

Zedia&Devian
🦋
"Neden bu kadar çok büyümek istiyorsun?" diye sormuştu babam, ona ne zaman büyüyeceğimi sorduğum günlerden birinde. "Çünkü," demiştim büyük bir hevesle. "Büyüyünce güçlü olacağım." Babam kaşlarını muzip bir şekilde kaldırırken "Demek öyle..." demişti gülümseyerek. "Güçlü olmak için büyümen gerektiğini mi düşünüyorsun?"
Babamın bilgece ettiği lafları o yaşlarda pek de anlamadığım için başımı sallarken oturduğumuz sahilde avuçlarıma kum doldurup boşaltmakla meşguldüm. "Evet, büyüyünce güçlü olmaz mı insan?"
"Bir çocuk da pek ala güçlü olabilir." dediğinde ona inanmayarak bakıyordum.
"Çocuklar nasıl güçlü olabilir? Büyükler güçlüdür!"
Babam gülümsedi. Bana bir nasihat vermek üzere olduğunu az çok farkındaydım ancak henüz küçük bir çocuk olduğum için önemini ancak yıllar sonra anlayabiliyordum. "Güç, yalnızca kollarında ve bacaklarında olan bir şey değildir Zedia. Hızlı koşmak, en ağır yükleri taşımak, birine vurduğunda onu yere sermek güç değildir."
Kafam karışmıştı. "O zaman güç nedir?" diye sorarken avucumdaki kumları boşaltmış merakla ona bakıyordum. Sanki birazdan büyümeden de güçlü olmanın sırrını verecekti bana. İşaret parmağını sol şakağıma bastırıp aşağı doğru indi ve kalbimin üzerinde durdu.
"Tanrı, insanoğlunun gücünü birkaç parçaya bölmüştür. Kimileri yalnızca fiziksel gücü güç saysa da asıl güç zihin ve kalpte olandır. Düşmanını yumrukların yerine aklınla yere serebilirsin mesela."
Kaşlarımı çattım. "Nasıl olacak o?"
"Onun zayıf noktalarını öğrenir ve iyi bir strateji yaparsan bazen parmağını bile kıpırdatmana gerek kalmadan düşmanlarını yenebilir ya da zorlu durumların içinden çıkabilirsin."
O an pek anlayamıştım ancak bozuntuya vermeden kalbimi işaret etmiştim. "Peki buradaki güç?"
Babam acı bir tebessümle ufuk çizgisini izlemeye başladı. "En güçlü ve en tehlikeli olanı kalpteki güçtür. O güç, bir insana her şeyi yaptırabileceği gibi onu yerle bir de edebilir."
Kollarımı göğsümde çarpaz bir şekilde birleştirip dudak büzdüm. "Diğer çocukları pataklayabileceğim, sana daha çok yardım edebileceğim ve bir de herkesten daha iyi yüzebileceğim bir güç istiyorum ben. Akıl ve kalpte olanı değil."
Babam gözlerini yeniden bana çevirirken sesli bir kahkaha atmıştı. "Şimdilik böyle düşünüyorsun. Büyüdüğünde kalbindeki gücü açığa çıkarıp herkesi aklınla yere serebileceğin bir gücü arzulayacaksın. Öyle ki, o gücü doğru kullanmayı başardığın takdirde en güçlü sen olacaksın."
Kafam allak bullak olmuştu. Babam bazen bir çocuk olduğumu unutup benimle derin sohbetler ederdi. Onu dinlemek çok hoşuma gitse de bazen söylediklerini anlayamayıp içten içe onun saçmaladığını düşünürdüm. Büyüdükçe her kelimesinin bir hazine kadar değerli olduğunu anlamıştım. O gün bana "Güzel kızım," demişti. "Sen daha doğmadan gücünü hissettirdin bu topraklara. Bir gün aklındaki ve kalbindeki gücü açığa çıkarıp en güçlü olacağını biliyorum. O gün geldiğinde bu sözlerimi hatırla; ihtiyacın olan her şey zaten senin içinde. Kaderini takip et ve onu bul."
Babamın sözlerini hatırlamam durup dururken olmamıştı elbette. Artık güçlü olmak istiyordum. Korkarak yaşamak, bir şeyler saklamak ve sürekli tehlikeli durumların içine düşüp bir kurtarıcı beklemekten sıkılmıştım. Madem bir Kader Çalan'dım, madem bu krallıktaki en önemli şey bendim o halde öyle davranmalıydım.
Başımı belaya sokmaktan vazgeçemediğime göre en azından kendimi beladan kurtarmayı öğrenmeliydim. Her zaman Devian beni kurtaramaz, kral da her zaman merhamet gösteremezdi. Zaten kralın artık bana eskisi gibi iyi davranacağını da sanmıyordum.
Önceden benim yapmamı yasakladığı ağır işleri bir anda yapmaya başlamıştım. Hala benimle tek kelime konuşmuyor ancak Lemys aracılığıyla sürekli zorlu ve saçma görevler verip duruyordu. O kadar yorgun düşüyordum ki son bir haftadır kafamı yastığa koyduğum gibi uykuya dalıyordum. Gün içinde Devian'la yan yana gelemiyor gibi bir şeydik. Bazen ayaküstü birkaç kelime konuşup kendi işlerimize dönüyorduk, o kadar.
Kralın sessizliği ancak hıncını böyle şeylerle sinsice çıkarışı beni korkutuyordu. Sağlam bir yüzleşme ve patlama yaşayacağımız ortadaydı. Kraliçeyle daha sık vakit geçirmeye başlamıştı. Her gün nasıl dağıttıklarına hayal gücümün yetmediği odayı temizleyip toparlarken sabrımın sınandığını ancak biraz daha dayanmam gerektiğini kendime hatırlatıyordum.
Yine o anlardan birindeydim. Kralın özel çamaşırcısı yokmuş gibi her gün çamaşırlarını bana yıkatıyor, sonrasında beğenmediği için aynı çamaşırların tekrar yıkanmasını söylüyordu Lemys'e. Geleceğimden bile parlak olan beyaz gömleği çitilerken bütün öfkemi zavallı gömlekten çıkarıyordum. "Seni iki gündür yıkıyorum, iki gündür yeterince beyaz değil diye tekrar yıkatıp duruyor. Sen beyaz değilsen ben de insan değilim. Belki bir eşeğimdir, bu dünyaya çile çekip yük taşımaya gelen zavallı bir eşek."
Bir kahkaha sesi yüreğimi ağzıma getirdiğinde az kalsın önümdeki leğeni çamaşırhaneye dökecektim. Kahkaha bir erkeğe aitti. Yere çöküp eteğimi de yukarıya kadar çekip bacaklarımın arasına bir çamaşır leğeni koyduğum şu sefil halime mi gülüyordu yoksa ettiğim laflara mı bilmiyordum ancak bu kahkaha tanıdığım birine aitti. Devian'a.
Adım sesleri arkamdan dolandı ve ipte asılı çamaşırların arasından geçip karşımda durdu. Gözleri her zamanki edepsizliğiyle çıplak bacaklarıma ve göğüs arama kaymış, açıkta kalan boynuma da hatırı sayılır bir süre baktıktan sonra yüzüme bakmaya başlamıştı.
"Ne gülüyorsun?" diye söylendim gömleğin yakasını kaynar suyla çitilerken.
"Bu halin ne?" diye sordu alayla. "Kralın gözde hizmetçiliğinden çamaşırcı kız olmaya hızlı bir düşüş mü yaşadın?"
Zaten sinirim tepemde geziniyordu bir de onunla uğraşamayacaktım. "Evet, duyduğuma göre sen de her gece başka bir noktada nöbet tutuyormuşsun."
Bundan rahatsız olduğunu belli eden bir homurtu çıkardı. "Evet, Marcus her gece nöbet yazmaya başladı bana."
Güldüm. İçimden bir ses geceleri ona meşgul ederek benden uzak tutmaya çalıştığını söylüyordu ancak bu yalnızca benim hayal gücüm de olabilirdi. Öz babam olması beni sahiplenip kıskanmak gibi hisler barındırdığı anlamına gelmezdi.
"O zaman bana acıyacağına kendine acı nöbetçi, gündüzleri de dinlenmeye vaktin olduğunu sanmıyorum."
"Sanki ikimizin de yorgunluktan canını çıkartıp bir araya gelmemizi engellemeye çalışıyorlar gibi." dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım.
"Hadi kralı anlıyorum, bana ilgisinin olduğunu sen de biliyorsun. Peki Marcus? Yoksa o da senden mi hoşlanıyor?"
Tanrım, babam hakkında söylediğim bu şey yüzünden beni cehennemde yakmazsın değil mi?
Devian tiksinerek yüzünü buruşturdu. "Bana edepsiz dersin bir de." dedikten sonra tek kaşını kaldırdı. "Belki o da senden hoşlanıyordur. Malum, kaledeki erkekler arasında epey ünlüsün."
Bir haftadır gergin olan sinirlerim tek bir noktada toplandığında öfkeyle ayağa kalktım, hızlı hareketim yüzünden sıcak su dolu bakır kap devrildi ve kaynar suyun bir kısmı bacağıma dökülürken acı bir çığlık kopardım. Galiba Tanrı beni en hızlı şekilde yakmaya karar vermişti.
Devian yanıma koşup eteğimi yukarı kaldırdığında "Dokunma!" diye bağırdım. "Çok acıyor..."
"Sakin ol, sadece bakıyorum."
Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başladığında yanan bacağımdan mı yoksa bir haftadır kralın çektirdiği eziyetten dolayı mı ağlıyordum bilmiyorum. Aniden çamaşır odasının kapısı açılıp içeri Senja girdiğinde önümde eğilen Devian'ı görüp çığlık atarak gözlerini kapatmıştı. Bir bu eksikti.
"Sıcak su döküldü Senja!" diye bağırdığımda utanarak yanıma koştu. Bu kaledeki herkes -en küçüğünden en yaşlısına- sapıktı. Senja panikle "Revire gidelim." dediğinde Devian onu onayladı ancak ikisini de reddettim. Bacağımı çeşmenin altına tutup akan suyla rahatlamasını sağlarken dişlerimin arasından konuşuyordum.
"Bana revirden yanık için merhem getir ve kimseye bundan bahsetme Senja. Çabuk ol!"
Dediğimi yapmaya gittiğinde Devian tuhaf bir surat ifadesiyle beni izliyordu. "Acıdan ağlıyorsun ama revire gitmeyi reddediyorsun, neden?"
Kızaran bacağıma bakarken gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "İşten kaçmak için yaptığımı düşünürler. Bir haftadır kralın canıma okuduğunu herkes biliyor."
"Sadece bu mu?" diye sordu şüpheyle.
"Bir de, kralın bana acımasını istemiyorum. Seninle birlikte olduğumu düşündüğü için öfkeli olduğunu bunu da bana böyle işler verip zorlayarak gösterdiğini farkındayım. Beni ne kadar zorlarsa zorlasın pes etmeyeceğim ve ne kadar güçlü olduğumu göstereceğim. Zavallı bir hizmetçi kız değilim ben."
Devian'ın bakışları bir girdap gibi koyulaşıp etraftaki her şeyi içine çekmeye başladı. "Onu seviyor musun?" O girdap şimdi beni bile yutmaya hazır gibiydi.
"Bir kralı sevmek..." diye mırıldandım. "Kralı elbette seviyorum ancak düşündüğün şekilde değil. Onu korumak zorunda hissediyorum kendimi."
Kaşlarını çattı, zihninden türlü şeyler geçiyordu ancak ben hiçbirini anlayamıyordum. "Ama o..." diye mırıldandı. "O senin..." Sanki söylememesi gereken bir şey dilinin ucuna kadar gelmiş de onunla savaşıyor gibiydi. "Ona dikkat et," dedi nihayetinde. "Kralı ve krallığı sevdiğini biliyorum ancak burası bir masal dünyası değil Zedia. Krallar her zaman masum değildir ve bazen en tehlikeleri kararları vermek için hiç düşünmeden insanları harcayabilirler."
Bacağımdaki yanma kendini zonklayarak hatırlatırken söylediklerine güçlükle odaklanmıştım. "Bildiğin bir şey mi var?"
Derin bir nefes aldığında çamaşırhanenin kapısı hızla açıldı ve Senja koşarak içeri daldı. "Getirdim!"
Konuşmamız bölünmüştü ancak ilk fırsatta bunu irdeleyecektim. "Ben yaparım." diyerek merhemi eline aldığında bir sandalyeye oturmuştum. Devian bacaklarımın arasında diz çöktü ve tek eliyle bacağımı kavrayıp diğeriyle merhemi sürmeye başladı. Dudaklarımın arasından firar eden titrek nefesleri ve acıyla karışık inlemeleri zapt edemiyordum. Omzuna tutunup tırnaklarımı etine geçirirken bunun bana yardımcı olmak yerine daha çok zarar verdiğini fark ettim. Zihnimi başka bir şeye -Devian'ın dokunuşlarına mesela- odaklamaya çalıştığımdaysa işler daha kötü bir hale gelmişti.
Acıdan kıvranıyordum ancak içinde bulunduğumuz an tuhaf bir zevk veriyordu. Arada bir üfleyerek acımı hafifletmeye çalışması, tenime yaklaşan dudakları, yakışıklı yüzü, bacağımı kavrayan elleri, işini dikkatle yapmaya çalışması, tehlikeli varlığının ardındaki gizli merhameti... Sanki her şey ona çekilmem için evren tarafından özenle ayarlanmış gibiydi.
"Çok yakışıyorsunuz." diye mırıldanan Senja bunu sesli söylemeyi planlamıyor gibi paniklediğinde ona ters bir bakış atıp "Buna bir bacağım kaynar suyla haşlanmışken mi karar verdin sahiden?" dedim. Mahcup bir şekilde dudak büzdü.
"Hayır tabiki, bacağının yanmasına üzüldüm ama sizi böyle görünce de içim bir tuhaf oldu. O çok çekici, sen de çok güzelsin. Bir araya gelince harika görünüyorsunuz."
Yanıktan ve Devian'ın varlığından kafamı uzaklaştırmak için Senja'yla uğraşmaya karar verdim. "Sen benim sevgilime çekici mi dedin ufaklık?" Senja'nın gözleri irileşirken Devian'ın gülüşünden kaçan sıcak bir nefes tenime dokundu.
"Zedia, hayır, şey, kızların hepsi öyle diyordu..."
"Demek kızların hepsi öyle diyordu. Anlaşılan bu kalede kendi gölgeme bile güvenmemem gerekiyor."
Senja'nın yüzü kırmızının yeni bir tonuna bürünürken yaşının verdiği bir saflıkla bana açıklama yapmaya devam ediyordu. "Benim erkeğim yalnızca benimdir Senja, başkalarının onunla ilgilenmesinden hoşlanmam." Sözlerimle birlikte Devian kafasını kaldırıp bana baktı, şaka yaptığımı anlamamış olamazdı değil mi? Gerçi pek şaka sayılmazdı. Eğer biri benimse benimdi. Başkalarıyla paylaşmazdım. Kralı da bu yüzden reddetmemiş miydim?
Senja başını sallarken gülümsedim. "Takılıyorum Senja, yardımın için teşekkürler. Bu olayı kimseye anlatmazsan sevinirim." Bir kez daha başını sallayıp çamaşırhaneden çıktığında Devian kremi sürmeyi bitirmiş, bulduğu yeni yıkanmış temiz bir bezi yırtarak yeniden önüme eğilip yarayı sarmaya başlamıştı. Acıyla tırnaklarımı bir kez daha omzuna geçirdiğimde ellerimin altında kaskatı kesildiğini hissettim.
"Demek senin erkeğin, ha?"
"Hoşuna mı gitti?" diye mırıldandım acıyı yok saymaya çalışırken. Başını yukarı aşağı salladığında şaşkınlıkla ona baktım.
"Kulağa çok baştan çıkarıcı geliyor." dedi bezi bacağımın etrafına ikinci kez dolarken. Yutkundum, bacağım yetmiyor gibi tüm vücudum yanmaya başlamıştı.
"Benim olan benimdir." diye yinelediğimde bu sefer yutkunan oydu. Çok da uzak olmayan bir zaman diliminde sadakat üzerine bir sohbet etmiştik. Devian sadakatsiz biri olduğunu açıkça söylerken ben her şeyiyle bana adanmış birini istediğimi dile getirmiştim. Sessizliğinden rahatsız olarak devam ettim. "Bir oyun oynadığımızı farkındayım ancak bu süreçte umarım beni küçük düşürecek kaçamaklar yapmıyorsundur."
Çarpık bir şekilde gülümsedi. "Senin erkeğin yalnızca senindir, kelebek."
İçime doğru ılık hisler aktı. "Teşekkür ederim," diye fısıldadım. "Her şey için."
Elinde sonumu getirecek kozlar ve dilinde tatlı zehirler var olduğunu biliyordum ancak her seferinde hayatımı kurtaran bu adamın varlığı güven veriyordu. Kendimi şimdilik bir tırtıl gibi hissediyordum, bana kelebek dediği her an da kanatlarımın çıkıp kendi başıma uçabileceğim o günü iple çekiyordum. O gün geldiğinde Devian hala yanımda olur muydu bilmiyordum ancak içten içe bunu dilediğimi farkındaydım.
"Bana teşekkür etmeyi alışkanlık haline getirmek yerine başını derde sokmaman tercihimdir." dedi. "Kendine dikkat et ve sözlerimi dinle." Bacağımın çıplak kalan kısmına belli belirsiz bir öpücük kondurup ayağa kalktı ve arkasına bakmadan kapıdan çıkıp gitti. Şimdi tüm bedenim daha fazlası için yalvarıyordu.
Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Merhem acıyı hafifletse de tamamen geçirmemişti ancak işleri bitirmem gerekiyordu. Yerdeki gömleğe baktım, onu yakıp küllerini kralın yatağına serpmek istiyordum. Eğilip çamaşır yıkamaya devam etmek istedim ancak canım daha fazla yanmaya başlayınca bundan vazgeçtim. Kralın bin tane gömleği vardı ve bir tanesinin yokluğunu fark etmezdi herhalde.
Temiz kıyafetleri bir sepete doldurup kralın odasına gitmeye başladım. Attığım her adım canımı yaksa da kimseye belli edemezdim bu yüzden dişlerimi sıkarak kralın katına kadar bir şekilde ulaşmayı başardım. Son gücümle odasına gelip kapıyı açtığımda kralla karşılaştım. Bu saatte pek odasında olmadığı için öylece içeri dalmıştım ve muhafızlar da hiçbir şey dememişti.
"Afedersiniz majesteleri." diyerek reverans yaptığımda omuz silkti. Üzerini değiştirmek üzere olduğunu fark ettim ancak girip yardım mı etsem yoksa çıksam mı kararsızdım. Bir haftadır benim yardımımı istemiyordu. "Ben şunları bırakıp çıkayım hemen." diyerek giyinme odasına doğru aceleyle yürümeye başladığımda bacağımı hafifçe masaya çarptım ancak bu ufak dokunuş yanığın kendini dehşetle hatırlatmasına neden olunca ağzımdan kaçan ufak iniltiye engel olamadım. Bozuntuya vermeden giyinme odasına girip sepeti yere bıraktığımda kral da peşimden gelmişti.
"Her şeyi istediğim gibi yıkadın mı?" diye sordu. Eh, benimle doğrudan konuştuğu ilk an bu sayılırdı.
"Evet majesteleri." dedim dönüp ona bakarken. Gömleğinin düğmelerini bir bir çözüp yere fırlatmıştı.
"Bunu da yıka hemen, yarına hazır olsun."
Bin tane kıyafet içinden üzerinden çıkardığını yarın da giymek istemesi elbette normal değildi ancak yapabildiğim tek şey "Emredersiniz." demek olmuştu. Eğilip gömleğe uzandığımda canım yine acıdı ancak bu defa dişlerimi dudaklarıma geçirip sessizliğimi koruyabildim.
"Temiz kıyafet vermek için neyi bekliyorsun?" diye iğnelediğinde dolabından yeni bir gömlek çıkarıp uzattım ancak beğenmedi. Birkaç tanesine daha aynı şeyip yapıp her birini beğenmediği için yere fırlattığında dayanamayacağımı hissetsem de ona bu zevki tattırmak yerine her seferinde yeni bir tane çıkarmaya devam ettim. Nihayet birini beğenince üzerine geçirdi ve düğmelerini iliklemem için önümde durdu. Düğmeleri hızla iliklerken ona bakmıyordum.
"Sonra ayakkabılarımı parlat."
"Emredersiniz majesteleri."
"Ayrıca bu oda çok pis, geceye kadar her yeri temizle."
"Emredersiniz majesteleri."
"Neden?" diye sorduğunda az kalsın emredersiniz demeye devam edecektim. Son düğmeyi ilikleyip geri çekildim ve ona baktım. Neyi kast ettiğini biliyordum ancak salağa yatacaktım. "Anlamadım majesteleri."
"Bence anladın." dedi arkasını dönüp yürümeye başladığında. Peşinden gitmek istemiyordum ancak başka çarem yoktu bu yüzden aksayarak da olsa yürümeye başladım. Kendine bir içki doldurmuş ve penceresine yaslanıp yudumlamaya başlamıştı. Odanın ortasında durup bir şey söylemesini beklemek zorundaydım. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından bana baktı. "Seni bu pencereden gördüğümde hayatımın en büyük mucizesini yaşıyorum sanmıştım. Rüyalarımdaki kadın gerçek olup bana gelmişti. Meğer hayatımın en büyük hayal kırıklığıymış."
Sözleri canımı acıtmadı. Bana neredeyse ilanı aşk edip karısıyla aynı yatağa giren adamın karşımda hesap sormaya hakkı yoktu. Kral olsa bile.
"Bir şey söyle!" diye bağırıp üzerime yürüdüğünde geri adım atmadım. "Bana aramızda bir şey yok dediğin adamla neden geceleri buluştuğunu ve sonra çıkıp birlikte olduğunuzu söylediğini açıkla."
"Bir açıklamam yok," diyebildim fısıltıyla. Canım bu kadar yanarken bir de yalanlar uydurmakla uğraşamazdım. "Üzgünüm."
"Üzgün müsün?" diye bağırdığında tüm oda yerinden oynadı sanmıştım. Omuzlarımdan tutup yüzüme baktı. Yeşil gözleri birer dağ gibi yükseliyordu karşımda. Sanki birazdan o dağ alaşağı olup beni de altında bırakacaktı. "Ben seninle yeniden hayata döndüm ve şimdi sen beni tekrar hayattan koparmaya çalışıyorsun. Söyleyebildiğin tek şey bu mu?"
Artık dayanamıyordum. Hem fiziksel acı çekip hem de ruhsal fırtınalarda boğulmak kolay değildi. Dolan gözlerimi bacağımın acısına yorup dişlerimin arasından konuştum. "Koskoca bir kral basit bir hizmetçi kız için mi hayattan kopacak? Yazık, ne kadar da dayanıksızmışsınız."
Yürek yemiş gibi olan sözlerimin başıma açacağı işleri düşünme fırsatım olmamıştı. Kaynar suyla haşladığım etim bir an önce buradan çıkıp gitmemi haykırırken kralın aldatılmış gibi hesap sormasını kaldıramıyordum. Sözlerimi beklemediği suratındaki şaşkın ifadeden açıkça belliydi.
"Sana kıyamayacağıma güvendiğin için mi pervasızca konuşuyorsun?" derken burnundan soluyordu. Başımı iki yana sallayarak cevap verdim. "Hayır, başınıza gelen en ufak şeyde yıkılmamanız gerektiğini düşündüğüm için ediyorum bu lafları. Siz bir kralsınız ve halkınız bir hizmetçi için hayattan koptuğunuzu görse sizden utanırdı."
"Zedia!" diye bağırdığında geriye doğru sıçradım ve birbirine sürten bacağım yüzünden acıyla inledim. Canım çok yanıyordu. Su, üst bacağımın tamamına dökülmüştü ve yanık geniş bir alana yayılmıştı. Senja'nın getirdiği krem acımı anlık olarak azaltsa da zaman geçtikçe daha çok canım yanıyor ve gücüm azalıyordu. Gözlerim yaşlarla dolarken ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Kendime söz vermiştim; güçlü duracaktım. "Karşımda acı çekiyor gibi durma, yalanlarına inanmıyorum artık." dediğinde öfkeden deliren bendim artık.
"Daha ağır işler mi vereceksiniz? Verin, yaparım. Sözlerinizle canımı yakıp aşağılayacak mısınız? Yapın, katlanırım. Kaleden mi göndereceksiniz? Hiç düşünmeden giderim. Zaten en başından beri istediğim şey de buydu." Yutkundum. "Ama size ihanet etmişim gibi konuşmayı bırakın. Evli olan, birine bağlılık sözü veren sizsiniz; ben değil."
"O yüzden mi yaptın?" derken ses tonu incelmişti. Anlamayarak kaşlarımı çattığımda açıkladı. "Soren'le geçirdiğim gece yüzünden mi gittin o adama? Zedia, sarhoş olduğumu ve hiçbir şey hatırlamadığımı söylemiştim sana."
Her şeyi yanlış anlıyordu. Bir an ona tüm gerçekleri açıklamak istedim ancak yapamazdım. Kimliğimi açık edersem Mors'un dikkatini çekerdim ve kral beni korumak isterken pek çok insanın canı yanabilirdi. "Hayır, öyle değil." dedim ancak inanmamış gibiydi.
"Bir kralın boşanması çok zorlu ve ender görülmüş bir şey Zedia. Ama eğer seninle olmamın tek yolu buysa—"
Başımı şiddetle iki yana salladım. "Majesteleri, asla böyle bir şey istemiyorum. Ben..." Bunu söylemezsem vazgeçmeyecekti. "...ben, Devian'ı seviyorum."
Gözlerinde bir deprem yarattı sözlerim. Bana yıkık bir duvarın arkasından bakıyordu artık. "Benim kim olduğumu biliyorsun değil mi? İstersem hemen şimdi onu öldürebilirim."
Kral yine istediği olmayınca çıldıran şımarık bir çocuk gibi davranmaya başlamıştı. "Onu öldürmek sizi sevmemi sağlar mı?" Tehlikeli bir oyunun içindeydim artık. Yanlış bir hamlede Devian'ın hayatı sonlanabilirdi. Bakışlarından bir düzine daha hayal kırıklığı geçti. "Onu sevdiğini görmekten daha iyidir."
Tanrım... kralın bana olan hislerinin tuhaf olduğunu düşünmüştüm bunca zaman. Oysa şimdi bunun çok daha hastalıklı bir duygu olduğunu fark ediyordum. "Kendinize gelin lütfen." dedim sert bir ses tonuyla. "Bu hayatta her şeyi elde edemezsiniz. Kralların da sınırları vardır. Siz Tanrı değilsiniz."
Ukala bir bakış geçti gözlerinden. "Hayatta hiçbir şeyi bu kadar arzulamamıştım. İnan bana, her şeyi yapabilirim." İlk kez ondan korktuğumu hissettim. Kendim için değil ancak Devian için endişeleniyordum artık. "Ona bir şey yapmayın lütfen." diye fısıldadım ince bir sesle. Bacağımdaki acı umurumda bile değildi artık; kalbim büyük bir korkuyla çarpıyordu.
"Onu uzaklara sürmeyi ya da öldürmeyi düşünmedim değil fakat yapmayacağım." dedi açık sözlülükle. Dehşetle bakıyordum yüzüne. "Önceden seni istiyordum ya, şimdi çok daha fazla istiyorum." Aramızdaki mesafeyi kapatıp yanağımı okşadı. Yakışıklı yüzünde daha önce görmediğim tehlikeli bir ifade vardı. "Artık bir rakibim var ve ben mücadeleye bayılırım."
Kral için artık bu bir oyundu ve ödül bendim. Böyle anlarda içindeki bir parça karanlığı daha net görüyordum. Kötü biri olduğunu hiç düşünmemiştim ancak istediğini alamadığında tehlikeli yönünü açığa çıkarıyordu ve bu da beni ürkütüyordu.
🦋
Odamda Vanya ile oturmuş, titrek bir mum ışığının altında fısıldayarak konuşuyorduk. Ona bugüne dek kendi hikayesini sormadığımı fark ederek bir sohbet başlatmıştım.
"Ailemi hiç tanımadım," diye başlamıştı. "Orlagh beni bebekken tapınağa getirmiş. Sorduğumda ailemin tanımaya değer insanlar olmadığını söylemişti ve ben de pek sorgulamamıştım. Orada mutluydum. Etrafımda sadece kadınlar vardı ve hepsi insanlığa hizmet etmek isteyen iyi yürekli insanlardı. Dış dünyayla bağlantımı altı yedi yaşlarındayken kurdum ilk kez. Şehre inip bir şeyler almaya gittiklerinde peşlerine takılırdım. İlk başta hoşuma gitse de sonra insanları sevmediğimi fark ettim. Kalabalık gözümü korkutmuştu. Biraz da yaramaz ve meraklıydım. Tapınaktakileri ve şehirde karşılaştığım insanları delirttiğim oluyordu bazen. Ağaçların tepesinden inmeyen, sırf beni arasınlar diye tapınağın iğne ucu kadar deliklerine saklanan bir kız çocuğuydum işte. Gerçi, hala öyleyim."
Gülümsedim. İnce bir bedeni, orta sayılabilecek bir boyu vardı. Yüzü çok sevimli sayılmazdı, hırçın bakışlara ve keskin hatlara sahipti. Hem çocuk hem de yetişkin gibi duruyordu.
"Bir Kader Çeviren'mişim meğer. Zaten Orlagh da bu yüzden tapınağa getirmiş beni. Ailemin beni kötü emelleri için kullanabileceğini söylemişti. Eğitim gördüm ancak Kader Çeviren olmakla çok ilgilendiğim söylenemezdi. Orlagh'dan sık sık azar yerdim ama kaderi eğip bükmek yerine bıçağımı bilemeyi, sıkıcı edebi dersler yerine ormanda koşturmayı tercih ederdim. Kaderimin Kader Çeviren olmak olduğunu biliyorum ama Tanrı bana sormuş olsaydı bunu seçmezdim."
"Kaderinin ne olduğunu bilemezsin," dedim buruk bir tebessümle. "Kader Bilen değilsen tabi."
"Meğer kaderim kalede hizmetçi olmakmış." dediğinde ikimiz de kıkırdadık. Görünüşe göre benimki de öyleydi. Bacağımdaki sızı bunu bana hatırlattığında yüzümü buruşturdum. "Ne oldu?" diye soran Vanya'ya cevap vermek yerine elbisemi yukarı kaldırdım ve bacağımdaki sargıyı gösterdim. Mumu eline alıp yakından bakmak istediğinde bandajı -yani kumaş parçasını- sıyırıp yanığın olduğu yeri gösterdim. Berbat görünüyordu.
"Kim yaptı bunu?" diyerek öfkeyle bağırdı, onu susturup fısıldadım. "Kendim yaptım, sıcak su döküldü çamaşırhanede."
"Revire gittin mi?" dediğinde başımı iki yana salladım. Kaşları çatıldı. "Birkaç güne geçer." dedim umursamıyormuş gibi.
"Geçer fakat izi kalır. Ayrıca bu şekilde canın yanar ve tüm gün eşek gibi çalıştırılan biri olarak da zorlanırsın."
"İlk günü atlattım." dedim sargıyı kapatırken.
"Kral canına okuyor," diye söylendi Vanya. "Ne istiyor senden? Keşke ona, onu korumak için burada olduğunu söylesen."
Vanya'ya söylemedim ancak bu kralın umurunda olmazdı. Onu rahatsız eden şey ondan başkasıyla olma düşüncemdi. Her istediğini elde eden bir adamın elde edemediği ilk şey olmuştum ve şimdi beni elde etmek için çok daha zorlayacaktı sınırları.
"Vanya," dedim fısıldayarak. "Kader Çalan olduğumu söylediniz bana. Kalede kalmamı ve kralı korumamı tembihledi Orlagh. Seni bile buraya bu yüzden gönderdi. O yüzden katlanıyorum her şeye ancak kendimi daha fazla ezdirmek istemiyorum. Güçlü olmak, gücümü kullanabilmek istiyorum artık."
Vanya beni anlamıştı. "Kader Çalan olmayı öğrenmek istiyorsun." Başımı hafifçe sallayarak onu onayladım. Kader Çalan olmayı öğrenmek ve güçlenmek istiyordum. Kendimi ve başkalarını zor durumlara düşürmeden, hakaret ve aşağılamalara maruz kalmadan ve en önemlisi sır saklamadan yaşamak istiyordum.
"Orlagh, gerçekten hazır olduğunda gelip bunu bana kendinin söyleyeceğini tahmin etmişti." dedi. "Senin buralara gelişinden önce bu konu hakkında araştırmalar yapmıştık. Daha önce bir Kader Çalan'ın insan değil çeşitli eşyalar olması işimizi zorlaştırmıştı açıkçası. Ne yapacağımızı tam olarak bilemiyorduk. Bin yaşındaki bir ağaç gibi yaşlı görünen insanlara danıştık, seyahatler ettik ve bazı bilgiler topladık."
Merakla onu dinliyordum. Sanki birazdan bana evrenin sırrını verecek gibiydi. Uzanıp kolyemi avuçladığında irkildim ancak geri çekilmedim. "Bu kolyenin sana annenden kaldığını söylemiş Hektor. Bu doğru ancak eksik bir bilgi." Kaşlarım çatıldı, sanki karşımda Vanya değil Orlagh var gibiydi artık. "Bu kolye, doğduğun gün senin için kutsanmış; senin ve annenin kanıyla. Annen ölene kadar kendisi takmış kolyeyi, sonra da sana geçmiş."
Bunları bilmiyordum. Hektor bu kolyeyi bana vermiş ve annemden kalan tek şey olduğunu, ne olursa olsun kaybetmememi söylemişti. "Bir de hançer var," dediğinde bunu ona söylemediğimi biliyordum. Beni takip ederken mi öğrenmişti? "Onu da Hektor yaptırmış Merd'e ancak o henüz kutsanmadı. Nasıl kutsanacağını tahmin edebildin mi?"
Başımı belli belirsiz salladım. "Gerçek babamın kanıyla, değil mi?"
"Evet, Marcus'un baban olduğunu bilmeme şaşırmamışsındır bunca şeyden sonra herhalde."
Şaşıracak o kadar şey vardı ki sıra gelmemişti. "Kolye ve hançer..." diye mırıldandım. "Ne anlama geliyor bunlar?"
Vanya'nın yüzü iyice ciddileşti. "Zedia, bugüne kadar Kader Çalan'ların bir eşya olması boşuna değildi. Tek bir kez kaderi çalma hakları olurdu ve kullanılınca tüm güçlerini kaybederlerdi. Artık sen bir Kader Çalan'sın ve gücünü kullandığında başına ne geleceğini kimse bilmiyor."
"Hektor bile mi bilmiyordu?" diye sordum şaşkınlıkla. Gücümü kaybederdim en fazla, başka ne olabilirdi ki?
"Maalesef geleceğin o kısmı herkes için muamma. Ancak Hektor, sana bir şey olmaması için en yakınlarının kanıyla kutsanan eşyalar yapma fikrini bulmuş. Bir şekilde gücünü o eşyalar aracılığıyla kullanmanı ve hayatta kalmanı umuyordu. Sonuçta sana bu gücü veren şey onların kanından geliyor."
Hektor... ne olursa olsun sen benim gerçek babamsın ve kimse bunu değiştiremez.
Orlagh'ın bana gerçekleri anlatırken neden kolye ve hançer örneklerini verdiğini şimdi daha iyi anlıyordum. "Peki, gücümü bu eyşalar aracılığıyla nasıl açığa çıkaracağız?" diye sordum. Eşyalar olmadan bile nasıl yapacağımı bilmiyordum ki.
"Önce hançeri de kutsayacağız. Senin ve Marcus'un bir damla kanı yeter, ben nasıl yapacağımı biliyorum."
"Sonra?"
Bedenim yorgunluktan ölüyordu ancak merak duygum her şeyi bastırıyordu.
"Sonra Saher'i bulacağız," dedi ciddiyetle. "Sana bunu o öğretecek."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |