
48. Bölüm
Âşık olduğum çelik mavisi gözlü adamı. O gözleri nerede görsem tanırım boncuğum. O çelik mavisi gözlerin tek bir sahibi var. Elbruz.. Babanla tanış bebeğim..
“Baba? Elbruz orada ne yapıyor?” Babam televizyondan bana döndü. “Saçmalama kızım ne Elbruz’u?” Derin bir nefes alıp göz devirdim. Kendimi gösterdim. “Ben salak mıyım? Kocamı elbette tanıyacağım. Silah tutuşundan tanıyorum onu baba. Silah tutuşu, silahı tutarken etrafı kolaçan edişinden tanıyorum.” Babam benim başka bir şey dememe müsaade etmeden yemeğine dönüp bakışlarını benden kaçırdı. “Adam görevde Defne ve sen daha fazla detay sormayacaksın.” Yutkundum. Annem sessizce oturmamı işaret etti. Yerime oturup yemeğimi yavaş yavaş yemeye devam ettim.
“Endişelenme. O iyi, sen sadece bebeğinizi büyütmeye bak. Tamam mı babacığım?” Sessizce portakal suyumdan birkaç yudum aldım. Yemek için olan bütün iştahım kaçmıştı. Aklım Elbruz’da kalmıştı. Defin elimi tuttuğunda başımı kaldırıp ona baktım. Peçeteyi bana uzatıp gözlerimi gösterdi. O anda fark ettim ki ağlıyorum. Peçeteyle gözlerimi silip yemeğime baktım. O olmadan boğazımdan geçmiyor, geçmeyecek de.. Çatalımı bırakıp arkama yaslandım. “Defne.” Dayıma baktım. “Bak az önce bize harika bir haber verdin. Canın sıkkın, aklın onda biliyoruz.” Gözlerini benden ayırmıyordu. “Ama bebeğin için yemek yemek zorundasın. Onun için babasını beklemek zorundasın.” Tabağımı gösterdi. “O yüzden yemeğini ye lütfen.” Onaylayıp yemeğimden yemeye başladım.
Masadan sandalyemi itip kalktım. Elimin tersini ağzıma yaslayıp lavaboya doğru koşmaya başladım. “Kuzey sakin. Hamile kız, normal..” Saçlarımı toplayıp geriye ittim. Ben kusarken biri saçlarımı benim elimden alıp sırtımı sıvazladı. “Stres yaramadı değil mi Defne?” Çok bir şey yemememe rağmen bütün yediklerimi çıkardım. Klozetin dibine çöküp başımı kaldırdım. Annem yanımdaydı saçlarımın önüme gelen kısımlarını geriye çekip yüzümü okşadı. Annem elini ıslatıp yüzümü sildi. Oturduğum yerden kalkmaya çalışsam da annem izin vermedi. “Hemen kalkma, biraz dinlen.” Saçlarımı okşayıp gülümsedi. Gözlerimin içine bakıyordu. Soru sormama müsaade etmeden saçlarımı okşarken konuşmaya başladı. “Hiç merak etme. Kerem iyidir ve iyi olacaktır. Böyle yaparak bebeğine zarar verirsin.” Elini karnıma yerleştirip okşadı. “Bu mucizeye iyi bakman gerekiyor kızım.” Yavaşça klozetin kapağına tutunup kalktım. Annem kalkmama yardım ettiğinde yüzümü de yıkamama yardım etti.
“Defne iyi mi Deniz?” Başımı hafifçe kaldırıp teyzeme baktım. “İyiyim teyze..” Saçlarımı geriye itip sandalyeye oturdum. Damla teyzem suyu bana uzattı. Suyumdan birkaç yudum alıp gülümsedim. “Mide bulantısı normal tabii hamilelikte..” Asya yanıma gelip dizime oturmaya çalıştı. Onu kucağıma alıp saçlarını okşadım. Önümdeki çatalımı alıp pazı sarmasından bir tane batırdı. “Teyze aaa..” Onun uzattığı sarmayı alıp yemeye başladım. Portakal suyumu alıp içtim. “Elinize sağlık teyze. Midem bulandığı için tam yiyemedim ama olsun.” Sofradan kalkıp odama geçtim. Midemin bulantısından duramıyorum. Resmen midem kavruluyor.
Komodindeki telefonumu alıp yatağa oturdum. Onu aramak istiyorum. Açmayacağını ne kadar bilsem de aramak, ona bir mesaj bırakmak istiyorum. Kişilere girip onu aradım. “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.” İç çekip telefonu yatağa attım. Kendimi de yatağa atıp beyaz tavanıma baktım. En azından iyi olduğunu haberlerden gördük öyle değil mi boncuğum? Bununla yetinmek zorundayız. Telefonumu alıp mesaj yazmaya başladım.
Odamın kapısı önce çalınıp ardından da aralandı. “Gelebilir miyim?” Annem kapının arasından bana bakarken onunla göz göze geldim. Yattığım yerde dikleşirken gülümsedim. Odaya girdi yanıma oturdu. “Daha iyi misin?” Onayladım. Sanki başka bir şey yapabilecekmiş gibi.. “Endişeni en iyi ben anlarım biliyorsun değil mi?” Saçlarımı oynaya oynaya omzumdan arkaya attı. “Yapabilecek miyiz? Bu hayata onu alıştırabilecek miyiz? Ya o dönmezse?” Annem gülümsedi. “Bu soruyu baban her göreve gittiğinde bende sordum biliyor musun?” Ona baktım. Sorduğunu biliyordum. Her gittiğinde annemin yemesi içmesi azalırdı. Biz büyüdükten sonra kendini hastaneye kapatıp durmadan çalışırdı. “Sivas’a ilk görevlendirmen çıktığında oradan birini bulup gelirsin sanmıştım. Hatta Damla teyzen çok tembihledi seni hatırlıyor musun?” Gülümsedim. Damla teyzem gideceğim gün yaklaştığında, hatta belki son bir haftamdı. Durmadan ‘Üniformalılardan uzak dur. Hatta doktorlardan da uzak dur.’ deyip durmuştu.
“Ben ise o kadar emindim ki üniformalı birini seveceğinden..” Bana bakıyordu. Gözlerini benden ayırmadan sanki karşısında beş yaşındaki ben varmışım gibi. “Küçüklüğünden beri hep üniformalılar dikkatini çekerdi. Elimizi bırakıp kaybolursan seni nerede bulacağımızı çok iyi bilirdik. O yüzden Kerem’den bahsettiğinde hiç şaşırmadım.” Başımı kaldırıp baktım. Dolan gözlerimi parmaklarıyla sildi. “Sen bu hayatın içine doğdun. Baskınlar, silahlar.. Bazı geceler sizi emzirirken yanı başınızda silah olurdu. Kuzey eve geldiğinde ilk işiniz babanızın ne yaptığını öğrenmek olurdu. Beklemeyi hiç sevmeseniz de babanızın size getireceği anılar için sabırla beklerdiniz.” Aklıma gelen anılarla gülümsedim. Bazen sabahları baş ucumuzda bir kutu çikolata olurdu. Bazen küçük bir taş, bazense sadece kum.. Eğer biz uyurken babam eve döndüyse onun geldiğini anlayalım diye yapardı.
“Gel bakalım Defne.” Önümdeki tabağa baktım. Yemek hiç ilgimi çekmiyor. “Baba! Ne yaptın?” Babam başını bize kaldırıp gülümsedi. Ayaklarımı sallayıp tabağımdan ne aldığıma bakmadan bir şeyi avcuma aldım. “Harika bir yere gittim bebeğim. Hatta size de çikolata getirdim gördünüz mü?” Defin elindeki çikolatayı sallayıp güldü. Annem onu da sandalyeye oturturken Denef’i babam oturtturuyordu. “Orada asker abilerinizin yardıma ihtiyacı vardı. Onlara yardım ettim.” Defin meraklı bir şekilde babamın genelde belinde olan silahını gösterdi. “Onu kullandın mı?” Babam beline bakıp güldü. Belinde silahı yoktu ama Defin’in neyden bahsettiğini anlamıştı. “Benim kızlarım ne kadar hızlı büyüyor böyle.” Defin’i başıyla onayladı. “Kullandım babacığım. Kullanmam gerektiğinde kullanıyorum biliyorsunuz değil mi?” Başımızı salladık.
Babam annemin bize vermediği çaydan biraz içip bize baktı. Yanmıyor mu? O çay sıcak değil mi de babam böyle içebiliyor acaba? “Şimdi siz anlatın bakalım. Kreşe başladınız mı?” Başımızı salladık. Denef önündeki tabaktan peynirini yerken babama baktı. “Defin çok kavga ediyor baba.” Babamın kaşları çatılmıştı. Defin’e bakıp “Öyle mi?” dedi. Ardından bakışları bana döndü. Gözlerimi kaçırırsam Elif’in saçını çektiğimi anlamaz değil mi? “Peki ya Defne, babacığım? Defne de kavga ediyor mu?” Yutkundum. Defin elini sıkıca kapatıp bana baktı. “Elif’le kavga etti.” Ona bakıp tabağımdaki zeytini ona attım. “En azından ben Ata ile kavga etmiyorum! Ya da Burak’la!” Defin de anında tabağındaki zeytini bana attı.
“Kızlar..” Defin’in bana attığı ne varsa ona atıyordum. “Kızlar!” Korkup durdum. İkimizde babama bakmaya korkuyorduk açıkçası. “Bana bakın.” Bakmadık. Başımızı eğdik ama yine de ona bakmadık. “Asker bana bak!” Emir büyük yerden.. Başımı kaldırıp babama baktığımda babamın o sinirli ifadesini gördüm. Bize kızacaktı belli ki.. Sessizce beklerken babam bana baktı. “Niye çektin arkadaşının saçını?” Dudaklarımı büzdüm. “Defin’e aptal dedi.” Babamın yüzünde ufak bir gülümseme görsem de anında tekrardan ciddileşmişti. Defin’e baktı. “Ata veya Burak.. Herhangi iki zibidiyle..” Annemin uyarı dolu sesi yükseldi. “Kuzey.” Babam göz devirdi. “Arkadaşlarınla.. Niye kavga ettin Defin?” Defin niye kavga ettiğini hatırlamaya çalıştı. “Hah! Ata uyurken Defne’nin yüzünü boyamaya çalıştı. Burak da Denef’e çelme taktı.” Denef’i gösterdi. “Dizinde izi var.”
Babam hemen yanındaki Denef’in dizinde olan yaraya baktı. “Aferin Defin hep böyle koru kardeşlerini.” Annem bıkkın bıkkın göz devirdi. “Kuzey.” Babam ona baktı. “Ne? Doğru olanı yapmış işte. Çarşı zorbalığa karşı kızım. Benim kızlarım daha şimdiden karşı işte mis gibi.” Güldük. “Tabaklar bitecek hanımlar.”
Annem yatmam için yorganımı kaldırıp yatağa uzanmamı bekledi. Başımı yastığa yasladığımda gülümseyip üzerimi örttü. “Senin bebeğin de bu hayatın içine doğacak. Neyse ki benim gibi değil, oldukça şanslı. Örnek alabileceği bir annesi, anneannesi var.” Gülümsedim. Haklıydı, önünde onu bekleyen hayatı bizzat yaşamış insanlar olacaktı. Bu durum en azından yükümü biraz hafifletip, içimi ferahlattı.
“Koğuş kalk! Bugün bayram!” Koridordan gelen sesle irkilip gözlerimi açtım. Babam koridordan bağıra bağıra geçiyordu. Sırt üstü dönüp derin bir nefes aldım. Bugün beraber geçirmemiz gereken ilk bayram olması gerekirken yalnız uyanıyorum. Sahi saat kaç? Yatağın içindeki telefonumu elimle aramaya başladım. Ben telefonumu bulamadan kapı açıldı ve birileri yatağımın üstüne çıktı. “Bugün bayram! Erken kalkın çocuklar!” Toprak’la Asya gülerek zıplıyordu. Yastığın altındaki telefonumu komodine koyup bende yatakta ayağa kalktım. “Giyelim en güzel giysileri!” Ellerini tuttum. “Elimizde taze kır çiçekleri!”
“Üzmeyelim bugün annemizi!” Defin odaya girip yatağa çıkmadan zıplamaya başladı. Kapıya dönüp baktığımda annem kapının pervazına yaslanmış, ellerini göğsünde kavuşturmuştu. “Hiç büyümeyeceksiniz değil mi?” Gülüyordu. Başını sanki umutsuz vakaymışız gibi sallayıp izlemeye devam etti. “Bugün bayram! Erken kalkın çocuklar!” Bulut annemi geçip odaya girdi. Yatağımın üstünde zıplayan Toprak’ı alıp “Namaza geç kalacağız lan zibidi!” diyerek odamdan çıktı. Defin de Asya’yı durdurdu. “Hadi teyzem sende bayramlıklarını giy.” Yorgun bir şekilde yatağa oturdum. Baş ucumdaki suyumdan birkaç yudum aldım. “Sende hazırlan kahvaltıya Yaprak teyzeler falan gelecek.” Onayladım.
Herkes odamdan çıkarken telefonumu alıp Elbruz’a mesaj attım. “İyi bayramlar sevgilim. Seneye bayramı böyle ayrı karşılamayız umarım. Sakın vurulayım deme.” Telefonumu bırakıp banyoya ilerledim. Bayram kahvaltısı Barış Manço eşliğinde hazırlanıyordu anlaşılan. Elbisemi giyip aşağı indiğimde yavaştan herkes toparlanmaya başlamıştı. Nehir teyzem bayram kahvaltısı işin bahçeye büyük bir masa kurmayı tercih etmişti. Eksik sandalyeleri taşımaya başladım. Yaprak teyzemler hamile olduğumu bilmiyordu. Bugün öğrenecekler anlaşılan.
“Barış iğneyi kendine batırır, çuvaldızı başkasına. Bol keseden aklı ona buna dağıtır, darısı kendi başına.” Zeytin tabaklarını alıp büyük masaya yerleştirdim. “Defne sen peynirleri yerleştir.” Denef’in bana uzattığı tepsiyi alıp bahçeye çıktım. Peynir tabaklarını yerleştirmeye başlayıp sofradaki eksiklere göz attım. “Bir bardak eksik teyze.” Annem sofraya bakıp başını salladı. “Eksik değil. Sen çay içmiyorsun.” Dudaklarımı büzdüm. Annem benim dudak büzmemi umursamadan elimdeki tepsiyi alıp içeri girdi. “Niye içmiyor?” Yaprak teyzeme bakıp gülümsedim. Gizem yengemin oturduğu yerin kol kısmına oturup onlara baktım. “Size bir haberim var.” Scarlett teyze gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Sanki biliyormuş gibi gülümsüyordu. “Ya da herkes toplansın da söyleyeyim.”
Sofrayı hazırlamamız bittiğinde babamlar da bayram namazından dönmüşlerdi. Direkt masaya geçtiğimiz gibi herkes yemeklere gömüldü. Damla teyzemin uzattığı tabağı anında geri ittim. Yumurtanın kokusu midemi aşırı bulandırdı. “Teyze yalvarırım çek şunu benden uzağa.” Elimi ağzıma kapattım. Annem hemen önümdeki suyumu gösterdi. “Bir iki yudum iç annem.” Öykü teyzeyle göz göze geldiğimizde gülümsediğini fark ettim. “Koku hassasiyeti de başlamış. Hayırlı olsun.” Gülümsedim. Sarp amca ikimiz arasında dönen bakışmaya saf saf bakıyordu. “Ulan yemin ediyorum bu zekayla bu adam nasıl teknoloji geliştiriyor anlamıyorum.” Herkes bir anda gülmeye başladı. Can amcamın bu yorumu hepimizi güldürmüştü. “Ne var lan anlamadıysam? Kadınlar arasında hep oluyor bu konuşmalar. Üstelik senin gibi kızım yoktu benim.” Öykü teyzem kırılmış gibi Sarp amcama bakmaya başladı. “Ben neyim Sarp? Biz ikiziz hatırlatırım. Beraber büyüdük.” Ağzıma bir parça zeytin attım. İkisinin arasındaki atışmayı izlemek zevkliydi. Bu arada zeytin baya güzelmiş. “Kaç yıldır benden uzaktasın kızım, unuttum ben seni.” Güldüm.
“Bu arada zeytinler bitiyor çabuk olun.” Bulut’a baktığımda tabağımı işaret ettiğini gördüm. Tabağımdaki zeytin çekirdeklerini saymış olmalıydı. Kaşlarımı çatıp ona baktım ve masanın altından tekme attım. “AH!” Umursamadan ona baka baka bir zeytin daha alıp ağzıma attım. Elis, Bulut’a ters ters bakıp en sevdiğim peyniri bana uzattı. “Dede ne zaman bayramlaşıcaaz?” Asya'nın sorusuyla herkes gülümsemişti. Babam ilk göz ağrı Asya’ya bakıp gülümsedi. “Tabağını bitir öyle bebeğim.” Asya tabağını hızlıca bitirip sandalyesinden indi. Onun bu haline güldük. Herkes bayramlaşmak için ayaklandığında bende sandalyemi itip ayağa kalktım. “İyi bayramlar.” Dayımın elini öpüp sarıldım. “Hayırlı bayramlar kızım.” Hepsiyle tek tek sarıldığımda en son babama bakıp gülümsedim. “İyi bayramlar babacığım!” Boynuna sarıldım. Geri çekildiğimizde eğilip karnıma yaklaştı. “Sana da iyi bayramlar küçük torunum.” Gülümsedim. Babam, Asya’nın ve Toprak’ın elini öpmesini bekledi. Cebinden çıkardığı harçlıkları tek tek onlara verirken bana da harçlık uzattı. “Bu da ufaklığın.”
“Ne gerek var baba?” Gülümsedim. Almamak için dirensem de babam zorla elime tutuşturdu. “Yarın bir gün bebeğin bir sürü ihtiyacı olacak. Para biriktirme imkânınız varken reddedemezsin.” Haklıydı. Elbruz yokken sadece ben vardım ve bebeğimiz için alışverişe çıkmam gerekecekti. “Teşekkür ederim baba..” Sessizce sofrayı toparlamaya başladık. Amcam bize bakıp alkış tuttu. “Hazırlanın denize gidelim. Bugün hepimiz bir aradayken böyle vakit geçirelim.” Nehir teyzem onayladığında bende onayladım. Elis Yağmur’u hazırlarken Denef de Efe’yi hazırlamaya çıkmıştı. Yukarı çıkıp elbise giydim. Plaj çantamı hazırlayıp kendi fotoğrafımı çekip Elbruz’a attım. Aşağı inip arabalara doluştuk. “Akşam saat sekizde uçağın var Defne. Seni uçağa bindireceğim ona göre eve dönelim.” Onayladım. Başımı dışarıya çevirip yolu izledim. Sessizce sahile gelmiştik.
Kumların üstüne havlularımızı serip güneş gözlüğümü düzelttim. Plajda olmayı sevdiğimi söylemiş miydim? Elimi karnıma yaslayıp denize baktım. “Bak burası annenin en sevdiği yerlerden biri boncuğum. Umarım sende bana benzersin de beraber yüzeriz.” Hareketlenmeye başlayacağı anı sabırsızlıkla bekliyorum. Karnıma atacağı minik tekmeler heyecan veriyor. Koca plajı kendimiz kapamış gibiydik. Amcamlar sessizce şemsiyeleri açıp sabitlemeye başladılar. Efe çoktan Denef’in önünde kovalarla kumlarla oynamaya başlamıştı. Elis de kucağındaki Yağmur’u kuzeninin yanına yerleştirdi. İkisi kumlarla oynarken Asya da Efe ile birlikte çoktan denize koşmaya başlamıştı.
Çantamdan güneş kremimi çıkarıp sürmeye başladım. Güneş kremimi karnıma sürerken bir yandan da karnımı hafif hafif okşadım. Saçlarımı topuz yapıp kumlara uzandım. “Amcam yine harika bir hamle yaptı. Ah mis gibi deniz havası..” Defin gerinip tişörtünü çıkardı. Boynunda sallanan şey dikkatimi çekmişti. Defin’in boynunda babamın bize hatıra olarak verdiği kolye haricinde başka bir şey vardı. Metal iki tane plaka..
“Pişt.” Denef bana döndüğünde Defin’in boynunu gösterdim. Ağzı anında açıldığında gülümsedim. “Defin..” Bana döndü. “Hmm?” Yattığım yerden ayaklanıp oturur hale geldim. “Boynundaki... Tahmin ettiğim şey mi?” Defin gözlerini bana çevirdi. Eli direkt boynundaki künyeye sarılmıştı. Güldüm. “Saklama saklama. Ne zamandan beri boynunda taşıyorsun sen onu?” Sessiz elindeki sarıp okşadı. “Buluştuğumuz gün verdi.” Gülümsedim. Ayağa kalkıp elimi uzattım. “Hadi gel yüzelim.” Beraber ayağa kalkıp suya yürümeye başladık. “Su çok soğukmuş.” Sudan geri çıkmaya çalışsam da Bulut bana doğru koşup beni bacaklarımdan kaldırmıştı. “Bırak lan beni.” Beni suya fırlattı. Suyun üstüne başımı çıkardığımda Bulut’a bakıp vurdum. “Şerefsiz köpek!” Defin hemen yanımda kahkaha atıyordu. “Ne yaptım işte ne güzel hazırladım seni suya.” Açılmaya başladığımda kendimi suya bırakıp yatar halde gözlerimi kapattım.
"Tam bir su kadınısın değil mi?" Elimle suyu hafif hafif ittim. En sevdiğim şey suyken yanına bir de kocam eklenmişti. Her ne kadar havuzu sevmesem de denize gidene kadar su sudur. "Evlendiğin kadını Çanakkale'den seçersen böyle olur kocacığım. Ben suyu severim, yeşilliği severim." Elbruz’un gülümsediğini görebiliyordum.
Sessizce gülümsedim. Suyun rahatlatıcı özelliği olduğunu biliyor muydunuz? Su inanılmaz bir nimet. İnsanı rahatlatıyor, düşünmene yardımcı oluyor. Gözlerimi kapatıp huzurla derin bir nefes aldım. “Bak boncuğum annenin en sevdiği şey bu su. Annen doğduğu andan itibaren Ege’nin sularında büyüdü. Umarım seni de her yaz buraya getirebilirim.”
“Defne!” Gözlerimi açıp kıyıya baktım. Annemler bana ve Defin’e el kol yapıyordu. “Hadi gel bir şeyler atıştıracağız!” Hızlıca suya gömülüp suyun altından kıyıya doğru yüzmeye başladım. Nefesim kesilene kadar suyun altından ilerlesem de nefesim kesilmeye başladığında yüzeye çıktım. Ne ara bu kadar uzaklaştım ben bu kıyıdan? Hiç farkında değilim. Sudan çıkarken önüme gelen saçları geriye ittim. “Karpuz var mı?” Eğilip havlumu aldım. Damla teyzem sanki bunu diyeceğimi biliyormuş gibi kabı önüme doğru uzattı. Gülüp havluma sarılıp oturdum. “Dansa bak. Nasıl mutlu oldu karpuzu görünce.” Hafif hafif oturduğum yerde dans etmeye devam ettim. Doruk’a dönüp öpücük attım.
Boncuğum sen ilk kez karpuzun tadına bakıyorsun değil mi? Ben çok seviyorum eminim sende seversin. “Defne bence erkek olacak bu bebek. Yüzüne bir güzellik gelmeye başlamış.” Amcam bana bakıp Damla teyzemi onayladı. Bulut kızının ağzına karpuzu yerleştirirken bana baktı. “Önceden çirkin olduğu için direkt fark ediliyor demek ki.” Göz devirdim. “Şarkı açın ya böyle çok sıkıcı.” Bulut karısının dediğini anında yaparak hoparlörü çıkarıp şarkı açtı. Yağmur babasının elindeki karpuza saldırıp yemeye çalışıyordu. Karpuzumu bitirip kumlara uzandım. Defin hemen yanımda bileğini ovalıyordu. “Yine bileklerin ağrıyor değil mi?” Onayladı. Başını sallayarak bileklerini kumların arasına gömdü. Güneş, deniz, kum ve gelen yorgunluk hissi.. Gözlerim yavaşça kapanırken rüzgâr hafif hafif esiyordu.
🩺
Taksi alayın önünde durduğunda cüzdanımdan parayı çıkarıp uzattım. “İyi bayramlar.” Amca dikiz aynasından bana bakıp gülümseyerek “Hayırlı bayramlar kızım.” demişti. Taksiden inip alayın girişine ilerlemeye başladım. Giydiğim elbisem beni oldukça tatlı göstermişti. Alayın girişindeki askerler beni gördüğü gibi kapıyı açtı. “İyi bayramlar.” Getirdiğim şeker kutusunu askerlere uzattım.
“İyi bayramlar Nilay hanım.” Gülümsedim. “Babam odasında mı?” Köşede nöbet tutan asker uzattığım şekerden alırken bana baktı. “Odasında Nilay hanım.” Onu onaylayıp içeriye ilerlemeye başladım. Dün bütün gece ağrımdan uyuyamadım ama huzurlu görünmeye çalışıyorum. Alayın kapısından içeri girip babamın odasına doğru ilerledim. Koridordaki Doğan’a bakıp odayı işaret ettim. Başıyla beni onayladı. Kapıyı çalıp araladım. Başımı içeri sokup gülümsedim. “Girebilir miyim albayım?” Babam benim sesimi duyduğu gibi oturduğu yerden kalkıp “Gel kızım, gel.” diyerek bana seslendi. İçeri girip şeker kutusuna dikkat ederek babama sarıldım.
“Hoş geldin sarı kızım.” Gülümsedim. “Hoş bulduk babacığım.” Geri çekilip babamın elinden öptüm. “İyi bayramlar.” Babam ellerini arkasında birleştirip güldü. Yaşlılık onun yüzünde iyice yer etmişti. Yorgun alnındaki kırışıklıklar iyice derinleşmeye başlamıştı. “Elbisen çok yakışmış kızım.” Elbisemin eteklerini tutup kendi etrafımda döndüm. “Hadi gel bakalım.” Nereye gideceğimizi soracağım sırada babam bana dışarıyı gösterip “Bayramlaşmaya gidiyoruz.” dedi. Beraber odadan çıkarken babam şeker kutusunu gösterdi. “Şekerlerini al da gel.” Kutumu alıp peşinden ilerledim. Alayın bahçesine indiğimizde askerlerin hepsi üniformalı halleriyle sıraya dizilmişlerdi. Babam tam karşılarına geçip onlara baktı. Babamın arkasına geçip askerlere baktım. Gözüm tek bir kişiyi arıyordu, Uğur’u.
“Asker! Rahat!” Uğur sırada değildi. “Hazır ol!” Etrafa bakıp bahçede Uğur’u gözlerimle aramaya başladım. Hepsi hazır ola geçtiğinde babam gülümseyip “Komutan eli öpülecek! Öp!” Şeker kutusunu tutarken babamın elini öpen askerler benden şeker alıp tekrar sıraya geçiyordu. “Serbestsiniz.” Herkes dağılırken köşede dikilen Hakan abi bana arka tarafı işaret etti. Gülümseyip babama döndüm. “Baba..” Babam bana dönüp baktı. Ben daha söylemeden beni anlayıp onayladı. Şekerlerden birkaç tane alıp arka tarafa koşmaya başladım. Alayın arkasına geldiğimde soluğum da hastalığımın verdiği etkiyle kesilmeye başladı. Durup öksürmeye başladığımda nefes almak için karnımı tutarak eğildim. Etrafa bakıp Uğur’a bakmak istesem de nefesim kesilmişti.
“Nilay?” Uğur’un sesini duydum. “Nilay!” Koşarak yanıma gelip belimi kavradı. “Güzelim nefes al. Nefes al sevgilim hadi.” Nefes almaya çabaladım. Sadece bir çaba.. Boşa çabalıyor gibiydim. Nefes alamıyorum. Panik vücudumu ele geçirmeye başladı. “U-Uğ..” Göğsüme giren ağrıyla tutunmaya çalıştım. Elimle Uğur’un üniformasını sıkı sıkıya kavradım. “Uğ..” Konuşacak mecalim yoktu. Dün geceki ağrılarımdan sonra bunun geleceğini bilmem gerekiyordu. Tedbirsiz davrandım. Uğur beni kucağına aldığında başımı onun göğsüne yasladım. “Tamam dayan Nilay.” Sesi kulaklarıma boğuk boğuk geliyordu. Bir elimle onun üniformasını hala sıkı sıkıya kavrıyordum. “Hastaneye gideceğiz şimdi.” Konuşmak için tekrardan çabaladım. Dudaklarım aralansa da söylemek istediğim şeyler için sesim çıkmıyordu. Çabalamayı bırakıp başımı Uğur’un benim kalbimin aksine düzenli ve huzurlu atan kalbini dinlemeye başladım. Uğur’ların panik dolu seslerini duyabiliyordum. Bayramı bile zehir etmeyi başardım ya Nilay.. Sana helal olsun kızım..
Uğultular vardı. Beynimi yiyip bitiren uğultular. “Komutanım, iyi olacak mı?” Dıt dıt seslerinin arasında en net duyduğum ses onun sesiydi. Düzensiz yükselen dıt sesleri sinirimi bozuyordu. “Güney’le konuştum. Bayramdan sonra Nilay’ı alıp oradaki hastaneye götüreceğim.” Demek ki Çanakkale’ye gideceğim. Güney amca bizi oraya çağırmıştı. Gözlerimi aralayıp gözümü alan ışığa baktım. Yüzümü buruşturdum. “Canın çok mu yanıyor?” Uğur yüzümün buruşmasını ağrımdan dolayı sanmıştı. Ama o kadar fazla ağrı kesici vermiş olmalılar ki ağrım falan kalmamıştı. Derin bir nefes alıp konuşmak için dudaklarımı araladım. “Işık çok fazla geldi.” Işık anında kısılmıştı. Gözlerimi daha rahat aralayıp onlara baktım.
Uğur hemen başımın yanında oturuyordu. Bir eliyle elimi tutarken diğer eliyle alnımı hafif hafif okşuyordu. “Bayramın neşesini mahvettim sanırım..” Babam bana bakıp kaşlarını çattı. “Lafını geri al bakayım. Hiçbir şey yok kızım. Dünde ağrın vardı zaten, normal bu.” Yorgun hissediyorum. Gözlerim istemsiz dolarken babamlara baktım. “Ağlama kızım. “
“Ölmek istemiyorum.” Ne yalan söyleyeyim ölüm korkusu zihnime dolmaya başlamıştı. Ölmek istemiyorum. Mutluyken, sevdiğim adamla birlikteyken ölmek istemiyorum. Annemi görebileceğimi bilsem bile Uğur’dan veya babamdan ayrılmak istemiyorum. Babama baktığımda onun yutkunduğunu fark ettim. Gözlerimdeki korkuyu görebildiğini biliyordum. Babam o korkuyu ikinci belki de üçüncü kez görüyordu ama Uğur için ilkti. “Ölmeyeceksin kızım. Deme şöyle.” Bana baktı. Başımı okşarken alnıma ufak bir buse kondurdu. “Biz bunu kaç kez atlattık. Yine atlatacağız.” Uğur’u gösterdi. “Ne kadar sevmesem de bu hıyarla düğününü yapacağım.” Gözlerimi sildi. “O yüzden ağlamak yok. Şimdi biraz daha uyu istersen. Dün gece tam uyuyamadın.” Uğur elimi sıkıca tutarken gülümsedi.
Uyumak istesem de uyuyamadım. Ölüm korkusu bütün bedenimi de ele geçirmeye başladı. Uğur hemen yanımda oturuyordu. Kalbim ağrımasa da ruhum ağrıyordu. Artık uyumak beni korkutuyor. Geri uyanamayacağım korkusu beni sardı bir kere. Televizyon açıldığında Uğur bana bakıp kumandayı gösterdi. “Belki düşünmene engel olurum.” Gülümsedim. Beni düşünmekte bir dünya markası olabilirdi. Bebek gibi sevmiyordu, hatta çok kavga etmişliğimiz bile vardı ama saygısı daha yüksekti. Bakışlarımı kaçırıp sessizce yutkundum. “Uğur..” Bana baktığını biliyordum. Diyeceklerimi toparlamaya çalışıp derin bir nefes aldım. Ona bakmaya cesaretim yoktu. “Olur da.. Bana bir şey olursa.. Babamı yalnız bırakma olur mu?”
Kalp atışlarım yine düzensizleşmişti. Cihazdan yükselen sesler bunu doğruluyordu. “Nilay.. Sana hiçbir şey olmaması için elimden geleni yapacağım.” Buruk bir şekilde ona döndüm. Mavi gözleri dolmuştu. Ondan tek bir isteğim vardı. “Bunu bana fazla görme Uğur..” Gözlerini kapattı. Ondan bir cevap beklediğimi biliyordu. Her ne kadar vermek istemese de yutkundu. “Söz.. Bunu demene gerek bile yok. Mevlüt albayım benim babam gibi. Onu hiç bırakmam.” Burnumu çekip ağlamamı dindirmeye çalıştım. Uğur da ağlamasına rağmen benim gözlerimi silmeye çalışıyordu.
Bana doğru yaklaşıp kulağıma fısıldayarak konuşmaya başladı. “Uyumaktan korkuyorsun değil mi?” Cevap vermedim. Uğur zaten bu soruyu cevabını bilerek sormuştu. Korktuğumu anında anlamıştı. “Ama çok uykun var güzellik.” Bu da doğruydu. Gözlerimden uykunun aktığına eminim. “Göğsümde uyumak ister misin?” Sesli bir yanıt vermesem de yavaşça yattığım yerde kayıp ona yer açtım. Uğur gülüp yatağa oturdu. Eğilirken postallarının bağcılarını çözüp çıkardı. Dikkatli bir şekilde yanıma uzanıp beni göğsüne çekti. Dudaklarını alnıma bastırdı. “Kapat gözlerini, uyandığında burada olacağım. Gözlerini açtığın anda ilk duyacağın şey benim senin için atan kalbim olacak.” Gülümsedim, gözlerimi kapatıp onun kalp atışlarına odaklandım. Uğur’un kalp atışları benim düzensiz kalbimin sesini bastırmaya yetti.
🩺
“Yenge!” Tanıdığım ses ile sağıma dönüp baktım. İlerideki tanıdık yüze doğru ilerlemeye başladım. Mert beni gördüğü gibi bana doğru koşup elimdeki valizi elimden aldı. Bana sarıldığında bende kollarımı ona doğru sardım. “Yenge sizi çok özledik ya keşke abimde gelebilseydi.” Geri çekilip gülümsedim. “Keşke ama vatan çağırdı yapacak bir şey yok.” Mert’le birlikte arabaya ilerlemeye başladık. Saat çoktan sekiz buçuk olmuştu. Mert çalan telefonunu cebinden çıkarıp aramayı yanıtladı. “Efendim anne?” Mert’in bıkkın sesine bakılacak olursa Elif anne ben gelene kadar durmadan aramıştı. “Aldım yengemi, arabaya biniyoruz.”
Mert’in elleri dolu olduğundan dolayı bagajı onun için açtım. Bana bakıp gülümsedi. “Teşekkür ederim yenge, sen geç otur.” Onu onaylayıp ön koltuğa geçtim. Ben kemerimi takarken Mert de direksiyona geçti. “Annem senin için tatlı yapmış.” Güldüm. Elif anne benim geleceğimi duyunca sevinmiş olmalıydı. Müjdeli haberi onlara verdiğimde tepkilerini görmek için sabırsızlanıyorum. Onların o halini kesinlikle videoya alacağım ki sonradan Elbruz’a izletebileyim. “Yenge abim burda olmamasına rağmen keyfin yerinde bakıyorum.” Gülümsedim. Ona bakıp göz kırptım. “Abinden kurtuldum da ondan rahatım.” Kahkaha attı.
Köye girdiğimizde eve yaklaşıp arabayı kenara park etti. Kapıyı açıp indiğim gibi evin bahçesinden köpek sesi geliyordu. “Köpek mi aldınız?” Mert onayladı. Arkadaki valizimi alıp bagajı kapattı. “Buraya geldi. Alman kurdu, adı Hela.” Evin girişinde Elif anneler kapıda karşılamaya çıkmıştı. Gülümseyip kollarımı açarak Elif anneye sarıldım. Köpek bacaklarıma dolanmaya başlamıştı. “Kızım hoş geldin.” Gülümsedim. “Hoş bulduk anne.” Hepsine sarılıp dikkatimi köpeğe çevirdim. Köpek anında kucağıma zıpladığında ilk işi karnımı koklamak olmuştu. Yaklaşıp ona doğru fısıldadım. “Hissettin değil mi?”
“Jankat sen yengenin valizini evine götür, odalarına bırak.” Benim koluma girdi. Köşedeki bahçe takımını işaret etti. “Gel kızım bizde oturalım. Janset sende yengene tatlı koy.” Koltuğa oturup onlara baktım. “Elbruz’dan bir haber var mı kızım?” Başımı salladım. “Henüz yok baba. Görevi gizlilik gerektiriyormuş. O yüzden babam da bir şey söyleyemiyor.” Elbruz’un kardeşleri aynı anda yanımıza geldi. Melek tatlıyı bana uzatırken teşekkür edip aldım. Çantamın içinden telefonumu çıkarıp kayıt almaya başladım. “Size bir şey söyleyeceğim.” Çantamdaki ultrason fotoğrafını çıkarıp bir anda masaya koydum. Ahmet baba hala benim yüzüme bakıyordu. Ultrason fotoğrafını ilk fark eden Elif anne ile Melek oldu. “Şaka yapıyorsun?!” Melek anın şaşkınlığıyla elini ağzına yasladı. Elif anne ultrason kağıdını eline alıp gülümsemeye başladı. “Hamile misin?”
Başımla Elif annemi onayladım. “Torun mu geliyor?” Babam ayağa kalkıp kollarını bana açtı. Gülerek ayağa kalkıp babama sarıldım. “Amca oluyorum!” Mert bana doğru koşup beni kucağına aldı. Beni döndürürken kahkaha atmaya başladım. “Oğlum! Oğlum indir şu kızı! Öyle sallanır mı?!” Ayaklarımı yere basıp gülümsedim. “Ağzınızı açmıyorsunuz. İlk üç ay kimse kimseye bir şey söylemeyecek. Bebeğin sağlam bir şekilde tutunduğundan emin olacağız.” Onayladım. Karnımı tutup okşadım. “Geç otur kızım ayakta kalma.” Oturdum. “Yeğenim inşallah kız olur da böyle cicili bicili giydiririm.” Melek’e bakıp güldüm. Mert kardeşine dönüp baktı. “Hiç de bile erkek olsun da beraber maç yapalım.”
“Sağlıklı olsun da gerisi mühim değil. Bizim sıpanın haberi var mı?” Ahmet babama bakıp güldüm. Başımı hayır der gibi salladım. “Dün öğrendim baba. Elbruz çoktan görevdeydi biliyorsunuz.” Elif annem sıkıntılı bir şekilde iç çekti. Onun bu duruma üzüldüğünün farkındayım ama onun da benim gibi yapabileceği çok fazla bir şey yoktu. “Kızım hadi ye tatlını.” Sehpadaki tabağımı alıp yemeye başladım. Elif anne yine döktürmüştü. Tatlımı bitirip tabağı mutfağa götürdüm. Ben evden çıkarken Elif annemler içeri girmeye hazırlanıyordu. “Anne bizimkiler aradı çıkıyorum ben.” Melek, Mert’e bakıp ayağa kalktı. “Bende geleceğim bekle.” Elif anne beni gösterdi. “Defne’yi de götürün.” Başımı salladım. Yorgun hissediyordum açıkçası “Siz gidin gençler ben biraz yorgunum.” Elif anne bana telaşla baktığında onu rahatlatmak için elimi kaldırıp başımı hafifçe geriye attım. “Hiç merak etme anne. Vücudum hamileliğe alışma evresinde. Uykum çabuk geliyor.”
Ayağa kalkıp Elbruz’la olan evimize geçtim. Ayakkabılarımı çıkarıp bir kenara fırlattım. Oturma odasında kenarda duran valizimi açıp pijamalarımı giydim. Televizyonu açıp yatak odasından yastıkla yorganı aldım ve içeri geri döndüm. Camdan ayın ışığı evin içine doluyordu. Bir film açıp koltuğa uzandım. Kolumu yastığın altına alıp gözlerimi kapattım. Elbruz burada olsaydı beni göğsünün sıcaklığında uyuturdu. Keşke burada olsaydı. Boncuğum sana yemin ederim onun kalbinin sesini duysan, göğsünün sıcaklığını bir hissetsen.. Çok seversin. Hiç ayrılmak istemezsin babanın koynundan.. Gözlerimi kapatıp huzurlu bir uykuya daldım.
Beyaz ışık.. Beyaz ışık için çok erken değil mi ya? Gözlerimi aralayıp etrafa baktım. Telefona bakıp herhangi bir mesaj var mı diye kontrol ettim. Belki bir umut ondan mesaj gelmiş midir diye düşünüyorum ama sanırım düşük.. Örtüyü itip koltuktan kalktım. Boynumu sağa sola çevirip hafif hafif kütlettim. Ayağa kalkıp örtüyü katladım. Valizden giyeceklerimi alıp yatak odasına geçtim. “Hadi bakalım hazırlanalım boncuğum.” Çıkardığım elbisemi giyip makyaj malzemelerime göz ucuyla baktım. “Bugün makyaj yapasım yok. Yapmasak ne olur değil mi? Gayet güzeliz.” Rujumu sürüp saçlarımı düzelttim. Odadan çıkıp babetlerimi giydim.
Bayram için gelen giden amma fazla oluyormuş burada. Bütün gün sessizce gelen giden misafirleri ağırlamıştım. Burada yeni gelin olmak zormuş doğrusu. Bir an bile oturmadım açıkçası. Tatlı tabaklarını alıp mutfağa geçtiğimde bulaşık makinesini doldurup çalıştırdım. Sessiz kalmak da ayrı bir sıkıntıymış. Sandalyeyi çekip oturdum. Başımı masaya yaslayıp gözlerimi kapattım. Tatlı görmekten artık kusacağım. Burnuma şerbet leş gibi kokuyordu.
Şimdi ise Tinemisler buradaydı. “Ne o Elbruz seni bıraktı mı?” Başımı kaldırıp mutfağa giren Tinemis’e baktım. “Elbruz’un işi vardı gelemedi. Bırakmış olsa bende burada olmam değil mi?” Alayla kaşlarım havalandı. “Adetleri de öğrenmişsin maşallah. Dil falan tutmalar..” Rahatça arkama yaslanıp ona gülümsemeye devam ettim. “Eh o kadar olsun değil mi? Sonuçta harika bir kocam, harika bir ailesi var.” Sinirimi bozmaya çalışıyordu ama başaramayacak. Farkında değildi ama yüzü düşmeye başlamıştı. “Kocam burada olmasa da ben buradayım. Sonuçta bende artık onların kızıyım değil mi?” Bozulan o olacaktı. Ayağa kalkıp onun karşısında dikildim. “Sana bir şey söyleyeyim mi? Kendi kendine yarışıyorsun. Ben senin kapışmaya çalıştığın o yarışı kazanalı çok oldu.” Tinemis hadi ya der gibi alayla kaşlarını kaldırdı. “O yüzden bu evde misafirken kıymetini bil, gir içeri otur.” Duraksadı. Yüzü iyice düşerken sessizce sandalyeye geri geçip oturdum.
Melek, Tinemis’in yanından geçip bana baktı. “Yenge.. Sen yorgun görünüyorsun eve geç de dinlen biraz.” Başımı kaldırıp ona baktım. “Emin misin?” Onayladı. Sessizce ve kimseye görünmeden evden çıkıp kendi evimize geçtim. Karnıma bakıp biraz okşadım. “Bebeğim annenin uykusunu getirmeyi biraz bıraksan mı? Artık alışsak mı bu hamileliğe?” Burnuma dolan şerbet kokusuyla elimi ağzıma kapatıp lavaboya koştum. On dakika kusmuş olabilirim emin değilim. İçim dışıma çıktı resmen. Yüzümü yıkayıp aynada kendime baktım. “Neyse ki makyaj yapmamışız bebeğim.” Salona dönüp koltuğa uzandım. Kumandayı alıp bir film açtım. Telefonumu alıp günlük mesajlarımı yazmaya başladım.
Komutan;
Bugün Tinemis denilen kızı bir bozmuşum olaayy. Hak etti ama. Birde hamile olduğumu bilse neler olurdu bilmiyorum. Neyse umarım karnım burnumdayken gelmezsin Elbruz. Hamilelik nazı yapmak istiyorum. Bulantılarımda, aşermelerimde yanımda ol ve istediğimi paşa paşa ara istiyorum. Burnundan getirmek istiyorum hatta.
Hamilelik nazı.. En sevdiğim.. Tek sorun kocam yanımda değil. O da en yakın zamanda gelir değil mi boncuğum?
🩺
Rusya’ya geri döndüğüm gibi çantamı atıp yatağa uzandım. Acaba küreler Defne’ye ulaştı mı? İstihbarat ulaştırmıştır. Şimdi bunu düşünmenin sırası değil. Görevime odaklanmak zorundayım. Bana verilen dosyanın içindeki numaranın beni aramasını beklemek zorundayım. Televizyonu açıp Türk kanalları arasında dolanmaya başladım. Birçok haber kanalında yaptığım suikast gösteriliyordu. Bu da benim için artı puan demektir. Siyah inci bu işi başardığımı her yerde görebiliyor demektir.
Gecenin bir yarısı çalan telefona uyanıp baktım. Ekrandaki numara kayıtlı değildi. Dosyadaki numarayı kontrol edip açtım. Onlar arıyordu. “Солдат.” (Asker) Başımı yastıktan kaldırıp yatakta oturur hale geldim. Sessizce dinlediğimi biliyorlardı. O yüzden konuşmaya devam etti. “Вы поедете в Стамбул.” (İstanbul’a gideceksin.) Gülümsedim. Tam da beklediğim gibi Siyah inciye birkaç adım daha yaklaşmış olacağım. “Для чего?” (Ne için?)
“Black Pearl хочет работать с вами.” (Siyah İnci seninle çalışmak istiyor.) Haklı benden daha iyisini bulamazdı. Beni Türkiye içi eylemlerde de kullanmak istiyorsa Türkiye’de de kurtulması gereken kişiler var demektir. “Похоже, ему снова нужен киллер.” (Görünüşe göre yine bir tetikçiye ihtiyacı var.) Telefondaki adam güldü. “Все время.” (Her zaman.) İstanbul’a en uygun giriş bayramın ilk akşamı olacaktır. Uçak biletini o güne alsalar iyi olur. “Каков твой ответ, солдат?” (Cevabın nedir, asker?)
“Хорошо. Завтра вечером.” (Tamam. Yarın akşam.) Telefon kapandı. Telefonu yatağa fırlatıp yataktan kalktım. Sessizce lavaboya geçip yüzümü yıkadım. Odaya geri döndüğümde yatağa fırlattığım telefonu alıp öbür sim kartı taktım. Ezbere bildiğim o numarayı tuşladım. “Burger day, nasıl yardımcı olabilirim?”
“Kimlik numaram EKK2825171995.” Telefonda bir süre sessizlik oldu. “Dinliyorum Beyaz Kurt.” Tekli koltuğa oturdum. “Harika haberlerle geldim başkanım. Siyah İnci beni tetikçi olarak istiyor. İstanbul’a gelmemi söyledi.” Gülümsedim. “Harika haber! Bu iş sandığımızdan hızlı ilerliyor. Artık daha dikkatli olman gerekecek.” O görmese de başımla onayladım. “Uçağını ne zamana alalım?”
“Yarın akşam en ideal saattir başkanım.” Onların da aynı fikirde olduğuna neredeyse emindim. “Tamam. Sen dinlenmene bak. Gerekli ayarlamalar yapıldığı anda biletin eline ulaşacak.” Onayladım. Aklım buraya geldiğim ilk andan beri Defne’deydi ama ne yaptığını sormaya çekiniyorum. Başkan da sessizliğimden bir şeyler olduğunu anlamış olacak ki konuşmaya başladı. “Hediyelerin ulaşması gereken yerlere ulaştı. Eşin şu anda babasıyla birlikte memleketinde.”
Çanakkale’ye gittiler demek ki.. Bayram geliyor ailesiyle birlikte olmak istemiştir. Orada olsaydım beraber Konya’ya da giderdik. “Yarın akşam da Konya’ya geçecek. Komutan söyledi.” Gülümsedim. Elimdeki zippoyu çevirirken sessizce başkanı dinliyordum. “Sen görevine odaklan. Yarın akşam için de hazırlanmaya bak.” Başımı kaldırıp pencereye baktım. “Anlaşıldı başkanım.” Telefonu kapatıp sehpaya attım. Başımı geriye atıp gözlerimi kapattım.
Uçaktan inip valizimi aldım. Havaalanının çıkışında beni siyah bir transit bekliyordu. “Are you The Winter Soldier?” Rus olmanın verdiği rolle soğuk soğuk bakıp aksanıma dikkat etmeye çalışarak konuştum. “I think.” Yanındaki adama beni gösterdi. Adam elimdeki çantayı alırken ben umursamadan arabaya geçtim. Rahatça yayılıp dışarıyı izlemeye başladım. “Black Pearl awaits you.” (Siyah İnci sizi bekliyor.) Cevap vermeye tenezzül etmedim. “Take the coast road.” (Sahil yolunu kullan.) Şoför benim ne dediğimi anlamıyordu. Yanımdaki adam bıkkın bir şekilde bana bakıp arabayı süren adamına döndü. “Sahil yolunu kullan. Adam biraz deniz havası alsın.” Sanki bana lütfeder gibi söylemişti salak herif. Araç sahil yoluna saptığında camı açıp temiz sahil havasını içime çektim. Şu an Defne’yle aynı denizin kokusunu almak istiyorum.
Adamın telefonu çaldığında rahatça yanımda konuşmaya başladı. “Evet İnci’m aldık elemanı.” Sessizce onların konuşmasını dinlemeye başladım. “Sizin yanınıza mı getireceğim?” Ceketini düzeltti. “Tamam efendim. Elemanı oraya getiriyoruz.” Telefonunu kapatıp cebine koydu. Dışarıyı izlemeye devam ettim. Bir evin önüne geldiğimizde araç durdu. Büyük demir kapı açıldığında kapının iki yanındaki adamın dışında bahçedeki elemanları saymaya başladım. On beş.. İçeride de en fazla sekiz kişi olsa yine iyi. Araba durduğunda kapı açıldı yanımdaki eleman inerken bende oturduğum yerden kalkıp arabadan indim. Kapının önünde bir adam ve yanındaki kadın bana doğru yaklaştı. “Welcome, soldier.” Kadın, adamın arkasında dururken beni süzüyordu. Elini uzatan adamın elini sol elimle sıktım. İçeriyi gösterip önden ilerlemeye başladı. “Helen, İnci’ye git ve misafirimizin geldiğini söyle.”
Arkamdan gelen kadın başı ile onaylayıp yukarı çıktı. Ayakta beklemeye başladım. Yukarı kattan bir topuklu sesi yükselmeye başladığında umursamıyor gibi dışarıyı izlemeye devam ettim. “Adam bu mu?” Yanımdaki adam başıyla onayladı. “Turn to me.” Sessizce nefes alıp arkamı döndüm. Karşımda güzel bir kadın vardı. Ellerini önünde birleştirip bana bakmaya devam etti. “I'm the Black Pearl and you'll work for me.” (Ben Siyah İnci, ve sen benim için çalışacaksın.)
“Why should I work for you?” (Neden senin için çalışmalıyım?) Rus aksanına dikkat edeceğim diye bir tarafımı yırtıyorum. Tek bir hatamda dikkatlerini çeker. Anında şüphelenirler. Göz devirdi. “Bu Ruslar neden bu kadar inat oluyor?” Sabrını fazla sınamadan kısa keseceğim. “What is a job?” (İş nedir?) Kadın keyifli bir şekilde gülümsemeye başladı. “I'll tell you about the job tomorrow. Now get some rest.” (Sana işi yarın anlatacağım. Şimdi biraz dinlen.) Başıyla hafifçe arkasındaki kadını gösterdi. Arkasındaki hizmetçi eliyle onu takip etmemi işaret etti. Sessizce çantamı alıp kadını takip etmeye başladım.
Evin alt katına indiğimizde bana bir odayı gösterdi. Odaya girip kapıyı kapattım. Çantamı yatağın kenarına koyup kendimi yatağa bıraktım. Telefonumu çıkarıp teşkilata bilgi mesajını atmaya başladım.
Burger Day
Kimlik numaram EKK2825171995, eve yerleştim.
Telefonumu tekrardan kenara bırakıp gözlerimi kapattım. Burada böyle sıkışıp kalmış gibi hissetmek zordu. Kolumu başımın altına alıp gözlerimi kapattım. Gözlerimin önüne Defne’nin gözleri gelmişti. Mavi gözleri, gülüşü, kahkahası.. Cıvıl cıvıl halleri. Evde sadece tişörtüyle dolaştığı cıvıl halleri.. Nasıl da özledim onu.. Deniz kokusunu.
Ertesi gün hazırlanıp yukarı çıktım. Dışarı çıktığımda kadın çoktan arabaya binmişti. Arabadaki Siyah İnci bana bakıp arabayı işaret etti. Davetine icabet edip arabaya bindim ve karşı koltuğuna yerleştim. Gideceğimiz yere geldiğimizde önce onun inmesine izin verdim. Arkasından inip mekana girdim. Beni gösterdi. “Tanıştırayım. Kiralık katilim Kış Askeri.” Oda karanlıktı. İnsanların yüzü net görünmüyordu. Türkçe bilmediğimi sandıkları için rahat rahat konuşuyorlardı. İki aydır her planlarını boşa düşürmeyi sayemde başarmıştık. Sessizce dikilip beklemeye devam ettim. “İstediğim şeyi buldunuz mu?”
“İstediğin şey kolay bir şey değil. İşkenceci bulmak o kadar kolay değil.” Karşısındaki adam eğilip baktı. “Buldum.” Dosyayı İnci’nin önüne doğru itti. “Zeref diyorlar. Hiçbir yerde yayımlanan bir fotoğrafı yok.” Ölümsüz.. Zeref.. Kim bu Zeref? “Her neyse bu adamı araştıracağım. Şimdiki işimiz yeni hedefimizi vermek.” Bana doğru bir dosya uzattılar. Dosyayı almadan karşımdaki herife baktım. “Я не люблю, когда люди дарят мне вещи.” (İnsanların bana bir şey vermesinden hoşlanmıyorum.) Anlamadan salak salak suratıma bakıyordu. Göz devirip derin nefes aldım. “I don't like people handing me things.” Başımla masayı gösterdim. Sabırlarını sınadığımı biliyorum. İki aydır ömürlerini yemiştim. Bıkkın bir şekilde dosyayı masaya bıraktı. Dosyayı alıp açtım.
Dosyanın içinde bir fotoğraf ve bilgi notları vardı. Bu durumu acilen üstlerime bildirmem gerekiyordu. Çünkü dosyadaki isim kocaman harflerle yazılmıştı.
Kuzey Mutlu.. Dosyadaki kişi Defne’nin babasından başkası değildi.
Bölüm sonu.
Finale iki bölüm kalmışken böyle bir bölüm yazmış bulundum. Final için size bir spoiler vermek isterim ama vermeyeceğim. Bakalım yazabilecek miyim? Hadi hayırlısı artıkın.
Haftaya Cuma görüşürüz, iyi okumalar.
Tiktok; elbruz.blackpearln
İnstagram; elbruz_blackpearlN
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.35k Okunma |
1.38k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |