57. Bölüm

57. Bölüm

Tuğba Yıldırım
1scintilla

Bölüm 53. Taşikardi Yolculuğu

 

 

Birini beklemenin o güzel heyecanı kalbimin köşesinde zıplarken yemeği hazırlıyordum. Mide bulantılarım genellikle sabah saatlerinde oluyordu ya da yemeğin kokusu hoşuma gitmezse... Akşam saatleri iştahlı olmamı buna bağlıyordum. Ali'min geleceği saate özenle denk getiriyordum çünkü ne benim ne karnımdakinin beklemeye tahammülü olmuyordu. Evet, artık onu iki kişi bekliyorduk.

 

Ses tonumu duysun diye sürekli evde kendi kendime konuşuyormuş gibi geziyor, şarkılar söylüyordum. Yan evlerle bitişik olmadığından sesim duyulur talaşım da yoktu, yoksa kimseyi rahatsız etmek istemezdim. Rahatsız olacak tek ev aynı bahçenin içindeki evdi ama o da şu an boştaydı. Umarım iyi birileri gelir ve güzel bir komşuluk başlangıcı yapardık.4

 

Kapı tıklandığında ellerimi havluya silerek açmaya gittim. Başını pervaza yaslayıp bekleyen kocam beni görüp gülünce otomatikman ben de gülmeye başladım.

 

"Hoş geldin canım."

 

"Hoş buldum yüreğim."

 

İçeri geçip sarılırken ayağıyla kapıyı kapatmasına kıkırdadım. Boynuma bıraktığı öpücük sanki tüm derdimi tasamı alıyormuş gibiydi. Eğilip karnımdan da öptüğü zaman hızlanan kalbime söz geçiremedim. "Babaya hoş geldin yok mu ufaklık?" Kulağını karnıma dayayıp bir müddet bekledikten sonra ayağa kalktı. "Henüz yokmuş, ben de çiçeğimi sana veririm." Cebinden çıkardığı papatyası saçlarımın arasında yerini alınca huzurla doldum. Sonra cebinden başka bir paket daha çıkardı.

 

"Acıbadem mi aldın kocam, bayılırım."

 

"Ben de sana bayılırım," deyip yanağımı tekrar öptü ve banyoya gitti. Isınan yemekleri tabaklara koyduktan sonra yemeğe başladık.

 

"Günün nasıl geçti, karakol yorucu muydu?"

 

Çorbasını içtikten sonra kaşığını kenara bırakıp bana baktı. "Her zaman ki muhabbetler işte. Ben senden geçen bahsettiğim konuyla alakalı bir şey istemiş miydim?"

 

"Hangi konu?"

 

"Şu Behçet miydi adı adamın, karısı Zeliha?"

 

"Zerda."

 

"Tamam Zerda, onunla konuşup bir yoklamanı istiyorum. Ama tek gitme, Perihan'ı falan da al yanına. Son zamanlarda bir sıkıntısı var mıymış sor?"

 

"Sen yolda gördüm demiştin değil mi? Bir şey mi yapmıştı kadına?" Bir anda telaşlanmıştım, her şey yolunda ve güzel giderken tepetakla olması kimsenin hoşuna gitmezdi.

 

"Kadın şikayetçi gibiydi, çok değiştin dediğini duydum. Bir de sakal bırakmış sen sakalsızdı dedin ama. Birileri millete akıl dağıtıyor yarım yamalak onu çözmeye çalışıyoruz ama bu konu aramızda kalacak. Kadının derdini öğrensek yeter."

 

"Tamam canım gider soruştururum."

 

Yemeği yedikten sonra birlikte kaldırıp, çayı da içeri birlikte taşıdık. Getirdiği kurabiyelerin yanına bir de mısır patlatmıştım. Dizlerini başıma yaslayıp uzandığında küçük radyomuzdan hoş bir müzik açtım. Onunla birlikte yaptığım her şey daha anlamlı ve zevkliydi. Müziğin bile melodisi daha içime işliyordu.

 

Bu anın huzurunu anlatsam bile dile dökemezdim. Biraz saçlarını sevdim, biraz da çaktırmadan papatyamı alıp ona taktım. Birde ben görmek istiyorum onun kara saçları arasında papatyanın duruşunu. Başını kaldırıp yukarıya doğru baktığında elim havada kaldı.

 

"Yaramazlık mı yapıyorsun sen?"

 

"Ne yaramazlığı kocam?"

 

"Papatyanın sapı beynime girecek Piraye?" Bir anda kahkaha atmaya başlayınca o da güldü. Ben de kendimce eğleniyordum işte. "Demek yaramazlık yapmaya doymuyorsun sen?"

 

"Mısır çok güzel olmuş baksana?" Daha fazla konuşamadan ağzına bir iki mısır teptim. Sonra biraz daha ve sonra biraz daha... "Çayını kalkıp iç canım boğazına kaçar Allah korusun."

 

"Beni çaydan Allah korur da, seni benim elimden kim koruyacak bilmiyorum."

 

"Ne, ne koruması? Ali Ata niye öyle bakıyorsun?"

 

"Nasıl bakıyorum yüreğim?" derken yattığı yerden doğruldu.

 

"Ben acıbadem kurabiyesi sen de Piraye gibi..."

 

"Kurabiye çok güzel olmuş baksana?" Benim taktiklerimi kullanıp bu kez o bana kurabiye yedirdi. "Evet güzel, sağ ol, yedim."

 

"İyi biraz da ben yiyeyim o zaman."

 

O ayağa kalkınca otomatik olarak ben de kalktım. "Neden üzerime geliyorsun?" Bir adım geriye doğru giderken heyecan çanları çoktan çalmıştı zihnimde.

 

"Yaramazlık çapanlara ceza verilir, bilmiyor musun? Üstelik bu bugün senin kaçıncı yaramazlığın sayamadım?"

 

"Sana ceza istiyorum diyen oldu mu?"

 

Bir büyük adım daha attığında geriye gidip sırtımı duvarla buluştururum sanıyordum ama yerimi hesap edemediğim için kendimi saldığım boşluğa bırakıverdim. Kapı boşluğuna şu an denk gelmek tam bana göre bir şeydi. Beni yakaladığı kollarına asılırken, aslanın pençeleri arasına girdiğimi biliyordum. Dolayısıyla gelecek olan cezaya da hazırdım. Bunun bilinciyle gülümsediğimde ise bir an sonra tamamen kollarındaydım. Kucağında odamıza taşırken gözlerini bir an olsun gözlerimden geçmedi. Sanki aramızdaki his akışından zevk alıyormuş gibi oynuyordu benimle.

 

"Hala ceza istemiyor musun?"

 

"Bilakis, istiyorum."

 

Kirpiklerimi kapatıp açtığım anlarda zihnime bir hoşluk sirayet ederken andaydım. Artık sırtım tamamen duvardaydı ve sabah oynadığımız oyunun sonunu nihayet getirecektik. Eh, doktor bir sorun olmaz demişti ve devletin memuruna güvenim sonsuzdu.

 

Müstehcen kelimeleriyle oyununa devam ederken kulağımdan boynuma ve oradan daha da aşağıya indi. Özenle kapattığım düğmelerimin tek tek açılmasından şikayetim yoktu, şikayetim daha hızlı açılmamasından yanaydı. Tenimde gezinen elleri ve ruhuma üflediği sözcükler sayesinde kendimi bir büyünün ortasında gibi hissediyordum.

 

Yeniden boynuma doğru gelen dudakları bu kez ben karşıladım. Elbisemin üzerimden düşmesi ve sırtımın yatakla buluşması yine kirpiklerimin açıp kapanma süresi kadardı.

 

"Ali Ata..." Mırıldanarak dinlediğini belli ederken sanki bu yakınlık yetmezmiş gibi biraz daha sarıldım ona. "Sana aşığım."

 

Geri çekilip çarşafa dökülen saçlarımı izledi birkaç saniye. Kollarının üzerinde dururken teması asla kesmek istemediğim gibi tüy hafifliğinde gezindi parmak uçlarım bedeninde. "Piraye, sana hastayım. Gözlerimle, ellerimle, ruhumla, yüreğimle, her şeyimle." Duyduklarım hoşuma gidince dudaklarım sinsice kıvrıldı yukarıya doğru. Sonra o sinsilikten öptü beni. Ne kadar hasta olduğunu söylemesi yetmedi bir de icraat ederek gösterdi. En sonunda ise aşık olduğum her yerim, hasta olan her bir zerresiyle buluştu ve huzur dolu bir kavuşmayla yumdum gözlerimi geceye.

 

 

***

 

Ali Ata'yı işe uğurlamış, evi toparlayıp akşam yemeğini hazırlamış, üzerine birde bulaşıkları yıkayıp kendimi hazır etmiştim. Normalde saatlere yaydığım şeyleri bir anda yapınca haliyle yorulmuştum. Şimdi ise köyün yolunda Peri'min evini tutmuş sallana sallana gidiyordum.

 

"Bu yol daha önce de bu kadar uzun muydu ya?" Kendi kendime söylenirken çatılan kaşlarım yol üzerinde açan papatyayı görünce düzeldi. Eğilip kokladım hepsini sevdiceğim gibi, sevdim ve seveceğim anlamına gelen bu sözcük ne kadar da güzeldi. Hele ki karşılığında böylesi güzel bir adamı hatırlatıyorsa... Papatyaları ondan ötürü seviyordum çünkü tüm hayatımı elleriyle bir çiçek bahçesine çevirmişti. Onu da yine ondan ötürü seviyordum çünkü çiçeklerin tohumu bizzat kendisiydi.

 

Soluklana soluklana Perihan'ın evinin bahçesine gelebilmiştim. Bu hamilelik daha başında böyleyse, kalan haftalarda nasıl olurdu bilmiyordum. Kapının tokmağını üç kere vurduktan sonra geri çekilip bekledim. Şaziye'nin has yüzüne hasret değildim elbette ama kapıyı o açıvermişti. "Ooo şıracı gelmiş. N'aber kız?"

 

"Seni gördüm bir anda kötü oldum Şaziye. Dilim damağım kurudu bir bardak su ver sana zahmet. Giderken de Peri'ye seslen kap sevabı." Gözlerini devirip terlikleriyle şak şak yürüyüp kıvırtarak ayrıldı kapıdan.

 

"Al bakalım dut tanem yarasın." Bahçeyi izlerken duyduğum sesle arkadaşıma döndüm. Getirdiği koca bir bardak suyu oturup kana kana içtikten sonra uzattım. "Elhamdülillah, su verenlerin çok olsun Peri'm."

 

"Amin," deyip içli bir nefes verince dikkatle baktım.

 

"Hayırdır ne bu hülyalı hareketler kız? Hekimine su verirken mi hayal ettin kendini ne yaptın iki saniye içinde zilli?"

 

"Hıı, hayal ettim. Ne güzel olurdu değil mi?"

 

"Olurdu olurdu elbet Allah'ın izniyle olacak. Lakin önce bir de babanın izni gerekiyor, gel biz buna dua edelim."

 

"Oldu oldu, ettiğimiz dua gerçek oldu." Ellerini birbirine kavuşturmuş neşeyle gözlerime bakıyordu. Neydi bu kızın pamuk prenses halleri yahu?

 

"Hangi dua? Kız korkutma beni, bismillah!"

 

Sonra elleri yavaşça çenesinin altına gidip orada kaldı. "Oldu diyorum Piraye'm oldu. Hem Allah'ın izni oldu, ben babamın."

 

"Ne? Anlamadım ne?" O kadar sakin konuşuyordu ki arkadaşımın içine başka biri girmiş diyebilirdim. Tuhaf bakıyordu, şey gibi; sinirleri alınmış ve durduk yere sırıtan insanlar gibi.

 

"Babam diyorum, dün verdi beni hekime." Bu sırada çenesinin altına sakladığı elini açığa çıkardı ve parlayan yuvarlak halkayı gördüm.

 

"Nee?" Bu sefer çığlık atmıştım işte. "Anaa, kız ne zaman, ne ara, nasıl oldu bu?"

 

"Dün akşam hekim geldi yine ailesiyle, kırmızı laleleriyle. Hiç umudum yoktu, babam resmen adamlara işkence etmeyi seviyor diye düşünmüştüm. Gel şu sedire oturalım ayakta kaldın." Nihayet leyla halinden çıkıp heyecanıyla aklı başına gelmişti. Bahçedeki sedire oturduk ve o anlattıkça ben şekilden şekle girerek dinledim. İzlemesi heyecanlı bir sinema filmi gibiydi. Bu sırada Şaziye'nin iyilik yapma saati geldiğinden olsa gerek birer bardak soğuk limonata getirdi bize. Sanırım dün geceyi yeniden yaşadığımızı anlamıştı.

 

"En keyif aldığım an Halit'in boğazına takılan badem şekerinin, bunun gıcık görümcesinin alnına saplandığı andı," dedi ve kahkaha atarak ayrıldı yanımızdan. Ardından biz de gülmeye başladık.

 

"Huysuz mu kız o kadar?"

 

"Değildir ya, şimdiden yorum yapmayım önce bir tanıyayım. Her insan aynı değil sonuçta, belki Arap atı gibi sonradan açılacak."

 

Kollarımı açıp sarıldım hemen canım arkadaşıma. "Peri'm benim, güzel yüzlüm, güzel kalplim, nasıl mutlu oldum adına bilsen. Sonunda kavuşacaksın sevdiğinle." Sessiz fısıltılarımı duyan olmasın diye kulağına ilettim.

 

"Teşekkür ederim dut tanem, öyle mesudum, öyle mesudum ki... Uyuyamadım dün gece eriyip bitmekten."

 

"Sen böyleysen doktor ne yapmıştır kim bilir? Gerçi sakinleştirici yapmış olabilir, keşke sana da uyku ilacı-" Cümlemi tamamlayamadan kolumdan dürtüldüm. Kınayıcı bakışları üzerimdeydi. "Tamam tamam demedik bir şey. Aa ben sana ne demeyi unuttum, sevinçten aklım gitti."

 

"Ne olursun kötü bir şey olmasın, kalbim pamuk şeker kıvamında şu an kimsecikler su dökmesin."

 

"Bende bir sorun yok ama Behçet abinin eşi Zerda'nın yanına gidelim diyorum bir. Geçen gece yolda biraz atışırken görmüş Ali, bir derdi mi var bak dedi."

 

"Nasıl bir derdi olabilir ki, karı koca arasına girilmez derler Piraye."

 

"O böyle dediyse birazdan fazlası vardır da beni telaşa sürüklemek istememiştir. Annene anlatırım gibi şeyler duymuş."

 

"Hii," deyip ağzını kapattı hemen. "Aldatmış olmasın boyu posu devrilesice?"

 

"Gidip yoklayalım Peri'm. Kız yalnız kalmasın buralarda, en azından iki çift laf edeceği insanlar görsün."

 

Perihan ayaklanıp içeriye haber vermeye gitti. Babası şu an evde olmadığı için bir pürüz çıkmadan ayrılmıştık bahçeden. "Hangisiydi evleri acaba?"

 

"Şu ilerisi diye biliyorum." Boyası dökük kapıyı tıkladıktan sonra içeriden hiç ses gelmedi. "Yok mu evde acaba?" Tekrar tıklayıp bekledim, belki müsait değildi. Kapı kıyıdan yavaşça açıldı ve bir çift göz gördüm. Kapıyı açarken yüzünde peçesi vardı. Tedirgin olmasın diye gülümsedim. "Merhaba Zerda, ben Piraye, bu da arkadaşım Perihan. Evlendikten sonra hayırlı olsun demeye gelemedik, bir uğrayalım dedik. Müsaitsen tabii, bahçede de oturabiliriz."

 

Tedirgin gözleri yavaş yavaş düzeldi ve kapıyı açıp geriye çekildi. "Buyurun, hoş geldiniz." Kapıyı örterken gözleri çevreyi kolaçan etmişti. Bu beni de tedirgin etse de Perihan'a bir şey belli etmedim.

 

"Hoş bulduk, nasılsın?"

 

"Çok şükür iyiyim diyelim iyi olalım, sizler nasılsınız?"

 

"Biz de iyiyiz hamdolsun," diye yanıtladı Perihan.

 

"Ben sana ufak bir bohça getirmiştim, çam sakızı çoban armağanı. Kabul edersen mutlu olurum."

 

"Zahmet etmişsin abla, şey... abla mı deyim bilemedim saygısızlık olmasın."

 

"Deme deme Piraye de yeter, samimiyetimiz artsın."

 

"Pekala Piraye diyorum, ben bir şerbet getireyim konuşurken içeriz."

 

"Zahmet olmasın?"

 

"Olur mu ne zahmeti, evime misafir gelmiş." Odadan çıkıp gittiğinde evlerini biraz inceledim. Sanki Ali Ata beni hafiye tutmuştu da görevimi yerine getiriyormuş gibi hissetmiştim. Zerda koca bir tepsiyle içeri girdiğinde Perihan kalkıp yardım etti. Yanında çerez, meyve kuruları da getirmişti. Aslında bu evde bir şey yiyesim yoktu ama ikramı geri de çeviremezdik. Yemezsek bize güvenip kendini de açmazdı. Üstelik meyvelerde çoktan gözüme takılmıştı.

 

"Nasıl gidiyor evlilik Zerda, alıştın mı?"

 

"Gidiyor bir şekilde vallahi, sanki yıllardır bu evin içinde gibi hissediyorum kendimi."

 

"Evet, birini sevince yıllardır onunla gibi hissediyorsun. Peri de yakında evlenecek, ona tavsiye verelim," diyerek konuyu açtım.

 

"Seviyor musun yoksa görücü usulü mü?"

 

"Yani çokta görücü usulü değil."

 

"Seviyorsun belli ama huyunu suyunu biraz öğrenmeye çalış, sonradan pişman olma. Annelerimizin öğütleri kulaklarımızda çınlasa da bazen olmayınca olmuyor."

 

"İnşallah mutlu mesut ilerleriz."

 

"İnşallah canım."

 

Anne konusuna tekrar değinmemiştik. Sohbet devam ederken ona Zerda diye her seslenmemde özenle bana baktı. "Kendi adımı duymayı özlemişim," dedi içli bir nefes alıp.

 

"Niye kız? Yoksa kocan gülüm balım diye mi sesleniyor?" Soru cilveli bir şekilde Perihan'dan gelmişti ama karşı taraf yeterince gülmedi.

 

"Yok adımı değiştirdi, Zerda uygun değilmiş, Zeliha olsun dedi."

 

"Hoppala, bir yaşıma daha girdim. Ananın babanın koyduğu addan ona neymiş canım?" Ali Ata doğru duymuştu. Kadının adını değiştirmek ne tür bir hadsizlikti.

 

"Tek kusuru bu da değil, evlendikten sonra başlarda çok iyiydi ama cicim ayları mı bitti bilmiyorum sonradan komple değişti. Ben giyim kuşamıma dikkat eden biriydim zaten ama başın açık günah dedi. Git gel baskı yaptı kapandım, Allah'ın emri dedim. Bu içimden de geçtiği için diretmedim ama bu ona yetmedi abla. Bileğin gözüküyor, yüzün gözüküyor, hattın belli oluyor bunların hepsi günah dedi. Önce bol şeyler giydim, sonra çarşaf aldı geldi, yetmedi peçe taktırdı. Kapıyı bile bunsuz açamıyorum şimdi." Şok içinde onu dinlerken ne yapacağımızı bilemedik.

 

"Ailenin haberi var mı?"

 

"Yok ev telefonu bağlatamadık ailem de uzakta benim. Başta bir el öpmeye gittik o kadar, onlar öncesinde burayı ziyaret etmişti gelmediler. Başka yerden de aratmıyor sen kendi evinin huzuruna bak diyor, dedikodu günahtır diyor."

 

"Hayda alim mi kesildi başımıza. Hülya teyze hiç böyle bir insan değildi, onunla konuştun mu?"

 

"Onunla da konuşmama izin vermiyor abla. Sakalı çok sevmezdi bir keresinde merak ettim az uzatsan demiştim, kaşındırıyor demişti. Şimdi uzun bir sakalı var. Bazı yeni arkadaşları olmuş camiye onlarla girip çıkıyor sohbetler yapıyormuş. Keşke hiç tanışmasaydı o arkadaşlarıyla. Onlarla iyi olacak diye benimle kötü oluyor, çok bunaldım."

 

"Ne sohbeti ediyorlar acaba, ne günahtır ne değildir mi?" Perihan öfkeyle soludu. "Ben de başımı kapatıyorum ama istediğim için. Herkes herkese saygı duymalıdır. Dinde zorlama yoktur, kolaylaştırınız zorlaştırmayınız derler. İçten gelmedikten sonra sevap neye yarar yahu?"

 

"Haklısın Peri'm, her koyun kendi bacağından asılacak ne de olsa, biraz kendi günahlarına baksınlar. Eşine yaptığı bu zorbalıkta günah. Onunla hiç konuştun mu bu konuyu Zerda?"

 

"Konuşmaz olur muyum Piraye, birden bire niye değiştin böyle dedim, gözüm açıldı dedi. Dünyalık hevesler bizi mutlu etmez ahiretimize bakmak lazım dedi. Hoca efendi bize yol gösteriyor dedi. Ne yolu olduğunu da anlamadım vallahi günahları boynuna, geçenlerde ufak bir tarla sattı hayır yapacağım diye ama benim aklıma başka şeyler geliyor. Hayır için tarla mı satılır, ya hoca dediği adam bunları kandırıyor ya da bu parayı başka bir kadınla yiyor."

 

Son cümleden sonra bir müddet düşündük, kimseden çıt çıkmadı. "Başka bir kadın olsa hisseder anlarsın Zerda bir yokla hafızanı bakalım? Son zamanlarda bir soğukluk, ilgisinin kayması, farklı kokular falan var mı?"

 

"Yok, yani o konuda bir sorun yok hala ilk günkü gibiyiz ama giyim kuşama taktı, dedikoduya günaha taktı kafayı işte."

 

"O zaman hoca efendi kısmına yoğunlaşalım biz..."

 

 

 

 

Bölüm : 02.12.2024 23:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...