73. Bölüm

73. Bölüm

Tuğba Yıldırım
1scintilla

Bölüm 60 Part 2

 

Dükkanın camını tıklatan Zehra içeri girmek istemeyen Feridun'a kurdele rengi gösteriyor ama Feridun her birine hayır anlamında başını kaldırıyordu. "Ya ne istiyorsun be adam?" diye sordu el kol yaparak. Lakin Feridun başını omzuna yatırıp sakince bakınca yeniden renk aramaya koyuldu. Buraya geliş nedenleri Piraye'nin doğum yapması ve renkli bir kurdeleye ihtiyacı olmasıydı. Feridun; annesinden doğum yapan kadınların böyle şeylere ihtiyaç duyduğunu öğrendiği için buraya gelmişti ama Zehra bir türlü doğru rengi bulamıyordu. Elindeki mor kurdeleyi tutup salladı camdan dışarıya ancak yine hayır yanıtını aldı.

 

"Kızım diliniz yok mu sizin? Git sor kocana ne renk istiyor diye deli misiniz nesiniz?"

 

"O da bilmiyor ki teyze, renkli bir şey al gel dedi şimdi de beğenmeyip beni çıldırtıyor. Onun asıl amacı bu zaten bana eziyet etmek!" Zehra öfkeyle konuşup diğer renklere baktı.

 

"Ne için kullanacaksınız bunu?" Satıcı teyzenin imalı sorusunun üzerine dik dik baktı kadına. "Her gelene bu sorgu suali yapıyor musun teyze sen? Yaşça küçüğüm diye uzanan imaları hiç sevmem haberin ola."

 

"Yok kızım hemen celallenme, ona göre yardımcı olayım diye dedim. Kızardı sinirden yanakların."

 

"Kuzenim doğum yaptı ona gideceğiz."

 

"Aa, kırmızıyı al o zaman. Lohusalar kırmızı takar."

 

"Kırmızı mı takar o niye o?" Bir yandan da kırmızı kurdeleyi Feridun'a göstermiş ve hızla evet şeklinde başını salladığını görmüştü. Merakla teyzeye döndü geri.

 

"Al basmasından korunmak için kızım."

 

Daha fazla şaşıramam dediği ne varsa teyze tarafından açıklayınca öğrenmiş ve o kadar şaşırmıştı. Böyle hurafelere nasıl inanabildikleri bir yana, asıl sarı kafa nasıl inanıyordu. "Yuh Feridun, yuh diyorum. Kız lohusa diye öcü sandı korumaya çalışıyor." Kapıdan dışarı çıkarken kendi kendine söyleniyordu. "Kadına inler cinler gelir diye kırmızı kurdele aldırdı bana ya, bir de başına taktıracakmış. Altı üstü doğum yaptı bu kadın sana ne oluyor? Tabii ya ona musallat olmasın kimse diye! Ay bu adam beni öldürecek!"

 

"Ne konuşuyorsun kız kendi kendine?"

 

"Gel sen gel, ben bu kırmızı kurdeleyi senin bir yerine takayım da gör o zaman ini cini?" Zehra bir anda kovalamaya başlayınca kaçtı Feridun.

 

"Çağırma şunları diyorum besmele çek çabuk? Niye kovalıyorsun kızım beni, sokak ortasındayız bak Zehra?"

 

"Sus, sus! Beni nasıl işlerine alet edersin sen ha?"

 

Feridun meseleyi anlayınca yol ortasında aniden durdu ve kendisine çarpan karısını kolları arasına aldı. "Şu an caddenin ortası yerine odamızın ortasında olsaydık daha ne işlere alet ederdim seni de şanslısın..." deyip iç çekti ve elini tutarak yürümeye başladılar.

 

Zehra bu muhabbeti öğrendikten sonra uslu durmamış ve Feridun'la eğlenmeye başlamıştı. Adam bunu anladığında ise evde bir kovalamaca başlıyor ve sonları en sevdikleri şekilde bitiyordu. Kapı eşiğinden geçerken gelirler diye tek üzerinde mi atlatmadı dersin, çöpün yanında geçerken iki kulağını birden mi çektirmedi...

 

Panikle Feridun şunu yapmazsan gelirlermiş, görünürlermiş diye diye zorla çağıracak olmasına daha da sinirleniyor ama her seferinde numarasını yemiş gibi yapıyordu. Sonrasında Zehra'nın o şen kahkahasını ve eğlenen yüzünü görmek için her şey değerdi. Çocuksu ve garip hareketler yapmasının onun için bir mahsuru yoktu. Bir kere bile ne münasebet demeden bir izahat beklemeden yerde taklalar atmış, havaya öpücükler saçmış, tek ayak üzerinde zıplamış, kedi görünce saçını çekmiş ve her türlü batıl inancı itinayla yerine getirmişti. Bu sayede kadının çocuk vuslatını geri plana ittiğini düşünüyor seviniyordu.

 

***

 

Kapıdan içeri giren çift heyecanla bekliyordu. Ali kapıyı açıp onları içeri buyur eder etmez erkekçe selamlaştılar. "Geçin kardeşim, hoş geldiniz."

 

"Hiç bu kadar hoş bulmamıştım birader. Gözünüz aydın Allah analı babalı büyütsün."

 

"Gözünüz aydın olsun abi, müsaitse ben Piraye'ye bakayım bir."

 

"Sağ ol Zehra, odaya geçebilirsin. O da seni bekliyordu." Zehra hem şaşırıp hem sevinerek odanın yolunu tuttu. Kapıyı tıklatıp yavaşça içeri sızdı ama gördüğü o manzara kalbini sıcacık etti. Piraye yatağın kenarına yatmış, çocukları da sırayla yanına yerleştirmişti. "Hep mutlu olun," diye fısıldadı onlara doğru. Ali de onun gibi bu manzaraya şahit olmuş ve olacaktı, ne şanslıydı. Onun bir bebeği olmayabilir ve Feridun bu histen ömrünün sonuna kadar mahrum kalabilirdi.

 

Dolu gözlerini saklayarak çıkacaktı ki Piraye seslendi. Omzunun üzerinden ona dönmeden kısık sesle "Ellerimi yıkayıp geleyim mikrop kapmasınlar," diyerek fısıldayıp gitti. Bir süre kendini toparladıktan sonra gülümseyerek geri döndü yanlarına.

 

"Uzanırken içim geçmiş, gelsene."

 

"Piraye, tebrik ederim. Öyle güzel duruyorlar ki maşallah, Allah analı babalı büyütsün. Sağlıklı, huzurlu, uzun ömürleri olsun, sizinle birlikte." Sizinle birlikte... ne önemli bir duaydı.

 

"Amin."

 

"Ne zaman uyanırlar?"

 

"Bilmem ki, uyanıp ağlıyorlar, ihtiyaçları gideriliyor geri uyuyorlar sonra yine ağlıyorlar." Gülümsedi Zehra, sonra yatağın diğer tarafından yanlarına geçip yere diz çöktü. "Eline dokunmayın, öpmeyin diyordu doktorlar bir mecmuada okumuştum. Ellerini ağzına götürdükleri için mikrop kapıyorlarmış."

 

"Doğru öyleymiş." Zehra ipek gibi saçlarında gezdirdi parmak uçlarını. Minicik burunlarına ayaklarına baktı şefkatle. "Çok çirkinler dersem nazar değmez belki." Kıkırdadılar. "Sen nasılsın iyi misin?"

 

"Daha iyiyim, biraz oturup kalkarken rahatsız oluyorum."

 

"Geçmiş olsun çabucak toparlarsın inşallah. Satı annen gelecekti? Gelemiyorsa ve istersen yardımcı olurum."

 

"Teşekkür ederim anca haberleri oldu yola çıktılar bile." Sessizce konuşurken bebekler uyandı ve ağlamaya başladı. Önce kız olandan çıkan ses ürkütmüştü ardından oğlan da ona katıldı. "Ay, ikizler ya şimdi birbirlerini etkilerler? Yengeç burcu oldular demek?"

 

"Ne oluyor yengeç olunca, sen anlıyor musun?"

 

"Öyle sıkılınca sayfa karıştırıyorum oradan aklımda kalmış. Duygusal olurlar, şefkatli olurlar ve ailesiyle derin bağlar kurarlar." Piraye'nin hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. Önce kızına uzandı kolları oğlunun hatırı kalmıştı ama kızı dudaklarını uzatıp aranıyordu, acıkmış demekti. Gözleri Zehra'ya değince oğlanı da onun almasını ifade etti.

 

"Ben tutamam, hiç bu kadar küçük çocuk tutmadım babasını çağırayım dur."

 

"Zehra, telaşlanma. Suat'la Faruk'u biz büyüttük sayılır. Hem darısı sana olsun inşallah istediğin, münasip bir vakitte."

 

"Amin." Bir duaya bu kadar içten amin denilmezdi ama o dedi. Sonra yavaşça kundakta sarılı duran çocuğu aldı. "Sormayı unuttum Piraye, adını ne koydunuz bu güzelliklerin?" Araya giren sessizlikten anlamıştı hemen. "Demek sen Ekrem'sin. Büyüyünce çok yakışıklı olacaksın Ekrem ama sakın kimsenin gönlünü kırma kendine güvenip olur mu? İyi bir adam ol, yüce gönüllü ol, çok sev, çok sevil inşallah."

 

Kızını emzirmeyi bitiren Piraye, oğlunu istedi ve bebekleri değiş tokuş ettiler. Kızı kucağına alıp bir meleğe bakar gibi bakan Zehra farkında olmadan mırıldanmaya başladı. "Kıskanır rengini baharda yeşiller, sevda büyüsü gibisin sen Firuze, sen nazlı bir çiçek bir orman kuytusu, üzüm buğusu gibisin sen Firuze..."

 

"Ah ben seni yerim, gözlerini açtı Piraye, şarkıda geçen orman kuytusu gibi, senin gibi göz rengi. Oy ben sana nazar değdirmemek için ne yapsam, poponu mu kaşısam?"

 

"Bence sen onu içeri götür, sonra gelir oğlanı da alırsın. Ben yatar vaziyette durduğum için hoş olmaz, eşin de görsün sevsin geri getir. Aman dikkatli ol olur mu Zehra?"

 

"Olur olur taze anne seni. Gözümden sakınırım."

 

Annelik duygusu damarlarında kol gezmeye başladığında onları koruma içgüdüsü de yükleniyordu. Doğduğu gün kendi tırnağıyla yüzünü çizmesin diye kendisinden koruyordun, biraz büyüyünce çarpmasın diye eşyalardan, sonra insanlardan ve sonra yine kendinden. Çıkmaz bir döngüydü koruma duygusu, çıkmaz bir sokaktı annelik. Girdin mi bir çıkış yolu da aramak istemezdin zaten. Onların iyi olması öncelikli gayene dönüşürdü.

 

Oğlunun ipek gibi saçlarını severken içeriden gelen gülüşmeleri duydu kadın. Feridun ise, Zehra'yı görür görmez nutku tutulmuştu. Kucağında bebekle ona doğru yürüyen kadın ne kadar rahat duruyordu. Öylesine yakışmıştı ki gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Bu anı gören Ali ise keyifle izledi onu.

 

"Amcasının güzeli, bak ben Sarı amcan, en çok sevmen gereken amcan ha şimdiden anlaşalım." Cebinden çıkardığı altını bebeğin kundağına iliştirdikten sonra yeniden gülümsedi.

 

"Kızıma rüşvet mi veriyorsun sen birader?"

 

"Ne rüşveti kardeşim, senden sıkıldığı zaman amcasının yanına kaçıp gelsin diye yolluk veriyorum." Kucağına almaya korkan Feridun, karısının kucağında sevdi bebeği, önceden uyardığı gibi ellerine dokunmamıştı. Sonra biraz da oğlan geldi, ona da yolluk adı altında rüşvet verdi, biraz da onu sevdi. Bebeği severken farkında olmadan yaklaştığı karısının boncuk gözlerinde asılı kaldı biraz. Hayal etti ardından bu bebek onların olsa nasıl olurdu diye. Bebekleri görünce baba olma hissiyatı derinden vurmuştu ikisini de. Ama Feridun'un kendine ve Zehra'ya saygısı vardı. O ağzını açmadan kendi böyle bir şey teklif etmeyecekti. Varsın olmasın, gönlünü giderek karısıyla doldurur ona bir gün bile bunun eksikliğini hissettirmezdi. Biraz daha oturup müsaade isteyip kalkmışlardı. Kalkmadan getirdiği yemekleri dolaba dizmişti Zehra, hatta ortalığı da toparlayıp öyle ayrılmıştı evden.

 

Ali kucağında oğluyla kapıyı aralayıp içeri gireceği zaman gördüğü manzaraya vuruldu bir daha. Kızıyla yüz yüze yatan Piraye'nin koynunda bebeğinin elleri vardı ve yakasını sımsıkı tutmuş uyuyordu. Hayatı boyunca en keyif aldığı anı sorsalar hiç şüphesiz bu derdi.

 

***

 

Sabaha kadar bir uyuyup bir uyanıp serseme dönen çift yorulmuştu. Doğumun yorgunluğu bir yana kendilerine muhtaç iki bebeğin olması onları daha da çok yormuştu. Yatağın soluna bakan kadın kocasını göremedi, bebekleri de göremedi. Doğrulup bakarken kasıkları acımıştı ama beşiklerin içindeki yavrularını görüp derin bir soluk vermişti. İçeriden gelen fısıltılarla beklenen misafirin geldiğini anlamış ve sevinmişti. Ali şimdi izindeydi ama izni bittiğinde tek başına idare etmesi zor olacaktı. Sabah Perihan da gelmiş süt yapar belki diye sütlü tatlı bırakıp gitmişti misafir olduğunu görünce.

 

İki saat deliksiz uyumak bile iyi gelmişti kendisine. Aradaki kapıdan gelen çan sesiyle arkadaşının da kendisine bakmaya geldiğini anladı.

 

"Yavrum dölek durun (uslu durun), beşikte var iki çocuk bir de siz çocuk! Çatmayın birbirinize. Öcük şu yufka ekmekleri sula carı (çabuk). Güzel bir kahvaltı hatırlayalım da süt olsun, şifa olsun. Oğlum sen de ebem karı gibi dikilme tepemizde."

 

"Teftiş ediyorum anacığım, bu ekmekler niye büroş (tuhaf) duruyor böyle?"

 

"Aceleye geldi Hakan, sus artık."

 

"Bırak anne bizimle uğraşmak için hüsüsü (bilerek) yapıyor."

 

"Avaraysan (boştaysan) şu kayıtları (eşyaları) yerleştir, yol seni usandırmadı herhalde? Mutfak karsambayla (ıvır zıvır, kalabalık) doldu."

 

"Benim çaldığım (mayaladığım) yoğurdu da koy Öcük. Bahçeden topladığımız kayısıları da koy yengene süt yapsın kızım."

 

"Koydum anne koydum, ilk torun telaşı mı bu sendeki nedir?"

 

"Yarın bir gün seni de görürüz Ümüş Hanım, kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş böyle..." Satı kadın kızına yalnızca kızdığı anlarda Ümüş diye seslenirdi. Zira kaynanasının adını da kendini de hiç sevmezdi. Özlem bunu anlayıp hemen isteklerini yaptı ve annesine kedi gibi sokulup gönlünü aldı.

 

Hakan ise bahçede gözüne kestirdiği yerlere bakıyordu. Toprağın altından yeni ipuçları bulmak ve gizemli mektuplardaki şifreyi çözmek istiyordu. En çok da o eskimiş fotoğraftaki kadının nerede olduğunu öğrenmek istiyordu. O fotoğraf önce aklına sızmıştı, şimdi ise yüreğinde derin bir sızı baş gösteriyordu. Kim olduğunu, nerede olduğunu bilmediği birinin merakına yenik düşüp rüyalarında bile onu görüyordu artık.

 

Biliyordu birine anlatsa daha gençlik hevesi der geçerdi. Hakan kalbinin de zihninin de bir köşesini hep o kadını aramakla geçirecekti...1

 

 

***

 

Aradan altı ay geçmiş ikizler emeklemeye başlamış ve bu sürede Piraye iki kez Aksaray'a gidip gelmişti. Hayvanlara bakılması gerektiği için Satı kadın işleri sürekli en büyük kızı Meral'e yığamıyordu. En küçük kardeş olan Yusuf ve Meral ablasının çocukları ikizlerle güzel vakit geçirdiğinden Piraye burada olmaktan şikayetçi değildi. Zeynel babası ve Haris dedesinin de ellerini öpmüş, torunları göstermişti ve onlardan iyisi yoktu.

 

Haris dedenin çocuklara ara ara içli içli bakışına şahit oluyordu Piraye ama nedenini anlayamıyordu. Özlem'e bu durumu çıtlattığında ise "Geçmişte bazı pişmanlıkları olmuş ama kimse dile getirmediği için bilmiyorum yenge." cevabını almıştı. Haris dedenin pişmanlığının nedeni öyle içine dert olmuştu ki geldiği zaman kocasına muhakkak soracaktı. Yavrularının eşikteki küçük çıkıntıda oynadıklarını görünce gülümsedi. Ali burada kaldıkları her hafta izin gününün birinde gelip, ailesini görüp gidiyordu. Özlem bazen yorucu olsa da Piraye çocuklarını kalabalığın içinde büyütmek istemişti.

 

Görükle'ye geri döndüklerinde Zehra ve Peri zaten aşındırıyorlardı kapılarını ama yanında bir annenin olmasının verdiği rahatlığı veremiyorlardı. İki bebeği aynı anda büyütmek ise kolay değildi.

 

Aylar önce bebekleri seven Çömçe çifti evlerine gittiklerinde her şey normal gibi davranmıştı. Ta ki yatacakları zaman kocasına sarılan Zehra'nın ağlayarak "Benim hiç çocuğum olmayacak mı Feridun?" demesine kadar.

 

"Ben olurum," demişti Feridun "Varsın çocuğumuz olmasın, beni büyüt, beni besle, bana ver tüm ilgini."

 

"Bir bebeğim olsun diye düşünmemiştim hiç ama bir şeyi istememekle olmayacağını bilmek aynı şey değilmiş. Onları kucağıma alınca her şey değişti. Doktor belki demişti, yeniden konuşalım mı Feridun?"

 

"Olur karıcığım, olur benim güzel Zehra'm." Bu sefer olur diyen kendisiydi. O günden itibaren gerekli yerlerle görüşmüş ve hayırlı bir netice almaya çalışmışlardı ama her geçen gün umutları daha da azalıyordu.

 

Peri de o iki meleği gördükten sonra kendi boş kalan kollarını doldurmak istemişti. O da çekirdek ailesini kurmak istemişti ama bazen bazı istekler hemen gerçekleşmezdi. Vardır Rabbimin bir bildiği deyip şükrediyorlardı sadece.

 

***

 

"Firuze, Ekrem? Dur anneciğim tutunma oradan! Bu damın merdivenlerini hani kaldıracaktın Hakan? Tutunup ayaklanmaya çalışıyorlar. Kızım kardeşin ne yapsa sen de onu mu yapacaksın?"

 

"Niye yapmasın ikizi sonuçta. O dünyaya gelmek istedi diye diğeri de gelmiş bak."

 

"Hakan, abin damdan atlasa sen de atlayacak gibi konuşup beni tedirgin ediyorsun bak şikayet ederim seni?"

 

"Aman çenene mukayyet ol yengelerin gülü, gelmesi yakın atar matar damdan uğraşamam. Asker olacak adamım ben bir yerime zeval gelmesin!"

 

"İyi iyi demedik bir şey."

 

"Sen koysana yeğenlerimi şu el arabasının içinde iki tur attırayım."

 

"Etrafını iyi sar, hızlı gitme bak çıldırıyorlar sonra."

 

"Yav tamam essahtan (sahiden) ne pimpirik kadınsın sen?"

 

Hızlanarak kapıdan çıkarken çocukların neşeli çığlıkları kadının kulağına doldu ama yine de hop oturup hop kalktı. Kızı yolda gördüğü her çiçeğe ayrı bir neşeyle bağırıyordu çünkü babası şimdiden onları papatyalara alıştırmıştı.

 

***

 

Bu sıra diş çıkarma ağrısından uykusuz geçiyordu geceleri. Piraye dolaptan çıkardığı en sert havuçları çocukların ellerine verdi. Böylelikle kemirmeye çalışıyor ve soğuk, diş etlerini rahatlatıyordu. Özlem'le aynı odada kaldıkları için seslere o da kalkıp yardım ediyordu.

 

"Yenge çocuk bakmak ne külfetliymiş, evlenince hemen yapmayacağım. Baksana taşıdın bir dert, doğurdun bir dert. Yeni doğdu uykuları düzene girecek dediler, gaz sancısı bitecek dediler sonra emeklemesi çıktı. E tamam sonra yürüyecek dediler bu sefer sağa sola gidip düşecekler telaşı sardı. E dişleri çıkmaya başladı ve bu daha ikinci dişleri kaldı otuz. Sonra vay efendim sütten keseceksin, normal yemek vereceksin, bezi bıraktırıp çişini öğreteceksin... ay daraldım anlatırken."

 

"Of sus Öcük ya, evlatlarımdan kötü bir şey gibi bahsetme. Bak geveliyorlar ağzında ama yarın bir anne desin erir içimin yağları benim. Değil mi güzel oğlum, güzel kızım?" Bir yandan ayağındaki çorabı çıkarıp ayaklarının rahatlamasını sağladı. Sonra sesli birer öpücük bıraktı yumuşacık ayaklarına.

 

"Hiç bu kadar koyu saçlı çocuk görmemiştim siz ilksiniz valla."

 

"E abinin saçları da benim saçlarımda siyah sayılır ne olacak başka?"

 

"Abim bebekken kumral saçlıymış yenge, sonradan dökülüp yeniden koyu çıkmış. Ama bunlar doğar doğmaz böyle geldiler. Hele şu boncuk gözleri, bakmaya kıyamıyor insan."

 

"Bakma o zaman, nazar edeceksin şimdi. Ağlarsa sen bakarsın ona göre."

 

"Sanki başkası bakıyor da. Hayır abimle mi evlisin benimle mi belli değil. Yer yatağında koyun koyuna yatıyoruz bir de."

 

"Söylenme özlem, şu havucu çevir ısıttı orayı."

 

"Ay hep salyalamış ama. Hayır biz seni eve alırken ağzına bal sürmedik mi, niye bana tatlı tatlı konuşmuyorsun?" Piraye'nin bakışını gören Özlem kıkırdadı. "Tamam tamam seni denedim, yeğenimin salyasından iğrenecek değilim. Oh benim mis kokulularım biraz uyumaya ne dersiniz ha, yemin mi ettiniz halamı gece yarısı ayağa dikeyim diye? Yenge hatırlıyor musun?"

 

"Neyi canım?"

 

"Yeni doğduklarında elden ele gezdikleri için gün sonunda abim 'bana hiç kokuları kalmamış' diye mızmızlık etmişti." Kıkırdadı ikisi de, hatırlıyordu. "Yeniden taze bebek kokusunu hissetmek için emzirmeni bekleyip önce o öpüyordu."

 

"Hala süt bebeği benim yavrularım, hala mis gibi kokuyorlar halası."

 

"Mis gibi tabi, en sevdikleri halası onların altını hemen değiştiriyor hiç kokutmuyor. Sahi, hiç acer (yeni) bezleri kalmadı yenge. Diğerlerini yıkayıp sobanın teline asmıştım."

 

"Sağ ol Öcük, sen benim elim ayağım oldun vallahi, hakkını ödeyemem ama hatırlat sabah sofrada ben de senin ağzına bal süreyim."

 

"Ödersin yengem, ödersin. Günü gelince ufak bir talebim olacak senden."

 

"Neymiş o kız çatlatma insanı."

 

"Şimdi söyleyemem, olmaz ilaşi (ayıp)." Özlem'in gönlüne düşen bir kor vardı içinde tuttuğu. Önünde daha Hakan abisi olsa da toy yüreğine söz geçirememişti. Düğünde dernekte gözüne değen o gözleri yok sayamıyordu, bu yüzden ikisi de gününün gelmesini bekliyordu. Eğer vakti gelir babası, abisi yok derse yengesini araya sokacaktı, şimdiden planını yapmıştı. Yeğenlerine bunun için bakmıyordu elbette ama yengesi de onun için bu küçük iyiliği maruz görmeliydi.

 

"Kız orayı ısıttın şurayı alsana ağzına, Firuze, mahsus (bilerek) yapıyorsun değil mi?"

 

Piraye keyifle onlar dinlerken döşeğin ucunda gözleri kapanıverdi ve ikizler halalarıyla baş başa kaldı. Öcük'te başladı biricik dert ortaklarına bu sevdaya nasıl düştüğünü anlatmaya...

 

***

 

Bugün ikizlerin doğum günüydü, evlerinde ailecek kutlayacaklardı. Artık Piraye anne olmaya iyiden iyiye alışmış ve o zorlu günleri geride kalmıştı. Ara ara mezarlığa gidip onları ziyaret ediyorlardı. Yaşasalardı torunlarını çok severlerdi ama ömürleri yetmemişti. "Anneanne ve dedeye geldik çocuklar." İkisi de çocukları kucaklarından yavaşça bıraktılar. Ekrem olduğu yere otururken Firuze annesinin arkasından gitmeye çalışıyordu. Piraye gidip mezar taşını severken Ali de su doldurmuş topraklarını suluyordu. "Anneciğim, babacığım biz geldik. Daha dün doğmuşlardı sanki ama bir yıl geçti bile. Hayatımın en dolu üç yüz altmış beş günüydü desem bana darılmazsınız değil mi? İnsan aile olunca bir olmak, tamamlanmak nasıl bir hismiş anlıyor."

 

O annesiyle konuşup içini dökerken Firuze de yanına geldi ve taşa doğru başını bastırdı. "Ane."

 

"Kızım, evet o da anne. Ali Ata duydun mu anne dedi. İddiayı ben kazandım." Dönüp kocasına gülen gözlerle baktıktan sonra kızını kucaklayıp bağrına bastı. Aynısını Ali de Ekrem'e yaptı. Birbirlerini kıskanmalarını asla istemiyorlardı. "Oğlum bari sen önce baba de. Söyle bakalım; ba ba, ba ba."

 

"De."

 

"Dede mi demeye çalışıyor. Vay eşek sıpası, benden çok dedesini görürse böyle olur alacağın olsun Piraye'm. İnsan fısıldamaz mı çocukların kulaklarına baba diye."

 

"Hadi baba de oğlum, üzmeyin babanızı. Bab bab bab."

 

"Bab."

 

"Aha valla dedi. Baban kurban olsun size, hadi gelin köfteciye gidelim hak ettiniz." Çocuklar köfte yemeyi çok sevmişlerdi. Önlerine koysalar bir tabak köfteyi bitirirlerdi ama Piraye bu konu da biraz katıydı.

 

"Ali Ata sakın baba dedi diye konu komşuya köfte dağıtmaya kalkma!"

 

"Ne yapmışım? Doğdukları gün herkese tepsi tepsi baklava dağıttım diye mi suçlu oldum?"

 

"Sadece onun için olmadığını biliyorsun. Çocuklar ne yapsa bir şeyler dağıttığın için olabilir mi?"

 

"Sevaptır elleme."

 

İkili kendi arasında sohbet ederek evlerine doğru yola çıktılar. Piraye evde kek yapmış üzerine de her biri için bir tane mum dikmiş içeriye gelirken çocuklar heyecanla çırpındı.

 

"Hadi bakalım kek yemek isteyen adımlarını bana doğru atsın!"

 

Birkaç kez yürüme çabaları olmuş ama Ekrem düşünce Firuze buna yeltenmekten vazgeçmişti. Şimdi ise kenara tutunarak ayağa kalkan Ekrem bir keke, bir kardeşine bakıyordu.

 

"Mam."

 

"Evet anneciğim mama, bugün sizin doğum gününüz. Bu da doğum günü mamanız hadi gelin yiyin." Yalpalayarak bir adım atan Ekrem geriye bakıp kardeşine elini uzattı. "Mam."

 

"Ay Firuze'yi çağırıyor Ali, yerim ben o kalbini senin."

 

"Kesin abilik taslayacak, şimdiden öncü oluyor teşvik ediyor kardeşini baksana." Ali kollarını başına yaslamış keyifle onları izliyordu. Firuze yanan muma el çırpıyor ama hala gelmiyordu. Ekrem gitti, eğilmiş annesinin elindeki tabağa elini attı ve minik parmaklarıyla keki mıncıkladı. Ardından elini ağzına götürüp tadına baktı. "Mam."

 

"Sevdin mi annem?"

 

Sonra arkasını dönen çocuk yine yalpalayarak kardeşinin yanına gitti ve elini uzattı. Firuze kekin tadını alınca yine sevinçle çığlık atıp el çırptı. Bundan sonraki bütün doğum günlerinde bunu bir gelenek haline getirecek olan Ekrem, pastayı mıncıklayıp önce kardeşine yedirecekti.

 

Firuze bir süre kardeşini inceleyip sonunda ayağa kalkmaya yeltendi ama başarısız oldu. "Yeniden dene kızım, hayatta bazen düşeriz bu önemli değil. Önemli olan yeniden çabalayıp ayağa kalkmak. Hadi benim güzeller güzelim hadi gel babana."

 

"Bab, mam."

 

"Evet hakkın annende, git ve al." Yeniden ayağa kalktı ve birkaç adım atmayı başardı. En sonunda ise hedefe ulaşınca ağzındaki birkaç dişiyle gülümseyip keke kafa attı. Ailecek ilk doğum günleri keyifli bir kahkahayla devam etti. Düşünce kalkmayı, pes etmemeyi ve mutluluğu kovalamayı öğretecek bir anne babaya sahip oldukları için çok şanslılardı. Geleceğe sevgi dolu, şefkatli ve dünya halini öğrenecek iki evlat yetişiyordu...

 

Ali cebinden çıkardığı üç minik papatya demetini uzattı birer birer gönlünü fetheden ailesine.

 

"Ane, pappat?"

 

"Evet kızım baban bize papatya almış."

 

"Ek, pappat."

 

"Evet Ekrem'e de almış."

 

"Bab, mem." Ekrem paytak adımlarla babasına yaklaşıp yerde oturan adamın kucağına tırmandı. "Sana da aldım oğlum senin neyin eksik?"

 

"Papatyalarla büyü ki ince ruhlu bir delikanlı ol baban gibi oğlum."

 

Birbirlerine sevgiyle bakarken Ekrem kendi demetini aldı ve tıpkı kek yedirir gibi Firuze'nin ağzına doğru tepti. "Fize, pappat," deyip el çırparak sevinirken evden yükselen kahkaha sesleri göğü mutlulukla sarıp sarmaladı...

 

 

Yıldızı parlatmayı unutmayın🍭

 

 

 

 

 

Bölüm : 12.02.2025 20:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...