24. Bölüm

23. Bulutların Üzerinden Yere Doğru

Destina Avcı
destinaavci

“Saher…”

 

Mors, gerçek hissiyatını belli etmediği ancak kalbinin derinliklerinde büyük bir özlemi harlayan adı söyleyerek öne doğru bir adım attı ve kadının güzel yüzüne baktı. Kadın, neredeyse yüzünü dahi unuttuğu adama bakarken sakindi.

 

“Mors?”

 

Mors kadının sesiyle tehlikeli bir şekilde gülümsedi. “Sonunda geldin.”

 

“Gelmedim,” dedi Saher çenesini yukarı kaldırıp şaşkın bakışlarının yerine gururunu yerleştirirken. “Beni zorla getirdin.”

 

“Fark eder mi?”

 

Saher burnundan bir nefes verdi. Bağlı değildi ancak oturduğu yumuşak sandalyede hareket edemiyordu. Mors’un garip büyülerinden birinin esiri olduğunu farkındaydı. “Hiç değişmemişsin.” diye konuştu dişlerinin arasından. “Bir şeye sahip olmak istediğinde bunun hangi yolla olduğu umrunda olmuyor.”

 

Mors kendiyle gurur duyar gibi omuzlarını dikleştirdi. “Nihayetinde istediğimi elde ediyorsam nasıl olduğu kimin umurundaki?”

 

Saher iç çekti. “Kral beni idam edeceği için mi kurtardın yoksa çemberinin Kader Çeviren’i olmamı istediğin için mi?”

 

Mors zevkle kahkaha attı. “Zekana, lafları uzatmayışına ve netliğine hep hayran kalmışımdır. Cevabıma gelecek olursak her ikisi de diyorum. Ölürsen yazık olacaktı, çemberimde çok daha faydalı olursun.”

 

Saher gülümsedi. Dişi ve tehlikeli bir gülüştü bu. Bronz teni parıldıyordu adeta. “Bugüne dek istemediğim neyi yaptığımı gördün?”

 

Mors, sahiden de kadına zorla bir şey yaptıramayacağını farkındaydı. Bu yüzden, inandığı şeye onun da inanıp arzulamasını istiyordu. “Gücü ve özgürlüğü her zaman çok sevdin Saher. Ben sana bunları vaat ediyorum ancak karar senin tabi.”

 

Saher, gücü severdi ancak özgürlüğe tapardı. Şu an özgür değildi ve gücü de bir işe yaramıyordu. “Güçlü bir tutsak olacağıma özgür bir zavallı olurum.” derken sesi son derece kendinden emindi. Mors’un içi titrerken tüm bedeni arzuyla kavrulmaya başlamıştı. Saher’i özlemişti. Tenini, baştan çıkaran kokusunu, şehvetli dokunuşlarını, ipleri elinden bırakmayışını, zekasını ve kendine olan güvenini… Kadına dair her şey uzak bir geçmişin gölgesi gibi zihnindeydi.

 

“Sana ikisini de vereceğim Saher. Özgür ve güçlü olacak, kaderin iplerini elinde tutacaksın.” Duraksadı, kafasına takılan bir şey vardı. “Ama anlamadığım bir şey var. Senin gibi güçlü bir Kader Çeviren, kralın askerlerine nasıl yakalandı?”

 

Saher’in çekici yüzünde kendini beğenmiş bir ifade yayıldı. Tek kaşı havalanırken bir an için tutsak olduğunu bile unutmuştu. “Belki de yakalanmayı ben istemişimdir Mors. Belki de… kaderi çevirmişimdir ve sen bile bu tuzağa düşmüşsündür.”

 

Mors ilk kez duygularını gizleyemedi. Zayıf yüzü şaşkınlıkla çevrilirken avlanmış gibi hissediyordu. “Neden?” diye sordu yutkunurken. “Planın ne?”

 

Saher alayla baktı karşısındaki adama. Mors her zaman planlar yapan sinsi bir beyin gibiydi ve Saher o beyni bozguna uğratmıştı. “Kaderi kontrol etmek isteyen zavallı Mors… umarım bir gün, kaderin seni kontrol ettiğini anlayabilirsin.”

 

Zedia

 

Dişlerimi birbirine bastırıp dün Senja’nın getirdiği yanık merhemini bacağıma sürdüm. Şu an tek isteğim acının bir an önce yok olup gitmesiydi ancak parmaklarımın hafif dokunuşu bile canımı yakıyordu. Üfleyerek tüm bölgeye merhemi sürüp temiz bir bezle sardıktan sonra üzerime artık yıpranmaya başlayan elbiselerimden birini geçirdim. Pasif bir direniş olarak kaleden verilen kıyafetleri giymemeye başlamıştım. Kimin umurundaydı bilmiyordum ancak kendimce tepki veriyordum işte.

 

 

Saçlarımı çözüp önüme düşen birkaç tutamı küçük bir tokayla arkamdan topladım ve başlayan yeni güne hazırlanmak için derin bir nefes aldım. Güneş doğmadan uyanmıştım. Hem çok işim olduğundan hem de bacağımdaki acının uyumama pek de müsaade etmeyişindendi. Kral bugün de hayatımı zindana çevirmek için elinden geleni yapacaktı. Muhtemelen sevgili karısı da fırsat buldukça ona eşlik etmekten zevk duyacak ve birlikte üzerime geleceklerdi.

 

“Geçecek Zedia,” diye mırıldandım kendimi motive etmek için. “Değerini anladıklarında hepsi önünde diz çökecek.”

 

Biraz abarttığımı farkındaydım ancak günlerdir çektiğim çile yüzünden kafamın içinde herkesi yargılamış ve hepsine işkence etmiştim. En azından günümü katlanır kılan tek şey bu kanlı hayallerdi. Başka arsız hayallerim de vardı ancak düşünmek bile tüm kanımın yanaklarıma hücum etmesine neden olduğundan koşarak odamdan çıkmıştım.

 

Kral kahvaltısını odasına istediğini söylemişti dün gece. Önce mutfağa inecek, aşçıların hazırladığı yemeklerden koca bir tepsiyi kalenin en üst katına çıkaracaktım. Basamakları inerken dün gece Vanya’nın söylediklerini düşündüm. Bana bir Kader Çalan olmayı Saher’in öğreteceğini ve başka bir şey bilmediğini söylemişti. Tüm işlerimin yokuşa sürülmesi canımı sıkıyordu. Koskoca krallıkta kaleden bile çıkamazken Saher’i nasıl bulacaktım ki? Üstelik onu bulamadığım her gün aleyhime hizmetçilik olarak işleniyordu.

 

Canım sıkkın bir şekilde mutfağa girip kralın kahvaltısını hazırlayan huysuz aşçının işini bitirmesini beklemeye başladım. Beklerken bir parça zeytinli ekmek ve biraz peynir yemeye başlamıştım. Yorgunluktan acıktığımı bile hissedemiyordum ve bu sabah elbisemi giyerken bol geldiğini fark etmiştim. Babamın bir bildiği olduğuna emindim ancak beni bu kaleye getiren bacaklarımı hatta o adımları atarken giydiğim ayakkabılarımı bile parçalayıp yakmak istiyordum. Ekmeğimden koparırcasına bir parça daha aldığımda yanımda bir kıpırtı hissettim.

 

“Gecen iyi geçmedi galiba?”

 

Sesin Helmina’ya ait olduğunu görünce istemsizce yüzümü buruşturdum. Devian’la ikisini hatırlamak midemi ekşitiyordu. “Ne alaka?” dedim ters bir şekilde.

 

“Eğer ben Devian’la olsaydım her güne ışıldayarak başlardım. Senin suratın sirke satıyor.”

 

Kaledeki kızların Devian hayranlığından da, uçkuruna söz geçiremeyen ahlaksız Devian’dan da nefret ediyordum. En azından benimle birlikte olduğu yalanını herkesin duymasından sonra gecelerini yalnız geçirdiğini biliyordum ancak yine de geçmişi canımı sıkıyordu. Elimdeki ekmeği iştahım kaçtığı için masaya bırakıp Helmina’ya döndüm. “Ne ima ettiğini anlıyorum ve salağa yatacak değilim Helmina. Benden ve benim olandan uzak dur.”

 

Ne demiştim ben? Dün Senja’ya da benzer laflar etmiştim ve şaka yaptığımı söylemiştim ancak bugün yine ağzımdan aynı laflar çıkıyordu. “Belki de gerçek düşüncelerindir.” dedi iç sesim. Helmina hiç bozuntuya vermeyerek gülümsedi.

 

“Onunla seviştim Zedia. Sadece ben de değil, bir sürü kadın. Onu nasıl etkiledin bilmiyorum ama ona yetemeyeceğini ve yakında senden sıkılacağını biliyorum. Sana postayı koyduğunda üzülme sakın.”

 

Günlerdir katlandığım şeyler, yıpranan sinirlerim ve bacağımdaki acı birleşerek bir güç oluşturdu ve o güç sağ elime toplanarak Helmina’nın saçlarına yapıştı. Kıvırcık saçlarını elime toplayıp yüzünü yüzüme yaklaştırdım ve “Ne dedin sen?” diye bağırmaya başladım. Hiçbir şey umurumda değildi, bu kızı kimse elimden alamayacaktı.

 

“Gelir gelmez herkese kuyruk salladın, yalan mı?” diye bağırdı. Bir yandan saçlarını elimden kurtarmaya çalışıyordu. “Askerlere, krala, Marcus’a ve en son Devian’a.”

 

Kral beni göndersin diye askerlere kur yaptığım çirkin bir zaman olmuştu ancak kısa sürmüştü ve becerememiştim bile ancak Marcus da nereden çıkmıştı? Belki de sık sık koridorlarda konuştuğumuz için öyle düşünüyordu herkes. Tanrım… o benim babamdı ve şimdi o bile gelse bu kızı elimden alamazdı.

 

“Devian’ın yatağına girmek için benden tavsiye isteyen sen mi ahlak dersi veriyorsun bana?” diyerek öbür elimle kolunu tutup büktüm. İçimden bir canavar çıkmıştı ve onu durdurmak istemiyordum. Etrafımıza toplanıp bizi ayırmaya çalışanlara fırsat vermedim ve Helmina’yı tezgaha yaslayıp kolunu kırarcasına büktüm. “Özür dile Helmina.”

 

Acıdan çığlık atıyordu ancak yine de söylediğimi yapmıyordu. “Bir sürtükten özür dilemem ben!”

 

Ölüme yürüyordu adeta. Öfkem tüm kontrolü ele geçirip kendine yeni bir beden yaratırken saçlarını geriye doğru çekip kafasını tezgaha vurdum. “Özür dile!”

 

Birileri bağırdı ancak sesler çok uzaktan geliyordu. Helmina çığlık atarken tekrar özür dilemesi için bağırdım ancak yapmadı. Bacağıyla bacağıma bir tekme attığında tam olarak yanığın üzerine denk getirmişti ve canım o kadar acımıştı ki aklım yerinden çıktı sanmıştım. Birlikte yere yuvarlandığımızda ben üstteydim ancak acıdan gözlerim yaşarmıştı ve hiçbir şey göremiyordum. “O lafları sana yedireceğim.” diye bağırırken bir an bile saçlarını bırakmıyordum. Hepsini tek tek yolacak ve sonra onlardan bir peruk yapacaktım. “Ben. Sürtük. Değilim.”

 

Boştaki elleriyle kollarımı çekmeye çalıştı ve beceremeyince tırnaklarını boynuma geçirdi. Çığlık atarken bana laf sokmaya devam ediyordu. “Kral senden istediğini alınca nasıl da koydu tekmeyi ama? Devian da aynısını yapacak sana. Bu kaledeki tüm erkeklerin altından geçeceksin Zedia! Tıpkı ucuz bir fahişe gibi sokağa atacaklar seni.”

 

Artık bildiğim tek şey bir katil olmak üzere olduğumdu. Altımda çırpınan bu kızı gebertecek ve sonra huzura erecektim. Ellerimi boğazına dolamak üzere öne atıldığımda bedenim sertçe kavranarak geri çekildim ve ellerim boşluğa düşerken Helmina benden uzakta kaldı. Beni kimin tuttuğunu bilmeyerek çırpındım ve “Bırak beni!” diye bağırdım ancak bırakmadı.. Tamamen kendimi kaybettiğimi farkındaydım fakat durmak istemiyordum.

 

“Yeter artık!” diye bağırdı biri. Bu kraldı… Bedenimi kavrayan kişi kralın sesiyle birlikte beni yere bıraktığında dönüp ona baktım. Tabiki Devian’dı. Tüm bu kargaşa onun yüzünden çıkmıştı. Nefes nefese kalmıştım ve geçen saniyeler öfkemi azaltmıyordu bile. Birileri Helmina’ya yardım edip yerden kaldırdığında ağlamaya başlamıştı. Ağladığında onu daha çok dövmek istemiştim. Yolunmuş saçları ve yırtılmış kıyafetleriyle dayak atma isteğimi körüklüyordu.

 

Gözlerim beni derin bir öfke ve hayal kırıklığıyla izleyen kralı buldu. Bir yabancıya bakar gibi bakıyordu suratıma. En çok ona kızgındım bu yüzden bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Sinirlerimi o kadar yıpratmıştı ki acısını Helmina’dan çıkarmıştım ve zerrece pişmanlık duymuyordum.

 

Devian omuzumun üzerinden eğilip “Sakinleş.” diye fısıldadığında derin bir nefes aldım. Herkes mutfağa toplanmış beni izliyordu. Kaç dakika geçmiş, sesimiz nereye kadar uzanmış bilmiyordum ancak anlaşılan büyük patırtı koparmıştım.

 

Kral “Derdiniz ne sizin?” diye sorduğunda Helmina hemen dizlerinin üzerine çöküp ağlayarak yalvarmaya başlamıştı.

 

“Majesteleri, önce o saldırdı. Yemin ederim ben bir şey yapmadım. Şahitlerim var.”

 

Kralın gözleri duygusuz bir ifadeyle onu izledikten sonra bana döndü. “Doğru mu Zedia?”

 

Çenemi yukarı kaldırdım. “Doğru.” Sesim bağırmaktan çatlamıştı ve o kadar duygusuz çıkmıştı ki bir an bana ait olup olmadığından emin olamamıştım.

 

Valdemar’ın yüzünden kısa süreli bir şaşkınlık geçti. Sanki kendimi savunmamı bekliyor gibiydi ancak yalan söyleyecek değildim. İlk saldıran bendim. En azından fiziksel olarak.

 

“Neden?” diye sordu sakince. Ne kadarına şahit olduğunu bilmiyordum ve söylemek de istemiyordum. Zaten neden belki de hayatında hiç önünden bile geçmediği kale mutfağına gelmişti bilmiyordum.

 

“Bazı şeyler söyledi ve saldırdım,” dedim çatlak sesimle. “Neden olduğunun bir önemi yok. Kendimce haklıyım ancak yine de suçlu olduğumu biliyorum. Kalede böyle bir şey yapmamalıydım.”

 

“Neden diye sordum.” diyerek yineledi kral. Niye inat ediyordu ki? Ne ceza verirse kabullenecektim hatta belki kaleden kovar diye bile umutlanıyordum. Bir şey söylemeyeceğimi anlayınca Helmina’ya baktı. Korkudan titremeye başlayan Helmina’nın dili çabucak çözülmüştü.

 

“Sabah suratında mutsuz bir ifade görünce Devian’la mı bir şey oldu diye sordum ama sinirlendi. Sanırım sevgilisini kıskandı majesteleri, biz daha önce Devian’la…”

 

“Tamam sus!” diye bağırdı kral.

 

Ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuç içlerime bastırdım. Kıskançlık mı? Yalancı orospu, diye iç geçirdim. Kralın küçümseyen gözleri üzerimdeydi. “Gerçekten kıskançlık yüzünden mi bu kadar yaygara kopardın?” Bakışları Devian ve benim aramda gidip gelmeye başlarken küçümseyen ifadesi öfkeye dönüştü.

 

“Kıskançlık yüzünden değil.” dedim dişlerimin arasından adeta tıslayarak. Madem Helmina sessizliğimden güç alarak yalan söyleme cesaretini buluyordu ben de o yalanları ağzına tıkmasını bilirdim. “Durup dururken bana sataştı. Devian’ı tatmin edemeyeceğimi; size, Marcus’a, Devian’a ve diğer askerlere kuyruk sallayan bir sürtük olduğumu, bütün kalenin altından geçtikten sonra ucuz bir fahişe gibi sokağa atılacağımı söyledi. Aşçı buradaydı, ona da sorabilirsiniz.”

 

Aşçı öne çıkıp beni onayladığında bakışlarım sadece Helmina’daydı.

 

Helmina’nın gözleri korkuyla irileşti. Bu kadarını söyleyemeyeceğimi, kendisinin söylerken utanmadığı lafları benim dile getirmekten utanç duyacağımı düşündüğünü biliyordum. Bütün bedenim acıyla kavrulurken omuzlarımı dikleştirdim. Gözlerimde kızıl bir savaş olduğunu biliyordum ve ben o savaş meydanında gururla dikiliyordum. “Kimin kiminle ne zaman ne yaptığı umrumda değil,” dedim tok bir sesle. “Ancak biri benim namusuma dil uzatırsa o dili koparırım ve cezam neyse çekerim.”

 

Göğsüm hala nefes nefese inip kalkıyordu. Kral Valdemar’ın yüzünden süratli bir gülüş geçtiğine neredeyse emindim. Sanki sözlerim hoşuna gitmiş gibiydi. Helmina’ya bakmadan Devian’a döndü. “Helmina’yla aranızda bir şeyler oldu mu sahiden?”

 

Devian bana baktı, eğer onu tanımasam pişmanlık duyduğunu düşünürdüm ancak öyle olmadığına emindim. Sürekli seks hakkında şakalar yapan, sadakatsiz olduğunu açıkça dile getiren azgın herifin tekiydi. Üstelik o ikisini bahçede kendi gözlerimle görmüştüm. Devian “Evet, diyerek kralı onayladı. “Zedia’dan önceydi.”

 

Burnumdan bir nefes verdim. Benden önce ve benden sonra diye bir şey yoktu. Biz bir yalanın iki kuklasıydık ve şimdi ayağımıza dolanan o yalanla uğraşıyorduk. Kral sıkıntıyla şakaklarını ovdu. “Bir erkek için kavga eden kadınların çıkardığı rezilliğe–”

 

Öne doğru atılıp sözünü kestim. Ben, Zedia, bir kralın sözünü kestim ve hiç pişman olmadım. “Bir erkek için değil!” dedim öfkeyle. “Bana fahişe dediği için. Sizin özel hizmetçiniz olmamı buna bağladığı için. Devian’ın çıkıp birlikteliğimizi duyurmasını hazmedemediği için.”

Her cümleyi vurgulamıştım. “Ceza almak umrumda değil. Tek isteğim, neden bu raddeye geldiğimin doğru anlaşılması.”

 

Kral bana asırlar gibi gelen bir süreyle gözlerime baktı. Böyle uzun uzun baktığında hasta olduğu zamanlardaki tatlı hallerini anımsıyordum. Ayağa kalkmadan önce çocuksu ve saf tarafını görmüştüm ancak iyileşip bana olan öfkesi onu ele geçirdiğinde başka birine dönüşmüştü.

 

“Anladım Zedia,” dedi soğuk bir sesle. Helmina’ya döndü. “Özür dile.” Helmina ağlayarak özür dilemeye başladığında “Artık özrünü istemiyor ve kabul etmiyorum.” dedim. Bizi bir arenadaki iki dövüşçüyü seyreder gibi izleyen aç kalabalıktan şaşkın mırıldanmalar yükseldi.

Kendimi hiç istemediğim bir duruma düşürmüştüm ve bu saatten sonra bir özrün telafi edebileceği hiçbir şey kalmamıştı.

 

Kral Valdemar yutkundu. “İkinizin de cezalandırılması gerekecek.”

 

Gülümsedim. “Ben zaten cezalandırıldım.” diye fısıldadım belli belirsiz. Senin tarafından.

 

Helmina ağlayıp yalvarırken kral muhafızlara onu almalarını işaret etti. “Bu kalenin nasıl bir dedikodu çukuru olduğunu biliyorum Helmina,” dedi büyük bir ciddiyetle. “Ve artık bundan sıkıldım. Seni zindana atmak ya da en zorlu işlere vermek gibi cezalar vermeyeceğim. Bu kaleden gidiyorsun ve bir daha asla geri gelmiyorsun.”

 

Helmina ağlarken muhafızlar onu çoktan götürmüştü bile. “Sana gelirsek Zedia…”

 

Bu defa kralı bölen Devian oldu. “Majesteleri, onun cezasını ben çekmek istiyorum. Kendisi bir ceza kaldıracak durumda değil.” Bizi izleyen tüm kalabalık gibi benim de şaşkın bakışlarım onu bulmuştu. Ne diyordu bu adam?

 

“Bu da ne demek?” diye sordu kral hepimiz gibi şaşkın bir ifadeyle. Devian omzunun üzerinden bana baktı. Benim cezamı mı üstlenmek istiyordu? İyi de neden? Tanrım, neden kalbimin üzerinde kelebekler kanat çırpıyordu?

 

“Kendisi dün çamaşırhanede kaynar suyla yandı ve işten kaytarmak için bahane uydurduğunu düşünürsünüz diye revire bile gitmedi. Bacağı çok kötü halde, bu şekilde bir cezaya katlanamaz.”

 

Bütün hislerim ılık bir şekilde akarak göğsümü doldurdu. Yaptığı şey o kadar güzel hissettirmişti ki sanki az önce bir kızı onun yüzünden öldürmek üzere değilmiş gibi hissediyordum. Kral panikle bana doğru yürüyüp “Doğru mu bu?” diye sorduğunda artık saklayamayacağımı farkındaydım. Başımı yukarı aşağı salladığımda “Neden söylemedin?” diye sitem etti. Alayla güldüm ve kimsenin duyamayacağı bir sesle fısıldadım. “Söylesem ne değişecekti?”

 

Sonrası çok hızlı gelişmişti. Kalabalığı dağıttıktan sonra beni revire çıkarmışlar ve hekim bacağımı açmaya başlamıştı. Utançla gözlerimi tavana diktim, pek hoş bir pozisyonda değildim. Yattığım yatağın bir yanında kral, diğer yanında Devian ve ayak ucumda da Lemys vardı. Hekim bacağımdaki bezi tamamen çıkardığında Devian’ın bakışlarını kaçırdığını ve kralın da tuhaf bir ses çıkardığını duydum.

 

“Tanrım…” diye mırıldanan kişiyse neden burada olduğunu bilmediğim Lemys’ti. “Neden bir şey söylemedin Zedia? Bu halde nasıl çalıştın sen?”

 

Kafamı kaldırıp bacağımın son durumuna bakarken ona verecek bir cevabım yoktu ve gördüğüm manzara da nefesimi kesmişti. Helmina’nın attığı tekme su toplamaya başlayan yarayı patlatmıştı ve bacağım kelimenin tam anlamıyla korkunç görünüyordu. Avucumda hala saçları vardı, o saçları öfkeyle sıktım.

 

“Ne gerekiyorsa yapın, en iyi ilaçları kullanın.” diye emir verdi kral. Yaraya göz ucuyla bakıp hemen bakışlarını kaçırıyordu ve haklıydı da. Mide bulandırıcı bir görüntüydü ve ben hissettiğim adrenalin geçene kadar hiçbir şey hissetmemiştim.

 

“Merak etmeyin majesteleri iz bile kalmayacak.” diyen hekime gözlerimi devirdim. Krala değil bana söylemesi lazımdı. Ayrıca artık biri bacaklarımı kapatabilir miydi? Neredeyse kasığıma kadar kaldırmışlardı elbisemin eteğini.

 

Hekim yanına bir sürü malzeme alıp işleme başladı. Önce yaraya bir şeyler sürmeye başlamıştı ve sürdüğü her ne haltsa canımı o kadar yakmıştı ki gözlerimi acıyla kapatıp bulduğum ilk şeye -yani Devian’ın eline- tutunmuştum. Dudaklarımı birbirine bastırıp acıya katlanmaya çalışırken Devian’ın diğer eli saçlarımı okşayıp “Dayan kelebek.” diye fısıldadı. Derin nefesler alıp dayanmaya çalıştım ancak canım çok yanıyordu.

 

“Bitsin artık.” diye inlediğimde ağlamamak için dişlerimi dudaklarıma geçirip kanatmıştım. Dakikalar sonra hekim bittiğini söylediğinde kan ter içinde kalmıştım. Gözlerimi açtığımda önce elini kırarcasına sıktığım Devian’ın acı çeker gibi bakan gözlerini, sonra da hemen arkasında duvara yaslanmış kralın sararmış yüzünü gördüm. Devian’ın elini bırakırken kalbimi ikiye bölen o duygunun keskin sınırlarını bir kez daha hissettim.

“Kalbin iki farklı duyguyla bölünecekmiş ve hangisini yaşamayı seçtiğin hepimizin kaderini belirleyecekmiş.”

 

Hekim “Sargılar her gün değişip ilaçlar sürülecek ve kesinlikle kendini yormayacak. Birkaç güne daha az acımaya başlar ve birkaç haftaya tamamen iyileşir.” dediğinde “Teşekkürler…” diye mırıldandım ortaya doğru. Hekim, kral ve Devian üzerine alınabilirdi. Doğrulup elbiseme uzandım ve bacaklarımı kapatmaya çalıştım. Devian bana yardımcı olup çıplak bacaklarımı örtüyle nazik bir şekilde kapattı. Bu sırada kralın gözleri ikimizi izliyordu.

 

“Hepiniz çıkın.” dedi tuhaf bir ses tonuyla. Devian kararsız bir şekilde bana baktığında başımı onaylar gibi hafifçe öne eğdim ve Lemys ile kapıdan çıkmalarını izledim. Birkaç sessiz dakikadan sonra kral gelip yatağımın köşesine oturmuştu.

 

“Çamaşırhanede çalışmak senin görevin değildi ama ben ısrarla tekrar tekrar sana yıkattım çamaşırlarımı. Benim yüzümden yaktın bacağını.”

 

Sesindeki pişmanlığın gerçek olduğunu bilsem de bu durumun kısmen onun suçu olduğunun bilincindeydim. “Evet, benim sakarlığım ve sizin işkence yöntemleriniz bir araya gelince olan bacağıma oldu.” dedim iğnelercesine. Beklemediğim bir şekilde tebessüm etti. “Çok dürüstsün bugün.”

 

Dürüstlük müydü yoksa yıpranan sinirlerimin verdiği cesaret mi bilmiyordum ancak dilimin pek ayarı yok gibiydi. “Majesteleri,” diyerek derin bir nefesi ciğerlerime çektim. “Mutfakta yaşanan şey son derece utanç vericiydi ancak pişman değilim. Yine de kalenizde böyle bir rezillik çıkarmayı istemezdim, özür dilerim. Bacağımın durumu yüzünden cezamdan kaytaracak ya da Devian’a yıkacak değilim. Lütfen adil bir şekilde karar verin hakkımda.”

 

“Devian…” derken tiksinir gibiydi sesi. “Her şey onun yüzünden, değil mi?”

 

“Hayır. Size neden kavga ettiğimi açıklamıştım. Ayrıca o kız sadece Devian hakkında değil sizin hakkınızda da imalarda bulundu bana. Sanki kalenin geri kalanı bunları konuşmuyormuş gibi yapmayalım lütfen.”

 

Bakışları arkamdaki duvara sabitlendi ve uzunca bir süre orayı izledi. Sessizlik büyüdükçe kavganın ne kadar hasar bıraktığını daha iyi anlıyordum. Tüm bedenim sızlıyordu adeta. Yine de bir önemi yoktu. Fiziksel hasarlar geçerdi ancak o kavga bazı ruhsal hasarlar bırakmıştı üzerimde. Şimdi herkes sanki başka işleri yokmuş gibi bunu konuşacak ve meraklı gözlerini üzerime dikecekti. Gelecek günlerim bundan çok daha can sıkıcı ve katlanılmaz olurken zihnimin bir köşesi hep diğerlerinin de Helmina gibi mi düşündüğünü sorgulayıp duracaktı.

 

Kaltak, diye bağırdı iç sesim.

 

“Kendine yalan söyleyip durma,” dedi durgun bir sesle. Yorulmuş gibiydi. “İkimiz hakkında dedikodular çıktığında sadece gitmek istemiştin. Söz konusu Devian olduğunda içinden yırtıcı bir canavar çıktı. Tüm kale inliyordu seslerinizle. Gelip seni o halde gördüğümde gözlerime inanamadım.”

 

“Ben asilzade değilim majesteleri,” dedim alayla. “Biri üzerime geldiğinde bir noktaya kadar dayanırım. Yeri gelince kavga etmekten de asla çekinmem.” Konu Devian değildi. Tamam, biraz oydu ama tamamen onunla alakalı değildi. Bir şey söylemesine izin vermeden devam ettim. “İlişkimizi öğrendiğinizden beri o kadar üstüme geldiniz ki sinirlerim yıprandı ve Helmina da damarıma basınca tutamadım kendimi. Olay bundan ibaret.”

 

Beni duymuyor gibiydi. “Siz…” dedi yüzüme dikkatle bakarak. “Birlikte oldunu–”

 

“Lütfen!” dedim utanç ve öfke karışımı bir sesle. “Neden herkes benim özel hayatımı kurcalıyor? Size ne? Onlara ne?”

 

“Düşüncesi bile canımı acıtıyor,” Sesi içten ve üzgün geliyordu kulağa. “Buna hakkım olmadığını söylerken haklısın ama engel olamıyorum. Onu arzuladığını, dokunduğunu, kıskandığını bilmek içimdeki kötü adamı uyandırıyor.”

 

“İçinizdeki kötü adam bu kadar kolay uyanıyorsa suçlusu ben değilimdir. Belki de siz onun varlığını sevdiğinizi kendinize bile itiraf edemeyip bir suçlu arıyorsunuzdur.”

 

Bugün ya dünyadaki son günümdü ya da ben cidden sıyırmıştım. Kaç kişi kralla böyle konuşabiliyordu acaba?

 

“Zedia, Zedia, Zedia…” Uzanıp elinin tersiyle hafifçe yanağımı okşadı. “Beni de arzulayacağın günler gelecek ve ben tıpkı bugünkü gibi vahşi bir kadına dönüşmeni zevkle izleyeceğim.” Ayağa kalkıp kapıya doğru yönelmişken bir şey hatırlamış gibi dönüp baktı. “Ah, bir de…” Tek kaşı alayla havalanınca ne söyleyeceğini merak ettim. “Ne ruhumun ne bedenimin arzulamadığı bir kadınla çoktan ölmüş bir evliliğe sahibim diye beni istemeyip, sana asla sadakatle bağlanamayacak bir adamı seçmen gerçekten ironik olmuş. Ne dersin, kader bizimle dalga mı geçiyor sence?”

 

Soru sormuş ancak bir cevap beklemediğini belli etmişti. Kralın soruları, cevapları ve gerçekleri kendi inandığı kadarıylaydı. Ne söylersem söyleyeyim sonucu değiştiremeyecektim. Bugün Devian’ı kıskandığım yalan değildi ancak kıskançlık yüzünden kavga etmemiştim. Bin kere de sorsalar aynı cevabı verecektim. Gerçekten birlikte değildik ve onun sadakatsiz biri olduğunu hep biliyordum. Yine de bana söz vermişti ve bu oyun sürdükçe benim gururumu zedeleyecek bir şey yapmayacaktı.

 

Bedenim yorgunluk ve strese daha fazla dayanamayıp beni uykunun kollarına çektiğinde ona teslim oldum ve derin bir uykuya daldım. Karanlığın içindeydim ve elimde bir gaz lambasıyla tepeye doğru hızla yürüyordum. Babamı arıyordum ve içimde yükselen korku her yanımı ele geçirmişti. Tepeye ulaştığımda ona seslendim ancak duyduğum tek şey öfkeyle kayalara çarpan okyanusun sesiydi. Az ileride onu gördüm. Koşarak yanına gittiğimde kanlar içinde olmasına rağmen ayakta dikildiğini gördüm. Göğsünden tüm bedenine oluk oluk yayılan kanı ödümü koparmıştı.

 

Babamın gözleri donuk bir şekilde bana bakarken bana o tanıdık sözleri söylemişti. “Cevaplar katilimde, katilim kaderinde.”

 

Ardından yüzü değişmeye başlamıştı. Bugüne dek tanıdığım kim varsa babamın yüzünde canlanıyordu. Kasabadaki insanlar, falcı Mon, gemideki şerefsiz takasçı, şehre ilk geldiğimde kaldığım hanın sahibi, Merd, kaledekiler, Marcus, kraliçe, Lemys, Tybalt, Orlagh… hepsi saniyelik olarak babamın yüzünde belirip kaybolurken yeni yüzler beliriyordu ancak öncekiler gibi hızla kaybolmuyorlardı artık. Kralın yüzü bir süreliğine belirip adımı söyledikten sonra kayboldu ve yerini Devian aldı. Gözleri bir katil gibi soğuk bir ifadeyle beni izledikten sonra yüzünün şekli değişti ve Mors belirdi. Gülümsüyordu.

 

“Buldum seni, Kader Çalan.”

 

Elini bana uzattığında sıçrayarak gözlerimi açtım.

 

“Zedia?” Devian’ın tanıdık sesi kulaklarıma dolduğunda karanlığın içindeki yüzünü seçmem biraz uzun sürmüştü. “Devian?” Nefes nefeseydim. Gördüğüm rüya gerçekçi ve tuhaftı ancak neden böyle bir şey gördüğümü bilmiyordum.

 

“Kabus gördün sanırım.” dediğinde hızla inip kalkan göğsüme elimi koyup sakinleşmeye çalıştım. Hava kararmıştı ve cılız bir gaz lambası içeriyi aydınlatmak için çaba veriyordu. “Tuhaf bir kabustu…” diye mırıldandım. “Sen ne yapıyorsun burada?”

 

“Seni merak ettim.” dediğinde ona baktım. Yatağımın yanındaki sandalyeye oturmuştu ve dirseklerini yatağıma yaslamış bir şekilde bana bakıyordu.

 

“İyiyim, şey… bugün için teşekkürler. Krala durumumu anlatıp cezamı üstlenmeye çalışman çok ince bir davranıştı.”

 

Senden beklenmeyecek kadar ince diyecektim ancak vazgeçmedim. Laf sokmak ya da dalaşmak istemiyordum. Yaptığı şey çok anlamlıydı.

 

“Neden yaptım bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “O an tek düşündüğüm şey seni korumaktı.”

Ilık hisler yeniden göğsüme dolduğunda minnetle bakıyordum yüzüne. Bir şey söylemek istedim ancak ne söyleyeceğimi bilemediğim için kısa bir sessizlik yaşandı ve o devam etti. “Beni kıskandığın için kavga etmediğini biliyorum ama yine de söylemeden geçemeyeceğim. Bu çok seksi ve etkileyiciydi.”

 

Tanrım, neden sadece bir dakikalığına bile normal şekilde konuşamıyordu bu adam?

 

“Neresi seksiydi? Sokakta dövüşen kediler gibiydik.”

 

Devian burnundan güldü. “Çok vahşiydin. Böyle görünebileceğini tahmin bile edemezdim. Saçların kabarmış, üstün başın dağılmıştı ve gözlerinde ürkütücü bir kızıllık vardı. Öfkeyle aralanmış dudaklarından özür dilemesini söyleyen sözler çıktığında epey etkilendim doğrusu. Canının acıdığını düşünmesem kendimi bu seyir zevkinden mahrum etmezdim.”

 

Ne kadar süre bizi izlemişlerdi bilmiyordum ancak anlaşılan çok bir şey kaçırmamışlardı. “Bana hakaret etti ve çok daha fazlasını hak etti. Keşke ayırmasaydın.”

 

“Yanığın olduğu yere tekme attığını görünce dayanamadım. Epey acıtmış olmalı.”

 

Acıtmak mı? Ruhum bedenimi terk etti sanmıştım. Gözlerimde şimşekler çakmış ve beyaz ışığı görmüştüm.

 

“Neyse işte,” diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. Bu rezilliği daha fazla hatırlamak istemiyordum ancak herkesin bunu konuştuğunu tahmin edebiliyordum.

 

“Benimle ilgili ettiği laflar hiç mi canını sıkmadı?” diye sorduğunda şaşkın bir şekilde kaşlarımı çattım. Sesinde bunu istediğine dair bir şeyler var gibiydi. Helmina’nın onunla yattığını ballandırarak anlatması anlamsız bir biçimde canımı sıkmıştı ancak bunu ona söylemeli miydim emin değildim. Ona karşı bir şeyler hissettiğimi düşünebilirdi ve onun gibi kalpsiz bir adam arkasına bakmadan benden kaçardı.

 

“Kısa sürede birçok kadınla yattın, her birinin lafına canımı sıkarsam işin içinden çıkamam.” dedim umursamaz görünmeye çalışarak. “Hem biz gerçekten birlikte değiliz ki, neden canımı sıkayım?”

 

“Bilmem, beni kıskandığını düşünmek tuhaf bir şekilde hoşuma gitti.”

 

Karnıma sancılar girmeye başlamıştı. Onu kıskanmamı mı istiyordu? Aslında kıskanıyordum ancak açık bir şekilde söyleyecek cesaretim yoktu. Devian tam anlamıyla bir kalp kırandı. Kızlardan defalarca kez duymuştum. Kimisine hiç yüz vermiyor kimisiyle de bir şeyler yaşadıktan sonra yüzlerine bakmıyordu. Benimle bile öpüşüp hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmişti. Tanrım, şimdi neden öpüşmemizi hatırlamıştım ki? Unut, unut, unut.

 

“Sadakatsiz bir adamı kıskanmak ömrünü çürütmekle eşdeğerdir.” dedim düşüncelerimi gizleyerek. Bir kez daha gülüp başını salladı.

 

“Haklısın ama…” Söyleyip söylememekte kararsız gibiydi. “Bugüne dek, tek bir kadına ait olmayı düşünmediğim için gerçek bir ilişki yaşamadım hiç. Tek gecelik ilişkiler yaşarken en başında söylerim bunu. Kimseyi kandırmam, eğer onlar da razıysa bir şeyler yaşar ve yolumuza bakarız.”

 

“Peki ya bir gün tek bir kadına ait olmayı istersen?”

 

Bir süre cevap vermedi ancak yanlış bir şey sorduğumu düşünmüyordum. Ya bir gün kalbi atmaya başlarsa ve bir kadının bedenini değil kalbini arzularsa? O zaman sadık biri olabilir miydi? Bu sorunun cevabını deli gibi merak ediyordum.

 

İşaret parmağı çıplak kolum boyunca dolaşmaya başladığında titrediğimi hissettim. “Zedia,” diyerek ismimi mırıldandı. “Bunun olacağını daha önce hiç düşünmemiştim. Sanki öyle bir kadın asla var olamaz gibiydi ya da benim kalbimde öyle duygular filiz vermezdi.”

 

“Şimdi ne düşünüyorsun?” diye sordum ısrarla. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sesini duyabildiğine emindim. İçten içe o kadın olabilmek için delirdiğimi farkındaydım ancak bunu bastırmak için çabalıyordum.

 

“Zedia…” dedi milyonuncu kez. “Çocuk değiliz. Sana ilk tanıştığımızda küçük kız dediğimi biliyorum ancak bunun nedeni çocuk olman değildi. Kızıl gözlerinde gördüğüm masumiyet yüzünden böyle demiştim sana. Yetişkinlerde görmeye alışkın olmadığım bir şeydi bu.”

 

Yutkundum. Bana öyle dediğinde ona gıcık olmuştum. Merakla söyleyeceklerini beklemeye başladım. “Aramızda bir çekim olduğunu inkar edemeyiz. Sen ne kadarını hissediyorsun bilmiyorum ancak ben her an bu çekimin etkisindeyim. O kadınlarla yattım çünkü bu çekimi inkar etmeye çalışıyordum ancak her gecenin sonunda senin tek bir dokunuşunun bile beni daha çok heyecanlandırdığını fark etmeye başladım. Hayatımda ilk kez bir kadını düşünmeye başladım üstelik bu sevişmek için bile değildi. Ne yaptığını, iyi olup olmadığını, ne yediğini, bugün ne giydiğini düşünürken buluyorum kendimi. Bu çok saçma.”

 

Saçma mı? Kalbimi yerinden çıkaran sözler ettikten sonra buna saçma diyemezdi. Beni düşünmesi ve merak etmesi benzersiz bir haz veriyordu ruhuma. İşaret parmağı boynuma ulaştı ve usulca dokunarak çeneme doğru bir yol çizip dudaklarımın üzerinde durdu. “Hiçbir şey söyleme olur mu? Belki de bunları sana son kez söylüyor olacağım.”

 

Bedenim zangır zangır titrerken zaten bir şeyler söyleyebileceğimi sanmıyordum. Onun her sözü ve dokunuşu beni bu hale getiriyordu.

 

“Benim gibi bir avcının bile kıyamayacağı kadar masum bir avsın. Avuçlarımdasın. İstesem o güzel canını hemen alabilirim ya da seninle oyun oynayabilirim. Kurtulduğunu sandığın her an tekrar tekrar yakalayıp bırakırım seni. Ben… ben düşündüğün kadar iyi biri değilim. Her seferinde seni kurtardığımı söylüyorsun ve o kadar masumsun ki buna inanıyorsun. Hiç aklına benim avcı olduğum ve seni tehlikenin içine atıp sonra da kurtaran biri olduğum gelmiyor mu?”

 

Başımı iki yana salladım. Başımı kendi kararlarım neticesinde belaya sokuyordum her seferinde. Ormana gitmek benim kararımdı, yangını çıkarmak da… ve hatta onun benim kiralık katilim olması da.

 

“İnsanlara güvenmemen gerektiğini kaç kez söyleyeceğim sana kelebek?”

 

Göz kapaklarım usulca kapandı. Çok kez söylemişti doğrusu ancak şu an anlayamıyordum. Bana ne demek istiyordu? Bilmece gibi sözlerinin ardında ne olduğunu merak ediyordum. Dudağımdaki parmağını hiç kaldırmadan aşağı doğru indirdi ve köprücük kemiklerimin tam ortasındaki boşluğun üzerine düşen kolyemin ucunda durdu. “Nabzının hızlandığını, seni arzuladığım kadar beni arzuladığını biliyorum.”

 

Vücudum kuru bir ağaç gibi yanıyordu. Göğsüm nefes nefese inip kalkıyordu ve bu adamın üzerimdeki etkisi her seferinde böyle oluyordu. Ben yanarken onu da tutuşturmak istiyordum. Bahsettiği masumiyetim o ateşin içinde yanmak için hazırda bekliyordu ve mantığım tüm bunları uzaktan izliyordu.

 

“Bu yangını tutuşturabilirim Zedia,” diye fısıldadı eğilip kulağıma doğru. Sırtımdan aşağı bir ürperti indi. “Ama küle dönersin, bunu istiyor musun?” Gözlerim yeniden kapandı. Bunun evet demek olduğunu anlayacağını biliyordum. Arzu bütün kontrolü ele geçirirken geri kalan her şey küle dönmüştü zaten.

 

“Hep kötü bir adam olduğumu düşünmüştüm,” dedi alayla. “Şu an bütün ruhumla seni kül etmek isterken bunu yapmıyor olmak ilk kez o kadar da kötü biri olmadığımı düşündürdü.” Boynum ve kulağım arasındaki bir noktaya çıldırtıcı bir öpücük bıraktığında yatağı kavradım. “Devian…” diye adını fısıldadığımda “Şşş…” diyerek beni susturdu. “Konuşma kelebek, bırak bir kez olsun iyi biri gibi hissedeyim.”

 

Şu an istediğim tek şey bana daha çok dokunmasıydı. “İyi biri olmanı istemiyorum,” diye mırıldandım. “Dokun bana. Beni küle çevir.” Yoksa bu yangın beni yok edecek.

 

Sesli bir şekilde yutkunurken “Tanrı iyi bir adam olmam için bana hiç şans vermedi zaten.” dedi ve boştaki sol elini elbisemin altından geçirip bacağımı okşayarak yukarıya kadar çıktı ve bacaklarımın arasında bir nabız gibi atan kadınlığımın üzerinde durdu. Elinin yalnızca orada durması bile aklımı kaçırmama neden oluyordu. Arzunun yangını o kadar büyüktü ki geri kalan her şey önemini yitirmiş ve düşünebildiğim tek şey içinde olduğumuz bu an olmuştu.

 

Parmakları iç çamaşırımın kenarlarından içeriye kaydığında derin bir nefes aldım. Önce oradaki küçük tepeciğe hafifçe dokundu ancak bunun benim üzerimdeki etkisi hiç de hafif olmadı. Dudakları hala boynumun yakınlarındaydı ve birazdan revirin rahatsız yatağına gömülecekmişim gibi hissediyordum.

 

“El değmemiş kelebeğim,” diye mırıldandı. “Kanlı ellerimin sana dokunmasını istiyor musun sahiden?”

 

Nefes nefese başımı salladım. İstiyordum. Hayatta hiçbir şeyi bu denli istememiş gibiydim.

 

“İkimizi de öldüreceksin.” diye fısıldadı boynuma doğru ve parmakları yavaş hareketlerle o noktayı okşamaya başladı. Bugüne dek kendime hiç o şekilde dokunmamıştım. Kasabadaki kızlar arada bir yaptıklarını ve benim de yapmam gerektiğini söylüyorlardı ancak kendime dokunma fikri hiç cazip gelmemişti.

 

Dokunan Devian olduğu için mi bu kadar zevk alıyordum bilmiyordum ancak parmaklarının her hareketinde bacaklarımın arasında alışkın olmadığım bir ıslaklık beliriyordu. “Benim için ıslanıyorsun.” dedi boğuk bir sesle. “Hoşuna gidiyor, değil mi?”

 

Bakışları yüzümdeydi ve kafamı çevirip ona bakarken hiç utanç duymuyordum. Konuşmak için gücüm yokmuş gibi hissettiğimden onu başımla onayladım. Yüzünde bir tebessüm belirdi. “Sana daha fazlasını vermemi ister misin?” Komut alan bir asker gibi başımı salladım. Bana şu an istediği her şeyi yapabilirdi. Boştaki eliyle usulca dudaklarımı kapattı ve ıslak parmakları içime doğru kaydı. Eğer ağzımı kapatmamış olsaydı bir çığlık duvarlarda yankılanabilirdi ancak bunun acıyla hiçbir ilgisi yoktu.

 

Tanrım… bir günah işlerken senin adını haykırmak istememe kızmazsın değil mi?

 

Ağzıma kapattığı eline doğru boğuk bir şekilde inlemeye başladığımda içimdeki parmakları daha hızlı hareket etmeye başladı. Başımı geriye yasladığımda gözlerim de kapanmıştı. Yatağı bütün gücümle kavrayıp dudaklarımı ısırırken zevkin bacaklarımın arasından tüm bedenime yayılışını hayretle karşıladım. Geriye yaslandığım için daha da açığa çıkan göğüslerime birkaç öpücük kondurdu. Yaptığı her hareketin daha fazlası için deliriyordum.

 

“Seni rüyalarımda kaç kere böyle gördüğümü bilsen…” dediğinde kahkaha atmak istedim. Beni böyle mi düşlemişti? “Zevkten inlediğini hayal etmek bile bana neler yaptı Zedia, sen gerçekten tehlikeli bir kadınsın.”

 

“Devian…” diye inlediğimde elini ağzımdan çekmişti.

 

“Gel bana.” dedi davetkar bir sesle. İçimi dolduran parmakları hızlandı. “O kadar daracıksın ki kim bilir içinde olmak nasıl hissettirir. Tanrım…”

 

Kendimi bunu hayal ederken buldum ve hissettiğim zevk birkaç kat daha arttı.

 

İnlemelerim daha yüksek perdeden çıkmaya başladığında dışarıdan birilerinin duyması bile umurumda değildi artık. Bulutların üzerinde gibiydim. Zihnimde şimşekler çakıyordu ancak bu bana zevkten başka bir şey vermiyordu. Titriyor, kasılıyor, daha önce hayal bile edemeyeceğim bir duygunun pençesinde cebelleşiyordum.

 

“Bırak kendini.” dediğinde tırnaklarımı koluna geçirdim ve içimden sıcak bir şeyler volkandan taşan lavlar gibi bacaklarımın arasına doğru akarken dudaklarıma kapanan dudaklarının arasına doğru bir çığlık attım. Zevkin böyle bir şey olduğunu tahmin bile edemezdim. Üstelik bunu sadece elleriyle yapmıştı bana. Arsızlığını yeni fark ettiğim zihnim tüm bedeniyle bana neler yapabileceğini düşünmeye başladığında kendimi hayretle izliyordum.

 

Elini bacaklarımın arasından çektiğinde parmaklarına bulaşan sıvıyı gördüm. Ne yaptığını anlayacak fırsatı bulamadan parmağını dudaklarına götürdü ve hafifçe emdi. “Tadını aldım küçük kelebek,” diye mırıldandı ben utançtan kavrulurken. “Şimdi senden nasıl vazgeçeceğim?”

 

Yaptığı şeyi biri bana anlatsaydı kusardım muhtemelen ancak şu an bu hiç de iğrenç hissettirmiyordu. Tadıma baktığı düşüncesi karnımdaki kelebeklerin aklını başından alıyordu ve hala titreyen bedenim bir kez daha bana dokunması için sessiz çığlıklar atıyordu. Şehvet ve arzunun insanlara kötü şeyler yaptırdığını düşünüp yargılamıştım her zaman. Devian ise bir keresinde bana şöyle demişti: “Bir gün o hazzı hakkıyla aldığında, sadakatin sınanacak ve ahlaki duygular önemini yitirecek.”

 

Onu daha iyi anlıyordum artık. Şimdiden daha fazlasını isteyip geri kalan şeyleri umursamıyordum bile. Belki yarın sabah pişman olacaktım ancak şu an pişmanlığa dair hiçbir iz yoktu.

 

“Neden benden vazgeçmek istiyorsun?” diye sordum çatlak bir sesle. Başımda uçuşan yıldızlar yavaşça sönmeye başlamıştı. Benden uzak durmaya çalışması yalnızca çok masum olduğumu düşündüğünden miydi bilmiyordum. Aklımdan geçen şeyleri bilse o kadar da masum olmadığımı anlardı.

 

“Keşke sana açıklama yapabilsem.” dedi terden alnıma yapışan saçlarımı düzeltirken. “Şunu bil; sana dokunduğum her noktan gün gelip acımaya başlayacak. Bir gün beni hayatında istemeyeceksin ve yaşadığın her şeyden pişmanlık duyacaksın.”

 

Beni bulutların üzerine çıkarıp yıldızları gösterdikten hemen sonra böyle laflar etmemeliydi. “Sus.” dedim bir çocuk gibi. “Duymak istemiyorum.”

 

“Krala aramızda bir şey olmadığını söyledim.”

 

Yatakta oturur pozisyona gelip “Ne?” diye bağırdım. “Neden yaptın bunu?”

 

“Bu yalanı seni zor bir durumdan kurtarmak için söylemiştim ancak zamanla gördük ki bu seni daha zor durumların içine soktu.”

 

Gözlerim yanıyordu. Sanki biz gerçekten birlikteymişiz ve şimdi o bana artık bittiğini söylüyor gibiydi. Öyle olmadığını biliyordum ancak kalbimin üzerine dağılan acıya engel olamıyordum. “Bana sormadan bunu nasıl yaparsın?” diyerek kızmaya başladım. Bunu bana dokunmadan önce söylemesi gerekiyordu. Çıkardığı bulutlardan aşağı itmişti beni.

 

“Birbirimizden uzak durmak zorundayız Zedia. İnan bana bu senin iyiliğin için. Kral sana aşık, o gün seni korumaya çalıştığımı ve aramızda hiçbir şey olmadığını söylediğimde gözlerinde yanan ışığı görmeliydin. Metres ol demiyorum sana, aklını kullan ve kraliçenin yerine geç. Zaten kralı aldattığını söylemiştin, bunu kendi lehine çevir.”

 

Her cümlesi şok etkisi yaratıyordu üzerimde. Kelimeleri toparlayamıyordum. “Sen… ne… saçmalık…” Derin bir nefes aldım. “Bunu istediğimi sana düşündüren ne?” diyebildim nihayetinde. Kraliçeyi ispiyonlayıp yerine geçmeyi düşünmemiştim bile. Hiçbir zaman böyle bir arzum olmamıştı.

 

“Her kadın kraliçe olmak ister.” gibi basit bir cevap verdiğinde suratına yumruğumu geçirmek istiyordum.

 

“Ben istemiyorum seni ahmak. Bana sormadan krala gerçeği nasıl söyleyebilirsin?” Elimi saçlarımın arasından geçirip yoldum. “Madem böyle bir halt yedin, o halde az önce olanlar neydi? Veda hediyesi mi?”

 

Onu öldürmek istiyordum.

 

“Buraya gelirken aklımda böyle bir şey yoktu,” diye açıklamaya başladı. “Yakınında olmak mantıklı düşünmemi engelliyor.”

 

“Uzağımdayken de mantıklı kararlar vermiyorsun anlaşılan.” Sesim epey öfkeli çıkmıştı. “Beni düşündüğünü bile sanmıyorum Devian. Sen… sen korkak herifin tekisin! Sadakatten, birine bağlanmaktan, tek bir kadına ait olmaktan korkuyorsun. Beni istiyorsun, bunu gözlerinde görebiliyorum ancak sana bağlanmamı istemiyorsun. Hayatın boyunca yalnız olmaya o kadar alışmışsın ki bir kadının o yalnızlığı bozmasından ödün kopuyor.” Derin bir nefes alırken gözlerinin en içine baktım. “Merak etme, sana yapışıp kalmaya niyetim yoktu. Basit bir arzuydu aramızdakiler, tensel çekimin ötesinde bir şey hissetmemiştim sana. Helmina’yla kavgamızın bununla bir ilgisi bile yoktu ama anlaşılan seni korkutmuşum.”

 

“Zedia, anlamıyorsun…” dediğinde onu susturdum.

 

“Hayatımdan çık git Devian. Bir daha sakın bana dokunma. Madem kralla olmamı bu kadar istiyorsun, o halde sana istediğini vereceğim. Bugün bana yaşattığın zevkin çok daha fazlasını o bana yaşatacak.”

Gözlerinden karanlık bir bakış geçti ancak bir şey söylemedi. “Bir gün neden böyle yaptığımı anlayacaksın,” dedi ayağa kalkarken. “Kanatlarını yaşamak için çırp kelebeğim, ne yazık ki ben seni yaşatamam.”

 

Karanlığın içinde yürüdü ve kapıdan çıkıp gitti. Az önce, hiç beraber olmadığım bir adam tarafından terk edilmiştim. Gözyaşlarımı görmediği için memnundum.

 

Bölüm : 11.07.2025 17:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...