
Bölüm 7 –Karanlığı Aydınlatan Bir Yıldız
Ertesi sabah, hava henüz tam aydınlanmadan Ayşe Teyze hastaneye geldi. Gülcan, geceyi Ege’nin başında geçirmiş, uyuyamamıştı. Gözlerinde yorgunluk, içinde endişe vardı ama oğlunun göz kapaklarının arasında beliren küçük bir gülümseme bile ona güç veriyordu.
Ayşe Teyze, Ege’ye şefkatle yanaştı.
“Ben buradayım kuzum. Annenin işi varmış, bir koşup gelecek hemen. Sana gözüm gibi bakarım,” dedi.
Gülcan, oğlunu usulca öptü.
“Annem işten sonra yine gelecek, tamam mı kuzum? Lütfen güzelce dinlen…”
Yataktan kalkıp Ege’nin battaniyesini düzeltti. Son bir kez odanın kapısında durup döndü, içini çekti. Ardından yüzüne yorgun ama kararlı bir ifade yerleştirip hastaneden çıktı.
Turizm şirketine gittiğinde daha kapıdan içeri girer girmez bir telaş dikkatini çekti. Koridorlarda aceleyle yürüyen çalışanlar, hazırlanan sunum dosyaları, titizlikle dizilen porselen fincanlar… Bugün olağan bir gün değildi. Gülcan tepsiye çayları yerleştirirken mutfakta konuşulanları duymaya başladı:
“Tarık Bey gelmiş. İngiltere’den sabah uçağıyla gelmiş. Patronlardan biri ama yılda bir kez uğrar.”
Gülcan’ın bu yeni isim hakkında hiçbir fikri yoktu. Ama bu gelen kişinin önem taşıdığı belliydi. Zaten şirkette o gün herkes daha derli toplu, daha dikkatliydi.
O da çayları itinayla dağıttı, gelen misafirlere güler yüzle ikramlarını sundu. Ama içten içe hastanede yatan Ege’yi düşünmekten kendini alamıyordu. Oğlunu yanında olmadan bir gün geçirmiş olmak bile ona boğuluyormuş gibi geliyordu.
İkramları bitirdikten sonra tepsideki boş bardaklarla mutfağa doğru yürümeye başladı. Ama vücudu günlerdir uykusuzdu, zihni yorgundu. Ayakları bir an sendeledi. Elindeki bardaklar gürültüyle yere düştü. Cam parçaları etrafa saçıldı. Şirketin loş merdiven boşluğuna oturup ellerini yüzüne kapattı. Gözyaşları sessizce süzüldü yanaklarından.
Tam o anda lavabodan dönen Tarık Bey, bu genç kadının ağladığını fark etti. Giydiği sade kıyafet, yorgun yüzü ve içten ağlayışı dikkatini çekmişti.
Etrafa dağılmış cam parçalarına baktı, sonra ona yaklaştı:
“Geçmiş olsun. Bir şeyiniz var mı?” diye sordu nazikçe.
Gülcan, kendine hâkim olmaya çalışarak başını kaldırdı.
“Hayır efendim… Teşekkür ederim. Benim sakarlığım… Affedersiniz…”
Ama gözyaşları sözlerine itaat etmiyor, yanağından süzülüp gidiyordu.
Tarık Bey, ceketinin cebinden bir mendil çıkardı ve ona uzattı.
“Ağlama lütfen. Sadece birkaç bardak… Önemli değil. Canına bir şey olmasın yeter.”
Gülcan gözlerini yere indirdi, sesini alçaltarak, belki de kendine konuşur gibi,
“Keşke kırılan sadece bardaklar olsaydı… Benim hayatım zaten paramparça,” diye mırıldandı.
Ve ardından, dudakları titreyerek,
**“Egem… canım oğlum…” diye inledi.
Tarık Bey, kadının gözlerinin arkasındaki o yorgun acıyı görmüştü. Herkes gibi değildi bu kadın. Gözyaşları yalnızca bugüne ait değildi, yılların birikimiydi.
Yanına eğilip bir görevliyi çağırdı:
“Bu kırıkları siz toplayın lütfen,” dedi.
Yanındaki personel şaşkınlıkla başını sallayıp,
“Peki, Tarık Bey,” deyince Gülcan dondu kaldı.
"Tarık Bey mi? Bu… Bu bey mi patron?"
Hemen toparlandı, gözyaşlarını silip ayağa kalktı.
“Efendim… Lütfen… Çok özür dilerim. Ne olur beni kovmayın. Bu işe çok ihtiyacım var. Özellikle şimdi…”
Tarık Bey bir süre duraksadı. Bu kadında hem kırılganlık hem dirayet vardı.
“Sakin ol. Gel, şöyle ofise geçelim. Anlat bakalım, bu işe neden bu kadar ihtiyacın var?”
Gülcan, önce biraz çekinse de, hayatında belki de ilk kez biri ona gerçekten “Nasılsın?” demişti. Yargılamadan, küçümsemeden, içtenlikle…
Gözyaşları içinde çocuğunun zatürre olduğunu, hastanede yattığını, sabaha kadar başında beklediğini anlattı. Evde kimseleri olmadığını, komşularının yardımıyla bir şeyleri ayakta tutmaya çalıştığını… Bu işin yalnızca bir gelir kapısı değil, aynı zamanda tutunacak bir dal olduğunu…
Tarık Bey derin bir nefes aldı. Onun anlattıkları bir roman gibi geçmişti kulaklarından.
“Bak Gülcan Hanım,” dedi yumuşak bir sesle,
“Hayatta bazen her şey üst üste gelir. Bu işler olur… İnsanlık hâli. Önemli olan o cam bardaklar değil. Senin dimdik ayakta durman. Merak etme, işin güvencede. Ama kendine de iyi bak. Bir anne, ayakta kalmak zorunda… Ama yalnız değilsin.”
Gülcan, yıllardır içinde tuttuğu ağırlığı bir yabancının önünde boşaltmıştı. Ama bu yabancı, kalbinde bir boşluğu dolduran ilk adam olmuştu belki de.
Yalnız olmadığını bilmek… o gün için bu kadına yeterdi.
"Gülcan, bugün izinlisin. Git çocuğunla ilgilen. Gerekirse iyileşene kadar ücretsiz izin. Bir sorun çıkarsa, ‘Tarık Bey izin verdi’ dersin," dedi.
Gülcan bu iyilik karşısında sevinçten ağladı.
"Allah sizleri de evlatlarınıza bağışlasın," dedi.
Tarık Bey’in yüzünde hüzünlü bir tebessüm belirdi.
"Amin, Gülcan. Hadi koş evladına."
Gülcan hastaneye geldi, Ege’ye sarılıp doya doya öptü.
Ayşe Teyze, "Nasıl geldin? İşte değil miydin?" diye sordu.
Gülcan, "İzin aldım Ayşe Teyze. Sen git dinlen. Bugün ben bakacağım Ege’ye," dedi.
Üç gün izin kullanarak Ege'nin yanında kaldı. Ege kendini daha iyi hissediyordu. Gülcan, daha fazla izin alıp işe gitmemeyi uzatmak istemedi. Ayşe Teyze’ye Ege’yi emanet ederek, “Ben akşam gelirim oğlum,” deyip öperek işe doğru yola çıktı.
Şirkete geldiğinde diğer personelin haset dolu bakışlarını fark etti. “O Tarık Bey’in torpillisi gelmiş,” dedi personelden biri. Bir diğeri, “Kaç yıldır buradayım, ben böyle torpil görmedim,” diyordu. Gülcan çok üzülmüştü. Personelin Gülcan’ı orta yerde çekiştirdiği uğultu ofise kadar ulaşıyordu. Tarık Bey dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Gülcan’ın nasıl rencide edildiğine şahit oldu.
Dışarı çıktı ve:
“Bu arkadaşınıza, yaşadığı mücbir sebeplerden dolayı ben inisiyatif alarak izin verdim. Size ne oluyor? Nedir derdiniz, bana da söyleyin,” dediğinde herkes sus pus oldu.
“Bir daha bu iş yerinde, bırakın Gülcan Hanım’ı, hiçbir arkadaşınıza böyle çirkin ithamlarda bulunmayın. Kadın kadının destekçisi olmalı, siz birbirinizin ayağını kaydırma peşindesiniz!” diyerek personeli sert şekilde uyardı.
Ardından Gülcan’a dönerek, “Gel, biraz konuşalım,” dedi ve ofise geçtiler.
“Çocuğun nasıl oldu?” diye sordu.
Gülcan, “Daha iyi çok şükür efendim. Her geçen gün biraz daha iyiye gidiyor,” dedi.
Tarık Bey, “Duyduğuma sevindim. İnşallah daha da iyi olur,” dedi. Gülcan, Tarık Bey’in sahiplenici ve yardımsever tavrından çok etkilenmişti. “Dünyada sizin gibi insanlar kaldı mı?” demekten kendini alamadı.
Tarık Bey ise, “Ben özel bir şey yapmadım, sadece doğru olanı yaptım,” dedi.
Gülcan çok teşekkür etti. Yüzünde uzun zamandır görülmeyen bir mutluluk ifadesi vardı. Gözleri ışıl ışıl bir şekilde işine döndü.
Ertesi gün içi sevinçle doluydu. O iyilik meleği gibi adamı yeniden göreceği için yüreği kıpır kıpırdı. Acaba evli miydi, çocukları var mıydı diye merak ediyordu. Ama bir yandan da kendine, gel Gülcan, kaç yaşında kadınsın, iki çocuğun var,” diye telkin veriyor, hayatının gayesinin çocukları olduğunu hatırlatıyordu.
O gün işe geldi, servise başladı, çayları dağıttı. Tarık Bey’in ofisine de çay bırakacaktı. Fakat Tarık Bey yoktu. Yan odadaki müdür Melih Bey’e:
“Tarık Bey burada mı? Çayı masasına bırakayım mı?” diye sordu.
Melih Bey, “Hayır Gülcan Hanım, Tarık Bey bu sabah ilk uçakla İngiltere’ye döndü,” dedi.
Gülcan çok üzülmüştü. Son kez görüp teşekkür edebilmeyi dilemişti. Hayal gibi gelip geçen bu esrarengiz adam, bir gün mutlaka dönecekti, ama Gülcan ne zaman olduğunu bilmiyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.23k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |