5. Bölüm

4. Bir Mum Yak

Destina Avcı
destinaavci

Zedia

Kaleden çıktığımda karşımda Devian'ı bulmuştum. Bunca zaman beni beklediğine şaşırmıştım ancak oradaydı işte. Yüzündeki sıkılmış ve bıkkın ifadeye bakılırsa beklediği için o da memnun değildi. "Neler oluyor?" diye sordu doğrudan. O kadar yorgun hissediyordum ki olanları anlatacak gücüm yoktu fakat bir cevabı hak ettiğini farkındaydım.

 

"Kral beni hizmetinde istemiş." dedim onu beklemeden yürümeye başladığımda. Büyük bir adımda bana ulaşıp kolumu kavradı ve beni durdurdu. Ciddi yüzü şimdi çok daha ciddiydi ve biraz ürkütücü görünüyordu.

 

"Ne demek seni hizmetinde istemiş? Durup dururken mi?"

 

"Evet," dedim kısaca. "Pencereden dışarıyı izlerken beni görmüş ve hizmetinde çalışmamı emretmiş."

 

"Sen ne dedin?"

 

Gözlerimi devirip kolumu ondan kurtardım ve yürümeye devam ettim. "Söylediklerimi idrak edemedin sanırım. Emretmiş diyorum. Kimse bana ne istediğimi sormadı ki. Yarın sabah erkenden kaleye gelmemi ve artık orada yaşayacağımı söylediler."

 

Her şey o kadar hızlı olmuştu ki neyin içine düştüğümü anlayacak fırsatım olmamıştı. Babamın katilinin peşine düştüm sanırken kalede çalışmaya başlamıştım. O kadar saçmaydı ki korkup kaçmak ve durup kahkaha atmak arasında bir yerde kalakalmıştım.

 

"Sakladığın bir şeyler var." dedi Devian yanımda yürürken. Ona kralın hasta olduğunu ve aylardır odasından dahi çıkmadığını söyleyemezdim. Sonuçta onu tanımıyordum. İç sesim benimle alay ettiğinde dişlerimi sıktım. Babanın katilini öldürmesi için ona güveniyorsun ama kralın durumunu söylemek için güvenmiyorsun, aferin kızıma.

 

"Sakladığım bir şey yok!" dedim öfkeyle. Bir yalancının öfkesi saklıydı sesimde, o da bunu anlamış gibi bakıyordu gözlerime. "Bir anda oldu her şey. Başka bir seçeneğim olmadığını, şehirden ayrılamayacağımı söylediler. İtiraz etmeme bile izin vermediler, ne yapabilirdim ki?"

 

O kadar derin bakıyordu ki içimi görüyor olabilirdi tam şu an. Bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi ama neyi anlamaya çalıştığını bilmiyordum. "Marcus ne olacak?" diye sorduğunda asıl düşündüğü şeyin bu olmadığına kalıbımı basabilirdim.

 

"Kalede illaki karşılaşacağız, bir şekilde gerçeği öğrenebileceğimi düşünüyorum."

 

"Peki sonra?"

 

"Devian!" diye bağırdım durup ona bakarken. "Gerçekten bilmiyorum. Tek isteğim bu işi halledip eve dönmekti ama şimdi işler boka sardı. Kralın beni neden istediğini bile bilmiyorum ve korkuyorum, anladın mı?"

 

Anladığına emindim. Bu adamın gözleri bir ölü kadar hissizdi ancak bakışlarında bir şey vardı ve ne olduğunu bilmediğim o şey beni anladığını düşündürüyordu. "Seni bir fahişe mi sandı?" diye sorduğunda bu soruya epey hazırlıksız yakalanmıştım. Hana giden yoldaki adımlarımı hızlandırırken arkamda kalmıştı.

 

"Bir fahişeye mi benziyorum ki öyle sanacak?"

 

"Kral genç bir kızı yalnızca çayını getirsin diye istemez."

 

Haklıydı ve ben de bundan korkuyordum ancak Tybalt onun hasta olduğunu söylemişti ve hasta bir kralın önceliklerinin farklı olduğunu varsayıyordum. Üstelik beni kocaman bir kalenin bilmem kaçıncı katındaki penceresinden görmüştü yalnızca. Belki de kafası iyice gitmişti ve ne söylediğini bile farkında değildi.

 

"Düşündüğün gibi bir şey olmayacak," dedim hırsla. "Buna izin vermem."

 

"Bir kral isterse her şey olur."

 

Bir kral dahi olsa hiç kimse bana rızam dışında dokunamazdı. Umarım bunu onlara bizzat öğretmek durumunda kalmadan bu işi halledebilirdim.

 

Hana ulaştığımızda çoktan akşam olmuş ve hava kararmıştı. O kadar keyifsizdim ki önüme gelen yemeği yemek yerine işkence ediyordum. Devian iştahlı bir şekilde önündekileri götürürken ona baktım ve kaledeki dövüş becerilerini hatırladım.

 

"Marcus'a yalan söyledin, değil mi?" diye sorduğumda tepkisiz kaldı. "Babanın bir kılıç ustası olduğunu sanmıyorum. Sen de bir şeyler saklıyorsun."

 

Bana ters bir bakış attı. "Ne sen bana kim olduğumu sordun ne de ben anlattım. Bir anlaşma yaptık ve onun şartlarından biri de benim sınırlarımla ilgiliydi, hatırladın mı?"

 

Huysuz bir sesle "Hatırladım," dedim. "Anlatmazsan anlatma. Orada nasıl dövüştüğünü ve asıl potansiyelini dahi ortaya koymadığını gördüm. En azından bu iş için doğru kişiyi seçtiğimden eminim artık."

 

"Şüphelerini giderdiğime memnun oldum." dedi alayla.

 

Bir an önce odama çıkıp dinlenmek istiyordum. Kalede Lemys adında bir kadın vardı ve tüm hizmetlilerden sorumluydu; beni de o eğitmişti ve o kadar huysuz biriydi ki canımı çıkarmış, epeyce küçümseyici bakış atmış ve bir düzine laf sokmuştu. Kralın neden beni seçtiğine anlam veremeyenler listesine onu da eklemiştim. Güneşin doğuşuyla aynı anda kalede olmamı istiyordu bunak kadın.

 

Ayağa kalktığımda Devian gözlerini bana dikerek "Nereye?" diye sordu. "Sabah erken kalkacağım, muhtemelen sen uyuyor olursun." dedim ve devam ettim. "Bana birkaç gün ver, Marcus hakkındaki gerçeği öğrenip sana ulaşmanın bir yolunu bulacağım."

 

Başını salladı.

 

Odama çıkmış, zaten dağıtmadığım eşyalarımı şöyle bir toparlayıp yatağa girmiştim. Düşünmek istemiyordum fakat zihnim buna izin vermiyordu. Bir şeyler oluyordu. Babam son nefesini vermeden önce "Cevaplar katilimde, katilim kaderinde." demişti. Ölürken bile bilmece gibi konuşmayı başarabiliyordu ve bunu nasıl yaptığını asla anlayamıyordum. Cenazesinden sonra odasındaki çekmecede yanmış bir kâğıt parçası bulmuştum. Muhtemelen yanmadan önce bir mektuptu ve yalnızca "Marc–" yazan kısmı kalmıştı. Doğal olarak bunu Marcus ismine yormuştum. Çocukluğumda birkaç kez adını duymuştum ve babamın ondan uzak durmaya çalıştığını biliyordum.

 

Babamı kaybedeli daha çok yeniydi ve çektiğim acıyla doğru bir denklem kurabilmiş miydim bilmiyordum ama katilin Marcus olabileceğini düşünmüştüm. Başka hiçbir şüpheli gelmiyordu aklıma. Merd'ün sözleri de bir tuhaftı. Beni görür görmez babamın öldüğünü anlamıştı bir kere. Belki de Marcus'la ilgili bildiği bir şeyler vardı ve onu bulmama bu yüzden izin vermişti.

 

Düşüncelerim arasında kaybolurken uykuya dalmıştım ve sabah sanki biri kulağıma fısıldamış gibi istediğim saatte kalkmayı başarmıştım. Bunak kadını kızdırmadan kaleye ulaşmak için hızlı bir şekilde toparlandıktan sonra odadan çıktım ve Devian'ın odasına kısa bir bakış atıp yola koyuldum. Belki de ben cevaplara ulaşmadan anlaşmadan vazgeçecekti ancak önemli değildi, bu yola ona güvenerek çıkmamıştım zaten.

 

İnsanlar tek tük sokaklara çıkmış, dükkan sahipleri dükkanlarını açmaya başlamıştı ancak yine de her yer sessizdi. Sabahın solgun mavisi şehre çökmüştü ve parlak güneş henüz yüzünü göstermemişti. Lemys'in söylediği gibi yaparak kale çalışanlarının kullandığı girişi kullanmıştım, muhafızlar geleceğimi bildiği için de bir sorun çıkmadan mutfağa ulaşmıştım.

 

Mutfakta bir kaos var gibiydi ancak dikkatli bakınca herkesin ne yapacağını bildiğini ve kargaşa gibi görünen şeyin aslında mükemmel bir düzene sahip olduğunu görmüştüm. Yalnızca kral için değil onun ailesi ve komutanlar gibi önemli kişiler için de kahvaltı hazırlanıyordu ve her birinin kahvaltısı kişiye özel şekildeydi. Dün Lemys, kralın sevdiği şeyleri anlatmıştı ancak hiçbiri aklımda yoktu. Zaten o da güvenip bana hazırlatmamıştı.

 

Koca bir tepsi çeşit çeşit yemeklerle dolduğunda mutfaktan çıkıp kralın odasına gitmeye başlamıştık. Lemys yapacaklarımı tekrar edip duruyordu. Kralı nasıl selamlayacağımdan çayını nasıl dolduracağıma kadar her şeyi detaylarıyla beynime sokmaya çalışıyordu ancak ben onu dinlemek yerine heyecanımı dizginlemeye ve tepsiyi dökmeden merdivenlerden çıkarmaya çalışıyordum. Çoğu insan krallarını göremeden ölürdü ve ben birazdan odasına girecektim. Bunun şans mı yoksa şanssızlık mı olduğunu ise zaman gösterecekti.

 

"Uzun zamandır doğru düzgün kahvaltı etmiyor," diye fısıldadı Lemys. "Birkaç lokma yedirebilirsek şanslıyız."

 

"Neden kraliçe yanında yok?" diye sorduğumda Lemys ters bir bakış attı. "Kraliçe mi yapacak bizim işimizi? Kral iyileşince hep birlikte yemeye devam ederler."

 

Kraliçenin çok güzel bir kadın olduğunu duymuştum ve onu gerçekten merak ediyordum. Kralla bir çocukları olmamıştı henüz, tüm krallık bir veliaht haberini bekliyordu ancak kralın durumuna bakılırsa bir süre daha beklemeye devam edeceklerdi. Kral hakkında pek bir bilgim yoktu açıkçası. Dört yıl kadar önce babasının ani ölümüyle çıkmıştı tahta, ülkenin her yerinde kutlamalar yapılmıştı ancak biz katılmamıştık. Eski kralın bu kadar çabuk unutulmasına kırgındı babam, ben de sanki kralı tanıyorsun diyerek kızdırırdım onu. Tahta çıkışından kısa bir süre sonra da evlilik haberi gelmişti. Krallar, ülkenin çıkarına uygun kişilerle evlenirdi her zaman. Soylu ve zengin aileler, kızlarını kraliçe yapmak için birbiriyle yarışırdı.

 

Bir zamanlar tüm bunlardan uzakta bir hayatım vardı.

 

"Eski kralın da baş hizmetçisi bendim," dedi kralın odasına giden koridoru dönerken. Yaşından ve konuşurkenki kibrinden bile anlamak mümkündü zaten bunu. Hayatımın hiçbir noktasında birilerine yıllar boyu hizmet edip taş duvarlar arasına hapsolduğum için övüneceğim bir konuma gelmek istemiyordum. Özgürlüğümü seviyordum ve en kısa sürede buradan kurtulmak istiyordum. "Tek bir yanlış hareketinde kaleden gidersin." dediğinde keşke diye iç geçirdim.

 

İki güçlü muhafız tarafından korunan odanın önüne geldiğimizde muhafızlar bana dikkatli bir bakış atmıştı. "Bu Zedia," diyerek beni tanıttı Lemys. "Kralın hizmetinde çalışacak, ona yardımcı olun." Benden hoşlanmasa bile krala en iyi şekilde hizmet etmemi istediğini biliyordum. Muhafızlar onu onaylamış ve kapıyı bizim için açmışlardı.

 

Derin bir nefes alarak Lemys'i takip ettim. Odanın içi karanlıktı ve birkaç yere büyük mumlar yerleştirilmişti. "Perdelerinin açılmasından hoşlanmıyor," diye fısıldadığında karanlıkta bir şeylere takılıp düşmemek için dikkatle yürüyordum. Mum ışığının izin verdiği ölçüde gördüğüm kadarıyla devasa bir odaydı ve başka odalara açılan üç kapı vardı. Koyu renk perdeler, gün ışığının düşmanı gibi pencerelerin önündeydi ve içeriye tek bir ışık huzmesini sokmuyorlardı.

 

Tepsiyi masaya bıraktığımda Lemys, kralın yatağına yaklaştı ve cibinliği aralayarak "Majesteleri, kahvaltınızı getirdik." dedi. Kralı göremedim ancak kibar bir sesle "Teşekkürler Lemys." dediğini duydum. Düşündüğümden daha genç bir sese sahipti ancak sesi çok yorgun çıkıyordu. Lemys onun doğrulmasına yardımcı olduktan sonra "Perdeleri açmamı ister misiniz?" diye sordu. Kralın sesli bir nefes aldığını duydum.

 

"Lemys, sen çıkabilirsin."

 

Yaşlı kadın şaşkın bir şekilde hem krala hem bana baktıktan sonra "Emredersiniz." diyerek odadan çıkmıştı. Kapıda bekleyeceğine adım kadar emindim.

 

Ne yapacağımı bilemeyerek ayakta dikildim. Onu selamlasam bile bu karanlıkta beni görüp göremeyeceğinden emin değildim. Bir kralın karşısında olmak kolay bir şey değildi, tek bir bakışıyla herkese her şeyi yaptırabilirdi. "Yaklaşır mısın?" diye sorduğunda derin bir nefes alarak yatağın yakınına yürüdüm. "Bir mum yak." dedi. Lemys'in getirdiği kibritleri alarak yatağın yanındaki mumlardan birini yakıp elimde tuttum.

 

Kral, mum ışığının aydınlattığını düşündüğüm yüzüme dikkatle bakarken ben de ona baktım. Yatağın içinde yorgun ve hasta bir adam vardı. Sakalları uzamış, sarı saçları karman çorman olmuştu ancak bu haline rağmen yakışıklıydı. Soyluların doğuştan gelen bir çekiciliği vardı sanırım. Ben aylarca yataktan çıkmasam cadı diye meydanlarda yakılırdım.

 

"Mum yakmanın kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılırmış." dediğinde alık bir şekilde krala bakıyordum. "Doğrudur majesteleri." dedim ve aklıma onu selamlamadığım geldi. Lemys kralı mutlaka selamlamam gerektiğini söylerken öyle bir tonlama kullanmıştı ki yapmazsam zindana atılacağım hissine kapılmıştım. Hemen dizlerimi kırıp başımı öne eğerek reverans yaptığımda incecik bir gülüş duydum.

 

"Biraz geç kalmadın mı?"

 

"Biraz heyecanlı ve şaşkınım majesteleri," diyerek doğrulduğumda hala bana bakıyordu. "Kahvaltı etmenize yardımcı olmamı ister misiniz?"

 

Başını iki yana sallarken "İştahım yok." dedi. Hastalığını gerçekten merak etmiştim çünkü krallıkta çok iyi hekimler vardı ve hala iyileşmemiş olması tuhaf geliyordu. Derin bir nefes aldım, üzerimdeki ürkekliği atmam gerekiyordu. Karşımda bir kral olduğu doğruydu ancak iyileşmeye hevesli görünmüyordu ve ülkemin kralının hasta olması ciddi tehlike arz eden bir durumdu. Babam beni bir vatansever olarak yetiştirmişti ve kralın durumu böyleyken ülkem tehlike altında gibi hissediyordum.

 

"Yemek yemeden iyileşemezsiniz," dediğimde tepki vermedi. "En azından birkaç yudum çorba için, hem mideniz rahatlar hem de kuvvet toplarsınız." Masanın yanındaki sandalyelerden birini yatağın yanına çektim ve çorbayı alıp oturdum. Kral bana şaşkın bir şekilde bakıyordu. Çorba dolu kaşığı ona uzattığımda "Bunu yapmanı Lemys mi söyledi?" diye sordu. Başımı iki yana sallarken "İstemediğiniz hiçbir şeyi yapmamamı ve ısrarcı olmamamı söyledi." dedim.

 

"Peki neden onu dinlemiyorsun?" diye sorduğunda omuz silktim.

 

"Çok söz dinleyen biri değilimdir."

 

Çorbaya kaşlarını çatarak baktığında kaşığı biraz daha uzattım ve içmeye başladı. "Aşçınız bu çorbayı çok sevdiğinizi söyledi." dedim birkaç kez daha kaşığı doldururken. Başını salladı ve geri çekildi. "Bu kadarı yeter Zedia." Adımı bilmesine elbette şaşırmamıştım, sonuçta beni burada o istemişti. Çorbayı tepsiye bırakırken yarısından fazlasını içtiği için şükrettim ve yeniden krala döndüm. Beni epey dikkatli izliyordu ve tuhaf hissediyordum.

 

"Oda çok havasız, biraz pencereleri aralasak iyi gelir sanki."

 

Pencereye doğru yürüdüğümde keskin bir sesle "Hayır." dedi. "Gün ışığı iyi gelmiyor artık bana."

 

"Ama dün pencerenizden beni görmüşsünüz." dedim bir anda. Neden söylediğim hakkında bir fikrim yoktu fakat ağzımdan çıkıvermişti.

 

"Ben seni ilk kez pencereden görmedim," dedi ve nefes aldı. Sanki nefes alıp vermek bile zor geliyordu. "Önce rüyama geldin Zedia."

 

Lemys, kralın zaman zaman anlamsız şeyler sayıkladığını söylemişti bu yüzden şaşırmamıştım. Bir tepki vermediğimi görünce "Bir şey demeyecek misin?" diye sordu.

 

"Ne demek istediğinizi anlayamadım majesteleri." dedim sakince.

 

"Belli ki delirdiğim söylentileri giderek yayılıyor, sana da mı söylediler saçmaladığımı?"

 

"Hayır hayır," dedim ancak sesim ikna edici çıkmamıştı. Zaten hasta bir adama yalan söylemek istemiyordum. "Çok üzgünüm, hastalığınızdan kaynaklı bazen anlamsız şeyler söylediğinizi duydum."

 

İkinci kez güldü. "Dürüst davrandığın için teşekkür ederim. Hasta olduğum doğru ancak saçmalamıyorum. En azından bu konuda. İki gün önce gemiyle geldin değil mi şehre?"

 

Bunu bilmesi de imkansız değildi. Marcus beni araştıracaklarını söylemişti. Başımı salladığımda ikna olmadığımı farkındaydı. "Yüreğinde bir acıyla geldin bu kaleye, birini arıyorsun."

 

Merd mü söylemişti? Kaleyle yakın olduğu ortadaydı, belki de Marcus'a onu aradığımı söylemişti ve o da gelip krala yetiştirmişti. Söylediği şeylerin mantıklı açıklamaları vardı bana göre. "Kimseyi aramıyorum efendim." diyerek gözlerimi kaçırdım.

 

"Merak etme, kimi aradığın benim için önemli değil Zedia. En kötü kabuslarımda belirdin, beni onlardan korudun."

 

Korkmaya başlamıştım. Krala baktığımda hasta ama akıllı bir adam görüyordum, delirmişe benzemiyordu ama sözleri bir deliye ait gibiydi. Bir kralın rüyasında işim de neydi Tanrı aşkına?

 

"Başka bir isteğiniz yoksa ben çıkayım." dedim daha fazla bu sohbete maruz kalmamak için. Bu şehirdeki herkes delirmiş gibi anlamsız şeyler söylüyordu ve ürkmeye başlamıştım. Başını sallarken "Öğle yemeğimi sen getir ama Tanrı aşkına yemediğim halde ısrarla onlarca çeşit yemek hazırlamayın. Hafif bir şeyler olsun." demişti. Onu onaylayıp odasından çıktığımda Lemys hemen kapının dibinde bekliyordu.

 

"Neden uzun kaldın?" diye kızdıktan hemen sonra gözü çorba kasesine kaydı ve şaşkınlıkla bana baktı. "Neredeyse bitirmiş. Bunu nasıl başardın?"

 

Kral gerçekten de hiçbir şey yemiyor olmalıydı. Aynı şaşkınlıkla ona baktım ve "Bir şey yapmadım, çorbayı ben içirdim ve itiraz etmedi." dedim. Yaşlı gözleri bir dakika boyunca bana baktıktan sonra eliyle gelmemi işaret etti ve birlikte mutfağa indik. Elimdeki kaseyi gören herkes aynı tepkiyi verdiğinde burada işlerin düşündüğümden daha kötü olduğunu fark ediyordum. Koskoca bir kral aylardır bir kase çorbayı bile bitiremiyor muydu?

 

Mutfak çalışanları öğle yemeği için hazırlığa koyulduklarında aşçının yanına gidip "Kralın yahni yiyebileceğini sanmıyorum, hafif bir şeyler yemek istediğini söyledi." dedim. O sırada yahni hazırlıkları yapan aşçı bana ters bir şekilde bakarak "Bir krala ne hazırlayacağımı senden öğrenecek değilim!?" diye kızmıştı. Ellerimi iki yana kaldırıp "Bunu ben değil kral istedi." dedim. Lemys mutfağın diğer ucundan bağırdı. "Yahniyi komutanlar için hazırla, kral ne istiyorsa onu yiyecek."

 

Aşçı bana ters bir bakış atıp başını sallamıştı.

 

Mutfaktaki kimse işine karıştırmadığından bir köşede oturup onları izliyordum ancak aklım asıl amacımdaydı. Marcus'u bulmak için mutfaktan çıkıp kalede dolaşmalıydım ancak Lemys'in bakışları sürekli beni izlerken bir bahane bulup tüymek oldukça zordu. Gözlerim bıraktığım yerde duran çantama kaydığında hala nerede kalacağımı göstermediklerini hatırlayarak ayağa kalktım ve yaşlı cadının yanına gittim.

 

"Lemys, öğle yemeği vaktine kadar odama yerleşsem iyi olur diye düşündüm."

 

Gözleri kapının yanında duran eşyalarıma kaydı ve başını salladı. "Kızlardan biri sana kalacağın yeri göstersin ama oyalanma, eşyalarını yerleştirir yerleştirmez mutfağa geri dön."

 

Adının Senja olduğunu öğrendiğim, yaşı en fazla 15-16 olan genç bir kızı çağırmış ve bana odamı göstermesini istemişti. Kızla birlikte mutfaktan çıktığımızda bir bahane bulup onu da göndermem gerektiğini farkındaydım.

 

"Kral nasıl? Gerçekten delirmiş mi?" diye sordu Senja. "Şşş!" diye onu susturup bir kenara çektim. "Kralın hakkında böyle şeyler söyleme sakın, hele de ulu orta yerlerde."

 

Hayatımda ilk kez bir kalede bulunuyordum ancak bunu ben bile biliyordum. Mahcup bir şekilde bakarken "Bütün kızlar merak ediyor." demişti.

 

"Kralı gayet aklı başında gördüm ufaklık, sadece birazcık hasta ama kısa süre içinde toparlayacağına eminim. Kızlara bunu ilet ve kralları hakkında yalan yanlış şeyler konuşmalarını engelle."

 

Senja başını sallarken tüm dikkatiyle bana bakıyordu. "Kızlar bir şey daha söylüyor," dediğinde gözlerimi devirdim. Bu kızlar her kimlerse kalenin dedikodu ihtiyacını karşılıyor olmalıydılar.

 

"Ne söylüyorlar?"

 

"Kralın zaten bir sürü hizmetçisi olduğunu, seni istemesinin tek nedeninin şey olduğunu..."

 

Ne demek istediğini anlamıştım. Tek kaşımı kaldırıp zaten cılız olan kızın ince kolunu kavradım ve ona tepeden baktım. "Bir kase çorbanın yarısını içtiği için sevindiğiniz kral sizce bahsettiğiniz şeyi yapmayı mı düşünür yoksa iyileşip ülkesinin başına geçmeyi mi? Şu kızlarla beni tanıştır bir ara, bir de yüzüme söylesinler bunları bakalım."

 

Senja biraz korkmuş görünüyordu. Bana kalacağım odayı gösterdiğinde eşyalarımı yerleştirip geleceğimi söyleyerek onu göndermiştim. Odanın hiçbir numarası yoktu. İki yatak ve eski bir dolap rastgele koyulmuş gibiydi. Küçücük bir pencereye sahipti ve pencerenin karşısında kalenin yüksek surları olduğundan içeriye güneş bile girmiyordu. "Uzun süre burada kalmayacağım..." diye mırıldandım okyanus manzaralı evimin özlemi göğsüme çökerken.

 

Eşyalarımı dolabın boş kısmına koyup önemli olanları elbisemin içinde bir yerlere sıkıştırıp odadan çıktım ve koridoru kolaçan ederek geldiğim yönün aksine doğru yürümeye başladım. Arada bir yanımdan muhafızlar ve kale çalışanları geçiyordu ancak herkes o kadar meşgul görünüyordu ki kimse bana dikkat etmiyordu. Kalede hayat hep böyleydi sanırım. Herkesin acelesi vardı, hep aksi ve ciddi görünüyorlardı.

 

Birkaç uzun koridoru geçtikten sonra şans bana gülmüş ve Marcus'u görmüştüm. Merdivenlerden inip arka avluya doğru gitmeye başladığında peşine takıldım. Düşündüğüm gibi eğitim alanına gidiyordu. Peşinden dışarı çıktığımda tüm askerlerin hazır bir şekilde onu beklediğini gördüm. Konuşmak için yanlış bir zaman olduğunu biliyordum, kralın yemek saati de geliyordu ve oyalanacak vaktim yoktu. Birkaç dakika durup Marcus'u izlemeye karar verdim.

 

Sertti, otoriterdi ve güçlüydü. Babam fiziksel olarak çok zayıf kalırdı yanında, onu neden öldürmüştü? Elbette o yaptıysa... Emin bile değildim ancak yine de onu bulmak zorunda olduğumu biliyordum en başından beri.

 

Bir an bakışları beni bulduğunda o kadar hazırlıksız yakalanmıştım ki kalakalmıştım. Konuştuğu askeri yollayıp bana doğru yürüdü ve tam karşımda durup yüzüme baktı. "Zedia, kralın yanında olman gerekmiyor mu senin?"

 

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Öğle yemeği hazırlanıyor şu an, ben götüreceğim."

 

"Çorbasını içtiğini duydum, aferin."

 

Kale tam bir dedikodu yuvasıydı ve haberleşme ağı oldukça hızlıydı. Şaşkınlıkla ona baktığımda gülümsedi. "Bu kalede gizli kalan çok az şey vardır." Başımı anladığımı belli eder şekilde salladım. "Fark ettim."

 

Marcus bir şey söyleyecek gibi olduğunda yanımıza doğru gelen asker ona seslendi ve arkasını işaret etti. İkimiz de aynı yöne baktığımızda kaşlarım sonuna kadar çatıldı ve şaşkınlıkla "Devian..." diye mırıldandım.

 

Buradaydı.

 

Tanrı aşkına, burada ne halt ediyordu?

Bölüm : 12.12.2024 22:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...