

🦋
Zedia
Bir cümle kaç kez tekrarlanabilirdi zihnimin içinde?
"Bir kelebeğin üç günlük ömrüne göz diken bir katil olabilirim ama o kelebeği güzel bir gelecek ihtimaline inandıracak kadar kötü biri değilim."
Ondan gelecek vaad etmesini beklemememi söylüyordu, zaten öyle bir beklentim yoktu ancak bunu bir kez daha söyleme gereği duymuştu. Tıpkı bir öncekinde olduğu gibi; öpüşmemizin hemen ardından. İki gün geçmişti bu cümleyi kurmasının ardından. Bir daha hiç konuşmamış, karşılaştığımız yerde yolumuzu değiştirmiştik. Kimsenin dengemi daha fazla bozmasına izin vermek istemiyordum. Ne onun ne de kralın.
Kralla da neredeyse hiç konuşmamıştım. Rutin işlerimi hallediyor, odası ve öğünleriyle ilgileniyordum ancak iki gündür hiç baş başa kalmamıştık. Odasına geldiğinde işlerimi çoktan bitirmiş oluyordum ve hemen çıkıyordum yanından. Zaten artık yemeklerini de karısıyla yemeye başlamıştı. Bazen bir şey söylemek ister gibi bakıyordu gözlerime ama fırsat vermiyordum.
Vanya kaleye gelmişti. Kral daha önce kalede çalışmak isterse her zaman gelebileceğini söylediğinden işe girmesi kolay olmuştu. Lemys onu temizlik işlerine vermişti. Her sabah diğer birkaç çalışanla birlikte yerleri silmesi, toz alması ve kalenin her zaman temiz görünmesini sağlaması gerekiyordu. İşi biraz zordu ancak becerikli bir kızdı, Lemys'in onu kolaylıkla terfi ettireceğine emindim.
Molası olduğunu tahmin ettiğim öğlen vaktinde mutfakta pişen ve kraliyet ailesi için olan çöreklerden birkaç tane alarak bu saatte boş olan talim alanına gittim. Bir köşede oturmuş dinleniyordu ancak gözleri dikkatle kalenin üzerinde geziniyordu. Çörekleri verdiğimde afiyetle midesine indirmiş ve teşekkür etmişti. "Eh, kalenin aşçıları da işlerini biliyormuş."
"Ülkenin en iyileri." derken sesim durgun çıkmıştı.
"Bir sorun mu var?"
"Birçok sorun var ancak bir önemi yok, Orlagh nasıl?"
"Hızlı iyileşti bu yüzden içim rahat bir şekilde buraya gelebildim. Sadece kralın değil senin de güvende olmadığını söylüyor," dedi fısıldayarak. O kadar kısık sesle konuşmuştu ki zor duymuştum, bir başkasının kulak misafiri olmasına imkan yoktu. "Ölüm Getiren yarım bıraktığı işi tamamlamak istiyor olabilirmiş."
O katil hiçbir işi yarım bırakmamıştı, babamı öldürmüş ve beni de onunla birlikte yok etmişti.
"Cesareti varsa karşıma çıksın," diye fısıldadım ancak benim fısıltım nefret doluydu ve bir çığlıktan daha çok etki ediyordu. "Onu kendi ellerimle öldürürüm."
Vanya gülümsedi. "Şehre indiğin gün seni takip ediyordum," Şaşkınlıkla ona baktım. Hangi günden bahsettiğini anlayamamıştım. "Bir kılıç dükkanına girdin, bir süre orada kaldıktan sonra kaleye geri döndün ancak farklı bir yol kullandın. Peşinde bir adam vardı, onun Ölüm Getiren olduğunu düşünerek öldürmeye çalıştım ancak beni fark etti. Bıçak az kalsın sana denk geliyordu."
Gözlerim şokla irileşti. O gün birinin canıma kast ettiğini ve Devian'ın beni kurtardığını düşünmüştüm ancak asıl hedef ben değilmişim. "O Ölüm Getiren değildi." diye mırıldandım şaşkın bir şekilde. Vanya omuz silkti. "Sonra birbirinizi tanıdığınızı ve kaleye beraber döndüğünüzü gördüm. Kimdi o?"
"Devian," dedim adını anmaktan rahatsızlık duyduğumu gizleyerek. "Bu kalede asker olarak çalışıyor. O gün beni korumak için peşimdeydi."
Vanya şüpheyle gözlerini kıstı. "Sen yine de erkeklere çok güvenme." Gülümseyerek başımı salladım. "Haklısın."
"Zedia, bu kalede olmamın bir amacı daha var ve yardımın gerekiyor." dedi ciddiyetle. Benden birkaç yaş ufaktı ancak kocaman bir kadın gibi bakıyor ve konuşuyordu. "Saher bu kalede tutuluyor. Onu tanıyoruz, asla krala boyun eğmeyecek ve sonunda idam edilecek. Onu buradan çıkarmak zorundayız."
Bahsettiği kadın yargılanırken oradaydım ve söylediği gibi boyun eğmeyeceğine emindim. Tüm bedenim endişeyle gerildi ve kararsız bir ifadeyle ona baktım. "Onu zindandan çıkarmak imkansız, Vanya." Bana kendinden emin bir bakış atarken biraz da kızdığını gösteren bir ses tonuyla konuştu. "Hiçbir şey imkansız değildir. Yardım etsen de etmesen de bunu yapacağım."
"Orlagh gibi iyi bir Kader Çeviren onun kaderini değiştiremez mi?" diye sordum fısıldayarak. Birileri duyarsa işimiz biterdi.
"İnsanlar Kader Çevirenlerin kendi kaderlerini değiştiremediğini biliyor ancak gerçek bundan ibaret değil," diyerek benim gibi fısıldadı Vanya. "Kader Çevirenlerin kaderi değiştirilemez Zedia. Bunun bir ödül mü yoksa ceza mı olduğuna da kader karar veriyor."
Kaderlerine müdahale edilemeyişi bazı zamanlar bir ödül olabilirdi ancak ölüme yürüyen Saher'in kaderine müdahale edememek şu an için bir cezadan fazlası değildi. İyi düşünmek zorundaydım. Henüz çok da tanımadığım ancak tuhaf bir şekilde güvendiğim bu insanlara yardım ederek krala ihanet mi etmeliydim yoksa ne olursa olsun krala sadık mı davranmalıydım?
Başımı ellerimin arasına aldım. Sürekli bir seçimin kıyısında buluyordum kendimi. Kralın, Kader Çevirenleri zindana atması ve ona bağlılık yemini etmeyenleri öldürmesi desteklediğim bir şey değildi. Bana fazla iyi niyetli olduğumu söylemişti ancak insanlara doğuştan bahşedilen bir yeteneği kullanma demek doğru gelmiyordu. Öte yandan kral da haklıydı; her Kader Çeviren kendi adaletini uygularsa düzen nasıl sağlanırdı?
"Tamam," diye mırıldandım birkaç dakikalık sessizliğin ardından. Vicdanımı dinleyecektim. "Saher'i kurtarmana yardım edeceğim. Sırf olduğu kişiye sadık kalıyor diye kimse ölmeyi hak etmiyor."
Vanya gülümseyerek "Doğru kararı vereceğini biliyordum." dedi. "Senin benden daha çok yere girme yetkin var, ayrıca çok daha fazla kişiyi tanıyorsun bu yüzden zindan ve orada nöbet tutan askerlerle ilgili bilgi al. Ben de kullanacağımız kaçış yollarını keşfedeyim."
İç çekerken fısıldadım. "Bu kalede kellemin gideceğine eminim."
Vanya ile ertesi gün buluşup bir plan yapmayı kararlaştırarak ayrıldığımızda yeterince derdim yokmuş gibi bir de bununla uğraşacağım için gergindim. Bir Kader Çalan olduğumu öğrenmiş, kraliçenin düşmanlığını kazanmış, aklına estikçe beni öpen kalpsiz bir adamın eline düşmüş, babamın katilini bulamamış ve kaderi kontrol etmeye çalışan bir manyağın aradığı eksik parça olmuştum. Sanırım bünyeme bunlar yeterli gelmemiş olacaktı ki kendime yeni maceralar çıkarıp duruyordum.
İnsanların dikkatini çekmeden ufak tefek sohbetlerle bilgi sahibi olmaya çalışırken kralın akşam yemeği saati gelip çatmıştı. Lemys kralın akşam yemeğini tek başına kalenin terasında yemek istediğini söylediğinde orayı hazırlamaya başlamıştık. Okyanus, bütün çıplaklığıyla karşımızdaydı ve güneş ufukta kaybolurken Tanrının en eşsiz manzaralarından birini bizlere sunuyordu. Hazırlıklarımız bittikten sonra sütunlardan birine yaslanmış günbatımını izliyordum.
Lemys gitmişti, yemek salonunun kapısındaki muhafızlar dışında kimse yoktu ve bu da kralla yalnız kalacağım anlamına geliyordu. Bana bir açıklama yaparsa öfkelenirdim bu yüzden sessizce yemeğini yemesini diliyordum. Geçen gün yaşananlar olması gereken şeylerdi, her seferinde gözlerime bir şey söylemek ister gibi bakması olanlardan çok daha rahatsız ediciydi. Onlar evliydi. Kralın sözlerinin bir önemi yoktu. En önemlisi de ben iki kere Devian'la öpüşmüştüm.
Orospu çocuğu.
Ondan nefret ediyordum.
Bir öksürük sesiyle daldığım küfürlü düşüncelerden irkilerek sıyrıldım ve geldiğini fark etmediğim kralı selamladım. Yorgun görünüyordu. Neler olduğunu bilmiyordum ancak son zamanlarda gerçekten çok yoğundu ve az uyuyordu. Bu da yakışıklı yüzüne yansımaya başlamıştı.
Sandalyesine oturduğunda çorbasını servis ettim, gözleri her zamankinin aksine benim üzerimde değil karşısındaki okyanus manzarasındaydı. Birkaç dakika içinde tamamen yok olacak güneş ışıkları çekici bir şekilde dans ediyordu yüzünde. Kenara çekilip çorbasını içmesini beklemeye başladığımda herhangi bir harekette bulunmamıştı. Dakikalar birbirini kovaladı ancak ne çorbayı içti ne de bir kelime etti. Sessizlik sinir bozucu bir seviyeye ulaştığında "Çorbanız soğudu, tazeleme mi ya da ana yemeğe geçmeyi ister misiniz?" diye sordum. Yeşil gözleri beni buldu, artık güneş batmıştı ve mumlarla aydınlanan terasa loş bir ortam hakimdi.
"Sence en kötü tutsaklık nedir?" diye sorduğunda benim sorumun cevabının bu olmadığı ortadaydı. Onunla derin bir sohbete girmek istemediğimden "Bilmiyorum." cevabını verdim. Bence en kötü tutsaklık kafanın içinde tutsak kalmaktı. Orası derin bir çukur gibiydi ve kurtulacağına inanmadıkça daha derine düşerdin.
"Kalbini dinleyememektir." dedi boğuk bir sesle. "Tüm dünyaya sahip olsan da kalbinin istediğini yapamıyorsan tutsak olmanın en kötü şeklini yaşıyorsundur."
Ne demek istediğini anlıyordum. Kralı ilk gördüğüm andan itibaren yalnızlığını fark etmiş, sorumluluklarının verdiği ağırlığı hissetmiştim. Bir kral kalbini dinleyebilirdi elbette; mantığı izin verdikçe. Önce halkını düşünmek zorundaydı çünkü verdiği her yanlış karar başka insanları etkileyecekti. İstediğini değil doğru olanı yapması gerekiyordu her zaman. Zor bir hayattı.
"Bazı hayatlar fedakarlıklar gerektirir," dedim gözlerinin içine bakarak. "Başka hayatlar için."
Ayağa kalkıp karşıma dikildiğinde derin bir nefes aldım. "Kendi hayatımı yaşayabilmeyi dilerdim," dedi kafasındaki tacı çıkarıp masaya bırakırken. "Bir kralınkini değil."
"Sizin hayatınız bir kralın hayatı zaten; yaşamanız gereken şey de bu ancak siz bir başkasının hayatını yaşamak istiyorsunuz. Bu yüzden mutsuzsunuz majesteleri. Elinizde olmayan ve asla da olmayacak tek şeyi istiyorsunuz."
Bir başkasının kaderini.
Ve ben bir Kader Çalan olarak ona bunu verebilirdim ancak yapmayacaktım. Birincisi, nasıl yapacağımı bilmiyordum. İkincisi ise bilsem bile bunu yapmazdım. O iyi bir kraldı ve ona ihtiyacımız vardı. Yapması gereken tek şey bunu kabullenip ona göre davranmaya başlamasıydı.
"Soren'in planladığı geceden haberim yoktu." diyerek konuyu değiştirdiğinde başımı salladım. "Biliyorum majesteleri."
Göz bebekleri şaşkınlıkla titreşti. "Bana kızmadın mı?"
"Size kızmaya hakkım yok majesteleri. Daha önce de ifade ettiğim gibi o sizin karınız ve o gün yaşananlar aslında olması gereken şeylerdi."
Odanın hali aklıma geldiğinde gözlerimi kapattım. Ayların acısını çıkarmış olmalıydılar.
"Açıklamama izin ver." dediğinde gözlerimi açtım.
"Lütfen bana açıklama yapmayın, bu sizin özeliniz ve beni alakadar etmiyor."
Kollarımı iki yandan kavradığında kaşlarımı çatarak baktım krala.
"Zedia, Soren'le benim çok uzun zamandır karı koca ilişkim olmadığını biliyorsun. Odaya gelip onu o halde görünce çok kızdım ve kavga etmeye başladık. Benim de hatalarım oldu, çıkar evliliği yapıp sevmediğim bir kadınla evlenirken yalnızca kendimi mutsuz ettiğimi sandım ancak onu da bu mutsuzluğa mahkum etmiştim. Her gece başka bir kadınla birlikte olurken umursamadığını düşündüm çünkü o da beni sevmiyordu ancak gururunu hesaba katmamıştım. Şimdi karşımda soğuk ve sevgisiz bir kadın varsa bu benim de eserim."
Bu yüzden kraliçe ne yaparsa yapsın tam olarak kızamıyordum. Her şeye sahip ancak sevilmemiş bir kadındı o. Aradığı sevgiyi bulmuş muydu bilmiyordum ancak gerçek babamın kollarında mutluluğu aradığına emindim.
"Bu yüzden sözlerinize güvenmiyorum majesteleri; karısına sadık olmayan bir adam bir başkasına nasıl sadık olabilir ki?"
Gözlerinde gördüğüm şeyin adı utançtı. Geçmişinden gurur duymadığını farkındaydım ancak pişman olması olanları değiştirmeye yetmiyordu.
"Çok gençtim Zedia," derken o günleri hatırlarcasına bakıyordu gökyüzüne. "Yeni kral olmuştum, her şeye sahiptim. Üstelik istemediğim bir evlilik yapmaktan da öfke duyuyordum. Hayatıma seçimlerim karar vermiyordu; kader benim içi çoktan yazılmıştı ve ben yalnızca onu yaşıyordum. Evlenmek yetmemişti, bu sefer de insanlar çocuk haberi beklemeye başlamıştı ancak bir türlü çocuğumuz olmuyordu. Hekimler sorunun Soren'de olduğunu söyledi, belki de bir krala kısır demekten korkmuşlardır, bilemiyorum. Normalde yasalar gereği böyle bir durumda kralın başka biriyle evlenmesi mümkün, hatta hiçbir bedel ödemeden kraliçeyi boşayabilir ve yeni bir kraliçe ilan edebilir. İlk kraliçenin tüm haklarını elinden alabileceği gibi onu başka bir yere yollayıp haklarını elinde tutmasına da izin verebilir. "
Bunu bilmiyordum. Kraliçenin çocuk sahibi olamaması durumunda kraliçelikten men edilebileceğini ancak ikinci kadın olmayı kabul ettiği takdirde haklarını elinde tutabileceğini söylüyordu. Bu korkunçtu, kim kabul ederdi ki bunu?
"Bunlar özel konular, lütfen beni daha fazla dahil etmeyin." dedim ancak dinlemedi.
"Soren yalvardı, eğer onu boşarsam ya da ikinci bir evlilik yaparsam canına kıyacağını söyledi. Bunu beni sevdiği için değil böyle bir şeyle yaşamayacağı için yaparmış."
"Haklı." diye mırıldandım. Bir kraliçe için berbat bir durumdu.
"Geçen gece odaya girdiğimde Soren'le kavga ettik, benden habersiz yaptığı şey için ona çok kızdım. Ben masayı dağıttım, o da çarşafları sağa sola savurdu. Bir süre sonra sakinleştik, şöminenin karşısında oturup şarap içmeye başladık. Rezil bir haldeydik. Bana seni kıskandığını söyledi, sana diğer kadınlara baktığım gibi bakmadığımı farkındaydı. Bunları söylerken tek düşündüğü şeyin gururu olduğunu da itiraf etti. Ben değildim mesele; sana farklı davrandığım anlaşılırsa incinecek gururuydu. Çok ağladı ve yalvardı."
Oysa kraliçe harika bir gece geçirdiğini söylemişti bana. Öte yandan, kraldan sadakat beklerken belki de geçmişin acısını çıkarmak adına kendisi sadakat göstermiyordu. Bu hikayede mağdurdu ancak ne kral ne de o masum değillerdi. Gurur ve çıkarlar uğruna birbirlerini tüketiyorlardı.
"İçmeye devam ettik, sonrasına dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Uyandığımda çıplak bir halde yatağımdaydım ve yanımda Soren vardı. Birlikte olduğumuzu söyledi ancak ona inanmıyorum. Beni kandırıyor olabilir, bir şey yaşasaydık hatırlardım."
Birkaç kez yutkundum. Kral ve kraliçenin mahremini duymak hiç hoş değildi. "Karınız öyle söylüyorsa öyledir." diyebildim yalnızca. Sarhoş olduğu için hatırlamıyordu muhtemelen.
Başını öne eğdiğinde gerçekten üzgün görünüyordu. "Bunu asla bilemeyeceğiz ve kendimi berbat hissediyorum."
"O sizin karınız, yani bir şey yaşadığınız için kendinizi kötü hissetmeniz gereken son kişi."
Başını kaldırıp gözlerime baktığında bir şey hissetmediğimi düşünmesini istediğim için duygusuz görünüyordum. Kalbimi bölen o iki duygu çatışmaya girmişti ancak şunu farkındaydım ki Devian'a hissettiğim şeyler daha yoğundu. Onun odasına giren kadınları kıskandığım kadar kıskanmamıştım kraliçeyi.
"Dürüst ol Zedia," diye fısıldadı. "Ahlaki değerleri bir kenara bırak ve gerçek hislerini söyle. Hiç mi kötü hissetmedin kendini? Sana söylediğim onca şeyden sonra Soren'le birlikte olduğumu düşünmek hiç mi zor gelmedi?"
Ona kalbimde bir savaş olduğunu, kime ne hissettiğimi bilmediğimi, hislerimin bir yumak gibi düğümlendiğini söylesem benden nefret ederdi muhtemelen. Zaten iki kişi arasında gidip geldiğimden ve onlardan birinin kadın düşkünü diğerininse evli bir adam olmasından dolayı kendimi öldürmek istiyordum, bir de kralın nefretiyle baş edemezdim.
"Siz tutamayacağınız sözler vererek beni bulutların üzerine çıkarmaya çalışırken ben size kapılıp yükselmeye çalışmadım majesteleri. Eğer aksini yapsaydım şimdi yere çakılmış ve dağılmış olurdum."
Tuhaf bir duyguyla baktı gözlerime. Hayranlık ve şaşkınlık arasında bir yerlerdeydi sanki.
"Çok güçlü ve akıllısın," dedi. "Ve ben her geçen gün sana daha çok kapılıyorum."
Karısının yatağından çıkabildiği zamanlarda...
"Yemeyecekseniz ortalığı toplamam lazım." dedim geri çekilerek. Bu konuşma beni yormuştu.
"Sen toplama," diyerek terasın diğer ucuna doğru yürüdü ve karanlık gökyüzüne baktı. "Seni sözlerimle bulutların üzerine çıkaramadığımı anladım, bir gün o sözleri gerçeğe dökerek yapacağım bunları."
"Bir kralın dahi yapamayacağı şeyler vardır." dedim hafif bir tebessümle. Oradan ayrılırken zihnim, kalbime girmeye çalışan iki adamı kıyaslıyordu. Kral bana veremeyeceği sözler verip göklere çıkarmaya çalışıyordu; Devian ise o sözleri veremeyeceğini en başından söylüyor ancak tek bir bakışıyla ayaklarımı yerden kesiyordu. Boynumdaki kolyeyi kavrarken farkındaydım; iki adam da bu kelebeğin kanatlarını koparıp yere çakılması için uğraşıyordu.
Bunu hangisinin başaracağını ise ancak kaderim biliyordu.
❦
"Çıldırmış olmalısın!" diye bağırdım sesimi kontrol edemediğimi çok geç fark ederek. Vanya tam karşımda durmuş, kendinden emin ve söylediklerinde tek bir tuhaflık olmadığını düşünen ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Tanrım, Zedia, adamla yat demedim!" derken sesi kısıktı ancak bağırıyordu da. "Sadece baştan çıkarman ve dikkatini dağıtman gerekecek. İşin zor kısmını ben halledeceğim."
"Ben hiç tanımadığım bir muhafızı baştan çıkaracak, görev yerinden uzaklaşması için ona gösterip elletmemekten çok daha fazlasını yapmak zorunda kalacak ve muhtemelen bekaretimi kaybedeceğim ancak sen işin zor kısmının sana ait olduğunu iddia edeceksin öyle mi?"
Vanya, uzun cümlemdeki en alakasız kısma takılıp kıkırdadı. "Sen bakire misin gerçekten?"
Gözlerimi öfkeyle yumdum, 16 yaşındaki bir kızla bu konuşmayı yapmak istemiyordum ancak kaçışım yok gibiydi. Onu kendi silahıyla vurmaya karar vererek "Sen değil misin?" diye sordum. Bana bu soruyu sorduğum için aptalmışım gibi baktı.
"Kadınlarla dolu bir tapınakta erkeklerin yönettiği dünyanın berbatlığını dinleyerek büyütüldüğüme göre seks tanrıçası olmayacağım açıkça belli değil mi? Önemli de değil, hiçbir erkek beni hak etmiyor."
Dudaklarımdan vaov sesi çıkarken şaşkındım. "Daha 16 yaşındasın, bir gün aşık olduğunda o erkeğin seni hak edip hak etmemesi umrunda olmayacak." Omuz silkerken umursamaz görünüyordu. "Bir gün beni kendine aşık edebilecek biri karşıma çıkarsa bu dediğini hatırlarım. Şimdi, planı tekrarlayalım mı?"
Sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Kalenin talim alanına bakan tenha koridorlarından birinde dikilmiş Saher'i kurtarmak için plan yapıyorduk ve nedense bana düşen kısım hep can sıkıcı oluyordu. "Kimseye kendimi elletmeyeceğim." dedim inatla. Tanımadığım bir kadını kurtaracağım diye bu iğrençliğe katlanmayacaktım.
"Peki şu asker?" dediğinde kimi kastettiğini anlamayarak sorarcasına baktım. Vanya'nın gözleri alıştırma yapan askerlerin üzerinde gezinirken birinde durdu. "Şu seni korumak için şehre peşinden gelen ve refleksleri sayesinde ölümden kurtulan iri yarı adamı diyorum."
Devian. Dakikalardır bakmamak için çaba verdiğim adam.
"İri yarı değil, biraz fazla kaslı sadece." dediğimde şüpheyle bakmaya başladı. "Aramızda bir şey yok Vanya, ayrıca onun zindan nöbeti tuttuğunu sanmıyorum. Kader Muhafızı Marcus'un gözdesi o."
Vanya dikkatle Devian'ı süzdü. "Fazla iyi dövüşüyor, hep kralın hizmetinde miymiş?"
"Aslında hayır," diye mırıldandım ancak ona ne kadarını anlatmam gerektiğini bilmiyordum. O benim kiralık katilimdi ancak işler çok değişmişti ve kendimizi hiç beklemediğimiz bir noktada bulmuştuk. Ben kralın hizmetçisi o da askeri olmuştu.
"Nerede öğrenmiş böyle dövüşmeyi?" diye sorarken çekik gözleri iyice kısılmış, gözlerinin etrafında minik kırışıklıklar belirmişti. "Bilmiyorum." dedim, en azından bu doğruydu. Devian'a dair çok az şey biliyordum.
"Ona güvenebilir miyiz?" diye sordu bu defa. Gülümseyerek cevap verdim. "Bir düşüneyim; ona ve hatta kimseye güvenmememi defalarca kez söylemiş bir adama güvenebilir miyim acaba?"
Vanya, yine yaşından büyük bir olgunlukla baktı yüzüme. "Kimseye güvenmemen gerektiği konusunda haklı," Gözlerinden muzip bir parıltı geçti, şimdi yine 16 yaşında görünüyordu. "Ancak umarım o bize güvenir çünkü onu kandıracağız."
"Tanrım, hayır!" diye bağırdığımda sesim koridorda çınlamıştı. Askerler bizi görmesin diye panikle yere eğildiğimizde fısıltıyla da olsa itiraz etmeye devam ediyordum.
"Merak etme, yalan söylediğini anlamayacak."
"Bana baktığında içimi görüyor gibi hissediyorum, tabiki yalan söylediğimi anlayacak!"
Vanya şüpheyle beni incelemeye başladı. "Bu da ne demek? Ona aşık mısın?"
"Az önce de söylediğim gibi aramızda bir şey yok."
"Aranızda bir şey olup olmadığını değil senin ona bir şey hissedip hissetmediğini sordum."
Biri beni kurtarabilir miydi? Kime ne hissettiğimi çözecek kadar bile tanımıyordum kendi hislerimi. "Vanya, kimseye bir şey hissetmiyorum. Sadece bahsettiğin adama yalan söylemek zor çünkü karşısında çıplak hissediyorum. Sanki her şeyi ben söylemeden biliyormuş gibi."
Gözlerindeki şüphe esintileri tamamen yok olmasa da üzerinde çok durmadı. "Yapacağın tek şey zindandaki nöbetçilerden biriyle onu karşı karşıya getirmek ve kavga etmelerini sağlamak. O karışıklıkta içeri sızacağım ve Saher'i oradan çıkaracağım."
Bu hayatımda duyduğum en aptalca plandı. Bakışlarıma da yansıyan bu düşüncemi dile getirdim. "Birincisi, Devian benim için askerle kavga etmez. İkincisi, askerler arasında çıkan bir kavga tüm kaleyi ayağa kaldırır. Üçüncüsü de bu kavgayla birlikte Saher'in zindandan kaçması bunun planlı olduğunu gösterir ve hepimiz kendimizi onun boşluğunu dolduran mahkumlar olarak buluruz."
Vanya uzun cümleleri takip etmekte zorlanır gibi baktı suratıma. "Daha iyi bir planın varsa buyur."
"Bir kargaşa çıkması gerektiği konusunda haklısın," dedim düşünceli bir sesle. "Ancak bunu bizim yaptığımızı kimse anlamamalı." Tedirgin bir gülümsemeyle Vanya'ya baktım. Aklıma bir fikir gelmişti ancak küçük bir hatada çok kötü sonuçlar doğurabilirdi. Ayağa kalktım ve derin bir nefes aldım. "Hazır mısın ufaklık? Kaleyi ateşe vereceğiz."
❦
Tanrım, dilimi eşek arıları soksaydı keşke. Hiç tanımadığım bir kadını kurtarmak uğruna o kadar tehlikeli bir işe girişmiştim ki korku ve heyecandan bayılmak üzereydim. Zindana giden koridorda ufak bir yangın başlatmak istiyordum. Bunun kontrollü olması ve kaleye yayılmaması gerekiyordu ancak daha önce bir yangın çıkarmadığım için tam olarak ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum.
Gecenin en karanlık saatlerinde Vanya ile birlikte gaz yağı bulmuştuk ve onu dikkatli bir şekilde zemine dökmüştük. Çok geniş bir alana dökmemiştik ancak söndürülmesinin en azından birkaç dakika sürmesi için hatrı sayılır bir miktarı boca etmiştik. Ayrıca koridorda temizlikçilerin kullandığı malzemeleri koydukları odadaki kovaları da suyla doldurmuştuk ki askerler suya daha hızlı ulaşıp yangını söndürebilsinlerdi. Kimsenin zarar görmemesi için tanrıya dua ediyordum.
Vanya rahat hareket etmek için üzerine siyah bir tulum giymiş, biri görürse kimliği açığa çıkmasın diye de siyah bir pelerin takmıştı. Önce, koridora koşan askerlerden anahtarı çalacak ardından da Saher'i zindandan çıkaracaktı. Bu o kadar tehlikeli bir işti ki yakalanırsa direkt öldürülürdü. "Dikkatli ol," diye fısıldadım. Gözlerinde ne korku ne de endişe vardı. "Sen de." dedi ve karanlığa karıştı.
Şimdi kibriti çakıp yangını başlatmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım, kibriti tutuşturdum ve yere bıraktım. Saniyeden daha kısa bir süre içinde alevler etrafaya yayılmaya başladığında zindana dönen koridora doğru "Yangın var!" diye bağırdım. Kalbim boğazımda atıyordu. Bir asker köşeyi dönüp yangını gördü ve diğerlerine bağırmaya başladı. Kısa süre içinde orada nöbet tutan dört asker de koridordaydı ve birbirlerine bağırıp yangını söndürmeye çalışıyorlardı.
Alevler o kadar büyümüştü ki duman her yanı sarmış ve göz gözü görmez olmuştu. Dumanların arasında Vanya'yı gördüm, askerden kolay bir hamleyle anahtarları almıştı. Yangın daha fazla büyümesin diye "Temizlik odasında su olmalı!" diye bağırdığımda askerler koşarak gidip kovalardaki suyu getirmeye başladılar. Bu sırada sesi duyan başkaları da gelmişti.
Askerler ellerindeki kova kova suları alevlere döktüklerinde hiç beklemediğim bir şey oldu ve su alevlere değdiği an bir patlama yarattı. Yangının büyüyüşüne dehşetle tanıklık ederken zihnimde bir şimşek çaktı. Bazı yangınlar suyla söndürülmezdi ve sanırım gaz yağı da onlardan biriydi. Aklıma dahi gelmemişti. Alevler büyüyüp tüm koridoru sarmaya başladığında Vanya aklıma geldi. O ve bir sürü mahkum zindandaydı ve yangın oraya doğru ilerliyordu. Koşmaya başladım, bu sırada bir sürü insan da yangına doğru koşuyordu ve tam bir kaos hakimdi.
Güçlükle merdivenleri inmeye başladığımda dumanların çoktan burayı esir aldığını fark ettim. Kolumla ağzımı ve burnumu kapatarak aşağı doğru inmeye devam ederken ciğerlerim yanıyordu. Çok ama çok kötü bir şey yapmıştım ve herkesin hayatını riske atmıştım. "Vanya!" diye bağırdım aşağı inince ancak onun yerine mahkumlar feryat ederek cevap vermişti. Duman onlara kadar ulaşmıştı ve buradan çıkamazlarsa hepsi boğulacaktı. Vanya'yı bulamıyordum, anahtarlar ondaydı ve herkesi çıkarmamız gerekiyordu ancak ortada yoktu.
Öksürmeye başladım ancak pes etmedim. Saher'in hangi zindanda olduğunu bilmiyordum ve sağa sola koşturup duruyordum. "Lütfen bize yardım et." diyen yaşlı bir mahkumun sesiyle olduğum yerde durdum. Parmaklıkların arasından ellerini uzatmış yardım dileniyordu. Vanya çoktan buradan çıkmış olmalıydı ve onu aramayı bırakmalıydım ancak bu insanları terk edemezdim. Hiçbir şeyden değilse dumandan zehirlenip öleceklerdi ve o kadar yerin altındaydık ki bir pencere bile yoktu.
Etraftan işe yarar bir şey bulmaya çalışırken aynı mahkum bağırdı. "Şuradan bir mahkumu çıkardılar, galiba anahtarlar hala kapıda."
Zindanların en uzağındaki kapıyı işaret etmişti, oraya koştuğumda yerde hareketsiz bir şekilde yatan Vanya'yı görmeyi beklemediğimden bir çığlık kopardım. Zihnim olanlara bir anlam yüklemeye çalışırken yanına gidip eğilerek nabzını kontrol ettim. Yaşıyordu ve görünen bir yarası yoktu. "Sadece baygın." diye kendimi rahatlatmaya çalıştım. Onu kucaklayıp buradan çıkabilirdim ancak bu yangını başlatan bendim ve eğer bu mahkumlardan biri bile ölürse kendimi asla affetmezdim. Bir küfür savurarak kapıya takılı anahtarı çıkardım ve mahkumların kapılarını açmaya başladım.
Bazı anahtarlar kilitlere uymuyordu bu yüzden tek tek denemek zorunda kalıyordum. Duman o kadar yoğun bir hale ulaşmıştı ki yangın ciğerlerimde başlamış gibi hissediyordum. Kurtulan mahkumlardan birine Vanya'yı teslim ettikten sonra kalanların kapılarını açmaya devam ediyordum. Tüm kapıları açtığımda ortalıkta kaos hakimdi, herkes merdivenlere yönelmişti ve merdivenler o kadar dardı ki düzgün bir şekilde çıkmalarına imkan yoktu.
Bir öksürük kriziyle duvara tutundum ve nefes almaya çalıştım. Gözlerim kararıyordu ve devam edecek gücü kendimde bulamıyordum. Herkes gitmişti, en azından buradaki kimse ölmeyecekti ancak yukarıda neler olduğunu Tanrı biliyordu. Birkaç adım atmaya çalıştım ancak başım dönüyordu. "Kendi ölümünü hazırlayan bir salağım ben." diye mırıldandım. Koşarak indiğim merdivenleri çıkacak gücüm yoktu ancak bu şekilde ölmek de istemiyordum. Bana bir mucize lazımdı.
Ve o mucize gerçekleşmişti.
"Zedia!"
Eğer dumandan zehirlenip halüsinasyon görmeye başlamadıysam bu ses Devian'a aitti. Burada olduğumu söylemek istedim ancak yapabildiğim tek şey öksürmek olmuştu.
Yine de saniyeler içinde beni buldu ve kucakladığı gibi merdivenlere koşmaya başladı. Tıpkı ormandaki gibi beni kurtarmayı başarmıştı. Bunu nasıl yapıyordu? Çaresizlikle sarmalandığım her an beni buluyor ve hayatımı kurtarıyordu. "Tam bir baş belasısın." diye söyleniyordu. Başımı göğsüne yaslamış korunmaya çalışırken gözlerimden yaşlar akıyordu. Nedeni duman değildi. En azından tek nedeni.
Çok korkmuştum ve dakikalar boyunca insanları kurtarmaya çalışırken bu korkuyu bastırmıştım. Onun kucağında ve güvende olduğumu bildiğim ilk an vücudum kendini serbest bırakmıştı. "Beni nasıl buldun?" diye sorduğumda birkaç kez daha öksürdüm. "Şu yangından kurtulduktan sonra kıçını kızartana kadar şaplak atarken cevap veririm." dediğinde verecek bir yanıt bulamadım. Sanırım kendi edepsiz kelime dağarcığında beni cezalandırmak anlamına geliyordu sözleri. Bir cezayı hak ettiğim kesindi ancak söylediği şeyi hayal etmek ceza gibi hissettirmiyordu.
Tanrım, duman kesinlikle beni zehirlemişti.
Yukarıya çıktığımızda alevlerin sıcaklığını hissederek kafamı kaldırdım ve tüm koridorun cayır cayır yandığını görerek suçlulukla ağlamaya devam ettim. "Benim yüzümden..." diye mırıldanıyordum ve Devian'ın duyması umurumda bile değildi.
"Sakin ol, eğer Tanrının tuhaf bir mizah anlayışı yoksa bir yangında ölmeyeceğime eminim." dedi Devian. "En azından bunu cehennemine saklayacaktır." Ne demek istediğini anlayacak kadar kendimde değildim. İnmek için bir hareket yaptım ancak beni kendine daha çok bastırdı. "Aptal kelebek, senin kanatların bu yangına dayanır mı sandın?"
Kanatlarım bir yangına dayanmazdı ancak ellerim bir yangın başlatabilirdi.
Devian alevlerin arasına daldı ve ben bildiğim tüm duaları ederken ikimizi bu cehennemden çıkardı. Kaleden çıktığımızı yüzüme çarpan temiz havadan anlayarak kafamı kaldırdığımda bahçedeki kalabalığı gördüm. Bize doğru koşan birkaç kişiyi fark edince Devian'a baktım. Duman yüzünden yüzünde siyah lekeler vardı ve dağılmış görünüyordu. Güçlükle fısıldadım. "Kelebeği bir gelecek ihtimaline inandırmaktan korkuyorsun ancak onun üç günlük ömrünü uzatmak için her seferinde hayatını kurtarıyorsun."
Bakışları aşağı indi ve gözlerimin içine dipsiz bir kuyunun ardından baktı. "Çünkü o üç günün ne zaman biteceğine ben karar veririm ve görüyorum ki sen o kısıtlı sürenin sonunu getirmek için elinden geleni yapıyorsun, aptal kelebek."
Haklıydı. Başımı belaya sokmak ve hayatımı riske atmak konusunda epey hevesliydim. Derin bir nefes almak istedim ancak yapabildiğim tek şeyi bir kez daha öksürmek olmuştu.
"Zedia!"
Kral Valdemar'ın sesini işittiğimde Devian tuhaf bir ifadeyle bana baktı ve bedenimi usulca yere bıraktı. Kral ve Marcus koşarak geldiklerinde etrafta bizi izleyenlerin bu manzara karşısındaki şaşkınlıklarını tahmin etmekte zorlanmıyordum. Kral yere eğilip "İyi misin?" diye sorduğunda tek kelime edecek gücüm kalmadığından başımı yukarı aşağı salladım. Yeşil gözlerinde gerçek bir endişe hakimdi. Derin bir nefes alıp gözlerini kapatarak "Tanrıya şükür." diye mırıldandığında gözlerim Marcus'u buldu. Aynı endişeyle izliyordu beni. Tek fark o duygularını kral gibi açıkça yaşayamazdı. Kimse kızı olduğumu bilmiyordu ve basit bir hizmetçi kız için panik yapması yanlış anlaşılırdı.
Yangının söndürüldüğünü haber veren askerin sesiyle herkes derin bir nefes alırken Lemys'in getirdiği suyu içmekle meşguldüm. "Vanya..." diye mırıldandım matarayı dudaklarımdan uzaklaştırırken. Lemys, neden onu merak ettiğime anlam veremese de bu kargaşada üzerinde durmayarak kalabalığın uzağında yerde oturan Vanya'yı gösterdi.
Vanya'yla göz göze geldik. İyi görünüyordu ancak başını iki yana sallamıştı. Zihnim yavaşça berraklaşırken olanları idrak etmeye başladım. Mahkum, Saher'in zindandan çıkarıldığını söylemişti. Bunu Vanya yapmadığına göre kim yapmıştı? Tanrım... işler iyice çığrından çıkmıştı. Vanya'nın yanına kadar güçlükle yürüyüp yere oturdum ve "Neler oldu?" diye fısıldadım.
"Birincisi, Devian senin için bir askerle kavga etmeyi bırak alevlerin arasına bile dalarmış. İkincisi, bir kavga tüm kaleyi ayağa kaldırmazdı ancak bu yangınla tüm ülkeyi ayağa kaldırmış olabiliriz. Üçüncüsü de Saher'in zindandan kaçması planlı görünsün istemiyorken tam olarak bunu yaptık ve üstelik kaçıran da biz değiliz."
Ellerimle yüzümü kapattım. Gündüz ona söylediğim şeyleri duruma uyarlayıp bana iade etmişti. "Kim yapmış olabilir?" diye sordum etrafı süzerken. Herkesten uzaktık ancak yine de duyulmaktan korkuyordum.
"Bunu yapmayı göze alacak kadar cesaretli ancak beni öldürmeyecek kadar merhametli biri." yanıtını verdi. Bu sırada kralın sesi ortalığı inletiyordu. "Bunu kim yaptıysa en kısa zamanda bulunsun ve cezası verilsin!" diyordu. Vanya'yla göz göze geldik. Başımız cidden beladaydı.
🦋
Zedia'nın kalbi ikiye bölünürken siz ne durumdasınız? Devian mı Valdemar mı?
Lütfen oy vererek destek olun, yorumlarınızı da esirgemeyin. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! Sevgiyle kalın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |