
Cansu telaşla yanıma geldi. “Bulamadım onları Güneş.”
Derin bir nefes aldım ve montumu giydim. “Sen bekle. Ben onları bulup geleceğim.”
Önce terasa baktım ama onları göremedim. Bu durumda kesin kötü bir şey olmuştu ve dışarıdalardı. Kale’in çıkışında, ürpertici bir sessizlik vardı. Kapının önündeki korumalara yöneldim. “Buradan çıkan kıvırcık saçlı bir çift gördünüz mü?"
“Aşağıya gittiler,” dedi koruma sertçe. Ona şaşkınlıkla birkaç saniye baktıktan sonra aşağıya doğru koştum. Yolun sağında ve solunda bekleyen bir kalabalık vardı. İnsanların arasından geçip Melisalar’ı görmeye çalışırken tüm kalabalığın bana baktığını fark etmiştim. Görüş açıma girdiğinde şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Arkadaşları kalabalık bir grupla kavga ediyordu ve Melisa durmaları için onlara bağırıyordu. İlerlerken beni fark etti. “Güneş uzak dur, çekil!”
Arkamda bekleyen kalabalığa döndüğümde kimsenin ayırmaması beni sinirlendirmişti. Birbirlerini öldüresiye dövüyorlardı. Berkan bir çocuğun kafasına vurduğunda Melisa çığlık attı.
“Yapmayın, lütfen,” diyebildim sadece. Tabi ki duymadılar bile. Kalabalığa tekrardan baktığımda Kale’nin terasında bir gölgenin bizi izlediğini görmüştüm. Savaş... Onu gölgesinden bile tanımama şaşırıyordum.
İçimde bir güven hissiyatı oluşmuştu. Savaş birazdan gelip çözecekti biliyordum. Melisa hala çığlıklar atıyordu. Kalabalık ise sadece izliyordu. Ben de öyle.
Karşı grup Melisa’nın arkadaşlarını adeta pert etmişti. Gözlerim Savaş’ı arıyordu ama o, yoktu. Mert bayılınca onu döven çocuk ıslık çaldı ve hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladılar. Hemen Mert’in yanına koştum. Melisa ve Furkan da gelmişlerdi. “Mert! İyi misin Mert? Ses ver!”
Mert’in tepki vermediğini görünce ikisi de ağlamaya başladı. Ben ise soğukkanlı bir şekilde izliyordum sadece. “Ne oluyor burada?”
Kafamızı sesin sahibine çevirdiğimizde, kırmızı ve mavi ışıklar gözlerimi alıyordu. Polisler gelmişti. Bize seslenen polisin yanındaki polis ambulans çağırdı.
Aklıma Cansu gelince hemen Melisa’ya seslendim. “Ben Cansu’yu alıp geliyorum.”
Koşarak Kale’nin girişine ilerlediğimde korumalar beni durdurdu. “Giremezsin.”
“Arkadaşım içeride ve eşyalarımız var,” dediğimde koruma bana doğru bir adım attı ve şaşkınlıkla donakalmamı sağlayan cümleyi söyledi. “Savaş Bey’in kesin talimatı var. İçeriye giremezsin.”
Şaşkınlıkla korumaya bakakaldım. Savaş neden talimat verip beni içeriye aldırmasın ki? Gerçi kavgayı gördüğü halde gelmemişti üstüne bizi de içeriye aldırmıyordu. Kaşlarım çatılırken, yumruklarımı sıktım ve adama karşı ciyakladım. “Ne demek giremezsin? İçeride arkadaşım var benim!”
“Diretme! Giremezsin dedik sana.” Zaten yaptıkları saçmalıkken bunu, yaptıranın Savaş olması sinir katsayımı daha da yükseltmişti. Bambaşka bir Güneş’e dönüşmüştüm sanki. “Onu almadan hiçbir yere gitmiyorum!”
“Zorluk çıkarırsan senin başın yanar! Anla laftan!” Dişlerimi sıkıp daha çok bağırmaya başladım. “Bana hiçbir şey yapamazsınız! Gitmem dedim!”
Seslerimizin yükseldiğini duyunca Melisa yanımıza gelmişti. İkimiz de hararetlenirken duyduğumuz ses ile durduk.
“Ne oluyor burada?” Kafamı sert, gür sesin sahibine çevirdiğimde gözlerim Savaş’ın karanlık bakan mavi gözlerini bulmuştu. Yüz ifadesi oldukça sert ve öfkeliydi. Onu ilk defa böyle korkutucu görüyordum. Sahi, ben onu tanımıyordum ki.
“Kız zorluk çıkarıyor. Aşağıda kavga edenlerle beraber bu kız,” dedi koruma. Savaş, onu dinlerken gözlerini bir saniye olsun gözlerimden çekmemişti. Onun sert yüz ifadesine karşılık ben de sert bakmaya çalışıyordum ama yapamıyordum, ondan korkuyordum. Bana döndü. “İçeriye giremezsin. Çıngar çıkarıp kimsenin huzurunu bozamazsını<. İşletme burası, çocuk parkı değil!”
Savaş’ın böyle sert ve kaba konuşması beni hem kızdırmış hem de kırmıştı. Tanıdığım kadarıyla hiç kötü birisi değil ona rağmen nasıl bu kadar karanlık bakabilir diye düşünüyordum ama şimdi, bu karanlık bakışların tam da Savaş’ı yansıttığını biliyordum. Ona kırgınlıkla baktım ve fısıldadım. “Kavgayla alakam yok benim. Ben Melisa’yı arıyordum sadece.”
“Evet benim arkadaşlarım kavga etti ve eşyaları içeride kaldı. Onları vermemiz gerekiyor,” dedi Melisa. Savaş birkaç saniye sessiz kaldı. “Olayı içeriye taşımama şartıyla girebilirsiniz. Erkekleri içeriye almayın.”
Son cümleyi korumalara söylemişti ve sonrasında bir şey demeden içeriye girmişti. Onun ardından ben de içeriye girdim ve Cansu bıkkınlıkla etrafa bakıyordu. Yanına koşup kolunu yakaladım. “Furkanlar bir grupla kavga ettiler dışarıda. Polis ve ambulans geldi. Gitmemiz lazım.”
Gözleri korkuyla açılırken ben eşyaları toplamaya başladım. Masada hiçbir şeyin kalmadığından emin olduktan sonra mekandan çıktık. Melisalar’ın yanına koştuk. Mert yerde yatıyordu ve inliyordu. Furkan ve Eren ise ağlıyorlardı. Cansu, Furkan’ın omzunu sıvazladı.
Ambulans da gelmişti. Paramedikler Mert ile ilgilenirken Eren daha çok ağlamaya ve bağırmaya başladı. “Kardeşim! Hayır! Olamaz! Hayır!”
Paramedikleri takip edip bağıra çağıra ambulansa girmeye çalışırken utandığımı hissetmiştim. Görevlilere de zorluk çıkarmıştı ve onları sinirlendirmişti.
“İner misin? İşimi yapamıyorum ya yeter!” Görevli çıldırırken polisler Eren’i uzaklaştırdı. “Sakin ol, git.”
Mert ambulanstan indiğinde herkes onun etrafında toplanmıştı. Ağır yaralanmamıştı ve çok iyiydi. Ortalık da sakinleşmişti. Hepsinin de yüzü kanlar içindeydi ama ciddi bir durum yoktu çok şükür.
“Kızlar gerçekten kusura bakmayın, olanlar için,” dedi Furkan. Eren, Mert’i yürütmeye çalışıyordu. Cansu Furkan’a yaklaştı. “Siz niye kavga ettiniz ki?”
“Bunlardan biri bize bir şey söyledi, anlamadık. Sonra uzaktan bakmaya devam edince terasa çağırdık. Sonra ‘Hayırdır terasa çıkarmalar’ falan derken kavga çıktı. Ümit saldırdı ilk.” Berkan’ın anlattıklarına karşılık göz devirdim. Ben hayatımda hiç bu kadar saçma bir hikaye dinlememiştim. Maalesef, Savaş haklıydı. Aptal serseri çocukların tekiydi bunlar. Ortada hiçbir şey yokken saldırmak da nedir?
“Ümit zaten buraya gelirken söylemişti ‘Bugün birisinin kafasında şişe kıracağım,’ diye,” dedi gülerek Berkan. Ergenlikti bu.“Kızlar çok memnun olduk. Size ayıp olmazsa, biz gidelim artık. Tekrar görüşebiliriz umarım."
Cansu ile birbirlerine sarılırlarken çok tatlı olduklarını fark etmiştim. Melisa yanımıza geldi. “İçeriye geçelim, gecemiz daha fazla bozulmasın."
Eski masamıza geçtiğimizde Melisa, yine tanıdık birilerini görmüştü. Flörtü Ertan arkadaşlarıyla çaprazımızdaydı. Cem diye bir çocuk da Melisa'nın yanına gelip sohbet etmeye başlamıştı.
Dedikodularını işittim.“Şuradaki kız, eski ev arkadaşımdı. Seda ve yanındaki Buğra'nın kondomlarını bulmuştum. Öyle bir orospu ki.”
Gösterdiği kıza baktığımda hiç de bahsettiği gibi tipler olmadığını düşünmüştüm. İkisi de temiz duruyordu.
“Belli zaten ne kadar sinsi olduğu,” dedi Cansu. Bence alakası yoktu. Yorum yapmadan onlardan uzaklaştım ve kendimi çalan hareketli müziğin ritmine bıraktım. Kimin ne yaptığıyla ilgilenmiyordum. Okuldakilerle takılmak böyle bir şeydi. Aktivite anlayışları, başkalarını konuşmaktı.
Gözlerim merdivenden inen Savaş’ı bulduğunda onun gözleri de beni bulmuştu. Tepkisizce pipeti ağzıma götürüp, sodamdan bir yudum aldım. Bakışlarını üzerimden çekmemişti. Basamakları bitirdiğinde yanındakiler gülerek bir şeyler söylediler. Kafasını sallayıp o da gülümsedi ve bir şeyler söyledi onlara. Takım elbiseli adam onunla tokalaştı ve mekandan ayrıldı. Kalanları da bizim karşı masamıza geçtiler. Savaş da onlarla beraber masaya geçti.
Tam karşımda duruyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |