
Kralın ayağa kalkmasıyla hareketlenen kalenin iş yükü de eş zamanlı olarak artmıştı. Valdemar, bir maskeli balo düzenleyeceğini ve krallığın önemli ailelerini ağırlayacağını ilan etmiş, davetiyeler hızla ülkenin dört bir yanına dağıtılmaya başlanmıştı. Davetlilerin kalacağı odalar özenle hazırlanıyor, yemekler pişiriliyor, kalenin her yanı kasvetli görüntüden kurtulması için süsleniyordu. Krallığın en önemli ve zengin ailelerinin başkentte toplanacağı haberi şehri de etkisi altına almış, duyduğuma göre tüccarlardan dilencilere kadar herkes büyük gün için hazırlanmaya başlamıştı.
Kralın özel hizmetçisi olmam işlerden kaytarmama tam olarak yetmese de ağır hiçbir işte çalışmıyor oluşum diğer çalışanların gözüne batıyordu elbette. Kızların birkaç kere homurdandığını duymuş ve imalı bakışlara maruz kalmıştım ancak umursamıyordum. Kalede geçirdiğim kısa zamanın bana öğrettiği şeylerden biri tıpkı Devian’ın söylediği gibi burada entrika ve dedikoduların bitmeyeceği olmuştu. Bu yüzden kimseye kulak asmıyor ve işimi yapıyordum.
Kralla son konuşmamızdan sonra bir daha beni utandıracak imalar yapacağı bir sohbet etme fırsatımız olmamıştı ve bundan memnundum. Beni açıkça tehdit etmişti, her ne kadar bu durum öfkelenmeme neden olsa da bir daha üzerine düşünmediğim aptal planlar yaparak kendimi küçük düşürmeyecektim.
O geceden sonra Devian’dan da kaçıyordum. Merak ettiğini ve benimle konuşmak istediğini farkındaydım ancak kralın sözleri aklımdaydı ve durduk yere onu sınır birliklerine göndermesini istemiyordum. Sadece onun için. Evet, onu yakınlarda görmek istediğimden falan değil. Her neyse. Zaten o da sürekli talim yapıyordu ve epey meşguldü.
Kralın bu akşam baloda giyeceği gösterişli kıyafetin son dokunuşları yapıldıktan sonra onu güzelce yerine asmıştım. Kral bu gece için beyaz bir takım tercih etmişti. Beyaz ceketinin altın rengi düğmeleri ve dik yakaları vardı. Maskesiyse tamamen saf altından yapılmıştı. Bir kral çok daha gösterişli görünmesi gerektiğinden kenarları kürklü kırmızı bir pelerin giyecekti üstüne. Pelerin o kadar ağır ve kaliteli bir kumaştan yapılmıştı ki son bir kez olduğunu kendime hatırlatarak elimi üzerinde gezdirdim. Yaka kısmına üzerinde çark sembolü olan bayrağımızı işlemişlerdi. Hem bu kadar yumuşak olup hem de bu kadar tok durması gerçekten ilginçti.
“Beğendin mi?”
Kralın sesiyle sıçrayarak arkamı döndüğümde giyinme odasının kapısında durmuş beni izlediğini gördüm ve hemen reverans yaparak onu selamladım. “Terzileriniz gerçekten başarılı majesteleri.” dedim. Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi.
“Eh, kıyafetleri giyenin de etkisi var tabii.”
Elbette vardı. Kralın duruşundaki asalet ve Tanrının bir lütfu olan güzel yüzü, çuvaldan bir kıyafeti bile sanat eserine dönüştürebilirdi.
“Hazırlanmam gerekiyor artık, bana yardım eder misin?” diye sorduğunda içten içe güldüm. Başka bir şansım var mıydı ki? Onun emrindeydim tıpkı diğer herkes gibi.
“Önce yıkanmam gerekiyor, misafirlerimiz kralın kötü koktuğunu düşünmemeli değil mi?”
Kral bugüne dek hiç yıkanmak için benden yardım istememişti. Hasta olduğu zamanlarda bile başkaları ilgilenmişti bu konuda. Beni utandırmamak için mi yoksa başka bir sebepten mi olduğunu bilmiyordum ancak şimdi önümde öylece dururken bunu benim yapmamı istiyor gibi bakıyordu.
“Tabi, şey, banyonuzu hazırlatmıştım ben.” diye geveledim. Kralın dairesi, kraliçeninkinden bile büyüktü. Her biri birbirine bağlanan kapıların ve koridorların açıldığı odalarda kralın konforu adına her şey düşünülmüştü. Hazırlattığımı söylediğim banyonun içerisinde şifalı suyla dolu bir havuz, masaj için bir alan ve sauna vardı. Kral dudak büzdü.
“Oraya kadar gitmek istemiyorum, buradaki küvette yıkanacağım.”
Odasında da bir küveti vardı tabi, hızlı bir şekilde yıkanmak istediği zamanlar orayı kullanıyordu. Bozuntuya vermeden onu onaylarken kralın önemli bir balo öncesi niyet bozmamış olacağını umuyordum. Bu balo yalnızca bir kutlama değil, ortada olmadığı aylar boyunca sözünden çıkan ve diğer krallıklarla yakınlık kuran soylu ailelere kim olduğunu hatırlatma planıydı.
Kral beni izlerken banyoya geçmiş, küvet sıcak suyla dolarken çeşitli esansları içine döküp köpürtmeye başlamıştım. Birazdan kralı çıplak görecektim. Kasabadaki sarhoşları birkaç kez çıplak gördüğüm olmuştu ancak o kadar çirkinlerdi ki bu görüntü sadece midemi bulandırmıştı ancak içimden bir ses kralın bedeninin onlarınkiyle alakası olmadığını söylüyordu. Üstelik o sarhoşların yamuk çüklerine bakmamak için epey çaba sarf ederdim ancak krala bakmak zorundayım çünkü onu yıkayacaktım.
Tanrım… Beni neyle sınıyorsun sen?
İçimdeki gizli sürtük “Sınamak mı? Bir kralı çıplak görmek ancak Tanrının lütfudur ahmak!” diye söylense de onu geldiği yere geri gönderip krala döndüm. Soyunmamıştı, tek yaptığı kapıya yaslanıp muzip bir gülümsemeyle beni izlemekti.
“Küvet hazır majesteleri.” dediğimde doğruldu ve gri gömleğinin düğmelerini ağır ağır açmaya başladı. Kocaman banyo bir anda küçücük kalmış ve sıcak suyun buharı her yanımı sarıp beni terletmeye başlamış gibi hissediyordum. Kral gömleğini çıkarıp yere fırlattığında üst bedeni tamamen çıplak, özenle oraya yerleştirilmiş gibi duran belirgin kasları tamamen netti.
Başımı öne eğip yutkunduğumda güldüğünü duydum.
“Ah Zedia, kızıl gözlerin içindeki vahşi kadını ele vermese şu utangaç hallerine inanacağım.”
Yeri gelince herkese diklenebilirdim ancak bana ilgisi olduğunu dile getiren bir kral banyoda çırılçıplak kalmak üzereyken utanç her yanımı ele geçirmiş, kaygı da ona yardım etmişti.
Bahsettiği kızıl gözlerimi ona diktiğimde gülümsemesi hala oradaydı. “Bana işkence etmekten zevk aldığınıza eminim majesteleri.”
Kemerini çözüp pantolonunu indirdiğinde bakışlarımı aceleyle karo taşlarla örülü zemine indirdim. Hayır sürtük, ona bakmayacağız.
“Kim kime işkence ediyor acaba?” derken önümden geçmişti ve Tanrıya şükür iç çamaşırı üzerindeydi. Sıkı poposuna bakarken ne ara kafamı kaldırıp ona baktığımı düşünmeye başlamıştım. Küvete girip bedeni suyun altında kaldığında tek kaşını kaldırdı. “Merak etme, benim amacım hiçbir zaman sana işkence etmek olmadı.”
Bir şey söylemeden yıkanmasına yardım ettim. Gözleri sürekli üzerimdeydi hatta bu yüzden saçlarına sürdüğüm sabun gözünü yakmıştı. İçten içe keyiflenmiştim ancak kralımın gözlerinin yanmasına da müsaade edemezdim. Hemen bol suyla yıkamış ve göz kapaklarını iyice açıp üflemeye başlamıştım. Kral bir çocuk gibi “Gözüm…” diye sızlanırken o kadar komik görünüyordu ki…
Kıkırdamama engel olamadığımda gözünü açtı ve kaşlarını çattı ancak bakışları yakınlığımızı fark edince odağı yavaşça dudaklarıma kaydı. Daha önce kimse bana böyle bakmamıştı. Kralın çapkın bakışlarındaki yoğunluk yüzüme vuran sıcak nefesiyle karışıp içime karışıyor, zihnimin içinde tehlike çanları çalıyordu.
Hızla geri çekilip ayağa kalktım ancak küvetten taşan su yüzünden ayağım kaymış, kaderin cilvesi mi yoksa bahtımın kötülüğü mü olduğunu bilmediğim bir nedenden ötürü kralın kucağına düşmüştüm. Kalkmak için yaptığım her hareket paniklediğim için içinden çıkılmaz bir pozisyona sokmuştu beni.
Nihayet küvetin kenarına tutunup çıkmayı başardığımda özür diledim. Her yanımdan damlayan sularla banyonun ortasında dikilirken kral hiçbir utanma belirtisi göstermeden tepeden tırnağa beni süzdü. Üzerime yapışan elbisemi düzeltmeye çalıştığım sırada kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu ancak duyamayacak kadar utanca boğulmuştum.
Beni istediğini açıkça söyleyen bir adamın kucağına düşmem umarım yalnızca basit bir sakarlık olarak algılanırdı zira bunca zamandır koyduğum tavrın çöpe gitmesini istemezdim. Bir şey söylemeyince havlusunu hazırladım, küvetten çıktığında bedeninden damlayan su damlaları banyo zeminini neredeyse kaplamıştı. Kurulanmasına yardım ederken yüzüne bakamıyordum ve hareketlerim o kadar hızlıydı ki kaçmaya çalıştığımı fark etmiş olmalıydı.
Havluyu elimden alıp çenemi kavradı ve sıcacık yeşil bakışlarını bana dikti. “Seni tanıdım Zedia. Neyi yapıp yapmayacağını biliyorum, benden utanma ve güzel gözlerini sakın benden kaçırma.”
Yüzüm bir kitap gibi okunuyor olmalıydı. Rahat bir nefes verip hafifçe tebessüm ettikten sonra giyinmesine yardım ettim. Kıyafetler askıda durduklarından bin kat daha güzel görünmüşlerdi üzerinde. Beyaz ceket ve pantolon tam oturmuştu bedenine, pelerin ve tacıyla da tam bir kral gibi görünüyordu.
Aynadaki aksinden bakışlarını çekip bana döndüğünde “Nasılım?” diye sormuş, ben bir cevap veremeden kapısı açılmış ve içeriye kraliçe girmişti. Gözleri kocasını buldu ve bakışlarına yayılan bir hayranlıkla “Harika görünüyorsun sevgili kocacığım.” dedi. Kraliçeye reverans yaparken onun da kocasından farksız görünmediği ortadaydı.
Kıyafetleri birbirlerine uyumlu şekilde tasarlanmıştı. Kraliçenin beyaz elbisesinin üst kısmı dar, askılarıysa kalındı ve belinden itibaren ihtişamlı bir şekilde genişliyordu. Dirseklerinin üzerine kadar çektiği eldivenlerinin üzerinde, zarif boynunda ve kulaklarında değerli mücevherleri vardı. Sıkıca yaptığı topuzunun üzerindeki tacı ve tıpkı kralınkine benzeyen kırmızı peleriniyle tam bir kraliçeydi karşımdaki.
Kraliçe için yapılan soğuk ve duygusuz yorumlarına katılıyordum ancak bunun dışında tek bir gerçek vardı ki o da gerçekten güzel bir kadın olduğuydu. Duruşundan akan asalet beni bile sarhoş etmişken kralın tepkisizliği karşısında şaşkındım. Yine de kraliçeyi selamlayıp “Sen de öyle.” demeyi akıl etmişti. Kraliçe duruşunu bozmadan beni süzdü ve ıslak kıyafetlerimi fark edince küçümseyen bir bakış yerleşti suratına.
“Kralı hazırlamak için çok uğraşmış görünüyorsun Zedia, gecenin geri kalanında odanda dinlenebilirsin.”
Baloya gelme diyordu kısaca. Sanki baloya eğlenmeye gidecektim de beni bundan mahrum ediyordu.Tüm gece diğer çalışanlar gibi soylulara hizmet edecek ve ayaklarım yorgunluktan sızlayarak döndüğüm odamda birkaç kısa saat uyuyup sabah yeniden işe dönecektim yalnızca. Beni bundan alıkoyması ceza değil ödül olurdu.
“Zedia bize hizmet edecek çalışanlar arasında Soren, ona izin vermen Lemys’in düzenini bozar.”
Kralın sözlerine gözlerini deviren kraliçe “Tabi.” diye mırıldandı.
İzin isteyerek yanlarından ayrılıp koşar adımlarla odama indim ve kurulanarak bu akşam tüm hizmetçilerin giyeceği kırmızı elbiseyi üzerime geçirdim. Elbisenin göğüs kısmı ne yazık ki biraz sıkmıştı ancak genel olarak rahattım. Kare yaka elbise belden genişliyor ve rahatça yürümemiz için olanak sağlıyordu, kolları bileklere kadar dar iniyor ancak sıkmıyordu. Saçlarımı güzelce tarayıp önüme gelen tutamların bir kısmını arkamda topladıktan sonra evden getirdiğim çiçeksi esanslardan birini boynuma ve şakaklarıma sürdüm.
Hizmetçiler maske takmayacağı için mutluydum, itiraf etmek gerekirse herkesin devasa ve tüylü maskeler taktığı bir ortam epey gülünç geliyordu bana. Zenginlerin, dünyanın tüm zevklerini tadıp tükettikten sonra kendilerini eğlendirmek için yeni şeyler türetme çabası gibiydi.
Balo saati başladığında salon yavaş yavaş doluyordu. Kalede kalan misafirler çoktan inmiş, kendi arabalarıyla gelecek olanlar da kalenin bahçesine giriş yapmaya başlamıştı. Herkes en gösterişli kıyafetleri giyme ve en büyük maskeyi takma yarışına girmiş gibiydi adeta. Balo salonunun ışıltısı değerli mücevherlerin üzerinde parlıyordu.
Lemys, benim ortada çok dolanmamamı ve yalnızca kralın masasıyla ilgilenmemi söylediği için kral ve kraliçe gelene kadar kenarda duruyor ve etrafı gözlemliyordum. Tahminimden büyük bir kalabalık vardı. Tanıdık yüzler görmek için bakınıyordum ancak alışık olmadığım kadar şık kıyafetler ve maskeler bunu neredeyse imkansız kılıyordu. Üstelik hizmetçilerin maskesiz olması da kendimi çıplak gibi hissetmeme neden olmuştu.
Soylu zenginler ve halk arasındaki bir sınır gibiydi biraz evvel dalga geçtiğim maskeler.
Üstelik hiçbirine güvenmiyordum. Kulakları çınlatan coşkulu kahkahalar, taktıkları maskeler kadar sahte geliyordu ve içimde kötü bir his vardı; tüm bu kalabalık huzursuz hissettirmişti. Bu gece bir şey olacağına neredeyse emindim ve altıncı hissime fazlasıyla güvenirdim.
Balo salonunun girişinde kral ve kraliçenin anonsu yapıldığında herkes susmuş oraya bakıyordu. Gülme isteğimi bastırmak için dudaklarımı ısırdım, maskeli bir baloda kafalarındaki taçlarla kendilerini anons ettirmeleri epey komikti doğrusu. Neredeydi maskeli balonun heyecanı?
Kral Valdemar ve biricik eşi Kraliçe Soren tüm gösterişleriyle salona girdiklerinde salondaki herkes reverans yapmıştı, ben de herkes gibi dizlerimi kırıp onları selamlarken muazzam bir uyumla onlar için hazırlanan masaya yürümelerini izliyordum. Kral, karısının elini zarif bir şekilde tutarken güçlü ve karizmatik görünüyordu.
Bahsettiğim şey buydu. Beni tüm hücrelerine kadar arzulasa dahi hiçbir zaman elimden tutup bir balo salonunda yürüyemeyecekti. Bir gölge gibi geriden gelecektim ve adım yalnızca kırıcı sıfatlarla anılacaktı. Kraliçenin ne artığı ne de yedeği olmaya niyetim yoktu. Gururum her zaman hislerimden önce gelecekti.
Masaya ulaştıklarında görevimi ezberlemiş bir şekilde yanlarına gittim ve kadehlerine şarap doldurdum. Kralın gözlerini üzerimde hissettiğimde aynı zamanda bu kadar insanın baktığı noktada olmanın verdiği heyecanla ellerim titriyordu ancak dökmeden kadehleri doldurmayı başarmıştım. Kral bir baş hareketiyle teşekkür ettiğinde elimdeki şişeyle yerime dönmüştüm bile.
Kadehi kaldırmadan önce hoş geldin konuşması yapmış ve kısa bir sessizliğin ardından devam etmişti.
“Bildiğiniz ya da duyduğunuz kadarıyla bir hastalık geçirdim. Bu süreçte krallığın
içinde ve dıışında çok fazla yalan bilgi dolaştı, art niyetli kişiler tarafından halk korku ve paniğe sürüklenmeye çalışıldı ancak gördüğünüz gibi burada kanlı canlı karşınızdayım ve kendimi hiç olmadığım kadar iyi ve güçlü hissediyorum. Bugün burada olan herkesin yokluğumda neler yaptığını ve yapmadığını biliyorum.”
Kral göz dağı mı veriyordu bana mı öyle gelmişti? Ciddi ifadesi yavaşça dağıldı ve tebessüm etti. “Bu gece burada çok eğlenin ve ait olduğunuz krallığın her nimetinden faydalanın. Gücümüze ve geleceğimize!”
Kadehini kaldırdıktan sonra baloyu resmen başlatıp şarabı kafasına dikmişti. Tamam, işimin en zorlu kısmı bitmiş gibiydi. Krallığın en iyi dansçıları ortaya çıkıp izleyenlere harika bir gösteri sunmaya başladığında daha da rahatlamış hissediyordum. Onlar gösteriyi bitirdiğinde herkes dans etmeye başlamıştı ve ortam epey keyifli bir hale bürünmüştü.
Kraliçe etrafını kuşatan rengarenk elbiseli kadınlarla derin bir sohbete daldığında kral da başka bir noktada aynı şeyi yapıyordu. Bu sırada Lemys yanıma gelmişti.
“Artık dikilmene gerek yok, hizmetçiler yetişemiyor onlara yardım edebilirsin.”
Sorgulamadan dediğini yaptım, kralın içkisini tazeleyen bir sürü kişi vardı zaten etrafında. Sağa sola koşturmaya başlarken benim partimin(!) başladığını hissediyordum. Davetlilerden biraz daha uzak bir masada ayakta dikilen adama içki götürmem söylendiğinde elimdeki tepsiyle oraya doğru yönelmiştim. Adam simsiyah giyinmişti ve yalnızca gözlerini değil tüm yüzünü kaplayan aynı renk bir maske takmıştı. İçkisini uzattığımda teşekkür etmiş ve “Güzel kolye.” demişti.
Kolyemin boynumdaki varlığına o kadar alışmıştım ki bazen orada olduğunu bile unutuyordum. “Teşekkür ederim.” diyerek gitmek için hareket ettiğimde sohbete devam etti.
“Bir yadigar sanırım, değil mi?”
“Evet, annemden.” diye yanıtladım adamı. Derinden gelen ses tonunun etkileyici bir tınısı vardı.
“Önemli biri olmalı anneniz.”
Kaşlarımı çatmamak için küçük bir mücadele verip “Tüm anneler önemlidir.” diye yanıt verdim. Bir hizmetçinin kolyesini ve onu kimin verdiğini neden kurcalıyordu ki? Gemideki takasçı da kafayı takmıştı kolyeme. O güne dek maddi bir değeri olduğunu fark etmemiştim, annemden kalan tek şeydi yalnızca.
“Tabi.” derken yüzünü kaplayan maske yüzünden ifadesini seçemiyordum. “Bazı yadigarlar tahmin ettiğinizden daha büyük sorumluluklar yükler omuzlarınıza küçük hanım, dikkat edin.” dediğinde sözlerine bir anlam vermek yerine başımı sallayıp yanından uzaklaştım. Sesi sarhoş gibi çıkmıyordu ancak çok fazla içip kafayı bulduğuna emindim.
Yarım saat daha ortalıkta dolaştıktan sonra Senja yanıma gelmiş ve Devian’ın beni koridorda beklediğini söylemişti. Gözlerimi sıkıntıyla yumduktan sonra kralı ve Lemys’i kontrol ettim, kendi işleriyle o kadar meşgullerdi ki birkaç dakika ortadan kaybolsam kimse fark etmezdi. Çıkışa doğru yöneldiğimde misafirlerden biriyle çarpışmıştım. Aslında kadın bana çarpmıştı. Benim boylarımda, zayıf ve koyu ten rengine sahipti. Diğer leydilere göre sade görünümlü siyah bir elbise giymişti ve deri bir maske takıyordu.
Telaşlı mıydı yoksa sarhoş mu ayırt edemiyordum. Gözleri kısa bir an beni bulduğunda tanıdık bir his birkaç saniyeliğine zihnimi yoklayıp kayboldu. “İyi misiniz?” diye sorduğumda arkamda bir noktaya bakıyordu. “İyiyim.” dedi fısıltıyla. Ardından elbisesinin cebinden buruşuk bir kağıt çıkarıp elime tutuşturdu. “Kimsenin görmediği bir yerde aç ve dikkatli ol Zedia.”
Koşarak ana giriş kapısından çıktığında elimdeki kağıtla bakışıyordum. Adımı biliyordu ve Tanrı aşkına bu da neyin nesiydi şimdi? Kağıdı okumak için büyük bir istek duysam da içimdeki hisse güvenerek bunu yapmadım ve kağıdı cebime saklayıp Devian’ın yanına gitmeye başladım. Muhafızların arkasından dolanıp ana koridor yerine daha ıssız olan diğerine yöneldiğimde aşina olduğum parmaklar koluma dolandı ve beni kolonların arkasına çekti.
Devian, üzerinde muhafız kıyafetiyle birlikte karşımda duruyordu. Bu geceye özel itinayla taranmış saçları, parlak zırhı ve ona has havasıyla her zamanki gibi mükemmel görünüyordu.
“Çok vaktim yok, ne oldu?” diye sordum doğrudan. Gözlerinde onda görmeye alışkın olmadığım bir duygu geçti. Hayal kırıklığı mıydı yoksa yorgunluktan yanlış mı yorumlamıştım bilmiyordum.
“Kral seni odasına çağırdığı günden beri benimle konuşmadın ve konuşmak için yarattığım her fırsatta kaçtın.” dedi kızar gibi.
“Çok çalışıyorum.” diye yalan söyledim. Kralın hizmeti dışında bir iş yaptığım yoktu doğrusu. Zaten o da inanmayarak kaşlarını kaldırdı. “Beceriksiz küçük bir yalancısın. Kral bir şey söyledi ve seni gitmekten vazgeçirdi, değil mi?”
Gözlerimi kaçırdım. Onun hayatını etkileyecek bir göz dağı vermişti kral bana ancak bunu Devian’a söylemek istemiyordum. Onu benim yüzümden uzağa yollamasını istememiştim ancak bu durumu yanlış yorumlayabilirdi. Bir cevap vermediğimde koyu bakışlarında bilmiş bir ifade belirdi.
“O bahsettiğin sadakati sunmuş olamaz sana, o halde nasıl kandırdı seni?”
“Hiçbir şeye kandığım yok!” diye çıkıştım. “Kralın emirlerine uyuyorum ve saçma planlar yapmıyorum artık, o kadar.”
“Zedia,” Adımı ilk kez bu kadar yumuşak bir tonla söylemişti. Uzun parmakları boynumdaki kolyeye uzandı ve nazikçe kelebek figürünü tuttu. “Krala aşık olursan bu kelebeğin kanatları yanar, uçamazsın.”
“Aşk mı?” diye fısıldadım kendim bile duymak istemeyerek. “O bir kral Devian,” dedim üstüne basa basa. “Hem de evli bir kral.”
“Aşkın genelde en imkansız olanı seçmek gibi bir adeti olduğunu duydum.” dedi boğuk bir sesle. Onun hiç aşık olup olmadığını düşünürken bu konuşmayı devam ettirmek istemediğimi fark ettim. Krala aşık olmayacaktım. Kimseye aşık olmayacaktım. Aramızda büyüyen ve ikimizin sürdürmekte kararlı olduğu gözüken sessizliği balo salonundan gelen bir gürültü böldü. Çığlık sesleri kalenin duvarlarını inletirken Devian’ın beni göğsüne çekip kılıcını çekmesi bir olmuştu.
“Neler oluyor?” diye bağırdım korkuyla. Kaçışan birkaç kişiyi görmüştüm ama neler olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Devian’ın koruma iç güdüsüyle dolu bakışları bana döndü ve “Burada kal.” dedi ancak onu dinlemeyecektim elbette. O balo salonuna giderken hemen peşinden onu takip ettim ve kargaşanın hakim olduğu salona girdim.
Herkes korkuyla bir noktaya bakıyordu. Salonun tam ortasında duran krala ve hemen karşısındaki adama. Biraz önce içki servis ettiğim ve kolyem hakkında konuşan adama…
“Evet sevgili soylu halk, sonunda benimle tanışıyorsunuz.” dedi gülümseyerek. Maskesini çıkarmıştı ve gözleri yalnızca kralın üzerindeydi. “Kralınızın size yaptığı güç gösterisinin ve verdiği göz dağının ardında ben varım. Aylardır benim yüzümden yatağından çıkamıyordu. Ben Mors, her birinizin kaderini elinde tutan kişi.”
Şaşkınlık nidaları kalenin yüksek tavanlarına ulaşırken elim istemsizce aralanan ağzımı kapatmak için dudaklarıma kapandı. Gerçek miydi bu? Bir efsane gibi anlatılan Mors, kaleye kadar sızmış ve kralın karşısına dikilmiş miydi sahiden?
Tüm muhafızlar, Marcus da dahil, etrafını çevrelerken Mors oldukça rahat görünüyordu. Daha yaşlı hayal ediyordum ancak otuzlu yaşlarda biriydi. Karışık siyah saçları, çekik gözleri ve zayıf bir bedeni vardı. Yüzündeki kendini beğenmiş ifadeye ve özgüvene bakarak birazdan kötü şeyler olacağını tahmin etmek güç değildi.
“Ne istiyorsun?” diye sordu kral öfkeyle. Gözleri kısılmış, elleri iki yanında yumruk halini almıştı.
“Ne istiyorum?” dedi Mors etrafında bir tur dönüp sanki yerimi biliyormuş gibi beni bulup bir saniyeliğine gözlerime bakarken. Sırtımdan aşağı bir ürperti inmişti. “Çarkı tamamlamak üzereyim, son bir adım kaldı. Yakında kaderin ipleri tamamen elime geçecek ve nefes alan her canlının yaşamını kontrol edeceğim. Krallığınızın sonunun geldiğini haber vermek istedim sizlere. Yakında benim devrim başlayacak.”
Merd’ün sözlerini hatırladım. Mors; Ölüm Getirenler, Kader Bilenler, Muhafızlar ve Kader Çevirenlerden bir çark oluşturuyor olmalıydı.
“Ah…” dedi sanki bir şey unutmuş gibi. “Bu arada sevgili Valdemar, seninle yaptığım anlaşmayı halkına ne zaman açıklayacaksın? Burada durup güç gösterisi yaparken ayağa nasıl kalktığından bahsetmeyi düşünmüyorsun sanırım.”
Neler oluyor diye çığlık atmak üzereydim. Kralın gözlerinden geçen korkuyu görebiliyordum, sakladığı bir şey olduğu açıkça ortadaydı. Marcus, Mors’a doğru bir adım attığında kral onu durdurdu ve Mors tehlikeli bir şekilde gülümsedi. “Sözünü tut sevgili kral, sen sözünü tutmazsan ben de tutamam.”
Aniden tüm salona bir karanlık çöktü, nasıl yapmıştı bilmiyordum ancak birkaç saniye süren karanlığın ardından her yer yeniden aydınlığa kavuştuğunda Mors ortada yoktu. Tüm gözler kralın üzerindeyken kral yorgun bir şekilde gözlerini kapattı.
“Geldiğiniz için teşekkür ederim, balo burada bitti.”
Cebimdeki buruşmuş kağıdı çıkardım, artık okumam gerektiğini hissetmiştim. Gözlerim hızlı bir şekilde harflerin üzerinde dolaşırken kalbim göğsümü sertçe tekmeliyordu.
“Kader çarkı tamamlandığında tek eksik sen olacaksın. Kimseye güvenme; gerekirse kendine bile, krallığı koru; gerekirse kendinden bile.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |