82. Bölüm

81. Bölüm

Tuğba Yıldırım
1scintilla

 

 

 

 

Selam bebekler nasılsınız? size bir sürprizim var YAŞAMAYANLAR KİTAP OLUYOR🎉

 

 

Detaylar için Instagramdan takip etmeyi unutmayın: t.k.yildirim

 

Aynı zamanda kitap çekilişinin de son günleri. Hepinizi çok seviyorum gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 🪄

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm 27. Ruhani Liderin Yansıması

 

Olayların geliştiği noktada kendimi Zemheri’lerin şatosunda bulmayı beklemiyordum. Ailesi hakkında bir kez bile konuşmayan Arat, beni buraya sarhoşken getirmeyi tercih etmişti. Burada öğreneceğim her yeni bilgi ruhumu besleyecekti.

 

 

Pişmanlık ruhunu sardığında kendine gelmiş olurdun. Bakışların, duruşun değişir yanakların kızarmaya başlardı. Ancak Çağıl’da bunların hiçbiri olmadı. Dudaklarına yapıştığı adama bakarak kahkaha attım.

 

“Çağıl, sevgilin olduğunu söylememiştin? Ben seni erkek düşmanı sanıyordum.”

 

Çağıl elini saçlarına doladığı adamdan ayrılarak omuzunun üzerinden bana bakıp öpücük attı. “Onu birine anlatamayacak kadar çok seviyorum çünkü.” dedi derin bir nefes verip. Ses tonunun acılı tınısını hissediyordum. Gözlerine öyle bakıyordu ki onun bu hâlini bir rüya sanabilirdim.

 

Adam kaba bir şekilde davranmak yerine kibarca geri çekildi. “Çağıl, bu hareketler de ne böyle?”

 

“Sen benim bu tuhaf hâlime aşık olmamış mıydın zaten? Neden yanlış bir şey yapıyormuşum gibi bakıyorsun?”

 

Işıl ve Pırıl şaşkınlıktan sıyrılıp panik hâlinde onu adamdan ayırmaya çalıştı. “Sizi ahmaklar ne yapıyorsunuz? Onu çok özledim diyorum bıraksanıza beni.”

 

Bu dalgın zihnime rağmen bana anlattıkları mühür olayı aklıma ulaşmayı başarabilmişti. Bu yüzden aralıksız bir şekilde eğlendiğim gülüşüm son buldu. Aslında ortam oldukça gergin gözüküyordu fakat ikimiz vexin dozunu kaçırdığımız için tam anlayamıyorduk.

“Çağıl sanırım çok içtin. Pişman olacağın bir şey yapmanı istemiyorum. Üzgünüm gitmem gerek.”

 

Adam daha arkasını dönemeden Çağıl, Pırıl’ın elinden kurtulup öyle bir sarıldı ki adama, içim titredi. “Gitme, lütfen. Seni çok özledim.” dedikten sonra ağlamaya başladığını dostluk mührümüz sayesinde kalbimde hissettim. Kalbim kırıktı, döküktü. Çağıl’ın kalbi böyleydi ve tamir edilemezdi. Genç adamın mavi gözlerinden bir damla gözyaşı düştüğünde, iki yanında duran ellerini kaldırıp Çağıl’ın beline doladı.

 

“Özür dilerim. Çok özür dilerim. Kahretsin! Milyonlarca kez özür dilerim.”

 

Yanında duran diğer kadının gözlerindeki yaş, bu durumu anladığını gösteriyordu. Onlar zaten sevgiliydi ve sonradan bu evrene gelip mühürlenen kişi oydu. Bu berbat duruma kimse bir çare bulamamıştı. Tek çare Çağıl’ın sessizce oradan uzaklaşmasıydı ve öyle de yapmıştı. Şu an anladım ki Çağıl, kalbindeki sevgilisini hiçbir zaman unutmamıştı.

 

Pırıl ve Işıl belki de son kez doyasıya sarılsın diye dokunmadılar ona. “Ama artık benim değilsin...” dediğinde her şeyi hatırlamış gibi baktı ona. Kısa bir an için duran zaman yeniden akmaya devam eder gibi gözyaşları eşliğinde ayrıldı oradan Çağıl. Bir hikâyede kaç kişi ağlayabilirdi? Acısını hissettiğim Çağıl’ın arkasından deli gibi ağlayan bu kez ben oldum.1

Olduğum yere çökerek içimdeki tüm kasvetten arınmak adına sesli bir şekilde ağladım. Eğlence gecemiz felaket bir şekilde sonlanmıştı. Sonrası herkesin çil yavrusu gibi dağılması oldu. Arat'ın kucağında gittiğim yol boyunca susmadım.

 

“Yaşam’ım helak ettin kendini, yetmez mi artık?”

 

“Arat, Çağıl çok acı çekiyor, hissediyorum durduramıyorum.”

 

“Biliyorum, dolayısıyla sen acı çektiğin için bu bana da yansıyor.” dediğinde daha yüksek sesle ağlamaya başladım. “Sadece eğlenecektik, neden böyle oldu?”

 

“Boğa ve Pera ortalıkta yokken eğlendik diye çarptılar bizi.”

 

“Onlar iyi Yargı, rica ediyorum bir de onlar için üzülme.”

 

“Başkasına mühürlenseydin seni gebertirdim.”

 

“Mühür ve ruh eşi aynı kulvarda değil güzelim. Bizimki kadar güçlü bir çekim hissedemezler.”

 

“Arat sana şarkı söyleyeyim mi?”

 

“Söyle bebeğim.”

 

Konudan konuya geçiş hızımı hiç yadırgamadan cevap vermesi hoşuma gitti. Sonra yeniden başladı benim çingene mesaisi. Hiç bölmeden patika yolu bitirene kadar şarkımı dinledi. “Çingene ne demek?”

 

“Güzel bir şey. Bir topluluk, eğlence, dans, şarkı geliyor aklıma. Bir de kara gözler. Senin gözlerin ne güzel öyle.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

“Kızarmadın değil mi? Bakamıyorum şu an yorgun hissediyorum.”

 

“Hayır kızarmadım. Vexin etkisi hemen geçmez, duygusallığı yoğun yaşadığın için biraz duruldun.”

 

“Aşkım ben uçabiliyorum.”

 

“Bunu söylemiştin.”

 

“Seni uçurayım mı?”

 

“Mümkünse tüm uzuvların kollarımın arasında kalsın bu gece. Başımıza bir bela almayalım.”

 

“Aşkım...”

 

Sessizlik hüküm sürdüğünde sanki içim geçmiş gibi olmuştu. Ara ara bir şeyler konuşuyor ama ne olduğunu anlamıyordum. Sonra bir yatağın üzerine geçiş yaptığımı hissettim. Fakat kolundan tutarak gitmesine mani oldum. Çağıl’ın durumuna düşmek istemediğim için fırsatım varken doladım kollarımı boynuna.

Bir ara midem kaynadı gibi oldu. Kendimi hiç bilmediğim bir banyoda yere çökmüş vaziyette buldum. İçim dışına çıkana kadar ne var ne yok çıkardığımda vexin bir damlası bile bende kalsın istemedim. Arat yanıma gelip elimi yüzümü yıkadıktan sonra yeniden yatağa yatırıldım. Bu sefer mırıldandığım şarkı oy oy Eminem’di.

 

“Ben sana doyamadım, oy oy Emine’m... Çağıl sevgilisine hiç doyamamış Arat.” deyip inler gibi ağlamaya başladığımda başım çatlıyordu artık. Kollarının arasında saçlarımı okşayarak sakinleştirdiğinde onu öpmek için başımı kaldırdım ama devamında kafam hızla yere indiğinde, geriye gecenin en güzel kahkahası kalmıştı...

 

YAZARDAN

 

Pera zihnine dolan sesler ve gördüğü birtakım rüyalardan sonra kirpiklerini yavaşça araladı. Odasında saten çarşafının arasında, bembeyaz saçları özgürce dağılmış bir şekilde yatıyordu. Annesinin evinde uyumayalı uzun zaman olmuştu. Şöyle bir gerinip esnerken ağrıyan sırtıyla şaşırdı. Kaç saattir yatıyordu da sırtı bu derece ağrımıştı?

 

Boğazındaki kuruluğu yok etmek için başucu sürahisine yöneldi. Kristal, yatağın köşesine kıvrılmış uyuyordu. Hissettiği kıpırtıyla beraber hemen koluna dolandı Pera’nın. Onu severken en son neler olduğunu düşündü ama hatırlayamadı. Ne zaman gelmişti annesine?

 

Üzerindeki geceliği çıkarıp çok sevdiği fırfırlı elbiselerden birini giydiğinde kurt gibi acıkmış olduğunu fark etti. Merdivenleri sessiz bir şekilde inerken annesinin sesini duydu.

“Ne zaman kendine gelecek Ahter? Dayanamıyorum artık.”

 

“Güzelim ona yeniden şifa verdim. Ruhunda kötü bir aura yok. Zamanı gelmemiş demek ki.”

Bahsettikleri kişi ben miydim? Neler olmuştu en son? Düşüncelerini zorladığı sırada başıma korkunç bir ağrı saplandı.

 

“Asıl uyandığında sorduğu soruya ne cevap vereceğimi bilmiyorum?”

 

“Doğruları elbette. Buna biz sebep olmadık ya.”

 

“Bana babasını sormaktan uzun zaman önce vazgeçti. Ama bir şeyler hissetmişse yeniden soracak diye çok korkuyorum.”

 

“Layal, lütfen sakin ol. O artık genç bir kadın. Seni elbet anlayacaktır. Helak ettin kendini.”

 

“Teşekkür ederim yanımda olduğun için.”

 

“Asıl ben teşekkür ederim. Dostlar bugünler içindir. Bu mührü boşuna elde etmedik.” dediklerinde hafif kıkırdadıklarını duydu Pera.

Annesi ve Profesör Ahter’in dostluk mührü mü vardı? Tıpkı üçüzler ve Yargı Yargıcı gibi diye düşündü şaşırarak. Sonra ise her şey normalmiş gibi dövmelerini merak etti.

 

“Anne?”

 

“Ah bebeğim, güzel kızım. Sonunda kendine geldin, yüce Tanrım!”

 

“Neler olduğunu hatırlayamadım. Biraz yardım eder misin?”

 

“Önce aç karnını doyurmak ister misin? Masada konuşuruz bunu.”

 

“Olur.”

 

Pera karnını doyururken üçü bir masanın etrafına dolanmış konuşuyordu. Layal onu sıkı sıkı sarıp bir müddet özleminin ve korkularının dinmesini bekledi. Sonrasında ise Pera, annesi anlattıkça zihnine dolan şeylerle yeniden korkmaya başladı.

 

“Pera, lütfen sakin ol. O iyi. Kendini yeniden aynı duruma mı düşürmek istiyorsun kızım?”

 

“Ama nerede olduğunu bilmiyoruz dedin anne? Ya bir şey olmuşsa?”

 

“Olsaydı bilirdik. Benliğini kaybetti bulması gerekiyor. Belki kendini bile hatırlamıyor olabilir. Ruhu bedeninden bir kere çıktı, aynı kişi olarak dönmeyebilir.”

 

“Bu ne demek yani?” Layal ve Ahter bakıştıktan sonra konuşmayı Bayan Ahter devraldı.

 

“Bak Peracığım, belki karakteri değişmiş olabilir, çok kötü bir şekilde bulabiliriz onu. Özünü tanıyıp hissetmesine izin vermeliyiz.”

 

“Ben günlerdir yatıyorsam, o da günlerdir bulmuştur özünü. Onu görmem lazım.”

 

“Pera, bıraktığın formatta değil kızım.”

 

“Dönüştü mü?” diye neşeyle şakıdı Pera. İşte buna sevinmişti. Bu olayın olmadığını hissediyor ve onun adına üzülüyordu. Umuyordu ki en kısa sürede her şey yerine otururdu.

 

Diğer tarafta ormanda dolaşan Boğa kararsızdı. Hâlâ bir panterin bedenindeydi. Kısa süreli hatırlamalar sayesinde aslında bir insan olduğunu hatırladı. Fakat aklına dolan soru işaretlerinden dolayı form değiştirmek istemiyordu. Açlıktan avlanacağı her an bir yerlerde yemek kokusu duyup ona gidiyordu. Gizemli birinin onun için yemek koyduğunu anlamıştı elbet ama kim olduğunu bilmiyordu. Farklı bir koku da duymuyordu işin ilginç tarafı.

 

Günlerdir bu ormanı gezerken keşfettiği birçok şey olmuştu. Bunlardan biri bu ormanda sadece belirli türlerin yaşamadığıydı. Karanlıkta hissettiği anlardan birinde köşeye gizlenmiş düşünürken yanında geçen topluluk onu görmedi. Daha doğrusu baktı ama görmedi. Siyah kürkü onu saklayan bir dokuya sahip olabilirdi.

 

Kendine bir mağara bulup uyku ihtiyacını oralarda karşılıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde yine mağarasının olduğu yere gidecekken bir hışırtı duydu. Kalın bir ağacın arkasına saklanıp sesleri dikkatle dinledikten sonra yaklaşan adım sesleriyle birlikte bir koku çarptı burnuna.

 

Saklanmasına gerek olmadığını anlayıp açığa çıktığında ise duyduğu çığlık sesi kaçınılmaz oldu. Pera bir anda üzerine atılan panterle neye uğradığını şaşırdı. Gecenin içinden geceye ait siyah tüyleriyle birlikte karşısında durmuş ona doğru geliyordu.

 

Pera yeteneğinden dolayı onun duygu durumunu hemen anladı. Merak duyduğunu temsil eden sarı bir aura yayıyordu etrafa. Gözlerine odaklanıp derinlerindeki duyguları da hissetmeye başladı. En sonunda kendisinin de zararsız olduğunu kanıtlamak için dizlerinin üzerine çöktü. “Boğa, ben geldim. Üzgünüm yeni uyandım ve uyanır uyanmaz seni aramaya çıktım. Öyle korktum ki sana bir şey oldu diye. Artık bunu itiraf etmekten çekinmiyorum. Çünkü anladım ki Yaşamayanlar’da bile hayat, sandığımız şeyleri yaşamayı bekleyebileceğimiz kadar uzun değil.”

 

Boğa da olduğu yere oturup bekledi. Bu kokuyu ve bu kızı gözünü açtığı yerde gördüğünü hatırlamıştı. Zararsız gibi hissettiği için sesini çıkarmayacaktı.

 

“Sen bir operasyon geçirdin. Hatırlamama ve başka bir karaktere dönüşme ihtimalin varmış. Bu yüzden kafandaki soru işaretleri kaldırmak için açıklama yapacağım. Sen vezir gurubundansın ama bunu gizlemeyi tercih ettiğin için kalelerde eğitim görüyorsun. Vezirlerin son çıktığı görevde bazı anlaşmazlıklar oldu ve ruh bataklığına düştün. Ruh bataklığı insanın ruhunu emip beslenen ve oraya hapseden bir yer.” dedikten sonra derin bir nefes aldı Pera. “Ruhun dayanamayıp bedeninden ayrıldığı an Yargı sana yardım etti ve bir şekilde profesörler ruhunu sana geri iade etti. Yargı bizim sevdiğimiz bir arkadaşımız. Ruhun bedenden ayrılıp geri birleşmesi kolay olmadığı gibi meşakkatli bir işti. Ancak bunu başardılar ve sen bir mucizesin. Ben ise ruhunun ayrıldığını gördüğüm an manevi bir yara alıp bayılmışım. Yeni uyandım ve işte buradayım.”

 

Pera soğuk toprağın üzerinde beyaz elbisesiyle birlikte biraz daha yaklaştı ona. Elini yavaşça kaldırıp tüylerine dokundu. “Geri dönüşüp hayatına devam etmelisin. Seni bekleyen insanlar var. Hatırlamıyorsan sıfırdan başlarsın bu hiç önemli değil. Bu hâlin de oldukça göz alıcı olsa da lütfen aramıza dönmek için çabala.”

 

Panterin siyah tüylerini seven Pera, Boğa’nın bir anda ona doğru yaklaşmasıyla toprak zeminde geriye doğru eğildi. “Bana zarar vermeyeceksin.” diye fısıldadı eli Panter’in boynuna doğru inerken.

 

Panter onu koklamaya başladığında ise daha çok hatırlamaya çalıştığını hissetti. Ama sonra bir şey oldu, bir çekim. Panter biraz daha yaklaştığında, Pera da geriye doğru eğim kazandı. Panterin burnu Pera’nın saçları arasında gezindiğinde ise Pera mutluluktan neredeyse ağlayacaktı.

 

Neydi bunca zaman kedi köpek gibi didişmeleri? Kılıçlarını bileyip savaşa hazırlanır gibi davranırlardı birbirlerine. Fakat içten içe hoşuna gittiğini düşündüğü anlarda bile böyle bir şey hissetmemişti. Panterin dili Pera’nın kulağının alt kısmını yalayıp geçtiğinde bedeninden müthiş bir titreme geçti.

 

Bir dakika düşündüğü gibi olmayacaktı değil mi? Peki zihninden geçenler buyken neden daha da geriye doğru yaslanmak istiyordu? Çünkü panterin bedeninden yayılan auranın rengi mora doğru gidiyordu. Morun şu an temsil ettiği tek bir renk vardı ve o da tutkuydu.

Panter, Pera’nın açıkta kalan simli omuzlarına doğru burnunu sürttü ve başını yasladı. Pera bunun bir çiftleşme çağrısı olup olmadığından emin değildi ve kendi kendine güldü. İnsan bedeninde bir kere bile yakınlaşmayan ikili, hayvan bedeninde sarılıyorlardı şu an. İnanılır gibi değildi. Pera kollarını yeniden pantere doladığında kendi bedeninden huzurun akıp gittiğini gördü.

Ta ki Boğa bir anda üzerinden atılıp ileriye doğru koşana kadar...

 

Yaşam Yargı Yargıcı

 

Nasıl hissettiğimi bilmediğim bir güne daha gözlerimi aralarken bir boşluğa düştüm. Uyandırma perim yoktu. Üstelik ne üçüzlerle olan ne de ablamla olan odamdaydım. Sahi neredeydim ben? Başımdaki bu çivi çakıyorlar gibi gelen ağrı da neydi?

 

Bembeyaz desenli tülün ardından sıyrılıp gelen güneş oldukça büyük bir odada olduğumu gösteriyordu. Geniş ve rahat yatağın üzerine göz attığımda ise yandaki yastığın şeklinin bozuk olduğunu gördüm. Yanımda yatan kişinin ise Arat olduğunu varsaydım. Peki o neredeydi? Biz en son ne yaşamıştık? Bu gösterişli odaya neden gelmiştik?

 

Kale gurubunda erkeklerin yatakhanesi böyleyse büyük olay çıkarırdım. Avukattım ben bir kere. Nerede adalet, hak ve hukuk sistemi kardeşim? Zihnimin bir köşesinde açacağım dava metni dönerken yataktan kalkıp odayı inceledim.

 

Oldukça büyük ve gösterişli bir giysi dolabı vardı. Hemen yanında ise boydan bir varaklı ayna. Oturmaya kıyamayacağım bir koltuk, tavandan sarkan şaşalı avizeler, köşede bir küvet, başka bir köşede ise devasa bir boyutta duran ve harikulade kitaplık vardı.

 

Gördüğüm büyük ve yarım daire şeklindeki sıralı pencerelerden birinin önüne gittiğimde dışarıyı inceledim. Yemyeşil ve çiçeklerle dolu geniş bir bahçe vardı. Kapıda ise buranın deyimiyle muhafızlar. Şahın sarayına falan mı gelmiştik yanlışlıkla anlamadım ki? Ayrıca üzerimde bana ait olmayan saten ve uzun kollu bir pijama takımı vardı. Odada gördüğüm başka bir kapıya doğru adımladığımda, dilsiz uşağa takılı bir orta çağ elbisesi gördüm. Benim için miydi? Kapıyı aralayıp kenardan göz attığımda gösterişli bir banyo ile karşılaştım.

Başa gelen çekilir diyerek çok da kurcalamamaya karar verdim. Nasılsa birazdan anlardım. Elimi yüzümü yıkayıp, elbiseyi giydiğimde hazırdım. Arat'ı hissetmeye çalışsam da bu mümkün olmadı. Sanırım yeteri kadar yakınımda değildi.

 

Odanın dışına çıktığımda gerçekten bir sarayda olma ihtimalimin kuvvetlendiğini gördüm. Kırmızı halı serili yolun duvarlarında meşaleler ve değişik motifler vardı. En belirgin olan desen ise vezir deseniydi. Ara ara gördüğüm pencere kenarından etrafı süzmeye çalışarak uzun bir merdivene yaklaştım. Merak tüm bedenimi esir alırken bir an önce aklımdaki sorulara cevap almak istiyordum. Merdiveni inip sağa doğru yönelecekken yaşadığım çarpışmayla birlikte korku dolu bir çığlık firar etti ağzımdan.

Kabarık krem rengi elbisesi olan, kahverengi gözlü, beyaz tenli, kumrala dönük sarı saçları olan bir kızdı çarpıştığım.

 

“Bağışlayın lütfen, önüme bakmadım.”

 

“Asıl siz kusura bakmayın.” Anlamsız diyalogdan sonra birbirimize sorar gözlerle baktık. “Ah, pardon kendimi tanıtmadım. Ben Yargı Yargıcı. Açıkçası kısa süreli bir hafıza kaybım var ve neden burada olduğumu bilmiyorum. İsminizi bahşeder misiniz lütfen?”

 

“Merhaba Yargı Yargıcı. Burası Zemheri’lerin şatosu.” Şaşkınlık tüm bedenimi esir altına alırken ne yapacağımı bilemedim.

 

“Zemheri’ler derken?” Çoğul eki beni bir tık ürkütmüştü. Sanırım çekirgenin son zıplaması buraya kadardı. Bu zamana kadar ona hiç ailesini sormamıştım belki bir yarası vardır diye ama o da anlatmamıştı.

 

Şimdi ise bir sabah gözümü açtım ve kendimi onların malikanesinde buldum. Hem nerede bu adam? Böyle pat diye gelinir mi buraya? Zemheri’lerin şatosunda Zemheri’siz gezdiğim için onu mahvedecektim. Karşımdaki güzel kızın kibar bir şekilde gülmesiyle soruma verecek bir cevap bulamadığını anladım. Eh, haklıydı da.

 

“Ben Maria Ahzan Zemheri. Abim sizden çok bahsetti. İkiniz adına da çok seviniyorum. Evimize hoş geldiniz. İsterseniz yemek odasına geçelim, kahvaltı hazır olmuştur.”

 

“Memnun oldum, nazik sözleriniz için teşekkürler. Aslında önce Arat’ı görsem çok iyi olur.”

 

“Kendisi birazdan koşudan dönmüş olur. Beklemek sizin tercihiniz elbette ama burasının uygun olduğuna emin değilim.” dedi kız gözleriyle etrafı tararken. Ancak ben de ilk defa göreceğim ve yabancısı olduğum bu alana tek başıma girmek istemiyorum. Baş Zemheri’ye ihtiyacım vardı. Sessiz bir nefes verip ne diyeceğimi düşünürken onu hissettim.

 

“Sanırım geldi.”

 

“Emin misiniz gözükmüyor?” Biraz etrafı taradıktan sonra gülümseyerek bana döndü. “Haklıymışsınız. Bağınız gerçekten olağanüstü.”

Arat gülen gözleriyle yanıma geldiğinde nazikçe kavradığı elimin üzerine dudaklarını bastırdı.

 

“Günaydın eşsizim, evimizi nasıl şereflendirdiğini mi konuşuyorsunuz?”

Maria bu hoşuna gitmiş gibi kıkırdarken gözlerimi ondan alamıyordum. Yeni duş aldığı belli olan canlı ve ferah portakal çiçeği kokusu burnuma doldu.

 

“Tanıştığıma çok memnun oldum Yargı Yargıcı. Ben sizi yalnız bırakayım.”

 

“Arat buraya neden geldik?”

 

“Aşkım demeni tercih ederdim.”

 

“Ne?”

 

“Dün gece dilinden hiç düşürmedin bu hitabı ve ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam.” Sözleriyle aklıma bir şeyler doldurmaya çalıştım ancak olmadı. Belime koyduğu eliyle beni biraz daha kendine yaklaştırınca panikle ona baktım.

 

“Sizin evinizdeyiz, biraz mesafe iyi olur.”

 

“Bu cümle bile o kadar güzel ki.” Saçlarımın arasında gezinen burnuyla ana konsantre olamamak benim suçumdu. Biri görse rezaletti. İlk izlenim de çok önemliydi ayrıca. Bu yüzden kendimi sorar gözlerle yavaşça geri çektim.

“Tamam şuradan anlatmaya başlayayım. Dün gece fazlaca vex içtiğin için sarhoş oldun. Ben de seni tek bırakmak istemedim. Yeterince anından maruz kalıyorum zaten diye düşünüp evime getirdim. Çünkü yatakhaneye karşı cins ziyareti yasak.”

 

“Kızlara ya da ablama emanet edebilirdin? Ailenle böyle damdan düşer gibi mi tanışacaktım? Üstelik bu zamana kadar hiç bilgi vermemişken?”

 

“Sakinleş sevgilim. Onlar seni tanıyor, biliyor ve anlıyor. Gece boyu kollarının arasında kalarak hayallerimi gerçekleştirmem suç olamaz herhalde?”

 

“Elbette değil-”

 

“Ve alternatif bir malikanem de yok. Sokakta kalacak hâlimiz de yok.” Derin bir nefes alarak bu konuyu gereksiz uzatmama kararı aldım. Sadece bir tık onlarla karşılaşacağım diye tedirgin olmuştum. Ayrıca tanıyor demişti. Bedenim gittikçe gerilirken elimin üzerine yeni bir öpücük bıraktığında derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştım. Şimdi Zemheri ailesiyle tanışma zamanıydı...2

 

 

Bölüm : 05.01.2025 22:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...