Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left 1.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@savagedaisy

Keyifli okumalar.

Sıcak yaz gününde, sabah tıpkı diğer günlerde ki gibi sıradan ve sakindi. Hava gayet sıkkın ve güneşliyken önce hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Ardından gökgürültüsü duyuldu, sonra birden her yeri yağmur bulutları sardı ve rüzgar esmeye başladı, sonrasında elektrikler kesildi. Etraf tıpkı korku filmlerinin geçtiği o yerlere döndü, hava kapalı etraf karanlık ve puslu esen rüzgar yüzünden de soğuk.

Güneşli bir temmuz gününde, ceviz büyüklüğünde dolu yağması ne kadar normal? Altı ayı içinde barındıran sonbahar ve kış aylarında bile yağmayan dolu, nasıl oluyorsa temmuzun ortasında yağıyor. Mevsimlerin de içine, tüm insanlık olarak ettik ya, helal olsun bize ne diyeyim.

"Eylem, jeneratör neden hâlâ devreye girmedi?" Başımı dışarıdaki kıyamet gibi yağan doludan kaçmaya çalışan insanlardan çekip, her sorunun cevabını bende arayan Yıldırım'a çevirdim.

"Ben ne bileyim Yıldırım. Ara Mehmet amcayı sor."

"Şimdi taa odaya kadar kim gidecek? Sen arayıp sor işte çıktısını almam gereken birkaç rapor vardı da." Buraya gelmek yerine, o kıymetli poponu kaldırmadan da arayıp sorabilirdin, bay zeka küpü. Ama ne gerek var değil mi, burada zaten her şeye koşan Eylem var. Enayiliğine hiçbir şekilde doymayan, salak Eylem. Yemin ederim bunlar insanı kendinden soğutur, öyle cins insanlar.

"Eee arayacak mısın?" Gayet sakin bir şekilde koltuğa yayılmış bana bakıyor, bu adam benim sınavım herhalde.

"Arıyorum." O manasız gözleri üstümdeyken, telefonu hoparlöre aldım.

"Alo?"

"Mehmet amca, benim Eylem. Jeneratör neden devreye girmedi, bütün bina karanlığa gömüldük. İnanmazsın etrafta cehennem zebanilerini görüyorum." Bu son kısmı Yıldırım'a bakarak söyledim, geri zekalı değilse anlamıştır ondan söz ettiğimi.

"Ah güzel kızım küçük bir sorun var, onu halletmeye çalışıyoruz. Biraz daha sabredin, az kaldı çocuklar bakıyorlar. Hem ne zebanisi yavrum Allah korusun, tövbe de."

"Tamam Mehmet amca, size kolay gelsin. Bence de Allah korusun."

"Kendinde duydun, sorun varmış."

"Duydum evet, teşekkür ederim aradığın için." Ah ne demek, benim tek ve asli görevim sağı solu aramak değil mi zaten?

"Önemli değil ama bir dahaki sefere, bunca yolu gelmek yerine kendin ararsın." Ayağa kalkıp koridora yürüdü.

"Ne bunca yolu canım, alt tarafı yan odadayım." Az önce kendi demedi mi taa odaya kadar nasıl giderim diye? Allah cezamı versin ki, bu adam manyağın önde gideni. Yüzündeki geri zekalı gülümseme, ona uçan tekme atmam için beni adeta tahrik ediyordu. Sonra birden, gülümsemesi gitti ve saçma bir korkuyla doldu gözleri.

"Ha bu arada cehennem zebanilerini mi görüyorsun? Ben çok korkarım onlardan." Maalesef, süzme geri zekalıymış.

"O zaman ortalarda fazla dolaşma, ensenden kapıp giderler, o zaman görürsün dünyanın kaç bucak olduğunu." Öyle bir kaçışı vardı ki, çitadan kaçan ceylanlar halt etmiş. Bu çocuk saf mı yoksa salak mı anlamıyorum ama bildiğim bir şey varsa, o da beni sinirden bir gün deli edeceği.

°

On dakika sonra her taraf aydınlanmış, millet sevinç çığlıkları atıyordu. Tamam belki herkes değil ama en azından birkaç kişinin, mutluluk nidalarını duydu bu kulaklar.

"İlk parti yola çıktı efendim. İkincisi, yarın sabah sınırdan geçmiş olur... Hiçbir sorun çıkacağını sanmıyorum, eğer herhangi bir problemle karşılaşılırsa, kimseye haber gitmeden düzeltilir... İyi günler efendim."

"Selam kutu bebek, ay yemin ederim bunaldım. Dertlerden kazak örüp, kışın giyeceğim. Bitmiyor derdi, tasası." Anlaşılan Duygu, yine pimpirikli yöneticiyle uyuz bir konuşma yapmış.

"Bir tane huni lazım bana, şapka niyetine takarım."

"Kızım biraz sakin ol, ne oldu da yine devrelerin yandı?"

"Daha ne olsun, yine kafayı yeme noktasına geldim, adam bir türlü rahat vermiyor, bırakmıyor işime odaklanayım. Yok efendim tırlar yola çıktı mı? Her şeyleri tam mı? İzinleri yenilendi mi? Mallar kontrol edildi mi? Bakanlığa bilgi verildi mi? Şoförlerin pasaportları yenilendi mi?" Ardı ardına sıraladığı sorular bana gına getirdi, elimle susturdum.

"Duygu biraz sakin ol derken, gerçek anlamda bir sakinlikten bahsettim. Tane tane anlatırsan daha kolay olur hem senin için, hem de benim için."

"Neden hâlâ emekli olmuyor ki? Her şeyi gayet titizlikle yapıyorum ama nedense bir türlü yaranamıyorum."

"Emeklilik konusunda haklısın, herkes Tarık beyin ne zaman emekliye ayrılacağını konuşuyor, hatta iddiaya girenler bile var. Adam pimpirikli işte ne bekliyorsun ki?"

"Ya birde sürekli o bebeklere mal demiyor mu, sinirden saçlarım dik dik oluyor." Yüz ifadesine gülmezsem, günah işleyecekmişim gibi geldi.

"Niye gülüyorsun ya, haksız mıyım?"

"Haklısın tabi, adam senin gibi çantalara bebeklerim desin, sonra piyasada adı çıksın. Kızım adam aldığı paraya, pazardaki kazancına ve piyasadaki adına bakar. Onun için önemli olan markanın itibarı ve kazandırdığı deve yüküyle paralar o kadar."

"Aman be Eylem, bir kerede benden taraf ol be kızım. Ama sende onlardansın."

"O ne demek ya? Onlar kim?"

"Hani şu bebeklerden, mal diye bahsedenler." Kıkırdadım, bu kızın acilen psikolojik danışmanlık alması lazım.

"Ben mal demiyorum ama lütfen. Rica ediyorum ben onlara oldukları formlara verilen isimle sesleniyorum. Çanta onlar, bende çanta diyorum."

"En azından bu hafifletici bir sebep. Ben gideyim yarın sabah çıkacak olan tırın son kontrollerini yapayım. Hayır anlamıyorum temmuzun on altısında bu yağan doluda neyin nesi?"

"Neden olacak, dünya her geçen zaman ısınıyor. Normal böyle şeylerin olması."

"Yani diyorsun ki, biz büyüdük ve kirlendi dünya."

"Aynen öyle."

"Sonra görüşürüz tatlım."

"Görüşürüz canım, kolay gelsin." Yanımdan ayrılan çatlak arkadaşımı, el sallayarak yolcu ettim. Niye bu kadar büyütüyorsa, alt tarafı bir tanesi bile maaşımın beş katı, tasarım çantalar.

-

Dışarıdaki kış gününü andıran serin ve kasvetli hava, hâlâ etkisini devam ettirirken ofisten çıktım. Keşke şemsiyem yanımda olsaydı ya da kırmızı yağmurluğum. Hava biraz daha sakinlediğinde, tabana kuvvet verip taksi durağına geldim, etrafta hiçbir taksi göremeyince ne yapacağımı şaşırdım.

"Abla şu anda hiç taksi yok ama birazdan gelirler, istersen otur bir çay ikram edeyim, epey ıslanmışsın." On dört- onbeş yaşlarındaki bir çocuk vardı sadece, kendime baktığımda durumun içler acısı olduğuna emin oldum. Sandaletlerimden görünen ayaklarım çamur içinde kalmış, nar çiçeği şortum, ıslandığından bordoya dönmüş. Allah'tan koyu mavi gömlek giymişim, yoksa ne olurdu bilmiyorum.

"Teşekkür ederim, çaya hayır diyemem." Sandalyelerden birine oturup, çayın gelmesini bekledim. Çocuk çayı getirildiğinde, telefonum çalmaya başladı. Bari bir yudum içseydim ya.

"Efendim Çetin?"

"Güzelim neredesin sen? Şimdiye kadar gelmen lazımdı."

"Biliyorum geç kaldım, taksi bekliyorum. Yağmurdan dolayı hepsi çalışıyor, bende bir tanesinin geri dönmesini bekliyorum."

"Ne yağmuru Eylem, yanıyor etraf?"

"Nasıl yani?"

"Dur bir saniye..." Telefon yüzüme kapanınca, şaşırsam da, gelen görüntülü arama ile neden kapattığını anladım. Telefonu açtığımda, Çetin balkondaydı.

"Bak, hiç yağmur var gibi görünüyor mu?" Gerçekten de etraf kupkuruydu, iyide bu nasıl olur? Evimle iş yerim arasında, sadece iki sokak var.

"Bu nasıl olur?" Ekranı kendi yüzüne çevirdi, bende ona dışarıda yağan yağmuru gösterdim.

"Ama bu nasıl olur?" Küresel ısınma!

"Ne bekliyoruz ki? Dünyayı bu hâle biz getirdik, el birliğiyle dengesini bozduk. Keşke ilkel zamanlara dönebilseydik, oralarda yaşasaydık. Doğayla iç içe, ona fazla zarar vermeden, katkısız yiyeceklerle beslenirdik."

"Başladın yine çevreci konuşmalara. Tamam anladık, dünyanın içine ettik, her yeri mahfettik hatta doğanın ağzına s-"

"Ağzını bozma istersen, karşında asker arkadaşın yok."

"Şuna bak, sanki kendi saraylarda yetişmiş. Kızım sen benden daha çok küfür ediyorsun, hem ne yalan söyleyeyim, senin ağzın tanıdığım çoğu erkekten daha bozuk." Tamam söylediklerinde yalan yok ama o kadar da kötü bir kız değilim.

"Etrafıma uyum sağlıyorum işte, daha ne arıyorsun? Uyumsuz diye dilinde sakız olmak istemiyorum."

"Ulan nasıl da kılıf uydurdun, helal lan sana." Birde benden kibar kız olmamı bekliyorlar, ulan diye hitap eden bir ev arkadaşım varken, ne kadar kibar olabilirim ki?

"Görüşürüz Çetin."

"Görüşürüz kutu bebek." Ah Duygu ah, senin yüzünden şu ağzı gevşeğin dilene düştüm. Ama hatanın en büyüğü yine bende, neden izin verdim ki? İlk söylediğinde tepki gösterseydim, şimdi bu durumda olmazdım.

"Abla taksi geldi." Vakit kaybetmeden çayımdan kocaman bir yudum aldım, çocuğa teşekkür edip hızla bindim taksiye. Fazla geçmeden eve geldiğimde, derin bir nefes aldım. Yağmurlu havaları severim ama böyle vakitsiz yağan yağmurlar ve etrafı delip geçen iri doluları değil.

"Ooo kibar kızımız da gelmiş. Hoş geldin evimizin neşesi." Gevşek gevşek gülen arkadaşıma aldırış etmeden, odama geçip kapımı kapattım.

"Neler oluyor kız? Küstün mü yoksa, bak valla alırım elime, evire çevire pataklarım! Duyuyor musun beni?"

"Hı hı duyuyorum, duymaz olur muyum hiç."

"Bak bir şeyler geveliyorsun, biraz yüksek konuş!"

"Tamam konuşurum." Kuru kıyafetlerimi alıp küçük banyoma girdim, Çetin hâlâ bağırıp bir şeyler söylüyor ama onu duyan kim? Banyolu odayı almak için, içerideki davarla az savaş vermedim.

"İnsan bir cevap verir ama bizimki insan değil ki. Başka bir mahluk, sabahtan beri kendimi yırtıyorum kızın umrunda değil." Yuh! Yarım saattir banyodayım hâlâ mı konuşup duruyor? Bunu alan kız yemin ederim, hayatının en büyük hatasını yapar. Zaten öyle bir şey olursa o kızla güzel bir konuşma yapmam gerekiyor, hemcinslerimi korumam lazım. Kadın dayanışması diye bir şey var memlekette.

...
‘Birinci bölümün sonu’
modal aç
modal aç
modal aç