İyi okumalar diliyorum
Oy ve yorum destekleriniz beni mutlu ve motive eder 🍀
Beğenenler lütfen iki yorum yapıp oy verin beee
Okan ile yollarımız ayrıldığında öylece eve doğru yürümeye devam ettim. Karmaşık şişli anılar zihnime doluşmaya tekrar başladı, yanımda sevdiklerim varken sesleri susturmak kolaydı. Yalnız kalınca ise her şey daha zordu. Ne düşüneceğimi bilmiyorum, ya da tüm bu düşünceler ile nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. Bazen ne hissedeceğimi bile.
Bazı şeyleri aklımdan çıkarmam gerektiğini biliyorum. Kimseyi üzmemek için, kendimi hırpalamamak için, birilerine hayal kırıklığı olmamak için, akşam olan maça odaklanabilmek için.
Böyle zamanlarda tek istediğim zihnimde bir kara delik açıp her şeyi içine atmak. Ama bunu da yapamıyorum düşünceler zehirli sarmaşık gibi kendine hep bir yer buluyor.
Anılar silinmiyor, acılar eskimiyor, hayat sen düştüğünde senin için zamanı durdurmuyor. Yaralarım kapanmıyor, kanı durmuyor. Her hatırladığım da zihnimde dönen savunmasız her an da kulağımda çınlayan o seste benim yaram hep kendini yeniliyor.
Kafamı iki yana sallayarak kendimi silkeledim, zihnimden koşarak uzaklaşmak istedim. Kafamı içimdeki kan gölünden uzaklaştırıp başka bir noktaya götürmeye çalıştım.
Kendimi Okan'ın cümleleri üzerine yoğunlaştırdım. Konu beni tamamiyle ilgilendiren bir konu olmasa bile Okan benden yardım isteyeceğini söylemişti, elbette bu yüzden benim kafamda da bu konu hakkında fikirler oluşmuştu.
Okan'ın dediği gibi hislerini açıkça ifade edeceği bir plan doğrultusunda Ada'nın red cevabı vereceğini sanmıyorum. Ama bu işler benim sanıp sanmamam ile olacak işler değil. Çünkü benim ki sadece bir tahmin, fakat hisler tahminlerin oldukça ötesinde. Nasıl ki benim tahminim bir olasılık olabilecek milyonlarca olasılık vardı.
Benim bu olayın sonunda tek istediğim ise Okan'ın üzülmemesi. Hemde ne cevap alırsa alsın Ege ye ikizinden hoşlandığını söyleyecekti. Ada dan red alıp bir de Ege ona bozuk atarsa Okan hepten depresyon mooduna girerdi. Okan'a değer veren biri olarak bu hazin sonu yaşamasını istemiyorum.
Ege konusunda tereddütünü biraz olsun anlayabiliyorum. Sıcakkanlı, hepimize karşı şebeklik yapmaktan geri durmayan Ege bir o kadar da tepkilerine anlam verilemeyen biriydi. Okan'ı biraz tedirgin eden de buydu. Umuyorum ki korktuğu başına gelmez. Her şey umduğu gibi gider.
Sonunda tanıdık kapı gözüme iliştiğinde gözüme ilişen tek şey kapı değildi. Yaklaşıp kapıya vardığımda Feride abla ve Güneş de eve yeni gelmiş kapıyı açıyorlardı.
"Abla nerden geliyorsunuz?" Konuşmayı ben başlattım, her ne kadar içimde mahcup bir yanım olsa bile.
Feride abla bana tripli bir bakış atarak, hemen affedilmeyeceğimin sinyallerini verdi. Zira sözleri de bunu kanıtlar nitelikte oldu.
"Evden öyle koşar adım çıkmasaydın bilirdin" Tıpkı bakışları gibi kızgın ama gizleyememediği kırgınlığı ile konuştu. Cevabımı beklemedi, kapıyı açtığı gibi içeriye girdi.
Arkasından öylece bakıp, dikilmeye devam ettim. İstemiyorum ama her seferinde bir şekilde birileri bana kırılıyor. Elimde değil, yaşananlar elimde değil. Karanlık beni içine çekiyor yutuyor, yutuyor, yutuyor..
Annesinin arkasından öylece dalıp gittiğimi gören Güneş beni o dalgın halimden kurtarmak ister gibi bana bakıp "annem sana çok kışmış" dedi kelimeleri birleştirebildiği kadarıyla, tüm olan şeylere rağmen ona hafiften gülümsedim "Evet annen bana çok kızdı." Benim yüzümden der gibiydi sesim, suçumu kabullenircesine. Elimi Güneş'e doğru uzattığım da ona uzatılan eli memniyet içerisinde tuttu. İkimiz birlikte eve girdiğimiz de Güneş elimi bırakıp yukarıya çıktı.
Bense sessizce salona bakıp Feride abla'mın orada olup olmadığını kontrol ettim. Salon da değildi, büyük ihtimalle mutfaktaydı. Tahminim ile adımları mutfağa yönelttim. Kapı eşiğinden dolaba bir şeyler yerleştiren Feride ablamı gördüğümde usul adımlar ile yanına yaklaştım.
"Özür dilerim" Mahcuptu sesim, üzgündüm. Geçmişimdi beni üzen, geçmişimdi beni kıran, kanatan. Benim kırdığım ise beni kurtaranlardı. Kısık ama mahcup olan özrümü duyduğunda kafasını çevirerek bana baktı. "Senden özür dilemeni istemediğimi biliyorsun" dedi sitemli sitemli, evet benden özür beklemiyordu.
Ne Toprak abim ne de Feride ablam benden bir özür beklemiyordu. Bir şekilde hep beni anlamışlar, beni üzmemek için her yolu denemişlerdi. Beni anlıyorlar anlamasına ama hak veriyorlar mı? İşte orası tartışılır.
Feride ablamın sözlerine karşılık diyecek lafım yoktu. "Biliyorum." Kısık sesimle söylediğim kelimeyle başımı eğdim yüzüm yok der gibi.
"Çınar bak bana oğlum" yumuşaktı sesi bu defa kızgınlığını bir kenara koymuştu. Kafamı kaldırıp Feride ablamın dingin gözlerine baktım.
"Bakma bana şöyle ya bakma işte affedicem şimdi yoksa" diye isyankâr isyankâr konuştuğunda kırıklarına rağmen o kırıkları bana batırmamak için olan çabasına burukça gülümsedim. Fakat bundan sonra gelen cümleler sertti, tıpkı bir kaya kadar.
"Çınar ben seninle bu konuşmayı kaçıncı defa yapıyorum be oğlum. Yapma şunu kendine yapma işte. Bizi de çaresiz bırakıyorsun. Üzüldüğümü belli etmeyeceğiz diye çabalıyoruz. Toprak helak oldu arkandan, sen çıkıp gittin sen orada öyle yanıyorsun biz burada böyle yanıyoruz. Anlat demiyorum biz anlarız diyorum, yeter ki gitme."
Sözlerinin başlangıcı sakin gibi gözükse bile bu sakinliğin altında yorgun bir kırgınlık gizliydi. Gizli kırgınlığını saklamaya çalışarak ama saklayamayarak sözlerini noktaladı. Gözleri dolmuştu anlatırken, açıklamaya çalışırken. Konuşma boyunca çok kez yutkundu, kelimeleri seçmeye çalışarak bir çok kez durarak konuştu. Beni kırmak istemiyor çünkü.
Kollarını açtı daha sonra bana. Tıpkı annem gibi. O anne sıcaklığını çok kez kollarında aradığım kadın bir kez daha bana kollarını açtı. Bekletmedim onu, büyük adımlarım ile yanına giderek sarıldım. Etrafımı kaplayan şefkat belki de yıllardır hayatta kalmamı sağlayan şifaydı. Feride ablam benden kısaydı, sanki ben onun kollarının arasına girmemiştim de aslında o benim kollarımın arasına girmişti.
"Boyu da beni geçti eşek sıpası seni" dedi gülerek burnunu çekti daha sonra, gözleri dolmuştu belki de düşmüştü gözlerinden bir kaç yaş. Çok zaman avukat olarak bu duygusallığından nefret ettiğine dair dem vururdu. Güldüm bende bu hallerine.
"Bir daha arkamı dönüp gitmeyeceğim söz." Net cümlem, sevindirdi onu.
Dediğinde ikimiz eş zamanlı güldük. Varlıkları için bir kez daha şükür ettim, hala atlatamadığım bir çok şey var ama en azından yanımda sevdiklerim var. Henüz birbirimizden ayrılmamışken mutfağa giren Güneş bizi sarılırken gördü. Dudaklarını büzerek "Bana niye sayılmıyoysunuz" masumiyetle sorduğu soru daha sonrasın da tehditte dönüştü. Parmağını ileri geri sallayarak "Sizi babama söyleyeyim göyün siz" dediğinde tehdit eden hali bile bana sevimli geliyordu. Feride anlamdan ayrılarak sükünetle yanına adımladım.
"Kız cimcime sen bizi tehdit mi ediyorsun?" Tek dizimi yere yaslayarak onun boyuna eğildim. Gülerek burnuna minik bir fiske vurdum.
Güneş hemen başını annesine çevirerek "Anne teydit ne demek" diye sordu meraklı biçimde. Feride abla başını iki yana sallayarak "Bir şey demek değil kızım bir şey demek değil." Sanırım henüz minik kızına tehdit kelimesini nasıl açıklayacağını bilemedim Daha sonra bana bakarak
"Çınar aç mısın sen?" Diye sorduğunda ilk geldiğim an dan beri bu soruyu sormamak için ne kadar mücadele verdiğini anlamış oldum. "Yok abla aç değilim." Beni düşünmüş olmasına ufak bir tebessüm ile yanıt verdim. Aç değildim şu an, benden bu cevabı aldıktan sonra Güneşe döndü.
"Kızım akşam maça gideceğiz. Hadi banyoya gidelim bıcı bıcı yapalım"
Güneş banyo kelimesini duyduğunda ellerini yukarıya kaldırıp sevinçle "bıcı bıcı" dediğinde Feride abla ile ikisi yukarıya çıktılar. Salonda yalnız kaldığımda bende koltuğa geçip uzandım.
'Dört silahşör grubundan bir mesajınız var'
Egenin açtığı bir gruptu gruba girdim. İlk önce grup açar sonra yaptığı salaklıklar yüzünden herkes bir bir gruptan çıkardı. Bizimki yine yerinde durmaz yeni grup açardı. İşte bu grupta açtığı bilmem kaçıncı gruptu.
Diyorum işte bu çocuk salak attığı mesaja bak
Asaf:
Okan:
Okan:
Asaf:
Ege: Hele bir de yeni yıkanmışsa
Siz:
Okan:
Asaf:
Ege: Canım yorganım oh missss2
Okan:
Asaf:
Siz:
Ege: Nasıl kandınız la siz PUHAHAHAHAHAHAHA
Okan:
Ege:
Okan: Gerizekalı ya ama iyi oyuna getirdin
Asaf: mal falan ama kandırdı mı kandırdı
Ege:
Ege: 2
Ege gerçekten diyecek kelime bulamıyorum öyle bir insan. Komik eğlenceli ama harbi bir dosttu. Şaklabanlıkları şakaları onu ciddiyetsiz gösterebilir. Zaten ciddi bir insan değil ama gözü kara sinirlenirse yapar.
Kapının açıldığını duyduğumda yerimden doğruldum. Anahtarla eve giren kişi ancak Toprak abi olabilirdi. Tahminim doğru çıkmıştı, gelen Toprak abi idi. Onu gördüğümde koltuktan kalktım.
"Abi hoşgeldin." Diyebildim yüzleşmeye hazır bir şekilde.
"Hoşbuldum Çınar." Bana cevap verdikten sonra kısa bir es verdi. Hemen sonra
"İyi misin?" Diye soran da o oldu. Soruyu sorarken bile temkinle yaklaşması içimde bir yerleri ezik içinde bıraktı. Gözleri bir kez üzerimi taradı. Çok daha mahcuptum ona karşı her defasında ondan saklanmak istemiyordum. Ama onu üzmeyi de istemiyordum. Sıkışmışlık hissi beni baba bildiğim adamdan bile uzak kılıyordu.
"İyiyim abi merak etme." Dedim bir çok kırığın bir araya gelmesini andıran bir tebessümle. Daha fazla endişe etsin istemedim. Zaten her şeyi kendi içimde yaşama çabam bu yüzdendi ya.
"Ederim ben, merak ederim. İyi olmayınca söylüyor musun?" Sözler bir tokat oldu yüzüme çarptı. Yıllar sonra gelen bir sitemdi, Toprak abim'in bana hiç etmediği türden bir sitemdi. Karşımda ki adam benim sırdaşımdı, dert ortağımdı, hiç baba diyemediğim babamdı. Onu kırdığım gerçeği ile bir kez daha yüzleşirken boynum karşısında bükük kaldı. Fakat Toprak abim durmadı, kurşun gibi değdiği yeri delip geçen sözlerine devam etti.
"Çınar hiç bir şey dedim mi sana bu vakte kadar demedim, kendini saklamana müsaade ettim. Ama oğlum yeter artık kendine yapma bunu, sorun ben değil Feride değil senin kendine bunu yapman sorun."
Derin bir keder ile bitirdi sözlerini. Sözleri dik omuzlarımı eğdi, boynumu büktü. Sesinde ki koca ah benim içimde bin bir yaraya sebebiyet verdi. Kendi için değildi sitemi, ben üzülüyorum demiyordu. Kendine bunu yapma diyordu kendi kendini bitirme diyordu.
Kolay değildi. Evet söylemesi kolay olabilirdi, ama yapması değil. Her gün aynı kabuslar uyku sorunları, korkarak uyanmalar, aynı hatıralar bataklık gibi durmadan içine çekiliyorum battıkça batıyorum. Uzun bir süre psikolojik yardım da almıştım, ama ara vermek istedim sürekli ilaç almak istemiyordum. İlaç almakta beni tüketmeye başlamıştı.
Beni ilk evlat edindikleri zamandan beri seanslara gidiyordum. Uyku sorunlarıma karşı uyku ilacı hiç bir işe yaramıyor aksine daha kötü ediyordu. Kabuslarıma rağmen uyanamıyor kabusları ilacın etkisi geçene kadar tekrar tekrar yaşıyordum. Tedaviden de yorulmuştum. Galiba yaklaşık 6 aydır gitmiyorum. Toprak abim ve Feride ablam da saygı duydular. Eski cehhenem çukurundan çıkmış Çınar da değilim biliyorum.
"Özür dilerim abi." Onca söze karşılık benden çıkan söz yalnız kuru bir özürdü. Bir kere de kendimi anlatamadığım için düştü omuzlarım.
"Dileme Çınar dileme sen hala bizim senden bir özür beklemediğimizi anlamadın mı? Özürlük bir mesele yok. Bundan sonra kendinden kaçma, hele bizden hiç kaçma yeter bana tamam mı?"
Dediğinde öylece başımı salladım. Elimden geleni yapacaktım. Bunu yapabilirim demiyorum ama elimden geleni yapacağım.
"Tamam abi" dedim haksız olmanın verdiği kabullenmişlikle. Toprak abim içinde bulunduğumuz ağır havanın etkisinden beni çıkarmak ister gibi her şey düzelmişçesine konuşmaya başladı.
"Benden önce seninle Feride konuştu değil mi? Akıllanmışa benziyorsun."
Güldüm. Doğru benimle ilk konuşma şerefini Feride abla kapmıştı.
"Doğru ilk Feride abla konuştu benimle" dediğimde o da gülerek
"Belli ki Feride yine tüm avukatlık becerilerini kullanmış."
"Epey ikna edici olduğu doğrudur."
Dediğimde gülümsedi "Gel buraya" diyip kafamı tutup kendine çekip sarıldı.
"Bir daha öyle evden koşa koşa gitmek yok. Külahları değişiriz yoksa"
"Yapmam abi yapmam. Yaparsam harbiden külahları değişelim."
Yapmayacaktım, bir kere daha. Çünkü evden öylece çıkıp gitmem onları tahmin ettiğimden daha fazla üzmüştü. Evet üzüleceklerini biliyordum, ama bu kadar kırılacaklarını tahmin edememiştim. Ama tahmin edebilseydim yine gider miydim? Bilmiyorum o anki duygularım hislerim düşüncelerim hepsi karmakarışıktı.
Biz birbirimizden ayrılmışken Güneş saçları ıslak bir biçimde koşarak salona girdi. Neşeli kıkırtısı ile hemen yanımıza gelerek etrafında bir tur attı.
"Bakın bayyo yaptım bak bayyo yaptım." Diye etrafında dönmesi hem Toprak abimi hem de beni gülümsetti. Toprak abi;
"Hadi kızım tarak getir, saçlarını tarayalım" yumuşak şefkat dolu sesiyle söylediği cümle sonunda Güneş babasına cevap vermek yerine bana bakarak;
"Omaz abim tayayacak dimi abi?" Beklenti dolu gözleriyle bana baktığında kabul etmekten başka şansım kalmamıştı. Göz ucuyla Toprak abime baktım, dudaklarıma sinir bozucu bir gülümseme astım. Şu an yüzümde öyle sinir bozucu bir sırıtma vardı ki kendimi görsem benim bile sinirim bozulabilirdi.
"Abisinin bir tanesi, tabi tararım saçlarını zaten baban güzel tarayamaz." Nispet yaparcasına çıkan sesimle birlikte bir yandan da gözümün yanıyla Toprak abime baktım. Boynu biraz kızarmaya başlamıştı, nedenini pek anlamadım.
Yüzümde hala gülümsemem asılı iken "Hadi tarak al gel" dediğimde Güneş koşarak gitti. Güneş salondan çıktığında tekrar Toprak abime döndüm.
"Eee kızın tarafından tercih edilmemek nasıl bir duygu?" Alaylı, gevşek ve bir o kadar sinir bozan sesimin yanına tavrım eklendiğinde Toprak abimin cevabı kaçınılmaz oldu.
Olmuştu cevabı. Bu da beni oldukça eğlendiriyordu. Feride ablam ile Güneş birlikte salona girdiler. Güneş yanıma gelip koltuğa oturdu, ve bana sırtını dönerek saçlarını taramamı bekledi. Feride ablam Toprak abime bakarak
"Hayırdır, sinirin mi bozuk?" Diye sorduğunda kocasında olan her detayı ezberlemiş her halini anlayabilecek bir boyuta ulaşmış olması sanırım gerçek aşk oluyordu. Toprak abim den önce lafa ben girdim ve sırıtarak;
"Kıskanıyor abla kıskanıyor." Diyip çenemle saçlarını taradığım Güneş'i işaret ettiğimde Feride ablam gülmeye başladı, fakat dikkatimi çeken şey Feride ablamın güldüğü şeyin öznesi Toprak abim olmasına rağmen ona hayran hayran bakan yine Toprak abimdi. Karısı onunla dalga geçiyor, ama o hala karısının gülüşüne içi gider gibi bakıyor. Feride ablam gülüşünü sonlandırdığında Toprak abime bakarak;
"Hayatım niye abartıyorsun her zaman sen tarıyorsun, zaten bu sefer Çınar tarasın ne olacak?" Dedi cümlesinin alt metninde ise bu kadar abartılı tepki vermene gerek yok diyordu.
"Tamam bir kerelik Çınar tarasın" Sanki bana lütuf eder gibi söyleyişine güldüm.
Güneş "Abim çok güzey tayıyor hep o tayasın." Burada olan olayın hiç farkında olmayan minik kardeşim bu cümleyi kurduğunda ben kahkaha atmaya başladım. Feride ablam ise gülmemek için kendini zor tutuyordu. Toprak abi ise ihanette uğramış gibi bir yüz ifadesi takındı kahkahamın sebebi daha çok bu yüz ifadesiydi.
Toprak abi kendini koltuğa bırakarak "Kader de bu da varmış" dediğinde Feride ablam da onun yanına oturup "Bir de bayıl istiyorsan Feriha." Dedi
"Evet abi neden abartıyorsun ne var yani kızın saçımı tara diye senin değil benim yanıma geliyorsa? Ne var yani bundan sonra her zaman ama her zaman saçımı abim tarasın diyorsa ne var yani abartma."
Sinsi bir sınır bozuculuk ile söylediklerimi amacına hizmet etti. Toprak abi başını koltuğa yasladı. Çok dertliydi çok.
Sonra kafasını kaldırarak Feride ablama baktı ve "Feride şu oğluna bir şey de üstüme üstüme oynuyor." Dediğinde gülmek istesemde bu defa tuttum. Feride ablam;
"Aaa çocuk gibisiniz, bıhtım sizden bıhhtım" diye isyan ederken gözlerini Güneş'e çevirdiğin de anında şeker anne moduna geçti ve "gel kızım biz hazırlanalım." Bize sizinle ilgilenmiyorum bakışını attıktan sonra Güneş'i aldı ve yukarıya çıktı. Maç için hazırlamaya çıkmışlardı.
Gözlerim saatimi bukduğunda maça 2 saat kaldığını gördüm. Eren hoca 1,5 saat kala gelmemiz gerektiğini söylemişti. Benim de çıkmam gerekiyordu. Toprak abime
"Abi ben çıkıyorum. Siz de gelirsiniz." Dediğimde babacan tavrını kuşanarak gelip omzumu sıktı.
"Tamam sen çık. Bizde geliriz, bol şans diyeceğim ama gerek yok, güveniyorum size." İçtenlikle tebessüm ettim, bana bize bu denli güvenmesine.
Diyip evden çıkarken bizimkilere mesaj yazmayı da ihmal etmedim. 'evden çıktım gecikmeyin' yazdıktan sonra telefonu kapatıp cebime attım.
Kafamın içindr mutlaka kendine bir yer edinen yeşil gözlü kahve uzun saçlı kız yune kendini belli etti.
Zihnimde dönen soru ise şuydu "Ecrin maça gelir mi acaba?"
Niye gelsin? Dedi bir tarafım gelmesi için bir sebep yok. Ama keşke gelse dedi kalbim. Keşke gelmek için bir sebebi olsa ve i sebep ben olsam.
Bir gün Ecrin'in maçlara gelmesi için bir sebebi olur mu?
Beni sevmesi gibi bir sebebi olur mu?
Maybe..1
Her şey zihnimde olup biterken yetişmem gereken bir maç olduğunun da bilincinde hareket ediyordum. Anahtarı kontağa taktım, bu defa fazla yorulmamak adına arabamı almıştım. Araba alma hikayem ise tamamiyle kendi isteğim ile oluşmamıştı.
Toprak abim ile Feride ablamın zaten iksininde ayrı ayrı iyi maaşları vardı. Ev bütçesine herhangi bir katkı yapmama gerek yoktu ve yapmak istememe rağmen bunu reddedip paramı kendime harcamam söylenmişti. Aynı zamanda bana harçlık vermekten geri kalmayan ikili sayesinde bankada biriken para sonucu Toprak abim o paraya biraz ekleme yaparak araba almıştı.
Yine de bir bakıma iyi olmuştu, araba bazen oldukça işlerimi kolaylaştırıyor bana yardımcı oluyordu. Nakit paraya ihtiyaç olduğunda ise satarak paraya çevirebilme imkanına da sahiptim.
Bir süre sonra tesise vardım, arabadan inerek kilit tuşuna bastım. Tesise adım attığında oyalanmadan takımdan kimlerin geldiğine bir göz attım. Bir kaç kişi gelmişti bile, benim hemen arkamdan bizim tayfa da geldi. Galiba hepsi Okan'ın arabasında gelmişti. Okan'ın arabası değildi aslına bakılırsa Mehir'in ama o oxfarda gittiği için araba burada kalmıştı. Okan da arabaya çöktü demek doğruydu.
Üçü konuşarak yanıma geldi. Okan "Ne kadar zaman kaldı?" Diye sorduğunda bileğimdeki saate bakarak "Birazdan Eren hoca da gelir" dedim.
Tahminim ve zaman beni yanıltmadı. Eren hoca bizi bizi çok bekletmeden geldi. Neyse ki Eren hoca gelmeden tüm takım toplanmıştı, azar yemeden soyunma odasına geçtik.
Eren hoca gözlerini üzerimizde gezdirerek hepimizin soyunma odasında olduğuna kaanat getirdiğinde konuşmasına başladı.
"Biliyorsunuz, karşımızdaki takım ofansif oynayan bir takım. Bu da demek oluyor ki sürekli ceza sahamıza girerek bizi tehdit etmek isteyecekler. Defansif oynamamız demek onlara bu şansı vermiş olmamız demek. Biz defansta kalırsak sürekli üstümüze gelecekler, ne kadar iyi defans yaparsak yapalım sonunda bir hata yapacağız ve golü bulacaklar. Onlar harekete geçmeden biz harekete geçmeliyiz. Ayrıca çabuk demoralize olan oyunculara sahipler, eğer ilk golü biz bulursak oyun kapasiteleri düşer."
Eren hoca kısa bir es verdiğin de eksik söylediği şeyler olduğunun farkında olduğum için oturduğum sandalyeden ayaklandım. Hocanın yanında olduğu tahtanın yanına ben geçtim. "Hocam rakibimiz adam adama markaj taktiği uyguluyor, ve oyun planları genel olarak bunun üzerine. Bu da demek oluyor ki bir süre sonra ister istemez yorulacaklar. Tahmini 75 dakika sularında oyundan düşmeye başlarlar, şu an önemli oyuncuları sakat ve fazla değişiklik yapamazlar. Bu lehimize onlar oyundan düştüğünde bizim daha fazla koşup gol atabilecek alan yaratmamız lazım." Kelimeleri anlaşılabilir düzeyde tutup kendimi net şekilde ifade ettiğimde sözlerimi doğrulaması için Eren hocaya baktım.
"Rol çalma ,otur sıfır" dediğinde sözlerinin aksine yüzünde ki ufak tebessüm benim için gurur nişanesiydi. Bende gülerek yerime geçtim.
Eren hoca tekrar "Rakip takım giriş yaptı. Hazırlanın ilk ısınma, sonra da maç başlayacak. Dediklerimi aklınızdan çıkarmayın, sahaya çıkın o maçı alın."
Son noktayı koyduğunu belirtmek ister gibi soyunma odasından çıktı. Herkes oturduğu sandalyeler den hızla ayaklanıp hızlı bir şekilde üzerini değiştirdi. Isınma için rakip takım ile sahaya çıktık. Yaklaşık bir 10-15 dakika ısınma daha sonra tekrar forma değiştirip sahaya çıkıp maçı başlatacaktık.
Sahaya adımımı attığım an, ayaklarım toprağa değil sanki kalbimin ritmine basıyordu. İçimde bir uğultu vardı, maçın heyecanı mı, yoksa başka bir şey mi, kestiremiyordum. Tam o anda, gözüm istemsizce tribünlere kaydı. Kalabalığın arasında tanıdık silüetler… Çekirdek ailem. Feride ablamın gözlerindeki endişeyle karışık şefkat, Toprak abimin dik duruşunda saklı gurur ve kardeşimin bana özgü hayran bakışları... Hepsi omuzlarıma görünmez bir zırh gibi oturdu, duruşum bir anda değişti. Dimdik oldum. Sanki dünya benimle birlikte nefes alıyor, benimle birlikte yürüyor gibiydi.
Ama… sonra bir şey oldu. Daha doğrusu biri.
Tribünlerin sağ köşesinde bir yıldız gibi parlayan bir yüz… Ecrin. Benim tribün güzelim. Oradaydı. Gözlerim ona kilitlendiği an dünya bir anlığına sustu. Her şey flu, o netti. Renklerin dans ettiği kalabalığın içinde sadece o sabitti. Ve Güneş bizim minik Güneş onun omzundaydı. Güneşi omzuna almıştı, hem gerçek anlamda hem mecaz… Işık taşıyordu Ecrin, bana doğru.
Gülümseyişimi durduramadım. Yüzümde kocaman bir tebessüm açtı, çiçek gibi… Utandım belki, ama gururlu bir utanmaydı bu. Başımı eğdim ama gülümsemem taşkındı, saklanacak gibi değildi.
Ege yanıma gelip kolunu omzuma attığında bile hâlâ o anın içindeydim.
“Ooo Çınar Bey, pek mutlusunuz,” dedi sırıtarak. Anlamıştı tabii, ondan kaçmazdı.
Tekrar başımı kaldırdım, yeniden onlara baktım. Bu kez Ecrin ve Güneş birlikte bana el salladılar. Bir tablo gibilerdi. Renkleri ruhuma işliyordu.
Ben de el salladım. İçimdeki sevinç öylesine yoğunlaştı ki, sanki bir an komaya girecekmişim gibi hissettim ama bu mutluluğun komasıydı. O kadar güzeldi ki... Gelmişti. Oradaydı. Ve birlikte bana bakıyorlardı.
Fakat mucize gibi yaşanan bir kaç dakika son buldu.
Isınma süresi bittiği zaman tekrar soyunma odalarına yöneldik. Fakat hala sevincim içimden taşıyor, bana ayrı bir özgüven aşılıyordu. Forma değişimi yapıldı. Ve sahaya çıktık, çimlere ayak bastığım an içimde çağlayan enerjiyi futbol oynayarak atmak için saniyeleri saymaya başladım. İstiklâl marşını okuduk ilk önce marş bittiğinde hakem geldi. Yazı tura attı, şans onlardan yanaydı. Topu seçtiler ve oyunu onlar başlattı.
...
Çantamı usulca yanı başıma bırakarak, tribünün basamaklarına oturdum. Güneş, sahanın üzerinden çekilirken gölgeler uzuyordu; tam o sırada hakemin düdüğü sahayı bölen yankısıyla çaldı. Maç başlamıştı. Bugün ben de tribündeydim. Çünkü sahada biri vardı: ikizim. Etle tırnak gibiyiz biz. Onun mücadelesi, benim kalp atışım. Burada olmak görevden öte bir sadakat, bir bağlılık meselesi.
Ve hayır, asla Okan için gelmedim.
Sadece ve sadece ikizim için buradaydım. Aksini iddia eden, kendi gönül oyununa yenik düşer.
Gözlerim oyunu tarıyordu; oyuncuların adımları, topun sekmeleri, tribünden yükselen coşkulu sesler... Dakika 27 olmuştu. Rakip, bizim ceza sahasında fırsat ararken, bizim çocuklar duvar gibi set çekmişti önlerine.
Ama ben bir şey fark ettim... ya da bana mı öyle geldi?
Okan… bugün çok mu iyi oynuyordu?
Evet, iç sesim hemen devredeydi. Ama ne var? Gerçek bu. Okan oynuyor işte, hem de iyi. Top ayağına geldiğinde kalbim bir an duraklıyor. Ama o da ne? Rakip bizim kaleye fazla mı yaklaştı? Gözlerimle sahayı süzerken, endişe içime bir kıymık gibi saplandı.
Tam o anda Ecrin'e döndüm, çocuksu bir hevesle fısıldadım:
"Maçtan çıkalım. Bir dedikodu bulmuşum, olayss… yok böyle bir şey."
Ecrin güldü. Gözlerinde beni ele veren bir bakışla, "Ne acaba bu olayss dedikodu?" dedi.
Dedikodu yapmayı ne kadar sevdiğimi hiç söyledim mi? Alacaksın eline çekirdeği, yanında buz gibi kola tercihen siyah, esmerlere selam şaka tabii. Ama işin aslı şu: Ne esmer, ne sarışın... Okan'da gönlüm. Hem sevgilim olacak hem de dedikodu arkadaşım. Her şeyi ama her şeyi onunla paylaşacağım.
Şşt şşt... evet, zihnimde Okan'la sevgiliyiz. O beni dinliyor, gözlerini üzerime kilitliyor. Her lafımda biraz daha büyüleniyor.
Ama diyorsunuz ki, Okan bunların farkında mı?
Yok canım, daha değil. Ama olur. Ufak detaylara takılmayın. Büyük resmi görün. Bunları da ben mi öğreteyim size?
Tam Ecrin’le maça dalmışken, bir kıpırtı oldu yanımda. Bir kız geldi; daha doğrusu Ecrin’le birlikte yanımıza geldi. Gözüm kaydı…
İri kahverengi gözler, bakımlı, parlak saçlar… kahverengi ve gür… Sade ama etkileyici bir güzellik. Bu kızı tanımıyorum. Ama bu zarif duruş, kendine güvenli bakış beni bir anlığına susturdu. Konuşmasını bekledim.
"Merhaba, ben Okan'ın ablası Mehir," dedi.
Zaman dondu. İçimdeki senaryolar tuzla buz oldu. Biz sevgili olacaktık, beni evlerine götürecekti. Annesiyle babasıyla tanışacaktım. Mehir ise bana sarılacaktı belki.
Ama şimdi? Mehir karşımda durmuş, beni tanımayan ama adımı bilen haliyle, tüm kurduğum hayali yerle bir etmişti.
Ecrin hafif bir sırıtmayla ayağa kalktı.
"Ben de Ecrin, memnun oldum," dedi, Mehir’in elini sıkarak. Ben de hemen toparlandım, tüm şokumu kenara itip ayağa kalktım.
"Merhaba, ben de Ada. Tanıştığıma memnun oldum."
Mehir otuz iki dişiyle gülümsedi.
"Ben de memnun oldum Ada. Senin ismini epey duydum."
İsmimi duymuş... Okan bahsetmiş olabilir mi? Kalbim bir an kuş gibi çırpındı. Soracaktım tam, "Kimden duydun?" diye… ama o anda annesi seslendi.
Mehir yanımızdan ayrıldı. Hem de tam şimdi. Zamanlamaya bak.
Alamadığım cevaplar, soramadığım sorular ile kalakaldığım için düşen omuzlarım ile maça tekrar döndüğümde burada gördüğüm manzara da beni hayal kırıklığına uğrattı.
"Top Mert'in ayağında pasını Salih'e yolluyor ve SALİİİİH GOOOOL!"
Spikerin yankılı sesi stada duyulduğun da moraller bozuldu. Rakip takım sevinmeye başlarken bizimkilerin yüzleri asılmıştı.
Hadi be ama bizim çocukların bir suçu yoktu. Herhangi bir hatadan dolayı golü bulmamışlardı. Karşı takım iyiydi, iyi oynayıp golü atmışlardı.
Yanımda oturan Ecrin'in şak diye dizine vurması beklenmedik olduğu için irkildimm "Ah be ah ilk golü biz atmalıydık." Verdiği tepkinin abartısı yüzünden şok içinde ona bakmam pek umrunda olmadı ama yine de kankam haklı. İlk golü bizim atmamız psikolajik üstünlük getirirdi.
Anladık en psikolog sensin. En psikoloji okuyan da sensin.
İç sesim bana karşı olan düşman tutumunu her fırsatta olduğu gibi bir kez daha gösterdi. Fakat şuan onunla uğraşmak yerine izlemem ve destek vermem gereken bir maç vardı.
İçimde bir yerde gol yemiş olmamızın yasını tutuyordum hala, zira benim hayalim böyle değildi. 5-0 falan kazanmamız gerekiyordu. Ya şimdi en iyi ihtimalle 5-1 olacaktı şaka gibi.. bu iş böyle gitmez. Bu takımla bir konuşma yapmak lazım.
Onlar 32. Dakikada golü bulmuştu. Şimdi ise 42. Dakikayı oynuyoruz 10 dakika geçti bile. Zaman su gibi akıp gidiyordu ama aleyhimize bir an önce gol bulamazsak devre arasına yenik durumda girecektik.
Hadi bir gol bir gol atın şu devre arasına yenik girmeyelim hadi koçlar. Kendi içimde sahadakilere sesleniyor olmam ne kadar işe yarıyor bilmiyorum, ama kendime engel olamıyorum da.
Mehir de bu sürede yanımıza gelmişti. "Ecrin sen ne okuyorsun?" Diye sorduğunda Ecrin fizyoterapist olmak için staj görmesinden memnun olduğunu belli edecek bir gülümseme ile Mehir'e dönerek "Fizyoterapist olmak istiyorum. Şimdi de tesiste bir aile dostumuzun yanında staj görüyorum." Mehir başını sallayarak onu onayladı, asıl merak ettiği benmişim gibi bu defa bana sordu. "Peki sen ne okuyorsun?" Diye sorduğunda göğsümü kabarttım. Sonuçta asla aşağıdan alamazdım, Hacettepe kazanana kadar canım çıktı.
"Hacettepe psikoloji okuyorum." Dedim havalı havalı, tabi havalı olacaktım. Sanki herkes Hacettepe mi kazanıyor? Mehir içtenlikle bana baktı.
"Aa ne güzel bende Oxford üniversitesinde psikolaji okuyorum. Meslektaş olacağız demek."
Doğru duyduk değil mi? Oxford dedi? Oxford?
Bir de aklım sıra zekamla etkileyeceğim. Kız Oxford kazanmış, Oxford bu boru mu?
"Ne güzel. Meslektaş olacağız kaçıncı sınıfsın?" Hiç bozuntuya vermeden şaşkınkığımı kendime saklayarak sorumu sormuştum.
"Son Sınıfım mezun olacağım artık." Kendinden son derece emin olması gayet başarılı bir öğrenci hayatı olduğunu kanıtlar nitelikte. Demek son sınıf ben henüz ikinci sınıfım.
"Aramızda 3 yaş var o zaman, abla mı diyim Mehir mi diyim?" Saygı önemliydi, hele sevdiğim çocuğun ablası ise karşımdaki saygı daha çok önemliydi.
"Abla falan duymamış olayım. 3 yaşcıktan ne olacak Mehir de sen"1
Dediğinde küçük bir kıkırtı firar etti dudaklarımdan Ecrinle ikimizde gülümseyerek onu onayladık. Odağımız maça kaydığında maçı dikkatle takip etmeye kaldığımız yerden devam ettik.
Maça tam konsantre olmadığımız anlarda fazla birşey kaybetmiş gibi gözükmüyorduk. Fakat şuan da bakmıyor olsaydık birşeyler kaybetmiş olabilirdik zira pozisyona girdiler.
Top Okan'ın ayağında topla ne güzel oynuyor ya, bu çocuğu boşa sevmedim ağa ben. Okan pası Asaf'a doğru atıyor, Asaf atağı süredürebilmek adına depar atarak koşmaya başladı. Kale önü topu Çınar'a gönderiyor, hızlıca kafasından tüm ihtimalleri geçiren Çınar şutunu çekiyor.
Top direğe çarpıp dışarı çıkıyor.
Yanımda yeni yeniden isyan eden Ecrin di "Hadi ya o gol kaçar mıydı? Çok da güzel vurdu." Sanırım bir süre de kaçan gol için üzülecekti.
"Evet bayağı da güzel vurdu, şimdi o top birkaç santim içeri girseydi. Haftanın golü olabilirdi belki de dar açıdan vurdu." Bu tespiti yapan kişi ise gözlerini maçtan bir an olsun ayırmayan Mehirdi.
Ecrin yanım da hala kaçan gole üzülüyordu. Ne yapalım ilk yarı olmazsa ikinci yarı atardık gol. İlk yarı atmanın önemi içeriye yenik durumda girmemekti.
Henüz atağımız yeni bitmişken, rakibin soluklanmasına izin vermek istemeyen takım belki de bakışlarla sözsüz bir anlaşma imzalayarak hızla harekete geçti.
"Fenerbahçe atağa geçiyor evet top Sefa'nın ayağında sürüyor topu ilk çalımı ogün'e atıyor. Ve top hala Sefa'nın ayağında. Sefa bir aralık buldu ve topuk pası ile topu Okan'a bırakıyor"
Spikerin sesi yankı bulurken tribünde oturan herkes hareketlendi, tezahürat sesleri birbirine karışırken benim gözüm tek bir kişide takılı kalmıştı.
Okan ceza sahasının dışından şut çekmeye mi hazırlanıyor bana mı öyle geliyor?
Top, Okan’ın ayağında. Gözlerimiz ona kilitli, nefesler tutulmuş. O, ceza sahasının dışından topa öyle bir vuruyor ki zaman bir anlığına ağırlaşıyor sanki. Derin bir sessizlik... ve sonra...
Uzak köşeye süzülen o top ağlarla buluşurken, tribünleri yırtarcasına bir çığlık yükseliyor.
Bedenim, sanki ruhumun emri olmadan yerinden fırladı. Ayaktaydım. Kalbim göğsümden dışarı çıkacak gibi çarpıyor; adrenalin damarlarımda coşmuş, sevinçle sarmaş dolaş. Karnımda kelebekler değil, sanki kuşlar dönüyor özgürce. Dizlerim titriyor ama düşmüyorum. Bu, sadece bir gol değil. Bu, bir işaret.
Okan, genelde böyle gollerle anılmaz. Ama işte attı! Hem de ne gol!
İşte bu, işte senden beklenen buydu.
Mehir hemen ayağa fırlıyor, bir ıslık çalıyor ki tribün yankılanıyor.
“İşte bu! Aferin sana, kimin kardeşi be!” diye bağırıyor gülerek.
Ama o sırada bir şey oluyor. Beklenmedik, küçük ama dünya değiştiren bir şey.
Gözleri, o koyu kahve gözler... benim mavi irislerimle buluşuyor. Ama bu sıradan bir bakış değil. Gözler çarpışıyor, sanki kalpler de o çarpışmanın yankısıyla titreşiyor. İçimdeki kalp, onu susturmamı istercesine çırpınıyor.
Yüzünde tanıdık bir ifade: kendinden emin, güvenli, ama içten bir gülümseme. O gülümsemenin ardından gelen göz kırpışı… İşte o an dünya, tüm döngüsünü birkaç saniyeliğine unuttu. Tribün sessizliğe büründü, zaman kendini inkâr etti. Sadece o an vardı. Okan ve ben. Gözlerimiz, dilden daha fazlasını söyledi.
Ve sonra gerçeklik geri döndü: takım arkadaşları sevinçle üzerine atladı, onu alkışlarla sarıp sarmaladı. Büyü dağıldı.
Heyecanımı bastırmaya çalışırken, Ecrin yanıma sokuldu.
“Ada, Okan’ı gördün mü? Sana göz kırptı, fark ettin mi?” dedi gülümseyerek.
“Ecrin, sende mi gördün? Bayılacağım şimdi! Bir göz kırpışıyla beni mahvediyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi sahada oyuna devam ediyor. Bu resmen haksızlık!”
Ecrin omzunu silkti, ama gözleri umutla parlıyordu.
“Göz kırptıysa, bir şeyler olacak. Ama hadi, fazla da hayallere kapılma şimdi. Bekleyip görelim.”
Onlar da kendi coşkularını yaşıyordu. Takım tribünün dibine kadar yaklaşmıştı. Ege’nin Okan’ın üstüne atladığını görüyordum; yalnız değildi, tüm takım Okan’a sarılmıştı. İçimden geçirdim:
Yavaş olun çocuklar, bana lazım o.
İçimde bir yangın vardı. O bir göz kırpışıyla içimi yerle bir etmişti, ama sahada sarsılmaz bir kararlılıkla oynuyordu. Bu ne haksız bir dengeydi!
Lanet olsun içimdeki Okan sevgisine.
İlk yarı sona erdi. Skor: 1-1. Ama bana sorarsan, asıl skor Okan’ın o büyülü anla kalbime attığı goldü.
İlk yarının bitiş düdüğüyle birlikte sahaya bir sessizlik çöktü. Tüm takım, ciğerlerimizden yükselen buharla birlikte soyunma odasına yöneldik. Okan’ın o klas golüyle beraberliği yakalamıştık. Ama bu eşitlik bize yetmezdi.
Bir anlığına aklıma ilk yarıda kaçırdığım pozisyon geldi. O dar açıdan golü çıkarabilirdim, ama çıkaramadım işte. İçimde hafif bir burukluk bıraktı.
Soyunma odasına adım atar atmaz Eren Hoca’nın sert ama toparlayıcı sesi yankılandı.
“Eşittiz ama eşitlik bize yetmez! Okan’ın golü kilidi kırdı ama kapıyı açmak sizin elinizde!”
Söyledikleri yankılandı kulaklarımda. Hoca sadece strateji vermiyor, ruhumuzu da sahaya sürüyordu.
“Onlar soyunma odasına moralleri bozuk girdi. Sahaya çıktıklarında hala o golün şokunu üzerlerinden atamamış olacaklar. Bu sizin fırsatınız. Ama herkes hücum etmesin. Dengeli oynayın. Top kaybı bizi felakete sürükler.”
Bir ordu gibi tek ses olduk: “Anlaşıldı!”
Sahaya yeniden adım attığımız da içimizde büyüyen galibiyet isteği ile hırslı başladık. Ama maç, hocanın düşündüğü gibi kolay gitmiyordu. Dakikalar geçiyor, rakip üzerimize dalga dalga geliyordu. 75. dakikaya kadar gol sesi çıkmadı. Ayaklarından top almak, bir tablodan boya kazımak gibiydi. Zordu.
Kalemize çektikleri son şut ve kalecimiz Ertuğrul’un o kurtarışı... işte o an bir kıvılcım çaktı.
Tek bir bakış ile topu istediğimi anlayan Ertuğrul'um nokta atışı ile top doğrudan bana geldi. Göğsümde yumuşattım, ayaklarımda kontrol ettim. Hemen karşımda biri vardı, markajdaydım. Ama bu benim bildiğim dans, bu benim ezberim.
Sağa pas verecekmişim gibi kandırdım, rakip yön değiştirdiğinde ben çoktan sol ayağımda topu sürmeye başlamıştım. İki ayağını kullanan bir oyuncu olmak, bazen sahada tanrının elini sırtında hissettirmek gibiydi.
Fakat şuan dikkatimi ayağımda sürdüğüm top dan başka hiç bir şeye veremezdim. Topu Sefa’ya aktardım, hızla ileri fırladım. Sefa dan sonra Asaf'a geçen top onun hızlı koşusu ceza sahası sınırına gelmişti bile. Asaf beni görür görmez mükemmel bir ara pas attı. Gözümün önünde kaleci, arkamda sesler... ve ben...
Topla birlikte geleceğe vurdum, ve top ağları bir şiir gibi yalayıp geçti.
GOOL!
Tribün inledi, yer gök titredi.
Arkama döndüm, parmağımla Asaf’ı işaret ettim. Bu gol benim adımaydı ama yarısı değil, yarısından fazlası onundu.
Gülümsedi, tıpkı benim gibi parmağı ile beni gösterdi. Sarıldık. Ardından Okan, Ege, diğerleri... bir yumak olduk.
Golün sevinci, bazen sadece sayı değil, birliğin ifadesiydi.
Rakip birkaç kez yüklense de, biz her saldırıyı söndürdük.
Rakiplerle tokalaştık, centilmenliğe büründük. Abartılı bir sevinç yapmadık, onların hüznüne saygı duyarak gerektiği gibi davrandık. Rakip takım soyunma odasına girdiğinde Ege kendini yere bıraktı:
“Sen bir de bana sor, iki maç üst üste oynadım sanki!”
Ayakta kalan bir ben bir de Asaf vardım. Diğerleri çoktan soyunma odasına girmişken biz hala sahaydaydık. Asaf Okan’a doğru baş parmağını kaldırarak beğeni işareti yaptı.
“Golün müthişti be, harikaydı.”
Gülerek Okan’ın omzuna vurdum:
“Cidden helaldi o gol. Aferin lan sana.”
“Biz de sana yetişmeye çalışıyoruz, kaptan.” dediğinde, gülümsedim. Takım olmuştuk. Gerçek bir takım, gerçek bir kardeşlik.
Soyunma odasına gittik, gülüşmeler, şakalaşmalar... Eren Hoca herkesi tek tek tebrik etti. Eğer kazanmasaydık, o tok ses azarları çoktan ortalığı inletirdi. Neyse ki, gürültü değil zafer vardı bu kez.
Kendi içinde minik kutlama sonrası üstümüzü değiştirip tribünlere gittik. Herkes oradaydı. Güneş beni görünce bir yıldız gibi üzerime doğdu. Koşarak geldi, çocuksu sevincine katıldım bende onu kucağıma aldım.
“Abi gol attın gol!” diye boynuma sarıldığında kalbim bir çocuğun gülüşü kadar temiz atıyordu.
“Senin için attım biliyor musun?”
“Benim işin mi?” şaşkınlık dolu sesi, peltek dili büyüyen gözleri ile onu gören herkesi sevimliliği ile hayrette düşünüyordu.
“Tabii ki senin için minik. Başka kimin için olacak?”
Tamam... belki o gol, tamamı olmasa da büyük kısmı...
Kahve saçları, yeşil çipil gözleri ve yüzüne serpiştirilmiş yıldızlar gibi çilleri olan bir kıza hediye edilebilir.
Güneş sevinçle Toprak Abiye koştu. “Baba duyyun mu? Abim golü benim işin atmış.”
Toprak abi bana göz kırptı. “Duydum kızım, duymaz olur muyum?”
Sonra Mehir’i seçti gözlerim. “Ooo kaçak, sen de mi buradasın?” dedim gülen sesimle
Sarıldık. Özlemişim. İnsan ablasını özlerdi.
“Nasıl sürpriz yaptım ama!” heyecanlı sesi adeta çok güzel bir sürpriz yaptım diye bağırıyordu. Bilmediği şey ise benim zaten haberimin oluşuydu.
“Sürpriz mi? Benim haberim vardı.” işte şimdi yüzünde şaşkınlık doğmuştu.
“Nereden?” Şüpheli sesi kısık gözleri ile dedektif gibi davranmaya başlamıştı.
“Okan söyledi.” Lafı dolandırmadan söylemiştim.
Sesimi duyan Okan’ın kafası koltuğa düştü. Bayıldı sandım. Ama bayılma değil, teslimiyet anıydı.
“OKAN!” Tribün koltuklarını inleten Mehir'in sesi ile Okan bayıldığı gibi ayıldı.
“Efendim ablacım...” yutkundu bir kere korku doluydu gözleri.
Mehir’in gözleri parladı. “Eve gidelim. Sana efendini göstereceğim.”
“Şey... ben gelmesem olur mu?” Soru cümlesi değildi de daha çok kaçış cümlesi gibiydi. Fakat işe yaramadı.
“Olur mu öyle şey canım kardeşim.”
Şirince bir gülümseme... ölüm fermanı gibi. Ve işte...
Kalbimin metronomu ona göre çalışıyor. Maçtan önce geldiğinde gülümsemekten yanaklarım ağrımıştı. Şimdi bana doğru yürüyordu. Göz göze geldik. Dünya yeniden yavaşladı.
“Tebrik ederim. Güzel oynadınız. Gol de harikaydı.” Yumuşak ses tınısı, yüzünde har daim var olan içten tebessümü bir kez daha aklımı başımdan aldı.
Ondan gelen her kelime, içimde yankılanıyor. Önemli olan ne dediği değil, kim olduğuydu.
“Bak ne diyeceğim.” aklına bir şey gelmiş gibi konuya dalmış olması beni de heyecanlandırdı.
“İddia için ne isteyeceğimi buldum.”
“Barbie filmini sevmemişsin diye duydum. Mantıksız bulmuşsun. İki bilet alacaksın, o filme benimle gideceksin. İzlediğinden emin olmak için yüz ifadelerini yakından takip edeceğim.”
Çınar Barbie filmini hiç sevmiyormus mantıksız bulmuş, ah hep Feride'nin işleri bunlar. 😌
Diğer bölümde görüşürüz 😇
Okur Yorumları | Yorum Ekle |