8. Bölüm
1sonsuzdusgucu1 / GÖNÜLDE KOPAN AĞIT / 8. Bölüm 'KAYIP MI, YARA MI? '

8. Bölüm "KAYIP MI, YARA MI? "

1sonsuzdusgucu1
1sonsuzdusgucu1

Şu bölüm de bayıldığım bir yerde burasıdır, kalbimi bıraktım buraya...

" Şu yıldızlar; güneşi de görür ayı da...bilirsin, ikisi sevdalıdır öyle derler, öyle bilinir...ulan hiç bir tane yıldızda dile gelip demez mi... Ay'a. -Güneş gelince biz sana ihanet ettik- diye! "

 

8. Bölüm "KAYIP MI, YARA MI? "

Kaçıncı hayattı bu gözlerinin önünden kayıp giden. Elleri kollarına yaslanan Diyar onu silkeleyip kendini getirmeye yetmemişti.
" Bir şey yap! Bir şey yap! Hadi! kurtar onu! "

Onu kollarından tutup kendine çeken Delal, " Diyar kendine gel! "

" BIRAK! BIRAK! GİT YAP ŞOVUNU!? KURTAR AĞABEYİMİ!? DURMA!? DURMASANA! GİT KURTAR ONU!?" İçinden kopup gelen çığlığı yükselirken, " Ağabey ! " Delal sakinleştirmeye çalışsa da çabaları boşaydı, kollarında bayılan genç kızı yakalayan Delal olmuştu. Civan ağa olduğu yerde öylece kalmış yere dizlerinin üstüne çökmüştü.

O da bu çığlıkların, yaraların arasından kendine bir yer bulmuş ve oraya saplanıp kalmıştı.

Olduğu yerde kalakalan Rojbin ne yapsaydı? Sanki şimdi onların arasında değildi bambaşka bir uçurumdan düşüyordu.

Bu sefer yaranın adı, Beşirdi...

Aradan haftalar geçmişte olsa o yaranın üstünden, hâlâ aklındaydı. İki gün boyunca kendine gelememişti. Diyar'ın ağabey! diye candan çığırışı. Onda kendini görmüştü o gün, ya Ferzan o gece sıksaydı kafasına, yapsaydı bunu kendine, zinhar yaşayamazdı, bir saniye bile.

Bakışları odasında gezinirken yanına aldığı tek şey almaktan artık haz etmediği nefesiydi. O siyah elbise yine üstündeydi, bu elbise daha kaç kez boyanacaktı siyahlara, yetmemiş miydi?

Aldıkları yetmemiş miydi, daha ne alacaktı ondan, neyi kalmıştı?

Kapının çalınmasıyla oldugu yerden hızla doğruldu, kapıyı açan genç adamı yine tanımıştı, kapıyı çalışından. Bu sefer daha yorgundu, daha üzgün...

Keşke o gün tutsaydı da gitmesine izin vermesiydi! Keşke kolundan tutup sadece dinle deseydi! Tutsaydı kolundan ne olurdu!

Genç adamın yorgun sesini bile günlerdir duymuyordu artık. Ve o hâlâ simsiyah giyinmişti. Her gece o sedirde defalarca sigara yakıyordu. Sönmeden bir yenisi alev alıyordu sanki, ve o da onu izliyordu her gece sabaha kadar...

Genç kadın sessizliğine uyup Berzan'ın ağabeyi'nin karısı olan Rewşan'ın getirdiği siyah oyalı yine siyah şalını geçirdi başına.
Genç adam onu beklemeden önden ilerlerken içten içe ona duyduğu duyguyu hissediyordu.

Ağabeyi Ferzan'ı taziyede ilk ve son kez görmüştü babası gibi tüm ağalarda onunla beraberdi. Gözlerinde ki halkalar onun yüzündendi, sebebi yine oydu bir canın, bir gözyaşının. Ali ağa sadece Civan ağayla tokalaşıp, sarılmıştı. O ise odasından bir adım dışarı atmamış sessizce perdenin arkasından izlemişti.

O gün yüreğine batan iğneler canını alacaktı ondan fakat yine ve yine yaşıyordu. Hissetmişti o gün! Duracaktı sanki, ama yaşıyordu.

Merdivenlerden inen genç adamın arkasından ilerlerken şu haftalar içinde onu gördüğü dakikalar birkaç saati geçmemişti. Onu artık görmek bile istemiyordu belki de, sevmek için artık bir nedeni de yoktu.

Ondan dostunu, ailesini, herşeyini almıştı fakat o...sen cesaret edip yapamayacağım, herşeyimi verdin bana...demişti. Herşeyi'ni almışken ne vermişti ki ona aldıklarından da değerli ne vardı, ne kalmıştı yine. Şimdi de kardeşini almıştı...

Ne kalmıştı elinden almadığı?

Odasından onu görür görmez çıka gelen Diyar başında ki siyah şalı çekip aldı.
" Sen ne hakla benim canımın yasını tutuyorsun! Defol bu evden! Ve dilerim...dilerim bu eve bir daha ayak basamayasın! Gittiğin yoldan geri dönme! Duydun mu! Dönüşün olmasın Taşkırın kızı! Şimdi defol!? DEfol!? " Çatlayan sesine rağmen dimdikti.

Sessizce dediklerini dinledi, dinledi çünkü aynı yaradan onda da vardı. Ardından bir kez daha atıldığı evden yavaşça kapıya döndü. Adımları kapıdan çıkar çıkmaz kapı arkasından sertçe kapatılmıştı. Sırtına saplı bıçak kapıya çarpıp biraz daha yüreğine batmıştı sanki.

Genç kadın önünde duran arabanın kapısı açılmasıyla içine beklemeden bindi. Sessizce kapandı ardından, gözyaşları önünü görmesine engeldi fakat onlarda bir yolunu bulamaz gibi öylece takılı kalmışlardı kirpiklerinde.

Genç adam onunla tek kelime etmemeyi sürdürürken arabayı hareket ettirip bir anda frene bastı. Öne savrulan genç kadın son anda tutunmuştu fakat kolları acımıştı. Savrulan saçları yüzüne dökülmüştü.

Neydi bu şimdi, neden bir anda frene basmıştı?

" Kemerini tak! " derken sesinde ki ezgiyi anlamamıştı fakat anlamıştı. Ona kırıntı kadar sevgi duyan son kişiyi de kaybetmişti.

Saçlarını düzeltmeden geri gidip kemerini taktı.
Genç adam vitesi sertçe atıp arabayı hareket ettirmek için bir süre bekledi ardından harekete geçti.

Genç kadın sanki buna bile hakkı yokmuş gibi ona belli etmeden sessizce sildiği ardından nereye gittigini bilmediği yola çevirdi gözyaşlarını.

Bu sefer yolu bilip kaybolmasınlar diyeydi, gittikleri bu yolu unutmasınlar ona bir yol göstersinler diyeydi.

Yanında oturan bu adam fırtınayken o gökyüzündeki gri bulutlardan yanlızca biriydi sadece. O eski adam gitmiş yerine sessiz, uzak, yorgun, yıkık bir adam gelmişti. Fakat şu vardı ki sadece ona susuyordu. Sadece onaydı bu sessizliği belki de onun gözünde hak etmiyordu.

Titreyen elini kaldırdı ağır ağır gözyaşlarını sildiği sırada yine beklemediği bir anda frene bastı genç adam. Öne savrulan bedeniyle nefes nefese kalmıştı. Genç adama kayan bakışları yan profilden yoldan ayrılmayan bakışlarının ardından hareketlenen dudaklarına kaydı.

" Ağlama artık! " Dedi ve bir anda ona döndü, onu öfkeye boğan gözyaşları yine bir bir dökülmüştü.

Gözlerine bakmayı beklemediğinden irkilmişti. Elini bir anda sıkıca çenesine atıp,
" Ağlama artık! " Diye kükredi. Genç kadın elini eline attı hızla ittirdi.

" Niye ! Ölmemiş olması yeter mi? " Dedi mırıltıyla gözlerine bakarak. Onun merhametine ihtiyacı yoktu tıpkı en başından da olduğu gibi. Nefretini saklayamamasının sebebiydi belki de uzak kalması.

Genç adamın tekrar çenesini kavrayan elini bile bile kurtarmadı çenesinden, gevşekti parmakları. Sakinlikle, " Söylesene hadi! Senin yüzünden desene! " Ağlamamaya direnip tekrar konuştu, " Niye susuyorsun! Her şeyini aldım senden işte! Orda yatıyor, ailen benden nefret ediyor! Yine benim yüzümden onlara yalan söyledik." İsyan ediyordu.

Genç adam önüne döndü alt dudağını sertçe ısırırken gözlerini sıkı sıkıya yummuştu.

Sessizliğine sessizlik ekleyip gözünden düşen bir damlanın ardından, sessizce bir sırrı herkesten saklar gibi.

" Niye susuyorsun! Yıllardır susup köpek gibi aşık olduğum kadının hayatını da sen mahvettin desene! Daha kaç kişi var bilmediğim? "

Genç adamın gözleri o an açıldı. Genç kadın bir kez daha girmişti yerin en dibine bir insan şaşırmadığı şeyi kabullenirdi. Bekledi... hiç değilse bir kum tanesi atsın diye kan revan olan ruhunun üstüne ama yapmadı.

" Diyemiyorsun..." Diye sadece kendi duyacağı gibi dudaklarını hareket ettirdi. Genç adam dakikalarca tek kelime etmeyip bir anda gaza bastı. Araba bir süre sonra durduğu evin önünde kalırken ne o ne de kendisi inmişti.

Belli ki onun inmesini bekliyordu.

Genç kadın ise sessizliğinden taraf kalarak arabadan inmek için arkasını ona döndüğünde açtığı kapının dışına attığı adımla
bir süre öylece kaldı. Söylecek sözleri dilinde olsa da söyleyecek bir neden kalmamıştı, bu nedenle indi arabadan, bir kez bile gözünü çevirip bakmadığı eve doğru ilerlerken açılan kapıdan içeri beklemeden girdi.

Sessizce attığı adımlarının ardından bir anda açılan kapıdan içeri genç adam girmişti. Hızlı yere çarpan adımları gözlerine baka baka gelip hemen yanında durmuştu.

Gözlerinin içine bakarken öylece sessiz kalmıştı. Genç kadın sessizliğini tartar gibi baktı gözlerine, bakışmak için gelmemişti bu kadar hararetli ve öfkeli adımlarla.

Sesizliğiyle yanından geçip giden kadın içinde ki bu günahtan hâlâ habersizdi. Duyduğunda bir önemi olacak mıydı, ağabeyi bu sefer onu kesin vururdu.

" Taşkır hanım! " Genç adam ona döndü bu sefer.

Sözünün arkasından durup kalan genç kadınla lafa girdi. " Aç kulaklarını beni iyi dinle...bilmediklerinin yanında...o bildiklerin hiçbir şey!...Sevdiğim, o aşkından herkesi sileceğim kadına...bir yalan yüzünden ihanet edecek kadar...korkak bir adam değilim ben! Onun için dünyamı karşıma aldım! "

Bir başka kadınsa dünyanı senden aldı değil mi Arıkanlı? Genç kadın sessizce kalmış olduğu yerde duydukları yüreğine mızrak gibi saplanmıştı.

Neyse ki gözlerine baktığı bu adamın insafı mızrağı yerinde bırakarak olmuştu. Fakat nefesini ondan söküp almayı başarmıştı.

Her şey yine bir gece onu beklerken Diyar'ın ansızın paldır küldür yanına gelip, " Abim başka bir kadına aşık! Sen de burda bekle! Senin yüzünden ondan vazgeçti! " Demesiyle başlamıştı. İnanmasına sebep ise,

" İnanmıyorsan Delal'e sor!? " Demesi ve Delal'in susmasıyla tüm gerçeklik oluşmuştu. Daha ilk gün sormuştu ona sevdiğin var mı diye, o ise bir şeyler zırvalamıştı hatırlamıyordu. İşte o günden sonra onu beklemeyi de izlemeyi de bırakmıştı, tüm saygı tüm hoş sevgi, hoşsohbet orda bitmişti. O gün tüm gece başkasına aşık bir adamla evlenecek olmasına ağlamıştı.

Zerya ona arkasını döndü gözyaşlarını silerken ondan sakladı bu küçük damlaları, ardından ona döndü gözlerinin en içine bakarken. " Tamam işte...İstediğiniz olduktan sonra...ona gitmekte özgürsün! Tıpkı ilk gün de olduğu gibi..."

Genç adam ne desindi bilemedi fakat susmadı da.

Onun yanındayım Taşkır hanım!

Onun gözlerine bakıyorum!

Onun sözlerine tutsağım!

"... hayatını mahvettim belki..."

" Benim hayatım senle mahvolmaz telaş etme! "

" ... Ya ailen! Onlar kimsenin yüzüne bakamazlar..."

" Ağabeyinin gözünün içine baka baka susarken de bunları düşündün mü bari? Aklın nerdeydi? "

" Kalbim kırıktı..."

"... sor bakalım, kalbim sen bu kadar hayata değer misin? "

" Bana bak Roze!... bu yola sen bizi soktun! Ben de sana uydum! Eyvallah! Neden uyduğum da beni ilgilendirir! ... "

Bu sözlerin ardından odadan çıkması saniyelerini almıştı. Kapanan kapıya öylece bakakaldı. Roze...

Ağabeyi'nin doğduğu gün ona taktığı lakabı biliyordu...

Rojbin Zeyra, kısaca Roze...

Üstelik resmen kaçmıştı!

Genç adam o gün ondan, en büyük kavgasından ilk kez kaçmıştı. Kalbinden kaçmıştı daha çok!

' Tamam işte! İstediğiniz olduktan sonra...ona gitmekte özgürsün! '

Gözlerini kapatıp oturduğu koltuktan arkasında ki yastığı tutup sinirle fırlattı. Şöyle konuşup onu çileden çıkarmayı başarıyordu.

Şu yüreğini masaya yumruk basar gibi koysaydı da o şifalı elleri iyi etseydi ne olurdu. Doktordu bulurdu bir çaresini, Lokman hekim de oydu, yar da oydu.

" Ulan ben..." Bakışları ona taraf çıktığı merdivenlere yöneldi. "...ben burda geberiyorum! Hanımefendi gitmekte özgürsün diyor! Geberiyorum lan ben, geberiyorum! " Biraz daha sakinleyip arkasına yaslandı. Ardından ona doğru bağırmak istedi fakat geri yaslandı, " Ben olmam gereken yerdeyim Taşkır hanım ! Olmam gereken yerdeyim ben! İlk kez! İlk kez olmam gereken yerdeyim! " Aklına gelenle cümlede ki eksikliği yüzüğüne dokunarak giderdi. " İlk gün de olduğu gibi! " Olduğu yerden hızla doğruldu. " Sen de bunu eninde sonunda öğreneceksin! "

Aşk önce sevilene sonra sevene düşermiş, Taşkır hanım. Öyle aşık olacaksın ki... zelzelen de ben düştüğün çukur da benim kollarım olacak!

...

Genç kadın gözünün önünde ki ona beyaz gelinliği andıran elbiselere bakarken yine o gün ki gibi öfke dolmuştu.

Bilerek yapıyordu!

Elbiselerin kenarında duran genç kadın elinde ki kağıdı ona uzattı, ardından çıkmıştı odadan.

Bakışları kağıda dönerken yazıyı hızla okudu.

- Karımı gelinlikle görmek istiyorum...-

Genç kadın yazıya öylece bakakaldı. Bakışları elbiselere döndü fakat umursamadan arkasını döndü. Sevdiği başka bir kadın varken bu iğrenç bir şaka mıydı! Üstelik daha Beşir'in vicdan acısını yüreğinden söküp atamamışken gelinlik mi giyecekti. Beyaz'a ayrı bir nefreti oluşmuştu.

O gün kardeşine son kez seslenişi geldi kulağına dün gibi aklındaydı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu! Neyse ki yaşıyordu fakat babası hariç herkes onu öldü biliyordu.

Elinde ki notu yatağa fırlatıp hızla seçtiği bir elbiseyi geçirmişti üstüne. Sadece bir kere onun istediği olsa bir şey olmazdı.

Ağabeyini kaybettikten sonra Ferzan'ın ona dediği sözler gelince, " Çok içiyorsun ağabey nereye kadar sürecek bu? " Diye sormuştu, o gün ki yorgun yeşil gözleri kıpkırmızıydı.

" Sen de yüreğinin şarabını rahat bırak be Rozem, ben bir kardeşimi kaybettim biri de gözümün önünde eriyip gidiyor, kendini görmeden beni teselli ediyor...sen solarken ben de gülerim öyle mi..."

" Tamam söz! Ama sen yeter ki kendine gel... bak Navin de üzülüyor, söz veriyorum daha iyi olacağım, sen de söz ver..."

Genç adam oturup geri yaslandığı koltukta gökyüzüne çevirdi bakışlarını. " Şu yıldızlar güneşi de görür ayı da...bilirsin ikisi sevdalıdır öyle derler, öyle bilinir...ulan hiç bir tane yıldızda dile gelip demez mi..Ay'a. Güneş gelince biz sana ihanet ettik diye! "

Gelinliği giyse de boy aynasına arkası dönüktü bakmayı da düşünmüyordu. Hızla giydiği beyaz spor ayakkabılarıyla çıkmıştı odadan, ardından hızla indiği merdivenlerden genç adamı gördü fakat umursamadı.

Çay içiyordu!

Şu durumda bile kopkoyu demlenmiş çayı içiyordu, bu adamı anlamak zor muydu yoksa o mu fazla aptaldı.

İnip beklediği salonda bakışları koltukta oturan nikah memuruna kaydı.
" Gelin hanım sizsiniz sanırım? "

Sessiz kalıp susmakla yetinmişti.
" Berzan bey! Sizde artık gelseniz mi? " Nikah memurunun üslubu birbirlerine yakınmış gibi hissettiriyordu. Tanışıyor olmalıydılar fakat şahitleri bile tanımıyorken bu adam kim umrunda değildi.

Genç kadın, " Ben direkt Evet deyip imzayı atsam olmuyor mu, yani olmaz mı? " Gözlerini kısıp genç adamın koyu kahve gözlerine baktı.

" Olmuyor! " Sanki ona sorulmuş gibi, adımları ona doğru gelip tam arkasında durmuştu. " Herşeyin bir usulü var... değil mi Hazar bey? "

Hazar bey başını sallarken, " Tabi, hem sormam gereken sorular var...kurallar var her şeyden önce, prosedür bunlar. "

Genç kadın umursamayıp koltuğa geçip oturdu, genç adam ise elinde ki çay bardağıyla yanına oturmuştu. Şimdi sinirden bile ağlayabilirdi.

" Benim acilen yetişmem gereken bir nikah var...biz şimdiden başlayalım şahitler gelmişler..." Genç adam önünde ki masaya açtığı defter ile birlikte. " Adınız-"

" Rojbin Zerya Taşkır! " Bir an önce bu saçmalık bitsin istiyordu!

Genç adam ise tezat bir gülüş sergileyip,
" Tamam, sizin adınız soyadınız? "

" Berzan Arıkan! "

" Evlenmek üzere belediyemize yaptığınız- "

" Uzatma..." diyerek böldü Berzan.

" Hastalıkta, sağlıkta Berzan Arıkan'ı kocalığa kabul ediyor musunuz-"

Cümlesinin bitmesiyle, " Evet! " Dedi Rojbin Zerya Taşkır.

" Siz hastalıkta sağlıkta, fakirlikte zenginlikte hiç kimsenin baskısı altında kalmadan Rojbin Zerya Taşkırı eş olarak kabul ediyor musunuz? "

Aradan geçen sessizlikle " Evet! " dedi genç adam, sesi soğuktu.

Açılan kapıyla yanlarına gelen nefes nefese kalmış biri kadın üç kişi gelmişti, Esmer olan genç adam, " Yetiştik mi! " diye sordu yangından mal kaçırır gibi bir nikah görülmüş müydü?

" Geç kalmadınız hadi! " dedi Hazar bey.

Esmer kadın elini kaldırıp, " Ben gelinin şahidiyim! " Sanki çok cicili bicili bir ana şahitlik ediyormuş gibi garip bir şekilde çok neşeliydi.

Gelin...tabi...Rojbin Zerya Taşkır

Ağabey'inin dört gözle beklediği o günü çekip almıştı elinden.

' Ben seni vermem Zeryam! ' Demişti genç adam, o ise ' Verme nasıl olsa turşu seviyoruz, yeriz hep birlikte' demişti. Annesinin o şuh kahkası kulaklarında çınlamıştı. Babası ise araya girmiş, ' Hayırdır kimin kızını kimden istiyorlar! Ferzan ağa! '

İstememişlerdi, senden gelip isteyememişlerdi bile...

" Gelin hanım! "..." Gelin hanım! "

Koluna dokunan genç adamla bakışları ona döndü.

" Gelin hanım burada değil galiba? " Diyen kadına döndü bakışları kendisi hariç herkes çok mutluydu, çok.

Genç adam önünde ki defteri genç kadına iteledi. Deftere bir süre baktı ardından elini uzatıp aldığı kalem ile imzayı atmadan önce durdu.
Sessizlik onun atacağı imzayı beklerken, " Sevdiğin şu kadına yazık olmasın? " diye sordu genç adamın kulağına eğilmeye gerek dahi duymadan.

Ortamda ki sessizlik gerginliğe doğru ilerlerken, " Ben de öyle düşünmüştüm! " İmzayı atıp defteri ona uzattı.
Bile bile ona en yakınında durmuş ve geriye bakarken kulağına yaklaştı ve fısıldadı.

" Ama ne var biliyor musun? Beşirle birlikte beni de gömdüler o mezara..." Bir nevi ölmüş sayılırdı, şu anlık komaydaydı. "...O yüzden bu elbiseyi giyerken hiç zorlanmadım, kefenden bir farkı yok benim için çünkü..." Dedi ve bakışları imzayı atmış olan ona döndü ve olduğu yerden hızla ayaklandı.

Genç adam koltuğun arkasından geçip giden onun adımlarını sadece dinledi.

Son imzanın da atılmasıyla ona uzatılan cüzdanı uzanıp eline aldı. Ayağa kalkıp Hazar'la arkadaşlarına kaydı bakışları. " Siz de onunla gidin! " Deyip beş dakika boyunca gitmelerini bekledi. Kapının kapanmasıyla adamına dönüp, " Eve bir kuş bile yaklaşmayacak..." Deyip başını dışarıyı işaret etti. Etrafta adamlar dışında kimse olmayacaktı. Tekrar oturduğu koltukta gözlerini yumdu. Yorulduğunu daha yeni hissetmişti sanki.

Genç adam elindeki nikah cüzdanını masaya atıp başını tekrar koltuğa yasladı.

Rojbin yatakta üstünü değiştirmemiş oturuyordu. Kulağı her an kapanacak olan bir kapı sesindeydi. Sahiden ona git demişti, gidecek miydi?

O sırada duyduğu kapı açılıp kapanma sesiyle kalakalırken yüzünde bir süre sonra beliren kırık gülümseme solup gitti, yavaş yavaş.
Gözüne uyku girmemiş olduğundan öylece bakmıştı karşı duvara.

" Ben verdiğim sözü unutmadım, sen unuttun mu? "

Karnına yaslı olan yastığı bir kenara atıp odasından hızla çıkmıştı. Dolacak olan gözlerine zor hakim olmuştu, daha fazla ne ağlayacaktı ne de ağlatacaktı.

Odasından çıkıp merdivenlerin başına geldiğinde evde ki sessizlik içini ürkütmüştü. Salonda kimseyi göremezken cam masada duran evlilik cüzdanını görse de ona sırtını dönmek zor olmamıştı.

Salondan kendini dışarı attı, yediği buz gibi soğuk içinde ki yarayı keskin bir bıçak gibi kesmişti. Gözleri ilerde ki hamağa kayarken etrafta ki ışıklarla yeri belli edilmiş güller sanki hayalinde ki bahçe gibiydi.

Hayallerinde olmayan bir dünyanın içinde hayalleri hissettiği güllerle bezenmiş bir bahçe ne de tezat bir kaderdi.

Gördüğü rüya yine aklına gelmişti, güle inatla uzanmaya çalışırken uçurumdan düşüyordu. Üstelik biri onu itmişken arkasını döndüğünde kimsenin olmadığını görmüştü.

Kollarını birbirine sarıp oturduğu bahçe koltuğunda soğuğu seyrediyordu. Soğuk...

" Roj kurbanın olayım içeri gir! Hava soğuk! "

O gün onu endişeyle aradığında kendine bir şey yapmamak için soğuğa atmıştı kendini. Fakat bunu o nerden bilsindi? Bilmezdi.

Başını kollarına yaslarken soğuk yine kendini cüretkar bir biçimde belli ediyordu.

Bu soğuk onu kendine getirirken yanında ki hareketlilikle bakışları hızla ona döndü.

Gitmemişti.

Elinde ki sigarasını yakmış nefesinin buharıyla dumanı üflüyordu.

" Ne yapıyorsun yine bu soğukta? " Dedi külünü küllüğe temizlerken.

" Ölmek istiyorum, soğuktan...kurtulursun hem." Başını tekrar kollarına yasladı onun aksi tarafa döndü.

Genç adam olduğu yerden geri yaslanırken, " Beşir için kendini mi suçlayacaksın? " Soğuktan buz tutan yüreği onun sözüyle tuz buz olmuştu. " Bu yüzden mi geçmiyorsun içeri? Aklınca ceza mı veriyorsun kendine? "

Genç kadın başını olduğu yerden kaldırıp kollarını gevşetti, " Nerden çıkarıyorsun bunu! "

" Kalbine sor bakalım... kalbim sen bu kadar hayata değer misin, diye? "

Genç kadın olduğu yerden hızla doğruldu.
" Değmez! " Soğuğu daha fazla içine çekemeden devam etti. " Bunu mu duymak istiyorsun! Değmezdi! "

" Değmezsin zaten..." Genç adamın sözüyle bir bıçak saplanmıştı sırtına.

" Bu soğukta niye duruyorum biliyor musun! Her vazgeçtiğimde bu candan, diyorum ki Rojbin sen daha bu yalan dünyanın soğuna dayanamıyorsun! Ağlıyorsun! Ya canına kıydığın da o zaman ne alacak! İçine kaçacağın bir evin olacak mı? Olmayacak diyorum! Vazgeçiyorum ölmekten! Sonra yaşıyorum! Ben böyle yaşıyorum Berzan ağa! "

" Senin o siktiğim gururun yüzünden kardeşim öldü lan benim!? " Diye kükredi genç adam.

Beşir o gün durdurması bir şeyi değiştirmezdi. " Zilan'ı Aso'nun torununa verdiklerinde yine kıymayacak mıydı sanıyorsun canına! Dayanmayacak mıydı kapısına! Kardeşin sana kırgın gitti o tarafa! "

Genç kadın bir anda ayaklanıp gözlerine baka baka alnına dayanan silahla irkildi. Şaşkınlıkla kalakalan bedeni bir put gibiydi. " Tek kelime daha edersen imanıma kitabıma sıkarım kafana! "

Tehditine nazaran az önce ki söylediklerinde sanki ölmek istiyorum dediği yokmuş gibi onu ölümle tehdit eden kahvelere gülümseyen genç kadın genç adamın gözlerinde ki öfkeyi kıramamıştı.

" Sen de en az benim kadar vicdan azabı duyuyorsun! " Son kelimesinin ardından patlayan silah sesiyle dalan gözleri hızla açıldı.

Kâbustan korkuyla irkilip uyanmıştı fakat istedi ki gerçek olsundu.

Bitsindi bu çile, bu can bu bedenden çıkmadıkça ne bitecek ne de zerre eksilecekti.

Kollarını kendine çekti biraz daha dolan gözlerinden akan yaşları kollarına sildi. Burnunu çekip başını kollarına yasladı.
" Niye yaptın bunu Beşir? Niye yaptın bunu kendine! Niye yaptın buna bana! Ben...ben nasıl yaşarım Beşir? Nasıl mutlu olurum, keşke tutsaydım kolundan! Keşke tutsaydım da izin vermeseydim gitmene! "

Kollarına sildi tekrar yaşlarını, burnunu da çekmişti.

" Özür dilerim Beşir! Bu soğuk üşütmüyor ya beni...ama korkuyorum biliyor musun? Berzan'ın gözlerinde ağabeyim'in gözlerini görmeyi...bir şeye tutunmam lazım...yaşamak için...bir yol bulmam lazım diyorum...olmuyor... yapamıyorum...nefes almak bu kadar mı zor? Çok zor, unutamıyorum...Keşke senin yerine ben ölseydim...keşke o gün düşünmeseydim."

Gözlerini yaşlarla yumarken bu sefer silmedi.

Bacaklarını aşağı indirirken çıplak ayakları soğuk zemine değdiği gibi irkilmişti. Gün çoktan aymaya başlamıştı, ayağa kalkıp içeri yöneldi.

Cam kapıdan içeri girerken yere düşen kızıl güneş ışıklarındayken, evin içi buz gibi olmuştu. Açılan kapıdan içeri giren genç adamla ikisi de olduğu yerde kalakalmıştı. Genç kadının kızaran gözleri onun aksine aksine gülen siması küfür gibi hissettirmişti.

Gülüyordu...

O mu çok acı çekiyordu yoksa bu adam bir hiç gibi silip atmış mıydı, her şeyi. Ya da bir gelişme vardı?

Gülen yüzü onu görür görmez arkasında ki hafif hafif uçuşan perdenin ardında ki açık kapıya döndü.

Onu umursamayıp hızlı adımlarla yukarı çıkmak için yeltenirken olduğu yerden ona seslendi.
" Ne yapıyordun dışarda? " Dedi evin buz havasını unutturan sesiyle.

Genç kadın ise, " Oturuyordum..." Deyip devam etti. Merdivenleri tamamlayıp odasına geldiğinde odasının kapısı kapandığının ardından çok geçmeden bir anda açıldı.
" Sen bütün gece bu soğukta dışarda mı yattın?"

Bakışları ona döndü kaşlarını çattı, " Ne o...kıyamaz mısın yoksa? " Diye sordu sakinliğinden alayla ölçü alırken.

Bu kadınla ne yapacaktı bilmiyordu...daha ne kadar bunun için kendini suçlayacaktı. " Sen de daha fazla hasretime dayanamadın herhalde? " Bakışları ona döndüğünde gözlerinde ki yeni yaşlar takılı kaldı sarı gözleri.

Gözlerini hızla ona çevirdi. " O!...BENİM YÜZÜMDEN O HALDE!? " Ağır ağır birkaç adım daha yaklaştı yanına..." Az önce gülüyordun be! Benim şu halime bak! Evet! Sabahın körüne kadar orda uyudum! O gizemli sevgilinin sıcak koynu gibi değildi tabi, buz gibiydi! " En yakınına gidip gözlerine baktı, " Ne olacak şimdi! Bir ömür beni bu odaya mı hapsedeceksin! "

Genç adam gardını zar zor toplayıp, " Sil gözyaşlarını..."

" Ne o...yoksa ona da mı hakkım yok bundan sonra? Ağlamaya da mı hakkım yok! "

Genç adam gözlerine saplanıp kaldı.

Silemeyeceğim için!

Ağlama artık!

" Hayatını elinden aldım...sen de benim canımı nasıl yakacağını mı düşünüyorsun? Dokunamıyorsun! Yaklaşamıyorsun! Ne demiştin...ha!...Kardeşim dediğim adamın kız kardeşine bakacak kadar şerefimden geçmedim!" Genç adamın gözlerine bakarken bakışları gözlerine ölü bir öfkeyle baktı, " Şeref anlayışın da pek kısıtlıymış..."

O sinirle yatağın köşesine otururken o daha ne olduğunu anlamadan bir anda yanına gelip sertçe yatağa yatırdı omuzlarından, bacaklarının arasına dalan bacağıyla bir eli bileklerindeyken diğer eli çenesindeydi.

Yaptığı yanlış gelmiş olacak ki uzaklaşan onun yakasından tuttu kopan düğme boynundan aşağı süzüldü.

İki parmak arası kalan mesafede yakınlığı zerre umursamadı." Bana o gözle bakarsan ...seni önce ben vururum...Arıkanlı! "

Genç adam üstüne yıkılanlardan kalkamazken cüretkar dudakların yakınlığından ayrılıp kulağına eğildi. " Şerefimden geçmeme ramak kaldı, Taşkır hanım! "

Zerya hızla kulağına yaklaşırken yanağına sürten sakallarını umursamadan cevap verdi. " Hele bir dene! Tek parmağımla nefesini buradan söker alırım senden! " Hızla boğazını işaret eden parmağıyla elini genç adam tutup sertçe arkaya yasladı. Genç kadın uzaklaşıp alev sarısına karışmış kahvelere çevirdi harelerini.

" Çek vur! Bir kurşunla titreyecekse yüreğim, öpmem o halde..."

" Kurşun adres sormaz, durmaz da! Senin o iki lafın kimin umrunda! "

" Sen durursun yani? "

Damarına basmayı nasıl da biliyordu!

" Ölmek, öldürmek kadar kolay değil Taşkırın kızı! " Genç adam bu sefer uzaklaşacakken genç kadın tekrar asıldı gömleğine tek eliyle, birkaç düğme daha kopmuştu. Gözlerini elalarına dikti, iki parmak arası yakınlık bir parmağa indirgenmişti.

" Kaçmak yok, Berzan ağa! Oyunu kurallarına göre oynayacaksın! "

Bölüm : 08.02.2025 02:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...