2. Bölüm

2.bölüm

Azra Derin Tekin
0azra19

Yeni bölümle hepinize merhaba.

 

Öhm öhm bu bölüm birileri gelicek.

 

Acaba kim.?

 

Her neyse,

 

Naber?

Nasılsınız?

 

Gene boş yaptım, hadi okuyun.

Ha unutmdasadan,

 

BU HİKAYEDE OLAN HERŞEY HAYAL ÜRÜNÜDÜR, HİÇ BİR KURUMLA İLGİSİ YOKTUR, KARAKTERLERDE HAYAL ÜRÜNÜDÜR.

 

💚

 

"Her şeyi zamana bıraktık.

Zamanımız var mı bilmeden."

 

Özdemir Asaf

 

|Kayra

 

O gün gelmişti, GÖK'ün koruma yetiştirme merkezine gidiyordum. Bu merkez ile ilgili biraz araştırma yaptığımda örgütün, kimsesiz çocukları aldıklarını ve onları acımasız bir katil haline getirdiklerini öğrendim. Koruma olarak geçiyorlar fakat hepsi birer kukla gibiler. Emir aldıkları kişinin istediklerini yapıyorlar, buna onların istediklerini öldürmekte dahil. Hepsi özenle seçiliyor ve zorlu eğitimlerden geçiyorlar. Bu örgüte sızmak çok zordur, Alpars'a bir kez daha teşekkür etmeliyim.

 

Şimdi ise Ayaz'ın arabasına binmiş onunla beraber tesise gidiyorduk. Yol boyunca ikimizdende çıt çıkmamıştı ayrıca arabada bir gerginlik vardı. Bu gerginliğin nedeni neydi bilmiyordum ama çözecektim, gözlerinde ki geçmişin yanlısını da öyle.

 

Tesis ıssız bir yerdeydi ve çok iyi korunuyordu, sistemde plakası kayıtlı olmayan araçlar buraya giremiyordu. Ayaz'ın arabası sistemde kayıtlı olmadığı için beni tesise yakın bir yerde bırakacak ve ardından gidecekti. Tamda öyle olmuştu. Tesise yakın bir yerde kapıyı açmış inecektim ki bileğimden tutarak beni durdurdu. Kafasını çevirerek bana baktı ve bir tek şunu söyledi, "Dikkatli ol. Yara alma." başka hiçbir şey dememişti. Sadece dikkatli ol. Bense sadece kafamı sallayarak onu onaylama yetindim. İkimizin arasında anlamsız bakışma sürmeye devam ederken buraya niye geldiğimi hatırladım. Gözlerim bileğimi tutan eline düştüğünde, o da rahatsız olduğumu anlamış ve bırakmıştı zaten. Ayaz, elimi bırakır bırakmaz araban indim ve kapıyı kapattım. Çok geçmeden Ayaz'ın gittiğini gördüm, fakat aldırmadan tesise doğu yürümeye devam ettim. Tesisin önüne geldiğimde benim için oluşturulan sahte kimliğimi okudum ve ardından yüz tarama ve parmak taramasını yaptım. Tesis çok geniş bir alnı kasıyordu. Okuttukdan sonra baya bir yümüştüm binaya girmek için. Tam binadan girerken yanlışıkla çerptığım beden yüzünden neredeyse yere kapaklanıyordum. Kime çarptığıma bakmak için arkamı döndüğümde onu gördüm,

 

Kılıç Gök.

 

Tam karşımdaydı, sonunu getireceğim adam. Hafif beyaz teni çok hoştu, fazlasıyla yapılı bir adamdı. Boyu uzundu. Kömür gibi simsiyah saçlara, bir deniz gibi derin dalgalara sahip gözlere sahipti. Gözleri çok güzeldi, sanki gökyüzünün en güzel renginden almıştı gözlerini. Keskin hatlara ve dolgun dudaklara sahipti. Yakışıklıydı hemde fazlasıyla.

 

Onun konuşmayacağını anladığımda ben konuştum. "Afedersiniz, sizi göremedim de." Olabildiğince nazik olmaya çalışıyordum. O ise kafasını sallayıp çıktı.

 

Bende oyalanmadan seçimlerin yapılacağı yere doğru yürüdüm zaten. Seçimlerin yapılacağı yere geldiğimde, odayı süzdüm. Oda çok, geniş ve ferahtı, tabii içeriye hakim olan kasvetli saymassak. İçerisi dört alandan oluşuyordu. Birinde jürilerin

- GÖK'ün önde gelenleri - olduğu yer vardı ve bu yer karanlıktı, diğerleri ise ilk on içindi. Sırasıyla ateş etme alnı, simsiyah bir ring ve içinde ne olduğunu bilmediğim kapalı bir oda vardı. Yanda duran banklardan birine oturup orada bütün jürilerin gelmesini bekledim.

 

Aradan saatler geçtiğinde bütün jüriler buradaydı, bir kişi hariç...

 

Kılıç Gök.

 

Başlama saatinde yaklaşık yarım saat geçtiğinde salonda bir ses yankılandı, koltuğun sertçe çekiliş sesi. Herkes bu sesi duyunca kimin geldiğini anlamıştı ve hızla sıraya geçmişlerdi. Ben ve dokuz kişi boy sırasına göre sıraya geçmiştik ve hepimiz hazır oldaydık. İlk on'un arasında tek kadın olduğum için beni hafife alacaklardı, bundan emindim. Gene aynısını yaptım bu inların yanında da,

 

Başımı dik, gözlerimi kararlı tuttum. Eğilmedim, yenilmeyecektim de.

 

Vatanım için, nice şehit düşen kardeşlerim için bu görevi de başaracaktım. Sarılmayacak, yıkılmayacaktım. Benim o kahramanlara, bir vatan bin can borcum vardı. Bu borç sadece benim değil tüm herkesin borcuydu. Onlar şehit olduktan sonra üç saniyede değil, bir ömür unutmayacaktım.

 

"İlk on, atış sırasına." mikrofondan gelen sesin nereden geldiğini anlayamamıştım lakin dediğini yaptım. Herkes sırayla atış platformunun oraya geçti ve yan yana dizildi. Şimdi herkesin karşısında bir hedef, silahlar vardı. Önce 1 numara daha sonra 2 numara ve 3 numara diye gitti. Sıra bana gelene kadar diğerlerini gözlemlenmiştim. 9 numara hariç diğerleri tam on ikiden vurmuştu. Sıra bana geldiğinde önümdeki silahı aldım, emiliyetini açtım ve hedef tahtasına doğrulup tam on ikiden vurdum. Bunu en hızlı yapan bendim. Bunu diğerleri beklemiyor olacak ki şaşırmışlar. Sıra sıra birkaç sihahla daha deneme yaptık. Ben, 7, 6, 5, 2, 1 numaraları bütün hepsini on ikiden vurmuştuk. Diğerlerini birkeç adam gelip götürdü. Bizde sıradaki aşamaya yani ringe geçtik.

 

"Herkes kendine bir rakip seçsin."

Bütün numaralar birebire bakmaya başladıklarında 7 numarayla göz göze geldim. O buradaki ikinci en yapılı adamdı. Birinci ise 1 numaraydı. 7 numara buraya doğru yürüyerek yanıma geldi. Bileğimden tutup beni ringin yanına getirdi. Ardından ringin yanındaki kağıda 7 ve 10 yazdı. Bileğimde ki baskı, bileğimi bırakmasıyla gitmişti. Bunu sorun etmemiştim çünkü kimi döveceğim karar vermemiştim. Bunun için ona teşekkür bile edebilirdim. Bir kaç dakika sonra herkes kiminle çıkmak istediklerini yazmıştı. Önce biz yazdığımız için sıra bizdeydi.

 

"7 ve 10 numara ringe." anonsta yapıldığına göre çıkabilirdim. İkimizde ringin köşelerinde pozisyon almış durarken, tekrar aynı ses duyuldu. "Başla."

 

İlk atağı o yapmıştı. Bu adamı iyice bir dövmeliydim, kadınlara olan tavrı sinirlerimi bozmuştu. Bana sağ eliyle bir yumruk savururken, aynı zamanda yakınlaşmak için bir ayağını öne atmıştı. Salak, böylece bütün ağırlığını o ayağına vermişti. O ayağına yiyeceği bir darbede hemen tepe taklak olurdu. Kafamı sağ yatırarak gelen darbeye engel oldum. Sol bacağımla çökkerken sağ ayağımı hiç kırmamıştım. Güç almak için ellerimi sol ayağımın yanına koydum. Ardından sağ ayağımı bükmeden sola doğru götürüp adamın ayağına sert bir şekilde vurdum, böylece bedenimde biraz sola kaydı . Tabii, bunlar sadece saniyeler içinde olmuştu. Adam yere sırtüstü bir şekilde düşerken, hızla göbeğine oturup tüm ağırlığımı oraya verdim. Önce sağ sonra sol derken adamı baya bir yumruklamıştım, sonunda adam bayılmıştı. Fakat beni üstünden çekmeye çalışırken yediğim yumrukları saymassak güzel bir dövüştü. Ve o ses duyuldu, "10 numara, kazandı." dedi bu kez. Sesi duyunca ringden indim, birkaç adam gelip o adamı alıp götürmüşlerdi.

 

Diğer numaralar da teker teker dövüşmüşlerdi. Şimdi sadece üç kişi kalmıştık. Ben, 1 ve 2 numara. Bir aranın ardından diyemeyeceğim çünkü üç kişi geldi ve hepimizin önünde durdu. Şimdi biz yan yana, onlar ise herkesin karşısına bir kişi gelicek şekilde karşımızdaydılar. Üçünün de ellerinde çakı vardı. Üzerimize doğru koşmaya başladıklarında, diğerleri geriye doğru kaçarken ben sabit durdum.

 

Benim hayatımda kaçmak yoktu.

Hiç olmamıştı,

Olmayacaktı da.

 

Adam sol elindeki çakıyı kaldırıp bana saplıyacakken, tam yüzüme yaklaşmışken, adamın bileğini tutup döndürdüm ve adamın bacağına saplanmasını sağladım. Adam, bileğinin kırılmasının acısıyla ve bacağına saplanan çakıyla, acı bir bağrış sergiledi. Ama bu daha başlangıçtı. Adam bıçak saplanan - sağ - bacağının üzerine düşerken, bacağındaki çakıyı çıkarıp kafasına sapladım. Artık o koca cüsseli adamdan geriye sadece bir ceset kalmıştı.

 

Arkamı dönüp diğerlerine baktığımda 2 numara, boylu boyunca yerde, kanlar içerisinde yatıyordu. Onunla döveşen adam gitmişti. 1 numara ise adamı öldürmüştü. Şimdi 10 kişiden, yalnızca 1 ve 10 numaraları kalmıştı. Ne yazık. Duymayı beklediğim ses duyuldu.

 

"1 ve 10 numara ringe çıkın. "

 

Dediği gibi yaptık. İkimizde ringdeydik şimdi. Bu sefer ilk hamleyi ben yaptım. Tam yüzüne yumruğu geçirdim derken, bileğimden tuttu, ve ben dışında kimse anlamayacak bir şekilde kulağıma fısıldadı.

 

"Bak, benim hayatımda ne olursa olsun bir kadına bir kıza bir çocuğa el kaldırmak yok. Sana işaret verince dizime vur."

 

Şaşırmadım diyemem çünkü buradaki adamların çoğu;kadın, erkek, çocuk demeden öldürebilecek kişilerdi. Ona sadece kafa sallamakla yetindim. Biraz darbedenin ardından gözünü kapatıp açarak bana işaret verdi. Dediği gibi yapıp dizine tekme attım. Yere yığılırken bacaklarımı boynuna doladım. Bilerek sıkmıyorum ama. "sık, ben bayılınca bırak." bunlar onun sözleriydi. Bacaklarımı sıkarak bir süre bekledim, bayılıncada bacaklarımı toparlayacak ayağa kalktım. Birkaç adam gelip onuda götürdüklerin de, koskoca salonda

- jürilerin dışında - bir tek ben kalmıştım. Tabii terlemişim ama sıkıntı değildi.

 

"10 numara, odaya geç."

 

O lanet sese uydum. İlk geldiğimde ne olduğunu merak ettiğim odaya girdim. Oda zifiri karanlıkta oluşuyordu. Odanın ortasında bir sandelye vardı, sanırım oraya oturmam gerekiyordu. Bana gösterilen gibi yaptım ve oraya oturdum. Birkaç adam gelip beni sandalyeye bağladı. Gözlerimi kapattılar, görüşümü engellediler. Ardından başıma bir cihaz koydular. Cihazın iki ucu şakalarıma denk geliyordu. Cihaz kısa sürede başımı arıtmaya başladı. Korkunç bir arıydı. Cihaz ilerleyen dakikalarda sadece başımı arıtmakla kalmayıp, karnımı da arıtmış ve bütün bedeneme bıçak saplanıyormuş gibi hissetmemide sağlamıştı. Şuan gerçekten saplasalar anlamazdım, sanırım. Gözlerim kapanıyor, nefeslerim daralıyordu. Katlanılmaz bir acıydı. Giderek artıyor, insanı delirtiyordu. Bir nevi işkenceydi bu. Teker teker parmaklarımı, vücut uzullarımı koparıyorlardı galiba. En kötüsü acı değildi, benim hiçbir şeye tepki veremiyor olmamdı. Kalbime kemik batıyordu. Bağrabileceğimi biliyordum ama bunu yapamazdım.

 

Bu aşamanın amacı buydu, acıya karşı direncimi test ediyorlar şimdi. Ama bilmiyorlardı, ben sadece fiziksel değil zihinsel olarakta daha büyük acılara katlanmıştım.

 

Sandalyeye bağlı olan ellerimi çözdüm. Sonrada kafamdaki illet şeyi çıkardım. Badenimi ve gözlerimi açtım. Kafam hafifçe aşağıdaydı, gördüğüm ayakabılarla durdum. Kafamı yukarı kaldırdığımda, sonu olacağım adamı gördüm. Okyanusu andıran gözleri gözlerime kilitlenmişti.

 

"Kalk, gidiyoruz." tamam, bu çok ani olmuştu. Ne yani bu kadar mıydı? O ilerlerken, bende sandalyeden kalkıp peşinden gittim. O önde, ben arkadaydım. Çıkıştaki çıktığımızda siyah bir jipe bindik. Kimseden ses çıkmıyordu. Yol boyu sessiz, sakin bir şekilde camdan dışarıyı izledim. Sonunda büyük bir villaya varmıştık. Pardon saraya, buraya villa demek hakaret olur. Varmıştık varmasınada bu villanın her yeri takım elbiseli korumalarla kaynıyordu. Çok fazlaları, acaba evin içindede var mıdır?

 

Beni gören korumalar şaşırmadan edememişti. Burada kadın görmeyi beklemedikleri her hallerinden belliydi. Kılıç, önde ben arkada olmak üzere eve doğru ilerliyorduk. O daha kapıyı çalmadan, kapıyı gülen yüzlü bir kız açtı. Kız benim yaşlarımda, sarışın ve mavi gözlüydü. Kılıç'ı görünce yüzündeki gülümseme genişlerken Kılıç' ın yanında beni görünce o gülümseme aynı şekilde soldu. Kılıç bana dönmeden "Bu kadın Mavi, evin hizmetçisi. Eğer bir isteğin olursa bunu Maviye söyle."dedi, ne kadar beni görmesemde kafamı salladım. Kılıç hez zaman ki gibi beni beklemeden ilerlemeyi sürdürdü. Sim siyah dizayn edilmiş bir odadaydık şimdi.

Kılıç sadece" burası senin odan. "

deyip çıkmıştı. Tabii ardından kapıyı kapatmayı ihmal etmemişti.

 

Kılıç çıktığında odayı inceleme fırsatı yakalamıştım. Odanın duvarları beyaz olmasına rağmen masa ve kapılar hariç herşey siyahtı. Odanın cam kapısı balkona açılıyordu. Oraya baktığımda ön bahçeye açıldığını gördüm. Buranın manzarası çok güzeldi. Denize 0 desem yeridir. Fakat deniz ile arasında ufak bir orman vardı.

 

Deniz ve ormanın o eşşiz uyumu insanı derinden etkiledi.

 

Diğer kapıdan girdiğimde tahmin ettiğim gibi banyoya karşılaştım. Banyoda elimi yüzümü yıkayıp odaya girdim. Odayı uzunca bir süre karıştırdım. Nerelerde silah saklayabileceğimi bulabilmiştim. Hava kararmaya başlayınca saate baktım, saat 17.57 di. Kışta olduğumuz için havanın bu kadar erken kararması gayet normaldi. Odadaki uzun zamandır var olan sessizliği bölen bildirim sesiydi. Telefonuma bilmediğim bir numaradan mesaj gelmişti. Sırf bu görev için başka bir telefon kullanıyordum. Olası bir hacklenme durumunda kimliğim açığa çıkabilirdi.

 

530 ** **** **** :saat 20.00 da salonda ol. Bir davete gideceğiz.

 

Bu tabii ki de Kılıç'tan gelmişti. Numarayı hemen kaydettim.

 

' 530 ** **** **** kişisi Kılıç olarak kaydedildi'

 

Daha zamanım olduğu için balkona çıkıp manzarayı izledim. Çok geçmeden kapı çaldı ona gir komutunu verince içeriye Mavi girdi. Elindeki kutuyu yatağın üstüne bıraktı.

 

"Efendim, Kılıç Bey davette bunu giymenizi söyledi." onu kafamı sallayıp onayladığım çıktı. Bende kutuyu açıp içindekine baktım. Bir elbise birde topuklu ayakkabı vardı. Hızla üstümü giyindim.

 

Elbise siyahtı ve kısaydı. Uzun kolluydu. Kolları kayıkçı yakaydı. Güzel bir göğüs dekoltesi vardı. Bu elbisenin en güzel yanı eteğin ne kadar belli olmasada şort etek olmasıydı. Olası bir tehlikede gönül rahatlığıyla hareket edebilirdim. Topuklu ayakkabılar ise siyah bağıcıklıydı. Toğuğu ne uzun ne kısaydı orta boydaydı. Özel görevlere çok çıktığım için topuklu ayakkabıyla dövüşebiliyordum. Hızla masanı önüne geçtim. Aynanın önündeki yerimi aldığımda saçımı yapmaya başladım. Saçıma hafif bir dalga verip arkaya attım. Üstüme birkaç tane silah yerleştirdim. Nasıl makyaj yapacağımı düşünürken içeriye Mavi girdi.

 

"Kılıç Bey makyaj yapmak isteyebileceğinizi düşündüğü için size bunları gönderdi. Merak etmeyin hiçbir korumaya aldırmadım kendim aldım. Size en uygun sevebileceğiniz makyaj malzemeleri almaya çalıştım." Maviye sıcak bir gülümseme sunup içten bir şekilde teşekkür ettim. Beni büyük bir dertten kurtarmıştı. Kılıç'ın bu kadar ince düşüneceğini tahmin etmemiştim. Sade bir makyaj yaptım. Makyajımın son noktası olan kırmızı rujumu ihmal etmemiştim. Makyajım gözlerimin rengini ortaya çıkarıyordu. Güzel olduğuma kanaat getirince aşağı indim. Bir kaç dakikam kalmıştı. Aşağı indiğimde Kılıç oturmuş beni bekliyordu.

 

Kılıç bana uzun uzun bakmayı sürdürürken bu anlamsız şeyi ben sonlandırdım. "Çıksak mı artık?" Kılıç bu fikrimi mantıklı bulmuş olacak ki ayaklandı. Her zamanki gibi o önde ben arkada ilerledik. Siyah bir araca bindiğimizde önden bana yol verdi ardından karşıma oturdu. Araç hareket etmeye başladığında nereye gideceğimizi merak ettim. Kılıç elindeki tablette birşeyler okuyor bense camdan dışarıyı seyrediyordum. Fazla uzun bir yolculuk olmuştu ve ben günün yoğunluğu nedeniyle yorulmuştum. Gözlerim yavaşça kapanmaya başladığında başımı cama yasladım. Uykuyla uyanıklık arasında kalmıştım şimdide.

 

"İstersen uyu, biraz daha yolumuz var." Bu uyumam için son noktaydı. Gözlerim kapanmak için direndi. Bense sadece gözlerimin isteğine uydum.

 

💚

 

Bir ormandayım, her yerim yara bere içinde. Üzerimde kana ve çamura bulanmış elbisemle. Yürüyordum ama nereye yürüdüğümü bilmiyordum. Gözlerimin önü kararıyor ayaklarımsa ilerliyordu. Başıma giren acılar, şakaklarımda ağrıya dönüşüyordu. Dudağımın kenarından akan sıcak sıvıyı hissedince elimi oraya attım. Ağzımdan kan geliyor, bedenim acı içinde kıvranıyordu. Çok geçmeden yere dizlerimin üzerine çöktüm. Sağ elim acıyan boğazımı tutarken sol elimi destek amaçlı yere koydum. Ağzımdan akan kanlar giderek artıyor gözlerim mümkünmüş gibi dahada kararıyordu. Önüme düşünen ıslak, kanlı ayıcığa baktım. Ardından onu düşüren minik kıza. Gözleri dolu doluydu.

 

"Sende benden nefret ediyorsun." bunuda nereden çıkarmıştı? Kızı görmekte zorluk çekiyordum. "Zaman bırak geçer, zamana bırak biter, zamana bırak unutursun." başını dahada dikleştirip bana baktı.

"Söylesene geçti mi?"

geçmedi.

 

"Bıraktıkları kırgınlıklar bitti mi?" bitmedi.

 

"Peki söyle unuttun mu?"

Hiç bir zaman unutmamıştım şimdi mi unutacaktım? Hiç gitmemiştik aklımdan o anlar, o geçmiş, o bakışlar. Hala aklımdaydı anılar, hala aklımdaydı geçmiş, hala üzerimdeydi sanki o bakışlar.

 

Geçerdi belki kırgınlıklar, yaralar. Kaybedilirdi belki umutlar, gülüşler.

Bitedi belki aşklar, hayatlar.

Ama unutulmazdı anılar, gözler.

 

Gözyaşları fayda etmezdi. Ben bunu en acı şekilde tatmıştım.

 

Küçük kız aklımın en ücra köşelerinde çıka gelmişti yine. Gözleri dolu doluydu, üstünde beyaz elbisesiyle. Ayıcığını düşürmüştür yine. Saçları dağınık, pembe kurdelesi kayıptı. Niye kayıptı ki? Ona annesi almamış mıydı? Bu ayrıntıyı dahi unutmamıştım.

 

En güzel anılar unutulmaya mahkumken,

 

Üzücü anılar niye unutulmamaya mahkumdu?

 

Düşünceler insanı delirmeye iterdi. Düşünmemek için kendimi zorlarken duyduğum ses tüm düşüncelerimi sildi.

 

                                                                                                💚

 

Gözlerimi hızla açtığımda arabanın süratini arttığını fark etmem uzun sürmedi. Kılıç'ı baktığımda izlediğini hissetmiş gibi bana baktı. Duyduğum sesin nereden geldiğini soracağımı anlamış olmalı ki ben daha konuşmadan konuştu, "Arkaya bak." onun dediğine uyarak arkama döndüğümde siyah bir araba gördüm. Şöför koltuğunun yanındaki adam bize silah doğrultuyordu. Daha dikkatli baktığımda adamın boynundaki ufak kuru kafa döğmesini gördüm. Bunlar Toprak'ın yani Kılıç'ın en büyük düşmanın adamlarıydı. Eteğimin hemen altında, bacağıma sabitlediğim bıçağı çıkarıp emiliyetini açtım. Hızlıca camı açıp adama doğrulttum. Bana sıkmaya yeltenmişti ki alnın tam ortasından vurmuştum. Diğer olasıkları engellemek için arabanın bütün tekerlerini sıktım. Artık bizi takip edemezlerdi. Çıktığım pencereden geri yerime oturdum. Camı hızla kapattım. Olası bir tehtidi engellemek görev icabı benim işimdi.

 

"İyi işti Evelyn." ah, bu benim sahte kimliğimdi. Görev için yeni bir kimlik oluşturmuştum kendime.

Sahte kimliğim şöyleydi;

 

Evelyn Miller,

28 yaşında,

Tıb 3.sınıf terk,

Kimsesiz,

*** yetimhanesinde büyümüş bir kadın.

 

 

En azından dikkat çekenler bunlardı.

 

Yolun geri kalanı gayet sessiz geçmişti. Ben yolu, o beni izlemişti. Sanki nasıl biri olduğumu anlamaya çalışıyordu. Sonunda büyük bir nanaya gelmiştik. Burası bir oteldi yani bilinen öyleydi. Otel sade ama şıktı. Otelin içine girdiğimizde incelemem bile fırsat olmadan asansöre girmiştik. Kılıç parmağını 5 numaralı tuşun üzerine koydu ancak basmadı. Yukarıdaki kameraya yüzünü gösterdi. Büyük bir ihtimalle yüz tanıma vardı. Herşey doğrulanınca 1,2,3 ve 4 numaralı tuşlar yeşile döndü. Kılıç 3 numaralı tuşa bastığında yukarı çıkmak yerine aşağı inmeye başladı. Akıllıca bir fikirdi.

 

Asansör açıldığında bizi kocaman bir kumarhane karşıladı. Kılıç önden gittiğinde bende onu takip ediyordum. Biraz daha dikkatli olmalıydım çünkü buradaki topluluk güçlü mafyalar, suikastçılar ve daha nicesinden oluşuyordu. Kılıç en sonunda bir rulet masasına oturmuştu. Diğer masalar yeşilden bu masa siyahtı. Masada Kılıç hariç 3 adam daha vardı. Bunlar GÖK'ün yardımcı liderleriydi. En sağda oturan sarışın, yeşil gözlü adam Murat Karaer'di. Kendisi büyük bir şirketin ceosuydu. Kılıç'ın karşısında oturan Aras Öztaş' tı. Kendisi büyük bir holdingin sahibiydi. Başından beri Kılıç'ın arkasında ayakta duran beni gözleriyle taciz edense Henry Elvis'ti. Adamın rahatsız edici bakışlarını üzerimde hissetmeme rağmen kafamı çevirip bakmamıştım.

 

Onlar uzun bir sohbete daldılar. Uzunca işlerden konuştular. Aradan saatler geçtiğinde Kılıç masadan kalktı ve bir kapıdan geçip arkalarda geni bir odaya girdi. Tabii bende ardından girdim. Odada sadece masa aydınlıkta kalmıştı. Bu oda bir sorgu odasını aratmıyordu. Kılıç masanın başındaki sandalyeye geçerken karısının boş olmadığını fark ettim. Kafamı kaldırıp baktığımda onu gördüm. Bir süredir görmediğim kahve gözlerle karşılaştım. Karşımda asker üniformasıyla değilde bir takım elbiseyle çıkmıştı yine. Karşımdaydı gene,

 

Ayaz Öztürk.

 

💚

 

1 numara hakkındaki düşünceleriniz neler?

 

Sizce Kayranın geçmişinde ne oldu?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere,

 

BAYBAYYYY

 

 

Bölüm : 14.01.2025 19:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Azra Derin Tekin / Rüzgarlı Bir Gece / 2.bölüm
Azra Derin Tekin
Rüzgarlı Bir Gece

19 Okunma

6 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...