2. Bölüm

1. Bölüm

Yazan bir kız ;)
1907_busra

 

 

Herkese selamlar

Keyifli okumalar yorumlarınızı bekliyorum🤗

 

 

~ Bir mazlumun ahı, bin zalimin yüzünü soldursun~7

ÇINAR GÖKSOY 4

 

Evet, Ecrin buradaydı. Ama bugün onun staj günü değildi, bundan emindim. Onun geliş-gidiş saatleri, hangi gün gelip hangi gün gelmediği artık içgüdüsel bir takvime dönüşmüştü bende. Haftanın üç ya da dört günü uğrardı buraya, sınav zamanları okuluna giderdi, bazen de izin alırdı. Ama tüm bu döngüden çıkardığım tek gerçek vardı: Onu her gün görememek canımı yakıyordu.8

Aramızda mesafe yoktu, sessizlik de. Konuşuyorduk elbette, bir arkadaşlık bağı vardı aramızda. Ama ne gariptir, bazen bu dostluk kendi içinde en güvenli liman olan şey insanı en sert kayalara çarptırabiliyor. Ecrin’in beni yalnızca bir arkadaş olarak görmesi, yüreğimde ince bir kıymık gibi sızıyordu. Beklemek güzeldi, onu beklemek bile. Ama yine de bu his… içimde büyüyen bir yangın gibiydi.7

Sanırım bugün sırf beni görmek için gelmemişti. Yanında, Ege’nin ikizi Ada vardı. Çocukluk arkadaşlarıydılar. Üçü de aynı köklerden filizlenmiş, aynı mahalle taşlarının üstünde düşe kalka büyümüşlerdi. Aileleri birbirine sımsıkı bağlıydı; bu yüzden üçü de birlikte büyümüş, birlikte serpilmişti.3

Ada ve Ecrin, hafifçe gülüşerek bizim yanımıza yürüdüler. Adımlarında bir telaş yoktu; sanki dünya onların etrafında dönüyordu da biz sadece izliyorduk. İlk olarak Ada selam verdi, ardından Ecrin. Selamlarını alırken içimde bir kıpırtı, bir bahar serinliği dolaştı.

Muhtemelen Ege’yi almaya gelmişlerdi. Belki de sonrasında birlikte bir yere gideceklerdi. Düşüncelerime gömülmüştüm ki Ege, ses tonuyla beni geri çağırdı:2

— "Spor çantamı bagajına koyabilir miyim?"2

Mithat abi, geçenlerde hız sınırını aştığı için onun arabasını almıştı. Ege bu yüzden bana yönelmişti. Ama bagajım dopdoluydu. Onu reddetmek zorundaydım. Bagajım, yetimhanedeki çocuklara götüreceğim hediyelerle doluydu. Bu ziyaretler benim için yalnızca bir alışkanlık değildi, bir ibadet gibiydi. Çünkü ben de o kimsesizlik duygusunu iliklerime kadar yaşamış biriydim. Kimsesizler, birbirinden başka kimseye sahip olamaz. Ve ben, o çocukların yalnızlığına tanıklık etmiş biri olarak, onları yalnız bırakamazdım.5

— "Hayır," dedim. "Çünkü hiç yer yok."

Ege, gözlerini kısarak bana baktı. O bakış… “Uyduruyorsun” der gibiydi. Sözle söylemese de gözleriyle söylüyordu. Yanımızda Ecrin ve Ada da konuşmalarımıza kulak kesilmişti.

— "Yok artık, ne koydun ki o kadar?" dedi Ege.1

— "Bakabilirsin," diye karşılık verdim.

Arabaya yöneldi, bagajı açtı ve hediyelerle dolu kutularla karşılaştı. O an anladı. Anlamıştı. Gözlerinde bir farkındalık parladı. Sonra biraz mahcup, biraz da kırgın bir sesle sordu:

"Yetimhaneye mi gidiyorsun? E oğlum, hani beni de götürecektin?"

Bir anda içime bir sızı doldu. Unutmuştum. Gerçekten unutmuştum. Ege, geçmişimi bilen sayılı insanlardandı. Her şeyi değil elbette, bazı yaraları insan kendine bile anlatamaz. Ama ne anlatabildiysem, ona anlatmıştım. Çünkü güvenince, içimdeki taşlar bile dile gelir.4

"Unutmuşum," dedim sessizce.

Tam o anda bir çift gözün üzerimde olduğunu hissettim. Gözlerim, Ecrin’in gözleriyle buluştu. O gözlerde bir soru vardı, ama aynı zamanda bir hayranlık… bir sıcaklık…1

"Yetimhaneyi ziyaret mi ediyorsun?" diye sordu.1

Sesinde saklı hayranlık, kalbimi susturulamaz bir yankıya dönüştürdü. Çocuklar için vakit ayırmış olmam, onlar için hediyeler taşımam belli ki hoşuna gitmişti. Onun bakışları bana tarifsiz bir mutluluk bahşetti.

Gittiğim yetimhane, benim de bir zamanlar kaldığım yerdi. O soğuk duvarları, o yalnızlık hissini çok iyi bilirdim. Çocuk olamayan çocuklar olurduk biz. Ne annemiz vardı ne babamız, ne de bekleyen bir kapımız. Gelen gidenimiz olmazdı. Ve ben o çocukları yalnız bırakamazdım. Çünkü ben şanslıydım. Benim Feride ablam vardı, Toprak abim vardı. Ama o çocukların çoğunun kimseleri yok.1

 

Biz, kimsesiz çocuklar…

Biz annesiz, babasız büyüyen çocuklar…1

Biz yalnızlığı çoktan aştık.

Şimdi, yapayalnızlıkla savaşıyoruz.

Çocuk olamayışımızı, büyümek zorunda bırakılmışlığımızı aşıyoruz.

Kayıpları, haykırışları, ölümleri… hepsini geride bırakmaya çalışıyoruz.

Geçmişimizi, yakamıza yapışmış hayalet gibi söküp atmaya çalışıyoruz.1

Ecrin’e dönüp:

"Evet," dedim. "Elimden geldiğince gitmeye çalışırım."

Gözleri ışıldadı. O anda ondan gelecek soruyu asla tahmin edemezdim. Bekleseydim, kalbimin çırpınışlarını belki bastırabilirdim. Ama o hiç beklemediğim cümleyi kurdu:

"Ben de seninle gelebilir miyim?"4

Sesi pamuk gibi hafifti ama içinde kırılgan bir umut saklıydı. Sanki hayır cevabı alırsa gözlerindeki ışık sönecekti. Kalbim, göğüs kafesimi çekiç gibi dövüyordu; her atış bir yankı gibi kulağımda çınlıyordu. İçimdeki küçük çocuk, dizlerine kapanmış dua eder gibi fısıldıyordu: “Evet de, ne olur evet de…”

Ege göz ucuyla bana bakıyor, gözlerimi tarıyordu. O da biliyordu hislerimi. Şimdi suskun bakışlarıyla, ‘Kabul et’ diyordu, ‘Eğer sen söylemezsen, ben söylerim.’ Artık kelimelere ihtiyaç duymayan dostluklardan birini yaşıyorduk onunla. Göz göze gelmek, yılların sohbetinden daha çok şey anlatıyordu. Galiba ben iyi dostlar biriktirmişim, dedim içimden. Hem de öylece biriktirmemişim; yüreğimi kollayan, beni anlayan insanlarla çevrelemişim kendimi.3

Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ama onun duymasından korkuyordum. Biraz derin nefes aldım, sesimi sakinleştirdim. İçimdeki fırtınayı bastırarak dudaklarımdan döküldü:

"Evet, tabii ki gelebilirsin."2

Daha o anın sıcaklığı üzerimizdeyken Ada, Ege’ye dönüp:

"Biz de gidelim," dedi heyecanla.

Ama Ege, sanki defalarca tekrar ettiği bir repliği oynar gibi başını iki yana salladı:

"Bilmiyormuş gibi konuşma. Bugün akraba ziyareti var, gitmezsek annem bizi gebertir."2

Ada, gözlerini göğe devirdi. Gözlerinde tüm akraba ziyaretlerine karşı kolektif bir isyanın izleri vardı. Dikkatli bakan biri, onların bu ziyaretlerden ne kadar hoşlanmadığını kolaylıkla anlardı.2

Biz böyle konuşurken Okan’ın bize doğru geldiğini fark ettim. Ada’yla Okan’ı yan yana görmek bana hep bir komediyi izlemek gibi gelirdi. Çoğu zaman değil, her zaman. Çünkü Okan, Ada’dan hoşlanıyordu. Ve bana kalırsa, Ada da Okan’dan. Ama ikisi de duygularını itiraf etmekten acizdi. İki avel birbiriyle göz göze gelmekten bile ürkerdi.1

İyi bir arkadaş olduğumu söylemiş miydim? Okan geldiğinde fırsatı kaçırmadım:

"Sizi Okan bırakır, hem arabası da yanında."1

dedim. Bu cümlem Okan’ın yüzüne anında bir tebessüm kondurdu. Gözleriyle teşekkür etti bana. Belki yalnız kalamayacaklardı ama Ada’yı görebilecekti. Bu bile onun için bir nimetti. Ecrin’i haftanın üç-dört günü görüyordum da yetmiyordu, Okan’ın halini düşünmek bile istemiyorum.

Okan, hemen atıldı:

"Tabii götürürüm!"

Ege ve Ada da onayladı. Onlar arabaya binip yola koyulurken biz de yavaşça yola çıktık. Arabada sessizlik hâkimdi. Ecrin’in yanımda olduğunu bilmek kalbimi sakinleştirmiyor, tam aksine içine ateş salıyordu. Bu sessizliği bozmam gerekiyordu. Konu açmalıydım.

"Hafta sonu derbiyi kimde izliyoruz?"

Dedim, lafı ortaya bırakarak. Derbileri genellikle birlikte izlerdik; Ege, Asaf, Okan, ben ve tabi Ada ile Ecrin. Ev belirlenir, plan yapılır, gürültü patırtı içinde geçerdi akşam. Ama bu kez, henüz konuşulmamıştı.

Ecrin dudaklarını hafifçe büzerek cevap verdi:

"Bilemiyorum, konuşulmadı."

Aslında bizde izleyebilirdik. Feride Abla ile Toprak Abi bu konuda sorun çıkarmazdı. Düşüncemi dile getirdim:

"Aslında bizde izleyebiliriz."

Ecrin gülümsedi, gözleri parladı:

"Olabilir. Zaten Güneş’i özledim."

Güneş… Ah, Güneş. Benim küçük kardeşim. Beni çok severdi. Bazen geç kaldığımda, "Abi, abi!" diye tutturduğunu bilirim. Bu da Toprak Abi’nin beni gizliden gizliye kıskanmasına neden olurdu. Ben de bundan gizliden gizliye memnun olurdum.

"Feride Abla’yla Toprak Abi’ye söyler, haber veririm," dedim.

Ecrin, dudaklarında düşünceli bir kıvrımla sordu:

"Sence kaç kaç biter?"

"2-1 diyorum."

"Bence 1-0. Var mısın iddiaya?"

İddia mı? O bir cümlelik meydan okuma bizim için çok şey ifade ederdi. Kahkahalar, inatlaşmalar, çekişmeler...

"Nesine?" dedim.

"Kazanan belirler," dedi.

Emin ve iddialıydı. Bu Fenerbahçe galibiyeti üzerine oynanmıştı, orası kesin.

"Kabul. Kazanan belirler."

Dedim. Zaten yetimhaneye yaklaşmıştık. Bahçeye varmak üzereydik.

Tam bu sırada, bir anda bileğimden tutup kendine doğru çekti. Kalp krizi mi geçiriyorum sandım. Gözlerim onun gözlerine kilitlendi. Ama o bana değil, bilekliğime bakıyordu. Bu cesur hamlesi, canıma kast edecek kadar beklenmedikti.

"Bu çok güzel. Nereden aldın?"

dedi. Sesi hem beğeniyle hem merakla doluydu. Bileğimdeki özel yapım gümüş bileklik… Üzerinde Fenerbahçe logosu ve efsane oyuncuların isimleri vardı. Güzeldi, ama onun güzelliğiyle kıyas kabul etmezdi.

"Özel yapım… Ama istersen senin için de yaptırabilirim," dedim. Elimi hâlâ tutuyordu. O dokunuş… tarif edilemez bir histi. Kelimeler kifayetsiz.

"Gerçekten yaptırır mısın?"

diye sordu. Oysa bilmiyordu, onun için neler yapabileceğimi… Bir bileklik lafı mı olurdu?

"Tabii ki."

"Tamam, sen yaptır. Ben fiyatını öderim," dedi.

Gönlüm, “Sana hediye edeyim” demek istiyordu ama kabul etmeyeceğini biliyordum. Gümüş sonuçta, ucuz da değil. Doğum günü de yakın değil. Kısaca…

“Havada bulut, sen bu işi unut.”

diye geçirdim içimden. Sonra:

"Peki, tamam," dedim.

Tam o sırada:

"İnelim, geldik," dedi. Arabayı durdurdum. İkimiz de indik. Bizi bahçede bekleyen İbo Abi karşıladı.

"Hoş geldin Çınar. Bizim çocuklar kaç gündür 'Çınar abim gelecek' diye yolunu gözlüyor," dedi ve gülümsedi.

Keşke ben de onun gibi gülümseyebilseydim.

Sözleri içime dokundu. Yoğun antrenmanlar yüzünden birkaç haftadır gelememiştim. Oysa düzenli olarak gitmeye çalışırdım. İbo Abi beni üzmek istememişti, ama yine de içimde ince bir sızı oldu.

Benim yüzümdeki hüznü fark eden İbo Abi, havayı yumuşatmak için Ecrin’e döndü ve gülerek:

"Kim bu güzel kız?"

diye sordu.

Ecrin’in yanaklarının bir anda kızaracağını biliyordum. Kolay utanırdı. Özellikle de böyle iltifatlar karşısında. O pembe yanaklar… Ona o kadar çok yakışıyordu ki…1

"Arkadaşım, Ecrin."

dedim. Ama içimden geçen cümle bambaşkaydı.

Bu sırada çocuklardan Kaan’ın heyecanla “Çınar abim gelmiş!” diye bağırdığını duydum. Sesindeki sevinçle birlikte bahçeye yöneldik. Ancak İbo abinin yüzünde beliren o imalı gülümseme gözümden kaçmadı.

Abi, öyle bir şey yok… Ama keşke olsa.

Bahçeye adım attığımda, küçük adımlarla bana doğru koşan Lina’yı gördüm. Gözleri ışıl ışıldı, kollarını bana doğru açmıştı. Eğilip onu kucağıma aldım. Yanağına kondurduğum hafif bir öpücükle kıkırdadı.

“Hoşuna mı gitti?” diye fısıldadım, sonra diğer yanağını da öptüm. Kahkahası daha da neşeliydi.

O gülüş bir anahtar gibiydi; içimde kilitli kalmış tüm buruklukları tek tek açıyordu.

Diğer çocuklar da merakla yanımıza geldiklerinde Lina’yı yere bıraktım. Ama bir şey fark ettim meraklı bakışlar Ecrin’in üzerindeydi.

“Size bir oyun arkadaşı daha getirdim,” dedim.1

Haklıydılar, merak ediyorlardı. Zira bu tesise benim dışımda gelen kimse olmazdı. Olsa da bir kere, belki bir yarım saatliğine, o da göstermelik.

Ecrin öne çıkıp kendinden emin ama yumuşak bir sesle konuştu:

“Merhaba, ben Ecrin. Bugün sizinle birlikte oyun oynamaya geldim.”

Çocukların yüzleri parladı. Yeni bir oyun arkadaşı onlar için bayram gibiydi.

Ben de hemen ardından ekledim:

“Bugün size bir sürprizim daha var!”

Selim hemen atıldı: “Nedir?”

Ona göz kırpar gibi baktım.

“Önce söyleyin bakalım… Yaramazlık yaptınız mı? Bir şey kırdınız mı?”

Başlarını hayır anlamında salladılar. Bu küçük ritüel, sadece çocuklara değil, bana da iyi geliyordu. Çünkü bilirdim bir şey kırdıklarında azar yemekle kalmazlardı. Kimi zaman bir tokat da nasibini alırdı.2

Gözüm istemsizce merdivenlere kaydı.

İlk tokadımı orada yemiştim. Merdivenden düşmüştüm. Kaşım patlamış, kan içindeydim. Çocuklar koşarak müdürü çağırmaya gitmişti. Müdür geldiğinde önce yüzüme sonra yüreğime inmişti tokadı.

“Başıma iş açtın, hayvan oğlu hayvan!” diye bağırmıştı.4

Sanki düşmem benim suçummuş gibi.

Beni hastaneye götürmeden önce sesimi kesmişti, hem fiziken hem ruhen.

O karanlık anıları zihnimden uzaklaştırmak için hızlıca bagaja yöneldim.

“Haydi, gidip hediyelerinizi alın!” dedim.

Her biri için özel hazırlanmıştı. Her paketin üzerinde bir isim, her ismin ardında küçük bir sevinç saklıydı.

Ecrin yanıma yaklaşıp sessizce sordu:

“Gelip onları ziyaret etmen çok değerli… Nereden aklına geldi?”

Ne diyeceğimi bilemedim bir an. Feride Abla’yı, Toprak Abi’yi öz anne-babam gibi görsem de, hiçbir zaman “anne” ya da “baba” diyemedim.

Sadece dürüst olmak istedim.

“Bir yıl bu yetimhanede kaldım,” dedim.

“Biliyorum ki bu çocukların fazla geleni gideni yok. Yanlarında birinin olmasını istedim. Sadece bilsinler diye.”

Sözlerim bitince, Ecrin’in bakışları hüzünle doldu.

Zaten bu konularda fazlasıyla duyarlıydı. Onu üzmek istemedim.

“Üzülme... Bak ben iyiyim. Bir gün bu çocuklar da iyi olacak.”

Ama ben gerçekten iyi miyim?

Bilmiyorum.

Bazen iyiyim. Geçti, bitti sanıyorum.

Bazen hiç iyi değilim. Geçmedi, geçmiyor.

Ecrin gülümsedi. Ama o gülüşte kırık bir yan vardı.

Oysa ben onun gülüşünü seviyordum.

Her şeyini seviyordum.

Çocuklar yanımıza tekrar toplandığında Ecrin kenara çekildi. Kaan’la konuşurken, Kaan’ın “çok güzelsin” dediğini duydum.

Ne oluyor?

Hayır, bu çocuğa ne oluyor?

Ben aylardır diyemiyorum. O minik, gelip söylüyor.

Üstelik Ecrin’i bir aydır Fenerbahçe tribününde görmemle başlayan, içime sığmayan o duyguyu taşıyan ben, hâlâ sessizim.

WHERE IS JUSTICE?

O anda Lina yanıma geldi. Odağımı Kaan’la Ecrin’in konuşmasından çekip ona verdim. Göz hizasına inmek için eğildim. Dudaklarını büzüp sitemle sordu:

“Bana formanı getirmedin mi?”

Kalbimi eriten bir tatlılıktaydı.2

Hemen çantaya uzandım. Elime geçen Fenerbahçe formasına kendi ismimi yazdırmıştım. Aslında Lina’nın adını yazdırmak isterdim ama o, üzerinde “Çınar” yazmasını istemişti. Herkese hava atacakmış.2

“Sen istersin de, ben getirmez miyim?” dedim.

Formayı alır almaz bir köşeye koşup üstünü değiştirdi. Geri döndüğünde gözleri ışıldıyordu.

“Teşekkür ederim, Çınar,” dedi. “Abi” demedi.1

“Hani abi nerede?” diye sordum.

Kollarını bağlayıp ciddiyetle ama bilmiş bir edayla cevap verdi:

“Sen benim abim değilsin ki. Ben büyüyünce seninle evleneceğim.”3

Kahkaham gökyüzüne çarpıp geri döndü. Lina’nın cümlesi çocukça bir hayalin ötesinde, içimi ısıtan bir naiflikti.

Gülerken Ecrin’in bakışlarının bize yöneldiğini fark ettim.

Gülüşüm yüzümde hâlâ asılıydı.

Yanımıza geldiğinde Lina’ya sordu:

“Çınar abine ne dedin de böyle güldü cimcime? Gülüşünü pek sık görmüyoruz.”

Sanki gülmemi daha çok ister gibiydi. Belki de ben öyle düşünüyordum. Belki de gerçekten öyleydi.

Ona hâlâ açılmamamın nedeni, korkum değildi.

Üzülmesinden korkmam da değildi.

Ecrin, bir arkadaşını kaybettiği için üzülürdü.

Çünkü hâlâ fark etmemişti.

Lina, böbürlenerek cevapladı:

“Onunla evleneceğimi söyledim!”3

Ecrin’in başı birden bana çevrildi. Ne diyeceğimimerak eder gibiydi.

Bense sadece Lina’ya dönüp:

“Formanı diğerlerine göster bakalım,” dedim.

Üzgünüm ama seninle evlenicem,” dedi altı yaşındaki Lina, gözleri ışıl ışıl, sesinde dünyayı değiştirebileceğine inanan çocukların o saf kararlılığı. Ne diyeceğimi bilemedim. O an, küçücük kalbiyle söylediği cümleye gülümsemekle yetindim, çünkü bazı sözlere cevap gerekmez. Duygusu yetiyor.

Lina, mutlulukla etrafında dönerken formasını diğer çocuklara göstermek için koştu. Diğerleri etrafına üşüşüp heyecanla formayı incelediler, gözleri parlıyordu. Ama neşenin ardından gelen küçük bir serzenişle “Madem Lina’ya aldıysan bize de alman gerekiyordu” dediler. Ecrin ise tabii ki hemen onların safına geçti, göz kırpar gibi “Çocuklar haklı,” dedi.

Anladım ki, bu ziyaretlerde oyuncak değil, bagaj dolusu forma getirmeliydim. Renkleri umut olan, omuzlarına giydiklerinde kendilerini takımın bir parçası hissedecekleri formalar…

Ben tam çocuklarla top oynayacaktım ki, Ecrin kolumdan tuttu.

“Hadi seksek oynayalım,” dedi.

Şaşırdım. Seksek mi? Ben?

“Seksek mi?” diye sordum, yüzümde merakla karışık bir gülümseme.

“Her şeyin bir ilki vardır,” dedi Ecrin, elini bırakmadan beni oyun alanına götürürken.

Kararlar hep onun tarafındaydı sanırım. Seksek alanına vardığımızda yere çizilmiş şekillere baktım. On iki basamak. İsyan ettim.

“On iki nedir yahu? Altı yetmiyor mu?”

“Bu oyun böyle oynanır,” dedi Ecrin, ses tonunda ciddiyetle hafif dalga geçiş harmanlanmıştı.

Oyun başladı.

Ve evet, ben tam anlamıyla rezil oldum.1

Ne yapayım? Çocuklar müthişti. Ecrin neredeyse ikinci turunu tamamlıyordu. Küçücük bedenlerle nasıl bu kadar dengede durabiliyorlardı, hayret! Ben hâlâ onuncu basamakta çizgiden taşmamak için cambazlık yapıyordum.

Boyum 1.88, ayaklarım 44 numara… Sekseğe hiç mi hiç uygun değilim.

Ama herkesin bir utancı vardır bu hayatta, benimki de bu olsun.

Neyse ki futbol topuyla birkaç artistik hareketle günü dengeledim. “Al satarım, bal satarım” şovlarımla çocukları yeniden güldürdüm. Güneş gibi parlayan yüzleri, her şeyi unutturdu.

Zaman, fark ettirmeden hızla aktı. Gidiyoruz dediklerinde çocukların gözleri doldu. “Yine geleceksiniz değil mi?” dediler.

Onlara birinin döneceğini bilmek yetiyordu.

Ecrin de anladı bunu, gözlerinde tarifsiz bir hüzün vardı. Onun kalbi bu tür şeyleri kolay kaldıramazdı, bilirdim. Güzel bir çocukluğu olmuştu onun; sevgiyle büyütülmüş, eksik olmadan… O yüzden eksiklik en çok onu yaralardı.

Arabada, sessizlik bizimle birlikteydi. Ben bu sessizliğe alışıktım, onun getirdiği ağırlığı tanırdım. Ama Ecrin değil. Onun hüzünle baş etme hali farklıydı, narin, incinebilir. Benim acılarım beni bükmezdi ama Ecrin’in hüznü beni darmadağın ederdi.

Evine vardığımızda, kapının önünde dönüp bana baktı.

“Teşekkür ederim, hem yetimhaneye götürdüğün hem de eve getirdiğin için,” dedi içtenlikle.

“Lafı bile olmaz,” dedim. Gerçekten olmazdı. O istesin yeter, ben hazırım.

Arabadan indi, birkaç adım attıktan sonra döndü, bana el salladı.

Minicik bir hareketti ama içimde kelebekler kanat çırptı. Elini havaya kaldırışı, gülümseyişi… Yerim ben bu kızı, dedim içimden. Gülümseyerek karşılık verdim.

Eve döndüm. Kapıyı Feride abla açtı.

“Hoş geldin Çınar,” dedi.

“Hoş buldum abla,” dedim tebessümle.

“Hadi yine iyisin, bizimki yemek yemek için seni bekliyor, bizi de bekletiyor,” deyince içim ısındı. Güneş, beni bekliyorsa Toprak abi de bekliyordur. Eminim içeride surat asıyordur. Görevim belliydi: Gidip onu biraz sinirlendirmek.

İçeri girdiğimde Güneş “Abii!” diye sevinçle üzerime atladı. Eğildim, onu kucağıma alıp alnına minicik bir öpücük kondurdum. Belki biraz da Toprak abiye nispet yaparak…

Evet, kesinlikle biraz.

Toprak abi gözlerini kısmış bize bakarken ben sırıtarak baktım. Bilirdim, böyle baksa da içten içe memnundu. Güneş beni sevse de, onun ilk aşkı hep babasıydı ve öyle kalacaktı.

Bazen, çocuk işini ertelediklerini düşünürdüm. Belki beni iyileştirmek içindi. Bu yüzden “Bir kardeşim olsa fena olmaz,” deyip teşvik etmişliğim bile vardı. Güneş’in doğumunda bile katkım vardı, bu yüzden beni sevmesini doğal karşılıyorum.

Masaya oturduk. Güzel bir yemek yedik. Sohbet sırasında lafı açtım:

“Toprak abi, bizimkiler hafta sonu derbiyi izlemeye gelebilir mi?”

“Olur, zaten beraber izlemeyeli uzun zaman oldu,” dedi.

Haklıydı. Benim için o maçlar özeldi, ilk maçımı onunla izlemiştim.

Feride abla da sohbetimize katıldı. Toprak abiye dönerek

“Yenileceksiniz,” dedi.

Toprak abi, sakince ama uyarır tonda, “Hayatım lütfen sözünü geri al,” dedi.

Sinirli olsa bile nezaketi elden bırakmazdı. Özellikle “hayatım” demeyi hiç unutmazdı.

Feride abla ise, “Yoo almıyorum,” deyip kalktı.

Toprak abi arkasından “Feridee!” nidalarıyla gitti.

Güneş’i uyutma görevi bana kaldı. İçimden, “Beni bilerek yalnız bıraktılar,” dedim. Ama olsun, severek kabul ettim. Güneş’i odasına götürdüm, yatağına yatırdım.

“Hangi masalı istiyorsun?” diye sordum.

Masal okumaya başladım. O kadar yorgundu ki, daha sonunu görmeden uykuya daldı.

Sonra kendi odama geçtim. Üzerimi değiştirdim, dişlerimi fırçaladım.

Artık uyumaya hazırdım.

Günün yorgunluğu bedenime, Ecrin’e dair düşünceler zihnime çökmüştü.

“Bunları sonra düşünürüm,” dedim içimden.

Ve fişi çektim.3

 

 

 


umarım begenmişsinizdir yorumlarinizi bekliyorum

 

Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle hoşçakalin

 

Yazar hesabı kitaap_dunyasii takip etmek kitap hakkinda bilgi almak isteyenler takip edebilir

💫

 

Bölüm : 10.10.2024 18:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...