
Bölüm 3. Hoş geldin Partisi
İki kez giremezsin aynı ırmağa. Yeni, yepyeni sular akar aynı ırmağa girenlerin üzerinden. O ırmak ki, dağıtır, toplar, birikir, akar, yaklaşır, uzaklaşır.
Heraklitos
Değişim ve yenilik hiç beklenmedik zamanlarda çalardı kapımızı, fakat bu değişimin teknoloji ve yapay zekâ tarafından olacağını bilmiyordum. Yeni iş teklifimi kabul etmiş ve bunun şerefine biz sekiz kişi, bir partiye bile davet edilmiştik. Ne yazık ki bu partide karşıma çıkacak olan kötü insandan henüz haberim yoktu...
(Flashforward) Projeye başlarken/ Projenin Kilit Noktası
Faysal Bey ekranı kapatıp yeniden bize döndü. "Gelelim ikinci aşamaya. Biz burada neden toplandık ve oluşturduğumuz bu yapay zeka hayvanlarla ne yapacağız soruları kafanızda dört dönüyor biliyorum. Bugün tüm bunlara yanıt bulacaksınız." Gömleğinin kollarını biraz sıyırdıktan sonra ellerini masaya koydu ve anlatmaya devam etti.
"Büyük bir örgüt ve işledikleri birçok suç var. Biz hayvanlar aracılığıyla bunları tek tek tespit etmeye başlayacak ve bunlar hakkında kanıt toplayacağız."
"İyi de polis bir şey yapmıyor mu onların yapamadıklarını biz nasıl yapacağız?" diye soran Dizdar'dı.
"Polis çok uzun zamandır örgütün peşinde. Uğraşıyor fakat bunların ele başını asla yakalayamadılar. Çocuklar, bu öyle bir şey ki bir ağacın kökleri gibi yayılmış durumda bir yerden kesip koparsak diğer yerden uzamaya devam ediyor. Polisin yeterli gelmediği yerde teknoloji devreye girecek. Bu projeyi bunun için oluşturduk: adalet için. Çocuklar ve kadınlar için, hayvanlar ve bütün canlılar için. Kendilerini sürekli kurtaran bu büyük ağ içerisindeki, bir grup insan müsveddesinden kurtulmak için," dediğinde bütün olayı çözüp ve Faysal'a büyük bir saygıyla baktım.
Projeye başlarken ne yapacağımızı tam olarak söylemese de böyle bir işte olduğum için mutluydum. Arka planda kadınlara ve çocuklara neler oluyordu? Dünya bunu görmeyince varlığını ret mi edecektik? Hayır sonuna kadar savaşacak ve ne kadar insanı bu kan emicilerden kurtarırsak o kadar sevinecektik. Aylardır bu kadar uğraş ve donanım boşuna değildi. Biz bu örgütün kökünü sökecektik.
Derin bir nefes alıp Faysal'a döndüm. "Tamam nereden başlıyoruz?"
"Öncelikle örgütün isminden başlıyoruz. Kendilerine karartma diyorlar." Faysal boğazını temizledi. "Bu konuda size güveniyorum ve beni can kulağı ile dinlemenizi istiyorum," deyip dokunmatik masaya birkaç kod yazdı. Herkesin önünde havada asılı duran beyaz kâğıt görünümünde bir hologram belirdi. Bu sefer dokuzuncu kişi önüne açtığı dokunmatik klavyeyle yazmaya başladı. Hepimizin önündeki üç boyutlu beyaz kâğıt görüntüsünde bir değişiklik oldu. Kâğıdın üzerine 'karartma' diye başlık atmıştı.
Faysal başladı anlatmaya, anlatırken önemli olan kısımları dokuzuncu kişi not alıyor ve bu önümüzdeki ekrana anında düşüyordu.
"Öncelikli olarak içeride bazı adamlarımız var ve bazı önemli bilgilere bu sayede ulaştık. Kendilerini merdiven basamakları olarak gruplara ayırmışlar. En alt basamağın adı zemin. Zeminde basit suçlar yer alıyor. Adam yaralama, halkı galeyana getirme, tehdit, şantaj gibi. Ortadaki basamağın adı medyan. Onlar için aşırı riskli olmayan ama basit sayılmayan suçlar bu basamakta işleniyor. Çocuk kaçırma, haraç, çek senet tahsilatı, tefecilik gibi." Faysal soluklandıkça ben şaşırıyordum. Çocuk kaçırmak hangi zihniyet için hafif bir suç olarak kalırdı? Hafif suç buysa ağır suçları düşünmek bile kanımın donmasına için yeterliydi.
"Özel bir şiddet grupları bile var. Bu gruplar da kendi aralarında bölünüyor, isimleri farklı ama henüz bu bilgiye erişemedik. Tek bildiğimiz farklı dozlarda işkence aletleri olan odalar ve bunu yapmaktan gerçekten zevk alan hasta ruhlu insanların olduğu."
Muhtemelen kurallara uymayan ve onlara kafa tutan insanlar için yapılan bir eylemdi. Döverek, göz korkutarak, canlarıyla tehdit ederek mi yanlarında kalmalarını sağlıyorlardı? Ya canlarını umursamayanlar ne oluyordu? Ayrıca dayak kelimesi Faysal'ın anlattıklarına göre çok hafif kalırdı. İşkence ve aletleri demişti. İşkencenin boyutuna göre olan odalar var demişti. Tüylerim ürpererek dinlemeye devam ettim.
"Üst basamağın adı kule. Bu basamakta daha büyük suçlar işleniyor ve anında ört pas ediliyor. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu, kara borsa gibi." Demek parayı da böyle döndürüyorlardı. Haksız kazanç sağladıkları gibi kanı bozuk tüm insanları yanlarına toplayıp her şeye bir kılıf uyduruluyordu... "Üstün de üstü bir doruk basamak var, bu basamağın adı Şahika. Burada en ağır suçlar işleniyor. İnsan ticareti, fuhuş, kumar, organ mafyası gibi."
İşte Faysal'ın anlatmakta en zorlandığı kısım bu olmuştu. Dişlerini sıkarak, gözlerini kızartarak bundan bahsetmesi ne anlama geliyordu? Ya bu örgüt canını fena hâlde yakmıştı ya da bu örgütün asıl yüzünü öğrenen her merhametli olan insan gibi kendi çapında buna dur demek istiyordu. Sadece merhametli olması da yetmezdi, bu iş için zekâ ve para da gerekliydi. Büyük baş statüsünde olan bu örgüt üyeleriyle ki özellikle emniyet güçleri bile yeterli gelmiyorken, sıradan kendi hâlinde vatandaşlar uğraşamazdı.
Faysal kendine bunu yapmasına izin veremezmiş gibi derin bir nefes alıp toparladı. Dokuzuncu kişiyle göz göze geldiğinde güven veren ve devam etmesi gereken bir bakış almıştı. Demek ki dokuzuncu kişi işin asıl sırrını biliyordu. Biz ise Faysal bahsedene kadar öğrenemeyecektik. Belki de sandığımızdan daha özeldi.
"Basamaklar arasında bir sürü numara ve isim var. Her kolla ilgilenen yetkili kişiler var. Bunlar sadece bizim erişebildiklerimiz. Basamaklar birbirleriyle çok nadir irtibat kurduğu için arada olan biteni çok zor çözüyoruz ama kendilerine Z100, K10 gibi kodlar veriyorlar. Bu kodlar bize zeminin yüzüncü basamağı, kulenin onuncu basamağı gibi bir açılımı olduğunu düşündürüyor. Biz önce erişebildiğimiz kadar bilgiye erişip sonra bu basamakları bulup, daha sonra da yaptıkları işi kanıtlar bir belge, kanıt bulacağız. Zemin basamağından olan bir adam var. Adı Haydar. Haydar Cevat."
Faysal anlatırken pür dikkat onu dinliyorduk. Bir anda bu kadar bilgi yüklemesi her an beynimize sistem hatası verdirebilirdi. Dokuzuncu kişi bütün önemli bilgileri bir kâtip gibi not kâğıdımıza aktarıyordu. En son Haydar denilen adamın resmini hologram olarak masanın ortasına aktarıp koltuğunda geriye yaslandı. Bugün de simsiyah giydiği gözümden kaçmamıştı.
Adam esmer tenli bıyıklıydı. Tam yeşilçamın kötü karakter tiplemesi vardı. Gözlerinin altı içine çökmüş dünya umurunda değil gibi bir bakış sergilemişti.
Faysal anlatmaya devam etti. "Bu adamın işlettiği bir eğlence kulübü var," dediği an Dizdar'la göz göze geldik. Sanırım sonucunu ikimiz de anlamıştık. Bu fiziki ve ruhsal eğitimleri aylardır boşuna almamıştık, gerekirse sahaya bizim inmemiz için verilmişti bu eğitimler. Bakışmamızı kaçırmayan dokuzuncu kişi de anlamış olabilirdi ya da o zaten biliyor ve tepkimizi ölçüyordu.
"Mekânın adı Don," deyip bir süre bekledi ama biz dalga geçemeyecek kadar saçma bulmuştuk ya da gerginlikten umurumuzda değildi...
(Günümüz) Projeye Başlamadan önce/ Başlangıçta
Hayatınızın en köklü değişimleri belki bir dakika içinde belki de bir gün içinde sizi bulabilirdi. Yılanların deri değişimi beni kendine her zaman hayran bırakmıştı. Aldığım karara göre bu sefer yılan bendim. Ölü deriyi üzerimden atacak, yenilenecektim.
Kendim için yapacağım en iyi şey yeni bir sayfa açmak olacaktı. Bu akşam olanlar beni kelimenin tam anlamıyla heyecanlandırmıştı. Sahi ne zamandır bedenimden bir heyecan dalgası geçmiyordu? Ne zamandır rutin ve farkında olmadığım sıkıcı bir hayat sürüyordum? Yeni kararlar verip cesur olma zamanı benimdi. Hayatın bir işareti az önce karşıma çıkmış ve sayfalar arasında gezinirken okuduğum Jim Rohn sözü beni bu karara daha da sıcak bakmaya itmişti: bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa yerini değiştir, ağaç değilsin...
Tavanla bakışmaktan sıkılıp yavaşça kalktım ve dolaptan valizlerimi indirdim. Toparlanmaya bir yerden başlamak gerekiyordu. Sabah kesinlikle üşenip yarım yamalak toplayacağımı bildiğimden, geceden bu işi yapmak benim için en mantıklı hareketti. Bir Sezen Aksu şarkısı açıp gardırobumu boşaltmaya başladım. Bir yerden sonra farkında olmadan şarkıya eşlik etmeye başlamıştım. Gözyaşlarım yavaşça gözlerimden süzülmeye başlamış, yaşadığım günlerin ağırlığı bir anda omuzlarıma yüklenmiş gibi yatağın üzerine oturdum. Her şeyin bir anda anlamsız geldiği o dönüm noktasındaydım. Bir şarkı nasıl olur da ruhuma dokunurdu? Ağlamak güçsüzlük müydü? Ne kadar güçlü bir kişiliğim olsa da ağlamak bazen gerçekten rahatlatıyordu. Şarkının bitmesiyle beraber gözlerim aynaya takıldı. Gözyaşları sırayla gözlerinden düşen bu kız kimdi?
Burada ne yapıyordum? Yapmak istediğim şey neydi?
Yeni bir yol çizmekti ve bunu başaracaktım.
