
Başlama tarihinizi yazarsanız sevinirim.
1 BÖLÜM
|ÖLÜMÜN KIYISINDA|
"Ruhum bir ölüyken, bedenimin yaşaması ağrıma gidiyor."
~KAYRAN KAYA.~
İYİ OKUMALAR
K.
Kaderimi yazan kalemi kırmak isterdim. Geçmişin izleriyle dolu olan sayfayı yırtıp atmak, yaşanmışlıkları yaşanmamış yapmak.
Kaderi baştan yazmak isterdim.
Hiç düşündünüz mü, kaderi baştan yazabilseydiniz nasıl bir hayat yazardınız kendinize diye?
Ben çok düşündüm. Ellerinde kan olmayan bir çocuğu yazardım, mutlu bir aile Acıdan değil, mutluluktan akan gözyaşları.
Kaderi baştan yazacaksın ama tek bir kelime olacak o sayfada deseler bana, tek bir kelime yazardım.
Ölüm.
Hiç doğmamayı dilerdim.
İnsanlar tanıdım, bazıları ölümden korkarken, bazılarının ölümü kurtuluş olarak gördüğü.
İnsan neden ölmek ister?
Acı çektiği için, bazı şeylere dayanamadığı için.
Bizim için yazılan ve yaşamak zorunda olduğumuz kader, zamanla bize duygular aşılardı. Öfke, nefret, sevgi.
Yaşamak zorunda olduğum kader, bana nefreti aşılamaştı.
Tanrıyı hayal kırıklığına uğratmıştım. Çünkü benim için yazdığı kadere dayanacak kadar güçlü değildim.
Kaderin acımasızlığının yanına hayatın adaletsizliği eklenince yaşam katlanılmaz oluyordu.
Hayat beş yaşındaki bir çocuğu babasız bırakacak kadar adaletsizdi.
Kaderin kanlı kalemi yedi yaşındaki bir çocuğu katil yapacak kadar kötüydü.
Nefret.
Hayatın bana öğrettiği tek duygu nefretti.
hayata verdiğim tek şey nefretti.
Eh, ne ekersen onu biçersin kafasındayım.
Herkese, herşeye duyduğum saf nefret kendime duyduğum nefretden daha fazla değildi.
Kaderimin olduğu sayfa yırtılmadı, önüme bir kağıt koyulup kaderini yaz demediler bana fakat ben o sekiz yıl önce elime kanın bulaştığı gün, kaderi değiştirmek istedim.
18 mart.
18 yıl önce ellerime kanın bulaştığı bu lanetli gün, bu gün son günüm olacaktı. Hayır aslında bende 18 yıl önce ölmüştüm.
Kendime duyduğum nefret, nefesimi kesmeyi isteyeceğim kadar fazlaydı. Nefeslerim kalbimin zehriydi ve bu kalp her gün ölüyordu.
Yeni bir sayfa açmak istedim kendime geçmişin acılarından arınarak tam yazmaya başlayacaktım ki kırılan kalbimin kanı bulaştı bembeyaz sayfaya geçmişin bir gölgesi gibi.
Mutlu olmaya hakkım yoktu. Hoş, mutlu olduğum falanda yoktu.
Ne zaman kendime yeni bir sayfa açmak istesem, hep geçmişim engel oldu buna. Bir gölge gibi beni takip eden geçmişim hep arkamdaydı.
Madem yazamıyorum kaderi baştan, sayfayı karalar koca harflerle ölüm yazardım.
İçime çektiğim her nefes canımı yakarken yaşam katlanızmaz oluyordu.
Ölümün kıyısında'ydım.
Birazdan bitecekti.
Ölecektim.
Bu sondu.
Çoğu insan intihar etmeye yeltendiğinde bile ölecek olma hissi onları büyük bir korkuya salardı.
Neden korkmuyordum? Neden bir an bile tereddüt etmiyordum? Neden arkama bakmadan kaçıp gitmek yerine hâlâ buradaydım?
Cesur bir kadındım fakat tüm bunları yapmayışım cesurluk değildi.
Dedim ya ölüm bazılarının kurtuluşuyken bazılarının korkusudur diye. Bu ölüm benim kurtuluşumdu. Hayatınızda kötü bir şey olduğunda ondan kurtulmak için her şeyi yapardınız. Eh, benim hayatımın kötülüğü yaşamaktı.
Hem ruhum bir ölüyken bedenimin yaşamasına ne gerek vardı?
Ölmeyi hakeden bir kadın ölmeliydi. Bu kadar, ne eksik ne fazla.
Ben, Kayran kaya. İsmi bile yalnızlığı simgelerken, birazdan bir depoda yalnız başına ölecek olan kadın.
Derin bir nefes aldım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti.
Üzerimde siyah kot pantolon, siyah bir kazak siyah bir mont vardı. Yüzümdeki kar maskesi sadece gözlerimi açıkta bırakıyordu, her zamankinin aksine lens takmamıştım.
Beni öldürecek olan kişi gözlerimi görsün istedim.
Yanımda ne bir silah nede bir bıçak vardı.
Dik olan omuzlarımı biraz daha dikleştirerek aldığım nefesi usulca dışarı verdim.
Adımlarımı depoya doğru yönlendirdiğimde her an etraftan çıkacak olan korumalar kafama sıka bilirdi.
Umrumda değil.
Buraya ölmek için gelmemiş miydim?
Tüm gücümle kapıya tekme attığımda demir kapı gürültüyle açılmıştı.
O' burada değildi biliyordum fakat birazdan gelecekti.
Kendimden emin adımlarla içeri girdiğimde gözlerimi etrafta gezdirdim. Büyük depoda çeşit çeşit işkence aletleri, beni korkutmak yerine dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu.
"Kartal!"diye bağırdım, maskeden dolayı sesim boğuk çıkmıştı. "Duydum ki beni arıyormuşsun!"kameralardan beni izlediğini biliyordum. Ellerimi iki yana açtım. "Buradayım işte!" Alaycı tavrım onu hafife aldığım için değildi.
Çünkü namı diğer Kartal asla hafife alınacak biri değildi.
Yiğidi öldür hakkını yeme.
"Bu sefer gölge'nin selamını değil ta kendisini getirdim!"
Bu gün sadece O' benim yüzümü değil bende onun yüzünü görecektim.
Yeraltının gizemli üş mafyasndan ikisiı bu gün karşı karşıya gelecekti.
"Ne o? Yoksa korktun mu?"dedim kendi etrafımda döndüm. "Bak buradayım işte." Buradayım ve gelip beni öldürmen için seni bekliyorun. "Gölge'ye gözdağı veriyordun 'senden korkmuyorum' diye, n'oldu?" Güldüm. "Korkuyor musun benden Kartal?"
Bekledim, beklerken hep yaptığım gibi saniyeleri saydım. Onu değil ölümü bekledim.
Beş dakika kırk yedi saniye sonra kapı gürültüyle açıldığında arkamı dönerek ona baktım.
bulunduğumuz ortamın ışığı onu karanlıkta bıraktı. Şimdi benim lakabım ona daha çok yakışıyordu. Boyu uzundu, buradan bile belliydi bu. saçları gür ve dalgalıydı. Alnına dökülüyor çehresini mümkünmüş gibi daha da sertleştiriyordu.Üzerinde siyah bir gömlek siyah bir pantolon vardı.
Karşımda simsiyah giyinmiş olan adam, siyahların hânı gibi gözüküyordu. Bana doğrultduğu silah, birazdan ateş edecek ve bedenime giren mermi yaşamımı bitirecekti.
Bitiyor K. Bu sefer bitiyor.
Arkasından giren adam bana doğru hızlı bir şekilde geldi ve yüzüme doğru yumruğunu savurdu. Çeneme yediğim yumrukla sendelesemde dengemi korudum. Bir yumrukla yere yapışacak kadar güçsüz değildim.
Yüzümde bir sırıtış belirirken sola savrulan başımı kaldırıp adama baktım.
Sarışın ve mavi gözlü biriydi oda siyah giyinmişti fakat siyah ona Kartal kadar yakışmıyordu.
Bakışlarım onu bulduğunda dikkatle gözlerime bakıyordu. Yanındaki adamlar bana silah çekerken o sadece beni izliyordu. Derin bir nefes alarak tam karşısında durdum. Gözlerimde ne gördüğünü bilmiyorum ama siyah gözlerinde şaşkınlık belirdi.
Neyi bekliyordu?
Çoktan kafama sıkması lazımdı.
Beklediğ benden bilgi almaksa daha çok bekleyeceğini ona birinin söylemesi lazımdı. Sikseler bir şey söylemezdim. Gölgenin sırları Kayran'la birlikte mezara gidecekti.
"Hadi, sık kafama,"dedim. Sık ve bitsin bu acı. Aklıma gelen şeyle yüzümü buruşturdum. "Karşında diz çökmeyeceğim." Hiçbir güç bunu bana yaptıramazdı. "Bana işkence etmenede izin vermeyeceğim." Ben konuştukca kaşlarını çatıyor sanki bir şeyden emin olmak ister gibi gözlerime bakıyordu.
Birinin başıma silah dayadığını hissettim. "Diz çök!"diye bağırdı adamın biri. Bunu asla yapmayacaktım.
"Sık kafama!"diye bağırdım. Sabrım tükeniyordu.
Arkadan dizlerime vuracağını anladığımda hızla ona doğru dönerek silahı tutan eline tekme attım. Omuzlarından tutup ikinci bir tekmeyi erkekliğine geçirdiğimde acıyla inleyip eğilmek zorunda kalmıştı. Dirseğimle sırtına vurup diz çökmesini sağladıktan hemen sonra arkasına geçerek boynunu tuttum. Tek bir haraketle boynunu kırabilirdim. Kulağına yaklaştım ve "Gölge, hiç kimsenin önünde diz çökmez," diye fısıldadım. Elimin altındaki adamın öfkeden kaskatı kesilen bedenini hissediyordum. Gitmeden önce bir günah daha işlesem Tanrı bana çok kızar mıydı?
"Emirhan, ne duruyorsun gebert şunu!"diye bağırdı. Öyle öfkeliydi ki, kartalın adını söylemişti.
İstediğimde bu zaten, bi' zahmet sıksın kafama.
Gözlerini benden ayırmayan adam, yanıma geldi ve kolumdan tuttu, ona zorluk çıkarmadım. Tam karşımda durduğunda bile göz temasımızı bozmadı. Sertçe yutkunduğunu haraket eden adem elmasından anlamıştım.
Bir anda yüzümdeki maskeyi çıkarması beklediğim birşeydi. Kapalı olan gözlerimi açtığımda kahve rengi gözlerinde afallamaya şahit oldum.
"Sen..."diye fısıldadığında sesini zor duymuştum. Gözlerindeki şaşkınlık yerini ışıldamaya bıraktı.
Bu salağın derdi ne?
"Lan!"diye şaşkın bir ses duydum arkamdan. "Bu kadınmış!"
Erkekler kadınları hafife almamayı ne zaman öğrenecekti?
Bu iş gerçekten sıkmaya başlamıştı.
Az önce boynunu kırmak üzere olduğum adam kendini toparlamış olacak ki, yanıma gelerek kolumdan tuttuğu gibi siyah deri koltuğa oturmamı sağladı.
"İnanamıyorum!"diye bağırdığında buradaki herkes gibi oda şaşkındı. "Yıllardır herkese kök söktüren birinin bir kadın olduğuna inanamıyorum!"
Alaycı bir ifadeyle güldüm. "Kadınları hafife almamayı ögrenirsiniz artık."dedim. Karşımda deliye dönen adam korumadan aldığı silahı bana doğrultduğunda gözümü bile kırpmadım. Arkama yaslandım ve sol bacağımı sağ bacağımın üzerine attım.
"Sakın!"diye bağırdı kartal. Silahı bana doğru doğrultan adamın elinden alması bir saniye sürmemişti. "O ölmeyecek!"
Ben o' değildim, benim bir adım vardı fakat konumuz bu değildi.
Söylediği şeyi anladığımda kaşlarımı çatmam uzun sürmemişti.
Ne demek ölmeyecek?
Bana silah doğrultan mavi gözlü adam bir bana bir de Emirhan denilen adama baktı. "Sakın bana bu kadının o kadın olduğu söyleme,"derken sesinde bir umut vardı. Hangi kadın?
Bakışlarımı Emirhan'a çevirdiğimde tepemde dikildiği için gözlerini görmemiştim. Mavi gözlú adam, onun gözlerinde ne gördüyse okkalı bir küfür savurmuştu.
Neler oluyor K?
"Yapmak zorundayım,"dedi adam. "Yüzünü gördü. Herşey mahfolur."
Bencede yap.
Emirhan bana baktı ve "Non é possibile,"dedi. İtalyanca konuşuyordu.
"Non quando to trovi."
'Olmaz' demişti. 'Onu bulmuşken olmaz'
Ne saçmalıyordu bu adam?
"Ne diyorsun?"diye sordum anlamazlıktan gelerek. Söylemek istese neden italyanca söylesin K?
"Bırakın lan beni!"diye tanıdık bir ses duydum. Lütfen düşündüğüm kişi olmasın. "Kayran!"diye bağırdı. Siktir.
"Bırakın lan kardeşimi!"diye bağıran Arda'yı gördüğümde gözlerimi kapatıp sertçe yutkundum.
Böyle olmamalıydı, o'nun burada olması tüm planımı mahf edecekti.
Beni gördüğü anda suratında bir rahatlama oluştu. Lakin benim rahatlığım uçup gitmişti.
"Geri zekalı,"diye tısladım dişlerimin arasından. Burada ne halt yediğini sanıyordu? Ve niye tek başına gelmişti?
"İyisin,"dedi Arda bana bakarak. Daha sonra kolunu tutan adamlardan kurtuldu.
Korumanın onu vuracağını anladığımda ayağa kalktım. "Sakın!"diye bağırdım. "O'nun kılına zarar gelirse sizi yaşatmam!"
Kolumu tutan Emir, "Onu tanıyor musun?"diye sordu. Allah aşkına bu adam niye bu kadar sakindi?
Halbuki namı diğer kartal öfkesiyle bilinirdi.
Kolumu ondan kurtardım. "Evet,"dedim, malasef der gibi.
Bakışlarım gözlerine değdi. "Bana istediğini yapabilirsin."dedim. "Ama ona zarar verirsen ve ben yaşarsam işte o zaman bu dünyayı sana dar ederim kartal." Yemin eder gibi sarf ettiğim sözler onu hiç etkilememişti.
Yapardım, kardeşim gibi gördüğüm birine zarar verirse onun canını öyle bir yakardım ki, gölge'nin kim olduğunu anlardı.
Arda'yı tutan adamlara baktı. "Bağlayın,"dedi. Bana döndü. "Otur şuraya,"diyerek emir verdi. Normalde dediğini asla yapmazdım ancak söz konusu Arda'ydı. Tekrar koltuğa oturduğumda Arda'yı biraz uzağımdaki sandalyeye bağlamışlardı.
Emir, ve yanındaki iki adam çıkıp gittikden sonra Arda'ya döndüm."Sanki suçluymuşum gibi bana bakma,"diye homurdandı. "Kendi ayağınla ölüme gitmek nedir lan!"diye bağırdı.
"Kes sesini!"öfkeyle bağırdığımda başıma silah dayayan adamın sıçradığını hissettim. "Geri zekalı! Niye geliyorsun! Hadi geldin diyelim niye tek geliyorsun!"
Çenesini sıkarak iplerden kurtulmaya çalıştı. "Sabah ailenle vakit geçirdin, sonra şirkete gittin ve avukatına içinde sana ait tüm hisseleri abine devr ettiğin yazan bir vasiyet hazırlatdın." Güldü fakat bu gülüş tamamen sinirdendi. "Benimle vakit geçirdin."dedi. "Aptal mı var lan senin karşında!"diye bağırdığında sesi tüm depoda yankılandı. "Ölüme gittiğini anladım," yutkundu. "Neden yapıyorsun bunu kendine?"sesindeki keder ruhuma bulaştı.
Ona karşı her zaman dürüst olmuştum. Şimdide öyle yaptım. "Ruhum bir ölüyken bedenimin yaşaması ağrıma gidiyor." Yüzümde hayallerinin enkazında kalmış bir çocuğun kırık dökük gülümsemesi vardı.
Arda'nın yutkunamadığını hissettim. "Kafana sıkabilirdin,"dedi neden bunu yapmadığımı anlamak ister gibi.
Yapamazdım çünkü anneme söz vermiştim.
Dilimi damağıma vurarak cık diye bir ses çıkardım. "Anneme söz verdim,"dedim.
Oturduğu sandalyede kıpırdayan Arda, kapıya doğru baktı. "Sence neden hâlâ bizi öldürmediler?"diye sordu.
Bunu bende merak ediyordum. Bilmiyorum der gibi dudaklarımı büzdüm.
Ne güzel ölüp gidecektim. Herif resmen hayallerimi yıktı!
Dudakları kıvrılan Arda,"Belkide kartal sana ilk görüşte âşık olmuştur,"dediğinde önce suratına bakmış, daha sonra depoyu inleten bir kahkaha atmıştım.
Saçmalık.
Kesinlikle.
"Ne?"diye homurdandı Arda. "Olamaz mı?"
Başımı iki yana sallarken zorlukla gülüşümü durdurdum.
"Bak mahsendeki yeni isminide buldum."dediğinde gülmekten gözlerimden akan yaşları sildim. "Kartal'ın gölge'si."
Derin bir nefes alıp, "Bu dediğin benim yaşamı sevmem kadar imkansız Arda,"dediğimde gözlerini devirmekle yetinmişti.
K.
Aldığın her nefesin canını yaktığını düşün.
Gözünün gördüğü her şeyden nefret ettiğini.
En büyük öfkenin kendine olduğunu.
Pişmanlıklarla, keşkelerle dolu bir hayatda yarınlara umudunun olmadığını.
Hep derler ya 'yarın daha güzel olacak' diye. Bu günde dünün yarını değil mi?
Yarınlara umudu olmayan birinin yarın nefes almasını bekleyemezsin.
Bu gün hissettiğim pişmanlığı yarında hissedecektim. Bu gün kendime duyduğum öfke yarın azalmayacaktı.
Yarınla bu günün arasındaki fark sadece bir kaç saatdi. Fazlası değil.
Sorun şu ki insanoğlu kendini kandırıyordu.
Bu günün adaletsizliği yarına adalet sağlamayacaktı.
Böyle bir dünyada yaşamamı hiçkimse bekleyemezdi.
İnsanoğlu beni anlamıyordu.
Zamanın akıp geçtiği ayın, yerini güneşe devrettiği saatlerdeydik.
"Yorulmadın mı?"diye sordum başımı çevirip saatlerdir bana silah doğrultan adama. "Tepemde dikilmeyi ne zaman bırakacaksın?" Öylece suratıma baktığında omuz silkerek önüme döndüm.
"Yeter be!"diye sitem etti Arda. "Öldüreceklerse öldürsünler, kaç saatdir burada öylece oturuyoruz. Ne bu, psikolojik şiddet mi?" Susuzluktan kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatarak arkamdaki adama baktım.
"Buradaki herkese bi' iyilik yap ve bağla şunun ağzını,"dedim. Eğer Arda tek kelime daha edecek olursa onlara kalmadan ben öldürürdüm onu. Zaten onun yüzünden hala nefes alıyorum!
Her iki dakikada bir konuşuyor ve sabrımı sınıyordu.
Adamlardan bazıları gülerken ben başımı arkaya yaslayıp gözlerimi kapattım. "Birazdan geberip gideceğiz,"susmaya niyeti olmayan arkadaşım bir gün elimde kalacaktı.
"Bırakta istediğim kadar konuşayım."
Gözlerimi açmadan cevap verdim. "Ölmeyeceğiz Arda,"dedim keşke ölsek der gibi. "Eğer Emir, bizi öldürmek isteseydi bunu anında yapardı,"
Bunu isteseydi anında yapardı. Benden bir şey isteyecekti. Ve ne olursa olsun kabul etmek zorundaydım beni kendi canımla değil, Arda'nın canıyla tehdit edecekti. Buraya ölmek için geldiğimi anlamayacak kadar aptal biri değildi.
"Emir mi? O kim?"
Sesli bir şekilde ofladım. "Emirhan, kartal'ın gerçek adı."dedim sabırla.
Başka bir soru soracağını anladığımda gözlerimi açıp ona baktım. "Gözünü seveyim sus Arda."
Bu çocuk hiç susmuyor.
Nihayet Arda sustuğunda, yeniden gözlerimi kapattım. Demir kapı açılıp ayak sesleri duyduğumda da kıpırdamadım.
Önümde birinin durduğunu hissettiğimde alaycı bir gülüş belirdi dudaklarımda. "Demek benden ne isteyecegğini buldun?" Gözlerimi açtığımda onun toprağı andıran gözleriyle karşılaşmam uzun sürmemişti.
Söylediklerimi umursamadan, "Kalk,"dedi. Bana emir vermemesi gerektiğini öyrenmeliydi.
"Bana emir verme, Emir." Ayağa kalktığımda içimden sürekli 'Arda için' diyordum.
O, beni yok edecek kadar güçlü biri değildi. Olsaydı, bunu senelerdir yapardı, karşı karşıya gelip düşmanca savaşmamıştık ama düşmandık işte.
Bir birimizi yok etmek için elimise bir fırsat geçse bunu asla kaçırmazdık. Onunda bunu yapması lazım, beni öldürmesi. Şimdiye kadar yapmadıysa bir şey idteyeceği kesin.
Kaşlarını çattığını gördüm. "Emir, değil,"dedi. "Adım Emirhan."
Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Umrum dışı." Açıkcası ona neden 'Emir' dediğimi bende bilmiyordum fakat eğer sinirlenecekse sırf bunun için bile ona böyle hitab edebilirdim.
Arda'ya baktığımda adamların omu çözdüğünü gördüm. "Eğer ona bir şey yapacaksan, benide öldür,"dedim Emir'e dönerek. "Yoksa ecelin olurum."
Birkaç saniye sanki ezberlemek ister gibi yüzüme baktı. "Eğer dediğimi yaparsan, ona birşey olmaz,"dedi. Benden birşey isteyeceğine adımın Kayran olduğu kadar emindim.
Önemli olan ne isteyeceğiydi.
"Konuşacağız,"diye devam etti. "Ama burada değil,"göz kırptı. "Beni takip et."gözlerimi devirip Arda'ya yaklaştım. Şeytan diyor oy gözünü. Ah! bıçağım burada olsaydı bunu yapardım.
"Dikkatli ol,"dedim omzunu sıktım. Başını salladı ve, "Sende."dedi. O'nu rahatlatmak için gülümsedim.
Emir'in arkasından dışarı çıkacakken, mavi gözlü adam kolumdan tutarak beni durdurdu.
"Fırsatını bulduğum ilk an, seni öldüreceğim,"diye tısladı dişlerinin arasından. Gözlerinde gördüğüm saf nefretin sahibi bendim.
"Beni öldürmeye çalıştığın ilk an, nefesini keseceğim."dedim. Kolumu ondan kurtararak depodan çıktım.
Önümde siyah bir araba durduğunda derin bir nefes aldım. Kapıyı açan şoföre küçük bir baş haraketiyle teşekkür ettim.
Emirhan'ın tam karşısında oturduğumda gözlerinin üzerimde olduğunu biliyordum.
"Evet,"dedim. "Konuş artık."
Sadede gel.
"Sakin bir yere sür Ahmet,"dedi. Beni görmezden gelmesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı.
Delirmemek elde değil.
"Arda'ya ne olacak?"diye sordum. Hayır, bu kadar aptal değildim. O depodan çıkar çıkmaz kolumdaki saati aktifleştirmiştim. Adamlarım bu sayede ikimizinde yerini bulabilirdi.
Sakin olmak adına derin bir nefes alarak gözlerimi kapatıp başımı arkaya yasladım.
Sanırım on dakika daha sabredebilirim.
On dakika dediğim yol, tam tamına otuz altı dakika sürdü. Bu sırada hiç konuşmadım, gözlerimi açmadım ve öylece onun nefes seslerini dinledim.
"Ahmet, in arabadan,"dediğinde, nihayet der gibi nefesimi verdim. Ardından gözlerimi açarak doğruldum.
Şoför arabadan inip kapıyı kapattığında gözlerimi gözlerine diktim. "Ne istiyorsun?"diye sordum.
Dirseklerini dizlerine yaslayarak hafifce bana doğru eğildi. "Benimle birlikte mardin'!e geleceksin,"dedi.
Tüm vücudumun kaskatı kesildiğini hisettim. Göğsümde yakıcı bir acı belirdi.
Mardin.
Benden çocukluğumu çalan şehir.
Zihnime bir zehir gibi yayılan düşünceler, nefes almamı zorlaştırıyordu. Yutkunmak istedim, yapamadım.
Sakin ol, K.
"Asla,"diye fısıldadım, nihayet konuşabilecek gücü kendimde bulduğumda. "Bunu asla yapmayacağım." Yutkunduğumda boğazım acımıştı.
Nefes alamıyordum.
Gözlerimi kapatıp, nefes almaya çalıştım fakat, başarısız olduğumda hızla kapıyı açarak kendimi dışarı attım.
Elimi arabaya yaslayarak nefes almaya çalıştığımda geçmiş serildi gözlerimin önüne.
"N'oldu?"diye sordu Emir. Benim arkamdan hemen araçtan inip yanıma gelmişti. "İyi misin?"
Değilim.
Nihayet kendimi toparladığımda başımı kaldırıp yüzüne baktım. Koyu kahve harelerinde gördüğüm endişe kısa bir an afallamama sebep oldu.
"Asla!"diye bağırdım öfkeyle. Doğrularak tam karşısında durdum. "Hiçbir güç, beni o topraklara götüremez!" Küçük bir kız çocuğu belirdi gözlerimin önünde babasından ayrılmamak için gözyaşı döken.
Karşımda duran adamın gözlerindeki endişe yerini duygusuzluğa devretti. Cebinden telefonu çıkarıp bir şeyler yaptı. Ardından telefonu bana uzatarak gözleriyle ekranı işaret etti.
Gözlerimi ekrana çevirdiğimde gördüğüm görüntü, kasılmama neden oldu ama surat ifademi korumayı başardım.
Mert'ti bir kafede oturuyordu tam alnında kırmızı bir nokta vardı.
Allah kahretsin.
Tüm gücümle elimdeki telefonu sıkarken yavaş bir şekilde kafamı kaldırıp ona baktım. "Eğer kabul etmezsen, kardeşin ölür,"dedi.
Öyle bir öfke kapladı ki benliğimi onu burada öldürebilirdim. Bunu gözümü kırpmadan yapardım.
Şeytan yanımda durdu ve gülümsemesini çaldığım için bana öfkelendi.
"Peki,"öfkeyle soludum. "Kabul ediyorum." Çok kısa bir an, gözlerinin parladığına şahit oldum fakar bu an öyle kısaydı ki, yanıldığımı düşündüm.
"O herif umrumda mı sanıyorsun?" Kaşlarını çattı. "Şımarığın teki zaten." Aramızdaki mesafeyi kapatarak tam gözlerinin içine baktım. "Kabul etmemin tek sebebi sensin!" Aklına ne geldi tartışılır fakat çehresini bir hayret bürüdü. "Gözünün gördüğü her şeyo mahfedeceğim!" Kor gibi yanan göğsüm inip kalkarken bir adım daha yaklaştım kendisine. "Dokunduğun her şeyin sonu ben olacağım!" Baş parmağımla omzunu delip geçmek ister gibi bir güçle vurdum. "Yeminim olsun, hayatını bitireceğim. Beni öldürmediğine bin kere pişman olacaksın!"
Birkaç saniye bakıştık, daha sonra sanki sinir krizinin eşiğinde değilmişim gibi, "Yarın benden haber bekle,"diye devam ettim.
Bağırmasını bekledim. Öfkeden deli olmasını. Küfürler savurup üzerime yürümesini ve hatta hemen şimdi, bu sikik yerde beni öldümesini.
"İki gün, iki gün sonra mardin'de olmam gerekiyor,"dedi. Sesinin sakinliği az önce beklediğim hiçbir şeyi yapmayacağının kanıtı oldu ve bu, mümkünmüş gibi beni biraz daha sinirlendirdi."O zamana kadar neyi hallediyorsan hallet." Yüzünün ortasına bir tane çaksam ne yapardı?
Dudaklarımın kenarı tehlikeli bir şekilde kıvrıldı. "Çok yanlış kişiye bulaştın,"dedim. Zamanı geldiğinde bunu yaptığı için pişman olacaktı.
Beni tanımıyordu.
Beni tanımayı istemezdi.
Beni tanıdığına pişman olacaktı.
Arkamı döndüm ve yoldan gecen taksiyi durdurdum. "Dikkatli ol, Emir,"dedim ismine vurgu yaparak. "Çünkü çok güçlü bir düşmanın var artık." Omzumun üzerinden ona baktım. "Fırsatını bulduğum ilk an, ilk darbemi indireceğim. Ve inan bana bu son olmayacak." Onunla işim bittiğinde ondan geriye hicbir şey kalmayacaktı.
Göz kırptım. "Bu da gölge'nin sana sözü olsun."
Kapıyı açtım ve taksiye binerek evin adresini verdim.
Araba, büyük evin girişinde durduğunda taksicinin parasını ödeyerek araçtan indim.
Demir kapıyı açan korumaya baş haraketiyle teşekkür edip içeri girdim. Gözlerim bahçenin ortasındaki büyük fiskiyeye takılsada adımlarımı hızlandırıp kapıyı çaldım.
"Hoş geldiniz Kayran hanım,"dedi kapıyı açan çalışan. Başımı salladım.
"Evde kim var?"diye sordum. Umarım kimse yoktur çünkü soru yağmuruna tutulmak, istediğim son şey bile değil.
"Kimse yok efendim,"dedi. Güzel.
Salonu es geçip merdivenlere yöneldim. "Kahvaltı etmeyeceğim, odamdayım beni rahatsız etmeyin." Üçüncü kata çıkıp odama girdiğimde, hiç vakit kaybetmeden kiyafetlerimi alarak banyoya girdim.
Kiyafetlerimi çıkarıp suyun altına girdiğimde buz gibi suya alışmam zaman almıştı.
Mardin.
Uçsuz bucaksız bu topraklarda acıya bulanmıştım ben. İhaneti tatmıştım. Bir gün herkesin gidebileceğini öğrenmiştim, en acı şekilde.
Söyle bana küçük adam, herkes gider mi?
Yirmi yıl önce adımı, soyadımı, çocukluğumu bırakarak terk ettiğim bu topraklar bana acıdan başka bir şey vermiyordu.
Bir kız çocuğu belirdi gözlerimin önünde uzun siyah saçları olan. Gözlerinde ölümü görmediğim. Mutlulukla bana bakıyordu. 'Bak, sen bensin ve seni ne hale getirdiler' der gibi.
Mutluydu, benim aksime.
Yaşıyordu, benim aksime.
"Ölmek istiyorum anne,"diye fısıldadım daha fazla dayanamayıp fayanslara yaslanarak yere kaydığımda buz gibi su başımdan aşağı akıyordu.
Geçmiş geldi gözlerimin önüne bir zehir gibi yayıldı göğsüme. Nefesim tıkandı, titreyen ellerimi yumruk yaparak fayanslara vurdum.
Kalbim sıkıştı. Kriz geçiriyordum. Bulanık gören gözlerimi sertçe kapattım. Nefes almaya çalıştım fakat olmadı.
Şarkı söyle diye fısıldadı içimden bir ses. Şarkı söyle geçecek.
Tekrar derin bir nefes almaya çalıştım. Yutkunmaya çalıştığımda boğazım ağrımıştı.
"Hiç kıyamam dediklerin kıyıyor mu hep sana? Kırılan hayallerin batıyor mu ruhuna?"
Kıyamam dediğim herkesin kurbanıyım ben. Kırılan hayallerim bir ok misali batıyordu ruhuma.
Bir çizik daha atıldı kaderimin yazılı olduğu sayfaya ölmek istediğim, ölmeyi denediğim, ölümün kıyısında'n döndüğümü anlatan kırmızı bir çizik.
Fayanslara tutunarak doğrulduğumda artık rahatlıkla nefes aldığımı fark ettim. Kısa bir duşun ardından üzerimi giyinip makyajımı yaptım. Daha sonra saçlarmı kurutup taradım.
Telefonumu, kulaklığımı ve arabamın anahtarını alarak odadan çıktım.
Mutfağa girip iki bardak su içtikden sonra arabama atlayarak şirketin yolunu tuttum.
Düşünmemek için radyoyu açarak yola odaklandım.
Yarım saat sonra arabayı şirketin önünde durdurduğumda derin bir nefes alarak radyoyu kapattım. Ardından torpido gözünden aldığım gözlüklerimi takıp çantamı alarak araçtan indim.
Kaya holding
Teknoloji şirketi.
Gecemizi gündüzümüze katarak abimle iflasın eşiğinden döndürdüğümüz şirket.
Adımlarımı hızlandırıp içeri girdiğimde Serhat hemen dibimde bitmişti. "Hoş geldiniz Kayran hanım,"dedi. Birlikte asansöre ilerlediğimizde önümdeki insanların 'günaydın' demelerine küçük bir baş haraketiyle karşılık veriyordum.
Asansöre bindik. "Yiğit bey geldiğinizde odasına gitmenizi söyledi efendim,"dedi Serhat, elindeki yığınla dosyayı taşımakta zorlanıyordu.
Yiğit kaya. Abim.
Asansörden indiğimizde başımı salladım. "Birde bu dosyaları imzalamanız gerek." Arkamdan gelen Serhat hâlâ konuşuyordu.
Abimin odasının kapısını çaldım.
"Ha birde oda-" hızla Serhat'a döndüğümde lafı yarım kalmıştı.
"Bi' dur Serhat,"dedim bıkkınlıkla. "Motorun soğusun." İçeriden abimin 'gel' diyen sesini duydum. "Dosyaları odama bırak,"diyerek içeri girip kapıyı suratına çarptım.
Masanın başında oturmuş dosyalarla ilgilenen abim, başını kaldırarak benimle göz göze geldi. İncelediği dosyanın kapağını kapatarak ayağa kalktı. "Neredesin sen?"diye sordu kaşlarını çatarak.
Ona beni öldürmesi için düşmanımın ayağına gittiğimi ve ifşa olduğumu söylesem ne yapardı?
Deneme bile.
"Arda'yla birlikteydim,"dedim. Yalan sayılmazdı.
"Kayran,"dedi abim uyarırcasına. "Kiminle olduğunu değil, nerede olduğunu sordum." Ne sen sor nede ben söyleyeyim.
"Kulüpe gittik abiciğim,"dedim. "Başka soru?" Kaşlarımı çattım. "Ayrıca ne zamandan beri sana hesap veriyorum?'
Elleri ceplerinde olan Yiğit, iç çekerek başını iki yana salladı. Benimkiyle aynı renk olan gözleri üzerimdeydi.
Kapı çalınmadan açılıp içeri Arzu girdiğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. "Ben geldim aşkım." Beni umursamadan abimi öptüğünde yüzümü buruşturdum.
Yiğit bu kadında ne buluyor?
"Evet,"dedim e'leri uzatarak. "Yedik içtik eğlendik ben gidiyorum." Bu görüntüye daha fazla dayanamayacağım.
"Ah, Kayran'cığım seni görmedim,"dedi Arzu. Keşke aynı şeyi bende söyleyebilseydim.
Kaşlarımı kaldırdım. "Belli,"diye mırıldandım. Arkamı dönerek kapıya doğru yürüdüm. "Görüşürüz, Yiğit."
Abimin odasından çıkıp kendi odama doğru giderken topuklu ayakkabılarımın sesi etrafa yayılıyordu.
Ah, bu sesi seviyorum.
Odama girip arkamdan kapıyı kapattığımda başımı kaldırdığım an, sanki kendi odasıymış gibi masamda oturan Emirhan'ı görmeyi beklemiyordum.
Yok artık!
Adımlarım durdu. Bakışları bana çevrilirken bu saçma anın hayal olmasını dileyerek gözlerimi kapattım.
Derin bir nefes alarak gözlerimi açtığımda geceyi kıskandıracak kadar güzel olan gözleri gözlerimle buluştu.
"Yok artık,"diyerek gülmeye başlamam tamamen sinirdendi. Başımı iki yana salladığımda "Bu kadarı da fazla,"dedim.
Dudakları kıvrılan adamın ağzının ortasına bir tane çakasım vardı.
"Hoş geldin,"dedi dalga geçer gibi. Küfür etmemek için dilimi ısırdım.
Hoş geldiğimde hoşbulduğumda hoş gittiğimde yoktu ve tüm bunların tek sebebi oydu.
Yanına yaklaşıp karşısında durduğumda sandalyeyi bana doğru çevirdi. "Senin burada ne işin var?"dedim her kelimenin üzerine basarak. Bu odaya nasıl girdi bu salak?
Beni hiç kâle almayarak elindeki dosyayı bana uzattı. "İmzala,"dedi ve bu tek kelime benim delirmeme yetti.
Dosyayı aldığım gibi duvara fırlatmam bir oldu. "Dalga mı geçiyorsun lan benimle?!"diye bağırdım. Birilerinin bizi duyması artık umrumda değildi. "Ne hakla odama kadar girersin?!"sesimin tonu giderek yükseldiğinde gözlerindeki öfkeyi gördüm.
Sinirlendi."O sesini ayarla,"diye tısladı dişlerinin arasından. Çenesi seğiriyordu. "Bir daha da ayarlarıyla oynama." Ayağa kalktı ve odanın köşesine fırlatdığım dosyayı alarak tekrar yanıma geldi.
Tekrar bana uzatılan dosyayla sinirle gülüp yüzümü sıvazladım. "Delireceğim,"diye fısıldadım kendi kendime.
Onu bu odaya alma cesareti gösteren kimse anasından emdiği sütü burnundan getirmezsem banada Kayran demesinler.
"Üç aylık bir anlaşma,"dedi Emir. "Anlaşmaya göre üç ay boyunca mardinde kalacaksın yoksa-"
"Yoksa ne?"diye böldüm onu, sinirden ellerim titriyordu.
"Yoksa etrafında bir kişiyi bile sağ bırakmam,"dediğinde sesi öyle bir tonlamayla çıkmıştı ki, bunu gözünü kırpmadan bile yapabileceğini anladım.
"Öyle mi?"dedim hadi ya der gibi. "Sen aileme zarar vereceksin bendde alkış mı tutacağım?" Elimi yüz hizasında kaldırarak parmaklarımı şıklattım. "Bunu yapmaya götün yetmez paşam!"
Elini masaya vurdu. "Düzgün konuş!"
"Konuşmuyorum!"diye bağırdım yüzüne doğru. "Beğenmiyorsan siktir git!"
Bana arkasını dönerek çenesini sıvazladı. "Sabır!"dedi önce. "Ya sabır Allah'ım!"
"Burası camii değil!"diye bağırdım.
Bana döndüğünde burnundan sertçe nefesler alıyordu.
Aklımda tek bir soru vardı.
Neden?
Neden mardin'e gitmemi istiyordu ki?
"Neden?"diye sordum az önceki sinirimin aksine sakin bir sesle. "Neden oraya gitmemi istiyorsun?"
Birkaç saniye aklına kazımak ister gibi yüzümü inceledi, ardından, "Orası şimdilik bana kalsın,"dedi.
Ya sabır Allah'ım!
"Söyle,"diye direttim. "Oraya giden bensem sebebini bilmeliyim." Az önce sinirden bağırıp çağıran bir insana göre oldukca sakin gözüküyordum. Ancak kanımda kaynayan yakıcı öfke, hâlâ kendini koruyordu.
"Sorgulama,"dedi sabrı tükenmiş gibi bir hâli vardı. Dosyayı tekrar bana uzattı. "İmzala."
Sırf çenesini kapatsın diye derin bir nefes alarak elindeki dosyayı ve masamın üzerinde duran kalemlikten üzerinde altın işlemelerle adımın yazılı olduğu kalemi aldım.
Kırmızı kapaklı dosyanın kapağını açtım ve hayatımda bir ilki yaparak okumadan, adımın yazdığı yerlere imzamı attım.
Her sayfayı en ince ayrıntısına kadar okuyan ben, tek bir cümle okumadan dosya imzalamıştım.
Pişman olacak mıydım?
Belki.
Yada kesinlikle.
Kapağını kapattığım dosyayı ona uzattım. "Sende kalsın,"dedi. "Okursun."
Dudaklarımı sen bilirsin der gibi büzerek, dosyayı gelişigüzel masaya fırlatdım.
Fark ettiğim şeyle odadan çıkmak üzere olan adama döndüm. "Dur,"dedim ilk önce. Bana döndüğünde dilimle dudaklarımı ıslatdım. "Soyadın ne?"diye sordum.
Elleri çeplerinde bana bakarken, kaşlarını çattı. "Ne yapacaksın soyadımı?"diye sordu.
Dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı. "Nikahıma alacağım,"dedim.
Benden böyle bir cevap beklemiyor olacakki kaşlarını mümkünmüş gibi biraz daha çattı. Alay ettiğimi anladığında onunda yüzünde benimki gibi bir ifade oluştu. "Hancıoğlu,"dedi odadan çıkıp kapıyı kapatmadan önce.
Emirhan Hancıoğlu. Diye fısıldadı iç sesim. Siyahların hânı.
Yüzümdeki ifade silinerek yerini öfkeye bıraktı. Ellerimi masaya yasladım. "Serhat!"diye öyle bir bağırdım ki, Serhat'ın yerinden sıçradığına emindim.
Birkaç saniye sonra kapı çalındı ardından yavaşca açıldı. "Buyrun efendim,"dedi Serhat. Suçlu bir çocuk gibi ellerini önünde birleştirmiş başını eğmişti.
Ellerimi masadan çekerek kalçamı masaya yasladım. "Benim şirketime, benim odama biri giriyor, ve sen buna izin veriyorsun, öyle mi?"
Gözleri benden başka her yere değiyordu. "Sizi tanıdığını söyleyince ben-"
Hızla doğruldum. "İstanbulun yarısı beni tanıyor Serhat!"diye bağırdım.
Sertçe yüzümü sıvazladım. "Sırayla mı gönderiyorlar sizi bana?"
Allah'ım sabır ver.
Derin bir nefes alarak sakin olmaya çalıştım. "Git ve onu şirkete alan güvenliklere kovulduklarını söyle,"dediğimde hemen başını salladı.
Dilimle dudaklarımı ıslattım. "Ayrıca bir daha odama yabancı birini sokma." Yutkunduğumda bağırmaktan tahriş olmuş boğazım acımıştı.
"Özür dilerim efendim,"dedi mahcup bir ifadeyle.
Az önce Emir'in kalktığı sandalyeye oturdum. "Özür dileme, Serhat." Başımı iki yana salladım. "Özür dilenecek hatalar yapma." Özür dilenmesinden de özür dilemektende nefret ederdim.
"Odama girmesine izin verdiğin adam, odaya girdiğim an tek kurşunla beni öldüre bilirdi." Sanki birkaç saat önce beni öldürmesi için düşmanımın ayağına gitmemişim gibi konuştum.
Saçlarımı geriye atarak ofladım. "Şimdi git ve bana kahve getir,"dediğimde kaçarcasına odanan çıktı.
Başımı koltuğa yaslayarak gözlerimi kapattığımda bu işten nasıl kurtulacağımı düşündüm.
Çantamdan telefonumu çıkarıp Akif'in numarasını tuşladım.
Akif, aramayı cevapladığında konuşmasına izin vermeden söze girdim. "Emirhan Hancıoğlu." Adı dudaklarımdan ilk kez döküldü. "Araştır, ne yapman gerektiğini biliyorsun."
Akif'in, "Peki efendim,"diyen sesini duyduğumda aramayı sonlandırarak telefonu masaya bıraktım.
K.
Masallardaki gibi bir hayat. Prensesler gibi büyüyen bir kız çocuğu.
İnsanların gözlerindeki Kayran kaya buydu.
Mükemmel bir hayat.
Her şey toz pembe gözüküyor öyle değil mi?
Gerçeğin tam aksi.
Dışarıdan güzel gözüken bir meyvenin içi çürük olabiliyor bazen. Üzeri çiçeklerle dolu bir bahçenin altı mezarlık olabilir. Bazı gülüşler sahtedir mesela. Bazı iyiyim'lerin yalan olduğu gibi.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Bazı dik duruşların arkasında kocaman bir enkaz vardır.
Uzaktan güzel gözüken kelebeğin kanadı kırıktır.
Bazı insanlar, cennet gibi gözüken hayatlarında cehennemi yaşar.
Gözleri gördüğü halde kördür insanoğlu, bakar ama görmez.
Hayatımın özeti buydu; cennet gibi gözüken, cehennemi yaşamak.
Saat 12 yi geçiyordu ve ben bahçedeki salıncakta oturmuş gökyüzünü izliyordum.
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki,ayaklarıma değen şeyle irkildim. Başımı eğip baktığımda dışarı çıkardığı diliyle bana bakan Nero'yu gördüm. Gülümseyerek kulağımdaki kulaklığımı çıkarıp yanıma bıraktım.
"Gel oğlum,"dedim dizlerime iki kere vurup. Bunu bekliyormuşcasına kucağıma zıpladığında başından öptüm. "Özledin mi sen beni."
Simsiyah tüyleri olan, kocaman bir köpekti. Ona en uygun ismi vermiştim. Nero, italyanca siyah demekti.
Havlayarak iyice bana sokulduğunda gülümsedim. "İhmal ettim seni,"boynunu sevdim.
Biraz daha öyle durduktan sonra rahatsız olmuş olacak ki kucağımdan atlayıp kulübesine doğru ilerledi.
Ayağa kalkıp eve doğru ilerleyecekken duyduğum sesle bana doğru gelen Akif'e baktım.
"İyi akşamlar efendim,"dediğinde başımı salladım. İyi bir akşam değildi fakat gerçekler süslü ve kibar cümlelerin arkasına gizlenirdi.
"Sanada."
Yanıma geldiğinde elindeki dosyayı bana doğru uzattı. "Emirhan Alkın Hancıoğlu hakkında her şey bu dosyada." İki ismi mi vardı? Tekrar başımı sallayarak bana uzattığı dosyayı aldın.
"Numarasını ve istediğiniz video'yu telefonunuza gönderdim." Memnuniyetle gülümsedim.
"Teşekkür ederim Akif, gidebilirsin iyi geceler." Akif, 'iyi geceler' dedikten sonra yanımdan ayrıldığında salıncağın üzerinde duran telefonumu alarak önce bana gönderdiği video'yu izledim. Daha sonra Emir'in numarasını kaydettim ve videoyu ona gönderdim.
"Benimle oyun oynama Hancıoğlu, ortada bir oyun varsa, kazanan mutlaka ben olurum. Tek bir kelimemle şuan ailenin içinde mışıl mışıl uyuduğu konağın yerle bir olur. Canımı sıkarsan canını sıkarım. Kim olduğumu tahmin etmişsindir bence."
Mesajı gönderdikten sonra telefonu kapatıp cebime koydum.
Ellerim ceplerimde eve doğru adımlarken yüzümde zafer kazanmış bir ifade vardı.
Emirhan Alkın Hancıoğlu, beni hafife almaması gerektiğini öyrenmeliydi.
K.
Dolaptan aldığım kiyafetleri bavula yerleştirirken aynı zamanda Sedef'e olayları özet geçiyordum.
"Manyak mısın kızım sen?!"diye bağırdı. Yanımda olsa her an bana dalacakmış gibi bir hâli vardı.
"Bağırma, Sedef."dedim. "Biri duyacak."
Gözlerini kapattığında sakin olmaya çalıştığını biliyordum. "Hangi akılla böyle bir şey yapıyorsun?!" Ona depoya gittiğim kısmı anlatmıştım, o kadar sinirlenmişti ki, devamını anlatmama izin vermiyordu.
Cevap vermediğimde, "Ne istedi senden?"diyerek başka bir sordu.
Bavula tıkıştırmak üzere olduğum kiyafetle duraksarken sertçe yunkunmuştum. Bakışlarımı yatağın üzerindeki bilgisayar ekranına çevirdiğimde göz göze geldik.
"Mardin'e gitmemi."
"Ne?!"diye öyle bir bağırdı ki kapının kapalı olduğuna şükür ettim.
Bavulun ağzını kapatıp yatağa oturduğumda yüzümü sıvazladım.
"İnan bana, ne olduğunu bende anlamadım,"dedim. Derin bir nedes aldım.
"Bu böyle olmayacak,"dedi Sedef. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "İlk uçakla oradayım."
Kaşlarımı çattım. "Saçmalama Sedef." Delirmiş olmalıydı. "Almanya'dan buraya mı geleceksin."
Çok basit bir şeymiş gibi. "Evet."dedi. Ayağa kalktı ve ekrana biraz daha yaklaştı. "Bavul hazırlayacağım tutma beni." Tam ağzımı açıp itiraz edecekken. "Ayrıca yaptığın saçmalığı konuşacağız."diyerek ekranı kapattı.
Başımı iki yana sallayarak ofladım.
Ayağa kalkıp banyoya girerek kısa bir duş aldım. Saçlarımı kurutup üzerimi giyindim. Ardından makyaj yaparak tamamen hazır olduğumda son kez odama göz gezdirip çantamı alarak aşağı indim.

Aşağı indiğimde herkesin sofrada olduğu gördüm. "Günaydın,"diterek Mert'in yanına oturdum.
"Günaydın,"dedi dedem.
"Günaydın bebeğim."dedim annem.
Kahvemi getiren kadına döndüm. "Odamdaki valizleri arabaya taşımalarını söyleyin, Aysel hanım."
Aysel hanım, "Tabii efendim,"diyerek gittiğinde.
"Bir yere mi gidiyorsun?"diye sordu annem. Dudaklarımı bir birine bastırarak yutkunduğumda kendime lanet ettim bir kez daha.
Affetme beni anne. Çünkü ben sana bunu yaşattığım için kendimi asla affetmeyeceğim.
"Evet."dedim düz bir sesle. "Mardin'e."
Masadaki çatal bıçağın sesi durduğunda herkesin dumur olduğunu hissettim.
Hiçbiriniz affetmeyin beni.
Ben Kayran Kaya, ve bu benim hikayem.
~BÖLÜM SONU~
Merhaba, size 2022 den seslendim beni duymadınız. Size 2023 den seslendim, beni yine duymadınız. Şimdi size 2024 den sesleniyorum. Bu defa sesim daha gür, bu defa daha eminim kendimden.
Beni duyun. Bir hayalim var, onun gerçekleşmesi için beni duymanıza ihtiyacım var.
Kıyametin kalıntıları'nı bir gün elimizde tutmak istiyorum. Sizlerin ve benim. Umarım bunu sizde istersiniz.
Ben o güne kadar hayalet yazar olarak kalacağım.
Umarım kurguyu seversiniz. Umarım yazdığım binlerce kelimelerde kendinizden bir parça bulursunuz.
Yanımda olan herkese çok teşekkür ederim. Özellikle de şuan karşımda oturmuş bölümü bekleyen o kişiye:) iyiki varsınız.
Sizlerde.
Diğer bölümde görüşmek üzere.
Hoşcakalın.
Personne🍀🩵
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |