Saat yirmi bir otuz beş,
Biri benim diğeri onun yaşı.
Baktıkça aydınlanıyor çehrem.
Fısır fısır yan yana gelişimiz.
Saatte avrupai bir çiftlik havası.
Orada kavuşuyoruz ve kimse bilmiyor bu sırrı.
Damla Kurul
Bölüm 55. Gök Gözlerin Yansıması
Kandırılmak insanoğlunun doğasında vardı. İyi niyet her zaman gün yüzüne çıkardı da kötüsü içimizde saklı kalırdı. Her çeşit kandırılabilirdik, sevdiklerimiz tarafından, küçük bir çocuğun şakası tarafından, pazarda çürük çarık sebze meyve satan satıcı tarafından ya da din tüccarları tarafından.
Kelime aynı kelimeydi ancak boyutu büyüyüp küçülüyor ve altındaki mana oynuyordu. Nilüfer ilçesine bağlı Görükle'de yolunda gitmeyen işler vardı ve müdahale edilmezse çığırından çıkabilirdi. Ali Ata mesleği gereği daha dikkatli bir insandı ve o gece sokakta duyduğu cümlenin peşini bırakmamıştı. Bu sayede belki gelecek yıllara kadar uzayıp büyüyecek olan yılanın başı küçükken kesilmişti.
İnsanoğlu hata yapardı, lakin gece başını yastığa koyduğunda ne kadar rahat olduğundu önemli olan. Vicdanının sesini ne kadar duyuyordun?
Operasyonu yöneten Ali, içeriye gönderdiği köstebekten tüm bilgileri almış, kanıt elde etmiş ve yüklü bir bağış yapacağını düşündürerek ele başıyla görüşme talep etmişti. Bu gece eve gitmeyeceği için Zehra ve Feride'yi de Piraye aracılığıyla evlerine davet etmiş ve eşinin yalnız kalmamasını sağlamıştı.
Takma bir sakal takıp şalvar giydikten sonra gerekli birkaç işlemi daha halletmişti. Bu geceki toplantı karşı taraf için büyük şok olacaktı. Aldığı bilgiye göre paraların sevkiyatını Ali'nin yapacağı yüklü bağıştan sonrasına bırakıyorlardı.
Karakolda son kez konuştuktan sonra kostüm değiştiren ekip ellerini beline bağlayıp meydanın ağası gibi ağır adımlarla toplantı olacak eve doğru gitti. Girdiklerinde büyük bir hürmetle karşılaşıp elini eteğini öpen bir sürü yalaka görünce ters bakmamak için kendini zorladı.
Toplantının konusu sürekli değişirken, sohbetler dinde şu olur bu olmaz diye verilen yalan yanlış vaazlarla doluydu. Zorlama olmayan dinde kadınların gözlerini bile haram kıldıkları için eşlerine yüzünü komple kapattığı peçeler ve çarşaflar satmakla meşgullerdi. Hurma gibi özel bir meyveyi, beylere gücünüz kuvvetiniz artsın diye okunmuş hurma olarak veriyorlardı. Çarşafların büyüleyici bir özelliği daha vardı ve kadınları en ılımlı haline getiriyordu bu yüzden her biri o kadar pahalıydı. Kimi stok yaptığı mahsulünü satmış, kimi babadan kalma tarlasını, kimisi ise traktörünün eşyalarını satmıştı.
Yaptıkları manipüle bunların alınması yönündeydi yoksa eşleri şeytanlaşabilir ve onlara ihanet ederdi. Feridun tüm bunları duyup Ali'yle göz göze gelip gülmemeye çalıştı. İşte onun ayrıca ayar olduğu bir diğer konu eşlerle münasebet günlerinin onlar tarafından seçilmesiydi. Hurmaların iyi geleceği yönünden insanları bilerek o kadar gün bekletiyorlardı ki her konuda daha iştahlı olsunlar ve hurmaların işe yaradığı düşünülsün diye.
Ali komiserin biz nereye düştük anlamlı bakışları ekip arkadaşlarını bulurken onlar rol gereği hurmalardan üçer beşer aldılar. Kız çocuklarına edepli olsun diye ayrı baş örtüsü satılıyor, oğlan çocuklarına özel seccade veriliyordu. Süregelen zamanlarda böyle bir satış tecrübesi yaşanmamıştı. Din satmaya çalışanlarla ilk defa karşılaşmamışlardı ama bunlar da bir ayrıydı.
Hocam hocam dedikleri kişinin de şifa dağıttığını ballandırarak anlatmışlardı. "Üfürükçü yani?" Feridun'un içine kaçan sesini kimse duymasa da Ali dudaklarını okumuştu. Kadınlarda kötü ruhun daha fazla olması sebebiyle girilen odadan daha uzun süre çıktıkları iddia ediliyordu. Bunları duydukça gömleğinin yakalarını biraz daha gevşetti Ali.
"La havle Allah'ım sabır ver."
Nihayet adam geldiğinde sıktığı elinden bile nefret etmiş deterjana bastırma isteğiyle dolmuştu. Önce dualarla işine gelen mealleri farklı yorumlar katarak anlatmışlar sonra da yavaş yavaş konuya girmişlerdi. Bunun hemen sonrasında ise kafide minik örtülerin içerisinden çıkardıkları bir tutam sakalı etrafta gezdirip, ücretiyle kiralayabileceklerini söylemişlerdi.
"Bu sakal, at kıçına benzeyen kırçıllı sakallarıyla hoca efendiye benziyor aga. Birde kiralayıp evine bereketi artsın diye koyacaklar." Feridun her söylendiğinde Ali Ata daha da gıcık oluyordu. Birazdan amirin karakolda çalışan kızı gelecek ve yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyecekti.
Hoca efendi yüksek nefesiyle onu üflemeye giderken Feridun arkasından ilerledi. Daha önce duvara ufak bir delik açtırmış üzerini de kilimle kapatmıştı. Şimdi ise oradan olanı biteni izleyecekti diğer polisle birlikte. Kadına verdiği okunmuş su onun rahatlamasını sağlamak içindi. Suyu çaktırmadan saksıya döküp bir müddet sonra mayışmış gibi rol yaptığı an adamın bedeninde gezinen ellerinden gerçek amacını açığa çıkarmış delil ve tanıklarıyla beraber belindeki silahın arkasıyla ensesine vurup bayıltmıştı. Beklemeden kelepçeyi takıp Feridun'a işaret verdiğinde o da içeri girip Ali'ye işaret verdi. Biraz daha burada kalırsa kafayı yiyecek olan adamın şahit olduğu iğrençlikler bitmiyordu. Milletin karısının çamaşırını isteyip iyi edep üflemek sapkınlığın kaçıncı boyutuydu?
Din belliydi, kitap belliydi, mana belliydi... herkes kafasına göre bir anlam çıkaramazdı. Namazını kılmak isteyen camiye gidip imamı dinleyebilirdi, sağda solda türeyen ahlak bekçilerini değil.
Paraları teslim alan adam da içeri girince Ali komiser belindeki silahı çıkardı, eş zamanlı olarak yüzünü kaşındıran sakalı da attı. Ortalıkla bir kaos olurken yüksel volümden seslendi. "Oyun bitti beyler, sohbetin devamını nezarette yaparsınız. Kürşat, Mehmet alın bunları." Adamın sürmeli gözündeki düşmanca bakışları unutamazdı. Kendilerini ne kadar ılımlı gösterecek hareket varsa hepsini yapmış ama yine de yakalanmışlardı.
Biz bir şey yapmadık, bizim suçumuz yok," diyen bir oda dolusu adam parmaklıklar ardına yollanmıştı. Tüm bağış belgelerini ve makbuzları toplamışlar, parayı şehir dışına çıkaracağı aracı da güzel bir sorguyla bulmuşlardı. Bunu öğrenen halk zaten artık onları burada barındırmazdı ama önemli olan mahkemede ne olacağıydı. Bir dolandırıcı grubun daha önü kesilmiş gerçekler ortaya çıkmıştı.
Sabaha kadar karakolda olan tüm ekip yorgundu. Feridun gidip fırında Zehra'yı bulup laf sokmanın ve moralini yerine getirmenin derdindeyken, Ali bir sarılışta üç kişiye sarılmanın hazzını alıp uyuyacağını o anın derdindeydi...
***
Günler geçmiş hazırlıklar tamamlanmış, Perihan'ın kuş olup yuvadan uçma vakti gelmişti. Köyün tüm genç kızları düğün için hevesli ve heyecanlıydı. Bursa'da düğün üç gece sürerdi; ilk gece gelin hamamı adı altında kadınlar arasında bir eğlence olurdu, ikinci gece kına gecesi yapılır erkek evi kız evi ayrı ayrı tadını çıkarırdı. Akşamına ise tavuk isteme olayıyla eğlencenin dibine vurulurdu. En eğlenceli gün kına günü olurdu. Ertesi dün düğünle kapanış yapılırdı ama kısa ve daha çok ağlamayla geçer giderdi.
Perihan ilk iki gün kutlamayı burada yapacak ardından hekimin memleketi olan Gümüşhane'ye düğün yapmaya gideceklerdi. Erkek tarafı ise asıl düğünde coşmaya hazırlanıyorlardı.
Hamamda yemekli eğlence için herkes evinde bir şeyler hazırlamış çantasını alıp çıkmıştı. Halit Bey tüm bunlar için bir minibüs kiralamış, kızların güvenle gidip gelmesini sağlamıştı.
Şaziye kalçalarını sallaya sallaya neşeyle şakıyordu. "Kız zilli, hadi yine iyisin kaptın boylu poslu kocayı. Günlerce surat asman işe yaradı he?"
"Şaziye bugün moralimi sen bile bozamazsın, git ötede oyna hadi."
Minibüs köy meydanından başlamış, kızların yönlendirmeleriyle kapı kapı dolanıp hepsini toplamıştı.
"Piraye'm, ne olur dikkat et ayağın falan kaymasın. Çok aklım kalacak bak?" Piraye keyifli bir kahkaha atıp kocasının dudaklarını öptü ve geri çekildi.
"Tamam az aklın kalsın o zaman kocam, dikkat ediyorum söz veriyorum. Çok heyecanlıyım ne olur beni panik etme." Kendi hamamı olmadığı için arkadaşının hamam eğlencesinde iki kat daha fazla sevinip oynayacaktı. Karnı yavaştan kendini belli ederken Ali eğildi ve öptü. "Evlatlarım bugün yegane bir göreviniz var; ananızı korumak," deyince Piraye bir kahkaha daha attı.
"Niçin gülüyorsun, kulakları oluştu artık duyuyor bizi demiştin?"
"Duyarlar tabii canım efendim duyarlar. Senin sesine koro şeklinde tepki geliyor baksana."
"Aaa imdat, yeter ama artık. Hamamın buharından boğulmadan boğdun beni ha? Geldi işte minibüs taşı hadi eşyalarımı canım."
Eşyaları arkaya yükledikten sonra öne geçip şoföre gereken direktifleri verip, karısını da bir baş selamıyla göndermişti. Minibüsün içindeki kızlar heyecanlıydı.
"Nerede benim tut tanem? İnanamıyorum gelini sona mı bıraktınız?"
"Abla valla ben baştan başladım yolda gördüğümü topladım, eksik varsa bakın dönmem sonra ha?"
Piraye ters ters şoföre baktı. "Kardeş bugün senin işin bizimle, laf ebeliği yapma bana da dön şuradan!" Adam tavırla direksiyonu çevirince Piraye söylenmeye devam etti. "Bak ben hamileyim, karnımda da iki tane çocuk var. Güzel sür arabayı rica edeceğim."
"Pardon abla, komiserim güzelce özetlemişti durumu zaten, unutabilir miyim hiç?"
Unutmasan iyi olur diye mırıldandı Piraye ağzının içinden. Köşede gördüğü Perihan'la kalbi uçacak sandı. Hekimle vedalaşırken o da bir tür şoförle konuşmuş ve adamın rengi atmıştı. Sanırım hekimlik meziyetlerinden bahsediyordu...
Şen şakrak minibüse bine Şaziye'nin bile en mutlu günü gibiydi. Onun da içinde kalan bazı şeyler olduğunu anlamıyordu. Yolda bir iki genç kızı da alıp en son Zehra ve Feride'yle kişi sayısını tamamladılar.
"Piraye ablacığım, nasılsın? Bebişler nasıl?"
"İyiyiz hepimiz Feride, otur hareket etmeden de sonra sağa sola savrulmayalım," deyip gözlerimi devirdim. Zehra suratını asıp dışarı bakarken Feridun ona sırıtıyordu. Şoförle bir turda o konuştuğu için kaplumbağa hızında kaç dakika sonra varmışlardı şehir merkezine. Minibüsten inen kızlar torbaları taşırken Piraye derin derin nefes aldı.
"Ay fenalık geldi, yürüsek daha hızlı gelirdik? Dönerken bana at eşek bir şey bulun gözünüzü seveyim." Kızlar söylediğine gülüşüp hamama doğru yürüdüler. Önce soyunup dökünüp peştamal giydiler. Gelin hanımın ki özel tüylü ve beyazdı. Ardından getirdikleri börek çöreği ve meyveleri bir köşeye dizdiler ve başladılar eğlenmeye. Şaziye ise ultra mini örtüsüyle çıktı taşa ve kıvırmaya başladı. Bir yandan de elindeki defle ritim tutuyordu.
"Kalkın kız oturmaya mı geldik?" Ortada göbek atmaya başlarken kızlar da ona katıldı. Bu sefer defi bırakıp ellerini şıklatmaya başladı.
"Bağa girdim bağ budanmış, bağa bülbül dadanmış. Yirmi iki yaşında da Perihan Hanım kimlere aldanmış."
Kızlar göbek atmaya başlarken bir beyaz peştamal daha geldi ve Zehra'ya örtüldü. Şaşkınca etrafa bakıp olmaz der gibi çıkarmaya çalışacaktı ama Perihan ona özellikle almıştı. İçinde kalsın istememişti çünkü onunkini aceleye getireceklerini biliyordu. Piraye de topladığı çiçeklerden yaptığı taşları taktı kafalarına. Ardından Şaziye devam etti.
"Çıktım Görükle yoluna sıra sıra zeytinler, on dokuz yaşında da Zehra da Hanıma yazık ettiler."
Zehra oynarken duraksadı, Şaziye patavatsızdı ama diğerleri de ona üzülür gibi bakıyordu. Yakında yirmi olacaktı ve kimin kime yazık edeceği belli olmazdı. Madem bugün onun da gelin hamamı oluyordu o da kurtlarını döküp eğlenmesine bakacaktı.
"O tepeden bu tepeye oyun olur mu? Yirmi iki yaşında da Piraye Hanım'a doyum olur mu?"
Piraye de elinde def alıp hareketlendi. Doyum olmazdı tabii... Kocasının sözleriyle, kendi ve bebeklerinin sağlığına dikkat ederek ayağında terlikleriyle oynamaya başladı.
"O kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış, kırk beş yaşında da Şaziye Hanım pek de kartlaşmış." Piraye ve Perihan kahkaha atarken Şaziye elini beline koydu.
"Kız seni yolarım ne kırk beşi?"
"Hanımlar sakin ayol, eğlenmeye geldik buraya." Feride'nin çıkışını beklemiyor olsalar da akşama kadar deli gibi oynayıp, yıkanıp, yorulmuşlardı. Zehra üzüm salkımını ağzına tutarak yedikten sonra döktürmeye başlayıp diğerlerinin ağzını açıkta bıraktı.
"Bak sen su işe, yere bakan yürek yakan seni?" Piraye duramamış gülerek şaşkınlığını ifade etmişti.
"Girdi bir sidikli döşekle, çıktı çıngıraklı eşekle?" Perihan'ın lafına ise hepsi birden kahkaha atıp oynayan Zehra'ya katıldılar. Hepsi saatler sonra yumuş yumuş olmuş bir şekilde oradan ayrıldı. Minibüs bu sefer ikazlara dayanamayıp biraz daha hızını arttırdı. Gün sonunda evli evine köyü köyüne dönmüştü.
Piraye eve girip kendini yatağa bırakıp mayışmış bir şekilde kalakaldı. Çok zaman geçmeden ardından gelen kocası kapıyı tıklattı ancak açan olmayınca anahtarını çıkardı. İçeriden Piraye'nin mırıldanan sesini duyunca gülümsedi. Elini yüzünü yıkayıp dışarıdaki tüm mikrobundan arındıktan sonra gitti karısının yanına.
Baba olacağını duyduğu andan beri çok hassastı, sanki mikrop bulaştırıp hasta edecek gibi kırklıyordu ellerini. "Piraye'm?" Örtüye dağılan siyah saçlarına yaklaşıp derin bir nefes aldı. Ardından pembeleşen yanağına, mis gibi kokan boynuna doğru yola çıktı. Piraye bu duruma gülümsüyor ama gözlerini açamıyordu. "Pamuk gibi yumuşamışsın güzel karım, biraz da şurayı koklayım."
"Öyle yorulmuşum ki gözlerimi açacak dermanım yok," deyip Ali'nin sinesine yaslandı.
"Yorulan karıma biraz masaj yapmak boynumun borcudur öyleyse, ne dersin?"
Piraye'yi biraz kendinden uzaklaştırıp yan çevirdi. Hamilelik kadında giderek artan bir uykuya sebep oluyordu. Yüz üstü yatmayı bile öğrenmişti şu birkaç hafta içinde. Tenine rahat ulaşabilmek için üzerinden sıyırdığı elbisesinin her noktasına hafif buseler koyuyordu. Elleri omzunda, kollarında ve belinde gezindikçe hoşlanan Piraye bu rahatlığa daha fazla dayanamayıp gözlerini kapattı.
Mayıştığı için sesini çıkarmadığını düşünen kocası, Piraye'nin dudakları arasından firar eden minik horultuyu duyunca keyifli bir kahkaha atıp açtığı yerleri geri kapattı. Onun bu sevimli ve tatlı hali açlığını bile unutturduğu için sevdiği kadını yeniden kolları arasına alıp saçlarıyla oynayarak kendini mutlu etti. Diğer eli de daime evlatlarının üzerindeydi, şimdi ve kalan tüm ömrü boyunca da öyle olmaya devam edecekti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
62.63k Okunma |
6.77k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |