Selamıııın helloooooooooo
Keyifler nasıl bacıkolaaar
Bir an önce kitabımın 5 milyon 10 milyon okunduğu zamanlara ışınlanabilir miyiz?
Gönlünüzden kopuyorsa 20-30 milyonda olur yani siz istiyorsanız djjxkxndndkfk
Neyse neyse hadi bölüme geçelim.
🫴🏻
Sanki birisi beni tatlı mı tatlı mışıl mışıl olan uykumdan borazan gibi olan sesi ile kaldırmaya çalışıyordu. Çok rahatsız edici bir sesti bu göz kapaklarımı açmak için beni zorluyor ve zihnim bu kötü sese daha fazla maruz kalmamak için beni uyanmaya zorluyordu.
Hiç uyumamış sanki uyuduktan beş saniye sonra uyandırılmış hissiyatı ile gözlerimi açıp Ömer'in Habeş maymunu gibi gözüken sıfatına bakmak durumunda kaldım. Hayat beni Habeş muymunu ile aynı evde yaşamaya mecbur bırakmıştı benim elimden ise hiçbir şey gelmiyordu.
Ayağımı yorganın altından çıkarıp Ömer'in bacağına vurduğumda vuruşum ona sinek ısırığı gibi gelmiş olmalı ki hala başımda "galk galk" diye bağırıyordu. Yataktan oflaya puflaya doğrulup
"Ne istiyorsun Ömer?" Beni tatlı uykumdan uyandırdığına göre mükkemel derece de önemli birşey olması gerekiyordu.
"Ben senden ne isteyeceğim? Annem uyandır dedi, iki kez uyandırmaya gelmiş uyanmamışsın alarm çalmış ona da uyanmamışsın en son beni gönderdi. Tesise gidecekmişsin geç kalıyormuşsun."
Ömer'in sözlerinin bitimini bile beklemeden yataktan on çita hızında fırladım. Uykuya o kadar düşündüm ki yanımda top patlasa uyanmazdım. Bir de dünün yorgunluğu da üzerine eklenince kalkmam imkansız bir hale getirmişti.
Ömer'in arkamdan "İnsan bir teşekkür eder." Bağrışına "Aynen ondan." Diye karşılık verdiğimde Ömer odamdan çıkmıştı. Kardeşimi seviyorum ama kardeşimin bunu bilmesine gerek yok.
Dolabı açtığımda hemen üzerime beyaz düz bir badi geçirip hafif bol pantolunumu da üzerine geçirdim pantolunumu badimin üzerinden çekip düğmesini iliklediğimde hırkamı da üzerime geçirdiğimde özensiz ama özenli kombinim tamamdı. En azından dışarıya çıktığımda kim bu vizyonsuz yerine normal giyinmiş biri diyeceklerdi. Şuan için bu kâfi.
Patır kütür merdivenlerden indiğimde benim merdivenlerden iniş sesimi duyan annem mutfaktan çıkmış "bir şeyler atıştırmadan çıkma." Ah güzel annem vakit kalmamış, ama beni düşündüğün için senin bal yanaklarına iki öpücük konduruyorum.
"Yolda simit alır yerim ben." Diyip annem ısrar etmeden ayakkabılarımı yarım giymiş bir şekilde evden koşar adım çıkmayı başardım. Yolda koşa koşa giderken üstümdekilerin rahatlığından oldukça memnundum. Şuan otobüs saati değildi, veya taksi yoktu olsa bile beni almazdı çünkü kısa mesafeydi. Koşarak bir 15 dakika da gidebilirdiniz. Bu hesaplamaya göre on dakika geç kalmış olacağım ama bence Mithat amcam beni tolere edebilir.
Ya da etmez. Zira kendisi son derece disiplinli biriydi, ama keşke bana biraz torpil geçseydi. Çalışma şartları çok zordu çook.
Nefes nefese tesisin önüne geldiğimde elimi direğe yaslayıp iki dakika nefeslendim. Ne koşmuştum ama iki ay spor namına hiç hareket etmesem beni idare ederdi. Kafamı kaldırdığımda kollarını göğsünde birleştirmiş omzunu duvara yaslamış sevgilim olan beyfendi gülümseyerek bana bakıyordu.
Bir dakika rica ediyorum şu beyin sevgilim olduğuna inanıp geri geleceğim.
Yaslandığı duvarla bağlantısını keserek bana doğru ilerlemeye başladığında bende elimi direkten çekerek dik durmaya başladım. Yalnız bu bana doğru geldikçe boyunun uzunluğu ortaya çıkıyor, ben kısa değilim o uzun. Aramızda bir adım mesafe kala durduğunda kendimi "Merhaba." Derken bulmuş oldum.
Yüzünde ki hafif gülümseme yerini korurken hiç silinmesini istemedim. Dudakları aralandı "Seni gördüm, sesini duydum ve sana sarılıyorum." Sıcak kolları etrafımı sardığında sözlerinin bende bıraktığı tatlı aşk sarhoşluğu içinde başımı göğsüne yaslayarak kollarımı beline doladım. Mesaj da kullandığı kelimleri bu kadar çabuk gerçeğe döneceğini tahmin etmemiştim.
Çenesini başıma yasladığında "Neden dışardasın?" Diye göğsüne doğru mırıldandım "Sevgilimi kapıda karşılamak istedim." Muzip sesi ile kurduğu cümleler kıkırdamama sebep oldu "Bak beni böyle şımartma hep isterim."
"Bende sevgilimi hep kapıda karşılarım." Belinde ki kollarımı sıklaştırdım, sözleri karnımda ki lanet kelebekleri harekete geçirmişti. Ben bu çocuğu çok mu sevmeye başlamıştım bana mı öyle geliyor.
"Çına- Hoppa" diyen ve bizim birbirimizden ayrılmamızı sağlayan kişi best firiendimin sevgilisi olan Okan dı. Gözleri şokla açılmış ömrümde bundan daha büyük şoka uğrayamazdım der gibi bakıyordu.
Parmağını bizim aramızda dolaştırıp "Siz?" Şaşkınlık ve soru dolu sesi bizi cevap vermek zorunda bırakıyordu. Elimi sıkıca saran parmakları ise bu soruya cevap vereceğimizi işaret ediyordu. Okan'ın gözleri ellerimize baktığında gözlerinde bir kez daha şaşkınlığı okudum.
"Siz ciddisiniz, sevgili olmuşsunuz."
"Ne anladıysan o kardeşim." Net sesi soru sorulmasına izin vermeyecek kadar ifade ediciydi.
"Kimin haberi var?" Okan'ın yeni bir soru sorması Çınar'ın kulağıma eğilip "Senin gibi çok soru soruyor." Demesine neden olduğunda gülüşüm dudaklarımın arasından firar etmişti. Fakat bana bunu söylemesine rağmen arkadaşının sorusuna cevap vermeyi es geçmedi.
"Asaf'ın ve şuan senin haberin oldu." İşte bu benim de bilmediğim bir bilgiydi. "Nasıl?" Diye sorduğumda "Bana sana açılma fikrini aşılayan insan Asaf haliyle kötü olup olmadığımı öğrenmek için beni aradı. Bende söyledim." Dediğinde güzelce açıkladığı için memnundum, malum az ama öz konuşurdu kendisi.
"Birincisi benden önce Asaf öğrendiği için sana kırıldım kardeşim. İkincisi nasıl Ada'nın haberi yok böyle şeyleri ilk duyan kişi olur genelde."
Ada'nın duymamasına şaşırmıştı. Ama Ada'ya ben söyleyecektim, fakat şuan değil. Çünkü bugün yada yarın Ege'ye bir ilişkisi olduğunu söyleyecekti. Bu demekti ki Ada'nın kafası şuan rahat değildi. Kafası ferahladığında ona bu mükkemel ötesi haberi ben verecektim.
"Ada'nın haberi yok, ve kesinlikle söyleme."
"Kesinlikle söyleme mi? An itibariyle yengem olan Ecrin, sence Ada bunu duyduğunda ve benim haberim olmasına rağmen ona söylemediğimi öğrendiğinde bana neler yapar?"
Ah Okancım ah sence sana ne olacağı beni ilgilendiriyor mu? Ama bunu sana söyleyecek miyim tabi ki hayır.
"Söyleme diyorum Okan, söyleme. Ada'ya ben söylemek istiyorum. Hem siz bugün yarın Ege'ye ilişkiniz olduğunu söylemeyecek misiniz?."
"Müsait olan ilk anda." Çok net bir sesle kurduğu cümleden durumun tahmin ettiğimden daha ciddi olduğunu anladım. Belli ki gerçekten ilk anda söyleyecekti.
"Tamam işte, siz Ege ile olan sorununuzu halledin. Ben öyle söyleyeceğim Ada'ya tamam mı sakın ola ki söylemiyorsun."
"Okan söyleme diyorum." Biz söyle söyleme derken masum sevgilim öylece durmuş kolu belime sarılmış bir şekilde bizi dinliyordu.
"Off." Diyen Okan sonunda pes etmiş olacak ki kafasında Ada'nın ona yapacaklarını düşünerek tesisten içeriye girdi. Yüzüme güzel bir gülümseme yerleştirip Çınar dan tarafa döndüğümde
"Çok konuştuk değil mi?" Diye sordum bizi dinlemekten daha doğrusu tartıştığımız konudan sıkıldığını düşünüyordum.
"Ecrin sen sabahtan akşama kadar konuşabilirsin, soruların ile beni bıktırabilirsin, hiç ilgilenmediğim konuları gelip bana anlatabilirsin. Ne olursa olsun sesini duymak güzel."
Usulca parmaklarımızı kentlediğinde içime akan ılık his hiç hissetmediğim kadar huzurlu hissettirdi. Diyeceklerine hiç birşey diyemeyişim, donakalışım, sadece gülümseyişim beni nasıl etkilediğinin sadece bir örneğiydi.
"Yani sen bıkına kadar konuşma hakkım var öyle mi? Bunu bir kenara not ediyorum. Sonra sus demek falan yok." Berbat bir romantiktim.
Güldü. "Aynen öyle tribün güzeli istediğin kadar konuş, gülümse, başımı şişir susmanı isteyen namert." Söylediklerinden sonra onun gülüşüne eşlik ettim. Gözüme uzaklardan gelen ama seçebildiğim Eren hoca takıldığında "Eren hoca geliyor." Dedim Çınar'ın yüzü bir anda endişeli bir hale büründü.
"O zaman hemen içeriye geçmemiz lazım." Elimden tutup beni kapıya doğru sürükledi, tesisten içeriye girdiğimizde "Eren hoca gelmeden benim sahaya geçmem gerek, beni burada yakalamasın." Hızlıca yanağıma dudaklarını bastırıp birşey dememe fırsat vermeden aceleyle arkasını dönüp ilerlemeye başladığında alık alık arkasından bakıyordum. Yanağımı öpmesi ile kalbim alarm vermeye başlamış, kelebekler kendini yeniden hatırlatmıştı. Elim Çınar'ın beni öptüğü yanağıma gittiğinde yüzümde oluşan gülümseme kaçınılmazdı.
Arkasından bakmaya son vermem gerektiğini hatırlatan iç sesim ile kafamı iki yana sallayarak silkelenip kendime geldim. Huuuh bu öpücük işlerini daha sonra düşünmem gerek şimdi iş iş iş. Burada staj için sadece bir buçuk ay daha kalacaktım. Ben iki senelik fizyoterapi okuyorum, fakat ileride klinik açabilmem için dört senelik okumuş olmak gerekiyor, bu yüzden sene sonunda yatay geçiş ile kalan dört seneliğe geçiş yapıp iki sene daha okumayı planlıyorum.
Mezun olduktan sonra atanmak için sınavlara girecektim, özel bir hastanede çalışmak için referanslar yeterli olabilirdi fakat o zaman da işimin hakkını verecek maaşa sahip olmazdım. Bir devlet hastanesi daha iyi olabilirdi ama bu işler biraz nasip kısmetti. Hayalim ise kendi kliniğimi açmaktı. İlk önce biraz çalışıp mesleğim hakkında deneyim ve tecrübe kazandıktan sonra klinik açmak istiyorum. Elbette bunun için önümde uzun bir yol var.
Kendi kafamda düşündüklerimle daldığımı birine çarptığımda anladım. Bedenim yalpaladığında düşmemek için büyük bir çaba sarf ettim. Çarpmanın etkisine bakarsak karşımdaki kişi de en az benim kadar önüne bakmıyordu. Fakat mevzuyu büyütmeye hiç niyetim yoktu.
"Pardon." Bana çarpan kişiye hiç bakmadan yoluma gitmeye çalışırken "Bunu düşürdünüz" arkamdan gelen ses yoluma gitmeme engel olurken bana çarpan kişiye doğru dönmek zorunda kaldım. Karşımdaki çocuğa fazla bakma gereksinimi duymadım fakat burada daha önce gördüğüm biri değildi kim olduğunu anlayabilmiş değilim. elinde tuttuğu küpeme baktım, elim otomatikmen kulağıma gittiğinde kulağımın boş olması beklendik bir şeydi.
"Sağ ol." Diyip elinde tuttuğu küpeyi aldım. "Ben Tolga." Dediğinde sanırım ilk defa yüzüne bakmak durumda kaldım, yüzüne baktığımda bir kez daha burada daha önce görmediğime emin oldum. İyi de bu kim ve burada ne işi var lanet olsun merak duyguma. "Ecrin bende. Sen?" Sesim sorgu doluydu, kimdi ve burada ne yapıyordu? Onu merak ettiğimi düşünmüş olmalı ki gülerek soruma cevap verdi.
"Teknik direktör yardımcısının oğluyum, babam evde eşyalarını unutmuş onları getirdim" benim merak ettiğim ise o değil onun kim olduğuydu, neticesinde ben burada çalışıyorum ve burada sevdiğim birçok insan var. Burası da yol geçen hanı olmadığına göre her gelen girmiyordu. Kim olduğunu merak etmem oldukça doğaldı.
Söylediklerine cevap verme gereği duymadım, zaten diyecek bir şeyim de yoktu. Hangi vasıfla burada bulunduğunu anlamıştım, artık konuşmaya gerek yoktu. Kafamı onayları biçimde sallayıp arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan "Görüşürüz" diye bağırdığında onun gibi bağırmak yeni sakin bir sesle "Aynen" diyip Tolga'ya bakma zahmetine bile girmedim.
Adı Tolga' ydı değil mi? B12 en büyük düşmanım.
Elimde kalan küpemi kulağıma takmak için uğraşırken sağlık odasına gelmiştim. Odaya yaklaştıkça bir koşuşturma olduğunu fark ettiğimde adımları hızlandırdım. Bizim arkadaşlardan birini gördüğümde "Ne oluyor Mithat amcam nerde?" Diye sordum o da telaşlı gibiydi.
"Antrenmanda birisi sakatlanmış Mithat hoca da oraya gitti." Dediğinde hızla yanımdan ayrıldı.
Çınar. Sakatlanan kişi olamazdı öyle değil mi? Daha bir kaç dakika önce yanımdaydı. Sapasağlam ve iyiydi, şimdi birkaç dakika da sakatlanmış olamazdı. Hayır hayır Çınar olmasına imkan yoktu, Çınar değildir. Kalbim bu düşünceyle kasılırken ağrımaya başlamıştı. Hiçbir şeyi önemsemeden hızlı adımlarla koridordan sahaya doğru ilerledim. Kalbim düşüncelerle sancırken düşündüklerimin gerçek olmaması için birçok şeyi feda edebilirdim.
Sahaya adımımı attığımda yoğun bir telaşın hakim olduğunu gördüm, bu şaşılacak bir durum değildi buraya geldim geleli sakatlıklara tanıklık etmiştim, ama ilk defa antrenmanda sakatlık yaşanıyordu. Nereye gideceğimi bilemeyerek etrafıma bakınıyorum. Çınar, Çınar nerede? İnsanlar birinin başında toplanmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve benim gözlerim Çınar'ı arıyordu.
Yerde olan kişi Çınar olamazdı.
Gözlerim dolduğunda Çınar'ı bir an önce görmek istiyordum. Kalbim ağrıyordu, yerde olan kişi o olmamalıydı. Daha birkaç dakika önce birlikte gülmüş ken şimdi onu yerde acı içinde görmemeliydim. Bir adım attığımda omzuma dokunan el beni kendinden tarafa çevirdi.
Beni kendinden tarafa çeviren kişi Çınar'dı
Dudaklarımdan derin bir nefes döküldüğünde dolu gözlerimden bir damla firar etti. Eğer orada bir sakatlık yaşanmıyor olsaydı ona sarılırdım ama yaşadığım duygu seline rağmen o an birinin sakatlık yaşaması aklımdan çıkmadı. Çünkü bu sakatlığı yaşayan insanın bir kaç dakikalığına karşımda dikilen adam olduğuna inanmıştım.
Ve bu beni tahmin ettiğimden daha çok acıtmıştı.
"Ecrin." Diyip akan göz yaşımı sildiğinde ifadesinde yeşeren büyük endişeyi yok etmek gerektiğini biliyordum.
"Sen sandım, sakatlanan kişi sensin sandım." Derken bile sesimin titreyişi ile oturup ağlamak istedim. Sakatlanan o değildi, o zaman neden ağlamak istiyordum.
"Canımın içi ağlama birşeyim yok iyiyim. Bak karşındayım.
Ona sarılmak için harakete geçmek isteyen tum uzuvlarıma durmaları gerektiğini söyledim. Şimdi değildi, ama ilk fırsatta onu boğacak kadar sıkı sarılacaktım.
"Hem ciddi birşey bile değil, Sefa'nın ayak bileğinde ödem biriktiği için antrenmanda darbe aldığında normalden fazla canı acıdı. Bir hafta dinlenecek sadece."
Sefa'nın koluna girerek koltuğa oturtarak bileğine bakmaya devam ettiklerini gördüm. Mithat amcam bileğinin bazı noktalarına dokunarak acıyıp acımadığını soruyordu. Yüzündeki acı ifadesine bakılırsa pek iyi değildi. Kafamı salladığımda Çınar hala yüzümü dikkatle süzüyordu, gözlerimde ki doluluk kaybolmuş kalbimdeki ağrının yok olduğunu hissediyorum.
Sadece sakatlanma ihtimali bu kadar kalbimi sancı içinde bırakıyorsa gerçekten sakatlandığın da ne yapacaktım? Çınar futbolcu her an sakatlık riski var, bu kaçınılmaz tek dileğim ikimizinde canının en az şekilde acıması en az hasarla atlatmak. Çünkü biliyorum mutlaka yaşanacak.
Omzumu okşayan Çınar'a döndüğümde sorun yok dercesine hafif zorlama bir tebessüm ettim. Tebessümün zorlama olduğunu anladı, fakat üstüme gelmedi. Bu yüzden içimden ona teşekkür ettim. Düşünceler kimi zaman can yakıcı olabiliyordu.
Sefa dinlenmesi gerektiği için eve gönderildi, Mithat amcam bir hafta boyunca ayağında ki ödemin gitmeyeceğini ve bir hafta sonra antrenmanlara hemen başlamak yerine ilk önce hafif koşular ile başlaması gerektiğini söyledi.
Ortalık sakinlediğinde herkes kendi işine koyuldu, bizimkiler entremana başladığında bizde sağlık odasına doğru gitmeye başladık.
"Daha soğukkanlı ol, herhangi bir yerde bile bu tarz bir olay ile karşılaşma ihtimalin çok yüksek sakin olmayı öğrenmen lazım." Yanımda yürüyen Mithat amcamın bana karşı kurduğu cümleler ile yüzümü hafifçe ondan tarafa çevirdim.
"Sen zor bir öğretmensin amca, hiç acıman yok ayrıca olay başladığında ben orada yoktum bile" diyerek sitem ettim. Bana bilmiş şekilde baktı.
"Kızım senin panik olduğunu bilmem için sana bakmama ihtiyacım yok elime doğdun sen benim." Evet klasik Mithat amcam sen benim elime doğdun sen benim elime doğdun bunu söyleme nedeni annemin doğumu başladığında babamın evde değil işte olmasıyla annemi hastaneye Mithat amcam ve Ayşegül yengemin götürmüş olması.
Kendisine genel olarak amca diye sesleniyordum öz amcam gibiydi. Dayım veya teyzelerim vardı, ama ne halam ne de amcam yoktu. Babam tek çocuktu, bu yüzden her zaman Mithat amcamın onun olmayan kardeşi gibi olduğunu söylerdi.
Sağlık odasına girdiğimde Mithat amcam hala bana bu durumlarda nasıl hareket etmem gerektiği konusunda bilgi veriyor. Yaşadığı olayları kendini kahramanlaştırarak bana anlatıyordu. Bana insan kaslarının çalışma biçimi veya çalışmama biçiminde neler olabileceği hakkında sorular soruyor, ben doğru cevap verdikçe beni azarlayamadığı için yüzünde doğan üzüntü beni kesinlikle kahrediyordu.
Bir süre daha böyle gitti, daha sonra sanki yürüyemiyormuş gibi rol yapmaya başladı ve benim ona müdahale etmemi istedi. Aslında bana sadece tedavi etmeyi değil, hastalara nasıl yaklaşılması gerektiğini de öğretiyordu. Saatine bakıp
"Tamam çıkalım artık, benim kliniğe uğramam gerekiyor ama senin gelmene gerek yok." Dediğinde benim işime gelir dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer bunu söylemiş olsaydım beni peşinden sürükleme ihtimali yüzde yüzdü.
Mithat amcam benden önce çıktı, ben üzerimden çıkardığım hırkayı tekrar üzerime giyip saçlarımı düzelttim. Neticede buradan çıktıktan sonra görme ihtimalimin yüksek olduğu sevgilim vardı. İyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra odadan çıkış yaptım.
Odanın kapısını kapattığım an da karşıdan gelen saçları sırılsıklam uçlarından yaşlar akan sevgilimi gördüğümde bunun bir tesadüf olduğunu düşündüm. Daha biraz önce karşılaşabiliriz diye düşünmüştüm. Bu kesinlikle tesadüf değil tevafuktu.
Bana doğru yaklaştığında aramızda belki bir adım var ya da yoktu, saçlarından damlayan su taneleri tekrar gözüme takıldığında ayak parmaklarımın üzerine basarak yükseldim. Dağınık ve ıslak saçlarını elimle karıştırıp bir nebze şekil verip daha sonra Çınar'a kızmaya başladım.
"Sen neden saçlarını kurulamıyorsun? Hasta olacaksın?"
"Kendini bile bile hasta eden birine neden bakayım?" Diyerek sitem etmeyi sürdürdüm. Hasta olursa deli gibi peşinde nane limon gezdireceğimi bilmese de olurdu. Bana bakıp dudak büzdüğünde o kadar sevimli gözüküyordu ki yanaklarını sıkasım gelmesine rağmen kendimi sıktım bilmiyorum belki de rahatsız olabileceğini düşündüm.
"Ben sana bakardım." Dediğinde dudağımın bir yanı hafifçe kıvrıldı ve gülümsemek için benden izin istedi fakat o izni dudaklarıma vermedim.
"Çınar, hasta olursan inan bana sana bakmıyor olmamı dilersin sana o kadar söylüyorum."
"Komutanım merak etmeyin, bu askerin bünyesi oldukça sağlam. Emriniz başım üstüne hasta olmayacağım." Bir de bana asker selamı verdiğinde bu defa dudaklarımı serbest bıraktım gülüşüm koridor da yankılandığında Çınar'ın da yüzünde gülümseme olduğunu gördüm.
Sanki gülüşüme dalmış gibiydi.
"Bizimkiler çıktı, ben duş almak için kaldım ve tabi ki senin için. Parkın yanında buluşacakmışız öyle dediler Ada ile sende dahilsin plana." Söylediklerinden sonra şöyle bir onu süzdüm.
"Böyle dışarıya mı çıkacaksın?" Benim gibi bir kez başını eğip üstüne başına baktığında bir sorun görememiş olmalı ki
"Çınar ben sana iki saatir ne anlatıyorum, saçların ıslak hava rüzgarlı neden illa hasta mı olmak istiyorsun!?" Kızgın sesimle güldü evet sadece güldü.
"Gülmeyi bırakta bana bir havlu getir, saçlarını kuruladıktan sonra çıkarız."
"Emredersin komutanım." Havlu almak için soyunma odasına doğru ilerlerken Çınar da peşimden geliyor, saçlarını kurumalamaya gerek olmadığına dair bir şeyler söylüyordu. Bana göre gerek vardı, ve Çınar'ın fikrini kesinlikle sormuyordum.
Soyunma odasına girip bana bir havlu getirdiğinde elimi uzatarak havluyu vermesini istedim. Oflayarak havluyu bana uzattığında sanırım boyumun bir bu kadar da yerin altında olduğunu düşünüyor olacak ki eğilme zahmetine girmiyordu.
"Kafanı eğ." Dediğimde beni ikiletmedi, işte bu huyuna bayılıyorum. Kafasını eğdiğinde uslu uslu beklemeye başladı. Havluyu yavaş yavaş saçlarının ıslaklığını almak için kullanmaya başladım. Saçlarından gelen ferah kokuyu sanırım bir süre daha ciğerlerime çekmemde hiç bir sakınca yoktu.
Saçlarını iyice kuruladığıma emin olduktan sonra bir adım geri çekildim, aslında bu pek hoşuma gitmedi çünkü biraz daha saçlarının ferah iç açıcı kokusunu soluyabilirdim. Yine de geri çekilip kurumuş saçlarına gururla baktım, bu benim eserim di.
"Tamam mı saçlarım kurudu mu istediğin oldu mu?"
"Oldu canım böyle daha iyi." Canım kelimesini lafın gelişi kullanmıştım ama bu canım olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Galiba böyle kelimeleri Çınar'a karşı daha çok kullanmam gerekiyordu, yüzündeki ifadeden anladığım buydu.
"Hadi çıkalım canım." Bir kez daha canım demem üstüne tekrar bana baktı. Yüzünde ki canlı ışıltılar ile süslenmiş gülümseme sadece kullandığım bir kelime içindi.
"Gidelim." Elini bana uzattığında hızlıca parmaklarımı onunkiler ile kenetledim. Ellerimiz birbirine kenetliyken hissettiğim güven hissi dört bir yanımı sardı. İçimde ki tatlı his, yüzümde gülücük açmasına sebep oluyordu ve bundan çok hoşnuttum.
Park göründüğünde bizimkilerin çoktan çimlere kurulduğunu gördüm, aslında burası bizim için uygun bir alandı, park almasına rağmen fazla çocuk olmazdı. Çünkü burada fazla ev yoktu. Ada'nın benden önce geldiğini gördüm, çimlerin üzerine bir örtü seriyordu. Yanında ki piknik sepetini gördüğümden beri sabah yemek yemediğimi bundan dolayı oluşan karnımın açıldığından baska birşey düşünemiyordum.
Ama yine de Çınar'ın elini bırakmayı akıl edebildim. Elimi elinden usulca çektiğimde kaşları çatılı bana doğru dönen yüzü ile karşılaştım. Elini bırakmamdan memnun olmamıştı. Bende memnun değilim, fakat Ada bilmiyordu.
Çınar'ın gözlerinden akan cümle tam olarak elimi niye bıraktın? Cümlesiydi. "Ada bilmiyor ya" diyerek sorusuna kısmen cevap verdiğimde hala beni anlamış gibi değildi, daha doğrusu hala sebebime anlam veremiyor bunun için mi yani der gibi bakıyordu.
Sayesinde artık bakış uzmanı oldum.
"Galiba seninde bir an önce ilişkimizi Ada'ya açıklaman gerekiyor." Sakince söylediği sözlerinde gayet tabi haklıydı. Ama benim de kendime göre sebeplerim vardı. Yaklaştıkça görüş açım netleşti. Ege etrafıyla olan tüm bağlantısını kesip telefonuyla oyun oynuyordu. Okan ile Ada Piknik sepetinden çıkardıkları yiyecek içecekleri örtünün üzerine diziyordu.
Asaf ise son derece rahat bir biçimde gözleri kapalı çimlerin üzerine uzanmıştı, Ege ona her ne dediyse gözlerini bir anlığına açıp ona bir orta parmak çektikten sonra huzurla tekrar gözlerini kapattı.
Bizde yanlarına vardığımızda "Selaam" diye cıvıldıyan kişinin Çınar olduğunu söylemek isterdim, ama maalesef ortama neşeli bir giriş yapan bendim. Çınar sadece herkese hafif bir baş selamı vermişti. Hep diyorum zaten, çok neşeli bir insandır.
"Hoşgeldiniz." Benim gibi neşeli bir sesle bizi karşılayan best firiendim oldu. Hızla onun yanına oturduğum da karnım iyice kazınmaya başlamıştı. Çınar da bağdaş kurarak yavaşça yanıma oturdu. Ege de kafasını telefondan kaldırmış yanımıza gelip direkt poğaçalara saldırdığın da en az benim kadar aç olduğunu anlamış olmuştum. Ege direkt yemeğe daldığı için bende yanımda sevgilim olduğu için Ege kadar yabani olmasam da bir şeyler atıştırmaya başladım.
Asaf hunharca sanki hiç görmemişçesine yediğimiz atıştırmalıklar dan ve bizden uzak durmayı seçmiş, keyifle uzanıyordu. "Asaf sende gelsene." Diyerek ona seslenen Çınar'a karşılık Asaf bir kez Ege'nin yemek yeme şekline bakmış daha sonra kaşlarını kaldırarak sevgilimi reddetmişti. Ben poğaça yerken Çınar'ın benim için doldurduğu meyve suyumdan keyifle yudumluyordum.
Karnımın bir nebze olsun doyduğunu hissetiğimde geri çekilip bardağımda kalan meyve suyumu içmeye başlamıştım.
Çınar eline Ada'nın cips koymak için getirdiği büyük kaselerden birini alarak cips paketini açıp kasenin içine çok olmayacak şekilde cips koydu. Kenarına da bir iki tane poğaça ve börek koyuyordu.
Yaa canım sevgilim belki de benim karnımın duymadığını düşündüğü için bana yeniden bir tabak hazırlıyordu.
İçinde cips ve börek bulunan kaseyi bana doğru uzattığında tam elimi uzatıp alacaktım ki Çınar "Asaf al" diyene kadar. Arkamızda uzanan Asaf'a kaseyi uzatmıştı, bana değil.
Bana hazırladığını düşündüğüm tabağı Asaf'a hazırlamış. Asaf hafifçe doğrulup gülerek Çınar'ın elinde ki tabağı aldı. "Eyvallah" demişti tabağı alırken
Allah'ım Allah'ım resmen gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar.
Nasıl Asaf'a hazırlamıştı ya?? Ne demek Asaf'a hazırlamıştı? Kabul etmiyorum, bana hazırlamış olması gerekiyordu. Asaf kadar değerim yokmuş yemin ederim. Çınar ona bakakaldığımı fark ettiğinde "Bir şey mi oldu?" Diye sordu "Yok bir şey." Asabi sesimle saçlarımı savurarak önüme döndüğümde Çınar'ın hiçbir şey anlamadığına yüz de yüz emindim.
O gitsin anca Asaf'a tabak hazırlasın, ne anlar benim duygularımdan.
Dua ediyorum ki o tabağa elimi uzatıp kendimi rezil etmedim. Bir kez olsun rezil olmaktan kendimi kurtarabilmiştim. Ama uzun süre bana tabak hazırlamayıp Asaf'a tabak hazırlamasını aşamayacaktım.
Asaf'a dönüp baktığımda dirseğini çimlere yaslamış hafif doğrulmuş bir biçimde Çınar'ın bizzat onun için hazırladığı tabaktan cips yiyordu.
Ben artık bir şey demiyorum. Her şey açıkça ortada.
Örtünün etrafından kalktığımızda yavaşça eşyaları piknik sepetine koymaya başladık sadece cips ile kola açıkta kalmıştı. Cipsleri pay ederek tabaklara koyduk Asaf'ın zaten Çınar tarafından hazırlanmış bir tabağı olduğu için ona tabak hazırlamadım.
Bu olayı gerçekten çok uzun bir süre aşamayacağım.
Biz Çınar ile bir tabak aldığımız da sadece ben yiyordum, Çınar hemen hemen bir kez bile uzanmamıştı. Ege ile bir şeyler konuşuyordu, bu sırada Okan'ın ağzından çıkan kelimeleri hiç birimiz beklemiyorduk.
"Ben Ada ile sevgiliyim."1
Okan hop oğlum ne alaka şimdi "ben Ada ile sevgiliyim" demek güzel güzel oturuyoruz şurada.
Ege koçum bir kaç yumruk atmak serbest çok dağıtma çocuğun suratını şimdi. Djxkxmbxbfjfkf
Ege'nin tepkisini öğrenmek için biraz beklemeniz gerekiyor.
Görüşürüüüüüz.
Oy ve yorumu da hatırlatıp kaçıyorum 🤸🏻
Okur Yorumları | Yorum Ekle |