58. Bölüm

58. Bölüm

Tuğba Yıldırım
1scintilla

Bölüm 53. Part 2

 

Yoğun bir konuşmanın ardından Zerda'nın evinden ayrılan Piraye ve Perihan bir noktaya kadar durumu aralarında istişare ettiler ve sonra sarılıp vedalaşarak ayrıldılar. Piraye Ali Ata'ya anlatacağı şeyleri unutmamak için zihninde tekrar edip durdu. Perihan ise yoğun bir üzüntü hissediyordu Zerda'ya karşı. Kimse evlendikten sonra bu hale gelmek istemezdi. Evlilik sevgi ve saygı mertebesinde yürütülmeliydi.

 

İnsanlar konuşa konuşa anlaşırdı neticede, kız annesiyle bile konuşamadıktan sonra nasıl rahatlayacaktı. Şu an sadece bunalmıştı belki ama bir de patlama noktasına erişecekti, bu da evliliğe vurulan sağlam bir darbe olacaktı.

 

Kadınlar genelde içine atar, biriktirir sonra ele batan kıymık tanesinden huzursuzluk çıkardı olurdu. Oysaki sevileceği, fikirlerinin önemseneceği, karşılıklı hoş diyaloglar kuracağı bir insanla ömrünü geçirmek isterdi herkes. Buna mı bozuldun diye kurulan o cümlenin altındaki gerçek manayı anladığın an bir şeyleri yoluna koyabilirdin.

 

Sonra düşündü Perihan; annesiyle konuşsa değişecek bir şey olur mu acaba diye. Eski topraktı onlar, kocan ne derse boyun eğ diyebilirdi, erkektir haklıdır diyebilirdi, evine yuvana sahip çık diyebilirdi. Zaman geçiyor, devir değişiyordu ama hala bu düşüncelerden zar zor kurtulabiliyorduk.

 

"Acaba benim annem yaşıyor olsaydı ne düşünürdü?" diye mırıldandı kendi kendine. Umarım gelecekte kendi ayakları üzerine sağlam basan güçlü kadınlar yetişir diye devam etti düşünmeye. Sonra söz verdi; bir çocuğu olursa şayet, bir kızı, bir oğlu olursa ona her şeyi detaylıca öğretip anlatacaktı. Evlilik birine köle olmak değil, birlikte bir hayatı paylaşırken zevk almaktı.

 

Acısıyla tatlısıyla denilen sözler, kavga evliliğin tuzu biberi diye devam ediyordu. Önemli olan o tuzun boyutuydu aslında. Çok tuzlu bir yemek nasıl midemize zehir oluyorsa, çok tuzlu bir evlilik hayatı da kalbimize zehir olurdu.

 

"Allah'ım sen en hayırlısı bilirsin. Hekimden bunu beklemiyorum ama insanoğlu beşer şaşar, tuzumuzu çoğaltma ne olursun. Saygımızı, huzurumuzu, bereketimizi hep koru.

 

Gözlerini kapatıp ellerini kalbine götürdüğünde ettiği duadan sonra yoluna devam etti. Sonra yine çeşmeye geldiğini anlayınca gülümsedi. Lakin çeşmenin duvarında oturan kişiyi görünce gülümsemesi tüm yüzünü kapladı. Adımlarını hızlandırırken, hekim de oturduğu beton duvardan atlayıp büyük adımlarla sevdiği kadının önüne geldi.

 

"Beni görmeyi mi diliyordun yoksa Peri'm?" Yarkın'ın gülen yüzüne bakıp daha da gülümsedi kadın.

 

"En hayırlısını diliyordum sen çıktın karşıma."

 

"Allah da biliyor ya şu kalbimin içini, tevafuk eseri çıkmış oldum işte." Cebinden çıkardığı kırmızı laleyi verdi sevdiğine. Perihan alışkanlıktan şöyle bir etrafı kolaçan etti. "Koşar adım buraya geldiğinde kollarımın arasına alıp sarılmayı ne çok istedim bilemezsin iki gözüm."

 

"Bilirim," dedi Perihan başını eğip kısık bir tonla. "Çünkü ne yalan söyleyeyim benim de içinden geldi öyle."

 

Hekim parmağıyla kadının çenesini yukarı kaldırıp gözlerine baktı. Derin bir nefes alıp verdi sonra. "Az kaldı, nişanlandıktan sonra doya doya sarılırım diye ümit ediyorum."

 

"Çokta doya doya değil de bir kere sarılmayı ben de isterim tabii." Bunu diyeceğinden adı gibi emindi hekim ama yine de bir şansını denemek istemişti işte. Perisinin yanakları giderek elindeki lalenin rengini alıyordu. "Nişan dedin ama?" Devamını getiremedi; ne zaman olacak, nasıl olacak, hemen olup bitecek mi?

 

"Annemler gitmeden nişan yapalım aramızda dedi. Bu yüzden gitmeyi biraz ertelediler. Babanın fikri değişmeden aradan çıksın bu mesele diyorlar. Sen de istersen tabii ne düşünüyorsun?"

 

"İsterim, isterim elbet yapalım. Ama bizim burada nişanla düğün arasını çok uzun tutmazlar, annenlerin gidip gelmesi sorun olur mu?"

 

"Olmaz canım, hele bir gitsinler de oğulların düğünü oluyor gelirler elbet. Ben de bu sırada o gün için gün sayıyor olurum. Duvarlara çentik de atmak isterdim ama huylu Feridun dilimle temizletir attığım çizikleri."

 

Perihan söylediklerine kıkırdarken eve geç kaldığını da anladı. Hiç gidesi yoktu aslında ama her güzel anın bir sonu oluyordu. "Nişan için geleceğiniz günü önden söylersin bu kez değil mi Yarkın? Bulaşıklı ellerimle karşılamak istemem sizi, yine..."

 

"Yav ben yerim senin o bulaşıklı ellerini, ben babandan onay almışım gözüm görür mü hiç bulaşık yalaşık? Nişandan önce bir alışverişe çıkmak icap eder, konuşuruz elbet. Babam babana haber salar."

 

Perihan iyice kızarırken artık oksijen ona yeterli gelmiyor gibi hissetti. Boğazını temizleyip bir adım geriye çekildi. "Şey, tamam öyleyse, ben çok geç kalmayım, Piraye'yle çıktım demiştim..."

 

"Şey, tamam öyleyse..." diye alay dolu bir sesle konuştu Yarkın. Ardından anlamsızca gülüştüler. "Kal sağlıcakla." Ufak bir asker selamı verip bir adım geri çekildi ve ellerini belinin üzerinde birleştirip sevdiği kadın gidişini hayran hayran izlemek istedi.

 

"Allah'a emanet ol," deyip elini salladı ve arkasını döndü Perihan. Ama sonra aklına gelen şeyle durdu. Bunu şu an yapmazsa bir daha cesaret edemezdi. Belki yine tevafuk eseri karşılaşırlarsa diye sabahtan hazır edip saklamıştı. Omzunun üzerinden dönüp baktığında adamın tüm heybetiyle orada bir dağ gibi dikildiğini gördü. Hekim başını omzuna doğru eğip kısık gözlerle neler olduğunu inceledi.

 

Perihan yeniden boğazını temizledi ve ikisini de bozguna uğratan o hareketi yaptı. Diğer seferde verdiği laleyi göğsünün arasından çıkardı ve hızlı adımlarla yaklaşıp hekime uzattı. "Bende kalıp yine sana gelirse, sendeki anlamı da farklı olur diye düşündüm. Ezilmesin, ezilmesin diye cebimde taşıyamadım, şeyden. Hoşça kal." deyip daha fazla utanıp kızarmadan koşar adımlarla oradan ayrıldı.

 

Elinde sevdiğinin kalbinin üzerinde taşıdığı o laleye bakarken yutkundu Yarkın. Geçen sefer gittiği yolculuğu görünce nasıl kıskandığını hatırladı. Şimdi aynı lale, yine o yolculuktan çıkıp bu kez avucuna konmuştu. Hızlanan kalbiyle ne kadar orada durdu bilmiyordu. Şaşkın şaşkın sağına soluna bakıp kendi kendine söylenmeye başladı.

 

"Taşikardi neydi doktor, hatırla..."

 

***

 

Feridun birkaç gündür işten çıkıyor, Zehra'nın evinin önünde buluyordu kendini. Ona göre bu çok anlamsızdı, sözlüsü olduğu için koruma iç güdüsüyle dolduğunu düşündü. Zehra bir keresinde onu görmüş ama perdesini çekip içeri geçmişti.

 

Öyle üzgündü ki bu duruma düştüğü için. Evet kalbi Feridun'u görür görmez bir tuhaf çarpmış günlerce aklından çıkaramamıştı ama adamın onu sevmediğini iliklerine kadar hissediyordu. Bu yüzden bu zorunluluktan nefret ediyordu. Onu dul adamdan kurtarmıştı ama kendi nefretiyle baş başa bırakacaktı biliyordu. Bu yüzden hiç olmadığı kadar tedirgindi Zehra, evlilikti bu çocuk oyuncağı değil.

 

Bu zamana kadar annesinin gölgesinde büyümüş, kötü olmak için çabalamıştı. İstediği şeyi yapmazsa annesi küser, bağırır, çağırır ve günü ona zindan ederdi. Kendi çocuklarının bir birey olduğunu kabullenmeyen Nevin, evin içinde onları sık sık manipüle ederek başlarına epeyce dert açmıştı.

 

Hayatının bir noktasında başka bir ailem olsa nasıl olur diye çok düşünmüştü Zehra. Sonra bu da bir nankörlük gibi gelmiş ve o anda ipleri elinden tamamen bırakmıştı. İpler annesine geçmiş ve bir kukla gibi yönetmişti kızını. Onun da duyguları düşünceleri, istekleri arzuları var demeden acımasızca kendi benliği gibi hareket ettirmişti.

 

Şimdi ise bu durumdan yeni yeni sıyrılan Zehra'nın tek korkusu Feridun'la baş edememekti. "Ne olursa olsun bir kukla olmayacağım, ben kukla değilim," diye geçirdi içinden. İş çıkışı her gün bu evin önünden geçtiğini biliyordu artık. Arada Piraye'nin eski odasına geçip perdenin arkasından seyrediyordu onu, canım önünde beklemesine anlam veremiyordu. "Belki de tek amacı beni huzursuz etmektir," deyip geçiştiriyordu.

 

Kapısı hızla açıldığında yerinden sıçradı korkudan. "Zehra! Sana sesleniyorum sabahtan beri, git ekmek al da gel çabuk."

 

"Anne ödümü koparttın ya! Neden ben gidiyorum ekmeğe?"

 

"Kızım sağa sola kaçmışlar işte, Feride'yi de bulamadım, aç mı kalalım? Al şu parayı."

 

Zehra, annesinin uzattığı tam ekmek parasına baktı. Şimdi Piraye'nin neler hissedebildiğini anlıyordu işte. İşlerine gelince her şeye koşturuyorlardı ama konu para harcamaya gelince böyle yapıyorlardı demek. Gerçi annesi önceden böyle değildi ama babasıyla arasında koca bir boşluk oluştuğu için, eskiden olduğu gibi har vurup harman savuramıyordu. Tam para demek, sevdiği zeytinli ekmeklerden alamayacak demekti...

 

"Piraye," deyip içli bir nefes aldı. "Kördüm, affet. Gözüm de kördü yüreğimde..."

 

Üzerine bir hırka giyip şapkasını başına geçirdi ve yola çıktı. Tanıyıp konuşmak isteyenlere aldığı küçük bir önlemdi bu. Fırının kapısından girerken yüzüne vuran sıcak buğuyla gülümsedi.

 

"Kolay gelsin ufaklık, dört ekmek verir misin bana?"

 

"Günaydın Zehra abla, hemen veriyorum."

 

"Günaydın canım."

 

O sırada fırının diğer köşesinde bir tanıdığıyla konuşan Feridun Zehra lafını duyunca kulaklarını dikti. Bu kıvırcık saçların onun sözlüsüne ait olduğundan yüzde yüz emindi. Bedenini hafif bir açıyla kızı görecek kadar çevirdi ve arkadaşıyla konuşmaya devam etti. Çıktığı anı gözden kaçırmamak içinse sürekli kontrol ediyordu.

 

"Zeytinli ekmek de var Zehra abla vereyim mi?" diye soran küçük çocuğa baktı Zehra. Sakın parana bakma Zehra, sakın, olmadığını düşünmesinler gülümse ve geç diye kendini telkin ederken cevap vermeyi unuttuğunu fark etti.

 

"Yok ablam sağ ol bugün almayacağım. Çok yiyince kilo alıyorum sonra."

 

"Tamam abla, al ekmeklerin afiyet olsun." Zehra gülümseyip parayı uzattı ve sağına soluna bakmadan dükkandan çıktı. O sırada Feridun koşar adım çocuğun yanına gitti.

 

"Pşşt aslan parçası iki zeytinli ekmek ver, çabuk çabuk çabuk."

 

Poşete bile daha doğru düzgün sığdıramadan kaptı Feridun. Parayı da masaya koyup üzerini beklemeden çıktı.

 

"Şimdi at gibi koşar anasını satayım yakalayamam. Saçmalama Feridun polis olan sensin o değil, gir şu kestirme yola."

 

Kendi kendini paylayıp duyduğu adım sesiyle köşeyi döndü ve karşısına çıktı kadının. Ancak yanlış alarmdı, şalına sıkı sıkı sarınmış bir teyze Feridun'u görünce aklı çıkmış gibi söylenmeye başladı. "Ne çıkıyorsun karşıma öyle evladım aklımı aldın. Ne biçim gençsiniz siz yahu? Tek işiniz yaşlıları korkutmak mı? Dün de dangalağın teki arabayı sürdü üzerime. Karınca gibi ezileceğim diye korkudan sokağa çıkamayacağım artık."

 

"Teyzem affet bilmeden oldu. Ben de kaçıyordum şeyden,"

 

"Köpekten mi, köpek mi var yoksa hı? Bu ara dadandılar yine arka köyün köpekleri hav hav geziyorlar."

 

"Evet evet, köpekten çok korkarım hadi Allah'a emanet ol ısırmasınlar seni."

 

Arkasına bakmadan hızla giden Feridun az önce onu görüp kıkırdayan Zehra'yı görmemişti teyzeye laf anlatacağım diye. Bir iki sağına soluna baktıktan sonra kızın uslu uslu yürüdüğünü görüp rahatladı.

 

"Zehra?"

 

Zehra onu duymamış gibi yapıp hızını artırarak yürümeye devam etti.

 

"Kime diyorum kız Zehra, zalimin kızı beklesene. Dursana kızım!" Durmayınca daha da hızlanıp kolundan tutmak zorunda kaldı.

 

"Aaa ne yapıyorsun be? Senin hiç mi aklın başına gelmez? Kızın falan değilim ben senin."

 

Sırıttı Feridun bu cevaba. "Doğru sözlümsün." Zehra'nın parmağında duran alyansa göz attı. Hala yerinde durduğunu görünce gülümsedi.

 

"Ne istiyorsun Feridun, bana sataşmayınca günün iyi geçmiyor herhalde?"

 

"Yok valla geçmiyor, suçluları yakalayamıyorum aklım sendeyken!"

 

Zehra kollarını birbirine kavuşturup sinirli bir nefes verdi. Feridun onun bu halini şöyle bir süzdü. "Kilo mu verdin sen? Ne bu halin?"

 

"Ne varmış halimde?"

 

"Zayıflamışsın gibi, ben sevmem öyle kuru kemik. Evleneceğiz madem biraz gözümüze hitap et."

 

"Defol git etli butlu birini bul o zaman!" Hışımla arkasını döneceği sıra yeniden durduruldu.

 

"Cık olmaz o artık, mecbur seni besleyeceğiz," diyerek aldığı zeytinli ekmeğin ucundan böldü ve kadının ağzına tıktı. Mecburen kendini bir anda çiğnerken buldu Zehra, bu tadı seviyordu. Ardından lokması bitince bir yenisi geldi ağzına.

 

"Ne yapıyorsun be, besiye mi çekiyorsun beni hayvan herif?"3

 

Feridun'un gür kahkahası sokağın ortasında yankılandı ama Zehra hemen ağzını kapattı. Bu sefer de fazla yakınlaşmışlardı. "Yapma, gülme şöyle sırıtma karşımda! Bu sefer de adamı güldürecek ahlaksız şeyler söylüyor yolun ortasında diye adımı tekrar duyuracaklar!"

 

Öfkeli gözleri parlarken Feridun bir müddet sessiz kaldı. Zaten ağzını kapatmıştı ve hala geri çekmiyordu. Kaş göz yapıp işaret etse de anlamadı Zehra. O da çareyi dilini çıkartıp eline değdirmekte buldu.

 

"Iyy! Ne yapıyorsun ya?"

 

"Deneme yapıyorum, bak bakalım senin gibi çıkarabiliyor muyum çatal dilimi."

 

Aslında onunla uğraşmak hoşuna gidiyordu. Zeytinli ekmeği de sevdiğini duyunca yesin diye almıştı ama aptal aşıklar gibi öylece veremezdi işte. Elleriyle beslerken de kavgaya tutuşmuşlardı.

 

"Benimle evlenmeyi kendin istedin Feridun ve sonuçlarına katlanacaksın. O çatal dilimle sana neler yapacağım bir bilsen!"

 

Boğazını temizleyen Feridun etrafına şöyle bir göz attı. Biri duyarsa diye niye tedirgin olmuştu ki şimdi? "Ne yapacakmışsın bana o çatal dilinle?"2

 

"Bir gece uyurken ansızın gelip sokacağım o boynunu. Sonra da fazla dozdan zehirlenip yığılacaksın kollarına. Belki arkandan bir iki damla da timsah gözyaşı dökerim ne dersin."

 

"Sabırsızlıkla bekliyorum derim," deyip sinsi sinsi güldü. Sonra ekmekten büyük bir parça daha koparıp ağzına tutuşturdu. "Al biraz daha ye de zehrin bol olsun," deyip gülümseyerek ayrıldı oradan. Geride öfkeden kızaran suratıyla kaşlarını çatan bir Zehra bırakarak.

 

"Bu evlilik gittikçe eğlenceli bir hal almaya başladı zalimin kızı, şimdi gidip beni kaç farklı şekilde boğabileceğini düşüneyim," diye kendi kendine konuşurken zeytinli ekmekten bir parça da kendi ağzına attı. İlginç bir şekilde tadını hiç garipsememiş hatta hoşuna gitmişti. Zaman içinde Zehra'yı da garipsemediğinin farkına varacak ve belki o da oldukça hoşuna gidecekti...

 

Bölüm : 02.12.2024 23:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...