1. Bölüm

Başlangıç

Yazan bir kız ;)
1907_busra

 

 

 

 

 

Ey cemaati Müslim öncelikle okuyun şu kitabı ya, sonralıkla benim aile evinde bu kitabı ne zorluklarla yazdığımı biliyor musunuz? Abim görüp ömür boyu dalga geçmesin diye köşede kenarda annem instadan birini bulduğumu düşünmesin diye saklı yazıyorum bu kitabı neyse heyacan katiyor iyi tarafından bakalım.

 

Sözün özü iki oy verip yorum yapsanız fena olmaz hani

 

İyi, kötü yorum yapın okuyun yani yorumlara açığım.

 

Beklentiyi düşürün öyle okuyun

 

İlk bölümde bırakmayın mutlaka seveceğiniz bir kitap olacak güvenin bana🩷🎀 (✨şüpheli✨)

 

 

Keyifli okumalar🍀;))

 

 

ÇINAR GÖKSOY3

Takımın yanından yavaşça uzaklaştım. Adımlarım sert ama dengesizdi; toprağın ve terin karıştığı o tanıdık kokuyu her soluyuşumda içimdeki yorgunluk biraz daha belirginleşiyordu. Su şişelerinin dizili olduğu masaya yaklaşırken nefesim göğsüme hapsolmuş gibiydi. Bugün Eren hoca yoktu ve takımın bütün yükü omuzlarımdaydı. Omuzlarım, ayaklarım, hatta bakışlarım bile yorgundu.2

Normalde antrenman günü değildi ama içimiz rahat etmedi. Kendimize kıyamadık, gevşeyemedik. Ayağımızdaki çim ayakkabıları bile, sanki bizi olduğumuz yerde tutmak ister gibi yere daha sıkı bastırıyordu. Suya uzandım, bir nefeste yarısını içtim. Sadece susuzluğum değil, zihnim de biraz olsun dinlendi sanki.

Tam o sırada sahayı delen bir ses yankılandı:

“YETEEEER! BİTTİM BEN!”1

Okan kendini yere attı. Ardından Ege, hiç düşünmeden o karara katıldı. Çimlerin üstüne yayıldı. Onları gören birkaç takım arkadaşı daha aynı şekilde pes etti. Çimenler bedenlerle dolmuş, sahanın içi bir savaş alanını andırmıştı. Yorgunluktan devrilenler, sessiz bir zaferin mağlubu gibiydi.2

Ayakta kalan birkaç kişiden biriydim. Kafamı çevirip Asaf’a baktım. Gözlerini yavaşça açıp kapattı; bu, “Haklılar,” demenin sessiz bir yoluydu. O an anladım: Kimsenin gücü kalmamıştı.2

Bugün kaptan bendim. Sorumluluk omzumda değil, bütün hücrelerimdeydi. Asaf, sadece yakın arkadaşım değil, aynı zamanda yedek kaptanımdı. Fikrini almadan geçemezdim. Dahası, hâlâ ayakta oluşu, gerçekten yorulup yorulmadığını merak ettiriyordu.1

Ama onun da bakışları ağırlaşmıştı. Yorulmuştu. O an karar verdim.

“Tamam, bu kadar. Bitiriyoruz. Görüşürüz sonra.”1

Ayakta kalanlar da bir bir kendini yere bıraktı. Sahada sessizlik hakimdi artık. Onlara son bir kez baktım, sonra arkamı dönüp soyunma odasına doğru yürümeye başladım. Ayaklarım her adımda biraz daha ağırlaşıyordu ama kafam, sahanın tozunda kalmıştı.2

Soyunma odasına doğru yürürken, adımlarımın sesi kafamdaki düşüncelerle yarışıyordu. Terim hâlâ damlıyordu ama içimdeki asıl sıcaklık anılardan geliyordu.

Asaf’ı yakın arkadaşım olarak anlatmak yetersiz kalırdı. O, bana "sen bende farklısın" dediğinde, aslında benim de kendimde bulamadığım bir tarafımı anlatıyordu. İstanbul’a ilk geldiğinde yalnızlıkla boğuşuyordu. Kalabalık bir şehirde bir başına kalmıştı, ama biz ona yalnız olmadığını hissettirdik. Bu yüzden bizim dostluğumuz sadece arkadaşlık değil, dayanışmaydı.1

Ege ise başka bir hikâyeydi. Lisenin en çalkantılı döneminde karşıma çıkmıştı. O zamanlar kimseye güvenemiyordum. Güvenmek, sırtını bir uçuruma yaslamak gibiydi. Ama Ege, o uçurumun kıyısında bana elini uzattı. Beni çekmedi, benimle oturdu orada. Konuşmadan anlaştığımız zamanlar oldu. Belki de bu yüzden, onun dostluğu başka bir yerde durur.2

Ve Okan… En eskisi. On bir yaşımdayken girdi hayatıma. Aslında kuzenim sayılır. Aile bağları, arkadaşlıktan daha sağlam temeller üzerine kurulur. Bizimkisi hem kan bağı hem de sahada terle yoğrulmuş bir kardeşlikti.

Bu üç kişi... Aslında biz dört kişiyiz. Ve bizi birbirimize kenetleyen, ortak hayalimizdi: Futbol. Ve daha da özel olanı: Fenerbahçe.8

Fenerbahçe sadece bir kulüp değil bizim için. Bir sığınak, bir ev, bir kimlik. Fenerbahçeli olmak, bize verilmiş bir armağan gibiydi. A takım formasını giymek belki henüz gerçekleşmedi ama o çimlere adım atacağımız günü biliyoruz. İnanç içimizde saklı bir alev gibi. Sönmüyor.

Ve tüm bunların ortasında... bir başka gerçek vardı. Daha sessiz, daha içten, daha yakıcı:

Ecrin.

Onu ilk gördüğümde tribündeydi. Sarı-lacivertin içinde bir yıldız gibi parlıyordu. 19 numaralı formasıyla. Hep o numarayı giyerdi. Çünkü bir gün 07’sini bulup 1907 olacağına inanırdı.1

Belki, o 07 ben olabilirdim.2

Ama mesele, birini tamamlamak değildi sadece. Onun bakışları, benim eksik yanlarımı susturuyordu. Gülüşü, geçmişimdeki çatlakları örten bir merhem gibiydi. O, kalbiyle güzeldi. Herkesin güzelliği yüzündeyken, onunki içindeydi. Ve o iç, gözlerinden taşardı.1

Benim gibi biri onun dünyasına sığar mıydı, bilmiyorum. Bazen düşünüyorum: Benim hasarlı taraflarım onun narin ruhuna zarar verir mi? Onun elleri, benim ellerimi tutmaya gönüllü olur mu?

Cevaplarını bilmiyorum. Ama şunu biliyorum:

Sevgi, iyileştirir.

Ve Ecrin’in sevgisini hissettiğim her neyse adı konmasa da beni yaşatıyor. O farkında bile olmadan, en karanlık anlarımda bana ışık tutuyor.1

Ben, düşüncelerimden kaçmak için saatlerce antrenman yapan çocuğum. Kendini yormaktan başka çaresi olmayan bir ruhum. Ama artık saklanmıyorum. Çünkü Ecrin var.

Soyunma odasının loş ışıkları altındaydım. Düşüncelerim oturttu beni belki de buraya. Duvarlardan yansıyan ter kokusu, sadece bugünün değil, yılların ağırlığını taşıyordu. Her bir forma, her bir çorap, her bir ayakkabı; başka bir hikâyenin sessiz anlatıcısıydı. Omzuma havluyu attım. Aynaya doğru yürürken gözlerim istemsizce göz altlarımdaki morluklara takıldı. Yorgunluk değil sadece... başka bir şey vardı orada: bekleyiş.

İçimde uzun süredir devam eden bir maç oynanıyordu. Sessiz, seyircisiz ama çetin bir maç. Kalbimle aklım arasında. Her gün sahaya çıkan bedenim değildi sadece; ruhum da her sabah antrenmana çıkıyor, gece yalnız kaldığında ise yeniden parçalanıyordu.

Ve bu düşüncelerin ortasında hep bir isim vardı: Ecrin.

Onu gördüğüm her an, içimde bir şey yerinden oynuyor. Sanki hayatın temposu bir saniyeliğine yavaşlıyor. Zaman, sadece onun gülüşünü daha uzun görebilmem için esniyor. Bazen ayak bileklerim değil, bakışlarım burkuluyor ona her baktığımda.

Ama konuşamıyorum.

Takımda herkes onunla doğal bir şekilde konuşuyor. O gülünce herkes gülüyor. O sorunca herkes cevap veriyor. Ama ben… Sadece susuyorum. Çünkü onunla konuşmak, içimde yıllardır bastırdığım bir yangının kapısını açmak gibi.

İçimden geçenleri bir gün kağıda döksem, belki bir mektup olur. Belki bırakırım onun çantasına, ya da unuttuğu bir sweatshirt’ün cebine… Ama cesaret? O bende en az olan şey. Sahada yüz bin kişinin önünde topa basabiliyorum ama onun önünde durmaya yüreğim yetmiyor.4

Ecrin’in yanında kalmak için hep bir sebep arıyorum. Ama o, zaten her sebep. Varlığı, yokluğumun içinde tek gerçek. O yokken bile var. Kokusunu çimlere sindirmiş gibi. Adımlarını duymadan bile hissediyorum bazen.

Ege her şeyi bilmiyor, ama tahmin ediyor. Arada bir, göz göze geldiğimizde kaşlarını kaldırıyor hafifçe, "Söyle artık," der gibi. Ama nasıl söylenir ki kalpten geçen cümleler, ağzın sus pus olduğu bir dilde?

Bir gün cesaretim olur mu bilmiyorum.2

Ama şunu biliyorum:

Ben onun gözlerine baktığımda, dünyanın en sessiz ama en derin maçını oynuyorum. Ve her defasında, kendi kaleme gol atıyorum.

Ve o şimdi burada.

Yakınımda. Ama hâlâ çok uzakta.

 

---
Karakterleri tanımanız amaçlı kısa bir bölüm

 

Sadece başlangıç

 

Çınar ile Ecrin'in hikayesinde dilerseniz benimle birlikte olabilirsiniz

 

Çınar'ın yaralı bir geçmişi var ve bunu okudukça göreceğiz

 

Yorumlarınızı bekliyorum ")

Bölüm : 09.10.2024 09:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...