60. Bölüm

60. Bölüm

Tuğba Yıldırım
1scintilla

 

 

 

54. Part 2

 

Hakan sabah erkenden uyanıp sıkılınca bahçeye çıkmıştı. Bir iki köpekleri sevdi ama sonra yine sıkıldı. Şöyle bir etrafına bakınıp kendine iş aradıktan sonra sırıttı. "Acaba ay akşamdan ışıktır diye evin içinde bağırarak koşsam annem en fazla ne yapar? Neyse daha yeni gelmişken macera aramayım kendime."

 

Arka bahçeyi dolanmak isterken gördüğü köşeyle yeğenine bir oyun alanı yapmak istedi. Sessiz adımlarla kömürlüğün içine girip kazma ve kürek bulduktan sonra başladı toprağı kazmaya. "Hah şöyle ya, ne güzel olacak. Sonra buraya bir yumuşak kum dökeriz, yuvarlanır durur içinde su aygırı gibi," deyip güldükten sonra etrafını taradı. Yengesi duyarsa üzülür diye çenesini sıkı tutması lazımdı çünkü annesi gelmeden önce hamile kadınların çok hassas olacağından bahsetmişti. Hatta biraz alıngan...

 

Önce kendine dikdörtgen bir alan oluşturmuş sonra ise içini kazma işine devam etmişti. Terleyince üzerindeki gömleğini bir kenara çıkardı ve bahçede bulunan hortumla kendini biraz ıslattı. Aç karnına bu işin olmayacağını anlayınca sessiz adımlarla geri eve girdi. "Dünkü salatadan falan arttı mı acaba ya? Ne yesem şimdi?" Dolabın içine yüzeysel bir bakış attı ama aradığını göremeyince annesinin getirdiği tereyağını ve köy peynirini çıkardı. Yarım ekmeğe dürdükten sonra koca lokmalarla üç dakika içinde bitirip büyük bir bardak da su içti.

 

"Hadi bakalım toprak efendi, tansiyon şeker her şey normal şu an." Ara ara toprağa söylenip kendi kendine konuşarak kazmaya devam etti. Derinliği kontrol ettikten sonra biraz daha kazması gerektiğini düşündüğü için baltayı yeniden vurdu ama bir şeye takıldığını belli eden bir ses duydu. "Allah, gömü mü buldum yoksa? Hadi oğlum Hakan sana özel bir hazine yatıyor olabilir, çıkar şunu!"

 

Artık toprak derinliği değildi mevzu, baltanın ucuna takılan şey neyse büyük bir gizem gibi onu çözmeye çalışıyordu. Farkında olmasa bile nabzı hızlanmış ve nefes nefese kalmıştı. Bir balta bir kürek derken en sonunda karşısına metal bir kutu çıkmasıyla nefesini tuttu. "Hassiktir! Harbi bir şey var burada. Ben en fazla taştır, metal kapaktır falan diye düşünmüştüm." Etrafı kolaçan ettiğinde daha horozların bile ötmemiş olduğunu fark etti. Gerçekten belki bir tenekelere ekilen çiçeklerden biri toprağın altında kalmıştır diye geçirmişti içten içe lakin yine de heyecanlanmadan edememişti. Şimdi ise işin renginin değiştiğini gördü.

 

Kutu derine yerleştiği için kenarlarını biraz daha açması gerekmişti. "Beyhude bir çaba mı olacak bakalım. Lan yoksa içinden bir şaka çıkmasın? Neyse kimse ikaz etmeden sessiz sedasız çözeyim bu mevzuyu." Amacına ulaşması yirmi dakikasını almıştı ama sabah ezanı bir anda okunmaya başlayınca yerinden sıçradı. "Allah'ım bu bir işaret mi? Ödüm sıddı (koptu) billahi."

 

Ne olur ne olmaz çarpılmayayım diye ezanın bitmesini beklerken temkinliydi. Annesi ve yengesi namaza kalkmış olabilirdi bu yüzden artık daha sessiz hareket etmek zorundaydı. Serin havada atletle durması onu üşütebilirdi ama heyecandan tüm bedeninin alev alev yandığını hissediyordu.

 

Toprağa komple yatıp sıkışmış kutuyu sağa sola çekiştirmeye başladı. "Kaç sene önce koydunuz bunu buraya da bu şekil sıkıştı kardeşim?" En son şekilden şekle girip çömelerek kutuyu yukarı doğru çektiğinde fazla güç kullandığı için kutu bir anda fırladı ve ayağına çarparak yere düştü. "Anam anam anam ayağım koptu. Ulan içinden güzel bir şey çıkmazsa bunu koyanın yedi ceddine söverim ha!"

 

Gözden uzak olmak için bahçede kabak gibi ortada durmayıp evin kıyısına doğru ilerledi. Ağır olan kutuyu da oraya taşıyıp sırıttı. Tam açmak için hevesleniyordu ki ön tarafında bir asma kilit olduğunu fark etti. "Hayda, evvela bu kilidi kırmak gerekir. Uyanmayan varsa da bu sesten sonra uyanabilir. Hatta yengemin karnındaki bebenin kulakları oluşmuşsa o bile duyabilir. Lakin açacağım, çatlarım patlarım meraktan ikiye ayrılırım neme lazım bu kadr uğraştım?"

 

Baltayı kaldırdı ve tek hamlede sesli bir şekilde vurdu. Ali Ata bu sese çoktan gözünü açmıştı ama bu riski almaya değerdi. Camın açıldığının sesini duyunca kutuyu bırakıp kendini gösterdi. "Abi uyandırdım mı kusura bakma?"

 

"Sen miydin oğlum, başkası girdi sandım, uyurum geri. Üşüme üstünü giy, yanıyor mudur nedir? Kan deli akıyor bu yaşlarda tabii."

 

"Giyerim abim iyi uykular."

 

İşte kilidi açılmış kutusu orada onu bekliyordu. Ellerini birbirine sürtüp hevesle yanına doğru gitti. Ses yapma işi bitmişti sonunda içinde ne varsa görebilecekti. Yere bağdaş kurup metal kapağı kaldırdığında kara bir böceğin kutunun kenarından eline doğru fırladığını görünce küfretti. "Gizli saklı iş yapanlar nasıl dayanıyor buna lan? Bir santimetrelik böcek aklımı alıyordu az kalsın. Neyse ki annem görmedi, yoksa birde asker olacağım diye tutturursun diye laf sokabilirdi. Olacağım işte, anlı şanlı bir Türk askeri olacağım." Yine kendi kendine biraz yükseldikten sonra kapağı kaldırdı ve nihayet içindekileri gördü.

 

Gözüne çarpan ilk şey siyah beyaz bir fotoğraf karesiydi. Fotoğrafın içinden ona gülümseyen genç bir kadın vardı. "Hazine diye seni buldum, ne dersin bu duruma? İçinden güzel bir şey çıksa bari demiştim ama kainat güzelinin de çıkmasını beklemiyordum." Genç kadının fotoğrafını o kadar çok inceledi ki neredeyse ona hayran olmuştu.

 

Güneş iyiden iyiye üzerine doğmuşken o hala kutuyu inceliyordu. İçinde kalın, yaprakları yer yer sararmış kara kaplı bir defter de vardı. Açtıkça yeni fotoğrafların yanı sıra bazı semboller ve açıklamalar yazıyordu. İnci gibi yazılmış olan yazısını görünce genç kadına hayranlığı bir tık daha arttı. "Sen benim yeni gizemim misin sence? Nesin böyle peri gibi? Bu kutuyu buraya neden gömdün, kimsin? Daha da önemlisi kaç yaşındasın peri kızı? Geç kalmış mıyımdır sana?"

 

Duvarın dibine yaslayıp deftere yeniden göz attığında kalbi ritmini hala bozmamıştı. Bir fotoğraftan ilk anda nasıl etkilenebilirse Hakan da öyle etkilenmişti. Yazdığı şeyleri okudukça çılgınca bir dehşete düşüyordu. Bursa'da bir antik kent olduğunu ve onun araştırmasını yaptığını anlamıştı. Bazı gizemli hatta ona ütopik gelecek olan şeylerden bahsetmişti. Defterin gizli bir yerinde yazan isim soy isimi hızlı hızlı tararken görmediği için kadın büyük bir gizemin içinde kalmıştı.

 

Bu kutu ev sahibi Osman Bey ve Hatice Hanım'ın kaybolan kızına ait bir kutuydu. Çok sevgi dolu, meraklı bir çocuktu ama birden bire ailesini terk ettiği düşünülmüştü. Hatice Hanım kızının hasretinden dert sahibi olup erkenden göçüp gitmişti. Bu kadar sevgi dolu bir ailede bu durumun yaşanılmasına kimsecikler inanamıştı.

 

"Hakan bahçede misin oğlum? Kahvaltı yapacağız gel." Annesinin seslenmesiyle kanı çekilen yüzünü havaya kaldırıp derin bir nefes aldı. Okuduğu dehşet bilgilerden sonra kadını mutlaka araştırması gerekirdi ancak bunu önce kendisi yapacaktı. Neyin ne olduğunu anladıktan sonra ailesine açardı konuyu. Kutuyu kömürlüğe gizleyip içindekileri gömleğinin arasına sardı ve hızla odasına koştu. Çantasının en altına giysilerinin arasına sakladıktan sonra rahat bir nefes verdi. Üzerine başka bir şey giyip ellerini yıkadı ve hazır olan kahvaltı sofrasına inip gülümsedi.

 

"Sabah sabah deli mi dürttü oğlum ne yapıyorsun bahçede?"

 

"Yeğenime oynasın diye ince kum getireceğim ana, köşeyi kazıyordum öyle aklıma geldi görünce sıkılmıştım. Tabii siz yok derseniz geri toplarım yenge oraları."

 

"Aa ne iyi düşünmüşsün Hakan, çok sevdim valla bu fikri. Ben de salıncak yapsak diye düşünüyordum, yanına da onu yaparız o zaman." Piraye bu fikre hemen ısınmıştı. Çocuğunun amcası onu kiler gibi olmasa kâfiydi.

 

"Siz ne zaman kontrole gittiniz kızım?"

 

"Oldu biraz ama yeniden gideceğiz anne, bakalım keyfi yerinde miymiş? Hastane merkezde olduğu için sürekli gidemiyoruz, buradaki sağlık ocağına da ben gitmek istemiyorum detaylı olsun diye."

 

"Anladım yavrum, inşallah her şey yolundadır. Bir gelsin yanıma babaannesi neler edecek ona?"

 

"Anne korkutma çocuğu ya?" Özlem çayından bir yudum alıp kadına takıldı gülerek.

 

"Niçin korksun a yavrum? Maksadım azıcık sevmek."

 

"Bilirim ben senin sevmelerini," dedi ve sofradaki herkes kıkır kıkır gülünce Satı kadın teessüf eden bakışlarıyla yemeğine devam etti.

 

***

 

Zehra ve Feridun bugün çay bahçesinde gideceklerdi. Feridun geceden gelmiş Atilla Bey'den izni koparmıştı. Herkesin içinde olunca Zehra da el mahkum kabul etmişti. Ne işler çevirdiğinden haberi olmadığı için duygularına mukayyet olup düğüne kadar görüşmek istemiyordu ama bu mümkün gözükmüyordu.

 

Kızın babası düğün ne zaman diye biraz sıkıştırmıştı Feridun'u. O da ev kiralarından girmiş hekimin evlenmesinden çıkmış durumu izah etmişti. Eh, onda şeytan tüyü vardı ve durumu bir şekilde toparlayabiliyordu.

 

Kasabanın girişine doğru yürürken sessizlerdi. Feridun onu kızdırmamak için bu kez susmayı tercih etmişti ama zalimin kızı da hiç konuşmuyordu. Çiçekçi teyzeyi görünce sessiz bir küfür etti çünkü kadın onu görüp tanımış ve çoktan sırıtmaya başlamıştı.

 

"Kıvırcık kız gel bakalım buraya?" Zehra etrafına baktıktan sonra Feridun'un saçlarına bile göz atmıştı ona seslendiğine ikna olmak için. "Yok artık!" diyen adamı takmamıştı bile.

 

"Buyur teyze?"

 

"Otur bakalım şöyle," deyip tek eliyle yanındaki tabureyi uzattı kız. "Yüzünün asık olduğunu yanındaki hiç mi görmez de bir çiçek alıvermez sana?"

 

"Yanımdaki benim dilimden anlamaz ki çiçeklerin dilinden anlasın teyze?"

 

"Sen ver bakayım şu elini?"

 

"Verme!" Feridun'un ani yükselişiyle birlikte kaşlarını çayan Zehra, teyzeye doğru uzattı elini. Teyze biraz mırıldanıp adama bakınca sırıttı. "Al kızım bir siyah gül sana, benden. Kimi yas der buna, kimi eşsiz, kimi de kara sevda. Sen ne için kullanmak istersen kullan, sonunda amacına erişeceksin derim ben sana."

 

"Benim bir amacım yok ki!"

 

"Olur olur, düğün ne zaman?"

 

"Daha belli değil," diyen Zehra, kadının elini çevirmesiyle sustu. "Az kalmış az, çeyizin hazır mı?" deyip yaklaştı kıza doğru. "Biraz özel şeyler al, senin damarında şeytanlık var gördüm, bu oğlanın biraz damarına basılması lazım. Gözleri körse açmayı bil kızım, dikkat çek ki farkına varsın. Saçların da pek güzelmiş, meydanda savurma yanlışlıkla peşine takılan olur." Son sözlerini yüksek sesle sarı çocuk duysun diye söylemişti.

 

"Kim takılıyormuş hayırdır? Sen ver şu güllerin devamını, bu ne böyle bir tane gözükmüyor bile," deyince çiçekçi kadın kahkaha attı. Bilerek yem atmıştı, bu çocuk da az şeytan tüylü değildi ama gözü görmüyordu işte. Yanındaki bir içim su kızı kahrından öldürmesin diye bir iki oyun etmek gerekirdi.

 

"Al benim kıvırcığım, kimsecikler yanaşamaz böylece."

 

"La havle, ondan mı dedik? Yürü gidelim ben iyice delirmeden."

 

Çiçekçi teyze ellerini göbeğine bağlayıp arkalarından gülümserken Zehra'ya göz kırpmayı unutmadı. Sonunda onun da yüzünü güldüren olmuştu ve o da göz kırpmasına karşılık vererek buraya yeniden geleceğini ima etti. Almıştı bir kere avın kokusunu, devamını da koklamak isterdi lakin bu kez siyah güllerini kokladı.

 

"Güzelmiş sağ ol," dedi ama Feridun'un ters bakışlarıyla karşılaştı. Aklı hala kadının dediklerinde olduğu için yürüdüğü yolda etrafını kesip duruyordu.

 

Nihayet çay bahçesine gelip oturduklarında sonbahara girmelerinin etkisiyle sıcak salep söyledi ikisi de. Feridun yanına gelen çocuğun başını sevip "Abim sen şöyle bir iki kurabiye falan bir şeyler daha getir yanına yemeye," deyip göz kırptı ve çocuğu yolladı. Bulundukları yerden deniz gözükmüyordu ama rüzgar kokusunu taşıyıp insanı rahatlatıyordu. Çocuk siparişleriyle birlikte gelince Feridun iki kurabiye de çocuğun ağzına tıktı ve gülerek ayrılışını izledi.

 

Zehra da onu izliyordu. Adamın yüreğindeki merhameti görüyor ama ona karşı olmamasına bozuluyordu işte. "Senin de mi ağzına tutalım al da yesene işte?"

 

"Yerim sağ ol," dedi itiraz etmeden ve bir ısırık aldı. Ardından güzel olduğunu belirtip o da yesin diye refleksle uzattı ve Feridun onu şaşırtarak bir ısırıkta o aldı.

 

"Dışarıya karşı mutsuzmuş gibi durmanı istemiyorum Zehra. Bana o tuzlu kahveyi içirirken ne düşünüyorsan yine aynı şeyleri düşünerek yap ne yapıyorsan."

 

"O tuzlu kahve masum bir başlangıç olabilirdi zira beni gördüğün her yerde şeytan muamelesi yapmasaydın."

 

"Bana şeytan olmadığını göster o zaman, haksız sayılmam. Gözümüzün önünde neler yaşandı. Girdiğimiz bu yol evcilik oyunu değil, gerçek hayat. Bir ömür benimle didişmek istemen ayrı bir olay, geçinmek ayrı. Niçin benden vebalı gibi kaçmaya çalıştığını anlamıyorum?"

 

Zehra buna alayla güldü. Elindeki sıcak salep fincanından bir yudum aldı ve geri bıraktı. "Benimle gözükmenin senin başına ne işler açtığını gördün. Daha fazla zan altında kalmanı ve benden iyice soğumanı istemiyorum." Gözlerinin içine bakarak konulurken sonunda içindekileri dökmüştü işte. Üzerine giderse daha çok nefret etmesinden ve bu hayatın ikisine de zehir olmasından korkuyordu. Feridun elindeki bardağı öne doğru itip kıza doğru eğildi ve o da bir an olsun gözlerini ayırmadı.

 

"Soğursam ısıtırsın, dert ettiğin şeye bak. Böyle saçma bahanelerle uzaklaşamazsın nişanlından?" İkisinin de sessiz kaldığı bir an oldu. Zehra, şu anı gerçekten yaşanıyor mu diye sorguluyordu. Feridun'un içine birinin girmiş olabileceğinden şüphelendi hatta. Feridun ise kızın kızaran yanaklarını incelemekle meşguldü. "Benden istediğin bir şey var mı?"

 

"Hayır yok."

 

"İyi, olursa haber et. Düğünden sonra şu şöyle olsaydı bu böyle olsaydı diye sızlanmanı çekemem." Başkası kesinlikle girmemişti, Feridun hala aynı Feridun'du ve Zehra bu duruma gözlerini devirdi. "Şu salep bile bana seni hatırlatıyor biliyor musun?"

 

"Niye? Çok sıcak olduğu ve dilini yaktığı için mi?" Kızın umursamaz sorusuna şen bir kahkaha attı adam.

 

"Yoo beyaz olduğu ve yakında seni beyaz gelinlikle göreceğim için."

 

"Sen bana pek bir hevesli geldin Feridun?"

 

"Niye heveslenmeyim, bir kere evleniyoruz şu hayatta, eh benim payıma da sen düştün Allah şikayet edeni sevmez heveslenmeye çalışıyorum işte."

 

"Uykunda seni boğacağımdan korkuyordun en son, benim beyaz gelinliğim senin beyaz kefenin olmasın dikkat et." Sevimlice sırıtan kızın yüzünü inceledi bir süre.

 

"Gül tabii Zehra, çıngırak sesi her zaman hoşuma gitmiştir. Ama bilesin ki son gülen iyi güler. Mesele o beyaz gelinliğin tıpkı deri değiştirir gibi üzerinden sıyrıldığında da ben güleceğim. Kefen işini sonra konuşuruz, netice bu, o günün mevzusu değil," deyip bu sefer geniş geniş sırıttı. Zehra ise içtiği içecek boğazına takıldığı için öksürmekle meşguldü.3

 

***

 

Piraye ve Ali Ata, Satı kadının söylenmelerine dayanamayıp doktor yolu tutmuşlardı. Minibüsle geçerken çay bahçesinde oturup gülen çifti görünce onlar adına mutlu olup bir süre haklarında konuştular. Ardından hastaneye gelip muayene olmak için fiş aldılar. Beklerken sanki ilk kez geliyor gibi çarptı Piraye'nin kalbi.

 

Yalnız gelmek zorunda kalan karnı burnu kadınlara nispet yapar gibi olmasın diye hırkasının altından tuttu kocasının elini, destek almak için. Hayata karşı her zaman bu kadar anlayışlıydı ve hayat da bir yerden sonra ona karşı anlayışlı olmaya başlamıştı.

 

"Piraye Maral Aslanboğa?" Kızlık soyadının kalmasını başta kocası istemişti. Çok sevdiği ailesinden kalan son şey soy adıyken bir anda sıyrılıp boşluğa düşsün istememişti. Babasının varlığını bu şekilde daha iyi hissedecekse onun için hiçbir mahsuru yoktu. Piraye ise bu teklife ve kocasının boynuna balıklama atlamıştı. Onu her geçen gün daha da çok seviyordu ve bu sevgi yakında kalbinden taşabilirdi.

 

Nihayet adını seslendiklerinde hızla kalktı yerinden. Ama aniden kalkınca başı dönmüştü. "Piraye'm sakin ol gideceğiz işte, ne diye acele ediyorsun?" Ali kolundan tuttuğu karısını yavaş adımlarla götürdü doktorun odasına.

 

"Kolay gelsin doktor hanım."

 

"Merhaba Piraye Hanım hoş geldiniz, nasılsınız?"

 

"İyiyim hamdolsun, siz nasılsınız?"

 

"Çok şükür, her gün bir bebek görüp daha iyi oluyorum," deyip gülümsedi kadına. "Siz şöyle hazırlanın birazdan bakalım." Piraye sedyeye uzanıp karnını açtığında soğuk jelin ürpertisini hissetti. Kocası da hemen yanı başında merakla izliyordu. "Evet, bir bakalım neredeymiş bu minik? Bir şikayetiniz var mı? Babamız da heyacanlı mı? Genelde beyleri pek göremeyiz burada."

 

"Yok, mide bulantılarım biraz daha azaldı, ağım sızım yok çok şükür. İlk çocuğumuz, ikimiz de çok heyecanlıyız," deyip kocasının gülen gözlerine bakmakla yetindi. Nasıl anlatabilirdi burada onun, başka hiçbir adama benzemediğini?

 

"Harika, ara ara artıp azalabilir bunlar normaldir. Şiddetli ağrı durumda hemen gelmeniz gerekir unutmayın, evde geçsin diye beklemek yok." Piraye hevesle kafa sallarken gelecek diğer cümleleri bekliyordu. Bebeği iyi olsun, ondan iyisi olmazdı.

 

"Evet her şey yolunda gözüküyor. Annemiz gün içinde çok yorulmasın, stres yapmasın, üzülüp onları da etkilemeyi düşünmesin. Bebeklerimiz gayet sağlıklı gözüküyor."

 

Karı koca birbirine şaşkınlıkla bakarken doktor sessizliğin ne olduğunu anlamadı. Piraye'nin anında gözleri dolarken gülümsedi. "Bebeklerimiz mi, ikiz mi yani?"

 

"Evet, ikiz bilmiyor muydunuz? Bazen ilk muayenede net gözükmeyebilir ama ikiz bebek bekliyorsunuz. Hayırlı olsun, tebrik ederim." Doktor sorusuna cevap almayı beklemeyip açıklama yaparken Ali çoktan karısına sarılmaya gitmişti. Alnına bir değil iki öpücük kondururken doktor onları yalnız bırakmak için gülerek odadan ayrıldı. "Allah be! Piraye'm, yüreğim ben mutlu olmayım da kim olsun? Senin varlığın bana en büyük ödülken şimdi iki küçük anlam daha katacaksın hayatımıza."

 

"Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz," deyip kıkırdadı sulu gözleriyle Piraye. "Fark etmeden hayat bize o gün iki ayrı çorap aldırmıştı Ali'm. Bazı şeyler yazgıda vardır görüyorsun ya. Ta öncesinden gönderdi Rabbim tanrı misafirini, biri siyah biri beyaz iki eniğimiz olmuştu oysaki. Çocuklarımız gibi, onlara yoldaş."

 

"Çocuklarımız gibi..."

 

 

 

 

 

 

Eveeet bebişlerimiz ikizdi, aralara ipucu serpiştirmiştim. Nasılsınız bal taneleri, inşallah her şey yolundadır.

 

Parmaklarım Feridun'la Zehra'yı yazmak için sabırsızlanıyor. Peş peşe düğün yapacak gibiyiz ne dersiniz? 3

 

Bu bölüm Hakan'ın önemli bir görevi vardı ve şu an açıklayabilirim. Yeni yazacağım kurgunun ana karakteri Hakan olacak, önceki bölümlerde sormuştum ama doğru cevabı alamadım.

 

Hakan şu an gençlik çağının başlarında, yazacağım zaman 1998'li yıllarda olacağız. Ve ortalıktan bir anda kaybolan bu kadının peşine düşecek. Kutunun içinde daha birçok şey var ve bir kısmını okurken yüzündeki kan çekilmişti. Kızımız tahmin ettiğiniz gibi arkeoloji ile ilgileniyor. Gizemli bir kitap olacak. Şimdiden yazmak için sabırsızlanıyorum.

 

Genç ve toy kalbi bir fotoğraf karesinde kaldı ve hissettiği o dolu dizgin saf duyguyu başkasında bulamadı. Hakan bakalım başına neler gelecek. Kurguyu hemen yazamam çünkü NOKTA'ya odaklanmam gerek.

 

Finale doğru gidiyoruz, çok hüzünlüyüm. Ayrılmak zor olacak benim için.

 

Yakın zamanda Instagram'da bir kitap çekilişi yapacağım, takipte kalın.

 

t.k.yildirim

 

Oy vermeyi unutmayın lütfen. Hepinizi çok seviyorum. Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 🌺🍭💕

 

 

Bölüm : 10.12.2024 22:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...