DUYURU‼️ 9 Şubat pazar günü Pursaklar yaşam merkezinde olan fuarda Türkiye Yazarlar Birliği standında imza günüm olacaktır. İmza tüm gün boyuncadır.
Kitabınız olsun olmasın gelin sarılalım sizinle tanışmak benim için büyük mutluluk. Pamuk şeker için de size hazırladığım çok güzel kartlar var, ayraç olarak da kullanabilirsiniz vermek için sabırsızlanıyorum. 🍭💖
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güller açıldı penceremin demirlerinde
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Bölüm 59. Tomurcuklanan Umut Işığı
Gökyüzü usulca pembeye dönerken hayatımın tıpkı bu renk gibi güzelleşmesini düşündüm. Pamuk şeker pembesiydi bu, yedikçe damağımıza lezzetini yayan, yediden yetmişe herkesi mutlu eden bir pembelik. Her sabah kalktığımda yastığa yapışan yanağımdaki o pembelikten öptüğünü biliyordum. Bana hiç söylemediği, dile getirmeyip kalbine ve gözlerine sakladığı daha nice güzellikler vardı. Tıpkı benim ona yaptığım gibi.
Kirpiklerinin kıvrımına bakarken derin bir nefes aldım. Dün akşam soluklanmaya bahçeye diye çıkıp getirmeyi unuttuğu papatyayı saçlarımın arasına takınca dünyalar benim olmuştu. Küçük bir hareketin içindeki incelik insanı nasıl da mesut ediyordu öyle. Düşünülmek, hissedilmek çok kıymetli bir duyguydu ve hayat arkadaşım tarafından bunu dibine kadar hissediyordum.
Uyanır uyanmaz göz göze gelişimiz, mutfaktan odaya daha girmeden başını gazeteden kaldırıp adım seslerimle gelişimi seyretmesi ne büyük lütuftu.
"Canım, benim canım, başımın tacı." Elimle yüzünü okşadığımda biraz daha yanaştı. "Yakışıklı kocam, en bir sevdiğim insan, kirpik kıvrımlarına bayıldığım adam, sabah şeriflerin hayır olsun. Gözlerini aç da o karanlık denizlerin ardındaki güneş doğsun bana da."
"Piraye?" Piraye'nin ben olduğumu anlatır gibi mırıldandım. Sonra bir anda kolunu belime doladı ve kendine daha çok yaklaştırıp az önce düşündüğüm pembelikten bir ısırık aldı. "Tek lokmada yutarım seni. Yazar olmak böyle bir duygu mu yoksa? Bana kendimi bir kitabın içinde gibi hissettiriyorsun."
"Sen bir kitabın satırlarında yazılı olsan Ali Ata, öyle çok sevilirdin ki. Bakın bu adam insanlıktan nasibini almış insan gibi insan derlerdi, eşini mutlu etmek için sürekli çabalayan, gönlünü hoş tutan, evlatlarını sabırsızlıkla bekleyen iyilik timsali biri derlerdi."
"Sen bir kitabın satırlarında olsaydın Piraye'm insanlara umut aşılardın. Siyahın dokunduğu her rengi koyulaştırdığı bu kötü dünyada, sen bembeyaz kalarak tüm renkleri giderek açmaya çalıştığın için insanlığa umut olurdun. Ne yaşarsan yaşa, hayata devam ettiğin için güzelleşen dünyanı anlatırdın onlara. Yolun engebeli olduğunu, bazen yağan yağmurun altında çamura saplandığımızı, bazen fırtınaya tutulduğumuzu ama sonunda bir çiçek bahçesine ulaşabildiğimizi anlatırdın. Kimsenin kalmadığını düşündüğün bu dünyada ellerinle çekirdek aileni kurarak kendi kimsesizliğinin ipini kestiğini gösterirdin. Sevginle sarıp sarmalardın her şeyi, tıpkı şu an bana yaptığın gibi."
Kollarımı ona daha çok dolayıp başımı boynuna sakladım. "Ne güzel konuştun öyle, hoşuma gitti. Lakin ben duygusal bir kadınım biraz ağlamama müsaade et."
"Evlatlarım annenizi siz bozdunuz, doğunca siz düzelteceksiniz ona göre." Büyük eli giderek büyüyen karnıma temas etti ve sıcaklığı tenime yayıldı. Çok mutluydum, şükürler olsun çok mutluydum.
Bu dünyada hakkınız olan mutluluğu söke söke almanız gerekiyordu. Mutluluk sizi sıkı sıkı kapattığınız bir kavanozun içinde bulmazdı. Engelleri aşmak için çıktığınız yolda, belki bir yaprak düşerdi daldan üzerinize, belki bir kar tanesini konardı gökten kirpiklerinize. Kuş pisliğini bile talih kuşuna çevirmiş umut dolu insanlardık biz, bu yüzden gözlerimizi kapatıp seneler sonranın hayalini kurmalı ve söke söke alacağımız mutluluk için o adımı atmalıydık...1
***
Ali Ata'yı işe uğurladıktan sonra mutfağı toparlayıp hazırlandım. Bugün kızlarla dışarı çıkacağımızı söyleyince çantama çaktırmadan koyduğu parayı görüp gülümsedim. Bir elin verdiğini diğeri görmemeli derken utanç kısmını atlıyorduk neyse ki.
Bana kendimi hiçbir anlamda kötü hissettirmemesine bayılıyordum. Hem yakında ev ekonomisine katkı sağlayacaktım. Çünkü hikayemi yayımladığımız gazete satışlarında artışlar olmuş, matbaaya devamıyla ilgili bir sürü soru mektubu gelmişti. Eh ben de sonuç olarak bu işten payımı alacaktım.
Ali Ata'nın arkadaşı gazetede son bölümü yazdıktan sonra bastırmak için araştıracağını söylemişti. Çünkü güzel talepler bu yöndeydi ve ben hayallerim bir bir gerçekleşirken nasıl dünyanın en mutlu insanı olmazdım. Buradan aldığım gazla yeni bir romana daha başlamıştım ama bunu bir sır gibi saklıyordum. Günü geldiğinde göstermek için ise sabırsızlanıyordum.
Kapı tıklanınca ellerimi kurulayıp önce camdan baktım. Güzeller güzeli ahretliğim gelmişti. "Dut tanem, günaydın. Hazırsan çıkalım mı? Havada güneş var gibi duruyor ama sen sıkı giy aman deyim."
"Hazırım hazırım dur sırtıma şalımı alayım." Annemin kendi elleriyle örüp benim için sandığa kaldırdığı o şal şimdi torunlarını ve beni soğuktan koruyordu. Sandıktan gelen o naftalinin kokusu bile benim için onu hatırlatıyordu ve derin derin içime çekiyordum. Galiba bu sıra biraz da temizlik kokuları hoşuma gidiyordu. Yoksa durup durup sabun koklamamın ya da yastığımın altına saklamamın bir anlamı yoktu.
"Al bunu da mutfağa koy, gelince yersin tatlı yapmıştım size."
"Teşekkür ederiz teyzelerin en güzeli."
"Oy teyzeleri kurban olsun onlara. Piraye, doğsunlar da sevelim artık ellerim kaşınıyor benim."
"Sorma Peri'm, karnım büyüdükçe daha çok heves ediyorum." Kapıyı çekip kilitledim ve geçerken köpeklerimi bir güzel sevdim.
"Bunlar da seninkilere arkadaş olmak için gelmişler gibi. Biri siyah biri beyaz, ikizlere özel." Kıkırdadıktan sonra o da sevdi başlarını. Evlatlarımın hayvanlarla iyi anlaşmasını çok isterdim ve onlar bana Allah tarafından gönderilmiş ömürlük misafirlerdi.
"Bu Zehra bizi nereye götürecek acaba?"
"Bilmiyorum ama morali bozuk gibiydi."
Peri dönüp bana ilgiyle baktı. "Nereden anladın ki onu? Gayet gülüyordu geçen, hatta eşiyle arası iyi diye gülüşmüştük."
"O mutsuz olduğunda, bir şeyi düşünüp kafaya takıp üzüldüğünde tırnak etleriyle oynar sürekli, koparıp kanatana kadar da rahat bırakmaz. Sanki o gelen sızıyla beraber kötü düşünceleri de kopup gidiyor gibi olur. Çocukken de çok yapardı. Yolunda gitmeyen şeyler var belli, belki de bizi dertleşmeye çağırdı."
"Doğru. Ne kadar Nevin yılanı sabote etse de siz birlikte büyüdünüz. Kuzenini tanırsın, eh bir yoklayalım bakalım neler dökülecek."
Konuşa konuşa kapısına geldiğimizle yumrukladım ve açmasını bekledim. "Geldim geldim." Merdivenden gelen koşuşturmayla gülümsedim. Evli bir kadın da olsak içimizdeki çocuğa dur diyemiyorduk işte.
"Günaydın kızlar, bekleyin üzerime bir şey alıp geliyorum." Birkaç dakikanın ardından elinde poşetlerle birlikte dışarı çıktı. Temiz mutfak bezlerine sarılı poğaçaları bize uzatınca keyfim yerine geldi. Zeytinli ekmek sevdiği gibi poğaçaları da zeytinli yapardı.
"Oh eline sağlık valla midem kazınmıştı."
"Kız sofradan yeni kalkmadınız mı?"
"Sus Peri ya, ben üç kişi doyuruyorum."
"Aman aman iyi bir şey demedik.
Zehra gülümseyerek karnıma baktı. "Onlarda doysun Piraye, daha bir sürü var sakın çekinme."
"Olur çekinmem, mis gibi kokuyor." Yiye yine giderken toprak yolda uzun bir yürüyüş yapıyor gibi hissettim.
"Ya biz nereye gidiyoruz Allah aşkına?"
"Şöyle yürüyeceğiz işte Perihan, az kaldı hem sonra çarşıya doğru gider geziniriz fena mı?"
"Gezinelim madem, ikizlere hırka yelek örmek için ip alacaktım gelmişken alırım."
"İkizler... ne güzel çıktı ağzından öyle. Ben hep evlatlarım diyorum sanki ikiz olduklarını şu an fark ettim. Çok hoşuma gitti. İkizlerim sizin de hoşunuza gitti mi bakalım? Zehra teyzeniz de size poğaça yapmış afiyetle yiyin."
"Zehra teyzesi bazıları gibi ip almaya değil düğme almaya gidiyor. Ördüm bile yeleklerini patiklerini hey yavrum hey."
"Sahiden mi Zehra, bakayım mı bir? Lütfen bakayım."
"Olmaz pakette, eve gidince bakarsın sürpriz olsun." Omuzlarımı silkip hevesle yürümeye devam ettim. Köşedeki çiçekçi teyzeyi görünce de sevindim. Benim de bugün Ali Ata'ya çiçek alasım gelmişti.
"Çiçek mi alsak?" Sessizliğin ardından üçümüzün ağzından çıkan soruya gülüştük. Aynı şeyi düşünmemiz evrenin bir mesajı olmalıydı. "Eh bugün de biz kocalarımıza çiçek alalım kızlar fena mı?"
"Alalım canım, zaten gelmek istediğim yer burasıydı. Selamünaleyküm teyzeciğim."
"Aleykümselam. Ne istediğiniz güleç kızlar?"
"Ben geçen gelmiştim buraya bildin mi beni?"
"Hayda, hayır ya yapma bunu bana. Görüşeli bir ay olmadı daha teyze ne ara bunadın ya?"
Zehra'nın bir anda yüzü düşmüştü. Sanki tek umudu bu teyzeyle konuşmak gibiydi. "Şaka şaka boncuk göz bayılıyorum gençlere böyle takılmayı. Sen şu langır lungur konuşan genç adamın hanımı değil misin?"
Zehra bize dönüp abartıyla başını salladı. "Langır lungur hödük Feridun için muazzam bir tarif doğrusu."
"Olsun sen yine de öyle deme. Beyindir, erindir. Allah başından eksik etmesin."
"Amin. Sen bana üç tane siyah gül ver de beyimin gönlünü edeyim bari." Alay ederek konuşuyor gibiydi ama bunu gerçekten istediğini biliyordum. Teyze gülleri verirken kulağına da bir şeyler fısıldamıştı.