Üçüncü işaretimi sıradaki şarkıyla Sertap Erener verdi.
Yeni bir aşk, yeni bir iş, yine gülecek bir neden lazım. Yeni bir haber yeni bir kader. Bunlar için bana şans lazım. Yeni bir duruş yeni dokunuş. Tek tek keşfetmem lazım. Yeni bir hayat gerisi bayat, aah. Kendime yeni bir ben lazım, kendime yeni bir ben lazım.
Sözler açıktı işte şimdi gülümseyerek ayağa kalkma zamanıydı. İki saatin sonunda eşyalarımın çoğunu topladım. Ev sahibimi de arayıp yarın anahtarı teslim edeceğimi, taşınacağımı söyledim. Bunu duyunca ses tonundan sevindiğini gizleyemedi. Fırsatçı, eminim ben çıktıktan sonra kirayı arttırıp başka birine kiralama hayalleri kurmaya başlamıştı. Kameramı ve bazı özel belgelerimi de çantama koyunca toparlanma işim tamamlandı. Yarın bir bilinmezliğe adım atacaktım.
**
Güneş'in ışınları yayından gerilmiş bir ok gibi gözlerime saplandı. Hava aydınlanmış, bulutlar bir pamuk şeker edasıyla gökyüzünün berrak mavisinde süzülüyordu.
Gökyüzüne her zaman ayrı bir ilgim olmuştu. Özellikle fotoğraflarını çekmeyi çok severim öyle ki bunun için ayrı bir arşivim bile vardı. Her gökyüzüne baktığımda, geceye ve güneşe muhakkak onu hatırlardım. Küçükken annemle bahçedeki çimlere yatar gökyüzünü seyrederdik. Bana bulutları benzettiği şekillerden bir hikâye kurup anlatırdı.
Annem, güzel çiçeğim seni çok özlüyorum. Mis kokulu bahçelerin içinden süzülüp gelen o kokunu hatırlayınca burnumun direği sızlıyor. Anne, beni görüyor musun? Yeni bir hayata adım adıyorum. Anne, seni dinliyorum, hayatımdan tahammül edemediğim her şeyi çıkarıyorum. Anne, kalbimin içinde bin bir zorlukla damla damla sulayarak büyüttüğün çiçekler kurumaya yüz tuttu. Anne, söz veriyorum onları yeniden tomurcuklandırmak için elimden geleni yapacağım...
Kendime güzel bir kahvaltı hazırladıktan sonra afiyetle yemeye başladım. Daha sonra buzdolabındaki yiyecekleri ve bazı mutfak eşyalarını toplayıp alt katta durumu çok iyi olmayan, iki çocuğuyla birlikte yaşayan ablaya götürdüm. Artık onlara ihtiyacım olmayacaktı. Yiyecekleri gören çocukların yüzündeki gülümseme her şeye değerdi. Bunu arada bir yaptığım için yadırgamamışlardı. Bir çocuğun gülen yüzünü görmek benim için paha biçilemezdi. Hangi çocuk üzgün, hangisi sinirli iyi analiz yapardım. Her birinde küçük Gökçe'nin çocukluğu yatıyordu çünkü. Bu yüzden genelde cebimde şekerle gezer onları gördüğüm çocuklara dağıtırdım. Şekerin sağlıklı olmadığını biliyordum elbet ama elimden gelen şey buydu. Bazen güzel bir söz, bir bakış küçücük o ruha yeterdi...
Akşama kadar bilgisayarımda düzenlenmesi gereken fotoğrafları düzenledim ve gerekli yerlere gönderdim. Çekimlerini geçen hafta yapmıştım. Buna boş zamanlarımda devam etmek istiyordum. Yeni bir sayfa açarken hoşlandığım şeylerin üzerini karalayamazdım. Saat yaklaşınca bu evdeki son duşumu alıp hazırlanmaya başladım. Altıma açık renk kot pantolon üzerime ise gömlek giydim. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı da dalgalandırdım. Aşağı inip gelecek olan aracı beklediğim yerde bir fotoğraf çekildim belki de yıllar sonra yeni attığım bu adıma bakıp sevinecektim.
Burayı özleyeceğim, çünkü burası benim bir canavarın tutsaklığından kurtulup kendi dünyamı yeniden yarattığım bir şato gibiydi.
Sonunda araba geldiğinde şoför eşyaları bagaja yerleştirdikten sonra akademiye doğru yola çıktık. İşte şimdi tam anlamıyla yeni hayatımın yolculuğuna hazırdım. Araba gittikçe gitti ve bizi Ankara'nın neredeyse dışına çıkardı. Gözlerim merakla yolda gezinirken yavaş yavaş toplu konutlar azaldı ve şehrin çıkışında kale surları gibi çevrilmiş koca bir araziye geldik.
Büyük çelik kapı bizi görünce ağır ağır açıldı. Kapının ardı ise bambaşka bir dünyaydı. Her yer nizami bir çizgide ve aynı büyüklükte gözüküyordu. Gördüğüm binalar arasında büyük boşluklar mevcuttu. Acaba her birinde ayrı bir proje mi yürütülüyordu? Merak beni cezbederken yeşil bir alandan geçtik. Faysal kozunu güzel oynamıştı. Kendimi bir film setinde gibi hissediyordum.
Bizim diye her odaklandığım bina boşa çıktı çünkü arazinin girişine oldukça uzak bir yere geldik. Üzerinde farklı semboller çizili binanın dışı siyahtı. Kapıyı tıklamak için elimi kaldırdığımda kendiliğinden açılması tuhafıma gitse de şoförün, hatta girişteki adamların çoktan haber verdiğini düşündüm. Girişte uzun bir koridoru geçip büyük bir yemek odasına yönlendirildim. Yine herkesten sonra ben gelmişim. Hep birlikte uzun dikdörtgen bir masanın etrafına toplandık. Faysal yine bizi gülümsemeyle karşılamıştı. "Buyurun lütfen önce akşam yemeğimizi yiyelim daha sonra konuşur ve tesisi gezeriz. Afiyet olsun."
Kahvaltıyla duran bana bu teklif mükemmel gelmişti. Herkes sessizce yemeğini yerken en sevdiğim köz biber salatasıyla bakışıyordum. Biri onu hafifçe önüme ittiğinde kafamı kaldırdım ve kahverengilerle göz göze geldim. Çakır gülümseyerek bana bakıyordu. Teşekkür etmek adına başımı hafifçe eğdim.
Yemeğimiz bittikten sonra Faysal bize tesisi gezdirmeye başladı. "Burası ortak salon, gün içerisinde vakit geçireceğiniz yer. Rahat takılabileceğiniz bir alan yaratmak istedim, yorulduğunuzda dinlenmek için tasarlandı. Aynı zamanda sürekli iş üzerinde olmayacaksınız ve kendinize özel ortak bir alana ihtiyacınız olacak." Bir üst kata çıktığımızda sistem Faysal'ı görünce otomatik olarak kapıyı açtı.
Etrafa şöyle bir göz atarken bir ıslık sesi duydum. Ses Alya'dan geliyordu. Her yeri bembeyaz olan devasa bir oda da duvarın bir tarafında kocaman ekranı olan televizyonlar vardı. Karşı duvarda hepimiz için birer adet olduğunu düşündüğüm sırayla dizilmiş bilgisayarlar duruyordu. Tam ortasında kocaman yuvarlak bir masa, etrafında da gayet konforlu gözüken sandalyeler... Faysal masaya dokununca bunun sadece bir masa değil kocaman bir dokunmatik ekran olduğunu anladım. Biraz ürpermiştim. Bu iş sandığımdan daha ciddiydi ve böyle şeylere alışmam biraz zaman alacak gibiydi.
Odanın büyük olduğu yetmezmiş gibi bir de içeriye açılan kapısı kalın bir odası daha vardı. Şöyle bir göz attığımda rahat duran koyu gri tonlarında koltuk takımını, biraz ilerisindeki köşe takımını ve tam karşısında yine bir masa sandalye takımını gördüm. "Burası projeyi işleme sunacağımız çalışma odası. Mevcut cihazlar dışında hiçbir teknolojik alet burada çalışmaz, oda ses geçirmez. İçeride bulunan ufak salon ise verdiğimiz kısa molalarda dinlenmeniz için tasarlandı," dedi Faysal. Gerçekten bizi bu kadar önemsediğine şaşırıyordum.
"Sizin kadar zihninizin de yorgun olmaması gerek. Şimdi her birinize birer bileklik vereceğim. Bu bileklikler odanızdaki teknolojik aletlerle doğrudan bağlantılı ve komut üzerine çalışıyor. Odadan çıktığınız anda ise telefonunuzla bağlanır ve bileklik üzerinden komut vererek yapmasını istediğiniz şeyleri söyleyebilirsiniz. Aynı zamanda nabzınız hızlandığında olası bir sağlık problemini öngörüp size uyarı verir, bir süre devam ederse de bize uyarı verir. Özelliklerini kullandıkça daha net anlayacaksınız."
"Vay be, akıllı saatin üç beş tık üstü gibi," dedi Levent. "Merak uyandırıyor," diye ekledi Arda. "Sanki gittikçe daha çok çekilelim diye..."
Faysal "Burada daha merak uyandıracak çok seçeneğiniz olacak hiç merak etmeyin," dediğinde Güneş'ten hafif kıkırtı geldi. Alay mı ediyordu yoksa gerçekten hoşuna mı gitmişti anlamadım.
"Şimdiden burayı sevmeye başladım," dedi Alya.
"Sevmek için bu kadar erken davranma bakalım daha neler göreceğiz," diye cevapladı Ceyhun.
O sırada burnuma tatlı bir taze naneyi andıran koku doldu. Daha çok anlamak ister gibi istemsizce gözlerimi kapattım. Tatlı kokusu ile yumuşamış, taze nane ile ferahlamıştım kısacık bir an. Gözlerimi açıp yanımdan kimin geçtiğine baktığımda adını hâlâ öğrenemediğim buz adamı gördüm. Faysal'a doğru ilerledi ve bir şeyler konuştular.
"Son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Yarın size akademide çalışan diğer üyelerle birlikte bir hoş geldin partisi yapacağız. Bizim için klasikleşmiş bir eylemdir," dedi Faysal.
"Bir partimiz eksikti," diye mırıldandı ürkütücü dövmelere sahip buz adam.
"Harika eğlenmek için daha güzel bir an düşünemiyorum." Alya enteresan bir şekilde dünden bugüne epey ısınmış görünüyordu. "Bana uyar öncesinde biraz kafa dağıtmak herkese iyi gelir," dedi Çakır kıvırcık saçlarını eliyle arkaya atarken.
"Al benden de o kadar," dedi Arda.
"Yarın için şimdiden kıyafet seçmeye başlayalım o zaman," dedi Güneş biraz çekingen bir edayla. Sanki geride kalmamak için konuşuyor gibi sezmiştim.
"Ah, kızlar ve tek dertleri." Ceyhun'un cümlesini duymadığına eminim. "Senden çılgın bir parti konusunda hiç ümidim yok alınma babalık," dedi Levent, Faysal'a dönerek. Sonra bize bakıp fısıldadı. "Eh malum biraz yaşı var." En az bir çocuk gibi haylazdı. Onunla iyi anlaşabilirdim.
"Konuşacaklarımız bittiyse gidip dinlenmek hepimize iyi gelecektir. Yorucu bir gündü," dedim. Buz adam ağzında bir şeyler mırıldandı ama anlamadım. "Hepinize odalarınıza kadar eşlik edeyim. İyi geceler, güzelce dinlenin yarın enerjik zihinler görmek istiyorum," dedi Faysal peşimizden gelirken.
Buz adam yanımdan geçerken nefesimi tuttum. Tekrar o kokuyu alıp düşünmek istemiyordum doğrusu. Faysal odamı gösterdi ve bilekliğime komut vermeyi unutmamam gerektiğini ekledi. Hatta bilekliğime isim verip öyle hitap edebilirmişim. Daha önce hiçbir takıma isim vermediğimden biraz yadırgasam da bu durumu irdelememeye karar verdim.
Odanın ışıkları kapalıydı. Pencereden vuran ayın loş ışığı hafif bir aydınlatma sağlıyordu. O sırada bilekliğim yanıp sönmeye başlayarak eşyalarla etkileşime geçti. Denemek adına ışıkları açıp açamayacağını sorduğum an oda anında aydınlandı.
Tamam, bu çok güzel bir şeydi. Odanın ışığını açıp kapamak için ayağa kalkmak ne kadar berbat bir durumdu. Bir keresinde yataktan yavaşça uzanarak lambayı söndürmeye çalışırken yataktan düşüp belimi incitmiştim, bu korkunç anım iyi ki kimsenin hafızasına kaydolmamıştı.
Kalacağım odada gözlerimi gezdirirken benim evimin neredeyse üç katı büyüklüğünde olduğunu fark ettim. Tam karşımdaki duvar boydan boya camla kaplı ve orman manzarasını gösteriyordu. Camın önünde tek kişilik içinde oldukça rahat mavi minderi bulunan sallanan koltuk vardı. Camın bir köşesinde ise yine duvar boyu cam şeklinde topraklı bölmeler bulunuyordu. Küçük bir hobi duvarıydı sanırım. Biraz ilerisinde bir oturma grubu, karşısındaki duvarda büyük ekran bir televizyon duruyordu. Sol köşede ise Amerikan tarzı küçük bir mutfak vardı. Tezgâhın karşısında odayı ayıran yarım duvar, başka bir tezgâh ve bar tabureleri mevcuttu.
Başka bir odaya açılan kapıdan girdiğimde ise yine gayet ferah bir yatak odasıyla karşılaştım. Oda beyaz krem ve mavi ağırlıklıydı. Sevdiğim renklerin toplanması bir tesadüf müydü bilmiyordum. Yatağın köşesinde ise hiç de küçük olmayan bir jakuzi duruyordu. Bu odanın içinde banyo ve giyinme odasına açılan iki ayrı kapı vardı.
Eşyalarımı giyinme odasına yerleştirip yarın için giyeceklerimi ayırdım. Annemle olan çerçeveli fotoğraflarımızı odanın en güzel bölümüne koydum ve kendimi hemen jakuziye attım. Bilekliğim yanıp sönmeye başlayınca biraz masaj ve hoş kokunun iyi geleceğini söyledim ve ardından başımı arkaya yasladım.
**
Bilekliğim titreşince gözlerimi açmamla beraber içimin geçtiğini anladım. Öyle yorulmuştum ki suyun içinde mayışıp kalmıştım. Nabzıma göre bana uyarı vermişti. Sudan çıktığım gibi hemen kurulandım ve yeniden mayışmama izin verdim...
Yeni başlangıçlara ve güzel bir yaz sabahına daha güneş tenimi okşarken gözlerimi açtım. Bu zamana kadar bir başkasının evinde asla kalmadığım için farklı bir odada uyanmak oldukça garipti. Buraya alışmam kolay olmayacaktı.
Bu başlangıcın içimde oluşturduğu o farklı bir enerjiyle yataktan çıkıp banyoya gidip işlerimi hallettikten sonra dün gece gözüme çarpmayan bir balkon kapısı gördüm. Biraz oksijen iyi gelir diye düşünerek kapıyı açtım ve balkonumda minik havuzla karşılaştım! Zihnim neon harflerle yaşıyorsun bu hayatı diye fısıldadı. Buranın tadını daha sonra çıkarmayı aklıma not ederek hazırlanmaya koyuldum. Dar paça bir pantolon üzerine kayık yaka düz bir badi giydim. Saçlarımı da at kuyruğu yaptıktan sonra çıkmaya hazırdım.
Aşağı indiğimde herkes gelmemişti. Güneş yanıma gelip kocaman parlayan kahverengi gözleriyle bugün için heyecanlı olduğundan bahsetti. Ancak bunu söylerken oldukça tedirgindi. Faysal odalarımızdan memnun kalıp kalmadığımızı sordu ki bence daha iyisini bulamazdık. Hazırlıksız yakalandığım bir anda burnuma yine tatlı nane kokusu doldu. İstemsizce gerildim çünkü buz adam tam karşıma oturup ürkütücü gözlerini üzerime dikti. Yan tarafımdan gelen sesle Çakır'ın bana günaydın dediğini anladım. Tebessüm edip cevaplarken diğerleri de mutfağa giriş yaptı ve Faysal hepimize afiyet olsun diyerek yemeye başladı...
**
Kahvaltıdan sonra hep beraber akademideki diğer alanları gezdik. Adam gerçekten hepimizin hobilerinden birer parça ekmişti. Ben de gözümü karşıdaki ormana dikip izin günümde oraya gidip bol bol fotoğraf çekmeyi planladım. Karşıya bakarken bir anda tökezledim ve birinin kolumdan tutup çekmesiyle düşmekten kurtuldum. Anlık şok yaşarken kolumu tutan kişiye baktığımda içimi donduran buz mavisi gözlerle karşı karşıya geldim. Biraz fazla yakın duruyordu ve bu yakınlık nefesimi tutmama sebep oldu.
Kaşları çatık bir şekilde bana bakarken "Önüne bakarak yürüsen senin için daha iyi olur. Ormana bu kadar derin bakman yüz üstü kapaklanmana sebep olacaktı," dedi.
Ormana derin baktığımı düşündüğüne göre o sırada beni izliyordu.
"Ah, teşekkür ederim. Kafamda plan kuruyordum ve bir anda tökezlemiş bulundum."
Başını sallayarak hiçbir şey söylemeden yanımdan ayrıldı. Ne yani bu kadar mı? Kaba adam!
Alya ve Güneş sohbet ediyorken yanlarına doğru yürüdüm. Galiba dışarıdan biraz soğuk durduğum için benim de bir adım atmam lazımdı. Ta ki bir anda yolum kesilene kadar. Çakır karşımda durup "Gökçe, nasılsın buraya alışabildin mi?" diye sordu. Sohbet eden her türlü etmeye çalışıyordu işte...
"İyiyim teşekkür ederim. Henüz adapte olmuş sayılmam ama bu pek zor olacak gibi durmuyor," dedim hafif tebessüm ederek. Biraz duraksadıktan sonra sordum. "Sen nasılsın?"
"Bir an hiç sormayacaksın sandım. İyiyim teşekkür ederim etrafımda enerji saçan insanlar olduğu için daha iyi hissediyorum," dedi gülümseyerek. Herhangi bir imaya aldırmayıp daha fazla ne diyeceğimi bilemeyerek hafifçe tebessüm ettim ve kızların yanına gittim.
Öğleden sonra tekrar yemek yedik ve artık hazırlanmamız gerektiğini söylendiğinde odalara dağıldık. Parti için seçtiğim kıyafeti alıp aynanın karşısına geçtim. İçime bir heyecan gelmişti doğrusu. Uzun zamandır tatmadığım bu duyguyu yeniden tadarken akşamı düşünmekten kendimi alamadım.
Umarım sorunsuz bir akşam geçirirdik...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |