18. Bölüm

17. Kibritle Tutuşturulan Arzular

Destina Avcı
destinaavci

 

 

 

Bir Kader Çalan'dım.

 

Ne işe yaradığım hakkında hala hiçbir fikre sahip olmasam da Hektor bunu kaderimde görmüş ve benim için kendi yaşamını feda etmişti. Tabi 19 yıl boyunca bana babalık yaptıktan sonra. Hayatımın bir amacı vardı, sıradan biri değildim. Hiçbir zaman fazlasını beklemiyor olsam da kendimi önemli biri gibi hissetmek hem müthiş hem de korkunç hissettirmişti. Ne işe yaradığını bilmediğim bir güce sahiptim ve eğer doğru kullanamaz ya da onu layıkıyla taşıyamazsam her şeyi mahvedebilirdim.

 

Tabi tüm bunları düşünmeden önce çok daha önemli dertlerim vardı. Tapınaktan çıktıktan hemen sonra yağmur başlamıştı ve öylesine şiddetli yağıyordu ki zaten yeterince iyi bilmediğim ormanda bir de kayboluvermiştim. Hava, fırtınanın da etkisiyle erkenden kararmaya başlamıştı ve karanlık çöktükten sonra yolu bulmam imkansız olacaktı. Bir ağacın altına sığınıp yarım yamalak çizdiğim haritayı çıkarmış nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum ancak kağıt çoktan ıslanmış ve mürekkebi de akmıştı.

 

"Nehri bulmam lazım..." diye mırıldandım. Onu bulduktan sonra geri kalan yolu bir şekilde halledebilirdim. Tabi yağmur izin verirse... O kadar şiddetli yağıyordu ki önümü görmekte bile zorlanıyor, yerler kaygan olduğu için sürekli düşüyordum. Ayrıca ıslanan kıyafetlerim üzerimde tonlarca ağırlık var gibi hissettiriyordu. Yere düştükçe küfrediyordum. Kral bu yüzümü görse kalbine inerdi muhtemelen.

 

Hava artık tamamen karardığında yolu asla bulamayacağıma emin olmuştum. Acıkmış, üşümüş ve ne yazık ki korkmuş bir vaziyette inatla nehri bulmaya çalışırken bir Kader Çalan olmanın hiçbir getirisi olmadığını fark ettim. Tam şu an kaderimi sıcacık şöminesinin karşısında uyuyan biriyle değiştiremez miydim acaba? İyice saçmaladığımı fark ettiğimde büyük bir ağacın altına çökmüş ve kollarımı kendime dolamıştım. İki adım öteyi göremezken yolu bulmama imkan yoktu ve boşuna uğraşıyordum.

 

Etrafıma bakındım, acaba vahşi hayvanlar yağmurda inlerine mi çekilirdi yoksa ortalıkta dolaşmaya devam mı ederlerdi? Bacağımdaki hançeri elime alırken bunun kendimi korumak için yetersiz olduğunu farkındaydım ancak güvenmekten başka çarem yoktu. Kollarımı iyice kendime dolayıp titrememi bastırmaya çalıştım ancak olmuyordu. Geceleri hava sıcaklığı o kadar hızlı düşüyordu ki sanki tüm ormanda birbirine vuran dişlerimin sesi duyuluyor gibi hissediyordum.

 

"Önce donarak öleceksin, sonra bir kurt gelip leşini yiyecek. Kalanları da çakallar halleder sanırım."

 

Sesim giderek daha cılız çıkmaya başlamıştı. Yolumu bulmak için gelirken harcadığım eforun kat be kat fazlasını harcamıştım ve hiç enerjim kalmamıştı. Gözlerim kapanıyordu, gözlerim kapanmamalıydı. "Kendine gel!" diyerek zihnimi uyanık tutmaya çalıştım. "Bu kadar insan kaderinde önemli şeyler olduğunu söylerken ormanda ıslak bir kedi yavrusu gibi donarak ölmeni kast etmiyordur herhalde."

 

Fena teselli değildi ancak bedenim o kadar yorgun ve güçsüzdü ki bu teselliye tutunmak güç geliyordu. Gözlerim bir kez daha kapanırken uzaktan bir ses duydum. "Zedia!" Biri adımı mı haykırıyordu yoksa zihnim benimle alay mı ediyordu bilmiyordum ancak duyduğum sesle gözlerimi açıp ayağa fırlamıştım. Aynı sesi bir kez daha duyduğumda bunun zihnimin bir oyunu değil gerçek olduğunu idrak ederek "Buradayım!" diye bağırdım. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı.

 

Sese doğru gitmem gerekiyordu. Karanlıkta hiç düşünmeden yol alırken bedenim derinlerde sakladığı son gücü vermişti bacaklarıma. İsmimi ardı ardına söyleyen bu kişinin Devian olduğunu anladığımda ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Devian, sana doğru geliyorum."

 

"Olduğun yerde kal, ben seni bulurum!" diye bağırdığında haklı olduğunu fark ederek durdum ve onu beklemeye başladım. Hareketsiz kalan bedenim yeniden üşümeye başlamıştı, kendimi tekrar bir ağacın gövdesine bırakırken göz kapaklarım da ısrarla kapanmaya çalışıyordu. "Üşüyorum..." diye mırıldandım. "Çabuk ol." Yine de direndim, bedenim kendini bırakmak konusunda zihnime ihanet etmek için uğraşıyor olsa da inatla ayık kalmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra yaklaşan adım sesleriyle onu gördüm ve gülümsedim.

 

"Beni buldun, Devian."

 

Hemen yanıma gelip beni kollarının arasına alırken yüzüne bakmaya çalıştım. Bir anda kendimi o kadar güvende hissetmiştim ki artık bedenimle inatlaşmaya gerek yokmuş gibi hissediyordum.

 

"Aptal kelebek," diye mırıldandı beni kucağına alırken. "Kanatların ıslanmış, uçamıyorsun."

 

Gülümsedim. Haklıydı. Kanatları ıslanmış aptal bir kelebek gibi hissediyordum. Ama onun kolları, kozamdaymış gibi hissettiriyordu.

 

Bir süre yürüdük sanırım, uyku ve uyanıklık arasında gidip geliyordum. Yağmur azalmış ve hatta neredeyse durmuştu. Yeniden gözlerimi açtığımda iki ağacın arasında bir çadır görevi gören örtünün altında uzanıyordum ve yakınımda bir ateş yanıyordu. Üzerimde Devian'a ait olduğunu kokusuyla belli eden bir örtü daha vardı. Üşümem tamamen geçmemişti ancak çok daha iyi hissediyordum. Örtüyü üzerimden atmadan yerimden doğrulunca onu gördüm. Ateşin diğer ucunda oturmuş beni izliyordu.

 

"Kampa dönemedik mi?" diye sordum çatlak sesimle. Başım ağrıyor, midem bulanıyordu.

 

"Tüm yolu kucağımda seninle gitmek benim kaslarımı bile aşardı, neyle beslendin böyle sen?"

 

Bana dolaylı yoldan şişko demesiyle bile ilgilenmedim, o kadar hasta hissediyordum ki vücudum yeniden uykuya çekiliyordu. "Özür dilerim, beni nasıl buldun?" Sorumla birlikte ayağa kalkıp yanıma geldi ve yere oturdu.

 

"Kampa dönmediğini gören kral çıldırdı ve tüm askerleri seni bulması için görevlendirdi."

 

Utançla gözlerimi kapattım. Fırtınanın ortasında beni arayan askerler yüzünden suçlu hissediyordum. Devian çenemi kavradığında gözlerimi açtım. Alevler ikimizin yüzünde dans ediyordu ancak onun güzel yüzünde bu dans bir şölene dönüşüyordu. "Çok yakışıklısın." dedim aniden. Tanrım, bunu nasıl söylemiştim? Zihnimin kontrolü bende değil gibiydi. "Bazen seni öpmek istiyorum," İşaret parmağımı dudağına koydum. "Buradan."

 

Gözleri komik bir şekilde irileşirken şaşkın görünüyordu. Kararsız bir şekilde duraksadı ve sonra elini alnıma koydu. "Ateşin var, Zedia." Sesi buruktu.

 

"Senin ateşin var, baksana yakıyorsun beni!"

 

Sesim o kadar tiz çıkmıştı ki yüzümü buruşturmuştum. "Aptal kız." dediğinde kollarımı bir ahtapot gibi ona doladım. "Çok üşüyorum, sarıl bana." Bu sırada üzerimdeki örtü düştü ve sadece iç çamaşırlarımla durduğumu fark ettim.

 

"Seni ısıtmayı bilirdim de, neyse..." derken açıkta kalan bedenime bakıyordu.

 

"Sapık adam, kıyafetlerim nerede?" diye bağırmaya çalıştım. Çalıştım diyordum çünkü sesim çıkmıyordu. Örtüyü üzerime çekmeye çalıştığımda kollarımı tuttu ve gözlerimin içine baktı.

 

"Kıyafetlerin o kadar ıslaktı ki onları çıkarmak zorunda kaldım. Bak şurada kuruyorlar," Gösterdiği yere bakınca dallara astığı elbisemi ve ayakkabılarımı gördüm. "Dua et iç çamaşırların duruyor, elinde sıkıca tuttuğun hançeri bir yerime saplarsın diye onlara dokunmadım."

 

"Yine de sapıksın," dedim ağlamaklı bir sesle. "Gözlerini kapatsaydın keşke, her yerimi gördün pis herif."

 

Bir pislik gibi sırıtırken bakışlarının göğüslerimde olduğunu farkındaydım. "Az önce beni dudaklarımdan öpmek istediğini söylerken de sen tam bir sapıktın." Tek kaşını kaldırdı. "Ayrıca tahminimden daha güzellermiş."

 

Kollarımı elinden kurtarıp ona vurmaya çalışırken beni kolaylıkla durdurdu. "Sakin ol, ilk defa kadın görmüyorum."

 

"Ama ilk defa biri beni..." Duraksadım. Mecalim yoktu. "Her neyse." Sesim ağlamaklı çıkıyordu. "Çok üşüyorum Devian."

 

Yüzünü yüzüme yakınlaştırırken kara gözlerini yoğun bir duygu kaplamıştı. "Seni ısıtabilirim, hatta tam şu anda seni yakabilirim Zedia." Beni yakacağını söylemesine gerek yoktu, onu gördüğüm ilk an anlamıştım bunu zaten. "Ama seni yakmayacağım çünkü bu ateşi önce sen tutuşturdun. Beni yakmana izin vermemek için, seni yakmayacağım."

 

Onu anlamıyordum. Beynim jöle kıvamındaydı, dişlerimin sesinden onu zor duyuyordum ve uyumak istiyordum. Bir cevap vermediğimde geri çekildi. "Hava bir saate aydınlandığında kamp alanına döneceğiz. O zamana kadar ölmemeye çalış."

 

Örtünün üzerine kıvrılıp uykuya dalarken başka bir şey duymamıştım. Sürekli sayıkladığımı hissediyordum, bedenim yukarı aşağı sallanıyor gibiydi. Arada bir gözlerimi açtığımda hareket eden ağaçları ve yaslandığım sert gövdeyi görüyordum. Bu o kadar kısa sürüyordu ki neler olduğunu anlayamıyordum. Bir ara Valdemar'ın sesini duyduğumu sandım, dudaklarım bir çöl kadar kuru olduğundan konuşamamıştım ancak ondan özür dilemek istiyordum. Hevesle çıktığı avı mahvetmiştim ve çok utanıyordum.

 

Sanırım çok uzun zaman geçmişti. Gözlerimi tekrar açtığımda odamdaydım ve hava aydınlıktı. Bedenim dinlenmiş, iliklerime kadar hissettiğim üşüme hissi geçmişti. Baş ucumda bekleyen bir hizmetçiyi görünce şaşkınlık ve utançla dolmuştum. Israrla kemik suyu çorbası içirmiş, hekimin verdiği ilaçları almama yardım etmişti. Söylediğine göre avdan dün sabah dönmüşüz ve ben hiç uyanmadan bir günü aşkın süredir uyuyormuşum. Hekim fena üşüttüğümü ve dinlenmem gerektiğini söylemiş. Kral Valdemar da bu kadıncağızı dikmiş tepeme ve sık sık gelip durumumu sormuş.

 

Krala uyandığımı haber vermesi gerektiğini söyleyerek yanımdan ayrıldığında olanları düşünmek ve ne söyleyeceğimi bulmak için çok vaktim yoktu. Orlagh'ın anlattıkları, fırtınada yolumu kaybetmem, Devian'ın beni bulması... Zihnim saçmaladığıma dair bir şeyler fısıldıyordu ancak çok azını hatırlıyordum. Aniden endişeye kapıldım; ona ne anlatmıştım? Bir Kader Çalan olduğumu kimse öğrenmemeliydi ve ben kendimde değilken bunu ağzımdan kaçırmış olabilirdim.

 

Beni soyduğu için ona kızdığımı hatırlıyordum, ne kadar utandıysam bu anı zihnimde derin bir yer etmiş olmalıydı. Doğru olanı yaptığını biliyordum, o kıyafetler üzerimde durmaya devam etseydi bu kadar kolay toparlayamazdım. Yine de beni iç çamaşırlarımla görmesi yanaklarımı kıpkırmızı yapıyordu. Arsızdı, her fırsatta beni utandıracağına emindim.

 

Başka bir şey hatırlamak için uğraşırken odamın kapısı açıldı ve kral içeri girdi. Telaşla ayağa kalkmaya çalıştım ancak kapıyı örtüp koşarak yanıma geldi ve beni durdurdu. "Kalkma, henüz iyileşmedin."

 

Başımı öne eğerken utanmam gereken şeylerin kocaman bir listesi zihnimde asılı duruyordu. "Majesteleri avınızı mahvettiğim için çok özür dilerim."

"İnan bana özür dilemen gereken tek şey beni bu kadar endişelendirmek. Avı sen mahvetmedin ayrıca, ava giderken avlandık."

 

Merakla yüzüne bakarken "Nasıl?" diye sordum. "Ufak bir saldırıya uğradık. Merak etme senin hayatını kurtaran muhteşem Devian beni de kurtardı."

 

Anlayamıyordum. "Boş ver bunları Zedia, iyi misin?" diye sorduğunda başımı yukarı aşağı salladım. "Kamp alanından o kadar uzaklaşmayı nasıl başardın?" diye sorduğunda gözlerimi kaçırdım ve yalanları sıralamaya başladım.

 

"Çiçek toplarken dalmışım, ormanı iyi bilmediğim için de uzaklaştığımı anlayamadım. Fırtına çıkınca yolu bulamadım, bulmaya çalışırken de iyice kayboldum sanırım."

 

Tıpkı Devian gibi çenemi kavradığında yumuşak bakışlarıyla karşılaşmak içimi ısıttı. Onun gibi yakmıyordu bakışları, tatlı bir sıcaklık yayıyor ve huzurlu hissettiriyordu. Devian'a bakmak tüm huzurumu kaçırırken ve içeride bir yerleri kaosa sürüklerken krala bakmak durgun okyanus manzarasını izlemek gibi huzur veriyordu.

 

"Sana bir şey olduğu düşüncesi beni o kadar korkuttu ki Zedia..." Kavradığı çenemi bırakmadı, parmakları yanağımla buluştu ve hafifçe okşamaya başladı. Biraz önceki okyanus manzarasında dalgalar belirmiş, tehlike çanları çalmaya başlamıştı. "Bir daha seni göremeyeceğim diye ödüm koptu. Hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum."

Giderek bana yaklaşmaya başladığında biraz sonra yaşanacak şeyden dolayı kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. İstiyor muydum? Kralın dudaklarına bakarken zihnim karmakarışıktı. "Majesteleri..." diye mırıldandım ve bulanık zihnimde kraliçenin görüntüsü belirdi. Tam bu sırada kapı açılmış ve panikle geri çekilmiştim.

 

Marcus ve en favori askeri Devian kapıda duruyordu. Marcus'un gözleri hızla beni tararken endişelendiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Gerçek babamın benim için endişelendiğini görmek itiraf etmek zor olsa da iyi hissettirmişti.

 

"Marcus?" Kral Valdemar tek kaşını kaldırmış ona bakarken Marcus onu selamladı ve "Zedia'yı ben de merak ettim majesteleri." dedi.

 

Odamda üç adam vardı ve üçü de beni merak mı etmişti? Bakışlarım sorarcasına Devian'a kaydığında çatık kaşlarıyla krala baktığını gördüm. Kral keyifle konuştu.

 

"Hızlı toparlamış, kendisi gayet iyi. Devian onu bulmasa kurtlara yem olacaktı muhtemelen."

 

O anları hatırlayınca ürpererek kurtarıcıma baktım. "Teşekkür ederim Devian, beni bulmasaydın kurtlardan önce soğuktan ölecektim."

 

Devian tam bir asker gibi ifadesiz gözlerle bana baktı. Hayal meyal aramızdaki konuşmaları hatırlıyordum ve şimdi bambaşka biri gibi duruyordu karşımda. "Görevimi yaptım." dedi yalnızca. Mesafeli ses tonu içimde bir yerleri acıtsa da bu anlamsız duyguya aldırış etmemeye çalıştım. Bir başka asker de bulabilirdi beni ama o bulmuştu. Önce şehirde üzerime gelen bir bıçaktan şimdi de ormandaki tehlikelerden kurtarmıştı beni. Sanki beni ölümden koruyor gibiydi.

 

Hepsi birlikte odamdan çıktıklarında derin bir nefes vererek ayağa kalktım ve odanın içinde birkaç adım atarak pencereye yürüdüm. Kaderimde yazılı her şeyi bilmeyi istediğim ilk andaydım. Ne yapmam gerekiyordu? Kralı korumam gerektiğini biliyordum, onu Mors'tan korumam gerekeceğini de tahmin edebiliyordum ancak nasıl yapacağım konusunda hiçbir cevap yoktu. Sürekli yanında olmalıydım, zaten ben yanında olmasam da kral bir şekilde benim yanımda olmayı başarıyordu.

 

Odanın içindeki boy aynasına yürüyüp kendime baktım. Üzerimde beyaz ve uzun kollu bir gecelik vardı, benimle ilgilenen çalışanın giydirdiğini tahmin ediyordum. Yüzüm solgundu, kızıla çalan gözlerimden yorgunluk akıyordu. Boynumda parlayan kolyeyi avuçlarken aklıma hançerim geldi ve eşyalarımın arasında onu bulmaya çalıştım ancak yoktu. Yastığımın altına, o gün giydiğim ve temizlenerek yerine bırakılmış kıyafetlerimin içine, tüm çekmecelere baktım ancak hiçbir yerde yoktu. Ya düşürmüştüm ya da Devian'daydı. Düşürdüysem onu tekrar bulma şansım yoktu ancak Devian'daysa geri alabilirdim. Hem bu ona neyi ne kadar anlattığımla ilgili de bilgi sahibi olmam için iyi bir fırsattı.

 

Doğru zamanı beklemeliydim.

 

Odaya bir ara Lemys uğramış, tamamen iyileşmeden buradan çıkamayacağımı söylemişti. Ciğerlerimi öyle kötü üşütmüştüm ki öksürmekten nefes alamadığım anlar oluyordu. Bu halde ortalıkta dolanmayı ben de istemiyordum. Biraz kitap okumuş çoğu zaman da uyumuştum. Yemeğim bir kez daha odama geldiğinde utandığımı itiraf etmeliydim. Sanki bir prenses gibi hissetmeye başlamıştım, tüm bunların kralın işi olduğu ortadaydı. Bana olan ilgisi artık herkesin fark edeceği bir noktadaydı. Bu durumdan rahatsız olan kraliçenin bana ne yapacağını ise Tanrı bilirdi. Bu defa ayak masajı isteyerek beni küçük düşürmeye çalışmaktan daha fazlasını yapacağına emindim.

 

Kale giderek sessizleştiğinde ve insanlar ortalıktan çekildiğinde saat gece yarısını bulmuştu. Bir ara kalkıp duş almış, ilaçlarımı içmiş ve ıslak saçlarımla yatağa uzanmıştım. Rahat bir uyku çekersem yarına çok daha iyi olacağımı umuyordum. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya bırakmak üzereydim ki odamın kapısı sessizce açıldı ve içeri biri girdi. Kapıyı hemen kapattığı ve içerisi tamamen karanlık olduğu için kim olduğunu görememiştim. Kral mıydı? "Majesteleri?"

 

"Onu mu isterdin?"

 

Devian'ın sesini duyunca ürperdim ve masadaki kibrite uzanarak bir mum yaktım. Yatağımın yanında duruyor ve beni izliyordu. "İzin almadan odaya girme hakkını kendinde bulacak tek bir kişi var sanıyordum."

 

Burnundan bir nefes verdiğinde birinin onu burada görme ihtimaline karşılık aceleyle sordum. "Bir şey mi oldu?"

 

"Hayatını kurtardım, bir teşekkür edersin belki diye ummuştum."

 

Kaşlarımı çattım. "Bu sabah ettiğimi sanıyordum."

 

Yanıma oturup yüzüme doğru yaklaştı. "Kuru bir teşekkürden bahsetmiyordum."

Tamam, sakin olmalıydım. Karnımın içinde bir hançer iç organlarımı oyuyor gibi hissetsem de bunu belli etmemeliydim. "N-nasıl teşekkür etmemi bekliyorsun?" derken hafif kekelemiştim. Gülümsedi. Mum ışığı yüzünde dans ederken gözlerimi ondan kaçırmak ve ona doyasıya bakmak arasında gidip geliyordum.

 

"Şaka yapıyorum," dediğinde derin bir nefes verdim. "Ormanda bana söylediğin şeyleri hatırlıyor musun?"

 

Tanrım... bir şeyler saçmaladığıma emindim ancak tıpkı bir sarhoş gibi ne söylediğimi hatırlayamıyordum. Başımı iki yana sallarken yutkundum. "Ateşim vardı, saçmalamış olmalıyım."

 

Büyük eli usulca yanağımı kavradı ve biraz daha yaklaştı. "Ateşin olduğunu fark ettim."

 

Biri beni kalenin yüksek kulelerinden okyanusa fırlatabilir miydi? Ona bu imayı yaptıracak ne söylemiş olabilirdim? Bir süre yüzümü inceledi, en azından öyle hissettim çünkü yüzüne bakamıyordum. "Zedia," Adımı söyleyince mecburen ona baktım. "Gerçekten beni öpmek mi istiyorsun?"

 

Ormanda ateşler içinde yanan ıslak bir sıçan gibiyken ona tam olarak bunu mu söylemiştim? Bir Kader Çalan olarak dünyanın öbür ucundaki herhangi bir insanın kaderini bile çalabilirdim tam şu an. İstemsizce dudaklarına baktım. Ateşim yeniden mi yükseliyordu yoksa hissettiğim bu şey bambaşka bir şey miydi bilmiyordum ama tenim alev alev olmuştu. Dolgun dudaklarının öpülmelik olduğunu kaledeki tüm kızlar konuşuyordu ancak onu öpmeyi ne zaman aklımdan geçirdiğimi bilmiyordum.

 

"Devian... ateşim vardı... saçmala-"

 

Devamını getiremedim. Bilinçaltıma işleyen o dolgun dudaklar dudaklarıma kapanmış büyük bir açlıkla onları emerken bırakın bir cümle kurmayı nefes bile alamayacak haldeydim. Çok ani olmuştu, onu durduracak zaman bulamamıştım ancak içten içe durdurmak istemediğimi de farkındaydım. Bir eli belimi kavrayıp beni kendine çekmiş, diğeri ıslak saçlarımın arasında keşfe çıkmıştı. İşin en kötü yanı ise... ona karşılık veriyor oluşumdu. Saçlarını kavramış sertçe onu öperken yeryüzü ayaklarımın altından çekilmişti sanki, kapalı gözlerimin ardında yıldızlar yanıp sönüyordu.

 

Birbirine karışan nefes seslerimizin arasından kaçırdığım ufak bir inleme onu gülümsetti. Onunla öpüşmek o kadar hoşuma gitmişti ki bedenim bunu saklamak istemiyordu. Göğüs uçlarımın sertleştiğini ve ince geceliğimin onları saklamak konusunda yetersiz olduğunu farkındaydım. O da farkındaydı. Saçlarımdaki elini yüzüme ve boynuma indirdi, işaret parmağı işkence eder gibi aşağı kadar indi ve göğüs ucumu kavradı. Utanıyor muydum? Evet. İstiyor muydum? Evet. Hayatım boyunca hiç böylesine yoğun bir tutkunun esiri olduğumu hatırlamıyordum. Biraz önce mumu tutuşturan kibrit gibi tutuşturmuştu bedenimi. O kadar hızlı olmuştu ki ne ara yandığımı anlamamıştım bile.

 

Adımı fısıldadı beni yok etmeye hazır bir sesle. "Çok güzelsin," Göğsümü kavrayan eli usulca kalçama indi. "Çok çekicisin," Ellerini belime çıkarıp sıkıca kavradı. Kendine hakim olmaya çalıştığını belime uyguladığı baskıdan anladım. "Sana yapmak istediklerimi bilsen... kızıl gözlerindeki cesaret titreyerek sönerdi."

 

Madem bu kadar ileri gitmiştik, madem tüm bedenim arzuyla kavruluyordu o halde şimdi durmasını istemiyordum. Kafam yerinde değildi ancak karşı koyamadığım bir istek devam etmesini haykırıyordu. Muhtemelen yarın sabah beni utanç ve pişmanlıktan tüketecekti ancak gecenin en karanlık saatlerinde bunların hiçbir önemi yoktu. Yutkunarak ona yaklaştım, tam yeni bir öpüşmeyi başlatacaktım ki Devian ayağa fırladı ve "Biri geliyor." diye fısıldadı.

 

"Banyoya saklan." dediğimde hızla dediğimi yapmıştı.

 

Göğsüm öylesine hızlı inip kalkıyordu ki nefes alamadığımı sandım. Az önce yaşananlardan mı yoksa az kalsın birine bu şekilde yakalanacak olmaktan mı bilmiyordum ancak kalbimin sesi kulaklarımı sağır etmek üzereydi. Devian'ın müthiş dikkati doğru çıkmış, saniyeler içinde kapım açılarak içeriye kral girmişti. Eğer koridorda birileri odama girip çıkan erkekleri takip ediyor olsaydı dedikodum tüm kalede yankılanıyor olurdu.

 

"Majesteleri?" derken titriyordum. Derin bir nefes alıp normal görünmeye çalıştım.

 

"Zedia, uyumuşsundur diye düşünüyordum."

 

"Yine de odama geldiniz." derken gülümsemeye çalıştım. Aynı şekilde karşılık verdi. "Sabah kötü görünüyordun, uyumadan önce sana bakmak istedim."

 

Yatağımın yanına tıpkı Devian gibi oturduğunda kendimi krala ihanet ediyor gibi hissettiğim için kaşlarımı çattım. Ben ona hiçbir vaatte bulunmamıştım, bir başkasını öptüğüm için böyle hissetmem de yersizdi ancak gözlerimin içine yumuşacık bir ifadeyle bakarken buna engel olamıyordum.

 

"Daha iyiyim." dediğimde yüzümü inceliyordu.

 

"Dudakların kızarmış, saçların da dağılmış."

 

Bir dakika önce sevişmenin eşiğinden döndüm diyemeyeceğim için öksürmeye başladım. "Öksürüğüm henüz geçmedi, siz gelmeden önce ufak bir kriz geçiriyordum."

 

Sürahiden bir bardak su doldurup bana uzattığında birkaç yudum içtim. "Hekim ciğerlerini üşüttüğünü ama ilaçlar sayesinde birkaç güne toparlayacağını söyledi."

 

Bir şey söylemediğimde kucağımda duran ellerimi tuttu. Tanrım, beni neyle sınıyorsun böyle? "Bir daha sakın bana bunu yaşatma Zedia, kampa dönüp seni bulamadığımda aklımı oynatacağım sandım. O fırtınada bir başına ormanda ne yaptığını düşünürken delirdim, yanına birini vermediğim için kendimi suçlayıp durdum."

 

Ellerimi yavaşça geri çekerken bir krala böyle hissettirdiğim için mahçuptum. Üstelik sandığı gibi çiçek toplamaya değil bir sırrı aydınlatmaya gitmiştim. "Majesteleri, bu sizin değil benim hatamdı. Tanrıya şükür iyiyim ve buradayım."

 

"Sana bir şey olduğunu düşünürken fark ettim ki tahmin ettiğimden daha fazla önemlisin benim için."

 

Nefesim kesildi, üstelik bunları Devian ile birlikte duyuyor olmak içinde bulunduğum durumu daha büyük bir çıkmaza sokuyordu. Bir şey söyleyemedim, ne diyebilirdim ki? "Zedia, seni durduran sebepleri bir anda yok edemem ve seni de istemeyeceğin bir konuma düşüremem ama bana zaman verirsen her şeyi halledeceğim. Yeter ki gitmek isteme yanımdan."

 

Evliliğinden bahsediyordu. Bir kral ve kraliçenin boşandığı görülmüş şey olmadığına göre bu sorunu ortadan kaldırmasına imkan yoktu. Zaten böyle bir şey de istemiyordum. Evet yanında kalacaktım çünkü krallığı korumam için kralı korumam söylenmişti.

 

"Sizden bir beklentim yok majesteleri," dedim sessizliğimi bozarak. "Yanınızda kalıp size hizmet etmeye devam edeceğimden de şüpheniz olmasın."

 

"Hep kal," dedi gülümseyerek. "Günün sonunda seni görmek bile tüm yorgunluğumu alıyor."

 

Ardından uyumamı tembihleyerek çıkmıştı odadan. Derin bir nefesi dışarı verip yataktan kalktığımda Devian da banyodan çıkmış bana bakıyordu. Karanlık, gözlerindeki ifadeyi çözmeme engel oluyordu. Az önce yaşadıklarımız hakkında mı bir şey demeliydim yoksa kralın sözleri mi bilmiyordum. Aslına bakılırsa hiçbir şey söylemek zorunda değildim ama tuhaf sessizliğimiz sinir bozucu hissettiriyordu. Evet öpüşmüştük ve hatta kral gelmemiş olsa daha kötü şeyler yapmak üzereydik ancak bu, ona hesap vermemi gerektirmiyordu.

 

Tamamen arzularla alakalı bir şeydi yaşananlar. Kaledeki tüm kızlar Devian'ın çekiciliğinden bahsederken buna kayıtsız kalmak çok zordu. Tüm bedenimin saniyeden daha kısa sürede onun için alev alev olmasının tek nedeni buydu, değil mi?

 

"Kral sana aşık." dedi aniden. Kral için aşık kelimesini içimden bile geçirmediğim için sesli bir şekilde duymak şok etkisi yaratmıştı.

 

"Aşk değil, sadece yasak olana duyduğu bir ilgi bu."

 

Devian gülümsedi ancak gerçek bir gülümseme değildi bu. "Çok ama çok aptal bir kızsın sen," Aptal demesine alınmamıştım, hakaret olarak söylemediğini farkındaydım. "Bir kral için kimse yasak değildir Zedia. Eğer seni altına almak isteseydi bunu her halükarda yapardı ve senin itiraz etme şansın olmazdı."

 

"Kimse bana zorla sahip olamaz," dedim öfkeyle. Gözlerimden ateş çıktığına emindim. "Bir kral bile olsa."

 

"Bu az önce söylediğim şeyi değiştirmiyor; kral sana aşık."

 

Bunu ondan duymak içimde bir yerleri acıtmıştı. Gözlerinin içine baktığımda yeniden o duvarla karşılaştım. Az önceki yakınlığımız kaybolmuş ve aramıza bir uçurum açılmış gibiydi. Cebinden bir şey çıkarıp bana uzattığında bunun hançerim olduğunu fark ettim. Hançeri kavrayıp "Teşekkür ederim." diye fısıldadım.

 

Başını salladı. "Zedia, şunu bilmelisin ki ben kralın sana vadettiği hiçbir şeyi vadedemem."

 

Hiçbir şeyi derken bunu öylesine vurgulamıştı ki ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Kralın bana aşık olduğunu söylemişti ve kendisinin bana aşık olmayacağını açıkça belli etmişti. Çenemi dikleştirip gülümsedim. "Senden öyle bir şey beklediğim yok Devian. Az önce yaşananları bir şeye yoracak da değilim, genç ve sağlıklı insanlarız ve arzularımıza engel olamadık, o kadar. Bir daha yaşanmayacağına emin olabilirsin."

 

Ne düşündüğünü anlayamadım. Başını sallayıp belinden bir şey çıkarıp avuçlarıma bıraktıktan sonra odadan sessizce çıktı. Bu hançerimdi.

 

Sözlerimin arkasındaydım. Biriyle öpüşmek -ki ilkim olsa bile- ondan sonsuz bir aşk beklediğim anlamına gelmiyordu. Devian o türden bir adam değildi ve onu gördüğüm ilk an bunu anlamıştım zaten. Tüm bedenim ve hatta ruhum tutkuyla yansa da bu tutkuyu başka duygulara dönüştürmeye niyetim yoktu.

 

Önemini farkında olduğum bir görevim vardı ve bundan sonra tek amacım onu layıkıyla yapmak olacaktı.

Bölüm : 05.01.2025 17:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...