"Gel bakalım merinos otur, öyle hemen gitmek yok. Küçük tüp getirttim artık buraya, kahve mahve var oturun da yapın. Sıkılıyorum tüm gün."
"Olur yaparız. Ben de sana poğaça getirmiştim onu da yeriz yanına."
Hani benim yapmıştı bunları? Çakal bir taşla kaç kuş vurdu. Peynir kaplarından çıkardığı poğaçaları dizdi kadının önüne. "Güzel teyzem hani senin içine bir şeyler doğuyordu ya... söyle bakalım benim hakkımda ne doğuyor?" Teyze Zehra'yı şöyle bir inceledi. Göz altında yorgunluk belirtilerini görmüştü.
"Ver bakayım elini, usulüne uygun olsun."
"Ana, kahveyi de bunun içtirecek kesin, muhabbet bahaneymiş Piraye." Peri'nin fısıltısına gülümsedim.
"Dinleyelim bakalım neler anlatacak?"
***
Yaşlı kadın Zehra'yı incelerken gözlerindeki hüznü görmüştü. Vardı bir sıkıntısı ama bakalım nasıl dile gelecek diye düşündü. "Kızım, bu sıralar aklına takılan bir şeyler var gibi." Zehra boşluğuna gelmiş başını sallamıştı. "Bir umudu olan insanlar elini Allah'a açar dua eder. Dua her kapıyı açar biliyorsunuz. Gönlünüzdekiler dilinize vursun, istemekten korkmayın. İsteyeceğiniz hiçbir şey Rabbime yük değildir, olmaz. Bizi böyle muazzam bir mucizeyle yaratan dertlerimizden gocunur mu hiç? Biraz hüzünlenmişsin ama diline vurmamış belli. Konuşun yavrum derdiniz kiminleyse, insanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır derler. Siz hem konuşun hem koklaşın aaa neler dedirtiyorsunuz bana genç kadınsınız her şeyi ben diyemem."
Kızlar gülüşürken Zehra düşünceliydi. Açık açık konuşup sorması mı gerekiyordu yani? Hayatına Feridun'la değen sihirli değneğin büyüsü bu konuyla birlikte bozulacakmış gibi hissediyordu. İç çekmesiyle kadına baktı. "Bir muradın var üzülme gerçekleşecek Allah'ın izniyle." İşte şimdi gözleri merakla parlayan kızın dikkatini çekti.
Daha sabahın kör vaktinde gelmişti Feridun yaşlı kadının yanına, siyah güllerden almaya. İlk gelen gülü kapar dediği için teyzeden önce varmıştı tezgahın önüne. Oysaki siyah gülün derin anlamı herkes tarafından bilinmez, tercih edilmezdi. Ama o gülü elde edebilmek için ondan önce damlayan adamın sevdasından emindi artık kadın. Eh, şimdi de karısı alıyor birbirlerine gönderme yapıyorlardı. Bugün bunların arasındaki mesele hallolsun diye içten bir yakarış gönderdi Rabbine.
Zehra'nın gönlünü bir iki süslü lafla daha hoş ettikten sonra güler yüzle uğurladı hepsini. Piraye'nin bebeklerine dua etti, isteyen her kadının kucağı boş kalmasın diye dua edince kıvırcık kızın yüzünün aldığı şekilden anladı durumu. Gider ayak bir koca karı tarifi yazdı tutuşturdu kadının eline. Oysaki o sadece bünyeye iyi gelen dinç tutan bir macundu.
Çiçekçi teyze ne falcıydı ne büyücü. Yerin göğün yaratıcısına inanıp dua etmekten başka bir şey bilmezdi. Onun yaptığı insanlara umut aşılamaktı. Bilerek laf atıyordu sonradan merak etsinler de yanına uğrasınlar diye. Hem sohbet edip insanları tanıyor, hem de hayat tecrübesiyle bir iki öğüt veriyordu dinlerlerse.
"Piraye, yorulmadıysan Emir Sultan'a da gidip dua edelim mi? Oradan Ulu Cami'de namaz kılar dolanırız. Hatta taksi çevirelim daha rahat gidelim." İkisi de şaşırmıştı bu çıkışa ama gidip dualarını ettiler, ölmüşlerinin ruhlarına da gönderdiler. Çarşıdaki satıcıdan birer yemeni alıp camide namazlarını da kıldılar ve manevi huzuru hissedip sessizlikle yollarına devam ettiler. İp, havlu, düğme derken kendilerini yine bir bebek mağazasında kaybettiler.
Eve dönüş vakti geldiğinde iyice yorulmuşlardı. Piraye koltuğa gidip uzanırken tavuğu sonra haşlarım umuduyla birazcık dinlenecekti ama şekerlemesi oldukça uzun sürdü. Kapıyı anahtarla açan adam bu görüntüyle karşılaşacağını biliyordu. Hafif aralık dudaklarının arasından çıkan minik horultuyu gülerek dinledi.
Evinin içinde karısının varlığı bile huzur vericiydi. Onun neşesi ve gülüşü sinmişti tüm duvarlara. Değdiği tüm eşyalara bulaştırmıştı güzelliğini. Ali kadının üzerini yavaşça örterken buzluktan çıkarılmış tavuğu tencerenin içine koydu. O haşlanırken kaba saba da olsa salatasını hazırladı. Kendine yetecek kadar bir şeyler hazırlamayı biliyordu. Köy yerinde tarlada çalışırken yanına getirdiği azığı da kendi hazırladığı zamanlar olmuştu. Taşlanan tavuğu parmaklarını üfleye üfleye didiklerken suyunu da pilava eklemiş ve pişmesini beklemişti.
Her şey hazır olunca güzel karısının başucuna oturup burnunu burnuna değdirip huylandırdı, pembeleşmiş yanaklarını öptü. "Piraye'm, kalbimin güzel kadını, uykucu meleğim hadi uyan. Ne diyordun bu sabah bana, aç o güzel yeşillerini de yüreğim bir manzara görsün."
Gülümseyerek gerindi kadın. "Senin ağzın da iyi laf yapıyor ha."
"E kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan kapar derler."
"Yoo yoo yoo hiç bu topa giremem. Üzüm üzüme baka baka kararır diyeyim ve şerbetlenen bu üzümlü yanakları ısırayım o zaman."
Kıkırdayarak kaçmaya çalıştı ama çabası başarısız oldu. Adam çoktan dişlerini geçirmişti bile o pembe yanaklara. "Ya yemesene beni kocam!"
"E acıktım kalkmıyorsun ki yemek yiyelim."
"Hii, Ali ben tavuğu haşlamadım bile daha eyvah, çok uyumuşum eyvah!"
"Dur yavaşça kalk şuradan, sakin. Ben tavuğumuzu haşladım, yemeğimizi koydum. Evlatlarım ve karım güzellik uykusundayken bugün midemizi düşünmek benim görevimdi."
Uyuyakalıp yemeği yapmadığı için çok utanmıştı kadın. Yanakları daha da allanınca kahkaha atan adam karısını kucağına aldığı gibi banyoya bıraktı. "Hadi yıka elini yüzünü gel. Sakın utanıp konuşmamazlık yapma diğer yanağını da yerim yoksa. Karımsın sen benim kölem değil, bir ömre ortak olduk seninle, bir yemek yapmışız çok mu Piraye Hanım? Ha ben senin kulun kölen olurum o ayrı, sevdandan kudururum o da ayrı. Ama bu sonranın konusu olsun, daha derine inersek yemeği boş verip gerçekten seni yiyeceğim yoksa."
Piraye utançla içeri kaçıp önce buz gibi suyu yanaklarına çarptı. Yerdi, daha önce yemişliği vardı. Bu yüzden utanmamaya gayret etti. Sonra hiçbir olmamış gibi sakince mutfağa geçip kocasının lezzetli parmaklarından dökülen yemeği afiyetle yedi. Perihan kusura bakmazsa tatlı olarak da bunca hoş sözden sonra kocasını yemeyi pl
anladı. Tabağından başını kaldıran adam ise karısının üç numaralı, ona özel iştahlı olan bakışlarını görünce keyifle başını eğerek hayhay dedi ve geriye çapkınca gülüşleri kaldı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
62.24k Okunma |
6.75k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |