
Matem dolu bir ruh, savaştan geriye kalmış kanlı bir meydan gibi kızıl olan gözlerini maviliğe dikmişti. Karşısında koskoca bir okyanus vardı ancak gördüğü tek şey koca bir boşluktu çünkü bu dünyada sahip olduğu tek şeyi; babasını kaybetmişti. Ölüm bir sahil kasabasına uğramıştı ve hayatta yalnızca babası olan bir genç kızdan tüm varlığını almıştı. Kızıl gözlerinde bir cehennem ateşi yanıyordu ve içindeki her duygu o ateşe atlıyordu, iyi ve kötü her şey o ateşe kendini bırakıyor ve küllerinden intikam arzusu doğuyordu.
İntikam.
Ölümden mi alacaktı intikamını? Nasıl? Yaşayarak mı?
Yaşamak mıydı ölümün en büyük düşmanı?
Evren var olduğundan beri her savaşı ölüm kazanıyordu. Er ya da geç, belki günler belki milyarlarca yıl sonra... ölüm hep kazanırdı. Bu anlamsız savaşın tek kazananı oydu.
Zedia, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Yapması gereken tek bir şey vardı ve tüm hayatını bu uğurda feda etmeye hazırdı. "Baba," diye fısıldadı babasını kaybettiği uçurumun kıyısından okyanusa doğru. "Bir gün yanına geldiğimde bana söylediğin her şeyi yapmış olacağım ve bana öldü diyecekler. Oysa ben yeniden doğmuş olacağım; bir kelebeğin kozasından."
Eteklerini toplayıp ayağa kalktı ve babasının kanının sıçradığı kayalıklara son bir kez bakarak elinde tuttuğu cam kavanozdaki külleri okyanusa serpti. Küller bir yağmur gibi dalgalara çarparken "Şimdilik hoşça kal." dedi ve gözyaşlarını içine hapsederek kasabaya doğru koşmaya başladı. Büyük yolcu gemisi henüz kalkmamıştı ancak son yolcuları toplayarak birazdan hareket edecekti. Zedia, limanda onu bekleyen yaşlı falcının yanına kadar koştuktan sonra derin bir nefes aldı. Falcı kadın ona buruk bir tebessümle bakarken çantasını uzattı. "Tüm eşyaların burada Zedia, kimseye veda etmeyeceğine emin misin?"
Zedia, artık onun için boş bir kabuktan ibaret olan ancak aslında hayatının en güzel günlerini geçirdiği kasabaya son kez bakıp omuz silkti. "Veda etmem gereken tek kişiye veda ettim, gerisi umurumda değil. Bir de sen işte Mon, bana son bir fal bakacaksın sonra benden sulu bir öpücük alacaksın."
Mon yeniden gülümsedi ve kızın ona uzattığı eli tuttu ancak eline değil gözlerine baktı. "Bu gözleri gördüğüm ilk gün biliyordum Zedia. Kanatların bir kelebeğinki kadar zarif fakat bir kaplanınki kadar da güçlü; gözlerin bir günbatımı kadar kızıl fakat bir ölüm kadar da karanlık. Bu gemi seni kaderine mi götürüyor yoksa sen kaderi yazan kalemi eline mi aldın bilmiyorum. Ben bir falcıyım güzel kızım ancak senin kaderin, bir falda görünmeyecek kadar büyük bir şeyin parçası. Benim gücüm ona yetmez."
Zedia, kadının fallarına güvenmezdi. Turistlere duymak istediklerini söyleyip kandırırdı ancak şimdi sarf ettiği sözler irkilmesine neden olmuştu çünkü son derece ciddi görünüyordu. "İşime yarayacak bir şey söyleseydin bari Mon..." diye son kez şansını denediğinde, yaşlı kadın gemiye doğru baktı ve kaşlarını çattı. Ölüm o gemide bir insan suretinde duruyordu ve kimse farkında değildi. "Kaderin orada seni bekliyor Zedia ama eğer bir adım daha atıp bu yolculuğa çıkarsan ölüm hep yanında olacak."
"Ölüm zaten hep yanımızda Mon, sadece bazıları onu kontrol edebildiği gafletine düşüyor."
Geminin kalkacağına dair bir bağırış limanı inlettiğinde Zedia kadına sıkıca sarıldı ve yanağına sulu bir öpücük kondurup çantasıyla birlikte gemiye bindi. Son kez ardına baktığında Mon, geminin güvertesindeki kalabalığın arasından birine bakıyor ve bir şeyler mırıldanıyordu.
Genç kız biletini görevliye göstermiş ve kalabalığın arasından ilerleyerek kendine oturacak bir yer aramaya başlamıştı. Sabahın ilk saatlerindeydiler ve söylenene göre güneş battığında Miriam limanına varmış olacaklardı, bu yüzden kendine yataklı odalardan birini tutmamıştı. Hava güzeldi, güvertede oturup denizi seyredecek ve düşünecekti. Ne çok şey vardı düşüneceği...
Babası bir keresinde "Bir an bile durmadan dönen şu dünyayı bile durdurabileceğini ama kafanın içindeki sesleri durduramayacağını sandığın zamanlar gelecek," demişti. "Durduramıyorsan savaşma kızım, bazı şeylere engel olmaya çalışmak yalnızca vakit kaybıdır."
Zedia o gün babasını anlamamıştı fakat şimdi anlıyordu. Kafasındaki sesler susmuyordu. Babasının kaybı, geride bırakmak zorunda kaldığı kasaba, önündeki belirsiz gelecek... düşünmeden edemiyordu fakat düşünmek bir sonuca varmasını da sağlamıyordu. Teslim olmaya karar vermişti; işin içinden çıkmaya çalışmak yerine akışa bırakmıştı kendini.
Gemi çığlığa benzer bir sesle hareket edip yavaşça limandan ayrılırken Zedia korkuluklara sıkı sıkıya tutunmuş, dolu gözlerle ardında küçücük kalan sahil kasabasını izlemeye başlamıştı. Orada büyümüş, orada düşmüş, orada ağlamış ve orada kaybetmişti babasını. Aynı zamanda orada gülmüştü kahkahalarla, orada yaşamıştı en derin mutluluklarını ve orada sevmişti yaşamayı.
Orası artık geride kalmıştı, gözünden akan bir damla yaşla birlikte silinip gitmişti kasabanın eşsiz manzarası. Artık karşısında koskoca bir okyanus ve yeni bir hayat vardı. İntikam arzusu bu okyanus kadar sonsuz ve tıpkı onun gibi korkunçtu. Şimdilik sakin ve temkinliydi ancak fırtınanın yaklaştığını hissetmemek de imkansızdı.
Bir süre öylece boşluğa daldı, ardından yapması gereken bir şeyin varlığını hatırlayarak kucağında duran çantasını omzuna taktı ve geminin içine doğru ilerlemeye başladı. Çantasını sıkı sıkıya tutuyordu, gemilerde çok fazla hırsız olduğunu biliyordu, üstelik yaşadığı sahil kasabasında da onlardan çok vardı ve bu konuda epey tecrübeliydi.
Kalabalığın arasında dolaşırken ne aradığını bilmiyordu fakat çantanın içindeki şeyi teslim edeceği kişinin onu bulacağını umuyordu. Takasçı adı verilen kişiler, adı üstünde takas yaparlardı fakat her zaman maddi bir şey istemezlerdi insanlardan. Bazen, en umulmadık şeyi isteyen takasçılar da çıkabilirdi karşınıza. Sayıları azdı fakat var olan bazıları gerçek birer tehlikeydi. Çeşitli söylentiler kulaktan kulağa yayılıp geceleri çocuklara anlatılan ürkünç hikayelere dönüşmüştü. Zengin olmak isteyen bir adama altın dolu bir sandığın yerini gösteren haritayı veren takaşçının, karşılığında adamın yakışıklılığını istemesi gibi uçuk hikayeler dilden dile dolaşıyordu fakat doğruluğu kanıtlanmamıştı elbette.
Takasçıların çoğu, değerli bir şeyi daha değerli bir şeyle takas eden kimliği gizli kişilerdi. Zedia duyduğu hikayelerden ötürü bir parça korksa da gemiye binmeden önce bir takas yapmak istediği haberini doğru kişilere ulaştırıp yaymıştı bile. Şansına -ki buna şans mı denir bilmiyordu- aynı gemide bir takasçı olduğunu öğrenmişti. Tek sorun onu nasıl bulacağını bilmeyişiydi.
Geminin iç kısımlarına ilerlediğinde bir topluluğu fark ederek duraksadı ve çantasını göğsüne bastırıp bir süre onlara baktı. Kralın uzun zamandır ortalarda görünmeyişi hakkında bir tartışmaya tutuşmuşlardı. Kimisi sefere gittiğini ve dönmediğini kimisi de çok hasta olduğunu söylüyordu ancak kimse emin değildi. Bir sürü şey konuşuluyordu ve hangisinin doğru olduğu belli değildi.
Hararetli tartışmadan uzaklaşıp yeniden güverteye döndüğünde takasçıyı aramayı bırakmıştı. Derin bir nefes alıp okyanusu izlemeye başladı. Babasıyla çok kez seyahat etmişti ve bu ilk yalnız yolculuğu olacaktı. Göğsü iki duyguyla sızladı.
Biri özlemdi.
Biri suçluluk.
EGözlerini sıkıca kapattıktan hemen sonra yanından bir ses duydu. "Çantandakini değil boynundakini istiyorum."
Zedia gözlerini açıp yanında konuşan sıska adama baktı ve kaşlarını çattı. Onun bir takasçı olduğunu anlamıştı fakat kesinlikle beklediği gibi bir görüntüye sahip değildi. Belki biraz daha çekici ve gizemli birini hayal etmişti ancak yanındaki adam omuzlarına bile gelemeyen çirkin biriydi. "Boynumdakine karşılık verebileceğin hiçbir şey yok bu evrende." dedi buz gibi bir sesle. Bu kolye annesine aitti ve onu takas etmek için bizzat annesinin gelmesi gerekiyordu.
Adamın ısrarcı bakışları kızın üzerinde yoğunlaştı ve gözlerini önce kolyeye ardından da kızın dolgun göğüslerine dikti. "Elimde isteyeceğini düşündüğüm bir şey var," dedi inatla. Genç kız, ilgisiz bir tavırla tek kaşını kaldırırken adamın bakışlarından rahatsız olmuştu.
"Elinde bu kadar değerli bir şey varken neden benim kolyemi istiyorsun?" diye sordu tek eliyle kolyesini avuçlarken. Teni o kadar sıcaktı ki kolye de ısınmış, adeta alev almıştı. Annesinden ona kalan tek şey, ince bir zincirin ucunda sallanan gümüş kanatlı bu kelebekti. Kelebeğin gövdesinde, tıpkı Zedia'nın gözleri gibi kızıl bir taş vardı ve kelebeğin kanatları ne kadar eskise de bu taş ilk günkü gibi parlamaya devam ediyordu.
"Bu..." dedi adam biraz düşünerek. "Oldukça eski bir kolye, hatta antika sayılır. Senin bir işine yaramaz ama ben antika ürünler seven insanlar tanıyorum."
Zedia adamın yalan söylediğini çok iyi biliyordu. Onun için önemli olan tek şey kolyenin manevi değeriydi fakat annesinin ona sıradan bir kolye bırakmayacağını da biliyordu. "O halde bu kolyeyi bir antikacıya götürüp karşılığında para almalı ve kendime yeni bir takasçı bulmalıyım." dediğinde adam kızın inatçılığı karşısında daha fazla sabredemeyerek kolyeye uzandı ve zincirinden tutup çekmeye başladı. Adamın hareketine hazırlıksız yakalanan Zedia bir çığlık atarak adamı kendinden uzaklaştırmaya çalıştı ancak sıska adam beklediğinden daha güçlüydü.
Adam kolyeyi kızın boynundan kanatırcasına çekip kopardığında Zedia öfkeyle öne atıldı ve adamla birlikte yere düşüp boğuşmaya başladı. İnsanlar bir kadın ve erkeğin böylesine kavgaya tutuştuğunu görünce etraflarına toplanıp keyifle izlemeye başlamıştı ki biri araya girerek kızı belinden kavrayıp adamın üstünden kaldırdı.
Zedia, kavgayı ayıran adama ateş saçan gözlerle bakıyordu. Karşısında Ölüm Getiren, yani babasının katili vardı fakat o bunu bilmiyordu. Ölüm Getirenin ölüm kadar karanlık bakışları kısa bir an kıza değdi, hemen sonra kaçmaya yönelen adamı ensesinden yakalayıp yere fırlattı. Adam, karşısındaki heybetli adamı görünce irkildi ve kolyeyi avucunda iyice sıktı.
"Ne yaptığını sanıyorsun ucube?" dedi Ölüm Getiren. Sesi o kadar etkileyiciydi ki nefes nefese kalan Zedia bir an için öfkesini unutup ona bakmıştı. "Ben bir şey yapmadım, durup dururken o bana saldırdı!" diye kendini savunmaya çalıştı takasçı. Ölüm Getiren tek kaşını kaldırıp alayla ona baktığında bakışlarında alaydan daha fazla hissedilen bir tehlikenin resmi vardı.
"Seni gözümü kırpmadan okyanusa fırlatmamı istemiyorsan çaldığın şeyi geri ver."
Takasçı yutkundu ve baştan aşağı karşısındaki adamı süzdü. Dediğini yapabilecek kadar güçlü ve gözü kara göründüğüne kanaat getirince yavaşça ayağa kalkıp avcundaki kolyeyi kıza uzattı. Zedia hızla kolyeyi aldı ancak öfkesi dinmemişti ve suratına kocaman bir yumruk indirmemek için kendini zor tutuyordu. "Bu yaptığını yanına bırakmayacağım şerefsiz!" diye bağırdı adama. Bu sırada Ölüm Getiren kıza dönmüş ve etraftaki kalabalığın duyamayacağı bir sesle mırıldanmıştı.
"Uzatırsan senin de başın ağrır."
Zedia, yolculuğunun daha ilk saatinde bir olaya karışmıştı ve dikkat etmesi gerektiğini farkındaydı. Bir amacı vardı ve önüne çıkan ilk pürüzde vakit kaybetmek onu amacından uzaklaştırabilirdi. Belli belirsiz başını salladığında takaşçı kalabalığın arasında kaybolmuş ve onları izleyenler de dağılmaya başlamıştı. Başını kaldırıp bulutsuz gökyüzüne baktı ve derin bir nefes alıp kolyesini kurtaran adamı inceledi.
İlk dikkatini çeken, tüm renkleri yutmuş ve ayın doğmasına izin vermemiş bir gece gibi karanlık olan gözleriydi. Genç kız ilk kez bu kadar koyu bir göz rengi görüyordu. Sanki tüm hisler adamın gözlerinde hiçliğe karışıyor gibiydi. Birkaç gündür kesilmediği belli olan sakalları keskin çene hattını kaplamış, dağınık siyah saçları alnına ve şakaklarına dökülmüştü. Adamın geniş omuzlarına bakınca bile vücudunun geri kalanının ne kadar kaslı olduğunu tahmin edebiliyordu Zedia. Ancak boynundaki ve sağ gözünün hemen yanındaki silik yara izleri bir o kadar tehlikeli bir adam olduğunu ele veriyordu. "Teşekkür ederim," dedi adama. Adam ilgisiz bir tavırla omuz silkip üzerini işaret etti.
"Göğüslerini yerine sok istersen, yoksa şu ergenlerin bu geceki rüyalarını süsleyeceksin."
Zedia, adamın edepsiz sözleriyle kıyafetlerine baktı ve normal şartlarda dahi zapt etmekte zorlandığı göğüslerinin kavga esnasında elbisesinden fırlamak üzere olduğunu gördü. Arkasını dönüp elbisesini çekiştirirken "Bunu söylemenin daha kibar yolları da var." diye söylendi. Onu utandırmasına gerek yoktu. "Neden kibar olayım?" dedi adam kızın çabasını izlerken. Bu onu ilk izleyişi değildi ama elbette Zedia bunu bilmiyordu.
"Çünkü..." dedi Zedia yeniden adama döndüğünde. "...bir kadınla böyle konuşulmaz."
Adam kavisli tek kaşını alayla havaya kaldırdı. "Siz kadınlar eşitlik istersiniz fakat işinize gelmediği ilk an davranış dersleri vermeye başlarsınız."
Zedia, az önce yaşadığı öfke geçmeden yeni bir dalgayla karşı karşıya gelerek işaret parmağını adama yöneltti. "Yalnızca teşekkür etmek istemiştim fakat gerek olmadığını görüyorum. Ayrıca yardımına ihtiyacım yoktu, o piçin dersini veriyordum zaten." Derin bir nefes alıp adama doğru bir adım attı. "Eşitlik konusuna gelirsek de söylemeliyim ki biz kadınlar hiçbir zaman siz erkeklerle eşit olmayacağız çünkü biz kafamızın içinde bir beyin ve göğsümüzün içinde bir kalp taşıyoruz."
Yerdeki çantasını toparlayıp arkasına bile bakmadan geminin içinde kaybolduğunda Ölüm Getiren, kızı günler sonra ilk kez hırçın gördüğünü fark etti. Babası öldüğünden beri üzgün ve sessizdi ancak bakışlarındaki alevler kızın mizacının bu olmadığını anlamasına yetmişti. Kız, bir yangın olmak ve intikam ateşiyle önüne geleni yakmak istiyordu. Adam, kızın bu yüzden yola çıktığını bilecek kadar çok takip etmişti onu. Zedia birileriyle gizli kapılar ardında görüşmüş, bir adres almış ve bir haftanın sonunda yola çıkmıştı.
Ölüm Getiren, kızın aradığı kişinin tam karşısında olduğunu bilse ne yapacağını düşündü bir an için. Yaşlı adamı o öldürmüştü, pişman değildi ancak kafası çok karışıktı. İlk kez yanlış birini öldürüyordu, üstelik öldürmesi gereken kişi de öldürdüğü adamın kızıydı. Bir Kader Çeviren ortalığı fena karıştırmıştı ve Ölüm Getiren bunun nedenini merak ediyordu.
Neydi bu kızın önemi? Neden bir Kader Çeviren onun kaderine müdahale etmişti?
Zedia boş bulduğu bir köşeye oturup elindeki kolyeye baktı. Zincirinden kopmuştu, eli boynuna gittiğinde dudaklarından ince bir inilti döküldü. "Şerefsiz," diye mırıldandı. Annesinin kolyesinin değerli olduğunu biliyordu ancak bunun için bir saldırıya uğrayacağı aklının ucundan geçmezdi.
Babasının bir zamanlar söylediği sözleri hatırladı. "En zorunun başlamak olduğunu söyleyenler genelde yanılırlar. En zoru; başladığın işte karşılaştığın ilk engeli aşmaktır. Sonra karşına hangi zorluk çıkarsa çıksın ilki kadar zorlanmaz insan."
Bu yüzden derin bir nefes aldı, dolan gözlerini sıkıca kapatıp gözyaşlarını geri yolladı ve yeniden gözlerini açıp çantasından bir mendil çıkararak yarasına bastırdı.Takasçıdan almak istediği zehri başkasından bulacak ve babasının katilini her şartta öldürecekti. Bir an, birini öldürmenin zihnine nasıl da kolay yerleştiğini düşünerek irkildi. Tuttuğu yavru balıkları bile suya bırakırdı bir zamanlar, şimdi bir canı almak için yola çıkmıştı ve pişmanlık hissetmiyordu.
Her insanın içinde bir canavar saklanırdı ve ne zaman ortaya çıkacağına başka insanlar karar verirdi. Zedia'nın içindeki canavarı, bir katil çıkarmıştı.
Saatler geçmiş, güneş ufuk çizgisinden batmaya başlarken okyanusun suları kızıl rengini almıştı. Zedia'nın güzel yüzüne vuran güneşin son ışıkları, onu izleyen adamın kara gözlerinde kayboluyordu. Adam, kadınları her erkek kadar severdi ancak onu yaşatmak dışında hiçbir vasfı olmadığına emin olduğu kalbi hiçbir kadın için atmazdı. Yine öyleydi. Oturduğu yerde uyuya kalan, ince boynu zarif bir şekilde omuzlarına düşen bu genç kıza bakarken düşündüğü tek şey güzel yüzünün ardındaki sırrı öğrendikten sonra onu öldürmesi gerektiğiydi.
Zedia, sanki onu öldürmeyi planlayan adamın düşüncelerini duymuş gibi sıçrayarak uyandığında hemen yanında oturan adamın varlığını fark ederek kaşlarını çattı. Adam, sanki saatlerdir orada kızı izlememiş gibi batan güneşe bakıyordu. "Ne yapıyorsun burada?" diye sordu kucağındaki çantaya göz ucuyla bakarken.
"Güneşin ölümünü izliyorum." dedi adam kayıtsızca. Asıl amacı konuyu bir şekilde ölüme getirip babası hakkında bir şeyler öğrenmekti. Zedia, gün batımını böyle tabir eden birini ilk kez görüyordu. "Yarın yeniden doğacak," dedi tutulan boynunu ovuştururken. "Bu yüzden ölmüş sayılmaz."
"Ama bir daha hiç bugüne doğmayacak."
Adamın tok sesi onu inanılmaz çekici kılıyordu ancak Zedia bunlara odaklanmaması gerektiğini farkındaydı. "Bir şey mi oldu?" diye sordu.
Ölüm Getiren, bir süredir avucunda duran kolyeyi kıza uzattı. Kolyenin varlığını yeni hatırlayan Zedia hızla kolyeyi adamın elinden aldığında tamir edildiğini görerek kaşlarını çattı. "Yapmışsın!" dedi şaşkın bir şekilde. Adamın gelişini ve kolyeyi elinden alışını duymamıştı bile. Bakışları yumuşarken minnet dolu bir ifade kızıl gözlerini ele geçirmişti. "Bir hırsız gibi gizlice kolyemi alman hiç hoş değil ancak yine de teşekkür ederim."
Adam omuz silkerken umursamaz görünüyordu. Amacı elbette kıza iyilik yapmak değil takasçının neden kolyeyi bu kadar çok istediğini anlamaktı. Kolyenin zincirini tamir etmek de basit bir işti, iki dakikasını bile almamıştı. Kolyenin ucundaki taşın değerli olduğunu hemen anlamıştı, takasçı da bu yüzden istemiş olmalıydı. Onu zengin birine sattığında eline yüklü bir miktar para geçeceğini biliyordu. Ölüm Getiren, kızın bu kolyeyi alacak parası olmadığına emindi. En azından kasabada geçirdiği süreçte bu kadar bilgiye sahip olmuştu.
"Güzel kolye." dedi fazlasını öğrenmek için. Zedia, kolyeyi boynuna geçirip klipsini taktıktan sonra kelebek figürünü avuçladı. "Ailemden kalan tek şey." dedi kolyesine yeniden kavuşmanın huzuruyla.
Ölüm Getiren, kızın başka kayıpları olduğunu anlamıştı. "Ölümler hiçbir zaman ölen için zor değildir," dedi yine o tok sesiyle. "Ölüm yalnızca ardında kalana zordur."
"Çok sevdiğin birini kaybetmiş gibi konuşuyorsun." dedi Zedia adama dikkatli bakarak. Güneş artık tamamen batmıştı ve karanlık, günün hakimiyetini ele geçirmişti. Ölüm Getiren, kızın masum bir yanının olduğuna emindi. Sevdiği birini kaybettiği için söylememişti sözlerini, öldürdüğü insanlar içindi ettiği laflar. Onları ölüme öylece yollarken çektikleri acının bir anlık olduğunu biliyordu, asıl acı onların ardında kalan insanların yaşadığıydı.
Bir Ölüm Getiren için ise bunların hiçbir önemi yoktu.
"Ben insanları sevmem." dedi aynı umursamaz tınıyla. Zedia, gözlerini devirdi. "Kadınlar gizemli ve tehlikeli görünen adamları sever diye mi böylesin bilmiyorum ama söylediğin her söz içimi baydı yabancı. İnsanları sevmediğini söylüyorsun ama gelip kolyemi tamir ediyorsun ve ben uyanana kadar yanımda bekliyorsun. Tepkimi görmek için mi yoksa beni etkilemek için mi bilmiyorum ama her iki durumda da insanları sevmiyorum demen tamamen bir yalan."
"Kolyeni yapmamla bunun ne alakası var?" diyerek kaşlarını çattı adam. Zedia gülümsedi. "Senin için anlamı olmayan bir kolyeyi tamir etmenin tek nedeni benle alakalı. Ayrıca beni o piçten de sen kurtarmıştın, demek ki hala insanlara değer veren bir yanın var fakat görmezden geliyorsun."
Ölüm Getiren, kızın ardı ardına ettiği sözlerle bir kez daha emin olmuştu; bu kızın masum bir yanı vardı. Bir katille konuştuğunu bilmiyor ve kim olduğunu bilmediği bir adamla öylece sohbet ediyordu.
"Hayat tecrüben olmadığı çok açık küçük kız," dedi adam. "Belki seni kandırıp aklının almayacağı şeyler yaptıktan sonra seni şu dipsiz okyanusa atacağım?"
Zedia duyduklarıyla irkilse de korktuğunu belli etmemeye çalıştı. "Öyle bir niyetin olsaydı bunları söylemezdin."
"Bilemezsin, ben bir yabancıyım ve sen de savunmasız genç bir kızsın."
Zedia, güzel burnunu havaya dikip tek kaşını kaldırdı. "Savunmasız değilim, bu yolculuk bile bunu kanıtlıyor."
"Nasıl?" diye sordu adam. Kızı istediği kıvama getirmeyi başarmıştı, bundan sonra ağzından laf almak daha kolay olacaktı. Zedia kararsız bir şekilde adama baktıktan sonra kendini kanıtlama isteğiyle konuştu. "Bir hafta önce biri babamı öldürdü ve ben de katilin peşine düştüm."
Ölüm Getiren'in kaşları merakla havalandı. "Katilin kim olduğunu biliyor musun?"
"Neredeyse evet," diye yanıtlarken Zedia'nın omuzları düşmüştü. "Babam, çok fazla düşmanı olan bir adam değildi ve bu hayatta onu öldürmek isteyecek tek bir insan vardı."
"Kimmiş?" diye sordu Ölüm Getiren. Zedia yanlış adamın peşinden gidiyordu ve gittiği yanlışın doğru olduğuna oldukça emin görünüyordu.
"Bir Kader Muhafızı," dedi Zedia. "Ben çok küçükken kasabaya geldiğini ve annemi aradığını hatırlıyorum. Babamla çok kötü kavga etmişlerdi, sanırım adam anneme aşıktı."
Ölüm Getiren hikâyenin aşkla olan kısmıyla zerre ilgilenmemiş ve oldukça da saçma bulmuştu. Üstelik gerçeği de biliyordu; asıl hedef babası değil kızıydı. "Peki yıllar sonra neden babanı öldürdü?" diye sorduğunda Zedia bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırıp indirdi. "Emin değilim, yarım kalan intikamı için olabilir."
Ölüm Getiren kıza bir kez daha alayla baktı. Hava iyice kararmıştı ve artık birbirlerini net göremiyorlardı. "Babanı bir hafta önce biri öldürdü ve sen de bir ihtimale inanarak katilin peşine düştün öyle mi? Peki diyelim ki onu buldun, ne yapacaksın? Saçını mı çekeceksin?"
Zedia ciddiye alınmadığını ve aslında adamın bunda haklı olduğunu biliyordu ancak yine de sinirlenmişti. "Onu öldüreceğim." dedi öfkeyle. Adam, kızıl gözlerin karanlığa inat parlayışını şaşkınlıkla izledi. O gözlerde acı, öfke ve intikam arzusu vardı fakat bir katilin bakışları yoktu.
"Katil mi olacaksın?" diye sordu Ölüm Getiren. Zedia, bu kelimeyle irkilmişti. Birini öldürdüğünde katil olurdun, o da bunu biliyordu ancak birinden duymak tuhaf hissettirmişti. "Babam için bir katil olmam gerekiyorsa olacağım." dedi kararlı bir şekilde.
"Ama bu babanı geri getirmeyecek." dedi Ölüm Getiren bir gerçeği hatırlatmak istercesine. Genç kız, başını kaldırıp göğe baktığında ayın parlak güzelliğiyle karşılaştı ve derin bir nefes aldı. "Biliyorum ancak onu bu hayattan koparan kişinin nefes almaya devam etmesini istemiyorum." Ay ışığı kızıl gözlerinde dans etmeye başladığında adam kıza daha dikkatli baktı. Bu yüzde güzel pek çok şey vardı ancak bir katil yoktu. O, bir katili iyi tanırdı ve pek çoğunun masum göründüğünü de bilirdi; bir katili ondan daha iyi kimse tanıyamazdı.
"Birini öldürdüğünde kan önce ellerine sonra da ruhuna sıçrar. Ellerindeki kan yıkadığında akıp gider fakat ruhundaki oraya kazınmıştır; ne yaparsan yap gitmez."
Zedia adamın karanlık gözlerine bakarken bir şeyi anlamaya çalışıyor gibiydi. "Nereden biliyorsun?" diye sordu. "Yoksa birini mi öldürdün?" diye fısıldadı.
Ölüm Getiren ilk kez ne diyeceğini bilemiyordu. Ona bir katil olduğunu söylemeli miydi yoksa kız hakkındaki gerçekleri öğrenene kadar saklamalı mıydı? Bir cevap vermediğini gören Zedia adama yaklaşıp kimse duymasın diye fısıldadı. "Kimseye söylemeyeceğim, sadece bir cevap vermeni ve dürüst olmanı istiyorum." Kızın çiçeksi kokusu burnuna dolarken "Neymiş?" diye sordu adam.
"Öldürdüğün kişi..." dedi Zedia yutkunarak. "İyi biri miydi kötü biri mi?"
Ölüm Getiren için bu soru epey zordu çünkü bir değil birçok kişiyi öldürmüştü. "Bunun ne önemi var?" diye sorarken kaşlarını çatmıştı. Zedia geri çekilirken derin bir nefes aldı.
"Çok değil bir hafta öncenin sabahında bana bu soruyu sorsan birini öldürmenin ne olursa olsun yanlış olduğunu savunurdum ancak şimdi babamı kaybettim ve bunu yapanı öldürme fikri hiç de yanlış gelmiyor."
"Acın çok taze olduğu için böyle söylüyorsun, zaman geçtikçe böyle hissetmeyecek ve pişman olacaksın."
"Bunu zaman gösterecek," dedi inatla Zedia. "Sen soruma cevap ver, iyi birini mi kötü birini mi öldürdün?"
Ölüm Getiren bıkkın bir nefesi dışarı üfleyip ilk cinayetini düşündü. Katil olduğu ilk andı ve sonraki hiçbir ölümde ilk seferinde hissettiklerini hissetmemişti. "Kötü biriydi," dedi aniden. Belki de bunu ilk dile getirişiydi fakat kızın merakla onu izlediğini görünce söyleyivermişti. Ona güvenmesini istiyordu. Bu kız, onun ilk yanlışıydı ve bu yanlışın ardındaki nedeni delice merak ediyordu. "O kadar kötüydü ki bana onu öldürmek dışında bir seçenek bırakmamıştı."
Zedia derin bir nefesi serbest bırakarak arkasına yaslanmıştı. "Dürüst olduğunu hissediyorum," dedi rahatlamış bir şekilde. "Teşekkür ederim."
"Birini öldürdüğüm için teşekkür mü ediyorsun?"
Kız, başını hızla iki yana sallarken utanmıştı. "Elbette hayır!" dedi panikle. "Sadece..." Duraksayıp beklenti dolu bir bakışla adama baktı. "...eğer iyi birini öldürmüş olsaydın senden yardım isteyemezdim."
"Ne yardımı?"
"Babamı öldüren adamı bulmama ve hatta onu öldürmeme yardım eder misin?"
Ölüm Getiren önce duraksadı, kaşlarını çattı ardından belki de hayatında ilk kez gerçek bir kahkaha attı. Bu ona komik ve bir o kadar ironik gelmişti. Gerçeği bilmesinin bunda büyük bir katkısı olsa da kızın böyle bir teklifte bulunacak kadar saf ve cesaretli olması onu eğlendirmişti. Kim yeni tanıştığı birine böyle bir teklifte bulunurdu ki?
"Neden gülüyorsun?" diyerek kaşlarını çattı Zedia. "O epey güçlü biri ve kolayca ulaşamayacağımı farkındayım. Takasçıdan sağlam bir zehir alacaktım ancak kolyeme göz dikince olanları biliyorsun. Sen güçlü birine benziyorsun, zeki gibi de görünüyordun kahkaha atana kadar. Yardım etmeyeceksen dalga geçmek yerine doğrudan söyle, vaktimi boşa harcayamam."
"Sen ciddisin!" dedi adam. "Adını bile bilmediğin bir adama birini öldüreceğini itiraf ettin yetmedi onun da yardım etmesi için teklifte bulundun öyle mi? Ben şaka yapıyorsun sanıyordum."
"Beni şikayet etsen bile elinde hiçbir kanıt yok, üstelik beni gören kimse de buna inanmaz. Ama ben senin birini öldürdüğünü söylersem herkes inanır."
"Neden? Bir katile mi benziyorum oradan?"
"Tehlikeli görünüyorsun diyelim. Tuhaf tuhaf laflar da ediyorsun, bence kesinlikle inanırlar."
Ölüm Getiren kız hakkındaki bütün varsayımlarını bir kenara bıraktı. Çok mu zekiydi yoksa fazla mı aptal anlayamıyordu. Kızın üzerine gidip vazgeçmesini istemiyordu çünkü teklifi kabul ederse kıza daha yakın olacağını farkındaydı. Yine de fazla istekli görünmemek için düşünüyormuş gibi yaptı. "Teklifini kabul edersem benim kârım ne olacak?" diye sorduğunda Zedia bunu bekliyormuş gibi gülümsedi. "Babamla birikim yapıyorduk, sana oradan yüklü bir miktar ödeme yapacağım iş bitince. Aklından geçirme diye söylüyorum parayı yanımda taşımıyorum, ellerini çantamdan uzak tutarsan sevinirim."
Adam, kızın parayı yanında taşıdığına adı kadar emindi. Çantasında değildi, muhtemelen elbisesinin içinde bir yerlere saklamıştı. Belki de dolgun göğüslerine, diye düşünse de bu düşünceyi hızla uzaklaştırdı. Para hiçbir zaman umurunda olmamıştı. Elini kıza uzatıp "Devian." dedi. Zedia elini adamın avucuna bıraktığında küçücük kalmıştı. "Memnun oldum Devian, ben de Zedia." dedi hevesle.
Devian, tehlikeli bir fısıltıyı ikisi arasında serbest bıraktı.
"Teklifini kabul ediyorum, babanın katilini bulmana ve onu öldürmene yardım edeceğim."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |