

Zedia&Devian
Zedia
Kafamdaki soru işaretlerine her geçen gün bir yenisi eklenirken, hiçbirine istediğim cevapları alamamak zihnimi daha fazla yormak dışında bir işe yaramıyordu. Orlagh denen ve kaderimi değiştirdiğini söyleyen bir Kader Çevirenle tanışmış, babamın katilinin kim olduğunu öğrenmeden sislerin içinde yok oluşuna şahit olmuştum. Mors'un aradığı eksik parçanın ben olduğumu söylemesi yeterince sarsıcı değilmiş gibi bir de cevapsız kalmıştım.
Ne olursa olsun beni çağırdığı tapınağa gitmem lazımdı. Bunun için de kaleden çıkmak zorundaydım ancak kale tam bir hapishaneye dönmüştü.
Askerlerden komutanlara, hizmetçilerden soylulara hepimiz kralı dinliyorduk. Dün gece yaşanan rezaletin ardından tüm gücü ve ihtişamıyla karşımıza çıkmıştı. Onu odasında sarhoş ve bitik bir halde bıraktığım için şaşkındım, beklediğimden hızlı toparlamış ve halkının karşısına çıkmıştı. Bir konuşma yapacağını söyleyerek halkı kalenin etrafına toplamıştı. Kalabalık merakla kralın ağzından çıkacak sözleri beklerken ben de onlar kadar meraklı ve heyecanlıydım.
Halkı selamladıktan sonra gür ve kendinden emin bir sesle asıl meseleye geldi. Hemen arkasında duran kraliçe bile merakla onu dinliyordu. "Sadece bir efsane olduğunu düşündüğümüz Mors, dün gece alçakça karşımıza çıktı ve açıkça bizleri tehdit etti. Bunu yaparken kralınızı sizin karşınızda küçük düşürmeye çalıştı. Bunu yapmasının nedeni oldukça basit: bana olan güveninizi kırarak krallığımızı daha kolay ele geçirmek."
Haklıydı. Mors denen iblis resmen krala olan güvenimizi kaybetmemiz için uğraşıyordu. Halkın onaylayan sesleriyle birlikte kral, bulunduğu balkondan daha gür sesle konuşmaya başladı.
"Hiç korkmayın, Mors bize hiçbir şey yapamaz. Onu ve yandaşlarını yakalayıp hak ettikleri cezayı vereceğiz. Gücünü ona inanan Kader Çevirenlerden ve Ölüm Getirenlerden aldığını hepimiz biliyoruz. Bu yüzden ilk yapacağımız şey onların her birini yakalamak. Bu krallıkta hiçkimse, kaderin olağan akışını değiştirmeye cüret edemeyecek. Kader Muhafızları, kaderi bozmaya çalışan herkesin peşine düşecek ve onları cezalandıracak. Mors'un yanında olsunlar ya da olmasınlar tüm Kader Çeviren ve Ölüm Getirenler yakalanarak kaleye getirelecek, krallarına ve ülkelerine bağlılık yemini ettikleri takdirde canları bağışlanacak. Onları saklayan, yerini bildiği halde söylemeyen ve yardım eden herkes de onlarla aynı cezayı alacak. Bu krallıkta kimse Tanrının işine karışamayacak artık."
Şaşkın bakışlarım yukarıda, kralın bulunduğu balkondaydı. Ölüm Getirenlerin yakalanmasını doğru buluyordum, zaten asırlardır Kader Muhafızları onların peşindeydi ve yakaladıklarını cezalandırılıyorlardı ancak özel olarak peşlerine düşülmemişti hiç. Kader Çevirenler konusunda ise kafam karışıktı. İnsanlar sonradan Kader Çeviren olmazdı, Tanrı onları öyle yaratırdı. Kralın gözlerindeki karanlık ifade canlarını bağışlayacağı konusunda şüpheye düşmeme neden olsa da, kimseye kötülük yapmayan Kader Çevirenlere bir şey yapmayacağını düşünüyordum.
Bu sırada tanıdığım tek Kader Çeviren olan Olagh geldi aklıma. Kral yerlerini bildiği halde söylemeyenlerin de ceza alacağını açıkça belirtmişti. Eski tapınakta onlardan bir ya da birkaç tanesinin olabileceğini söylemeli miydim? Eğer söylersem ve yakalanırlarsa onlarla konuşma fırsatım olmazdı ve belki de gerçekleri öğrenemezdim. Etrafımdaki sesler yükselirken kalabalıktan uzaklaşmak için bir çıkış yolu aramaya başladım ve güçlükle kaleye girdim. Sırtımı duvara yaslayıp başımı ellerimin arasına alırken kararsızdım.
Mors'un aradığı kişi olduğumu ve beni ele geçirirse planını gerçekleştirebileceğini söylersem kral beni de cezalandırır mıydı peki? Eğer Olagh doğruyu söylüyorsa şu an için çok tehlikeli bir konumda olmalıydım. Hala eksik parçalarım olsa da bir şeyleri anlayabiliyordum. Mors asla bana ulaşmamalıydı ve ben bir an önce kim olduğumu çözmeliydim. Bu yüzden şimdilik Kader Çevireni ele vermeyecektim.
"Keşke bu kadar belirsiz bir hayatım olmasa..." diye mırıldandığım sırada bana yaklaşan adım sesleriyle birlikte kafamı kaldırıp Devian'ı gördüm. Kokumu mu takip ediyordu bilmiyordum ancak bir şekilde beni bulmayı başarıyordu.
"Dün gece iyi uyumamış gibisin." dedi doğrudan. Uyumam mümkün değildi. Yaşananların üstüne Olagh ile olan kısa sohbetim uyku denen şeyin sınırlarıma girmesine müsaade etmemişti. Devian'ın gece karası gözlerine baktığımda onun da pek iyi uyuyamadığını fark ettim. "Sen kendine bak." diye söylendim.
"Kralın bu çıkışı beklenmedikti, değil mi?" diyerek konuyu değiştirdiğinde omuz silktim. Doğru bir hamleydi bana kalırsa. Ne yazık ki zamanlaması benim adıma yanlıştı.
"Krallar beklenmediktir." dedim.
"O yüzden mi onu bırakıp gidemiyorsun bu kaleden?" diye imalı bir sesle sohbeti devam ettirdiğinde bu soru yüzünden çığlık atmak istiyordum ancak bunu yapmak yerine tek kaşımı kaldırıp alayla gülümsedim. Hemen karşımda duruyordu ve tek elini arkamdaki duvara yaslamıştı.
"Devian, sen beni kraldan kıskanıyor olabilir misin acaba?"
Derinden bir kahkaha attığında o kadar çekici görünüyordu ki yutkunmak zorunda hissetmiştim. Kafasını geriye doğru atıp saçları ahenkle hareket etmiş, kokusu bir rüzgar gibi yüzüme çarpmıştı. Yeniden gözlerime bakarken bu defa alaycı bakışlar onun yüzünü süslüyordu. "Kıskanmamı mı isterdin?"
"Krala aşık olduğumla ilgili imada bulunuyorsun, kalede olmamdan rahatsız olduğunu açıkça belli ediyorsun ve beni uyarıp duruyorsun. En başında sınırlarla ilgili konuşan sendin ama benim sınırlarıma girip duran yine sen oldun. Ne anlamalıyım tüm bunlardan?"
Devian gülümsedi. Tanrım, bir adamın gülüşü cehennem kadar yakıcı olmamalıydı. Bir kelebek olsaydım kanatlarım o ateşte çoktan yanmıştı. İşaret parmağı yanağıma dokundu, ateşten bir iz bırakarak çeneme ve boynuma doğru inmeye başladı. Bunları yaparken gözlerimin içine bakıyordu.
"Kızın biri karşıma çıkıyor, beni kiralık katil olarak tutuyor ve bir şekilde kendimizi bu kalede buluyoruz. Kız başta çok masum görünüyor ancak bir anda kralın özel hizmetçisi oluyor, odasından çıkmıyor, buradan gitmek istediğini söylemesine rağmen tam tersini yapıyor. Sakladığı şeyler olduğunu hissediyorum, sorduğum hiçbir sorunun cevabını vermiyor ancak gözleri yalan söylemek konusunda berbat. Kızıl bakışlarında gerçeğin ateşini görsem de sırların hepsini kendine saklamaya kararlı. Peki ben ne anlamalıyım?"
Düşünmeden cevap verirken göğsümün biraz üstünde duran dokunuşları ilerlemediği için memnundum. Umarım hızlanan kalp atışlarımı da duymuyordur. "Sana güvenmediğimi." derken ciddiydim. Katilim olacak kadar ona güveniyordum ancak daha fazlasını anlatacak güveni vermemişti bana. Neden bilmiyordum. Her şeyi koşup önce ona anlatmak isterken beni bir duvar gibi durduran bir hisle bazı şeyleri kendime saklıyordum. Belki de her şeyi benim de tam olarak bilmememden kaynaklıydı.
"Bana güvenmemen gerektiğini en başta söylemiştim. Bu biraz klişe bir cevap oldu ufaklık."
"Bunu açıkça söylediğin halde benden ne öğrenmek istiyorsun?" diye sordum. Yavaşça kulağıma eğildi, işkence eder gibi nefesini kulağım ve boynum arasındaki bir noktaya üfledi ve fısıldadı. "Kim olduğunu söyle bana Zedia, gerçekte kim olduğunu itiraf et."
Bu nasıl bir soruydu böyle? Birincisi ben de gerçekten kim olduğumu bilmiyordum artık, bu şehre ayak bastığım an kimliğim yok olmuş ve ben gerçeğe ulaşmak için bir savaş vermeye başlamıştım. "Ben de bilmiyorum," diye fısıldadım. "Öğrenirsen bana da söyle."
Bir öksürük sesiyle irkilip yakınlığımıza son verdiğimizde birkaç adım ötemizde duran ve sert bakışlarla bizi izleyen Marcus'u gördük. Yanımıza gelmiş ve doğrudan Devian'a bakmıştı. "Kralı duydun Devian, bundan sonra önümüzde zorlu görevler var. Hazır olmak için daha çok çalışmalıyız."
Devian yalnızca başını sallamış ve Marcus onu diğer askerlerin yanına yollayıp bakışlarını bana dikmişti. "Bir şey mi oldu?" diye sordum. Neden sinirle bana bakıyordu?
"Sizin aranızda bir şey mi var?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.
"Bunu ne sıfatla soruyorsunuz?"
"Fark eder mi?"
Alayla baktım. "Kan bağımıza dayanarak soruyorsanız hiçbir zaman gerçekten babam olmayacağınızı ve hesap sormaya hakkınızın olmadığını bilmelisiniz. Eğer Kader Muhafızı bir komutan olarak soruyorsanız da söylemeliyim ki bir hizmetçi ve askerin özel hayatı sizi ilgilendirmez."
Marcus'un yüzünde bu çıkışı beklemediğini ele veren tuhaf bir ifade belirmişti. Ne hakla bana bunu sorabiliyordu? Kızını ve sevdiği kadını seçmek yerine görevini seçen, annemle beni bilinmeze terk eden bir adamdı o. Hektor olmasa kim bilir başımıza neler gelirdi.
"Kralın gözünün senin üzerinde olduğunu farkında olan ve yanlış bir hareketinde başına bir şeyin geleceğini bilen biri olarak soruyorum yalnızca."
Omuzlarımı dikleştirip ciddi bir ifadeyle ona baktım. "Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim Muhafız Marcus. Ancak ben ne yapması ve nasıl davranması gerektiğini bilen biriyim, benim için endişelenmeyin lütfen."
Resmi bir selam verip yanından ayrıldığımda aslında ona öfkeli olduğumu ilk kez fark ediyordum. Hektor mükemmel bir baba olmuştu ancak bana gerçek babam olmadığını söylediği o küçücük yaşımdan beri gerçek babamın beni neden istemediğini düşündüğümü kimseye itiraf edememiştim. Bunu Hektor'a bile sormamıştım, onunla mutluydum ve gerçek babamı aradığımı düşünmesini istemiyordum ancak içten içe bu soru beni rahatsız etmişti hep. Onunla yüzleştikten sonra da bastırdığım öfke yavaşça yüzeye çıkmaya başlamıştı.
İerleyen günlerde kale iyice hareketlenmeye başlamıştı. Öncelikle kral Valdemar benim kendi katında bulunan küçük odalardan -onun odasına nazaran küçük- birine yerleşmemi emretmişti. Çok fazla konuşma şansımız olmamıştı çünkü fazlasıyla yoğundu ancak bana kendince bir jest yapmayı uygun görmüştü. Böyle düşündüğüm için kanım yanaklarıma hücum ediyordu ancak söylemeden aklımdasın demek istemiş gibi hissediyordum. Penceresi okyanusa bakan büyük ve rahat yataklı bir odada kalıyordum artık. Dolabıma birkaç kıyafet koydurduğunu da görünce istemsiz gülümsemiştim.
Lemys odamı görünce kaleden gitmek istediğim zaman onunla yaptığım konuşmayı hatırlatmıştı bana. "Kralın senin için yaptıklarına bak ve gitme düşüncesini sonsuza kadar kafandan at Zedia." demişti. Sonsuzluk fazla iddialı bir zaman kavramıydı. Kendimi kralın ilgisine kaptırırsam ona istediğini verir ve benden sıkılmasını izlemek zorunda kalırdım. Hayır, ilgisini taze tutmak için naz yaptığımdan değildi bunu söylemem. Kral olmasını bir kenara bırakırsak evli bir adamdı Valdemar. Yakışıklı yüzü, şımartan sözleri ve jestleri aklımı başımdan alacak gibi olduğunda Kraliçe Soren'in yüzü geliyordu aklıma.
Sık sık bu konuşmayı yapıyordum kendimle. Bir kral, hele de onun kadar yakışıklı ve ağzı iyi laf yapanı, genç bir kızı çok kolay etkileyebilirdi. İrademi çelikten bir kalkan gibi örmek zorundaydım bu yüzden.
Yalnızca bu olmamıştı son günlerde. İnsanlar yerini bildikleri Kader Çevirenleri bildirmeye başlamışlardı. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum ancak zaten onlara karşı bir önyargı ve korku vardı halkta. Kaderinizi değiştirebilecek ya da küçük bir dokunuşta bulunabilecek bir gücü elinde tutmaları onlardan korkmalarına neden olmuştu her zaman. Ne yazık ki bu süreç çoktan suistimal edilmeye başlamıştı. Birkaç kez, ellerinde hiçbir delil olmamasına rağmen birilerini şikayet etmelerine şahit olmuştuk. Getirilen kişi Kader Çeviren olmadığına yemin ettiği halde emin olamayan kral onları zindana atmıştı.
Oysa bir Kader Çevireni yakalamak o kadar da kolay değildi. Bir zamanlar babam artık eskisi kadar güçlü Kader Çevirenler kalmadığını söylemişti. Küçük ve basit müdahaleler yapabiliyorlarmış yalnızca. Benim ve kendisinin kaderini değiştiren Orlagh'ı buna dahil etmemişti muhtemelen.
Bir keresinde de kasabaya gelen turistlerden duymuştum bir şeyler. Gerçek Kader Çevirenlerin güçlerini kullanmadığı ve kendilerini tanrıya adadıklarını söylüyorlardı. Tanrı, kadere müdahale etmelerini istemiyormuş. Elbette bu mantıklıydı ancak yerine oturmayan bir şeyler vardı kafamda. Tanrı, kaderi çevirmelerinden rahatsızsa neden onları bu güçle yaratmıştı? Bu soruya henüz bir cevap bulamamıştım ancak içimden bir ses yakında bulacağımı söylüyordu.
Kral tahtında oturuyordu ve ben de bu defa kimi yargılayacaklarını izlemek için bir kenarda durmuş onlara bakıyordum. Yaşlı bir adam kolundan tuttuğu gencecik bir kızı sürükleyerek kralın önüne fırlatmıştı adeta. Ağlamaktan yüzü şişmiş ve gözleri kan çanağına dönmüş zavallı kıza bakarken yüreğim acımış, onu yerden kaldırıp sarılmak istemiştim. "Majesteleri, bu bir Kader Çeviren! Onu bana büyü yapmaya çalışırken yakaladım." dedi adam hırıltılı nefesleri arasından. Yeniden kıza baktım. Üzerinde eski püskü bir elbise vardı ve sanki çamura batmış gibi her yanı pislik içinde kalmıştı. Yüzündeki ürkek ve masum ifadeye baktığımda onun bir Kader Çeviren olduğuna inanmak güç geliyordu.
"Senin gibi yaşlı bir adamın kaderiyle neden ilgilensin?" diye sordu kral şüpheyle. Adam kralın sözlerini beğenmediğini açıkça söylemese de bakışları onu ele veriyordu. "Onu bu şırfıntıya sorun majesteleri!"
Kral, elini tahtın kenarına vurup öfkeyle bağırdı. "Benim kalemde, benim huzurumda ne biçim konuşuyorsun bunak?"
Adama haddini bildirmesine o kadar memnundum ki gülümsemekten kendimi alıkoyamamıştım. Yanımda küçük bir çocuğa dönüşen kralın korkutucu bir adama dönüştüğü anlara şahit olmak da her defasında hoşuma gidiyordu. Yaşlı adam korkuyla geri çekilirken "Afedersiniz majesteleri." demişti. Kral Valdemar ayağa kalktı ve yerde korkuyla ağlayan kızı omuzlarından tutup ayağa kaldırdı. Genç kız korkudan tir tir titriyordu.
"Adın ne senin?"
"Vanya majesteleri."
"Kaç yaşındasın Vanya?"
"On altı majesteleri."
"Bu adam doğruyu mu söylüyor, sen bir Kader Çeviren misin?"
Adının Vanya olduğunu öğrendiğim kız omzunun üzerinden adama baktı ve bakışlarını yeniden krala çevirdi. Sanki bir şeyler değişmiş, belki de kralın yumuşak bir ses tonuyla konuşmasından cesaret almıştı. "Hayır efendim. Kendisi bana sarkıntılık edince onu korkutup uzaklaştırmak için Kader Çeviren olduğumu söyledim. Büyü falan da yapmadım, tek isteğim korkup beni bırakmasıydı ancak köylülerle birlikte üstüme çullanıp beni buraya getirdiler."
Adama sessizce sövdüm. Torunu yaşındaki kıza sarkmak da ne demekti? Şerefsiz. Kral da benimle aynı tepkiyi vermiş ve adamı doğrudan zindana attırmıştı. Adam öyle bir şey yapmadığına yeminler etse de bu onu kurtarmaya yetmemişti. Valdemar kıza baktı yeniden.
"Kalede kalıp çalışmak istersen kapımız açık Vanya."
Sesinde şefkat vardı. Vanya başını hızla iki yana sallarken "Ailemin yanına dönmek istiyorum." demişti. Kral ona izin verdiğinde teşekkür etti, arkasını dönüp kapıya yöneldiğinde ise bakışları beni buldu ve göz kırptı. Her şey saniyeler içinde olmuştu, doğru görüp görmediğimden bile emin değildim. Dikkatle yüzüne baktığımda yanaklarında hala yaş olduğunu ve başını yerden kaldırmadığını gördüm. Beynim bana oyun mu oynuyordu artık?
Kızın peşinden başka birini getirmişlerdi. Bu defa karşımızda yetişkin bir kadın vardı ve epey güzel görünüyordu. Uzun boyluydu, omuzları dik duruyordu ve kendini beğenmiş bir ifade bakışlarında yer edinmişti. Saçlarını sıkıca örmüş, bronz tenini ve çekici yüzünü tamamen ortaya çıkarmıştı. Onu getiren Kader Muhafızı Marcus'un kolunu sertçe tutmasına aldırış etmeden sakin bir şekilde yürüyüp kralın karşısında durmuştu. Az önceki tuhaf kızın aksine bu kadına kesinlikle Kader Çeviren diyebilirdim.
Kral onu baştan aşağı süzdü. "Adın nedir?"
"Saher majesteleri."
"Bir Kader Çeviren olduğun doğru mu?" diye sordu. Kadın gururla salladı başını. "Evet, ben böyle doğdum."
"İnsanların kaderine müdahale etmekten hoşlanıyor gibisin."
"Elimde böyle bir gücü taşımak iyi hissettiriyor olsa da bu gücü aklıma estiği gibi kullanmıyorum majesteleri."
"Ya, ne için kullanıyorsun peki?"
"Bir kral olarak bilirsiniz; bize insanlar gelir ve bazıları yüksek ücretler karşılığında isteklerde bulunurlar lakin ben yalnızca gerçekten ihtiyacı olanları kabul ederim. Bir de kötülük yapanların kaderlerine dokunup onları cezalandırmaktan hoşlanırım."
Son cümleyi söylerken sesindeki tehlikeli tınıyı gülümsemesi bile saklayamamıştı. Kral öne doğru eğildi. "Bu Tanrının işi Saher. Böyle doğmuş olman bunu yapmanı gerektirmez."
"Tanrı kimseyi kullanmayacağı bir güçle yaratmaz. Bunu bana verdiyse kullanmamı istiyordur."
Kadının ciddi bir havaya bürünmesiyle Marcus'un onu daha sıkı tuttuğunu fark ettim. Kadının ellerinde Vanya'da görmediğim çelik bir kelepçe vardı. Kaleye gelmeden önce bilmiyordum ancak şimdi öğrenmiştim. Bu metal, Kader Muhafızlarının kılıcında da kullanılıyordu ve Kader Çevirenlerin büyü yapmasını engelliyordu.
"Ne yazık ki artık kullanamayacaksın. Ya şimdi bana yemin edersin ya da zindanda çürürsün."
Kadının kendinden emin ve ukala tavrı kralı kızdırmış görünüyordu. Saher adlı kadına baktım, korkmuş görünmüyordu. Çenesini dikleştirdi. "Üzgünüm Kral Valdemar ancak gücümü kullanmayacağıma dair size yemin edemem. Ben bir Kader Çevirenim ve tanrı beni kötü bir varlık olarak yaratmadı. İnsanlara yardım ediyorum, içimizde bunu suistimal edenler olsa da ben onlardan değilim. Kendi gücümü inkar etmeyeceğim."
"Son kararın mı?" diye sordu kral öfkeyle. Marcus kılıcını kadına doğrulttuğunda bunun bir seçim değil zorunluluk olduğunu ancak idrak ediyordum. Saher küçümseyerek baktı kılıca. "Bir Kader Çeviren kendi kaderini değiştiremez ne yazık ki. Eğer kaderimde şimdi ölmek varsa buna hiçbir şey engel olamaz."
Kralın yüzünde alaycı bir ifade belirdi. Kadından daha tehlikeli görünüyordu gözüme. "O halde zindanda biraz düşün bakalım Kader Çeviren. Eğer fikrin değişmezse kaderinde ne olduğunu hep birlikte göreceğiz."
Marcus kılıcını indirip kadını itekleyerek zindana götürdüğünde krala baktım. Gerçekten böyle mi olacaktı? Ülkedeki tüm Kader Çevirenleri toplayıp onlara ya güçlerinden vazgeçmelerini ya da ölmelerini mi söyleyecekti? Onlar hakkında hala aydınlatılmamış şeyler olsa da hepsinin insanların kaderini değiştirmek dışında amacı olmayan kötü varlıklar olduklarına inanmıyordum. Kralla kısa bir göz göze gelme anı yaşadık ve gözlerimi hemen kaçırıp oradan ayrıldım. Saher'in kararını değiştiremeyeceği ortadaydı, o halde onu öldürecekti. Peki ya dediği gibi ya kimseye kötülüğü dokunmadıysa?
Kendimi odama attığımda neye sinirlendiğimi tam olarak bilmiyordum. Orlagh'ın sözlerinden önce de böyle düşünür müydüm emin değildim. Kader Çevirenler bilinmezdi, belki de içlerinden birinin babamla işbirliği yapıp beni kurtarması ve krallığın geleceğini düşünmesi gerçeğini öğrenmeden önce umurumda bile olmazdı. Ama şimdi farklı düşünüyordum, sıradan insanların da iyi ve kötü olarak sınıflandırıldığı bir dünyada neden Kader Çevirenler yalnızca kötülükten ibaret olsundu?
Kapım açıldığında arkamı döndüm ve kralla yüz yüze geldim. Aceleyle dizlerimi kırıp selam verdiğimde kapıyı kapatarak bana doğru yürüdü ve etrafa baktı. "Odan güzel olmuş, sen de beğendin mi?"
"Beğendim, teşekkür ederim."
Karşımda durup gözlerime baktı. "Bir şeye kızdın değil mi?"
Bunun için mi peşimden gelmişti? Kapıda bekleyen ve yargılaması gereken daha bir sürü kişi olduğunu biliyordum ancak yarıda bırakıp bana gelmişti. Tanrım, krala kendimi kaptırmamak için verdiğim mücadelede bana güç ver.
"Biraz kafam karıştı." diye itiraf ettim. Yalan söylemeye gerek yoktu. Bir cevap bekler gibi yüzüme baktığında açıkladım. "Kimseye kötülük yapmayan bir Kader Çevireni sırf gücünden vazgeçmiyor diye öldürecek misiniz gerçekten?"
Yeşil gözleri şaşkınca açıldı. "Bunun için mi kızdın?"
"Kızmadım, sadece üzüldüm. Verdiğiniz kararları sorgulamak haddim değil lakin masum birini öldüreceğinize inanmak istemiyorum."
Omuzlarımdan tutup hafifçe sıkarken gülümsüyordu. Gülünecek ne vardı? "Bu kale için fazla iyisin değil mi Zedia? Zamanla göreceksin ki hayat o kadar da basit bir matematikten ibaret değil. O kadın sadece iyilik uğruna gücünü kullandığını söylüyor ancak buna kim karar veriyor? Nihayetinde bir insan ve hata yapabilir, hak etmeyen birine kendi yöntemleriyle ceza verebilir. Üstelik Mors açıkça tehdit etti ülkemizi. Şu an, krallığımızın bekasını düşünen herkesin bana bağlı kalması ve bunu belirtmesi lazım. Aksi takdirde Mors'un tarafına geçebilirler ve o iblis yanına ne kadarını toplarsa o kadar güçlü olur."
Haklıydı ama kafam karışıyordu. Bu yola babamın katilini bulmak için çıktığımda kendimi haklı görüyordum ancak buna ben karar verdiğim için öyleydi. Üstelik sorgulamasam doğrudan Marcus'u öldürebilirdim. "Yine de tek seçeneğin ölüm olması kulağa hoş gelmiyor." dedim. Ben bir yalancıydım, birkaç hafta önce kiralık katille anlaşırken hiç de etik değerlerim yoktu.
"Kral olduğunda çok zor kararlar vermen gerekebilir. Umarım sen bu kadar zor kararlar vermediğin ve her gece vicdanın rahat uyuduğun bir yaşam sürersin." dedi sakince. Aşağıda kükreyen adam gitmişti yeniden. Kralın yanında dinginleşiyordum, yaşının aksine yaşanmışlıklarıyla ettiği olgun laflar zihnimde yeni pencereler açıyordu.
Geri çekilip kendini benim yatağıma attı. Yatak sallanırken kafasını kaldırıp bana baktı. "Haksızlık bu, benim yatağım bile bu kadar rahat değil!"
İstemsizce kıkırdadım ve gözlerimi devirdim. "Majesteleri, sizin kadar abartan başka birini daha görmedim."
Yanındaki boşluğu işaret edip "Gelsene." dediğinde gülüşüm uzaklaştı ve gözlerimi kaçırdım. Zihnimde felaket senaryoları dönüyordu. Kraliçe Soren odaya giriyor, bizi aynı yatakta görünce yaygara koparıyordu. Sessizleştiğimi fark eden kral "Seni yemeyeceğim Zedia, ben biraz dinleneceğim ve sen de yanımda duracaksın o kadar."
İleride birileri beni yargılarsa diye şimdiden bahanelerimi hazırlıyordum. İlki ve en geçerli olanı şuydu; BİR KRAL EMRETTİĞİNDE BAŞKA SEÇENEĞİNİZ OLMAZDI. ELBETTE IRZINIZA GEÇMEYİ PLANLAMADIĞI SÜRECE.
Başka gerekçeye gerek yoktu sanırım şimdilik. Usulca gidip yatağın ucuna oturduğumda gözlerini devirdi ve kendini yukarı çekip yastığıma kafayı koydu. "Kokun sinmiş, nasıl bu kadar güzel kokabiliyorsun?"
"Yanımda getirdiğim birkaç çiçek esansındandır. Bitmek üzereler, çiçek toplayıp yenilerini yapmayı özledim."
Yan dönüp beni izlemeye başladı. "Yakında av için ormana gideceğim. Sen de gelir istediğin çiçeklerden toplarsın, olur mu?"
Heyecanla başımı salladığımda gözlerini kapattı ve uykuya geçmeye hazırlandı. "Zedia, bu koku beni sarhoş ediyor ve çiçekler yüzünden olduğunu sanmıyorum."
Yanaklarım alev alırken sessiz kaldım ve uykuya dalışını izledim. Kral bir saat kadar uyuduktan sonra odamın kapısı çalındı, onu uyandırmamak için parmak uçlarımda yürüyüp kapıyı açtım ve Marcus ile yüz yüze geldim. Omzunun üzerinden baktığımda hemen arkasında duran Devian'ı da görmüştüm. "Ne oldu?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Marcus içeriye doğru bakarken "Kral burada mı?" diye sordu. Ben cevap vermeye kalmadan kralın uykulu sesi duyuldu. "Buradayım Marcus. Bir şey mi oldu?"
Kapıyı sonuna kadar açıp birbirlerini görmelerini sağladığımda Marcus içeri girmiş, Devian ise olduğu yerde kalıp sert bakışlarını bana dikmiş yargılayıcı bir ifadeyle beni izliyordu. Neden öyle baktığını biliyordum ancak kralın odamda olmasına neden kızdığını bilmiyordum. Yine de utanmış hissediyordum, kralın odamda ve hatta yatağımda olması saygınlığım açısından epey kötüydü.
"Majesteleri, hala akıbeti hakkında karar vermeniz gereken kişiler var ve aniden ortadan kaybolunca sizi merak ettik."
Yüzümü Devian'ın delici bakışlarından çevirip onlara döndüm ancak bu defa sırtımda hissediyordum gözlerini.
"Biraz kestirmek istedim, yorgunum." dedi kral ayağa kalkıp üzerine çeki düzen verirken. Ona kimsenin bir şey diyemeyeceğini biliyordu. Yalnızca kral olduğu için de değildi; o bir erkekti ve genç bir kadının odasında görüldüğünde insanlar orada ne işi varmış demek yerine kadın onu neden odasına almış diye sorarlardı. Bozuk bir düzeni vardı dünyanın. Kadınlar yargılanmak için yaratılmış gibi davranılırdı her zaman.
Marcus "Kraliçe buraya bakmamızı söyledi." dediğinde bu cümlenin ağırlığı altında ezilmemem mümkün değildi. Kraliçe de kocasını aldatıyordu ancak bunu kimse bilmiyordu ve o her fırsatta beni küçük düşürecek şeyler söylemekten çekinmiyordu. Yine de içten içe krala kızdım. Beni bu duruma düşüren oydu ve görünüşe göre umurunda değildi.
"Dinlenmeme bile izin yok değil mi?" diye söylenerek odadan çıkan kralı Marcus takip etti. Devian ise hala aynı yerde durmuş beni izliyordu. "Sadece uyudu." dedim bir açıklama yapma gereği duyarak. Neden açıklamak zorunda hissettiğimi bilmiyordum bile.
"Senin başka bir şey yapmayacağını biliyorum Zedia," dedi aksini söylemesini beklerken. "Ancak kral senin gibi değil. Seni düşürdüğü konumu umursamıyor, canı nasıl isterse öyle davranıyor. Belki şu an farkında değilsin ancak ben görebiliyorum; ileride çok üzüleceksin."
Haklı mıydı? Gidişini izlerken bu soru zihnimde dönüp duruyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |