15. Bölüm

9. BÖLÜM Saklambaç part 2

Zehra Sezgin
valekizi

 

Dedi Lena gözlerini devireceği sıra kıkırdadım. Pekala konuşmadan da yanlarında durabilirdim sadece yardım istemek için açacaktım o güzel dudaklarımı. Gizli görevleri gereği Moskova’da lüks bir mekanda bir davete katılacaktık. Askıdaki giysilere bakılırsa gideceğimiz mekan oldukça pahalı ve gösterişli bir yerdi.

 

Lena ve Anna yanında getirdikleri makyaj ürünleriyle üzerime gelince onlara makyaj istemediğimi söyledim ama kapatıcı rimel ve ruj üçlüsünden kaçamadım. Onlara ses çıkarmadan dediklerini yapmam bu akşam Mokova’ya gidecek olmamdandı. Saçlarımı tepemde sıkı bir topuz yapmışlardı. Gözlerim bu şekilde hafifçe şakaklarıma doğru gerildi. Dudaklarıma sürdükleri kıpkırmızı ruja anlamaz gözlerle baktım.

 

Lena kapatıcıyla boynuma yanaştığında gayri ihtiyari çekildim. Kararsız mavimsi gözleri yüzüme çıktı.

“Dmitri’nin kesin emri dövmen hiçbir şekilde gözükmeyecek” ince sesi biraz gergindi. Elinde kapatıcıyla bir süre benim karar vermeye çalışan yüzüme baktı. Derin bir nefes alıp kafa salladım. İşini bitirdiğinde aynadaki kıza şaşırmadan edemedim. Beyaz boynumda dövmem olmadan kendimi farklı hissetmiştim. Yeşil gözlerim yavaşça alyanslarımda gezindi.

Dışarıdan gelen motor sesiyle gözlerimi kızlara çevirdim. Daha kim gelecekti?

“Viktoria geldi. Görevdekilerin hepsi çift halinde etkinliğe katılacak.” dedi Anna kendi makyajını yaparken. Ne diyeceğimi bilememiştim. Kimin kiminle çift olacağı aslında belliydi değil mi? İnce kaşlarım çatılı şekilde yatağa benim için seçilen kıyafete bakmak için adımladım.

Gördüklerimle resmen ağzım bir karış açık kaldı. Herkesin çift olarak katıldığı ve extra güzel elbiseler giyindiği yerde bana verilen kıyafete göre sanırım ben garsondum. Burnumdan deri bir nefes alıp kendimi sakinleştirdim. Ben bu ekibin bir parçası değildim. Neden kendimi onlarla aynı yere koymaya çalışıyordum ki?

Elime aldığım kıyafetlerle banyo kapısına yönelmem bir iki saniyemi almadı. Üzerimdeki kıyafetleri teker teker çakardım. Siyah kalem eteği kalçamdan zor geçirdim. Siyah kalem etek belime bir tık bol gelmişti. Boyu Anna’nın evine giderken giydiğim elbiseden daha kısaydı. Üzerine giydiğim beyaz gömleği siyah kalem eteğin içine itinayla kattım. Aynada bakışlarımı yakaladığımda üzerimdeki transparan gömlekle resmen nefes alamadım. İçimdeki siyah dantelli iç çamaşırı gözler önündeydi. Bu ne biçim garson kıyafetiydi?

Kıpkırmızı dudaklarımla bir garsona göre fazla iddialıydım. Derin bir nefes alıp banyodan çıktım. Kızlar hazırlanmış beni bekliyorlardı. Lena, gri payetli kısa elbisesi ile oldukça hoş olmuştu. Zaten makyajlı olan yüzüne sadece bir rimel sürmüştü. Anna ise siyah uzun ince askılı saten bir elbise giymişti. Uzun bacaklarını açıkta bırakan büyük bir yırtmacı vardı. Zaten fönlü olan saçlarını yine beline dökmüştü.

Eğer Alex onu aldatmışsa gerçekten aptallık etmişti.

Lena yanıma adımlayıp,

“Keşke Dmitri senin görevini değiştirmeseydi. Sen de bizimle aynı masada dururdun” dedi masumca. Bu yaptığı açıklama ile Dmitri’nin benim sonradan garson olmamı istediğini anladım.

“Önemi yok” dedim kuru bir sesle. Gerçekten umurumda değildi. Bugün burada geçireceğim son gündü. Elimdeki kırmızı floru odadaki aynaya bakarak dikkatlice doladım. Şimdi alyanslarım görünmüyordu. Lena’nın bana verdiği kürk aşağıda kalmıştı. Onlar odadan çıkarken bende bana bu görevde verilen siyah yüksek topuklu stilettoları giymeye çalıştım bir süre.

Sürekli ayakta çalışacak insana verilecek şey miydi bu?

Dikkatlice giydiğim ayakkabı ile odadan çıktım. Allahtan daha önce garsonluk tecrübem vardı. Merdivenlerden yavaşça inip geniş salonun önüne geldiğimde tüm gazap ekibinin burada olduğunu gördüm. İvan hariç o cezalıydı.

Yaklaşık on kişi siyah askeri tulum ve silahlarla geniş holde ve mutfaktaydı. Yanlarında yine benim gibi giyinmiş iki garson kız vardı. Tüm yüzler bana ve kıyafetlerime yönelince başımı salona çevirdim. İlk gördüğüm geniş camın önündeki Dmitri’ydi. Siyah bir takımın içinde elinde tuttuğu kadehi içiyordu. Beni görünce bir an elindeki kadeh dudağına giderken durdu.

Bej renkli koltukta oturan herkes benim gelmemle ayağa kalkmıştı. Viktor’da siyah bir takımın içinde dudaklarında ıslıkla bana yaklaşmaya başladı. Bu hareketine yanaklarım zamansızca kızardı. Lena hemen onun koluna vurup,

“Utandırma kızı” diyen fısıltısını benden başkası duymamıştı. Anna ve Alex eşti. Lena ve Viktor eş olduğuna göre. Dmitri’nin eşi geldiğimden beri gözleri bende olan Vikoria’ydı sanırım. Kırmızı kısa elbisesi ve boynundaki pırlantalarla garsonluk yapacak hali yoktu. Dudaklarındaki kırmızı ruj benimkine kıyasla cırtlak bir kontrast oluşturmuştu.

“Herkes arabalara” dedi. Tınısından sertlik akan ses bu ekibin komutanıydı. Herkes bir bir ayrılırken en son kulübeden Viktoria çıkmıştı. Sanki ayakları geri geri gitmiş bizi hiç yalnız bırakmak istememişti. Viktoria, hırslı bir kadındı. Dmitri’yi gerçekten sevdiğini düşünmüyordum. Amacı sadece onun yatağına girmek isteyen gözleri duygulara kör bir kadındı.

Şöminenin önünde duran bedeni sanki bir yere gitmeyecek gibi berjere oturdu. Gözleri direk boynumda gezmiş dövmemi gizlediğim için dudakları hoşnut olmuşçasına kıvrılmıştı.

“Küçük ajanım gel bakalım” diyen sesi manidardı. Şu an eğlendiği her halinden belli oluyordu. Ona bugün son kez itaat edip oturduğu berjerin önüne gittim. Ben ayakta beklerken bakışları önce uzun ve çıplak bacaklarımda sonrada transparan gömleğimde dolaştı. Onun gri parlak bakışları altında derimin altı alev aldı.

“Her halinle dikkat çekiyorsun Katre insanların arasında kolayca bir hedef haline geliyorsun bu vücudunla” dedi boğuk bir sesle. Ne demek istediğini anlayan zihnim ona kısa bir ders vermek istedi. Aslında vücudumu beğeniyordu onun arzuyla kararmış gözlerini bedenimde bazen hissediyordum.

“Evet” dedim kısıkça “Bu kıvrımlarımla ilgilenmek isteyen çok” dedim üzerine biraz eğilerek. Benden hiç çıkmayacak bir cesaretle yaptığım hamle Dmitri’nin genzinden derin bir hırıltı çıkıp çenesini sertçe sıkmasına neden oldu. Buraya daha ilk geldiğim gün bana tipim değilsin diye küçümsemesini sineye çekecek değildim. Bende bir kadımdım her kadın gibi güzel olduğumu hissetmek ve duymak işitiyordum.

“Seni bu göreve götürmek aptallık. Görevini garson olarak ayarladım ama…” Diyerek kendince homurdandı. Kaşları biraz düzleşip son emrini verdi.

“Bacağını uzat” dedi Dmitri karanlık sesiyle.

Nereye uzatacaktım. Zaten berjerde oturuyordu.

Özenle taradığı siyah saçlarıyla kendi bacaklarının arasındaki açıklığa işaret ederek çapkınca gülümsedi. Ona dümdüz bakmaya devam ettim ama kalbim patlayacak gibi boğazımda atmaya başladı. O ise siyah takımının iç cebinden çıkardığı ince bir kumaşı ve küçük çakıyı gösterdi. Sağ eline aldığı malzemeleri benim bacağıma takacağını anladığımda midemin altından ılık bir his onun kararmış gri gözlerine aktı. Sağ ayağımı kaldırıp siyah stilettoyu kasıklarının önüne koydum. Sesli yutkunuşu, yanındaki çıtırdayan şöminede kayboldu. Hafif nasırlı sıcak elleri bacağımdaki eteği biraz yukarı çekti.

“Görevde isimlerimizi söylemek yasak biliyorsun değil mi?” soruyu sorarken yüzüme bakmamıştı odaklandığı kısım bacağıma geçirdiği ince banttı.

Beni görmeyeceğini düşünerek karlı camdan dışarı bakarken gözlerimi devirdim.

“Meraklısı değilim isminizin” dedim sertçe. Soğuk çakıyı sertçe bacağımdaki banda geçirince titredim. Gözlerimi onun siyah asi tutamlarına ve gri gözlerine çevirdim. Eli hala bacağımdaydı. Gözlerinde eğlenen parıltılar dans etmeye başladı.

“Geceleri göğsümdeyken öyle demiyorsun ama” dedi muzipçe sesi biraz boğuktu. Bacağımı hemen indirip gözlerine dümdüz baktım.

“Geceleri isteyerek yanına gelmediğimi biliyorsun” dedim ona uyurgezer olduğumu hatırlatıp. Derin bir nefes aldı.

“Öyle olsun bakalım” diyerek o da berjerden kalktı. Bana yolu göstererek önden gitmemi istedi. Vestiyerden beyaz kürkü alıp ahşap kapıyı açtım. Soğuk bir kamçı gibi beni karşıladı. Ayağımda bu ayakkabılarla nasıl ilerleyeceğimi düşünürken. Dmitri hiç vakit kaybetmeden beni kucağına aldı. Çığlığım sessiz ormanda yankılandı.

Diğer arabalar çoktan gitmiş sadece biz kalmıştık.

“Ne yapıyorsun sen?” dedim hafif kızarak.

“Bu ayakkabılarla yürüyüp beni yavaşlatacağın belli” sıcak nefesi saçlarımı okşadı. Ona cevap vermedim. Evet gerçekten de bu ayakkabılarla bu karda zor yürüyecektim. Beni hiç yorulmadan arabasına bindirip kendi de şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırmadan yine gözlerime saten kumaşı bağlamasına ses çıkarmadım. Bana güvenmediğini biliyordum. Bir şeylere ses çıkarmamam bugün Moskova’da kaçmayı düşündüğüm içindi.

İşini hemen bitirip emniyet kemerini benim için bağlarken nefes alamadım eğer nefes alırsam bağımlısı olduğum kehribarlar buruma sızıp kafamı karıştıracaktı. Arabayı çalıştırınca bacağımdaki soğuk çakıyı düşünmeye başladım. Eğer olası bir durumda çatışma çıkarsa ben onu nasıl kullanacaktım ki.

Düşüncelerimin arasında karanlık zihnimle yolculuğa devam ettik ta ki araba sert bir frenle durana kadar. Emniyet kemeri olmasına rağmen Dmitri’nin iri eli benim karnımdaydı. Gözlerimi göremesem de ona çevirdim. Siyah saten kumaşı eğilip çözünce gözüm loş ortama alışmakta zorlandı. Dışarıda öyle bir gürültü vardı ki ilk başta ne olduğunu anlayamadım. Yüzümü Dmitri’den karşıya çevirdiğimde gördüklerime inanamadım. Yaklaşık beş tane helikopter bizi bekliyordu. Etrafta kırmızı ve mavi ışıklar yanıyor karanlık havayı resmen yırtıyordu. Ben hareketsiz kalınca Dmitri arabadan inip benim kapımı açtı. Usulca koluma dolanan parmaklarla kendime zor geldim.

Şaşırdığımı her halimden anlayan Dmitri beni arabadan yavaşça çıkarıp piste doğru getirdi. Helikopterlerin gürültüsü çok fazlaydı. Hemen yanımızdaki helikoptere ilk önce Dmitri bindi sonra bana iri elleri uzatıp beni kendi yanına çekti. Onun sıcaklığına yaslanan bedenim gergindi. Daha önce hiç helikoptere binmemiştim ve bu beni korkutmuştu. Dmitri benim sık çıkan soluklarımdan korktuğumu anlamış gibi sol kulağıma yaklaşıp,

“Sakin ol Katre korkma yanında ben varım” dedi fısıltısı helikopterin pervanelerinin çıkardığı sesin arasından sızıp bana ulaşmakta hiç sorun yaşamadı. Karanlık zeminden o kadar yüksektik ki biran ne yapacağımı bilemedim. Ben arabada bile midesi bulanan kızdım. Helikopterin içindekileri önemsemeden başımı Dmitri’nin siyah kaşesine yanaştırıp gözlerimi kapattım. Elleri hızla benim giydiğim kürkü buldu.

Helikopterdekiler ne düşünürdü bilmiyorum ama onlarda bizim aramızda farklı çekimi biliyorlar gibiydi. Anna ve Lena’nın gözlerinde bunu bariz bir şekilde görüyordum. Geçen gün Niko’da bizi öyle yakalayınca muhtemelen bir ilişki yaşadığımızı düşünebilirlerdi.

Ben kafamı kaldırmadan ne kadar geçti bilmiyorum ama yavaşça alçalmaya başlıyorduk. Sert bir zemine inen helikopterin sarsıntısıyla ellerim siyah kaşe kabanı daha çok sıktı.

“Geldik gözlerini aç artık Katre” dedi Dmitri yumuşacık bir sesle. Diğerleri inerken başımı ona gömdüğüm siyah kaşeden çekip onun gergin yüzüne baktım. Sanırım operasyon için biraz gerilmişti.

Beni yavaşça kaldırıp helikopterden inmeme yardım etti. Diğerleri bulunduğumuz çatıdaki bir kapıdan içeri giriyordu.

“Eğer bana seslenmen gerekirse Mr. Vasiliev demen yeterli bu görevde ünlü bir iş adamıyım buradaki herkes beni böyle tanıyor” dedi biraz kibirli bir sesle. Ona gözlerimi devirmemek için zor tuttum.

“Seslenmem gerekmeyecek emin olabilirsin” dedim kısaca. Rüzgar yüzünde geziniyor onun asi dalgalarını savuruyordu. Kaşları biraz çatıldı ve iç cebinden küçük bir kulaklık çıkardı. Onu kulağıma getirecekken elinden alıp kendim taktım. Bu hareketime burnundan sertçe nefes verdi.

“Konuşmak yok Türk olduğun anlaşılsın istemiyorum” dedi beni eğiten bir usta edasıyla.

“Tamam anladım” dedim bende ellerimi göğsümde birleştirip. Dışarıda üşümüştüm. Beni çıkışa doğru yönlendirince diğerlerinin girdiği kapıdan bizde girdik. Asansöre binip eksi ikiye basınca gözlerim bir fal taşı gibi açıldı. Yüz katlı bir binadaydık. Dışarıdaki karanlıkta bu kadar yüksekte olduğumuzu anlamamıştım.

İkimizin de gözleri bir an önce açılmasını istediğimiz kapıdaydı. Gergin bekleyiş devam ederken sonunda garaj diye tahmin ettiğim kata gelince asansörün tik sesiyle kapı açıldı. Aydınlatılmış araba garajına çıktığımızda lüx arabalara bakmaktan kendimi alamadım.

Beni siyah lüks transite götürdü. Kapısını açınca diğer iki garson çalışanında burada olduğunu gördüm. Hiç düşünmeden arabaya bindim. Camdan gördüğüm kadarıyla kendisi Viktoria ile kırmızı bir porsche binip arabayı çalıştırmasıyla diğer arabalarda harekete geçti. Üç tane porsche ve iki tane lüks transit araba ile garajdan çıkıp Moskova sokaklarına çıktık.

Işıltılı sokaklardan kendimi alamadım. Yılbaşına neredeyse bir ay vardı ama sokaklardaki hazırlıklar şimdiden başlatılmıştı. Nerdeyse sokaktaki her ağaç her ev ışıklandırılmış yerdeki karlarla Moskova muhteşem görünüyordu. Başımı cama dayayıp gideceğim yerden nasıl kaçacağımı düşündüm kaçsam bile nereye gideceğimi.

Dmitri benim son anda görevimi değiştirip garson yapmıştı ve bir yönden benim için iyi olmuştu. Sürekli onun gözü önünde olmayacaktım. Devamlı mutfak ve müşteriler arasında mekik dokuyacaktım. Belki arka kapı, belki mutfaktaki herhangi açık bir yerden çıkmam benim için çok basit olacaktı.

Dudağımdaki kıvrılma ile bakışlarım diğer iki kızın üzerinde gezindi. Bir tanesi simsiyah çekik gözleri vardı. Hiç şüphesiz uzak doğudandı. Dmitri bu kızı nasıl bulup ta ekibine dahil ettiğini merak ettim. Gözlerinde bariz bir kıskançlıkla zaten bana bakıyor olmasını anlamlandıramadım. Diğer kızın mavi gözleri camdan dışarıdaydı kumral saçları ve uzun bir boyu vardı. İkisi de pek konuşkan değildi gözlerimi çekik gözlü kıza çevirip bende ona dümdüz bakmaya başladım.

Bu bakışmamız arabanın durmasıyla sonlandı. Gelmiştik. Biz otelin arka kapısına gelmiştik personel girişleri sanırım buradandı. Onlar ise otelin girişinden devam etmişlerdi Fuor Seansons Hotel isimli otel Moskova’nın merkezinde olmalıydı çünkü arabayla yolumuz çok uzun sürmemişti. Kapımız açan Dmitri’nin askeri sırayla inmemize yardım etti. En son ceninden çıkardığı yaka kartını bana uzattı. Üzerindeki ismi okuyunca kaşlarım çatıldı.

Natasha!

Başka isim mi bulamamıştı Allah aşkına burnumdan verdiğim sert nefesle beyaz gömleğin üst cebine astım. Diğerlerinin ismini okuyunca sinirle soludum. Birisinin takma adı Elena, diğerinin adı ise Suzume’ydi.

Piç herif bunu bilerek yapmıştı.

Dmitri’nin adamı içeriye girmeyecekti. Diğer askerlerde muhtemelen oteli kıskaç altına almıştı. Buradan elimi kolumu sallayarak biraz zor kaçacağımı anladım. Derin bir nefes alıp topuklu ayakkabımın üstünde diğer kızları takip ettim. Mutfak alanına girince beş kızın daha olduğunu gördüm. Şampanyalar özenle tepsilere dizilmişti. Ellerini çırparak bir adam gelip,

“Davay davay” Hadi hadi demesiyle kızlar bir tepsi alıp uzun koridora girdiler. Bende hemen sağ elime altı şampanyanın olduğu tepsiyi alıp sol elimi nazikçe arkama götürdüm. Geniş salona girmemle çok kalabalık insan seli beni karşıladı. Her masada nerdeyse altı kişi vardı ve burada yaklaşık elli kadar masa vardı.

Masaların arasında gezen gözlerim Dmitri’yi aramıştı ama onları hemen göremedim. Elimdeki tepsiyi yakınımdaki masaya getirip hepsini gelen süslü kadınlara ve sadece iş konuşan sıkıcı adamlara dağıttım. Kulaklığıma aniden gelen sesle irkilmeden edemedim.

“Operasyon başladı kesinlikle bir şey içmeyin.” Dimtiri’nin sert emri kulağımın hemen içindeydi. Gayri ihtiyari arkama bakıp onu aradım ama onu yine göremedim. Mutfak bölümünden aldığım ikici tepsiyle bir an çıkışlara baktım. Her çıkışın önünde otelin kendi güvenliği vardı. Benim dışarı çıkıp hava almama sanırım bir şey demezlerdi. İkinci tepsiyi de dağıttıktan sonra şansımı denemek istiyordum.

İkinci dağıtacağım tepsi ortadaki boş pisttin hemen önündeki orta yaşlı bir gruptu ben masaya eğilip diğer içkileri dağıtınca elimde son kalan şampanyayı masadaki en yaşlı kadına uzattım. Kahve gözleri bana döndü. Yüzü yaşanmışlıklarla kırışmış karamel saçlarına beyazlar karışmıştı boynunu kapatan gold elbisesi onu daha zarif göstermişti.

Beni görmesiyle içkiye uzanan elleri öylece kalıp kahve gözleri şaşkınlıkla açıldı. Bana tamamen dönüp,

“liliya” dedi kısıkça. Masadan kalkmaya çalışması ile tepsimde tek kalan içki, masaya ve onun üzerine döküldü. Panikleyen sesimi durdurmak için çok geçti.

“Üzgünüm Efendim” dediğim an konuşmamam gerektiğini hatırladım. Kulaklığıma Dmitri’nin sessizce “Katre neler oluyor?” Diyen tıslamasını duydum. Dudaklarımdan çıkan Türkçe kelimelerle kadın daha fazla bana yaklaşıp sanki üzerine içki dökmemişim gibi sıcacık ellerini yanaklarıma çıkarıp gözlerime bakınca ne yapacağımı bilemedim. Bana tekrar,

“liliya sensin” demesiyle yanında ondan daha genç olan beyefendi onun omuzlarından tutup çekince yüzümdeki sıcak elleri benden uzaklaştı.

Onun bu ufacık teması beni nedense küçüklüğümdeki beyaz kasımpatıların arasındaki küçük evimize götürmüştü. Yanındaki adam Rusça benden özür dileyip onun alzheimer hastası olduğunu söyledi. Yaşlı kadının kahve gözleri benim üstümden hiç ayrılmadan onu, bu lüks mekanın bir koridoruna götürdü.

“Katre davete ev sahipliği yapan kadının üzerine içki mi döktün?” Dedi afallayan bir sesle Dmitri. O böyle söyleyince diğerlerinin kısık gülüşü ve homurtusu kulaklığıma geldi. Dişlerimi alt dudağıma geçirdim.

“Dudaklarını rahat bırak” dedi Dmitri gözlerim hemen onu aramak için etrafı taramaya başladı. Karşıdaki masanın arkasında kendi ekibiyle birlikte gözleri bendeydi. Bir elinde hiç içmediği şampanyası, diğer eli ise uzun bacaklarını saran siyah kumaş pantolonun cebindeydi.

Dudaklarımı dişlerimin arasından çıkarırken onun sesini yine duydum.

“Benim sesimi istediğim zaman sadece ikimiz duyarız” dedi sessizce sanki arkamdaydı ve kulağıma kısıkça konuşuyordu.

“Sana neden liliya dedi?”

“Sen ne demesini isterdin Natasha mı?” dedim bende kısıkça. Sesim biraz sitemkar çıkmıştı. Buradan gördüğüm kadarıyla yüzünde çapkın bir gülümseme olmuştu. Onun cevap vermesine kalmadan arkamı dönüp mutfak alanından yine bir tepsi almadan önce güvenliklere baktığımda şaşırmadan edemedim bunlar Dmitri’nin adamlarıydı. Ne zaman otelin güvenliği ile yer değiştirmişlerdi?

Derin bir nefes alıp başka bir çıkış düşünmeye başladım bu arada yanıma takım elbiseli bir adam gelmişti, bana bu tepsiyi Mr. Vaisiliev’in masasına götürmemi söyleyip mutfaktan çıktı. Kaşlarım çatılmıştı. O an Mr. Vasiliev’in kim olduğunu düşünemedim. Ben üçüncü tepsiyi lüks salona getirirken orkestra bir dans müziği çalmaya başladı.

Sahnedeki Rus adam en büyük bağışı yapan iş adamını ve eşini açıkladı.

“Mr.Vasiliev ve Mrs. Vasiliev ilk dans sizindir” dedi Rusça duyduklarımla tepsideki üç kadehi dağıtmış diğer üç kadehle salonun biraz arkasında dans alanına giden Dimitri ile Viktoria’yi izlemeye başlamıştım. Viktoria’nın yüzündeki gülümsemeye kaşlarımı çatarak baktım. Birbirlerine bir yapbozun parçasıymış gibi uyan hareketleri boğazımdan yakıcı bir hissi mideme gönderdi. Dmitri’nin büyük eli, Viktoria’nın sırtı tamamen açık olan beline nazikçe koyması kanımın hızla kaynamasına neden oldu.

Yanıma ne zaman geldiğini anlamadığım çekik gözlü Dmitri’nin ekibindeki garsonu onlara imrenerek bakıp bana yanaştı.

“Çok yakışıyorlar değil mi?” dedi sinsice. Şu an o kadar öfkeliydim ki neden ve kime kızdığımı kabullenmek istemiyordum. Yanımdaki kıza, ateşi son gaza verilmiş yeşil gözlerimi çevirdim benden en az beş santim kısaydı.

“Siktir git Suzume “dedim yavaşça. Gözlerim bomboş, onun siyah gözlerine kilitlendi. Bana afallayan bir suratla bakıp hemen yanımdan uzaklaşmasına sevinemedim bile.

Dmitri’ye tekrar baktığımda dudağının bir köşesini yukarı kaldırmış, Viktoria’yla dans etmeye devam ediyordu. Dönerken bakışları saliselik benim yüzümde oyalanmış ama hemen kucağında cilve ile dans eden sarışına çevrilmişti. Viktoria’nın sol eli , onun beyaz gömleğini saran sert göğsünde ilerleyince boğazımdaki yanmayla baş edemedim. Günlerce bana ev sahipliği yapan huzurun adresi olan sert göğsünde ilerleyen parmakları bir an kırma isteğime kendim de şaşırdım. Tepsideki kadehleri sırayla mideme indirdim. Mideme indirdiğim ikinci kadeh boğazımdaki yanmaya bir ateş daha yakmıştı.

Mr. Vasiliev- Dmitri ona vermem gereken tepsideki kadehlerin yarısını ben içmiştim. Umarım bir sıkıntı olmazdı ama midemde yanma o kadar artmıştı ki adımlarım salonun köşesine doğru geriledi ve bir bedene çarparak durdu.

Başımı arkama çevirmemle benden yaşça bir adam gördüm. Saçlarının önleri hafifçe beyazlamaya başlamıştı. Adam ben düşmeyeyim diye ellerini belime koymuş ama ben daha bir tepki veremeden beni kendine çekmişti. Gözlerim irice açılmış yüzüm korkuyla kasılmıştı. Ellerimle ittirdiğim bedeni biraz kendimden uzaklaştırmıştım ki,

“Hadi ama naz yapma” Rusça konuşan adam midemin bulanmasına neden olmuştu kendimi ondan hızla kurtarmak isterken aklıma Dmitri ile çalıştığımız yumruk atma sahnesi düştü. Bir an bile düşünmedim. Hemen sol elimi yumruk yapıp onun içkiden hafifçe kızaran yüzüne doğru sallamamla yumruğum doğru noktayı bulmuş olmalı ki adam tek yumruğumla iki seksen yere yığıldı. Sol elim ise bundan nasibini almıştı. Parmağımın birinde şiddetli bir acı başlamıştı.

Yerdeki adam kendine çabuk geldi. Hemen ateş gibi yanan gözlerle bana bakıp ayağa kalkmaya çalıştı. İşte şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Panikle adamın yerden kalkmasını izliyordum. Keşke yumruktan sonra ne oluyordu onu da çalışsaydık.

Adam kendine gelip bana adım atacağı zaman gözleri arkamda ne gördüyse bunu yapmaktan vazgeçti.

“Adamı dışarı çıkarın ve bir daha buraya adım atacak hale gelmesin” Dmitri’nin sert sözleri arkamda bana oldukça yakın bir yerden geliyordu. İki adam gelip yumruk attığım adamı buradan çekiştirerek çıkardı. Bedenimi arkama çevirdiğimde onun gri gözlerinde ki gururu görmemle içimdeki küçük Katre sevinç çığlıkları atıp tepinmeye başladı. Salonun bayağı köşesinde olduğumuz için çoğu kişi bu hengameyi görmemişti. Müzik hiç susmadan devam ediyordu.

Dmitri bir adım atmasıyla bedenlerimiz yakınlaştı. Sıcak elleri sol elimi alıp biraz bastırınca yüzüm buruştu. Muhtemelen yumruk atarken zedelemiştim.

“Çok mu acıyor?” dedi. Yüzük parmağıma tüy kadar dokunuş bırakıp.

“Hayır” dedim. Midemdeki değişikler yüzünden sesim biraz kısık çıkmıştı.

“Lavabo bu katta gidip biraz kendine gel” diyerek gri gözlerini hafifçe sararan yüzüme dikti. Midem yavaştan bulanmaya ve bedenim terlemeye başlamıştı.

“İyi misin seninle gelmemi ister misin?” dedi biraz daha üstüme eğilip alnımdaki minik ter damlalarına bakıp kaşlarını çattı.

“Bir şeyler içtin mi?” dedi bu defa gözlerime bakıp. Zaten ev sahibi kadının üzerine içki dökmüştüm daha fazla başlarına bela olmak istemiyordum.

“Hayır içmedim. Kendim giderim iyiyim ben” diyerek ona daha fazla bakmadan masaların arasından geçip kendimi uzun koridora attım. Lavaboya girip yüzüme biraz soğuk su çarparak kendime gelmeye çalıştım. Mideme giren hafif kramplarla derin bir nefes aldım. Alkole dayanıklı değildim sanırım üç kadeh şampanya bana fazla gelmişti. Hemen lavabodan çıkıp uzun koridora girdim. Tekrar kalabalık salona gireceğim sıra üstüne içki döktüğüm kadını masaların en sonunda bir adamla tartışırken gördüm. yaşlı kadının eli genç adamın göğsüne şiddetle iniyordu.

Tartıştığı adamı tam görünmüyordu. Sürekli önlerinden biri geçince yüzü tam hizama giremiyordu. Yaşlı kadın, genç adamın yakalarını tutup kendine yanaştırınca sol yüzündeki derin iz görüş açıma girdi. Nefes alamadım. Kalbim sıkıştı. Buz gibi soğuk beni karşıladı.

Bu Vladimir Orlov’du; beni bilmediğim bir çip yüzünden beyaz bir cehenneme hapseden adam.

Vladimir buradaydı. Neden ve nasıl burada olduğunu çözmeye çalışan zihnim karışmış bedenim kasılmıştı. Bulunduğum köşeden panikle onları izlemeye başladım. Onları ayıran yine yaşlı kadının yanındaki orta yaşlardaki beyefendiydi. Vladimir ve yaşlı kadın arasındaki bağlantıyı anlayamamıştım.

Vladimir, yaşlı kadının gitmesiyle iri elleriyle beyaz gömleğinin yakalarını düzeltip adımlarını bu tarafa çevirdi. Panikleyen vücudumla hemen arkamı dönüp bu koridordan bir çıkış aradım. Titreyen bacaklarımla bu topukluların üstünde yürümek çok zordu, köşeyi döneceğim sıra ayağım tökezlemiş, ellerim bir adamın kumaş pantolonuna gelmişti. Ben dizlerimin üstüne düşerken ellerim onun pantolonu sıkıca yapışmış benimle birlikte kumaş pantolon da ayaklarının dibine düşmüştü.

Gözlerim panikle açılırken dudaklarımda aralanmış onun kırmızı boxerına bakıyordum. Adamda şaşırmış olmalı ki karşımda kaskatı kalmıştı. Adamın yüzüne bakan bakışlarım şaşkın ve mahcuptu. Onunda şaşkın olduğu her halinden belli olan suratını yavaşça toplayıp derin bir nefes aldı. Sonrada mavi gözleri yavaşça kararmaya başlamıştı. Sanırım önünde diz çöküyor olmam aklına başka bir şeyi getirmişti. Panik dalgası beni ele geçirirken aklıma Dmitri’nin bacağıma sıkıca doladığı çakı geldi. Eğer adam üstüme gelirse çakıyı hiç düşünmeden ona geçirecektim.

Koridorun başından duyduğum Dmitri’nin bağırması, hayır kükremesiyle İkimizin de başı o tarafa döndü. Dmitri; kırmızı görmüş bir boğa gibi yanımıza deyim yerindeyse koşarak gelmişti.

“Katre ne oluyor bu siktiğimin yerinde” diyerek anında Türkçeye geçmişti. Sert nefesi ile burun delikleri açılıp kapanıyordu. Hemen kendime gelip ellerimi adamın kumaş pantolonundan çektim. Ayağa kalkmak isteyen bedenim biraz sallandı. Topuğumun biri kırılmıştı. Dmitri’nin sol eli beni tutarak kendine çekti.

“İsimlerimizi hani kullanmıyorduk Volkov.” dedim bende ona inat. Karşımızdaki adamın gözleri korku ile açılmış açık bacakları titremişti. Daha o pantolonun toplamadan Alex onun arkasından boynuna bir ilaç sıkmıştı. Yere yığılan adama endişe ile baktım. Dmitri’nin siyah tulumdaki adamları yerde baygın yatan adamı hemen aldılar.

“Benim yüzümden mi bayılttınız?” dedim sesim bir çocuğun üzgün sorusu kadar saftı.

“İsimlerimiz deşifre olamaz Katre” dedi yine bana ismimi söylemişti.

“Ayağım kaydı benim, düşerken ona tutununca..” dedim. Operasyonlarını defalarca baltalamışım gibi hissediyordum. Benim üzgün suratımı görünce iki kolumdan beni tutarak kendisine çevirdi.

“İki tane görüşmem kaldı. Benimle gel seni yalnız bırakmaya gelmiyor” diyerek beni diğer koridora çıkardı. Eli bu sefer benim belimdeydi. Vücudum çok sıcaktı. Bunu hissetmiş gibi bana bakıp kaşlarını çattı.

“İyi misin?” dedi kulağıma yanaşıp. Aslında değildim nabzımın hızlanması gerekirken bende tam tersi olmaya başlamıştı. Sanki giderek yavaşlıyordu. Ona daha fazla ayak bağı olmak istemiyordum. Kaçış planım da zaten arapsaçına dönmüştü.

“İyiyim” dedim kısaca. Koridorda; Alex, Anna, Viktor, Lena ve son olarak Viktoria vardı hepsi beni görünce biraz şaşırdı. Sanırım görüşmeleri özeldi. Dmtiri beni açık asansöre katınca kimse bir şey demeye cesaret edemedi.

Arada Lena bana bakıyor iyi olup olmadığımı tartmaya çalışıyordu. Benimse onları düşünemeyecek kadar mideme kramplar giriyordu. İkinci katta Lena ve Viktor indi. Üçüncü katta ise Alex ve Anna indi. Son katta da biz indik topuğumun biri kırıldığı için ikisine de çıkarıp elime aldım. Viktoria bu hareketime buz mavisi gözlerini devirmişti.

Onu umursamayacak kadar kendi derdime gömülmüştüm. Koridorda ilerlerken tepemdeki saçlarımı yolarcasına söktüm tekrar belime dökülen saçlarımla az da olsa nefes almaya başladım.

Dmitri önümde bir kapıdan durunca benim sarı yüzüme ve saldığım saçlarıma baktı bir süre. Bir şey söyleyecek gibiydi ama benim ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Bende önümüzdeki kapıya bakınca Dmitri hiç düşünmeden kapıyı açıp içeri girdi.

Oda karanlıktı sadece duvarda projeksiyonla aydınlatılmış boş ışık vardı. Odanın diğer köşesindeki dört kişiyi net göremiyordum. Sadece en öndeki kişi projeksiyon ışığından net seçiliyordu. Uzun boyluydu giydiği takım tam üzerine göreydi. Koyu renk saçları ve sakalsız köşeli yüzüyle gayet yakışıklı bir adamdı. Dmitri hemen onun yanına gidip el sıkıştılar.

“ Ooo Dmitri senin bize işin düşer miydi yaa?” Kalın sesinden dökülen Tükçe kelimelerle şaşkınca Dmitri’nin el sıkıştığı adama baktım.

“İşimiz düşüyormuş işte Ata illa uzatacağım diyorsan o ayrı” dedi Dmitri’nin sesi ve konuşması onları önceden tanıyormuş gibiydi. Bunlar Niko’nun ayarladığı Türk bağlantılardı.

Ne demişti adını; Ata

Ata ve arkasındaki üç kişinin asker olduğunu düşünüyordum. Duruşlarındaki asalet bakışları, hareketleri bir Türk askerinde ne olması gerekiyorsa hepsini taşıyorlardı.

“Bize verdiğin çok az bilgiyle sadece tek kare fotoğraf bulabildik.” Dedi Ata. Bu arada arkasından birine kafa hareketiyle projeksiyona yönlendirdi.

“Sadece tek kare mi?” dedi Dmitri şaşkınca. Viktoria’da gösterilecek fotoğrafı merak etmiş, Dmitri’nin yamacına kadar gelmişti. Ata’nın bakışları biraz üstümde gezince, Dmitri hemen araya girdi.

“Sorun yok kız benime.” dedi kararlı bir sesle.

Boğazım kurumuş, alnımdan ter damlası yavaşça saç diplerimden akmaya başlamıştı. Nabzımın her geçen dakika biraz daha yavaşladığını hissediyorum. İçtiğim şampanyaların içinde farklı bir şey vardı değilse böylesine bana acı vermezdi.

“Kız yüksek koruma altında ona ulaşmamıza izin verilmedi.” Dedi Ata açıklama yapar gibi. Kimden bahsettiklerini merak etmiştim.

Sonunda ekrana yansıtılan fotoğrafla Ata tekrar konuştu.

“Bay Koroleva’nın adamları ayrı MİT ayrı koruyor ona ulaşmak imkansız” dedi biraz öfkeyle.

Koroleva ismini duymamla sırtımı dayadığım duvardan hafifçe ayırdım. Dmitri’nin yüzleri gözükmüyor diyen mırıltısını belli belirsiz. işitmiştim. Fotoğrafı görünce yavaşlayan nabzım resmen durdu ve ben öldüm. Değilse ekranda Kerem ve benim fotoğrafımız vardı ve ben hayal görüyordum.

Sahildeki son günümüzden olan fotoğraf karesi arkamızdaki bir ailenin denizi çekmeye çalışmasıyla bizi de içine alan Kerem’in son görüntüleriydi. Saçlarım belime kadar uzanmış ellerimse kumsalda biraz geriye yaslanmıştım. Kerem ise üzerime eğilmişti.

Buradan bakınca sanki beni öpmek için eğilmiş gibi görünüyordu ama gerçek çok farklıydı. Bedenine kurşunlar girmeden saliseler önce olan olayın devamını hatırlayınca bulunduğum yerde titredim. Nefeslerim giderek sığlaştı. Bedenim halsizce geriye giderek yine duvara dayandı. Viktoria’nın fotoğraftaki şüpheci gözleri direk benim bulunduğum köşeye geldi.

Bense parçaları kafamda daha yeni birleştiriyordum. Dmitri beni arıyordu. Benim hakkımda bir ipucu yakalamak için buraya gelmiştik ama ben zaten günlerdir yanındaydım. Gözlerimdeki netlik kaybolurken, bedenim duvardan yavaşça kaydı. Dmitri, sert ve aceleci adımlarıyla hemen benim yanıma gelerek beni son anda tutmuş, başım yere düşmeden beni sıkıca yakalamıştı.

 

 

haftaya görüşmek üzere oy vermeyi unutmayın

 

Bölüm : 10.04.2025 17:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...