
Devian yanımıza geldiğinde bana hiç bakmamış ve Marcus'la konuşmaya başlamıştı. "Teklifinizi düşündüm, sanırım kabul edeceğim." Duyduklarımın şokuyla ona baktığımda bana döndü ancak ne düşündüğünü yüzünden anlamak mümkün değildi. Neden kabul ediyordu? Ben ondan böyle bir şey istememiş aksine beklemesini söylemiştim. Kalede çalışmak istemediğine emindim ancak kararını değiştirmiş gibi görünüyordu. Marcus keyifle gülümsedi.
"Anlaşılan Zedia'dan ayrı kalmak istemedin."
Gözlerim kocaman açılırken ikisine baktım. "Öyle olduğunu düşünmüyorum." diyebildim yalnızca. Devian'ın da bir şeyler söylemesini bekledim. Tok sesiyle "Zedia'yla ilgisi yok, siz fazla ikna ediciydiniz." demişti. Marcus varlığımı unutup Devian'ın omzuna elini attı ve onu diğerlerinin yanına götürmeye başladı. "Çok sevindim Devian, senin gibi birine epey ihtiyacımız vardı."
Devian aldığı övgüyü umursamayarak omzunun üzerinden bana baktığında hala olanları algılamaya çalışır bir vaziyetteydim. Onunla mutlaka konuşmam gerekiyordu ancak kralın yemek saati geliyordu ve gecikirsem Lemys kemiklerimi kaynatıp kralın bir sonraki öğününü hazırlardı. Koşarak kaleye geri dönüp mutfağa ulaştığımda elleri belinde beni bekliyordu.
"Hangi cehennemdesin sen?!"
Tüm çalışanların önünde beni aşağılamasına müsaade etmek istemiyordum. "Kale çok büyük, yolu karıştırdım." diye geveledim. Bir Kader Muhafızını takip ettiğimi bilmesine gerek yoktu. Vakit kaybetmeden hazırlanan yemekleri kralın odasına kadar taşıdık, içeri gireceğini sanıyordum ancak yapmamıştı. "Sabah her ne yaptıysan aynısını yap," dedi imayla. "Yanında kal biraz, yapmak istediği bir şey olup olmadığını sor."
Muhafızlar sessizce kıkırdadığında sinirlendim ancak bir şey yapmadım. Krallığımızın başındaki adam hastaydı, benden başka kimse durumun ciddiyetini farkında mıydı acaba?
İçeri girdiğimde mumların hoş kokusu ve karanlık karşıladı beni. En azından mum yakmayı seviyordu yoksa karanlığın içinde düşüp bir yerlerimi kırmam olasıydı.
"Öğle yemeğinizi getirdim majesteleri." diyerek selamladığımda "Gel Zedia." dedi. Sesi biraz daha canlı gibiydi. Yemeği masaya bıraktım ve krala baktım. Gözlerim karanlığa alıştıkça onu daha net görmeye başlamıştım. Sakalların kapladığı yüzü yorgun görünüyordu.
"Çorba içtiğiniz için tüm kale halkı sevince boğuldu," diyerek gülümsedim. "Eğer öğle yemeğinizi de yerseniz bayram ilan edeceklerine eminim."
Gülümsememe aynı şekilde karşılık verdi. "Halkımın bayram etmesine memnun olurum ancak hepsini yiyeceğime söz veremem."
Yataktan doğrulmasına yardımcı olup tepsiyi yatağın yanındaki masaya koydum ve sabah yaptığım gibi kendim yedirmeye başladım. Yemekler leziz kokuyordu ve o saate kadar tek lokma bir şey yemediğim için iştahım kabarıyordu. Ellerimin titremesine engel olmaya çalışıyordum ancak açlık çoktan bedenimi ele geçirmişti bile. Kral da bunu fark ederek "iyi misin?" diye sormuştu.
"İyiyim," dediğimde kaşlarını çattı. "Halsiz görünüyorsun? Yoksa bir şey yemedin mi?"
"Acıktığımı fark etmemişim, mutfağa dönünce yerim." dedim ancak zeytinli bir çörek çoktan bana doğru uzatılmıştı bile.
"Aşçınız çöreğinizi yediğimi duyarsa fenalık geçirebilir." diyerek geri çevirdim. Kral ısrarla çöreği burnuma doğru uzattığında çöreğin içindeki zeytinlerin kokusu beni mest etmişti. "Benim yediğimi söylersin Zedia, sevgili aşçım kralına kızacak kadar delirmemiştir umarım."
Daha fazla dayanamayarak çöreği birkaç lokmada mideme indirmiştim. "Babam çok severdi bunları ama ben bir türlü yapmayı beceremezdim," diye mırıldandım boş bulunarak. Her lokmamı dikkatle izleyen kral "Sonra ne olurdu?" diye sordu. Gülümseyerek hatırladım o günleri.
"Evde benim lezzetsiz çöreklerimi yerdi ama dışarı çıktığı ilk an fırına koşar ve birkaç tane daha midesine indirirdi."
"Hem seni kırmazdı hem de midesini yani."
"Öyle," dedim gülümseyerek. "O kimseyi kırmazdı."
Kral merakla sorular sormaya başladığında babamı anlatırken bulmuştum kendimi. Belki de ben çok hevesliydim anlatmaya çünkü babamı bilsinler istiyordum. Bu dünyadan geçmişti ama izi silinmemeliydi, insanlar onu ve düşüncelerini bilmeliydi. "Ne çok şey biliyormuş baban, onu tanımayı isterdim." dediğinde iç çektim.
"Hiçbir şey bilmemek her şeyi bilmekten çok daha iyidir bazen. Bilgi güçtür ve gücün her zaman düşmanları vardır, derdi babam. Belki de çok şey bildiği için..." Devamını içinden getirdim. "...belki de çok şey bildiği için öldürülmüştür."
Konuyu değiştirmek için ayağa kalktım ve tepsiye baktım. Sabaha göre biraz daha fazla şey yemişti ancak hala çok yetersizdi. "Bu kadar az şey yiyerek iyileşemezsiniz." dediğimde şaşkınca bana baktı. "Konuyu değiştirme hızını takdir ettim." dediğinde duymamış gibi yaptım.
"Beni yanlış anlamayın majesteleri ancak bir kral olduğunuzun farkında mısınız?"
Sanırım yürek yemiştim, bu çıkışımın başka bir anlamı yoktu çünkü. Kral da bunu beklemiyor gibiydi. "Sanırım farkındaydım." diye alay ettiğinde derin bir nefes aldım.
"Aylardır hastasınız ve bunu gerçekten anlıyorum ama bir şey yemiyorsunuz, ilaçlarınızı da içmiyormuşsunuz. Bunları yapmadan nasıl iyileşip ülkenizin başına geçeceksiniz?"
Derin bir nefes aldı. Bana kızmasını bekledim ancak oldukça sakin görünüyordu. "Bedenim hasta değil Zedia," dedi boğuk bir sesle. "Ruhum hasta ve bunu kimse iyileştiremez. Bu odada iyileşmeyi değil ölümü bekliyorum ben."
Olduğum yerde donakaldım. "Kralların savaşçı olduğunu sanırdım, bu kadar kolay pes ettikleri aklıma gelmezdi."
Hüzünlü bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Beni ele geçiren şeyi bilseydin, pes ettiğimi değil yenildiğimi anlardın."
Başımı iki yana sallarken öfkeliydim. Ülkemin kralını bu halde görmeye tahammül edemiyordum. Üstelik birkaç saat içinde böyle hissetmeye başlamıştım, diğerleri gibi aylarca bu manzarayı görsem kafayı yerdim muhtemelen. "Hala nefes aldığınıza göre yenilmemişsiniz sayın kral; siz pes etmişsiniz ne yazık ki."
Kaşları öfkeyle çatıldığında ileri gittiğimi farkındaydım. "Çık Zedia." dedi öfkeyle. "Akşam yemeği yemeyeceğim, kimse odama girmesin."
Odadan çıkarken reverans yapmayı bile unutmuştum ancak umurumda değildi. Muhafızların şaşkın bakışları eşliğinde derin bir nefes alıp yürümeye başladım. Bir krala böyle sözler ettiğime inanamıyordum ancak onu yatağında sefil bir halde yatarken gördükçe çıldırıyordum. Babam her zaman krallığımızın çok özel ve güçlü olduğunu söyleyip dururdu.
Mutfağa inmek üzereydim ki bir el tarafından kirişlerden birinin arkasına çekilmiştim ki. Korkmaya vaktim olmamıştı, karşımda Devian vardı.
"Bir sen eksiktin," dediğimde bu tepkimi beklemiyor gibiydi. "Neden buradasın Devian?"
"Bir anlaşmamız vardı," dediğinde sesli bir nefes vererek "Evet, birkaç gün beklemeni söylediğim bir anlaşma." diye hatırlatma yaptım. Umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Senden haber bekleyecek kadar vaktim yok benim, işimi bir an önce halletmeye bakarım ben."
"Marcus'la konuşamadım," diye fısıldadım. Daha kaleye gireli saatler olmuştu ve muhtemelen birazdan kapı dışarı edilecektim çünkü kralı öfkelendirmiştim. "Çalışanlardan bilgi alıp boş bir anını kollayacağım. Katil olduğunu elbette itiraf etmeyecektir ama bir şeyler öğrenebilirim bence."
Devian ilk kez samimiyet kırıntısı bulunduran bir sesle "Dikkatli ol," dedi. "O göründüğünden daha akıllı biri."
Başımı sallayıp birileri bizi görmeden mutfağa gitmek için bir adım attım ancak Devian durdurdu. "Kral neden seni istemiş Zedia?" Sorusuyla ona baktım, onu birkaç gündür tanıyordum -ki buna tanımak denmezdi- ve kralın sözlerini ona aktaramazdım. "Bilmiyorum," dedim sakince. "Çalışıyorum, beni oyalama."
Koşar adımlarla yanından uzaklaştığımda gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Kaleye sırf benimle olan anlaşması için girdiğini sanmıyordum ancak bunu düşünmeye sıra gelmemişti henüz. Mutfağa girdiğimde herkes işini gücünü bırakıp bana bakmıştı. Tepsideki yemeklerin azaldığını görenler sevinmiş, adeta beni tebrik etmişlerdi. İşlerine geri döndüklerinde Lemys yanıma gelip "Ne oldu?" diye sordu. Bir şeyler olduğunu anlamıştı, zaten ondan saklamayacaktım. "Kral, akşam yemeği yemeyeceğini söyledi." dedim.
"O iyi mi? Hekimler onu bugün görmeyecekti ancak hemen haber verebilirim, kötüyse gelip baksınlar."
"Yok yok," diyerek onu durdurdum. "Sabaha göre biraz daha iyi gibiydi ama sonra bana kızdı ve akşam yemeği yemeyeceğini söyledi." Lemys'in kaşları sinirle çatılırken dudaklarından da "Ne yaptın?" sorusu çıkmıştı. Gerçeği söylersem tüm mutfağın önünde beni azarlamasından korkuyordum ancak bir yalana sığınmanın da doğru olmadığını biliyordum. Yalanlar kralın odasındaki mumlar gibiydi ve elbet bir gün sönerlerdi.
"Ona yemek yiyip ilaçlarını içmezse iyileşemeyeceğini, çaba göstermesi gerektiğini söyledim."
"Kralı azarladın mı?" diye sorarken baygınlık geçirmek üzere gibiydi. "Hayır," dedim kısık bir sesle. "Kralı böyle görmek kanıma dokunuyor. Onun güçlü ve yenilmez olması gerekiyor; hasta ve yorgun değil."
Lemys beni mutfağın en ücra köşesine çektiğinde birazdan kaleden atılacağımın sinyallerini alıyordum ancak öyle olmadı. Sinirli görünüyordu ancak sesi sakindi. "Bak çocuk," diye söze başladığında beş yaşında hissetmiştim. "Krallar da insandır ve insanlar hasta olur, yorulur, zor dönemlerden geçerler. Bu onları güçsüz yapmaz. Kral Valdemar gerçekten zor bir hastalıkla mücadele ediyor, dışarıdan baktığında onu çabalamıyor sanabilirsin ancak çok fazla uğraşıyor."
Bana bağırıp çağırmasını bekliyordum hala. "Kovuldum, değil mi?" diye sorduğumda bıkkın bir nefes verdi. "Seni kral seçti, kovmak isterse de kendisi kovar."
Bence çoktan kovmuştu ancak Lemys'in haberi yoktu. "Şimdi ne yapacağım?" diye sordum. Krala hizmet etmek dışında bir görevim olup olmadığını bilmiyordum. Lemys beni baştan aşağı süzüp yüzünü buruşturdu.
"Kızlar seni yıkayıp giydirsin, bu şekilde kralın odasına girip çıkman hoş değil."
Onun yaptığı gibi kendimi süzdüm. Birkaç gündür duş almadığımı farkındaydım ancak bakışlarında gördüğüm kadar da sefil halde olduğumu düşünmüyordum. Yine de Lemys'e karşı gelecek değildim. Senja'ya beni kızlara götürmesini söylemiş ve bizi yollamıştı. Sabahki konuşmamızdan sonra Senja pek bir şey sormuyordu, onu korkutmuştum sanırım.
Kalenin başka bir kısmındaydık artık. "Neredeyiz?" diye sorduğumda Senja konuşması için fırsat doğduğuna sevinerek cevapladı. "Kraliyet ailesinin ve misafirlerin yıkandığı, güzel kokular sürünüp dinlendiği ve hatta eğlendiği bir yerdeyiz.."
"Benim burada temizlenmem doğru mu?" diye sorduğumda kıkırdadı. "Etrafta koşuşturan ancak bir iş yapmayan güzel kızları görmüşsündür illaki, onların hepsi burada yaşıyor. Kimisi kral için hazırlanır, kimisi komutanlar, kimisi de sırf güzel bir görüntü vermek için."
Bu iğrençti. Bahsettiği kızları görmüş ancak ne iş yaptıklarını anlayamamıştım. Hepsi güzel bir yüze ve fiziğe sahipti, hoş kıyafetler giyiyor ve güzel kokular sürüyorlardı ancak bir mal gibi kullanılıyorlardı. Burada rızaları dışında tutulup tutulmadıklarını bilmiyordum. Tanrı aşkına, ben kale hakkında hiçbir şey bilmiyordum gerçekten. Tek bildiğim küçük köylerden kaçan kızların kaleye girmek için bunu yaptıklarıydı. Burada bir süs bebeği olmak istediklerini bilmiyordum.
Güzel kokular etrafımızı sardığında geldiğimiz yere baktım. İçinden dumanların çıktığı, üzerinde çiçeklerin yüzdüğü kocaman taş bir havuz vardı. Havuzun diğer tarafı bir terasa açılıyordu ve kalenin geri kalanına tezat bir şekilde bitkiler tarafından kuşatılmıştı. Okyanusun sonsuz maviliği tüm terastan görünüyordu.
İçeri girdiğimiz gibi kızlar etrafımızı sarmıştı. Hepsi birbirinden güzeldi ve kendimi tuhaf hissetmiştim. Oysa kendini beğenen biriydim ancak onların yanında bakımsız kalıyordum. Senja'ya bir dünya soru sormuşlar ve o da Lemys tarafından gönderildiğimizi, beni yıkayıp giydirmeleri gerektiğini söylemişti. Ağzımı açmama fırsat kalmadan kızlar koluma girip beni havuzun kenarına götürmüşler ve korsemin iplerini çözmeye başlamışlardı.
"Kendim soyunup yıkanabilirim." dedim ellerinden kurtulmaya çalışırken. Kızlardan esmer olanı kesinlikle kabul etmedi.
"Sen kralın bizzat seçtiği hizmetçisi değil misin?"
"E-evet."
"O halde seni biz hazırlayacağız demektir. Krala giden her kızı biz hazırlarız."
"Bakın," dedim bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek için. "Ben yalnızca hizmetçisiyim, kralla başka bir şey yapmıyorum. Hem kral evli değil mi?"
Kızlar aynı anda kahkaha attı. "Bir kralın evli olması neyi değiştirir? Krallar her şeyin sahibidir ve her istediklerini yaparlar."
Kendimi kraliçeyi düşünürken buldum. Kocası farklı kadınlarla sevişirken o ne hissediyordu?
Koseyi çözüp iç elbisemi de bir çırpıda üzerimden çıkarttıklarında iç çamaşırlarımla kalmıştım. Sarışın kız beni epey dikkatle süzdükten sonra bir anda göğüslerimi avuçladı. Bir çığlık koparıp geri çekilmeye çalışırken sıcacık havuza sert bir düşüş gerçekleştirmiştim ve biraz da su yutmuştum. Kızların hepsi karnını tutarak gülüyordu artık.
Sarışın "Sütyenine bir şey doldurup doldurmadığına baktım, o göğüsler gerçek gibi görünmüyordu." demişti. Derin bir nefes alarak "Sorsan söylerdim, hiçbir yerime bir şey doldurmuyorum." dedim. Bu defa kendi göğüslerini avuçladı. "Ben dolduruyorum, Tanrı bana iki erkek memesi vermiş adeta."
Onları umursamayarak yüzmeye başladım. Su o kadar iyi gelmişti ki anında gevşemiştim. Bir sahil kasabasında yaşamanın en iyi yanı istediğin zaman okyanusta yüzebilmekti ve ben bunu sonuna kadar kullanmıştım.
Biraz yüzdükten sonra kızlar özel bir sabunla saçlarımı yıkamış, ne olduklarını dahi bilmediğim birkaç yağı cildime sürmüşlerdi. İç çamaşırlarımı çıkarmam için beni zorlasalar da bunu yapmamıştım. Nihayet üzerime güzel bir elbise verdiklerinde kendimi oldukça rahatlamış hissediyordum. Elbise tüldendi ve rengi toprak tonlarındaydı. Bu renkleri tercih ettiğim söylenemezdi ancak bana başka bir seçenek sunmamışlardı.
Oturup meyve yemeye başladığımızda her biri etrafımı sarmış ve bana sorular sormaya başlamışlardı. Kralın beni neden istediği, durumunun ne olduğu ve hatta ne zaman birini odasına çağıracağını bile. Sordukları soruların hiçbirine yanıt veremediğim için bir süre sonra sıkılmışlardı. Hatta bir iki tanesi gerçeği söylememekle itham etmişti beni.
Kızlarla baş edemeyeceğimi anlayarak yanlarından ayrılmaya karar verdim ve üzerimden çıkardığım elbiseyi kolumun altına alarak Senja'yla birlikte kapıya doğru yöneldim. Bu sırada kapı hızla açılmış ve içeriyle gösterişli bir kadın girmişti. Senja ve diğer kızlar hızla diz çöküp "Majesteleri." dediğinde karşımdaki kadının kim olduğunu ancak o zaman anlamıştım.
O kraliçeydi ve gözlerini diz çökmeyen tek kişiye yani bana dikmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |