
Zaman, sahile oturup avuçladığım kum tanelerinin avuçlarımdan kayıp gitmesi kadar hızlı akıyordu. Kaleye geleli beş gün geçmişti. Sürekli Kral Valdemar'la ilgileniyor, ona yemek yediriyor, kitap okuyordum. Birlikte uzun sohbetler etmeye başladığımızda bu durumu garipsesem de ona iyi geldiğimi farkındaydım ve mutluydum. Kendini iyi hissettiğinde daha çabuk ayağa kalkacaktı, buna emindim.
Kralın odasında epey fazla vakit geçirmemin dedikodulara neden olduğunu duyuyor ancak umursamıyordum. Burada kalıcı değildim ve bir amacım vardı. Bu yüzden bir an önce Marcus'la yüzleşmeliydim ancak vakit bulamıyordum, o da sürekli askerleriyle eğitim yapıyordu. Arada bir uzaktan izliyordum ve Devian'la arasının epey iyi olduğunu görüyordum. Devian o kadar usta kılıç ve bıçak kullanıyordu ki herkesin dikkatini çekiyordu. Yalnızca benim ve askerlerin değil; kaledeki kadınların da gözleri üzerindeydi. Hatta bir tanesi yanıma gelip kaleye birlikte geldiğimizi, aramızda bir şey olup olmadığını sormuştu.
Kıza rahat olmasını, aramızda hiçbir şey olmadığını söylemiştim. O benim kiralık katilimdi, aramızda patron çalışan ilişkisi dışında bir şey yoktu. Kıza elbette bu kısmı söylememiştim, zaten aramızda bir şey olmadığını duyunca havalara uçmuştu.
Devian'ın çekici bir adam olduğunu kesinlikle inkar etmiyordum ancak nihayetinde bir katildi, ona güvenemezdim. Gerçi birini öldürmesi için onu tuttuğuma göre ben de bir katildim.
Şimdilik tüm bunları kenara bırakarak planıma odaklandım. Kralın yemeğini yedirip geç saate kadar ona kitap okuduktan sonra odasından çıkmıştım. Beş gündür yaptığım tek şey buydu ve bu gece daha fazla beklemeyecek ve doğrudan Marcus'un karşısına dikilecektim.
Koridorlarda sessiz bir şekilde ilerlerken merdivenlerden duyduğum bir sesle bulduğum ilk aralığa saklanarak gelenin kim olduğuna baktım. Birine hesap verip dikkat çekmek istemiyordum. Kraliçe, sakin adımlarla ve tek başına yürüyordu. Günlerdir krallaydım ve bir kere bile odasına gelmemişti. Hatta çıkan dedikodulardan dolayı kıskanıp benden hesap sorar diye bile düşünmüştüm ancak bunu yapmamıştı.
İçimdeki dürtüye engel olamayarak kraliçenin peşine takıldığımda yaptığımın tamamen yanlış olduğunu farkındaydım ancak hasta kocasını bir kez bile ziyaret etmeyen bu kadının gecenin bir yarısı nereye gittiğini merak etmiştim. Birkaç dakikalık takibin ardından etrafına bakınmıştı, hızlı bir hareketle kolonlardan birine saklandığımda önünde durduğu kapıyı kısaca tıklattı ve kapı açıldı.
Burası Marcus'un odasıydı. Neden gecenin bir yarısı gizlice buraya gelmişti ki?
Sorumun cevabını saniyeler içinde almıştım çünkü Marcus kraliçeyi şehvetle öpmeye başlamış ve onu içeri çekip kapıyı da örtmüştü.
Dehşet içindeydim. Kraliçe ve Marcus... aman tanrım! Kraliçe resmen kralı aldatıyordu ve ben bizzat buna şahit olmuştum. Bunu ona söylemeli miydim? "Hasta bir krala karısı tarafından aldatıldığını söylemek mi?" diye mırıldandım. Bunu yapamazdım. Kral iyileşme belirtileri gösterirken ihanetin zehrini kanına karıştıran kişi olmak istemiyordum. Ne yapacağımı bilemez bir halde geldiğim yolu döndüm ancak odama gitmek yerine Devian'ın odasına yöneldim.
Biriyle konuşmazsam yanlış bir şey yapabilirdim.
Kapısını tıklattığımda hemen açılmadı ancak sabırla bekledim. Nihayet kapıyı açtığında şaşkın bir şekilde ona baktım çünkü üst kısmı tamamen çıplaktı ve düzgün fiziği karşımdaydı. Omuzlarının geniş olduğunu giyinikken de farkındaydım ancak karın kaslarını, sıkı göğüslerini ve incelerek aşağı inen belini ilk kez görüyordum. Sayısız yara izi vardı vücudunda, nasıl bir geçmişi vardı diye düşünmeden edemiyordum.
"Bu saatte geldiğim için üzgünüm," dedim onu dikizlemeyi bırakarak. "İçeri girebilir miyim?"
Kapıyı sonuna kadar açtığında çıplak bedeninin yanından süzülerek içeri girdim, o da kapıyı kapatıp yatağına oturdu. Dağınık yatağından anladığım kadarıyla uyuyordu ve ben onu uyandırmıştım.
"Bir sorun mu var?" dedi o tok sesiyle.
"Benim için gerçek bir sorun sayılmaz," dedim ve arkamdaki boş duvara yaslandım. "Bu gece Marcus'un odasına gitmeye karar vermiştim. Ona babamla olan geçmişi hakkında soru soracaktım ancak yolda kraliçeyi gördüm ve peşine takıldım. Ne yazık ki o da benimle aynı yere gidiyordu fakat bambaşka sebeplerden. Marcus'un odasına gitti ve öpüşmeye başladılar."
"Ee yani?" diyerek tepkisiz bir ifadeyle bana baktığında şaşkındım. "Kraliçe, kralı aldatıyor." dedim vurgularcasına. Kasabanın dedikodularını anlatırken babam da böyle boş gözlerle bakardı bana. Geniş omuzlarını silkip arkasına yaslandığında karın kasları iyice belirginleşmişti. Gaz lambası loş bir şekilde aydınlatıyordu tenini.
"Zedia, burası bir kale ve kaleler entrikalar, ihanetler ve kaoslarla doludur."
"Bu normal mi yani?" diye çıkıştığımda ayağa kalkıp karşıma dikildi.
"İnsan ilişkileriyle ilgilenmiyorum ufaklık ama madem konusu açıldı söyleyeyim. Herkesten sen ve kral hakkında dedikodular duyuyorum, kralın kapısındaki nöbetçiler aylar sonra kralın kahkahasını duymuş."
Gözlerim irileşti. Konuşulanları biliyordum ancak kapıdaki nöbetçilerin ağzının daha sıkı olması gerektiğini sanıyordum, kim bilir hakkımda daha neler söyleniyordu.
"Ben yalnızca iyileşmesine yardım ediyorum." dedim çenemi dikleştirerek. "Başka bir şey olduğu yok. Dedikodulara inanma."
"İstersen kralın yatağına gir Zedia, bu beni ilgilendirmez." derken ciddiyetle yüzüme bakıyordu. Elbette onu ilgilendirmezdi ancak az önce dedikodulardan bahsetmesi tuhaf hissettirmişti. "Ben sana kalede böyle şeylerin hep olduğunu ve hep de olacağını söylüyorum. Kral aylardır hastaymış, kraliçenin ihtiyaçlarını birinin gidermesi gerekiyordur."
Kulaklarıma kadar kızarmıştım sözleriyle. "Sadakat, seksten daha mı önemsiz bir ihtiyaç yani?" dediğimde tek elini duvara dayayıp üzerime eğildi. Sıcaklığı yüzüme çarpıyordu.
"Sadakat kimsenin umurunda değil ufaklık, insanlar vahşi dürtülere sahip düşünebilen hayvanlardır yalnızca."
"Ben öyle değilim." dedim kendimden emin bir sesle. Dudakları tehlikeyle iki yana kıvrıldığında tenimin ısınmaya başladığını hissettim. Kaledeki kızlar haklıydı, bu adamın çekiciliği konuşulmayı hak eden bir konuydu. Çenemi kavradı ve gözlerini yüzümde gezdirdi. Burası fazla mı sıcaktı yoksa benim kanım damarlarımda kaynamaya mı başlamıştı?
"Henüz değilsin," dedi fısıldayarak. "Bir gün o hazzı hakkıyla aldığında, sadakatin sınanacak ve ahlaki duygular önemini yitirecek."
Sözleri biter bitmez kapısı tıklatıldığında şaşkın bir şekilde birbirimize baktık. "Birini mi bekliyordun?" diye fısıldadığımda başını iki yana salladı. Gecenin bir yarısı odasında görülmek istemiyordum. Kralla olan dedikodular başını alıp gitmişken bir başkasıyla daha anılmak akıl sağlığımı epey zorlardı. Devian sanki beni anlamış gibi fısıldadı. "Kapının arkasına saklan, ben kapıyı açacağım."
Dediğini yaparak kapının arkasına saklandım ve o da kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz genç bir kız sesi doldu odaya. "Uyuyor muydun?" Bu sesi tanıyordum. Bana Devian'la aramda bir şey var mı diye soran Helmina'ydı bu. Gecenin bu saatinde buraya gelmesinin tek bir mantıklı açıkması vardı. Evet, ben de gelmiştim ama bambaşka sebeplerden.
"Evet," dedi Devian düz bir sesle ancak Hel vazgeçmedi. "Tüm gün çok yoruluyorsun diye sana biraz içki getirdim. İstersen masaj da yapabilirim, birçok komutan masajıma bayılır."
Cilveli ses tonu beni gerçekten rahatsız etmişti ancak bir erkeğe çekici gelebileceğini farkındaydım. "Gerek yok." dedi Devian. Benim yüzümden böyle bir tekliften olduğu için mahcup hissetmiştim ancak bir gecelik de seks yapmayıversindi, ölmezdi ya. Helmina biraz daha ısrar ettikten sonra odaya giremeyince "Yoksa benden önce davranan biri mi var içeride? Sanki parfüm kokusu alıyorum." demişti. İstemsizce üzerimi kokladım, birkaç çiçek esansı sürdüğüm doğruydu ancak o kadar hafifti ki bir av köpeği olmak gerekirdi kokuyu almak için.
"Uykumun bölünmesini sevmem." diyerek kızın suratına kapıyı kapattı Devian. Hel'in öfkeli adımlarının uzaklaştığını duyunca "Ne kadar kabasın." diye söylendim. Devian ciddi olamazsın der gibi bakıyordu yüzüme. "İstersen çağırayım ve üçlü takılalım?"
Onun arsız şakalarıyla boy ölçüşemeyeceğimi farkındaydım. "Teşekkür ederim," dedim kibar bir sesle. "Dedikodular bu kadar yaygınken bir de senin odanda görülürsem fahişe damgası yapıştırırlardı."
"Sıkılmaya başladım Zedia," dedi yatağına otururken. "Marcus hakkındaki gerçeği bir an önce öğren."
Ona katıldığımı göstermek için başımı hızlıca salladım. "Bu gece çok meşguldü ama yarın mutlaka konuşacağım."
Kimseye görünmeden Devian'ın odasından çıktıktan sonra kendi odama gitmiş ve yorgunluktan hemen uyuyakalmıştım. Sabah güneş doğar doğmaz kalkmış, kalenin bana düşen görevlerini yerine getirmeye başlamıştım. Çalışanlarla aram çok iyi değildi, aslında tanıdıkça beni seveceklerini düşünmüştüm ancak giderek daha uzak davranıyorlardı. Nedeninin ne olduğunu da farkındaydım ancak burada uzun kalmayacağımı hatırlatıp duruyordum kendime. Bir tek Senja içten davranıyordu bana. Sürekli kralın durumunu soruyor, odasında ne yaptığımızı kurcalayıp duruyordu.
Lemys sabah erken saatte hekimlerin kralı muayene edeceğini, kaledeki önemli isimlerin de orada olacağını ve kralın yanına gitmemem gerektiğini söylemişti. Mutfakta oturmuş kıpkırmızı bir elma dişlerken Marcus'la nerede ve nasıl konuşmam gerektiğini düşünüyordum. Bu sırada yanıma, dün geceki hezimeti yüzüne yansımış Helmina oturmuştu.
"Devian beni odasına almadı, galiba bir sürtük benden önce davrandı."
Yediğim elmanın kabuğu boğazıma kaçınca birkaç kez öksürmüştüm. Nefesim düzene girdiğinde tepkisiz bir şekilde beni izlediğini görerek "Üzüldüm..." diye mırıldandım. Omuz silkip doğruldu ve parmaklarını dans eder gibi tuhaf şekillere soktu. "Bir kere masaj yapsam bağımlım olacak, o yüzden bu gece yine şansımı deneyeceğim."
"Masaj yapmayı mı?"
Kıkırdadı. "Masaj bahane tatlım."
Elmadan kocaman bir ısırık daha alıp kalanını çöpe attığım sırada mutfağa genç bir asker girip Lemys'i kralın odasına çağırdı. Bir terslik olduğunu hissederek ayağa kalktığımda Lemys "Sen de gel Zedia." diyerek beni çağırmıştı. Koşar adımlarla merdivenleri çıkıp kralın odasına girdiğimizde beklediğimden daha kalabalık olduğunu gördüm.
Beni işe alan ve hatta tehdit eden Tybalt, Marcus, kraliçe ve daha önce görmediğim altı adam ve bir kadın. Hekim olduğunu tahmin ettiğim kişiler kralın başında bir şeyler yapıyordu. Gözlerim yatağında cansız bir şekilde yatan kralı bulduğunda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı çünkü debeleniyor ve anlamsız kelimeler mırıldanıp duruyordu. Kadın, elindeki deri kapaklı kahverengi kalın kitaptan bir şeyler okudukça kral daha çok çırpınıp bağırıyordu.
Tybalt, göz ucuyla bana bakıp Lemys'e "Onu niye getirdin?" diye sorduğunda bakışlar bana dönmüştü. Kraliçenin duygusuz bakışları bir buz sarkıtı gibi yüzüme saplandığında gözlerimi yere diktim. Marcus'la odanın iki ayrı ucunda duruyorlardı, sanki dün gece hoyratça sevişen onlar değilmiş gibi.
"Kralla günlerdir o ilgileniyor, o geldiğinden beri atak geçirmemişti."
Kral atak mı geçiriyordu? Günlerdir şahit olmamıştım ancak şimdi karşımda gerçekten kötü bir haldeydi.
"Ama şimdi geçiriyor." dedi kraliçe imalı bir ses tonuyla. Sanki kralın aylardır yaşayıp birkaç gündür yaşamadığı durum benim suçummuş gibi bakıyordu yüzüme. Dikkatimi ona değil krala bir şeyler okuyan ve onu daha kötü bir hale sokan kadına verdim ve Lemys'e ne yaptığını sordum.
"İçindeki varlıkları kovuyor." cevabıyla kaşlarımı çattım. En azından o kadının hekim değil büyücü olduğunu anlamıştım.
"İşe yaramıyor gibi." dediğimde yeniden bakışlar bana döndü. Pek hoş olmadıklarını söylememe gerek yoktu sanırım.
"Hekimlerin ilacı çare etmiyor." diye fısıldadı Lemys. Diğerleri duysun istemiyor gibiydi ancak yine de bana cevap veriyordu. Kralın bağırışıyla hepimiz irkilince dayanamayarak yanına koştum ve yatağın yanına eğildim. Çocukluğumun kısa bir döneminde günlerce kendimden geçtiğimi, hekimlerin bir çare bulamayışı sonucu babamın bir büyücü çağırdığını ancak büyücünün sözlerinin ödümü kopardığını hatırlıyordum hayal meyal. Bana iyi gelen tek şey babamın "Güzel kızım, sen çok güçlüsün ve ben hep yanındayım." deyişiydi.
"Kral Valdemar," diye seslendim delici bakışlar altında. "Beni duyduğunuzu biliyorum. Lütfen dayanın, siz çok güçlüsünüz ve herkes sizin iyileşmenizi istiyor." Daha kısık bir sesle fısıldadım. "Ve ben yanınızdayım."
Kralın çırpınışları durduğunda ben de odadaki herkes kadar şaşkındım aslında. "Zedia..." diye mırıldandığında "Buradayım majesteleri." dedim.
"Gitme."
Kraliçe, aşağılanmış gibi bir ifade takınarak odayı terk ettiğinde ona bunu yaşatmak istememiştim aslında. Kralla geçirdiğim şu birkaç günde, tüm kalabalığa rağmen yapayalnız bir adam olduğunu fark etmiştim ve yanında birinin olduğunu hissetmenin iyi geleceğini düşünmüştüm. Tahtın tek varisiydi ve daha küçük bir çocukken bile çevresindeki herkes bir gün kral olacağını bilerek yaklaşmıştı ona. Anlattığına göre veliaht olmanın ağırlığıyla büyümüştü ve onu Valdemar olduğu için seven kimse olmamıştı yanında.
"Siz çıkın." dedi hekimlere Tybalt. Büyücü kadın, alnına kadar düşen pelerinin başlığının altından bana tuhaf bir bakış atarak diğerleriyle birlikte dışarı çıkmıştı. Tybalt bana doğru baktı ve "İşin bitince odama gel." dedi. Onlar da dışarı çıkınca kralla yalnız kalmıştık. Gözleri kapalıydı ancak uyumadığını biliyordum.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandığında "Ne için?" diye sordum. Göz kapaklarını güçlükle aralayıp bana baktı. "Yanımda olduğun ve beni o acıdan kurtardığın için."
Bir süre sessizlik oldu.
"Majesteleri?"
"Hım?"
"Tam olarak neyiniz var sizin?"
Yüzünden acı dolu bir ifade geçerken gözlerini kaçırdı. "İçime şeytan kaçtığını söylüyorlar değil mi?"
Eh, yalan diyemezdim buna. Çok fazla şey duymuştum birkaç günde, üstelik az önce gördüklerim de bunu destekliyordu. Derin bir nefes alıp yeniden bana baktığında hafif aralanmış perdenin arasından sızan gün ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyordu. Yorgun ve bitik görünüyordu ancak suratında silik bir tebessüm vardı. Yaralı fakat gururlu bir savaşçı gibiydi.
"Bunu kimseye söylemedim Zedia ama tuhaf bir şekilde güveniyorum sana."
Birazdan duyacağım şeyin ağırlığı çökmüştü aniden omuzlarıma. Neden kimseye söylememişti ve bana neden güveniyordu bilmiyordum. Fısıltıyla konuştu.
"Mors, zihnimi ve ruhumu ele geçirmeye çalışıyor."
Olduğum yerde kaskatı kesilerek baktım krala. Mors, tanrıya karşı çıkıp ölümü kontrol edebildiğini iddia eden bir şeytandı. İnsanlar onun adını dahi anmak istemezdi, efsaneleri kulaktan kulağa korku yayardı tüm ülkede.
"Neden?" diye sordum şaşkın bir ses tonuyla.
"Beni kontrol ederse tüm krallığı kontrol edebilir. Her şeyi istiyor Zedia, anlayabiliyor musun? Hiç olmadığı kadar güçlü artık."
Anlayamıyordum. Varlığı dahi ispatlanmamış bir varlık nasıl olur da bir kralı bu hale getirir ve her şeyi ele geçirmek isterdi? "Neden kimseye söylemediniz?" diye sordum merakla. Hekimler ve hatta büyücüler sorunun ne olduğunu bulamayıp her yolu deniyor ve kralı daha çok hasta ediyorlardı. Neden susmuştu bunca zaman?
"Kimsenin elinden bir şey gelmeyeceğini biliyorum da ondan. Hani bana kızmıştın ya hatırlıyor musun? Çabalamadığımı söylemiştin. Oysa ben öyle büyük bir mücadele veriyorum ki Zedia, bir başkası olsa çoktan yenilmişti belki de."
Kendimden o kadar utanıyordum ki kalenin zemini yarılsa, toprak beni içine çekip yutsa yine geçmezdi utancım. Hiçbir şey bilmeden ahkam kesmiştim krala, ne tür bir budalaydım ben? Özür dilemeye başladığımda elini yukarı kaldırıp beni susturdu.
"Seni üzmek için söylemedim bunu. Yalnızca, benim güçsüz olduğumu düşünmeni istemiyorum. Üstelik birkaç gündür o kadar iyi geldin ki bana teşekkür etmem gerekiyor."
Sessiz kaldım. Bir kraldan her gün teşekkür almıyordum ve afallamıştım. Babamın katilinin peşine düşerek geldiğim bu yolda hayat beni hayal dahi edemeyeceğim bir noktaya savurmuştu.
"Ben daha bir çocukken kaleye bir Kader Bilen gelmişti," diyerek anlatmaya başladığında can kulağıyla kralı dinliyordum. "Babam tahtta oturuyordu, ben de hemen onun yanında duruyordum. Kader Bilen içeri girdiğinde odada bizden başka kimse kalmamıştı. Babamın davetiyle geldiğini biliyordum. Kader Bilen gözlerimin içine baktı ve gördüklerinden memnun kalmamış gibi bir ifadeyle kaşlarını çattı."
Kader Bilen, aşağı yukarı kahin anlamına geliyordu ancak aynı şey değildi aslında. Onlar, Tanrının muazzam bir planla yarattığı kaderi apaçık bildiğine inanılan insanlardı. Hatta kaderin işleyişinde önemli bir rolleri olduğu ve günü gelince üstlerine düşen zorlu görevleri ucunda ölüm dahi olsa gerçekleştirdikleri söylenirdi. "Kader Bilen ne söyledi size?" diye sordum çekinerek.
Derin bir iç çekti. "Krallığın en kötü dönemini görecek bir kral olacağımı."
Yüreğim ürkmüş bir kuş gibi korkuyla çırpındı. Başımıza çok kötü şeyler geleceğini hissediyordum çünkü Kader Bilenler asla yanılmazdı. Yine de içini rahatlatmak için "Kimdi o Kader Bilen?" diye sordum. "Belki de yanılıyordur."
Yüzünde, nedenini çok iyi bildiğim acı bir tebessüm belirdiğinde ne söyleyeceğini tahmin ediyordum.. "Kader Bilenler yanılmaz Zedia," Biliyordum. Duraksayıp düşünüyor gibi gözlerini kıstı. "Çok uzun zaman oldu onu göreli. Orta boylu, yakışıklı bir adam olduğunu hatırlıyorum. Sağ kaşının üstünde belli belirsiz bir iz vardı, çocuk aklımla o izin nasıl olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Neydi adı? Hah, hatırladım! Hektor adında bir Kader Bilendi."
Donup kaldım. Sağ kaşının üzerinde iz olan ve adı Hektor olan birini tanıyordum. Eğer tüm bunlar bir şaka değilse neredeyse babamdan bahsediyordu.
"Hektor mu?" diye sordum kekeleyerek. Kral, şokla kaplanmış yüzüme bakarken başını salladı.
"Evet, ne oldu Zedia?"
"Hiç..." diyerek ayağa kalktım. "Ben çıkabilir miyim?"
Başını olumlu anlamda salladığında reverans yapmayı dahi unutarak odasından çıkmıştım. Nöbetçilerin tuhaf bakışları eşliğinde kendimi boş bir koridora atıp duvara yaslandım ve derin bir nefes aldım. Çocukluğum geçti gözlerimin önünden. Babamın bir bilge gibi konuşması, beni hep büyük bir şeye hazırlayışı ve Merd'ün sözleri. "Her insanın kaderi bazı dönüm noktalarına bağlıdır fakat bazılarının kaderi, o dönüm noktası olmaktır." demişti babam için. Tüm bunların bir tesadüf olacağını düşünecek kadar aptal değildim. Babam her zaman "Kadere tesadüf demek Tanrıya hakarettir." derdi.
O bir Kader Bilen'di.
Burası tuhaf bir krallıktı. Kaderin olağan akışında gitmesini sağlayan Kader Bilenler, kaderi değiştirmeye çalışan Kader Çevirenler, hepsini kontrol etmeye çalışan şeytani bir yaratık ve o yaratığın, canını almasını istediği herkesin canını alan Ölüm Getirenler vardı.
Babam her zaman gizemliydi ancak hiçbir zaman büyük bir sırrı olduğunu düşünmemiştim.
Peki ne yapmaya çalışıyordu? Neydi onun bildiği ve yolunda gitmesi için çabaladığı kader?
Bir süre duvara yaslanarak geçmişimi ve babamı düşündüm ancak bir sonuca varamadım. Şu an bu kalede olmamın bile bir amacı olduğuna emindim artık. Derin bir nefes alarak doğruldum ve mırıldandım. "Nasıl olsa yaşayarak öğreneceğim."
Tybalt beni odasına çağırmıştı, daha fazla geç kalmamak için odasına doğru yürümeye başladım. Benimle ne konuşacağını merak ediyordum ancak zihnim artık daha fazla şeyle meşgul olduğu için o kadar da önemli gelmiyordu gözüme. Kapıyı çalıp içeri girdikten sonra Marcus'la birlikte bir şey konuştuklarını görerek selam verdim. Marcus "Gel Zedia." dediğinde kapıyı kapatıp yanlarına gitmiştim.
Tybalt oldukça suratsız bir moruktu, kitaplığının önünde durmuş öylece suratıma bakarken gerilmeye başlamıştım. "Beni neden çağırdınız?" diye sorarak sessizliği böldüğümde Marcus, Tybalt'a baktı.
"Sana dair şüphelerim var." dedi Tybalt nihayet. Kaşlarımı çatarken çok renk vermemeye çalışıyordum, buraya babamın katilini öldürmek için geldiğimi bilmesine imkan yoktu ancak tedirgin olmuştum yine de.
"Tybalt senin kralın durumuyla alakalı olabileceğini veyahut durumunu kullanarak ona zarar verebileceğini düşünüyor." diyerek açıkladı Marcus. Kaşlarım mümkünmüş gibi biraz daha çatılırken tahminlerimden çok uzak bir durumun içinde olduğumu anlamıştım. Gergin olan sinirlerim patlamak için yer ararken dudaklarımı dişledim.
"Bu düşünceye nereden kapıldınız bilmiyorum fakat beni bu kaleye siz aldınız, istemediğimi söylediğim halde kralın emrinde çalışmamı da siz söylediniz. Umarım şüpheleriniz bu gerçekleri hatırlayarak biraz olsun dağılır zira krala hizmet etmek dışında yaptığım hiçbir şey yok."
Doğrudan Tybalt'ın şüpheyle kısılmış gözlerine bakıyordum. Durup dururken bir suçlamayla karşılaşıyordum ve öfkeliydim. Benden şüpheleneceğine kraliçeyle kırıştıran Marcus'a çevirmeliydi gözlerini. Hatta bunu bizzat söylemek istemiştim ancak hizmetçi bir kızın sözlerine karşılık bir kraliçe ve Kader Muhafızının sözlerinin çok daha etkili olacağını farkındaydım.
"Kralın sana bu kadar çabuk alışması ve ona iyi gelmen tuhaf bir durum," dedi Tybalt bana doğru yürürken. "Bir Ölüm Getiren ya da Kader Çeviren olabilirsin."
Kahkahamı güçlükle bastırırken Marcus'a çevirdim bakışlarımı. "Kader Muhafızları tam da bu ikisiyle savaşmıyor mu? Söylediklerinizden biri olsaydım Komutan Marcus çoktan beni tanır ve kellemi alırdı bence."
Marcus gözlerimin içine bakarken başını salladı. Tybalt'ın düşüncelerini paylaşmadığını ve beni bir şeyle suçlamadığını hissetmiştim. Yine de ona uzun süre bakmak istemiyordum, ihtimali giderek düşüyor olsa da babamın katili olabilirdi.
"Neyse ne," diyerek ters bir ses tonuyla konuştu Tybalt. Sözlerimde haklı olduğumu ve saçmaladığını fark etmiş gibiydi. "Gözüm üzerinde Zedia."
Oradan çıktığımda tamamen afallamış bir haldeydim. Hangi noktada olayların kontrolünü kaybetmiştim? Belki de kontrol hiçbir zaman bende değildi. Olanları biriyle paylaşma arzusu soluk borumdan yukarı tırmanırken koskoca kalede konuşabileceğim tek insanın Devian olduğunu fark etmek sarsılmama neden olmuştu. Bir katile sırlarımı anlatırsam beni sırlarımdan öldürür müydü?
Biriyle konuşmak zorundaydım. Bir katil olması şu an umurumda değildi, olayları anlayamıyordum ve başka bir gözden bakmam gerekiyordu yaşananlara. Eğitimde olabilir diye düşünerek bahçeye indiğimde orada yoktu, askerlere sorduğumda kalenin arka bahçesine gittiğini söylemişlerdi. Hızlı adımlarla bahçeye doğru yürürken babamın benden böyle büyük bir şeyi nasıl sakladığını anlamaya çalışıyordum. Bana bunu nasıl söylemezdi?
Kalenin belki de en güzel yeri olan arka bahçeye ulaşmıştım. Okyanusu görebiliyor, dalgaların kıyıya vururken çıkardığı sesi duyabiliyordum. Kalenin kasvetli havası burayı da etkilemişti. Çiçekler solmuş, çimenler rengini yitirmişti ancak bir zamanlar nasıl da güzel olduğunu hayal edebiliyordum yine de. Büyük bir kamelya bahçenin tam ortasındaydı, şimdi kuru dallardan ibaret olan ancak geçmişte beyaz renkli çiçeklerini açtığına emin olduğum sarmaşık etrafını sarmıştı. Bahçenin etrafı, bir süredir budanmadığı belli olan yeşil çitlerle kaplıydı.
Dikkatimi toplayıp Devian'ı aramaya devam ettim. Bahçenin iç kısmındaki meyve ağaçlarına kadar yürüdükten sonra duyduğum seslerle birlikte sağa döndüm ve onları gördüm. Devian ve Helmina. Hel, Devian'ın kucağındaydı ve sırtı ağaca yaslanmıştı. Kıyafetleri hala üstlerinde olduğuna göre yaptıkları şeye yeni başlamışlardı ancak kızın çıkardığı seslerden zevkin doruklarında olduğunu anlayabiliyordum.
Bu görüntü beni rahatsız etmişti ve nedenini tam olarak bilmiyordum. Ayaklarım yere sabitlenmiş gibi hareket etmezken Devian anlık olarak gözlerini açtı ve beni gördü. Panikle kendimi kamelyanın arkasına atarken gözetlediğimi düşüneceğine emindim. Elimi alnıma vurduğum sırada gömleğini düzeltmeye çalışarak yanıma geldi.
"Seni küçük sapık." diyerek alay ettiğinde sabah yediğim elma kadar kırmızı olduğuma emindim. Göz ucuyla ağacın oraya baktığımda Helmina'nın gittiğini görmüştüm.
"Gözetlemiyordum, tesadüfen karşıma çıktınız. Aslında tesadüf de değildi, seni arıyordum ama böyle bir şey göreceğimi tahmin edememiştim. Hem de kralın bahçesinde, herkesin görebileceği bir yerde? Kudurdunuz mu siz?!"
"Onu azgın arkadaşına söyle." diyerek güldüğünde Hel'in sabahki sözlerini anımsadım. Gerçekten de azgındı. "Sen beni niye arıyordun?"
Olanları hatırlayınca utancım geçti ve hüzünle baktım gözlerine. Bendeki değişimi fark ederek bir anda ciddileşti ve kaşlarını çattı.
"Bir sürü şey oluyor ve biriyle konuşmak zorunda hissediyorum. Tybalt benim krala zarar vermek istediğimi ya da durumunu kullandığımdan şüphelendiğini söyledi. Bu çok saçma değil mi? Beni zorla kaleye sokan o! Bir de babamın durumu var..."
"Babanın durumu mu?"
Yutkunarak başımı salladım. "Sır tutabildiğini biliyorum bu yüzden sana anlatacağım ve aramızda kalacak. Kralın çocukluğundaki bir anıyı dinlerken adı Hektor olan, sağ kaşının üzerinde izi olan bir Kader Bilenden bahsetti. Babam tam da bu tanıma uyuyor ve ben bunun benzerlik olmadığına, babamın bir Kader Bilen olduğuna eminim."
Devian'ın yüzünden birkaç duygu geçti ve ilk kez okuyabildiğimi sandım. Önce şaşırır gibi oldu sonra da bir şeyleri yeni fark etmiş gibi kafasını salladı. Bana daha dikkatli bakıyordu artık, sanki merak duyduğu delice bir şey varmış gibi.
"İşler giderek tuhaflaşıyor Zedia." derken oldukça düşünceliydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |