14. Bölüm

13. Bölüm

Yazan bir kız ;)
1907_busra

 

 

 

Selaminkoooo

 

Naber <3

 

Eh idare ediyorum bende (kendi kendime konuşuyorum çünkü kitabı okuyan kimse yok zbdbbddndkkn)

 

Neyse neyse sizi bölümle başbaşa bırakıyorum 😽

 

 

"Neden hep kötü şeyler senin başına geliyor?"

"Takdiri ilahi bizim de yüzümüz güler elbet"

ÇINAR GÖKSOY

Bir süre Ege'nin evinde sessizlik içerisinde oturmuş, gitmeye karar vermeden önce Okan'ı annesi yani Lale halam aramış, eve gelmesi gerektiğini söylemişti Okan bu yüzden bizden erken ayrılarak eve gitmişti.

Ben de Ege'nin evinden çıkmıştım, arkamdan gelen ayak seslerine bakarsak arkamda koşarak bana yetişmeye çalışan bir adet Asaf vardı.

Asaf’ın ayak sesleri arkamdan yankılanırken, içimde hem bir huzur hem de bir yorgunluk vardı. Yalnız kalmak istemiyordum ama konuşmak da istemiyordum. Sadece yürümek, sadece biraz daha uzaklaşmak… Nedenini tam olarak anlatamam. Çünkü kelimelerle anlatılabilen şeyler, içimde taşıdığım kadar ağır olmuyor genelde.

 

"Çınar bekle lan!"

Sesinde, sanki son nefesiyle bağırıyormuş gibi bir telaş vardı. Koşuyordu, bana yetişmeye çalışıyordu. Gıcıklığına hızlanabilirdim ama ne fayda... İçimde kıpırdayan o ağırlıkla, adımlarımı bile sürükleyerek atıyorum zaten.

Durup onu bekledim. Yanıma ulaştığında neredeyse ciğerlerini dışarı bırakacak gibiydi, elleri dizlerinde, gözleri yerdeydi. Bu haline bakınca bir an kendimi gülümsemeye zorladım ama dudaklarımda bile o eski sıcaklık kalmamıştı.

“Arkandan süvari mi geliyor bu ne hız?” dedi, gülmeye çalışarak.

Arkamdan gelen süvari yok Asaf. Sadece... ben kaçıyorum. Ama biri değil, bir şeyden. Düşüncelerimden. Anılarımdan. İçime saplanıp kalmış, sökülmeyen cümlelerden. Belki de en çok da kendimden.

Bu yüzden sustum. Söylesem anlatamayacağım kadar karışık şeyler vardı içimde. O yüzden sessizliği seçtim, her zamanki gibi. Ve o da alışkındı bu halime, konuşmayı üstlendi.

“Yarın geliyor musun tesise?”

“Saçmalama.”

“Hani halledecektik?”

“Eren Hoca yarın beni görmeyi istemeyecek.”

Gerçek bu. Takımı yarı yolda bırakıyor gibi hissediyorum. Ama ben zaten yarı yolda kalmış gibiyim. İçimde çözülemeyen bir şey var. Zihnimde dönüp duran ve her defasında daha sert çarpan bir şey. Ne kadar kaçarsam kaçayım, peşimden gelen bir his: Yıkılmışım ama fark etmemişim.

"Ne zaman geleceksin peki?"

“Belki iki gün kadar...” dedim.

“Önce kafamı yerli yerine koymam lazım.”

Asaf sustu bir süre. Kırılmıştı biliyorum ama anlayış da gösteriyordu. Aramızda bir bağ vardı; kelimesiz de kurulabilen bir bağ.

Yarın maç var. Ve ben tribünde olacağım sadece. Bu cümleyi kurmak içimi kemirdi. Çünkü her zaman sahada olmaya alışkınım. Her zaman mücadelede. Ama şimdi… şimdi hiçbir gücüm yok. Tükenmişliğin sınırındayım.

“Sizi izlemeye gelirim,” dedim.

Sanki bunu derken bile nefesim daraldı.

"Tribünde seni görmezsem bozuşuruz."

“Asaf, ne zaman söz verdim de tutmadım?”

İçten bir gülümseme yerleşti yüzüne. Az da olsa, ikimizin de içini ısıtan bir an oldu o. Belki de en çok ihtiyaç duyduğum şeydi bu; gözlerimin içinde yorgunluğu gören ama yargılamayan bir bakış.

"Eyvallah" dedi.

Ve sonra yürüdük. Hiçbir şey söylemeden. Sessizlik bazen çığlıktan daha çok şey anlatır. Asaf da bunu biliyordu. Yürürken düşündüm; bazı dostluklar kelimelerle değil, suskunlukla güçleniyor.

Yol ayrımına geldiğimizde, hafifçe güldüm.

“Yarın güzel top oynayın. Beni izlemeye geldiğime pişman etmeyin.”

Bunu gülerek söyledim çünkü onun içini ferahlatmak istedim. Çünkü kendimle baş edemediğimde, en azından başkasının yükünü hafifletmek istiyorum. Asaf da güldü.

“Ayıp ettin, merak etme. Yüzünü kara çıkarmayız.”

İşte o an… içimde bir şey çok hafif kımıldadı. Belki de iyileşmenin ilk anıydı. Belki de sadece geçici bir huzurdu. Ama ne olursa olsun, iyiydi.

Asaf'a kelimelerle değil bir gülümseme ve hafifçe başımı sallayışım ile cevabımı vermiş oldum. Zaten bu nokta da artık yollarımız ayrıldı, Asaf evinin yolunu tuttuğunda bende eve doğru yol aldım.

Şu an evde Toprak abim mi yoksa Feride ablam mı var bunu bile bilmiyorum. Güneş'e kim bakıyor mesela bilmiyorum, son bir haftada belki de Güneş ile hiç oyun oynamadım, hâlbuki sürekli benim dikkatimi çekmeye çalışıyor oyun oynamak istiyordu. Fakat ben kendi kendime o kadar dalmışım ki Güneş'in o çabasını şuan fark edebiliyorum.

Kapıyı çalmadan önce son bir haftam gözümün önünden geçti. Toprak abimin üzgün gözleri, Feride ablamın beni bir anlık gülümsetebilmek için sürekli şakalar yapması, Güneş'in hep çevremde olup dikkatimi çekmeye çalışması ve benim bunların hiç birinin farkında olmayışım. Onları üzmek istemedim, sadece ben kötüydüm iyi değildim bu yüzden onların üzüntüsünün bile farkında olamadım.

Kalp kırıklığım sanki herşeyin önüne geçmiş gibiydi, daha doğrusu gibisi fazlaydı. Kalp kırıklığım herşeyin önüne geçmişti. Futbolun, arkadaşlarımın, Toprak abimin, Feride ablamın, Güneş'in, benim bile önüme geçmişti.

Sanırım şimdi bu evden içeriye girip küçük kardeşim ile ilgilenmem gereken konular vardı. Belki de minik kalbi bana burkulmuştu, abisinin neden onunla oyun oynamadığını çözememişti.

Miniğe kıyamazdım oysa, bazen düşerdi ağlayacak gibi olduğunda gözleri dolardı işte o an canımdan can gitmiş gibi hissederdim. Ama Güneş'i bile ihmal etmeyi başarmıştım.

Özür dilerim minik, abinin de bazen kalbi kırılabiliyor, ve abin de bazen seninle oyun oynayamayacak kadar dağınık ve üzgün hissedebiliyor.

Kapıyı usulca çaldım, evdekilere karşı kendimi buruk, ve biraz da mahçup hissediyorum. Benim için bu kadar çabalayan insanlar olması beni elbette sevindiriyor, fakat şuan onların bu denli ilgisine alakasına karşılık kalp kırıklığım ile baş edemiyor olmak beni üzüyor.

Oysa kendimi böyle hissetmemem gerekiyordu değil mi? Çünkü ben böyle olsun istemezdim, bütün suç Ecrindeydi . Ne vardı kendini bu kadar sevdirecek?

Gece su içmek için uyanıyorum, evin içinde uyku sersemliği ile dolaşırken tak aklıma geliyor. Ne vardı kendini bu kadar sevdirecek? Ya da ne vardı bu kadar sevecek?

Artık onu sevmemem gerektiğini biliyorum, çünkü başkasını seven birini sevmek bana yakışmaz. Ama öyle olmuyor işte, unutamıyor insan sevmekten vazgeçemiyor. Sessizce uzaktan, çok uzaktan kendi kendine sevmeye devam ediyor.

Kapıyı açan Toprak abi'ye kırık bir gülümseme sundum, daha fazlası çıkmıyor şuan özür dilerim abi. Yüzümde gördüğü kırık gülümseme ile Toprak abimin de gözlerinde şaşkınlık baş gösterdi. Belki de beni en iyi tanıyan insandı, gerçi bu cümlede belki fazlaydı. Beni gerçekten tanıyordu, kırık gülümsemden birçok şey anlayacak kadar tanıyordu beni. Yüzümde kırık bir gülümseme görmek belki de onu daha fazla üzüyordu, bilmiyorum.

"Hoşgeldin oğlum"

"Hoşbuldum abi"

Gözleri bir kez daha yüzümde gezindi, herhangi bir değişiklik var mı bunu anlamaya çalışıyordu. Dediğim gibi beni bir yüz ifademden anlayacak kadar iyi tanıyordu. Eve girdiğimde Feride ablamın bugün evde olmadığını, ve Toprak abimin bugün tatil günü olduğu için evde olduğunu fark ettim.

Salona girdiğimde ise Güneş'i yere oturmuş kendi kendine oyun oynarken fark ettiğim de kalbime inceden bir sızı doldu. Toprak abim Güneş'e baktığımı fark edince:

"Benimle oyun oynamak istemedi, bir süre oynasak bile daha sonra kendi kendine oynamaya başladı."

İşte şimdi bu dediği kalbimde yerini koruyan sızıyı başka bir boyutta sürükledi. Toprak abimin dediği şeylere kafamı sallayarak adımlarımı Güneş'in yanına yönlendirdim.

Adım seslerimini duyan kardeşim kafasını kaldırıp gelen kişinin ben olduğumu gördü, fakat beni her gördüğünde yüzünde oluşan gülümsemesi bu defa yüzünde oluşmadı. Minik kardeşim bana sandığımdan daha fazla kırılmış, ve bunun kalbimde yarattığı etki hiç güzel değil.

Güneş bakışlarını benden çekip tekrar önünde ki oyuncaklara baktığında içim buruldu. O önündeki oyuncaklarla ilgileniyorken çekinmeden Güneş'in yanına yere oturdum.

"Minik aramız mı bozuk?" Cevabını bile bile sorduğum soru kalbimde ki sızıyı bana takrar hatırlattı. Toprak abim'in de duvara yaşlanmış bizi izlediğini fark ettim.

Sorumun üzerine Güneş gözlerini önünde olan oyuncakların dan çekerek bana çevirdi. Güneş hep duygusal bir çocuk olmuştu, şimdi de bana bakarken hemen ela gözleri ıslanmış bana ağlak ağlak bakıyordu.

"Abi, hep üşgünsün" burnunu çekti dudaklarını bir kez daha araladı. "Benimle hiş oyun oynamıyoysun. Aytık benimle hiş oyun oynamayacak mışın?"

Kırgın sözleri, dolu ela gözleri ile bana bu soruyu sorduğu için kendimle çok çetin bir savaşa girdim.

Ve o savaşı kaybettim.

Güneş minik kardeşim özür dilerim. Kendimi Güneş'in karşısında küçücük kalmışım gibi hissediyorum, gözleri dolu dolu olmuştu. Abisinin bir daha onunla hiç oyun oymayacağını sanıyordu, ve onun bunu düşünemesini sağlayan kişi bizzat bendim.

Güneş'i kendime çekerek sarıldım. Ona sarıldığım an da kollarını bana sardı. Başını göğsüme yasladığında saçlarına hafif bir buse kondurdum. Kıyamazdım ki ben ona, gözleri dolmuştu.

"Abim olur mu öyle şey? Bir kere ben en çok seninle oyun oynamayı seviyorum."

Güneş kendini benden biraz olsun geri çekip, gözlerinde ki yaşları eliyle sildi.

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten tabi. Hem bugün seninle oyun oynayabilmek için eve erken geldim." İşin aslı böyle olmayabilirdi. Aslında eve tesisten tabiri yerinde ise kovulduğum için erken gelmiştim. Ama kardeşimin gönlünü almak için söylediğim ufak bir yalandan zarar gelmezdi.

Bana asır gibi gelen bir süreden sonra minik kardeşimin yüzü yeniden güldü. Büyükçe gülümsedi bana, yanaklarında ki iki gamzesi kendini gösterdi.

"Oyun oynayayım mı o şaman?"

Gülümsedim, Güneş'in böyle konuşmasına iki dakika önce gözleri doluyken, abisine kırgınken şimdi bana kocaman gülümseyebiliyordu. Çocukların kalbi işte bu kadar kolay kazanılıyordu.

Gözlerim duvara yaşlanmış bizi izleyen Toprak abime kayınca gülümseyen ifadesi ile bizi seyrettiğini gördüm. Göz göze geldiğimiz de ikimiz de gülümsedik.

"Oynayalım bakalım."

Sözler ağzımdan çıktığı gibi Güneş koşarak benim meşhur pembe tavşan 🐰 kulaklı tacımı kaptığı gibi geldi. Güneş elinde taç ile koşarak geldiği sırada Toprak abim kahkaha atmak ile meşguldü.

"Güneş ile barıştığın için çok memnun olmalısın" diyip kahkasına kaldığı yerden devam ederken ben gözlerimi kısarak onun gülüşünü kesmesini sağlamaya çalışıyordum.

Güneş elinde taç ile koşarak yanıma vardığında elinde ki tacı bana uzattı, her defasında takacağımdan bu kadar emin bir biçimde tacı bana uzatması gerçek bir gurur kaynağı. Her zaman olduğu gibi ben de tacı kafama geçirdim tacı takma şeklim Toprak abimi daha da güldürdü.

Güneş abinin değerini bil, senin için burada madara oluyorum.

Güneş ile evcilik oynarken bir süre sonra Toprak abimin bize katılması ile evcilik evrim geçirmiş ve kavboyculuk olmuştu.

Güneş ile kendimize koltuk yaptıklarından bir sığınak yapmış, Toprak abim den saklanıyorduk. Eğer ki Toprak abim bizi bulursa elimize geçen herşeyi üstüne fırlatarak kendimize saklanacak yeni bir şey buluyorduk. Salonda her yer birbirine girmiş, yastıkların içleri çıkmış bırak salonu bizim bile saçımız başımız dağılmıştı.

Toprak abimin kafasını hedef alarak attığım yastık, Toprak abimin hızlı bir refleks ile kafasını eğmesi sonucu başının üstünden hızla uçarak geçmişti. Güneşin saçları birbirine girmiş, gerçekçi olsun diye başına tüylerden oluşan kızılderili şapkası kafasında kayık bir pozisyon almıştı. Toprak abi bu hikayenin kötü adamı olduğu için yanaklarına sürdüğümüz siyah boya yaşadığımız boğuşmalar yüzünden yüzünün her tarafına dağılmıştı, kendi halimi düşünmek bile istemiyorum. Yastıkların içinden çıkan beyaz tüyler yerlere saçılmış, eşyalar etrafa saçılmış, Güneş'in oyuncakları dört bir yanı sarmıştı.

Asıl kötü olan şuydu tüm bu kargaşanın içinde kapının sesi geliyor saniyeler içinde açılacağının haberini veriyordu. Gelen kişi ise belliydi, Feride abla ve bu demekti ki hapı yutmuştuk. Kapı sesini duyduğumuz gibi Toprak abi ile göz göze geldik;

"Bittik biz"

Aynı anda söylediğimiz cümleler ile geleceği öngörüyor gibiydik. Toprak abi ile beş saniye içinde etrafı toparlamaya çalışmak suretiyle hızlı hareket etmeye çalıştık.

"Çınar çabuk ol çabuk!"

"Abi bana bağırma da önünde ki yastıkları topla!!"

Ama sadece toparlamaya çalıştık, çünkü ben elimde Güneş'in oyuncakları Toprak abimin elinde ise yastıklar varken acele ediyoruz diye orta yerde çarpışmış ve elimizde ki her şey eskisinden daha dağınık olacak şekilde etrafa dağılmıştı. Biz henüz yerden kalkamamışken bir ses geldiğinde benimde Toprak abimin de odağı sesin geldiği yere kaydı.

Feride abla salonun içler acısı haline dayanamamış ve elinde ki çantayı yere düşürmüştü. Ağzı bir karış açık salonun haline bakıyor, az sonra başımıza neler geleceğini tahmin bile edemiyorum.

Bu sefer harbiden bittik biz.

Her an Feride ablamın şaşkınlık halinden çıkıp ağzımıza sıçma haline bürüneceğini adım gibi bildiğim için koşarak Güneş'in kulaklarını kapattım. Kardeşimin narin kulak zarlarının patlamasını istemezdim. Fakat bu süre zarfında kendi kulak zarlarımı koruma altına alamadım ve beklenen gerçekleşti.

"BU EVİN HALİ NE!!?"

Feride abla kulaklarımda bir süre yankı bulacak şekilde yüksek sesle bağırmış, hala şaşkın gözler ile etrafa bakıyordu. Gözleri salonun haline artık katlanamaz gibi ilk Güneş'e baktı, gözleri fal taşı gibi açılmış 'bu çocuğa ne yaptınız' yüz ifadesi ile Toprak abime hesap soracakken bu defa Toprak abimin yüzünün her bir noktasına bulaşmış olan siyah boyalarla gördüğünde elini şaşkınlıktan açılmış ağzına kapattı. En son bana baktığında ben nasıl göründüğümü bile bilmiyordum, ama Feride ablam yüzünü buruşturup yüzünü ağlamaklı hâle getirdiğinde fazla mükkemel görünmediğimi anlamış oldum.

"BİRİ BANA BURADA NE OLDUĞUNU AÇIKLASIN?!!"

"NE YAŞANDI BU EVDE!?"

Elim hala Güneş'in kulaklarına bastırılmış şekilde duruyordum, ve minik kardeşim en masum bakışlarını kuşanmış annesinin neden bu kadar kızdığını anlamaya çalışıyordu. Çünkü onun şeker mi şeker hayal dünyasında sadece oyun oynamış ve eğlenmiştik. Tabi oyun oynamak, ve eğlenmek dışında evin ağzından girmiş burnundan çıkmış her yeri bok etmiştik.

Anlamadığım şey ise şuydu biz ne ara bu kadar oyuna dalmış ve evi getirdiğimiz hâli fark etmemiştik?

Feride ablam Güneş'in masum, anlamaz bakışlarını gördüğünde omuzlarını düşürdü. Sadece ben değil hiç birimiz Güneş'e kıyazamdık ki bir kere o evin neşesiydi. İyi ki bir kardeşim olsun demişim ve iyi ki benim kardeşim Güneş olmuş. Feride ablam ellerimi Güneş'in kulağından çekmemi işaret etti, ellerimi Güneş'in kulaklarından yavaşça çektim.

"Güneş kızım, hadi sen yukarıya çık ben de geliyorum. Saçını başını topladıktan sonra seni uyutayım."

Güneş anne sözü dinleyip merdivenlerden çıkıp odasının yolunu tuttu, yaşı sayesinde kurtulan Güneş burada kalanlara ne olacağını hiç merak etmiyor gibiydi.

"Ben Güneş'in yanına çıkıyorum. Eğer ki geldiğimde bu salon hâlâ bu halde olursa olacaklardan ben sorumlu değilim."

Feride ablamın sakince söylediği ama bariz tehdit içeren kelimeleri son bulduğunda arkasını dönüp gitmeye başladı. Toprak abim ile birbirimize baktık

"Ölmek istemiyorsak burayı 20 dakika içinde bal dök yala yapmamız gerekiyor"

"Abi ilk önce sen bir yüzünü mü yıkasan acaba?"

"Asıl sen saçına yapışmış tüylere bak"

"Anlaşıldı, fiziksel temizlik sonra ilk önce salon temizliği"

Hızla Güneş'in oyuncaklarını toplamaya başladım tam bitti derken başka taraflara dağılmış oyuncaklar görüyorum, en son Toprak abim koltukları kaldırıyor ben de altında oyuncak arıyordum. Şimdi ise Toprak abi koltuk kırlentlerini düzelttirken hemen ardından birlikte yere dökülmüş olan tüyleri temizledik. Parke üstlerinin tam manası ile temizlenmediğini fark eden Toprak abim telefondan ayarladığı zamanlayıcıya baktığı zaman

"Çınar koş ıslak mendil falan birşey getir 5 dakikamiz kalmış koş koş"

(🏃🏻)

Daha Toprak abim lafını bitirmeden ne söyleyeceğini anlamış, koşarak mutfağa dalmıştım. Gözlerim mutfağı iki kez turladığında sonunda tezgah üstünde ki ıslak mendili gördüğümde ıslak mendili kapıp salona geri döndüm. Direkt elime iki üç ıslak mandil alıp paketi Toprak abime fırlattım. Yere eğilip daha doğrusu zemine yapışmış bir şekilde yeri silmeye başladığımda Toprak abimi hanım korkusu sarmış olacak ki benden daha hızlı şekilde iki eline de birer ıslak mendil almış yeri siliyordu. Bir ara o hızla zemini delecek sandım.

Merdivenlerden ayak sesleri geldiği zaman ikimiz de anında yerden kalkıp kendimizi toparladık. Toprak abim yerden kalktığında elinde olan kirli ıslak mendillerini bana doğru attı.

"Abi ben çöp kovası mıyım!?"

Tam ben bunu sorgularken görünen Feride abla ile Toprak abimin bana attığı ıslak mendiller ile birlikte mutfağa doğru koşup onları çöp kovasının içine fırlattığım gibi salona geri döndüm.

Ben salona geçtiğimde Feride abla kollarını göğsünde birleştirmiş bir ayağınıda yere vuruyordu. Toprak abi ise karşısında suçunu bilen ve azarlanmayı bekleyen çocuk gibi boynu bükmüş duruyordu.

Gözler benden tarafa döndüğünde Feride ablamın azarlamak için beni beklediğini fark ettim. Nedense bu ara fark ettiğim şeyler hiç hoşuma gitmiyor. Azarlanmayı geciktirebildiğim kadar geciktirmek için yavaş adımlarla yanlarına doğru gittim.

Toprak abimin yanında durup azarımı yemek için beklemeye başladım. Feride abla gözleriyle bizi süzüp konuşmaya başladı

"Ne yaptınız bu salonda?"

Ben ağzımı açmış neler olduğunu bütün dürüstlüğümle anlatacaktım ki Toprak abi benden önce hararetle;

"Hayatım valla ben birşey yapmadım. Güzelce Güneş ile evcilik oynuyorduk, sonra Çınar tutturdu sıkıldım da sıkıldım kavboyculuk oynayalım diye. Ben dedim ama olmaz dedim burası dağılır dedim yapma dedim etme dedim ama yaptı işte sonucu görüyorsun."

Sanırım artık Toprak abimin hayatım kompleksini herkes biliyor.

Bu arada söylediğinin her kelimesi yalan.

Tek kelime ile yalan, şeytan ağzı açık Toprak abimin attığı yalanları izliyor. Tek ayak üstünde kırk yalan dedikleri bu olsa gerek. Nasıl ben dedim!! Ne zaman dedim! Böyle bir şey olmadı.

Asıl biz Güneş ile oyun oynarken Toprak abim bize dahil olup Güneşin kafasına kızıl derili şapkayı takıp kavboyculuk oynayalım diye bizim aklımızı çelmişti. Yalancı adam. Feride ablamın gözleri bana döndüğünde içimden geçen ne varsa söyledim.

"Abla valla yalan söylüyor, ben öyle birşey hayatta yapmam. Şimdi ben Güneş ile oyun oynuyordum, Toprak abim geldi şak diye Güneş'in kafasına o tüylü şapkayı geçirdi. Ondan sonra işte Güneş ile bizim masum aklımızı ele geçirdi. Son durum bu."

Feride ablam bana bakıp Sherlock Holmes yüz ifadesini takınıp, eliyle olmayan sakallarını sevmeye başladı.

"Feride niye olmayan sakallarını seviyorsun?"

Feride ablam Toprak abimin sorusu ile anında elini çenesinden çekip bir kez silkelenip kendine geldi. Toprak abi tekrar konuşmaya çalışıyorken

"Çınar yanlış anla-" derken olaya müdahil olan Feride ablam elini kaldırıp Toprak abimin konuşmasını kesti

(🤚🏻)

"Toprak sus kocacım. Ben sanki kaç yıllık kocamın yalan söyleyip söylemediğini anlayamıyorum. Kaçın kurasıyım ben?"

Toprak abi resmen gözümün önünde dondurma gibi erimiş bitmişti, hemde iyi manada

"Kaç yıllık kocanım bir söyle lütfen"

"Abi cidden o kısma mı takıldın?"

Toprak abim benim dediğimi zerre kadar umursamamış üstüne duymazdan gelmiş hala Feride ablamın ona cevap vermesini bekliyordu. Hem de daha bana atığı iftiranın hesabını bile vermemişti.

"Çınar sen odana çıkabilirsin"

"Ama-" diyerek benim odama çıkamama engel olmayaca çalışan Toprak abime karşılık

"Aması falan yok abi, Feride ablam çıkabilirsin dedi o kadar"

"Evet Çınar sen odana çıkabilirsin."

Toprak abim çaresiz gözlerle âdeta beni burda bırakma diyordu ama yok öyle yağma suçu üstüme yıkmayı biliyordu Toprak bey.

Elimi göğsümün üstüne koyup karnıma doğru kaydırarak 'içimin yağları eridi' harekettimden sonra Toprak abimin "ÇINAR!" bağrışına yüksek desibel'li sinir bozan kahkaham ile cevap verip Toprak abi ensemden yakalamadan hızla merdivenlerden çıkıp kendimi odama atmayı başardım.

Yatağa kendimi sırt üstü bıraktığım da onlarla vakit geçirmenin bana ne denli iyi geldiğini görüyorum. Feride ablamın azarını beklemek bile ne kadar güzel birşey, en azından benim için.

Gerçekten ailem olmuşlar, mesela onlar ile oyun oynarken aklıma hiç kötü bir şey gelmedi. Kötü olan şeyleri, kalp kırıklığımı, üzüntümü onlar ile vakit geçirirken kenara koymuş sadece anı yaşayıp eğlenmiştim. Toprak abimin 'beni burada bırakma' yüz ifadesi aklıma gelince tekrar güldüm.

Yarın maça gidecektim, açıkçası yarın Ecrin'in orada olması mı bana iyi gelirdi yoksa olmaması mı bilmiyorum. Önüme bakabilmek için ona duygularımı açacağım ama kalbim onu gördüğünde hatırlıyor, güzel anıları hatırlıyor, hayalleri hatırlıyor ve en önemlisi onun kalbinin bir başkasını için attığını hatırlıyor.

Bunların hepsi benim canımı yakıyor. Hepsi boğazımda bir düğüm oluyor, hepsi cam kırıkları gibi beni yara bere içinde bırakıyor. Hayat her geçen gün birşey öğretiyordu ama keşke aşk acısını öğretmeseydi. Keşke acı, kırıklık, hüzün haneme bir de bu eklenmeseydi.

Fakat şimdi her şeyi kara bir kutuya kitleyip uyuma vakti, çünkü tesisten kovulma, Asaf ile konuşmak, kavboyculuk oynamak, temizlik yapmak hepsi beni yormuştu. İşte bu yüzden fişi çektim

 

...

 

Sabah kalktığımda yatağın yanında olan komidinin üzerinde şarjda olan telefonumu el yordamı ile bulup saate baktığımda saat on ikiye kadar uyumuş olduğumu gördüm.

Bu bir mucizeydi gerçek bir mucize, bu kadar uyuyup kabus görmemiş olmam büyük bir mucize idi. İkinci büyük mucize ise Güneş'in bu saatte kadar beni uyandırmamış olması.

Yorulduğumu biliyordum ama bu saate kadar uyuymamı gerektirecek kadar yorulduğumu bilmiyordum. Yatakta fazla oyalanmadan kalkıp bir üstüme çeki düzen verip aşağı indim.

Maç saat on altı sularında oynanacağı için hala vaktim vardı. Asaf'a bir söz verdiğim için maça mutlaka gitmem gerekiyordu. Maça gitmem gerektiğini düşündüğüm esnada, aklımın bir köşesi ise Ecrin'in bugün maçta olup olmayacağını düşünüyordu.

Her maça elbette ki gelmiyordu, ama gelebilirdi. Anlaşılan o ki benim hiç bir fikrim yok yani bilmiyorum. Tek bildiğim Asaf'a söz verdiğim için kesin o maçı izlemeye gideceğim. Çünkü eğer Asaf bana bir söz vermiş olsaydı iki eli kanda bile olsa tutardı.

Aşağı indiğimde en azından birini görmeyi bekliyordum, fakat kimseyi bulamadım. Galiba beni eve atıp herkes bir tarafa gitmiş. Evde kimseyi bulamayınca Toprak abimi arayıp bir haber almak maksadı ile telefonumu cebimden çıkarıp aradım. Toprak abim benim ola dememe bile fırsat vermeden

"Ooo Çınar bey sabah şerifleriniz hayr olsun"

"Sağ ol abi de sağ ol da nerdesiniz?"

"Nerde olalım oğlum? Baktık senin uyacağın yok, bizim de işimiz gücümüz var. Hazırlandık Feride adliyeye ben de Okula Güneş'i de babaannesine bıraktık. Sen yüz beşinci rüyanı görürken eve kimse girmesin diye de kapıyı üstüne kitledik evden çıktık."

"Neyse ki benim anahtarım var da evde kitli kalmıyorum."

Toprak abimin gülüş sesi kulağıma ulaştı

"Neyse ki neyse ki"

"Tamam abi bende çıkarım zaten sonra görüşürüz"

"Tamam oğlum görüşürüz"

Demek ki Güneşi de Toprak abimin annesi azize teyzenin yanına bırakmışlar. Toprak abimin ailesi aslına bakılırsa Feride ablamın ailesi gibi az kişi sayısına mensup değildi. Bir kere Toprak abimin iki abisi bir ablası vardı. En küçüktü yani Toprak abim, Feride ablamın ailesi kadar bana yakınlık göstermemiş olsalar bile aramızda herhangi bir promblem yoktu.

İyi ki de bir sorun olmadı, bir de Toprak abim benim için ailesi ile arasını açsaydı nasıl bir psikolojiye girerdim tahmin edemiyorum.

Benim başından beri kimsenin huzuruna bozmaya niyetim yok, eğer ki bana kötü şekilde gelinmezse kimseyle muhattap olmaya gerek duymuyorum. Kimsenin bana yakınlık göstermesini de beni aralarına almasını da beklemiyorum, benim yüzümden Toprak abimin ailesi ile arası bozulmasın yeter.

Karnımın guruldama sesi kulaklarıma gelince, acıktığımı ve karnıma biraz daha birşeyler girmemesi durumunda yığılıp kalabileceğimi anladım.

Evde bayılacak olursam bana yardım edecek, veya beni ayıltacak birisi de olmadığına göre en iyisi bir an önce karnımı doyurmak diye düşünüyorum.

Mutfağa girip tezgahta kendime bir sandviç hazırlarken zihnime bir sınır çizemiyor, ve Ecrin'i düşünmesini engelleyemiyordum.

Asaf'ın dediği gibi önüme bakmam gerektiğini biliyorum, çünkü bu noktalara kolay gelmedim. Hiç bir şey bana doğduğum gibi verilmedi, ben acılarla bezenmiş hayatın içine doğmuş bir bebektim. Acılar içine doğmuş bir bebek, ve büyüdükçe bazı şeylerin farkına varan çocuk olamayan çocuktum.

Şimdi ise en azından birşeyleri başarmışken içimde ki kalp kırıklığıma yenilip sıfır noktasına dönmek istemiyorum. Ama unutamıyorum da ben harbiden kimseyi sevemeyeceğim kadar çok sevmişim.

Bugün Ecrin'i orada görürsem nasıl bir tepki vermem gerektiğini düşünüyorum aslında, mesela uzak mı durmalıyım? Ya da soğuk mu davranmalıyım? Belki de eskisi gibi hiçbir şey olmamış gibi onun başkasını sevdiğini bilmiyormuş gibi davranmalıyım gerçi buna kalbimin dayanağını zannetmiyorum.

İçimden kısık sesli bir fısıltı Asaf'ın dediğini yapmalısın diyordu, belki de öyle yapmalıydım bu işi uzatmanın bana bir faydası olmayacaktı. Aksine her şeyi bir an önce net bir hale getimezsem daha çok düşüneceğim, daha çok aklıma gelecek.

Belki de herşey Ecrin'in bugün ki maçta olup olmayacağı ile ilgili, bir yandan da bu maça gelmesi düşük ihtimal gibi geliyor. Sonuçta neden maça gelsin, herhangi bir sebebi yok. Geçen sefer Feride ablam Ecrin'in ailesini davet ettiği için gelmişlerdi, onun harici bazen ada derslerinden zaman bulabilirse Ecrin'i de yanında sürükleyip getiriyordu.

Yani tüm düşündüklerimi boşuna düşünüyor olabilirim, fakat aklım bunu kabul etmiyor olasılık üstüne olasılık yaratıyor birçok ihtimali önceden öngörüyordu.

Beynim tüm işlevini Ecrin'i düşünmek için kullanırken ben ise sandviçimi yapmış ve çoktan bitirmiştim. Stada doğru yola çıkmadan önce banyo yapmam gerektiğini fark ettiğimde banyoya doğru ilerledim. Kısa sürede duşumu aldıktan sonra üzerime Fenerbahçe formamı geçirdim.

Yanlış anlamayın, imzalı formamı giymedim. İmzalı formam özeldi, totem olarak sadece önemli maçlarda giyerdim. Bir den fazla formam olduğunu hesaba katarsak askıda bulunan onlarca formamdan birisini alarak üzerime giydim.

Deri ceketimi de üzerime geçirdikten sonra evden çıktım, kapıyı kilitleyip anahtarı da cebime attığımda evi güvence altına almış oldum. Arabamı almak yerine yürümeyi tercih ettim, arabayı uzun mesafe olmadıkça kullanmıyorum.

Bizimkiler de evi sırf tesise yakın olsun diye bu konumda seçtiklerine göre arabayı kullanmama gerek yok. Yürümeyi severim, herhangi bir nedeni yok sadece severim işte, tıpkı Ecrin'i sevmemin bir nedeni olmadığı gibi.

Evden çıktığımda kol saatim 15:05 gösteriyordu, yarım saat içerisinde stada varacağımı göz önüne alırsam 15:40 gibi stada varmış olurum. Maçın ilk düdüğü ise saatler 16:00 vurduğunda çalacağı için bu hesapta zamanında statda olacağım. Adımlarıma bir tempo katmadan sakince ilerlemeye devam ediyorum, herhalükarda zamanında orada olmak için yeterli sürem var. Zihin yorgunluğum her geçen dakika üstüne artarken bir de fiziki yorgunluğum olsun istemiyorum.

Tahminlerim doğru çıkıyor, yavaş ve sakince yürümenin sonucunda saatim 15:50'yi gösterdiğinde stada varmış bulunuyorum. İçeriye kolayca girebildim, neticede burada bulunan her görevli beni tanıyor.

Bugün maçta olmasam bile kimse stada girmeme elbette ses etmiyor. Maçtan önce bizimkileri görmek istesem bile, hem Eren hoca'nın gazabından korktuğum için hemde yeterli dakikam kalmadığı için direkt tribünden tarafa yönelerek boş olan koltuklardan birine oturdum.

Ecrin yoktu, benden başka sadece bazı futbolcuların ailesi, arkadaşı vardı. Ama Ecrin yoktu. Bu da düşündüğüm herşeyin boşa çıktığı anlamına geliyordu. Üzgün hissediyor muyum bunu bilmiyorum sadece gözlerim onu arıyor, sesini duymak istiyorum sonra bunları istemek bile doğru değil gibi geliyor.

Düşüncelerimden sonra bir kez daha kafama dank ediyor ki Asaf'ın dediklerini bir an önce uygulamaya koymam gerekiyor.

İlk on birler sırası ile çıkarken Asaf'ın gözü direkt olarak tribünü arşınlayarak beni buldu. Aynı anda kafalarımız ile birbirimize selam gönderip selamları aldık. Asaf ona verdiğim sözü tutmadan dolayı mutluydu, ve bunu belli etmekten çekinmeden Okan ile Ege'ye yanına çekip parmağı ile beni işaret ediyor gülerek birşeyler söylüyordu.

Ege ile Okan ikisi birden işaret ve orta parmaklarını birleştirdikten sonra alınlarına yaslayarak bana bir selam çaktılar. Aynı şekilde onların bana gönderdiği gibi bende onlara pilot selamı gönderdim. İçimde bir parça burukluk hissediyorum, kazanabilecekleri bir maç olduğunu biliyorum.

Ama şuan sahada olamamak içimi burkuyor, futbolun benim için ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu zaten biliyordum, ama şuan bir kez daha anlıyorum.

Düdük çaldı ve maç başladı, dediğim gibi bizim takıma kıyasla daha alt sıralarda bulunan bir takım ile karşı karşıya geliyoruz. Haliyle oyun da buna göre şekillenmiş durumda, biz daha atak oynarken onlar daha çok alacakları bir puana odaklanmış gibiydi. Gözlerim dakikaya kaydığında 30. Dakikaya girildiğini gördüm, karşı takım daha çok defans odaklı olduğu için kendi ceza sahalarına oyunu yığmış ve bizimkilerin olası bir top kaybı yapmasını bekliyorlardı.

Çünkü bizim takımdan bir top kaybı gelirse, onların atağa hızlı çıkma fırsatı olurdu. Onların oyun planını çözmek kolaydı, önemli olan bu oyun planına nasıl bir strateji belirlediğindi.

Olay şu ki bu oyun planına belirlenebilecek fazla bir strateji yoktu, yapılacak şey belliydi gol atacağız gol gol ve daha fazla gol. Çünkü zaten onlar çoktan yenik psikolajisine girmişler, bize yapacak pek fazla şey kalmamış zaten bize düşen tek şey kazanmak.

Ben bunları düşünürken Ege ortasını açıyor bugün benim yerime oyunda olan Burak kafalık ile topu ağlar ile buluşturuyor. Bu da demek oluyor ki benim yerim doluyor, bu demek oluyor ki bana gerek yok, bu demek oluyor ki ben kendime alan yaratmazsam, ben kendimi bırakırsam ben kendimi geri çekersem ben futbol oynamazsam benim yerim dolar beni kimse aramaz kimse bir Çınar vardı demez. Benim bir an önce toparlanıp ilk on birde olan yerimi geri kazanmam gerekiyor.

Burak'ın gölünden on dakika sonra korner vuruşunu kullanmak için topun başına Sefa geçiyor Sefa topa vurmadan önce derin bir nefes aldı, gözü ile takım arkadaşlarının mevcut konumuna bir kez daha baktıktan sonra birkaç adım gerileyerek ardından son hız topa vurdu bizim takımdan Miran topu göğsünde yumuşatarak ayağına aldığında Asaf'ı gözüne kestirmiş olacak ki boşta olan Asaf'a pasını attı

Ve Asaf hiç beklemeden sol ayağı ile topu ters köşeye astı. Asaf'ın gölü sonrası içimde oluşan mutluluk ile anında ayağa kalktım

"İŞTE BU! YÜRÜ BE ANTEPLİİ!!"

Takım kendi arasında seviniyor, herkes Asaf'ı attığı golden dolayı tebrik ediyordu. En son Ege'yi Asaf'ın sırtında görmüştüm. Gelişine topa sert bir biçimde vurmuş, ve bu da gole güzellik katmıştı.

(Asaf severleri bu satıra alalım. Çocuğum övgüyü hak ediyor 💖)

Asaf'ın golünden sonra ikici yarıda Sefa'nın golü ile skor 3-0 oluyor, ve galibiyetimiz adeta parıl parıl parlıyor. Son düdük çalındığında hanemize üç puan yazılmış oluyor, ve an itibari ile kendi ligimizde birinci durumdayız. Bizimkileri tebrik etmek için soyunma odasına doğru giderken arkamdan gelen ses adımlarımı bıçak gibi kesti.

"Çınar"

Ecrin'in sesi, milyonlarca ses içinde bile onun sesini seçebilirim. Sesinin hala bana huzurlu geliyor olmasına inanamıyorum, bir insan kendini nasıl bu denli sevdirmiş olabilir aklım almıyor. Kalbim ve ben Ecrin'e olan sevgimizi aşamıyoruz. Arkamda olduğunun farkındayım, kaçacak bir yerim yoktu. Arkamı dönerek Ecrin ile yüzyüze geldim.

Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı ki bu benim için sürpriz değildi. Ama içimde onu her gördüğümde kelimeler ile tasvir edemediğim o heyecan yoktu, sanki her tarafımı bir kırıklık kaplamış gibiydi. Kalbim hızlı atmasına atıyordu ama sızım sızım sızlıyordu. Sevgim baki geçmez, unutmam neden mi çünkü unutamam bir haftada onu unutmaya çalışarak yeterince süründüm zaten. Fazla kelimeye gerek yoktu kırıktım, buruktum, ve bu kırıklığa alışmak zorunda olan kişiydim.

"Ecrin"

"Neden bugün maçta oynamadın?"

Ne diyebilirim? Ne desem uygun olacak mesela, sen bilmeden bana başka birine aşık olduğunu söyledin ve ben ağlamadan ağlamış kadar parçalandım, dağıldım. Ama o kadar dağıldım ki bak bugün bu maçta bile oynayamıyorum böyle desem mesela ne kadar uygun olurdu?

"Eren hoca böyle uygun gördü."

Diyerek tek düze sesimle net bir cevap verdim. Bugün burada olmadığını düşünüyordum. Bu yüzden sorumu sormayı da es geçmedim.

"Sen peki bugün burada olmanı beklemiyordum."

"Mithat abi bugün burada olmamı istedi, artık her maç burada olacağım ve olası bir sakatlık durumunda nasıl davranmam gerektiğini öğreneceğim."

Bundan yaklaşık bir hafta önce ki ben bu kelimeleri duymuş olsaydı, şuan sevinçten havalara uçuyor olurdu. Şimdi ki benim ise içindeki duygular karışık ben onun başkasını sevdiğine alışmaya çalışırken o bana artık her zaman buradayım gözünün önündeyim diyordu. Sanırım artık konuşmanın zamanı gerçekten gelmişti.

"Ecrin işin bittiyse statdan dışarı çıkalım. Seninle konuşmak istediğim önemli birşey var."

 

 

 

Bölüm sonu

Sonunda beeeee sonundaaaa 🥳

İyisiyle kötüsüyle artık ne olacaksa olacak. Çınar Ecrin'e karşı ne hissediyorsa söyleyecek. Oh beee sonunda rahatlayacağım valla ne oluyorsa olsun artık da Çınar da kendi yoluna baksın bende haaa

Bu arada

Size bir sürprizim vaaaaaaar 🎁

Yeni bölüm Ecrin'in ağzından gelecek.🎆🎊🎉

Bölümü bitirdiğim tarihi atıyorum buraya 08/03/2025

Ne zaman atarım bilinmez

Haydi eyvallah diğer bölümde görüşürüz 💃🏻

 

Bölüm : 09.03.2025 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...