Bahçedeki horozun ötmesiyle birlikte gözlerini açan Perihan boynundaki saçlardan dolayı huylandı. Yarkın'ın neredeyse evlendikleri günden beri kendine edindiği yuvada uyuması inanılmaz hoşuna gidiyordu. Normalde uykum gelmiyor ama burası beni mayıştırmaya yetiyor Peri'm diyordu.
"Ay ne kadar yorulmuşum öyle ya," diye kendi kendine mırıldanıp esnerken boynuna bir öpücük kondu.
"Demek çok yordum seni zülüflüm." Yerin kulağı ne kadar varsa Yarkın'ın da o kadar vardı. Bazen mutfaktaki söylenmelerini bile duymasına inanamıyordu. Saçlarına olan özel ilgisini her tutamını bir bir okşayarak gösterdi. "En çok nerede yoruldun mesela, oysaki sen üşüme diye kedi gibi sobanın yanına kıvrılmana müsaade etmiştim. Sonra sırtın ağrımasın diye kuş tüyü gibi olan yatağımıza taşımıştım. Yatarken de ağrıdıysa diye tekrar pozisyon," dedi ama devamını getiremeden dudakları kapandı. Perihan utançtan kızaran yanaklarıyla elini bastırmıştı.
"Ya nasıl konuşuyorsun öyle edepsiz adam?"
"Edepsiz adam mı? Bu edepsiz adama bayılmadığını söyle hadi. Zira dün gece adımı çokça zikretmiş ve mırıldanmıştın."
"Ben seninle baş edemiyorum." Her şeye dili yeten Perihan'ın dili bir tek kocasına yetmiyordu. Böyle anlarda utançtan deve kuşu gibi kafasını kuma gömmek istiyordu. Şayet şimdi de Yarkın'ın göğsüne doğru saklanmıştı. Adamın göğsünün inip kalkmasıyla güldüğünü anladı. Bir an sinirlenip omzunu ısıran Peri yataktan kaçacakken yakalandı.
"Ştt nereye bakalım? Var mı öyle ebeleyip kaçmak? Bu hareketin bir benzerini de dün gece ben sana," dedi ama yine devam edemedi. Zira Perihan tarafından yatağa doğru hızla itilmişti. Banyoya doğru kaçan kadının arkasından dirsekleri üzerinde doğrulup sırıtarak baktı. Son zamanlarda uyandığı huzurlu uykularından birindeydi yine.
Perihan gerçek bir kanatlı peri gibi dokunmuş güzelleştirmişti hayatını. Doğru insan diye bir şey var mıydı bilmiyordu ama onu görünce kalbi kuş gibi cıvıldıyor, işten eve koşa koşa geliyor, yanında çocuklaşabiliyor ve birlikte bir hayatı paylaşabiliyordu. Hayatındaki tek doğru o gibi geliyordu.
Kitaplara olan ilgisinin fark etmişti onun. Kendi romanları yerleştirirken öyle çok özenmişti ki hatta birinin içine şöyle bir bakıp elinden bırakamadığı olmuştu. Ardından çarşıda bir sahafa çıkıp istediği kitapları da alıp eklemişlerdi oraya. O gün çocuklar gibi mutlu olmuştu rafta kendine ait kitapları görünce.
Banyoda işlerini halledip mutfağa çekti ve saçlarından derin bir nefes aldı Yarkın. "Ne yapıyorsun güzelim?"
"Yoğurt mayalıyorum canım, dün Piraye süt getirmişti."
"Amcasının çiftliği var ya, oradan geliyor hep."
"Sütün hepsini buraya mı kullandın?" diye sordu merakla.
"Evet yoğurdu çok tüketiyoruz, sen başka bir şey mi isterdin yoksa?"
"Yoo," dedi adam ama bilakis başka bir şey istiyordu. Yüzünün düştüğünü anlayan Perihan ona doğru dönüp güzel yüzünü elleri arasına aldı. "Sana sütlaç yapmak için ayırdım elbette. Somurtma öyle."
"Ne tepki vereceksin diye minik bir oyun oynayayım dedim Yarkın'ım. Hadi geç çayını soğutma."
"Bu akşamı da iple çekeceğiz demek, her akşamı çektiğim gibi." Hastane saatlerini evlendikten sonra biraz daha düzene bindirmişti. Nöbetleri azalmıştı bu sayede. Aksi halde yalnız kalsa bile yan evde oturan arkadaşlarıyla içi rahattı.
"Bugün annenleri arayacaktın unutma sakın."
"Aman ararız ya, iyiyiz işte ne diyelim."
"Ya Yarkın hiç öyle denir mi anneye? Bu yaptığına besle büyüt danayı tanımasın anayı derler."
Adam gülerken yaklaşıp bir öpücük kopardı karısının yumuşak yanaklarından. "Senin dilin neler diyor öyle kocaya, dana büyüyünce ne olur biliyoruz Peri Hanım. Alttan yaptığın o imalarını yerim senin." Yedi de. Isırdı az önce öptüğü yanağını. "Ayyh, dur yapma Yarkın izi kalacak sonra Piraye'ye laf anlatamayacağım." Bunun üzerine gözlerini kısarak geri çekildi. "O zaman görünmeyen yerlerde şansını bir daha dene diyorsun."
Kolları arasından kaçtı kadın. "Yemek yiyelim birbirimizi değil diyorum."
"Oysaki yemeyi en çok sevdiğim şey sendin, şansını kaybettin Peri'm sen bilirsin." Hafif somurtur gibi yapınca cilvelendi kadın. "Belki akşam yeniden kazanırım o şansı ne diyorsun?"
"Bilerek saçlarınla oynayıp dikkat dağıtıyorsun diyorum." Saçlarına zaafı olduğunu bilen Peri hoş bir kahkaha atıp oturdu sofraya.
Birlikte kahvaltı yaptıktan sonra kapıya uğurlamaya çıktı Perihan. Artık bir günü bile karamsar geçmiyordu. Acaba yoktu, belki yoktu, ne olacak yoktu. Sevdiği adamla sonunla evlenmiş ve muradına ermişlerdi. Şimdi her şey onlara güzeldi.
"Hayırlı işler Yarkın'ım, Allah'a emanet ol."
"Sende güzelim dikkat et," deyip saçlarının üzerinden nefeslenip öptü son kez. Kapıdan çıkışına bile aşık olan Perihan içi gider gibi baktı adama. Sonra ise nazlı nazlı seslendi. "Yarkın?"
"Kırmızı laleler çok güzel." Adamın yüzündeki gülümsemesi çoğalırken şöyle bir ensesini kaşıdı.
"Sen daha güzelsin," deyip asker selamı verdikten sonra çapkınca göz kırptı ve bahçe kapısından dışarı çıktı. Mutfağı topladıktan sonra ara kapının çanı çaldı. İki taraflı bir telin ucuna çan bağlamışlar ve birbirlerini çağırdıkları zaman karşı taraftan teli çekiştirip çalıyorlardı. Perihan ellerini kurulayıp arkadaşının yanına gitti.
"Günaydın perilerin perisi. Nasılsın?"
"Seni gördüm daha iyi oldum. Teyzesinin kuzuları nasıl asıl, miden ne durumda?"
"Bizde herkes gayet iyi. Diyorum ki yılın son akşamı burada otursak, çörek çeksek yanına bir şeyler daha yapsak, sobaya patates de atarız ne diyorsun?"
"Harika olur diyorum, ne iyi düşündün öyle. Radyoyu da açar şarkı programlarını dinleriz."
Bahsettikleri projeyi kısa sürede hayata geçirmişlerdi. Evlerin arasına köprü gibi duvar ördürmüş, karşılıklı iki kapı ve istedikleri gibi uzun bir pencere yaptırmışlardı. İçini de mecmualardaki evler gibi oldukça güzel döşemişlerdi. Perihan'ın eski sobasını da getirdikten sonra sıcak soğuk muhabbetleri de kalmamıştı.
"Piraye, diyorum ki Zehra'ları da mı çağırsak?"
"Olur, olur ben arar söylerim."
"İyi gel o zaman neler yapalım diye konuşalım?"
İki arkadaş kafa kafaya vermiş ve hep birlikte keyifli bir akşam geçirmek için plan yapmaya koyulmuşlardı.
***
Çömçe malikanesi dalgalı bir deniz gibiydi. Kimi zaman sular duruluyor kimi zaman ise şiddetli dalgalarla savruluyordu. Lakin bu inişli çıkılı ilişki ikisinin de bir şekilde hoşuna gidiyordu. Zehra bu sabah kalkmak istememiş, Feridun tek başına kahvaltı yapmıştı. Odaya geri girip ateşini kontrol etse de normal gözüküyordu.
"Zehra, ben çıkıyorum." Zehra onaylayan bir mırıltı verince gidemedi. Ne yani hakaret etmek, laf sokmak, tıslamak yok muydu? "Neyin var senin? Hastaysan izin alayım hastaneye gidelim?"
"Yine mi? Evlenmeden önce de böyle ağrır mıydı?"
"Bu şekilde değil." Hiç hayatla ilişiğini kesecek kadar ağrısı olmamıştı Zehra'nın. Evliliğin getirdiği şeylerden dolayı olabilirdi, çok fazla stres yapıyordu bu ara. "Tamam hastaneye gidiyoruz o zaman?"
"Yok hastaneye gidecek kadar değil, hadi git sen uyuyacağım başımı şişirme!"
Feridun ayağa kalkıp şöyle bir baktı. Yorganı kafasına kadar çekmişti. Odaya gidip ev telefonunun kablosunu topladı ve yatak odasına doğru getirdi. Zaten gereksiz uzunluğu var diye bantlamıştı ama o uzunluk bugün işe yaramıştı işte.
"Aç da şu gözlerini bir göreyim."
"Niye bağımlısı mı oldun gözlerimin? Sen gitmedin mi be adam?"
"Zehra, canın tartışmak istiyor anladım ama geç kalacağım, vazife beklemez. Bak bana bir şey diyeceğim."
Tek gözünü açıp bakan Zehra dibine eğilmiş adamı görmeyi beklemediğinden irkildi. "Niye korkuyorsun kızım benim?"
"Karabasan sandım tepemde dikilince!"
"Çok komik! Ev telefonunu yanına getirdim. Ver bakayım elini yetişebiliyor musun?"
"Elimi tutmak için bahane arama!"
"La havle! Hastayken çenen ayrı düşüyor senin. Yemeyim o parmakları ver çabuk." Yorganın içinden tutup çıkardığı gibi yaklaştırdı. "Hah, bak yetişti, parmağın yetişmezse dilini kullanırsın artık. Çok kötü hissedersen, gerçi şimdi de kötü gibisin ama ölecek gibi olursan falan hemen karakolu ara bana bağlan. Gelir alırım seni, aramazsan fena olur bak! Ben arayınca da aç!"
Hepsine uslu uslu başını sallamıştı Zehra. Regl ağrısından öleni duymamıştı şimdiye kadar, o da ölmezdi herhalde. Henüz olmadığı için önden bir ağrı gönderiyordu bedeni. Feridun gözü arkada kalarak evden çıktı. Boynuna Zehra'nın ördüğü atkıyı dolarken ucundaki yılan işlemesini görüp gülümsedi. İnce bir mizaha dönmüştü artık aralarındaki bağ.
İşe gitti, vazifesini yaptı ama içinde huzursuzluk vardı. Birkaç saat geçtikten sonra evi aradı. Çaldı, çaldı, çaldı tam vazgeçip kapatacakken açıldı. Önce nefes seslerini dinledi Feridun. "Zehra, nasılsın?"
"İyiyim." Mırıldanan sesi pek öyle çıkmıyordu.
"Sevesim yok." Karşılıklı derin bir nefes verdiler. O, koynunda beslediği yılandan memnundu teoride. Onu yiyesi var mı diye sormak istemişti ama aldığı cevaptan hoşlanmadı. Sanki o olumlu bir duygu paylaşamaz ama Zehra'dan da olumsuz bir duygu duymazmış gibi geliyordu.
"İyi bugün paydos et sevgine, yarın devam edersin."
"Bak bak bak, bak bak neler öğrenmiş. Yapıyorsun yapacağın grevi zaten beni konuşturma, icat çıkarma başımıza." Kıkırdayan sesini duyunca yüzünde oluşan gülümsemeyi fark etmedi adam.
"Şartları iyileştirmem gerek Çömçe, hadi sana hayırlı vazifeler." Zehra telefonu kapatmıştı ama Feridun ahizeyi hala elinde tutuyordu. Şartların iyileşmesi lazımdı... Zehra'nın beklediği sevgiydi ama buna nasıl karşılık vereceğini bilmiyordu. Böyle itişip kakışmak hoşuna gidiyordu. Geçen gün çarşıda ona laf atan bir genci az daha falakaya yatıracaktı ama karısına laf atılmasına göz yumacak değildi, bu sevgi miydi?
Hekimle konuştuklarında eve erken gitmek için can attığını duymuştu. Bunu duyunca cebindeki silahın içindeki mermiler art arda bedenine girip vurulmuştu sanki. O da eve gitmek için işleri hızlı bitiriyordu, önceden oyalanırdı ama artık karakolda oyalanmıyordu. Evde seni bekleyen sevdiğinin olması muazzam bir duygu demişti hekim. Anahtarı olmasına rağmen kapıyı Zehra'nın açmasını bekler ve girer girmez de onu gıcık etmeye başlardı. Onu beklediğini bildiği için içi rahattı.
Güne sevdiğin gözlerle başlamak bir lütuf demişti. Farkında değildi ama o da Zehra'nın gözleriyle başlıyordu, bunun için bekliyordu. Her sabah önce o uyanırken ona dolanan yılanının rahatı bozulmasın diye hareket etmiyordu.
Bu anın tadını uyurken biraz daha çıkarmak istiyordu sadece. Çünkü uyanıkken böyle güçlü ve sahiplenici sarılmıyordu Zehra, sarılamıyordu. Çarşıdaki gence kızmıştı evet ama köye misafir gelen kadınlardan birinin onun karısını beğenmesi hiç hoşuna gitmemişti. Bu sahiplenme miydi yoksa kıskançlık mı?
"Zehra, Zehra bana neler düşündürüyorsun zalimin kızı?" Başını sandalyesinin arkasına yaslayıp biraz düşündü. Yarkın'a olan şeyler onu da bulmuştu, peki neden araları onlar gibi değildi? "O kanatlı bir periyle evliyse ben çıngıraklı yılanla evliyim. Elbette toz pembe geçinip gitmeyeceğiz bizim modelimiz bu, Allah Allah! Dövüşmeyi seviyoruz, savaşıyoruz, arada gönlü olursa sevişiyoruz daha ne! Allah Allah! Niye hasta bu kız ya?"2
Birkaç saat daha çalışan Feridun iki kere daha aramış ama son aradığında ulaşamamıştı. Ufak tefek kalan işleri Ali'ye söyleyip durumu anlatıp erken çıkmıştı. Aklı olmadığı müddetçe varlığının burada olmasının bir anlamı yoktu!
Bu sefer kapıyı çalmadı, kalkamayacağını biliyordu çünkü. Cebindeki anahtarı çıkarıp merdivenleri üçer üçer atladı ve odalarına gitti. Gelmeden önce annesine uğrayıp aldığı torbaları da tezgaha koydu.
Onu uyurken görünce derin bir nefes aldı. Elini yüzünü yıkayıp üniformasını çıkardı ve yeniden yanına gitti. Yorganın ucunu kaldırıp iyice yaklaştıktan sonra titreşim hissetti. Durdu bekledi bir müddet olmadı ama sonra yine oldu. Eli alnına doğru giderken "Kış uykusuna mı yattın benim güzel yılanım?" dedi ve sıcaklığı fark etti. Ağız dolusu küfrettikten sonra yorganı kaldırmaya çalıştı ama çelimsiz bir güç buna karşı çıkıyordu.
"Zehra, yanıyorsun örtme daha fazla. Hastaneye gidiyoruz."
"Hayır, hayır ne olur götürme Feridun adım atacak halim yok."
"Hiçbir şey yemedin değil mi ben gelene kadar nasıl bıraktıysam öylesin?"
"Tamam, annem sirkeli su yapardı ondan yapayım."
"Ne yapayım o zaman, banyo yaptırayım muska yazacak halim yok, in cin sevmem ben!" Kucakladığı gibi titreyen bedenini banyoya götürdü. Bir tabure çekip oturttu ve yıkılmasın diye duvara yasladı. İçerideki sobanın üzerinde hala ılık olan güğümü alıp geldiğinde ağladığını gördü. "Çok mu ağrın var niçin ağlıyorsun?"
Ağrısı yoktu, en son hasta olduğunda annesinin tepkisi gelmişti aklına. Annesi, onu sevdiğinden emin olduğu annesi, söylenerek bıktığını dile getirerek ilgilenmişti. Şimdi ise ondan nefret eden kocası, işini erken bırakmış elleriyle yıkamaya getirmişti. Gözyaşları bundandı.
"Şimdi şu geceliği çıkaralım?" Düğmeli olan gecelik vücudundan kolayca ayrılırken ellerini etrafına sardı Zehra, utandığı için değil üşüdüğü için. Tasa döktüğü suyu boynundan döktü önce, sonra kol atlarına, eklem yerlerine en son kafasına döktü.
"Ilık güzelim, sobadan aldım yemin ederim." Bekledikçe soğuyan suyla Zehra iyice çıldırıyordu. En son bundan kurtulmak için çareyi Feridun'a sarılmakta buldu. Kollarını doladığı an adam da ıslandı ama bunu umursamadı, bedenini yıkamaya devam etti. Sonra havluyla kurulayıp tek tek kıyafetlerini giydirdi. Zehra'nın titremesi geçmişti en azından. Bacağının iç kısmından öperken huylanan kadına baktı. "Ateşini ölçmek için yanlış anlaşılma olmasın!"
"Öyle ateş ölçeni de ilk defa gördüm, iyi ki doktor olmamışsın. Harika bir meslek seçimi tebrik ederim." Cevap vermedi Feridun, getirdiği gibi kucağında geri yatağa taşıdı. Havluyla saçlarını kuruladı. Normalde olsa sobanın önüne bırakırdı kurusun diye ama ateşi yeniden yükselsin istemezdi. Köşeden ahşap tarağı aldı ve birbirine karışan saçlarını ondan beklenmeyecek bir naziklikle taramaya başladı. Kıvırcık olduğu için zorlanıyor olsa da sabırla açtı tüm düğümleri.
Annesinin saçlarını taramadığını hatırladı Zehra. Küçükken taradığında ise acıtırdı, Feridun hiç acıtmıyordu. Kıpırdandığı için tarakla kafasına vurduğu darbeleri de hatırlıyordu. Tüm bunları düşünürken Feridun taramayı bırakmış ve mutfağa doğru gitmişti. Zehra ise geriye doğru yatağa devrilmişti.
Gelmeden önce annesine uğrayıp aldığı çorbayı ve yemeği ısıtıp tepsiyle içeri taşıdı. "Şşt uykucu kalk bakalım. Midene bir iki lokma girsin, yemeden iyileşemezsin."
"Hiç canım istemiyor, sen onları nereden buldun?"
"Annemden aldım, mis gibi tarhana çorbası, aç bakalım ağzını."
Zerre kadar yiyesi yoktu ama onun bu ilgisini de küçülmüş gözleriyle izliyordu. Midesi bulanana kadar yiyebilirdi, naz yaptığını düşünmesini istemiyordu. "Annen neden size yemek veriyorum demedi mi?"
"Gelinin hastalanmış dedim, telaşlandı ama ben onu iyi edeceğim dedim. Senin şifan bende aslında kızım. Aç bakalım ağzını."
Böyle böyle beş altı kaşık içebilmişti. Sonra tavuk pilavdan yedirmeye çalıştı ama onu da yalnızca iki kaşık alabildi. "Yiyemem Feridun sağ ol, uyumak istiyorum. Uyuyunca bütün ağrılarım acılarım dinecek gibi geliyor."
Uzatmadı adam ve tepsiyi alıp yeniden mutfağa bıraktı. Ara ara ateşini kontrol eder yükselirse bu kez hastaneye götürürdü. Odaya geri döndüğünde uyuduğunu ama yorgana deli gibi sarıldığını görünce sıkıntılı bir nefes verdi. "Yeni düşürdük tekrar çıkarma derdinde! Kız bırak bırak sıkma şöyle." Güç bela aldı yorganı ama bu seferde kendisine sarıldı. Ahtapot gibi dolanmasının tek amacı ateşinin başına vurmuş olmasıydı. Yüz yüze geldikleri an başını yukarı taşıyacak alan bile bırakmamıştı ona.
"Zehra, dursana ateşini kontrol edeceğim."
"Et." Sessiz mırıldanışa dayanamayıp nefeslenir gibi güldü.
"Elimi kolumu sardın kafamı da oynatamıyorum sayende." O sırada tam karşısında olan dudaklar ilgisini çekti. Hasta olduğu için kızarmıştı. Kıvırcık saçlarının bir tutamı da büzüşmüş dudağının önüne düşmüştü. "El mahkum, ateşine bakmak için, mecburum anlasana. Başka bir şey için değil, özlediğimden değil."
Dudaklarını yavaşça yaklaştırıp bastırdı. Zehra kendini bir rüyanın içinde mi sanıyordu yoksa üşüdüğü için mi sıcak dudaklara karşı koyamıyordu bilinmez karşılık verdi. Sonra masum bir sürtüşmeyle devam etti aralarındaki çekişme.
"E insanın her gün ateşini ölçesi gelir böyle kızım sen niye karşılık veriyorsun?"
"Çıkar bakayım çatal dilin de hasta mı?"
O gece ara ara ateşini yokladı Feridun, gözüne giren uyku tedirgin uyuduğu için bir anda uyandırıyordu. Ertesi gün zaten izinli olduğundan karakola uğramadan hastaneye götürdü karısını. Köyden kalkan minibüs için ise sırtında taşımıştı Zehra'yı hiç gocunmadan. Ayakta duracak dermanı olmayan karısının ayakları olmuştu o gün geceye karışana kadar. Gelmişken tüm tetkiklerin yapılmasını istemişti ama sonuçlardan birinde bir olumsuzluk çıkmıştı. Zehra'nın hastalığı ateşliydi ama bu ateş Feridun'u yakıp kül etmişti...3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
62.08k Okunma |
6.75k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |