
49. Bölüm
Odama girip kapıyı kapattım. Dosyayı inceleyip plan yapmam gerektiğini söyledim. Cebimdeki telefonumu çıkarıp ezbere bildiğim o numarayı çevirdim. “Burger Day, siparişiniz nedir?”
“Kimlik numaram EKK2825171995. Acil görüşme talebi.” Beni direkt başkana bağlayacaklarını biliyordum. Bir elimi belime yerleştirip odada volta atmaya devam ettim. “Beyaz Kurt?” Durdum. “Acil durum. Yeni hedefleri belli oldu. Kuzey komutana suikast düzenlememi istiyorlar.”
“Tamam biz bir plan yapalım sana bilgiyi göndereceğim.” Başımla onayladım. “Anlaşıldı başkanım.” Telefonu kapatıp cebime attım. Dışarı çıkıp bahçeye geçtim. Hava artık hafiften soğumaya başlamıştı. Defne ne yapıyor acaba? Hakkâri, ben göreve giderken oldukça sıcaktı. En son göreve gideceğim gün Defne oldukça üzgündü. Şimdi nasıldı? Hala üzgün mü? Derin bir nefes alıp oturma köşesine geçtim. Kotumun paçalarını düzeltip oturdum. Belimdeki silahımı çıkarıp temizlemeye başladım. Şu an evimde olmaya ihtiyacım varmış. Ben böyle silahımı temizlerken Defne elindeki kupasıyla gelip kucağıma yerleşmesi gerekiyordu. Her haliyle mükemmel olan karımı yanımda istiyorum.
Duyduğum topuklu sesiyle silahımın emniyetini açıp gelen kişiye doğrulttum. “Put it down.” Kadın elindeki kahvesiyle yanımda dikiliyordu. Büyük gözleri ve botokslu dudaklarıyla bana bakıyordu. Silahımı yavaşça indirip emniyetini kapattım. Kadın elini cebinden çıkarıp yanımdaki tekli koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne attı. İstediğim bu kadın değil. Ben karımı istiyorum. Bana bakarak kahvesinden bir yudum aldı. “Since when do you use a gun?” (Ne zamandan beri silah kullanıyorsun?) Cevap vermeden sessizce başımı kaldırıp ona baktım. “You're not gonna tell me, are you?” (Bana söylemeyeceksin, değil mi?) Dudaklarımı hafifçe büzüp başımı sağa sola solladım. Tekrardan başımı silahıma çevirdim.
“You're married?” (Evli misin?) Bu sorulara cevap vermeyeceğimi bilmesi gerekiyordu. Üstelik son bir aydır her şeyi araştırdığını tahmin etmek benim için zor değildi. Başımı kaldırıp ona baktım. “I know you know the answers to your questions.” (Sorularının cevaplarını bildiğini biliyorum.) Dudakları, yanıtımı beğenmiş gibi yukarı kıvrıldı. Kahvesini yudumlarken bacağını, dikkatimi dağıtacak şekilde sallıyordu. Derin bir nefes alıp göz devirdim. Silahı kaldırıp karşı taraftaki ışığa nişan aldım. Hemen solumda bacak bacak üstüne atıp salladığı bacağı dikkatimi dağıtıyordu. “Don't swing your leg.” (Bacağını sallama.) Kadın bana bakıp bacağını sallamayı bıraktı. Arkasına yaslanıp keyifle kahvesini yudumlamaya devam etti.
“Kocam beye kahve getirdim.” Temizleye devam ettiğim silahımı tek elime alıp kucağıma yerleşmeye çırpınan Defne’ye kucağımı açtım. “Kocam bey de ağzına hiç yakışmadı Defne’m ya.” Kucağıma otururken bacaklarını topladı ve güldü. “Geçen gün sen çıktıktan sonra tam uyuyacakken komşular kapıyı çaldı.” Neşeli bir şekilde elindeki kupasıyla kucağımda oturuyordu. “Güne çağırdılar beni. Gitmeyecektim ama zorla götürdüler falan. Orda teğmen eşlerini görmen lazım ama. Hepsi kocam bey aşağı kocam bey yukarı.” Silahımı hemen yanımdaki sehpaya bırakıp bütün dikkatimi Defne’ye çevirdim. “Komedi filmi gibilerdi. Mutfakta herkes birbirini çekiştiriyor falan. Daha bizim evlendiğimizi de bilmiyorlar.”
Evlilik Defne’ye balayında bile yaramıştı. Hafif hafif yanakları çıkmaya başlamıştı. O farkında olmasa bile kilo almıştı. Ben daha kucağıma aldığım ilk anda onun aldığı çok az kiloyu bile anlamıştım ama bunu ona söylemeyeceğim. Eğer söylersem kafamı kırar. “Ee sonra?” Onu ilgiyle dinlemem hoşuna gitmiş olacaktı ki kahvesinden bir yudum alıp anlatmaya devam etti. “Mutfağa bir girdim, hepsi bana döndü. Sessizce tabağımı bırakmaya girmiştim aslında. Hepsi birbirine yüzüklerini gösteriyordu. İşte kocam bey bunu bana aldı. Yok nikah yüzüğüm, yok nişan yüzüğüm.” Dudaklarını yaladı. “İş tabi bize döndü. Yüzüğüm de o gün ameliyattan çıkıp eve geçtiğim için parmağımda değildi.” Elini tutup parmağındaki safir yüzüğü hafifçe okşadım. “Bana baktılar. Yüzbaşım size evlilik teklifi etmemiş miydi falan dediler. Sözde beni gömecekler.” Kendini gösterdi. “Ben yer miyim? Yemem.” Elini tutup hafifçe öptüm. Bardağını sehpaya koydu. “Ne sana laf söylemelerine izin verdim ne de aralarındaki yarışa müsaade ettim. Doktor olduğum için yüzüğüm parmağımda değil dedim. Bazılarımızın işleri sizin böyle günlerde oturabilmeniz için gece gündüz çalışmayı gerektiriyor dedim.” Güldüm. Eliyle kolunu gösterdi. “Hepsi takıp takıştırıp gelmişler. Komutan eşlerinin arasına öyle gelinir mi ayıp denilen bir şey var.” Defne bütün istikrarıyla anlatıyordu. Onun bu haline gülmeden edemedim.
Saçlarının uçlarını parmağımda çevirirken ona baktım. “Defne.. Güzelim sen biraz kilo mu aldın?” Duraksadı. Başını eğip kendine baktı. Bana döndüğünde dudakları büzülmüştü. Ne kilosu be? Almadım kilo falan.” Benden onu desteklememi bekliyordu. Başımı sanki aldın aldın der gibi salladığımı anladığı gibi kucağımdan kalkıp yanıma oturdu. Kollarını göğsünde birleştirip bacak bacak üstüne attı. Benim cümleme sinirlenmişti ama doğruyu söylediğimi de biliyordu. Bacağını sallamaya başladığında ona bakıp güldüm. Sehpadaki silahımı alıp yarım kalan işime devam ettim.
Şimdi düşünüyorum da Defne’yi öyle cıvıl cıvıl görmeye o kadar alışmışım ki ilk tanıdığım o olgun kadın Defne değilmiş. Defne’nin kendini koruma kalkanıymış. Ne zaman Defne o büyük duvarlarını bana karşı indirdi, işte o zaman karşımda dudaklarını büzen duygularını düşüncelerini benden saklamayan Defne ortaya çıktı. Normalde rahatsız olduğum çoğu şey o yaptığında gözüme batmıyordu. Mesela bacak sallama alışkanlığı ya da kıyafetlerimi paylaşma mevzusu. Janset veya Jankat kıyafetlerimi bırak giymeyi dokunamazken Defne’ye ben giydiriyordum. Onun üzerine bir tişörtüm, gömleğim oldukça yakışıyordu. Onunla ilgili en ufak bir cümleyi dahi hatırlayabiliyordum.
“Doktor!” Barut arkamda gördüğü doktora el sallıyordu. Bıkkın bir nefes verip ona baktım. “Çağırma şunu ya.” Barut beni hiç umursamıyordu. Yanımdaki hareketlilikle doktorun bedeni yanıma yerleşti. “Günaydın Altan, günaydın domuşuk yüzbaşım.” Sabah sabah olması gerekenden oldukça enerjikti. Ona baktığımda bana göz kırpıp gülmeye devam etti. “Ne bu surat sabah sabah? Karadeniz’de gemilerin mi battı?” Göz devirdim. Barut karşımda kahkaha atıyordu. Bardağıyla beni gösterdi. “İki gündür dağdaydı. Şimdi de senin köy ziyaretin denk geldi. Uykusuzluk keçileri üstünde.” Doktora göz kırptı. Doktorun gözleri ikimiz arasında gidip geliyordu. Bana bakıp omuz attı. “Yapma komutan.” Bir sır verecekmiş gibi yaklaştı. “Bende uyumadım.” Ona baktım. “Acilde kavga olayı vardı. Ortalık karışıktı.” Bardağımla oynayarak ona bakmadan umursamaz bir hava yaratmaya çalıştım. “Polis geldi mi?” Doktor beni onayladı. “Polis gelmeden önce iki taraf yine kavgaya tutuşmasa iyi olacaktı.”
Barut benden önce merak ettiğim o soruyu sordu. “Sen mi ayırdın?” Başıyla Barut’u onayladı. Cemil’in getirdiği çayı önüne çekti. “Nasıl ayırdınız peki?” Çayından bir yudum aldı. “Aslında ilk başta ayıramadık. Sonra hastane güvenliğinde Soner abi yanımdaydı. Baktık ayıramıyoruz bizde dövdük.” Kaşlarımı çatıp ona baktım. “Dövdük?” Bana bakmadan başıyla onayladı. Çayını tekrar dudaklarına götürüp bir yudum daha aldı. “Baya dövdük. Copla.” Barut çoktan gülmeye başlamıştı. Benim aksime o pek şaşırmamış gibiydi. “Hak ettiler. On kişiydiler hepsini copla döve döve ayırdık.”
“Polis?” Sanki normal bir şey anlatıyor gibi sakindi. “Polis gelene kadar tedavilerini yaptık sonra gidip ifade verdik.” Omuz silkti. “Bu kadar.” Barut çayından bir yudum alıp doktora baktı. “Adamlarda bir sorun var mı? Şikâyet falan etmediler değil mi?” Çayını yudumlarken başını sağa sola salladı. “Edemezler. Ederlerse bir daha döverim ve tedavi etmem dedim.” Gururlu bir gülüş yerleşti yüzüne. “Barut bir şey soracağım Cennet cehennem vadileri ne kadar uzak?” Barut’la ikimiz ona baktık. “Oraya normal arabayla gidemezsin. Bir şansın var ama. Köylere giderken yakınından geçeceksiniz. Komutan seni götürsün.” Onun göz devirdiğini fark ettim. “İşim gücüm yok doktoru mu gezdireceğim?” Göz devirdi. “Kalk da hazırlan doktor. Yola çıkacağız.” Oturduğu yerden kalkıp hazırlanmaya gitti. Kenardaki Fatih’i doktorun peşinden içeri gönderdim. “Yok bu doktor başımıza bela olacak Barut, benden sana söylemesi.”
Ayağa kalkıp arabaya ilerlemeye başladım. “Uğur silahımı da getirin!” Doktor iki çantayla alayın kapısından çıkarken Fatih silahıyla beraber doktorun peşinden koşuyordu. “Ya doktor hanım verin çantanızı komutanım kızacak ya.” Ellerimi belime yerleştirip onları izlemeye başladım Doktor resmen Fatih’i peşinden koşturuyordu. “Çekil şurdan ben taşıyorum işte!” Yanımdan geçecekken durup çantalardan birini benim tutmam için göğsüme yapıştırdı. Çantayı tuttuğum anda diğer çantayı tutarak arabaya bindi. “Poyraz! Araç bin!” Tim araca bindiğinde bende doktorun yanındaki yerimi aldım.
Köye geldiğimizde doktor tek tek köylülerle ilgilenmeye başlamıştı. Sessizce biraz uzaklaşıp Hakan’a baktım. Elimle onu yanıma çağırdığımda Hakan hızlıca yanıma koştu. “Cennet cehennem vadileri ne kadar uzakta?” Hakan konumumuz ve saati kontrol etti. “Komutanım yarım saat uzaklıkta.” Köşedeki Can’a yaklaşmasını işaret ettim. Can hızlıca yanıma geldi. “Aracın anahtarını ver.” Cebinden aracın anahtarını çıkarıp bana verdi. “Hakan siz diğer araçla gelirsiniz. Ben doktoru alıyorum.” Hakan bana bakıp onayladı. “Emredersiniz komutanım.”
Doktor kontrolleri tamamladıktan sonra çantaları toparlayıp yanıma doğru geldi. “Burada işimiz bitti.” Arabanın ön kapısını açıp ona gösterdim. Çantalarını elinden aldım. O öne yerleşirken çantaları arkaya alıp koydum. Arabaya geçip kemerimi taktım. “Kemerini tak.” Bana bakıp diğer arabaya binen askerlere baktı. “Herkes niye öbür arabaya geçti?” Ben arabayı sürmeye başladığımda etrafa bakmaya devam etti. “Biz bir yere gidiyoruz çünkü.” Yarım saat sonrasında vadiye geldiğimizde bir kenara çekip başımla inmesini işaret ettim. Kemerini çıkarıp arabadan indi. Etrafa bakmaya başladığında sessizce arabaya yaslandım. Gözlerinin içi gülümsüyordu. “Burası..?” Onayladım. “Gerçekten mi?” Kollarımı göğsümde kavuşturup onu izlemeye başladım. Bir süre sadece manzarayı izledikten sonra telefonunu çıkarıp fotoğraf çekmeye başladı. Önüme gelip başını kaldırarak bana baktı. “Getirmem demiştin ama teşekkür ederim komutan.” Gülümsüyordu.
Önümden çekilip suyun kenarındaki çiçeklerin yanına gitti. O çiçeklere bakarken önüne gelen saçlarını geriye itti. Telefonumu çıkarıp onun fotoğrafını çektim. Onun fark etmesine izin vermeden telefonumu cebime yerleştirdim. Biraz ilerleyip çiçekler toparladım. Sessizce çiçeklerden taç yapıp arka koltuğa koydum. “Doktor!” Çiçeklerin arasından bana baktı. “Hadi gitmemiz gerek artık.” Saçlarını geriye itip bana doğru geldi. Sekerek arabaya yaklaşıp yerine geçti.
Alaya döndüğümüzde doktor uyuyakalmıştı. Arabayı kapının önüne park edip askerlere baktım. “Doktorun çantalarını revire götürün.” Onayladı. Onun tarafına geçtiğim gibi kapısını açıp kemerini çıkardım. “Komutanım tacı ne yapalım?” Çiçekten taca baktım. “Revire götürün.” Kolumu onun sırtına yaslayıp bacaklarının altından tutarak kucağıma aldım. İçeri girdiğim gibi onu revire götürüp yatırdım. Kenardaki örtüyü alıp onun üzerine örttüm. Defne huzurlu huzurlu uyuyordu. Tacı onun yastığının ucuna koydum.
“The man I wanted you to kill..” (Öldürmeni istediğim adam..) Kadın konuşmaya başladığında başımı kaldırıp ona baktım. “Have you done research on him?” (Onun hakkında araştırma yaptın mı?) Başımı salladım. “What else do you know about him?” (Hakkında başka ne biliyorsun?) Kadın arkasına yaslanıp bana baktı. Donuk donuk kadına bakıyordum. Önüme uzattığı dosyaya baktım. Dosyaya baktığımda dikkatimi çeken tek detay Kuzey komutanın hakkında saklı olan bilgilere bile erişebildiklerini fark ettim. “He has three children but no one knows where they are.” (Üç çocuğu var ama kimse nerede olduklarını bilmiyor.) Defne’lerin konumunu bilmiyorlardı ama kızları bulmuşlardı. Tepkilerimi belli etmeden karşımdaki kadına baktım. Benden tam olarak ne istediklerini çözmem gerekiyordu. Direkt sormakta fayda var. “What exactly do you want from me?” (Benden tam olarak ne istiyorsun?)
Bacağını indirip dirseklerini dizlerine yasladı. “Find the man's children.” Üçüzleri bulmamı istiyorlardı. Defne’yi Denef’i ve Defin’i.. Hepsinin konumunu bilsem de elbette onlara söyleyecek halim yoktu. Konuşmadan onu hafifçe onayladım. Kadın benden oldukça umutluydu. Bu işi başarabileceğime olacağı inancı oldukça yüksekti ama bu kadının arkasında daha üst biri olmalıydı. “Who wants me to kill him?” Kadın sessiz kaldı. Bana söylemeyeceğini biliyordum silahımı alıp ayağa kalktım. Hiçbir şey olmamış gibi odama ilerledim. Bu işi tek başıma çözemeyeceğimin farkındayım.
Odanın kapısını açtığımda yastığımın altında gördüğüm dosya ile koridoru kontrol edip kapıyı kapattım. Tişörtümü çıkarıp elimde tutarak yatağıma oturdum. Dosyayı açıp incelemeye başladım. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.
🩺
Rahat olmayan bir yerde uyumak kadar kötüsü yoktu. Yine bir hastane nöbetindeyim ama bu sefer yerinde duramayan bebeğimle.. Sessizce odamdaki sedyede uzanmaya başladım. “Bebeğim hadi biraz uyuyalım hm? Yazık günah değil mi annene? Kime çektin birde onu bilsem.” Gözlerimi kapattım. Karnımda sadece kıpırtılarını hissettiğim bu ufaklık Bulut’un bana bir cezası olabilir mi? Daha dört aylıkken böyleyse ben son ayları düşünmek istemiyorum. Sanırım bebeğim bu sefer sözümü dinliyor. Hareketliliği azaldı. Yavaşça uyumaya çalıştım.
“Defne..” Yüzümü buruşturdum. “Defne.. Uyanman gerekiyor.” Yüzümü buruşturup elimle yüzümü gizledim. “Acile kaza vakası gelecek. Uyanman gerek doktor hanım.” Sinirli bir nefes verip gözlerimi açtım. Tabii buna açmak denirse. “Düzgün kullansınlar o zaman o arabaları. Kullanamıyorsa çıkmasın trafiğe.” Yattığım yerden kalkıp ayaklarımı sarkıttım. Boynum, belim zaten ağrırken bir de uykusuzluk eklenmişti rutinlerime. Sanırım babam haklıydı. Giderek huysuzlaşıyorum. Mavi terliklerimi giyip acilin girişine ilerlemeye başladım. Dağılan saçlarımı toparlarken hemşirelerden yanıma gelen Ece’ye baktım. “Hastanın bilgileri var mı?”
“İki hasta gelecek. Birinin durumu oldukça kritik dendi.” Ambulanslar yaklaştı. Kapılarını açıp hastalara baktık. “29 yaşında erkek. Yolda eks oldu.” Ambulans teknik kalp masajına devam ederken bende adamın yaralarını inceledim. “Serdar’ı çağırın. Diğer hastanın durumu ne?” Ben eks olan hastayı devralıp kalp masajına başlarken diğer ambulanstan sedye ile hastayı indirdiler. Serdar koşarak yanıma geldiğinde hala nabız alamadığım hastaya baktım. “Kaç dakikadır nabız alamıyorsunuz?” Kadın saatine baktı. “On dakika.” Kalp masajını bıraktım. Bileğimdeki saate bakıp hemşireye döndüm. “Ölüm saati 02.10.” Hızlıca diğer hastaya geçtim. Acile girdiğimizde kadının rahat nefes alamadığını fark etmiştim. “Nazike trakeostomi için hazırlanın.” Onlar gerekli hazırlığı yaparken bende eldivenlerimi giydim.
Bak bebeğim şimdi hayat kurtaracağız. Neşteri alıp ufak bir kesik açtım. Nazike kanamayı durdurup bana yardım etmeye devam etti. “Hadi.. Hadi..” Adamın hayati değerleri yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. “Değerleri düzeliyor.” Gülümsedim. Serdar bana yaklaşıp baktı. “Şoför kurtuldu ama karşı taraftaki adam o kadar şanslı değildi.” Başımı kaldırıp ona baktım. Az önce nefes almasına yardımcı olduğum adam mı kazaya sebep olmuştu? Eldivenlerimi çıkarıp çöpe attım. “Serdar sen ilgilenir misin?” Onayladı. Ellerimi karnıma yaslayıp acilden çıktım.
“Gördün mü? Bazen kurtardığımız insanlar hatalar yapmış olabiliyorlar hatta direkt kötü olabiliyorlar boncuğum.” Odama girip sandalyeme yayıldım. Karnımı okşayıp gülümsedim. Bana her türlü huzur vermeyi başarıyordu. Bu yeteneğini babandan aldın değil mi? “Baba bir masal anlat bana içinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun. Güneşle ay..” Kıpırdandı. Bunu sevdiğini biliyordum. Gülümsedim. “Bana bir masal anlat baba içinde tün sevdiklerim. İçinde İstanbul olsun.” Masamın üstündeki Elbruz’la fotoğrafıma baktım. “Gördün mü? Daha seni görmeden babacı olacağı belli.” Sessizce karnımı okşamaya devam ettim. Bebeğim büyük ihtimalle uykuya geçmeye başlamıştı. “Boncuğum benim iyi uykular.”
Kapım çaldığında kapıya bakıp “Gir.” dedim. Ayda karnı burnunda gülümsemesi ile odaya girdiğinde ayağa kalktım. “Ayda hoş geldin.” Sarıldım. “Hoş bulduk. Bir kadını doğuma getirdim de gelmişken senin yanına da uğrayayım dedim.” Gülümsedim. “iyi yapmışsın. Senin de az kaldı.” Elimi karnına koydum. “Ufaklık yolda.” Anında ufak bir tekmeyle karşılık verdi. “Arada bir yokluyor. Gelecek ama gelmeyi bilemedi.” Beraber odadan çıkıp doğumhanenin olduğu kata doğru ilerlemeye başladık.
Asansörden indiğimizde koridordan bir ses yükseliyordu. “Ayda!” Yanımdaki Ayda’ya baktım. “Hakan’ın sesi değil mi o ya?” Ayda bana baktı. “Evet de ne işi var..” Cümlesini tamamlayamadan durup yüzünü buruşturdu. “Tabii ya yolda aradıydım.” Gülüp ilerlemeye başladım. Ayda hemen yanımdaydı. Hakan koridorun ucunda Ayda’yı gördüğü anda üzerimize doğru koşmaya başladı. “Ayda!” Ayda’nın önüne geçip ellerimi kaldırdım. “Dur dur!” Hakan yavaşlayıp Ayda’ya sarıldı. “Çok korktum çok korktum doğurdun diye.” Güldüm. Timi toplayıp gelmişti. Hepsi Ayda’yı karşılarında gördüğünde rahatlamışlardı. “Birini doğuma getirdim o kadar. Ortalığı birbirine katmışsınız şuraya bak.” Timi gösterdi. Karnını tuttu. Fatih “Ayda komutanımın doğurası yok Hakan komutanım.” dedi. Herkes bir anda gülmüştü.
“Ah!” Hakan eşine bakıp güldü. “Ayda deneme yapıyor bak.” Ayda’ya baktım. Belini tuttuğunu gördüğümde bunun yalandan bir sancı olmadığı belliydi. Sessizce koluna girdim. “Hakan, Ayda’nın suyu geldi. Doğum başlıyor.” Hakan hala inanmıyor gibiydi. Gülüp bana baktığında duraksadı. “Ciddisiniz? Bebek?” Ayda’yı doğuma hazırlamak için doğumhaneye ilerledim. Melahat doktor geldiğinde ben doğumhaneden çıktım. Hakan koridorda volta atmaya başlamıştı. “Doğuma aldılar.” Hakan bana baktı. Kollarımı tuttuğunda onun panik dolu yüzüne baktım. “Normali bu değil mi? Doğum zamanı normal yani.” Onayladım. Timde panik bir şekilde oturuyordu. Onların bu halini Elbruz’un da görebilmesi için önlüğümün cebinden telefonumu çıkarıp fotoğraflarını çektim.
Doğumhanenin kapısı yarım saat sonra ilk kez açıldığında Tülay bana bakıp beni çağırdı. İçeri girdiğimde kapı otomatik arkamdan kapandı. İkinci doğumhaneye ilerlediğimde Melahat hanım bebeği Ayda’ya gösteriyordu. Sessizce dışarıda onları izledim. Bizde böyle tanışacağız boncuğum. Bak ne kadar güzel bir tanışma. Bebeği hemşirelere verdi. Hemşireler hazırlamaya başladılar. Tülay bana baktı. “Bebeği babasına sen götürürsün diye düşündük.” Gülümsedim. “Onur duyarım.” Telefonumu çıkarıp ona uzattım. “Hatıra kalması için..” Anlayıp telefonumu aldı. Bebeği kucağıma aldığımda karnımdaki benim bebeğim de kıpırdanmaya başlamıştı. Küçük kız daha şimdiden annesinden güzelliğini almıştı. Yavaş yavaş doğumhanenin çıkışına doğru ilerledim. Kapı açıldığında onlara baktım. “Hakan bu nasıl çirkin bir kız ya.” Hakan’ın arkası dönüktü. Sesimi duyduğu gibi bize doğru dönüp yanımıza koştu. “Al kucağına bakalım.” Boş boş suratıma baktı. “Nasıl alacağım?” Gülüp nasıl alacağını ona göstererek kızını kucağına verdim. “Rabbim analı babalı büyütmeyi nasip etsin.”
“Ayda? Ayda nasıl?” Gülümsedim. Elimi sırtına yaslayıp sıvazladım. “İyi merak etme. Normal odaya alırlar birazdan.” Derin bir nefes aldı. Kucağındaki kızına bakıp gülümsedi. Hastane böyle bir yer boncuğum. Bir saat önce biri ölürken, beş dakika önce dünyaya biri gözlerini açabiliyor. Buna doktorlar hayatın mucizesi diyebiliyor. Yaşamaz dediğin hastan yaşayabiliyor. Baban gibi dağlarda koşma, annen gibi de hastane köşelerinde sürünme. Git teyzene çek mimar falan ol. Daha şimdiden sana bunu aşılamam lazım. Yoksa çok uğraşırız.
Ayda’yı normal odaya aldığımızda odada ilk başta sadece üçü vardı. Koridorda babamı gördüğüm gibi yanına ilerleyip sarıldım. “Nerede?” Köşedeki odayı işaret ettim. Babam benden ayrılırken cebinden de iki altın çıkardı. “Hızlısın.” Güldü. Omuz silkip başımdan öptü. “Haber vermesen hızlı olamazdım.” Kapıyı çalıp içeri girdim. Babam ve poyraz timi de arkamdan odaya girdiler. Sona kalan Murat kapıyı arkasından kapatmış ardından da komutanlarına bakmıştı. Babam Ayda’ya yaklaşıp cebindeki altınlardan birini taktı. “Bu benim adıma.” Diğer altını da taktı. “Bu da poyraz timi adına.” Gülümsedim. Ayda itiraz etmeye kalksa da babam ona izin vermemişti. “Komutanım adını siz koyar mısınız?” Babam onlara bakarken Ayda da başıyla onaylayıp kızlarını babama uzattı. Babam ufaklığı kucağına alırken dikkatlice bakıyordu. İsim düşündüğünü tahmin etmek zor değildi. “Annenin isminin anlamı ile uyumlu olsun bakalım. Göksu?” Bebeğe bakarken gülümsedim. “Gökyüzü kadar güzel olan..” Ayda, Hakan’a baktı. Gülümsediler. Hayatımıza hoş geldin Göksu Küçükarslan.
🩺
“İyi günler üsteğmenim!” Gülümseyip el salladım. Bugünü de yorucu bir uçuşla tamamladım. Bundan sonrasında yapacağım tek şey eve geçip pijamalarımı giyip yatmak olacak. Yarın tatil olduğuma göre evime gidebilirim. Eşyalarımı yerleştirip üzerimi değiştirdim. Botlarımı bağlayıp deri ceketimi giydim. Saçlarımı çıkana kadar bozmadım. Üsten çıktığım gibi saçlarımdaki sıkı topuzu bozdum. Saçlarımı sallayıp acısının biraz da olsa geçmesini bekledim. Motoruma binerken karşıda gördüğüm beden ile duraksadım. Bunun burada ne işi var?
Cebimdeki telefonum titredi. Çıkarıp baktığımda mesaj ondandı. Biraz konuşabilir miyiz? Bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. Bol siyah pantolonu ve beyaz tişörtü vardı. Güneş gözlüğünü çıkarmasa da kim olduğu gayet net belli oluyordu. Klavyem açıldığında hızlıca bir yanıt yazdım. Takip et. Mesajımı okuyup okumadığını umursamadan motoru çalıştırdım. O da büyük ihtimalle arabasıyla gelmişti. Hızlıca trafiğe karıştım. Işıklarda onun arkamda olduğunu aynamdan görebiliyordum. Evim buraya çok uzak olmadığı için hızlıca o yola saptım. Motoru dikkatli bir şekilde park edip üstünden indim. Kilidini takıp üzerini kapattım. O da karşı kaldırıma park ediyordu. Arabadan inip yanıma geldi. Beraber eve çıktık. “Geçsene..” Botlarımı çıkarıp ayakkabılığa koydum. O da arkamdan ayakkabılarını oraya yerleştirdi.
“Ben duşa girip çıkacağım. Sonra ne anlatacaksan anlatır gidersin.” Onun yanıt vermesini beklemeden kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim. Kapıyı kilitleyip rahatlamak için kıyafetlerimi çıkardım. Metal künye göğüslerimin arasında sarkıyordu. Künyeyi avcumun içine alıp gülümsedim. “Umarım iyisindir..” Kendi künyemin yanında duran künye hiç boynumdan çıkmıyordu. Mümkün olduğunca tabii..
Duşumu alıp giyindim ve çıktım. İçeri döndüğümde Doruk öylece oturuyordu. Beni gördüğünde ayağa kalktı. “Ne işin var burada?” Beni gösterdi. “Seni görmeye geldim.” Koltuğa oturup arkama yaslandım. “Diyarbakır’a?” Sen ciddi misin der gibi kaşlarım havalandı. Bana bakıp gülümsedi. “Sıra bendeymiş demek ki.” Yaptığı imanın yıllar öncesine dair olduğunu anladım. Boş boş suratına bakmaya devam ettim. “Ne demek istiyorsun sen?” Yutkundu. Umutlu olmadığı belliydi. Yine de gülümsemeye çalışıyordu. “Yıllar önce sen bize gelmiştin..” Devamını biliyordum. O gün onların evinden sevgili olarak çıkmıştık. “Sende aynı tekniği mi uygulayayım dedin? Geleyim belki sevgili çıkarız diye mi düşündün?” Başını sağa sola salladı. “Hayır Defin..”
Dirseklerimi dizlerime yaslayıp eğildim. “O günü hatırlıyorsun değil mi?” Onayladı. “Sence karşında o kız mı var?” Duraksadı. O da biliyordu ki değişmiştim. Tıpkı onun gibi.. “Söyle, o günkü Defin mi var karşında senin?” Tekrar yutkundu, adem elması hareketlendi. Bana öylece bakıyordu. “Hayır.” Başımı hafifçe sallayıp geriye yaslandım. “Ben o günkü Defin değilim. Sende de benim o gün yaptığımı yapacak cesaret yok.” Gözleri doldu. “Hatta biliyor musun? Sende hiç cesaret yok. Benden hoşlandığını düşündüm. Sen bir adım atmayınca ben senin evini bastım. Seni o boktan halinden kurtarmaya çalıştım.” Kendimi gösterdim. “Senin için ben hep koştum Doruk. Sen ne yaptın? Benden uzak kaldığın ilk anda beni aldattın.” Doğruları söylediğimi biliyordu. O yüzden hiç sesini çıkaramadan beni dinlemek zorunda kalmıştı. “Senin yüzünden sevdiğimi, aşık olduğumu sandığım biriyle evlendim. Öldü. Kaybettim onu da.”
“Sonra bebeğimi de kaybettim.” Yutkundum. “Ben senin yüzünden üst üste hatalar yaptım Doruk. En büyük hatam da senin yüzünden göremediklerimdi.” Altan.. Altan’ı Doruk yüzünden görememiştim. Onu sevdiğimi sanmam benim hayatımda neredeyse on beş yıla mal olmuştu. “Şimdi yine gelmişsin karşıma konuşalım diyorsun.” Ellerimle etrafı gösterdim. “Neyi konuşalım Doruk? Benden çaldığın mutluluğumu mu konuşalım? Senin yüzünden kaybettiklerimi mi?” Cevap vermedi. Başını çoktan eğmişti. Benim onu bu kadar iyi anlayacağımı düşünmemişti. Gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu. Kendini sıktığı ise çok belliydi. Bu kadar net konuşmamı beklemediği belliydi. Eski Defin olsa üstüne gider, Doruk’un bağırıp çağırmasına, kırıp dökmesine izin verirdi çünkü. O eski Defin’in bağırmasını bekliyordu. “Ben artık o Defin değilim.” Bu yalan söylemek olurdu. Şöyle diyelim. “En azından sana karşı.” Bakışları beni buldu.
Anlamsız bir hayal kırıklığı vardı bakışlarında. Gereksiz ve saçma bir hayal kırıklığı. “Ne yapmamı bekliyordun? Bana yaşattığın her şeyden sonra bir de sana kollarımı açıp sarılacak mıydım? Çok üzgünüm ama o kadar değil Doruk.” Oturduğum yerden kalkıp yatak odamdan örtü ve yastık aldım. Oturma odasına geri döndüm. Yatacağı yeri hazırlayıp ona baktım. “Bu gece burada kalabilirsin. Bu saçma konuşma hiç gerçekleşmemiş sayıyorum. Diyarbakır’ı gezmek istersen gezdirebilirim. İyi geceler, kuzen.” Arkamı dönüp oturma odasından çıktım. Yatak odama girip kapıyı kapattıktan sonra kilitledim. Derin bir nefes aldım. Az önce, yıllar önce yapmam gereken o konuşmayı yapmıştım. Yatağıma oturdum.
Üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Bana yıllar önce her şeyi yaşatan adama karşı düşündüklerimi ilk kez bu kadar net söylemiştim. Yine de gençliğimin en büyük kısmını onunla iyi geçirmiş olmanın buruk bir hüznü yok değildi. O gün gibi olur sanmış birde adi herif. Korkağın önde gideniydim demiyor da..
Elimdeki kek dolu kapla bahçeli evin önünde dikiliyordum. Defne’ler tarafından Doruk’u hayata döndürme görevi kapsamında Sarp amcaların evine yollandım. Dayımlar kaybolduğundan beri Doruk da dahil olmak üzere hepsine annemler bakıyordu. O kadar ilgilenmelerine rağmen bizden nefret ettiklerini hissedebiliyordum ama Doruk için ayrı endişeliydik. Derin bir nefes aldım. Burada böyle daha fazla bekleyemem. Ya tarih olacağız, ya tarih yazacağız.
Kapıyı çalmamın ardından üç dakika geçmişti bile. Kapı yavaşça açıldı. Doruk beni görse de bir umursama belirtisi göstermeden evin içine yürümeye başladı. İçeri girip kapıyı kapattım. Evin perdeleri kapalıydı ve içerisi de soğuktu. Doruk ise oldukça zayıflamıştı. Zar zor ayakta duruyor gibiydi. Onu o halde görmek kalbimi ağrıttı. Keşke bütün dertlerini çekip alabilsem. Yanına doğru ilerledim. “Doruk..” Cevap vermedi. Sanki üşümüyormuş gibi bir de kısa kollularla oturuyordu. Eve göz attım. Tek gördüğüm dağınık bir salondu. Dayımlar kaybolalı neredeyse altı ay oluyordu. Doruk o günden beri ben kendi evimizde kalacağım diye tutturmuştu. “Doruk..”
“Ne istiyorsun?!” Bir anda bağırması beklemediğim bir şeydi. İster istemez korkmuştum. “İyi misin diye sormayacağım. Bok gibi görünüyorsun zaten.” Yanına ilerleyip onun gibi merdivenin ilk basamağına oturdum. Keki ona doğru uzatıp başımı hafifçe eğdim. “Yemek ister misin? Ben yaptım.” Gerçekten ben yapmıştım. Geçen ay sırf onun için öğrendiğim bu tarifi yine onun için yapıp özenle kutuya koymuştum. Tek planlamadığım şey bunu benim buraya getirmiş olmamdı. Doruk bana bakmadan kaba sertçe vurdu. “İstemem.”
Elimden kayıp yere düşen kaptan kek dilimlerine bakıp dudaklarımı büzdüm. Ben o kekler için uğraşmıştım ama.. “Ben sizden tek bir şey yemem!” Dolan gözlerimi sıkıca kapatıp yutkundum. “Ailemin kaybolmasının tek sebebi sizsiniz!” Başımı diğer tarafa doğru çevirip gözlerimi sildim. Keklere basmadan hepsini toparlayıp tekrardan kaba koydum. Bu kadarı yeter. Bizim de üzüldüğümüzü anlamaları lazım. Ona baktığımda bana baktığını görebilmiştim. Ona doğru eğilip gözlerinin içine baktım. “Bizim bir suçumuz yok. Bunu o kafana sok tamam mı? Suçumuz yok!” Bana ters ters bakıyordu. “Dayımlar iş adı altında gittiler ve sizi götüremezlerdi.” Ayağa kalktı. “O zaman annenleri de götürselerdi!” Annemler onlarla gitmedi diye annemleri suçluyorlardı. Mine ve Ayaz da bize belli etmeseler de aynı düşüncede oldukları belliydi.
Onun üzerine yürüyüp işaret parmağımı göğsüne yasladım. “Annemlerin size bakmak gibi bir görevi vardı. Ama tabi siz ağlamayı tercih ettiniz.” Doruk’un tek kaşı havalandı. “Yalan mı?” Geri geri gidip ellerimi iki yana açtım. “Şu eve bak! Yaprak teyzeden eser kalmamış!” Kabı sehpaya bırakıp perdelere ilerledim. “Yaprak teyze burada olsa bu perdeler asla kapalı olmazdı.” Tek seferde açtım. Koltukların yere düşmüş yastıklarını aldım. “Bunlar burada olmazdı.” Koltuğa yerleştirdim. “Oğlu?” Onu gösterdim. “Bu halde olmazdı!” Üzerine yürüyüp ellerimle göğsünden ittim. “Biz sizin yerinizde olsaydık bu şekilde davranmazdık!” Sesi çıkmadı. Doğru olduğunu biliyordu. “Damla teyzem de tek kaldı. Bulut senin gibi niye davranmıyor? Niye senin gibi işkence etmiyor!”
“Çünkü en azından biri yanında!” Tamam bunu beklemiyordum. Olsun en azından bana yanıt vermeye başlamıştı. “Yaprak teyze seni böyle görse halinden utanırdı!” Doruk’un öfkeden dönen gözlerini görebiliyordum. “En azından senin annen baban gibi kahramanlık pozları kesmezlerdi!” Duraksadım. Dolan gözlerimi bu sefer silmeye uğraşmadım. Benim annemle babamın yaşadıklarını kimse bilmezdi. Biz bile.. “Biliyor musun pislik herifi önde gidenisin! Seni düşündüğüm aklıma ne diyeyim ben?!” Sehpaya koyduğum kabı alıp onun yüzüne doğru fırlattım. “Senin için yapmıştım! Sen yemezsin de belki yiyenler olur!” Kapıya doğru ilerlemeye başladım. “Seni düşünen kendimden nefret ediyorum! Aptal Defin!” Elimle kendi kafama vurdum.
Şimdi düşünüyorum da gerçekten büyük aptalmışım. O gün o evde beni öpen Doruk’u itmediğim için pişman olacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama hayat işte.. Sonrasında çok pişman olacağımı bilmeden o gün o evden el ele çıkmıştık Doruk’la. Üç yıl inişli çıkışlı ilişkimiz olmuştu. Ardından da o lanet üniversite yılı.. Doruk’ların tesisini görmeye gittiğimiz o gün.
Gece yarısı eşyalarımızı toplamıştık. Asya'nın iyice uykusu gelmişti. Denef’in kucağında uyukluyordu. Defne’yle beraber çantaları arabaya yerleştirdik. Araçları genel olarak birleştirmeye çalışsak da aile kalabalık olduğundan yine fazla araç yola çıkmıştık. En önde dayımlar ve Kayra amcalar vardı. Arkadan teyzemler ve annemler, Damla teyzemler ve Bulutlar da bir arabayı tercih etmişlerdi. Bizde üç kardeş olarak bir arabada gideceğiz. Puseti yerleştirip kemerle sağlamlaştırdım. Arabayı ısıttığımız anda Denef hızlıca arabaya bindi. Direksiyona geçip kemerimi taktım. Yola çıktığımızda Defne arkada oturan Denef’e ve pusette uyuyan yeğenime baktı.
"Asya uyudu mu?" Denef sessizce onaylayıp kızının üzerini örttü. "Hm hm. Yola çıktığımız andan beri." Aynadan ona bakıp gülümsedim. “Üstünü açsana arabanın içi sıcak zaten.” Beni dinleyip Asya’nın üzerini açtı. Asya küçücük burnu şekilli dudaklarıyla aynı annesine benziyordu.
Direksiyonu sıkıp derin bir nefes aldım. Gergin olduğum belli olmasın diye çırpınıyordum ama pek başarılı olduğum söylenemez. "Defin, gergin misin?" Aynadan kardeşime baktım. Denef’in anında anlayacağını biliyordum. Yutkunup gülümsedim. "Yani biraz.” Hafifçe başımı sallayıp aynadan ona baktım. “Aldatıldığımı düşünerek gidiyorum ki moralim çok bozulmasın." Gülümsediler.
"Umarım benden daha güzel birini bulmuştur da hak verecek bir yanım olur." Defne kolunu cama yaslayıp bize döndü. "Denef ne yapsın Defin. Hadi bende unutayım ama Denef... Bir kızı var o adamdan ve her seferinde kızıyla babası yüz yüze geliyorlar." Alana geldiğimizde arabadan indim. Denef yeni uyanmış Asya’yı kucağında tutuyordu. Etrafa bakıp yutkundum. Gerginliğim iyice arttı. Gece yarısı olmasına rağmen tesisin ışıkları her yeri aydınlatıyordu. Sakince ilerlemeye devam ettiğimizde Sarp amca her yeri bize anlatıyordu. Anlatıyordu anlatmasına ama benim aklım Doruk’taydı. Etrafa baktım. Tesis oldukça büyüktü. Bir sürü robotlar vardı. İleride onu gördüm. Doruk'u... Rahat bir nefes verdim. Orada robot bir kadınla konuşuyordu.
"Ve bu da bizim selimiyemiz. Doruk, İlayda ve ben tasarladık." Sessizce Doruk’a ve yanındaki robota baktım. Doruk gülerek yanımıza geldi. "Hoş geldiniz millet. Sunuma İlayda yetişemedi.” Kim bu İlayda? Sarp amca da bu kızdan bahsedip duruyor. O da mühendis sanırım. “Süslenmekle meşgul. O yüzden ben yapacağım." Hiç göz göze gelmemişti benimle. Arkamdan Elis’in fısıldadığını duydum. "İlayda kim?" Bulut hemen arkamdaki karısını sardı. "Bir tahminim var ama umarım doğru değildir diye dua etmekle meşgulüm bebeğim."
Beni asla görmüyordu. Birkaç adım atıp Denef ve Defne’yi geçtim. Doruk hemen yanındaki robotu gösterdi. "Sasha şimdi bana karşı İlayda gibi davranacak. Özellikle seçilmiş ve benim İlayda'ya kullandığım bir cümleyi söyleyecek." Bize yeni icatlarını anlatmaktan bakmıyordu bile. Robot Doruk’a bakıp "Seni seviyorum mu Doruk?" dedi. Duraksadım Doruk bu İlayda denilen kıza seni seviyorum mu diyordu. Yutkundum. "Hayır Sasha diğeri." Doruk bu saçma diyaloğa sırıtarak devam ediyordu. Sasha denilen robot konuşmaya hiç durmadan devam ediyordu. Hala inatla söylediği sözü söylememişti. En son Doruk'un arkasında güzel uzun boylu bir kız görünmüştü. Robot en sonunda kıza doğru döndü ve konuştu.
"Öylesine güzel seviyorum ki seni... Öylesine saf, öylesine derin ve Öylesine değil..."
Hayat öylesine acımasız ki sevdiğiniz, uğruna canınızı göz dahi kırpmadan feda edeceğinizi düşündüğünüz kişinin; başkasına da aynı size konuştuğu gibi konuşmasına katlanmanıza neden olur. Çok değil iki yıl öncesinde bana söylediği, sadece bana özel olduğunu iddia ettiği cümleleri bugün başka bir kız için bir robota söyletiyordu. Kıza bakmadım. Tek bir kez bile dönüp bakmadım. Kız beni ilgilendirmiyordu ki. Kız beni kandırmadı. Beni kandıran tam anlamıyla karşımda duruyordu.
"Ya Doruk... Şunu herkesin içinde yapmasana." Kız cilveli bir şekilde gelip Doruk'a sarıldığında, işte tam o an baktım kıza. Benim ondan neyim eksik diyerek. Bir erkeğin bir kadına yapabileceği en büyük şey özgüvenine zarar vermek bence. Doruk, Len ve Ayaz.. Üçü de bunu yapmıştı. Ayaz belki biraz daha nazikti ama Doruk ve Len... Yutkundum. Tek yapabildiğim de bu değil miydi zaten? O boğazınızda oluşan yumruyu yok etmeye çalışmak. Ne kadar yutkunursanız yutkunun orada kalan o yumru, uzun bir süre peşinizden ayrılmayacak. Sakin kalmaya çalışarak dolan gözlerimin akmasına müsaade etmeden göz devirdim.
Sarp amcama dönmeden konuştum. "Tebrik ederim Sarp amca. Çok iyi işler başarmışsınız." Her ne kadar düzgün konuşmaya çalışsam da sesim titremişti. Arkamı dönüp tesisin çıkışına ilerledim. Elimden gelen tek şeyi yapmaya çalıştım. Buradan bir an önce siktir olup gitmek.
O gün çok uğraşmıştım ağlamamak için. Göz devirip yattım. Şimdi umursayacağım tek şey kendi hayatım. Artık korkmuyorum Altan’dan kaçmayacağım. Boynumdaki künyeyi alıp sardım. “Bundan sonra senden kaçarsam namerdim.”
🩺
Ayda’nın koltuğa geçmesine yardım edip yastığı sırtına yasladım. Hakan puseti sehpaya yerleştirdi. Göksu pusetin içinde mışıl mışıl uyuyordu. “Arkadaşım gelecek bana yardıma. Sen otur Defne.” Karnımı tutup oturdum. Bebeğim hareketliydi. Bugün çok daha fazla hareketliydi. “Kaç aylık oldu?” Karnımı okşayıp gülümsedim. “Beş oldu bile.”
“Cinsiyeti ne zaman belli olacak yenge.” Aslında çoktan belli olmuş olmalı ama Elbruz yanımda olmadan öğrenmek istemedim. “Ben komutanınız olmadan öğrenmek istemedim.” Hakan gülümsedi. Pusette yatan kızını kucağına alıp salladı. “Çok güzelmiş benim küçüğüm baksanıza şu güzelliğe.” Ayda, Hakan’la kızı arasındaki bağı güzel güzel izliyordu. “Ben artık kalkayım Ayda. Bir şey isterseniz söyleyin olur mu?” Ayağa kalktığımda Hakan beni küçük Göksu ile geçirmişti.
Evden çıkıp arabaya ilerledim. Etrafta tuhaf bir sakinlik vardı. Çantamdan arabanın anahtarını alıp kilidi açtım. Tuhaf bir sakinlik var ama hadi hayırlısı. Arabaya binip kemerimi taktım. Önce markete gitmemiz gerekiyor boncuğum. Trafik yoğun değildi neyse ki. Hızlanıp bir marketin önünde durdum. Alışveriş arabası alıp ilerlemeye başladım. Bir an önce bebek alışverişi için Çanakkale’ye gitmem gerekiyordu. Bütün market alışverişini tamamlayıp poşetleri aldım. Poşetleri bagaja yerleştirip etrafa baktım. Gerçekten tuhaf bir sessizlik vardı. Köşedeki siyah araba dikkatimi çekmişti. Çok bakmadan arabaya binip sürmeye başladım. Arabanın peşimden geldiğini ışıklarda fark ettim.
Arabanın biri önümü kestiğinde vitesi geriye takıp geri geri sürmeye başladım. Arkamdaki araba da arkamı kestiğinde tek çarem torpidodaki silahımı çıkardım. Telefonumu da alıp arabadan indim. Arkamdaki adamlar arabadan inmeden önce karşımdaki arabadan inen adamlara silahımı kaldırıp ateş ettim. Arka koltuktan biri inmişti. Ona bakmadan arkamdaki arabadan inen adamlara ateş ettim. Karnımı tutarak koşmaya başladım. Derin nefeslerle koşturuyordum. Birilerinin arkamdan geldiğinin farkındayım. Silahımı kaldırıp arkama ateş ettim. Bir binaya sığınıp karnımı tuttum. Bebeğim de benim gibi heyecanlanmıştı. Biri durmadan ateş ediyordu. Telefonumu çıkarıp babamı aradım. “Baba yardım peşimdeler.”
“Tamam oraya yakın biri var. O sana yetişecek dayan Defne.”
“Baba sıkıştım.” Gözlerim doldu. İster istemez panikledim. Köşeye geçip sırtımı duvara yasladım. Eğilip bakmaya çalışsam da kurşun yanımdan sıyırıp geçmişti. Yere çöküp karnımı tuttum. “Tamam bebeğim. Geçecek.. Geçmek zorunda.. Baban burada olsaydı şimdi bizi kurtarmıştı.” Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım. “Neredesin Elbruz..”
Benim olduğum taraftan silah sesleri yükselmişti. Babamın bahsettiği arkadaş gelmişti herhalde. Yine de silahımı kaldırıp o tarafa doğrulttum. Karşımdan biri bana doğru gelmeye başladı. Uzun saçları dikkatimi çekmişti. Maskeyle yüzü kapalıydı ama o mavi gözleri nerede görsem tanırım. Elbruz gelmişti. Şu an burada, bizim yanımızdaydı.
Bölüm sonu.
Finale son bölüm. Hazır mısınız? Final bölümü nasıl ilerleyecek bilmiyorum ama bir şekilde ilerleyecek. Hepinize iyi okumalar. Finalde görüşürüz.
İnstagram: elbruz_blackpearlN
Tiktok: elbruz.blackpearln
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.35k Okunma |
1.38k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |