelsene.” Defin yanıma geldiğinde beraber Jülide teyzenin odasına girdik. “Jülide teyze?” Başını kaldırıp bize baktı. Bizi gördüğü gibi yüzü gülmeye başlamıştı. “En sevdiğim üçüzler gelmiş.” Ayağa kalkıp sarıldı. “Nasılsın Jülide teyze?” Geri çekilip Defin’e sarıldı. “Çok iyiyim. Hadi geçin oturun.” Onun gösterdiği yerlere geçip oturduk. Defin’e bakıp çantamdaki test sonuçlarını çıkardım. “Bana bak. Sessiz kalıyorsun. Akşam gerekirse ben söyleyeceğim.” Defin gülümseyip onayladı. Testi Jülide teyzenin önüne koydum. “Geçen gün hastanede bayıldım. Test sonuçlarım da bunlar.”

Jülide teyze teste bakıp gülümsedi. “Sen sedyeye geç. Bakalım test sonuçları doğru mu.” Sessizce çantamı kenara koyup sedyeye geçtim. Karnımı açarken Jülide teyze de gelip cihazı açtı. Defin de yanımıza geldiğinde küçük cihazın ekranına bakmaya başladım. Küçük bebeğim oradaydı. “Evet ufaklığımız orada. Bak görüyor musun teyzesi?” Ekrandan bir köşeyi gösterdi. “Ufaklığımız burada. Hamilesin tebrik ederim.” Defin ekrana dikkatli bir şekilde baktı. “O küçücük şey mi benim yeğenim şimdi?” Onayladım. Gülümseyip bebeğimi izlemeye devam ettim. Elbruz bunu göremedi. Keşke yanımda olsaydı. Burada olsa benimle beraber seni görürdü. Minik boncuğum..

“Bir buçuk aylık. Tutunma için garantisi üçüncü ay. Daha önce düşük de yaptın yanlış hatırlamıyorsam?” Onayladım. Jülide teyze ekrana bakarken konuşmaya devam etti. “Riskli bir hamilelik de olabilir. O yüzden çok dikkatli olmalısın. Oradaki hastanede kadın doğum doktoru var mı?”

“Ebeler var.” Jülide teyze bebeğimin fotoğrafını çıkarıp bana uzattı. “O olmaz. En olmadı ben gelip giderim. Sen toparlan bakalım. Biraz sağlığınız hakkında konuşalım.” Karnımdaki jeli silip yavaşça ayağa kalktım. Defin elimdeki ultrason fotoğrafını alıp masaya geri döndü. Sessizce tişörtümü düzeltip sandalyeye geçtim. “Bu dönemde sağlıklı beslenmek önemli. Zaten sana bu konu da neler yapman gerektiğini söylememe gerek yok.” Onayladım. “Alman gereken takviyeleri sana yazacağım ve düzenli kullanacaksın.” Defin’in yüzü gülüyordu. Elindeki fotoğrafa dikkatli bir şekilde bakıyordu. “Kocan gelmedi mi?” Yutkundum. “Görevde.”

“Dikkatli ol yeterli. Üzüntü, stres ya da ne bileyim bebeğe ve sana zarar verecek her şeyden uzak duracaksın.” Onayladım. Sessizce odadan çıkarken anneme gittiğimizi haber verip hastaneden çıktık. Defin’le beraber mezarlığa gidecektik. Arabaya bindiğimizde kemerimi takıp dışarı baktım. “Keşke Elbruz da burada olsaydı..” Defin bana bakıp gülümsedi. “Evlenir evlenmez çocuk yapmak da sizden beklediğim bir şeydi zaten.” Defin çiçeklerimizi alıp mezarlığa sürdü. Sessizce karnımı okşayıp gülümsedim. “Harika, ruh hastası bir aileye geliyorsun ufaklık. Seni sabırsızlıkla bekliyoruz teyzesi.” Defin gülümsedi. Mezarlığın girişinde içeri girdiğimizde arkadaki çiçeklerin hemen ardındaki şalları aldım. Defin ona uzattığım şalı alıp başını örttü. Kendi şalımla başımı örtüp aşağı indim. Arka koltuktaki çiçeği alıp Gediz’in mezarına ilerledik.

Gediz’in mezarının önüne geldiğimde çiçeği mezar taşının üstüne koydum. “Merhaba Gediz..” Mezar taşının üstündeki yaprakları toplayıp kenara attım. “Biz geldik.” Gülümsedim. “Defin’den bahsetmiyorum.” Elim anında karnıma yerleşti. Sanırım bu hisse alışıyorum. “Gerçi sen biliyorsun kimlerle geldiğimizi.” Defin de gülümsedi. Doldurduğu suyu yavaşça mezar taşını yıkamaya başladı. Bakışlarım karnıma inerken sessizce hafif hafif okşadım. “Ona bakabilmek istiyorum Gediz. Bebeğimi sağlıklı bir şekilde kucağıma almak istiyorum.” Defin sessizce bebeğinin mezarına gidip çiçeği bıraktı. Ona bakıp izlemeye başladım. “Bana bunu yaşatma Allah’ım. Beni kardeşim gibi evlat acısıyla sınama..” Gediz’in mezar taşına bakıp gülümsedim. “Annenler sabahtan gelmiştir. Şimdi gideceğiz. Anneannemi görmemiz gerekiyor.” Gülümseyip mezar taşına hafifçe avcumu vurdum. Son çiçeği de anneannemin mezarına yerleştirdik.

Eve geri döndüğümüzde Efe ve Yağmur’la vakit geçirip saatlerce onlarla oyun oynadım. Ata binmek istesem de bebeğime bir şey olur diye korkuyorum. Efe olduğu yerde uyurken kalkıp onu yerine yatırdım. Denef’in odasının önünde durup hazırlanan kardeşime baktım. “Ofise mi gidiyorsun?” Onayladı. “Elis’le bir iki toplantımız var. Hazır Defin’le sende buradayken halleder gelirim dedim.” Gülümsedim. “Tabii ki gidin.” Yavaşça aşağı inip Defin’e bakıp koltuğa oturdum. Televizyonu açarken Defin elindeki kupalarla yanıma geldi. “Bana kahve sana ise bitki çayı.” Gülümseyip uzattığı kupayı aldım. “Nasıl hissediyorsun?” Defin bardağını indirip derin bir iç çekti. İçinin sıkıntıyla dolu olduğuna eminim. “Anlatacak mısın Defin?” Bana bakıp boynundaki künyeyi çıkardı. “İlk sana geleceğim dedi. Hep bana geldi, yine gelecek.” Gülümsedim. Bende boynumdaki askeri künyeyi ve yüzüğümüzü çıkardım. “Bizde babamızı bekliyoruz.” Defin güldü. “Hamileliğe alışabildin mi?”

Dudaklarımı büzüp başımı salladım. “Tam değil. Hala çoğu zaman uykusuz hissediyorum.” Göz devirdim. “Ki sekiz saat uyuyorum. Hastanedeyken de çok zor ayaktaydım. En son zaten bayıldım.” Yine güldü. “Allah’tan bayılmışsın. Yoksa bu hamileliği bile üçüncü ayında, karnın büyüdüğünde anlardın sen.” Başımı geriye atıp kahkaha attım. Belki biraz haklı olabilir ama biraz. Elini karnıma yerleştirip karnıma doğru yaklaştı. “Sen annenin salaklığına bakma ama annen büyük bir salak.” Ona bakıp gözlerimi devirdim. Onun kafasına vurup çekilmesini sağladım. “Bunu sen diyemezsin salak kardeşim. Sen, seni yıllardır seven adamı göreve gideceği sırada kabul etmeyi tercih ettin.” Dudaklarını büzdü. Haklı olduğumu da gayet biliyordu. “Bakma bana öyle haklı olduğumu biliyorsun.” Onu umursamadan televizyona odaklandım.

🩺

“Defne.. Defne uyan hadi annem.” Kımıldanıp yattığım yerde döndüm. Sessizce gözlerimi araladığımda buraya, odama ne ara geldiğimi anlayamadım. Annem başımda dikiliyordu. “Yemek hazır. Seni bekliyoruz.” Onaylayıp yataktan kalktım. Yüzümü yıkayıp aşağı indiğimde herkesin sofrada oturduğunu görmüştüm. “Üzgünüm uyuyakalmışım.”

“Sorun yok dayım. Hadi geç otur.” Sofrada yerimi aldıktan sonra suyumdan birkaç yudum aldım. Yarın bayramın ilk günüydü. İlk günü burada geçirip ikinci gününü Konya’da geçirmeyi düşünüyordum. Babama bakıp gülümsedim. “Babacığım, yarın akşam için uçak bileti alabilir misin?” Kaşlarını çattı. O sormadan durumu ona açıkladım. “Konya’ya. İlk günü sizinle geçirip ertesi günü orada geçireceğim. Malum Elbruz da yok.” Onayladı. Herkes yavaş yavaş yemeğini yerken sıra yavaştan tatlılara gelmeye başlamıştı. Tatlı servisini yapıp sandalyeme geçtim. Oturmadan ayakta beklemeye başladım. “Defne?”

“Size bir şey diyeceğim.” Hepsinin bakışları beni bulduğunda gülümseyip dudaklarımı ıslattım. Antredeki çantamın içinden ultrason görüntüsünü alıp tekrardan masaya döndüm. “Dün söylemeliydim aslında ama bugün Jülide teyzeye gidip..” Annem Jülide teyzenin adını duyduğu gibi eliyle ağzını kapattı. Damla teyzem bana bakıp “Jülide..?” dedi. Anneme dönüp “Hani şu kadın doğum uzmanı olan?” diye devam etti. Gülümsemem genişledi. Güney amcam da elimdekinin ne olduğunu anlayan ilk kişilerden olmuştu. Denef bana bakıp gülümsedi. “Bu sefer gerçekten hamilesin.” Denef’e bakıp onayladım. Gözlerim dolmaya başladığında annemin de gözleri dolmuştu. Nehir teyzem gülümserken yanaklarında süzülen yaşları silmekle meşguldü. Bu eve bugün bir bebeğin daha geleceği haberini almıştılar. Sevinçleri ondandı. Ben ise hüzünlü hissediyorum. Elbruz’a söyleyemediğim için buruk, bebeğimizin heyecanında yanımda olamadığı için sinirliyim. Halbuki şu an sandalyesini devirip beni kucağına almalıydı. Bu mutluluğu beraber yaşamalıydık. Gözlerimin ondan dolu olduğunu kimse bilmiyor. Sende bilme boncuğum. Annen sen geliyorsun diye mutlu ama baban burada olamadığı için üzgün. Seninle hiçbir alakası yok bu üzgünlüğümün.

“Yayınımıza bir son dakika gelişmesi ile ara veriyoruz. Alman istihbaratına hain bir saldırı düzenlendi. Alman istihbaratına mensup bir personel evinde uğradığı hain suikastta öldürüldü.” Başımı televizyona çevirdiğimde onu gördüm. “Suikastçının soğuk hareketleri onun bir paralı asker olduğu kanısına varılmasına sebep oldu.” Aşık olduğum çelik mavisi gözlü adamı. O gözleri nerede görsem tanırım boncuğum. O çelik mavisi gözlerin tek bir sahibi var. Elbruz.. Babanla tanış bebeğim..

Bölüm sonu.

Rusça kısımlar için çeviri yardımı almak zorunda kaldım. Rusçam oldukça temel düzeyde olduğu için buna mecbur kaldım. Anlayışınıza sığınıyorum. Finale son üç diyelim mi? Eğer haftalık düzeni koruyabilirsem kitap başladığı gün bitecek. Bu biraz beni mutlu etti ne yalan söyleyeyim.

Haftaya Cuma görüşmek üzere, iyi okumalar.

Tiktok: elbruz.blackpearln

İnstagram: elbruz_blackpearlN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.08.2025 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...