
Canlarım sizler bölümü okurken bende sizlere yeni bölümü yazayım. Sizler ile birlikte git gide büyüyoruz. Desteklerinizi esirgemeyin lütfen hikayemiz daha da büyüsün. Birgün başarılı olursak bu sadece benim değil sizlerinde desteği ve emeği ile olacak. Yıldırmaya çok çalıştılar ama başarılı olamadılar. Sizler benim yanımda olduğunuzca, bende yazmaya devam edeceğim. Yepyeni kararlar aldım ve hayatımda değişiklikler yaptım. Tek başıma bu yolda ilerlemeye devam edeceğim. Her zaman olduğu gibi. Neyse çok konuştum size keyifli okumalar diliyorum.
Satır arasi yorumlarinizi ve begenilerinizi bekliyorum.
İnstagram, Tiktok, Kitappad ve Dream hesabim
👇👇👇👇👇👇👇
( 55Cerkezkizi055 )
________________________________________
'' Ne Geceleri tüketip sabah ettim de ,
Akan gözyaşlarıma çare olamadım .
Ne rüzgarlara karşı dimdik durd da ,
Bir tek sana olan sevdama boyun eğdim.
Ne hevesleri içimde gizledim de ,
Mutluluğa bir türlü erişemedim.
Her gelene kalbimde yer verdim de ,
Bir seni küçücük yere misafir edemedim .
Ne kavuşmalara vesile oldum da ,
Bir sana yar, yaren olamadim .
Ne vedalara eyvallah dedim de,
Bir seni gönlümden yolcu edemedim... ''
( 55 Cerkezkızı055 )
Bölüm Şarkısı :
Zaman.... Akıp giderken en çok beklemek yorar insanı. Çünkü sabrı, en çok beklerken öğreniriz.
Gideni bekleriz- sabır ederiz.
Geleni bekleriz - yine sabır ederiz.
Severken, öfkelenirken, yitirirken..... Sabır hep yanıbaşımızdadır.
Bizler, sabrın hamurunda yoğrulur; zamanın ince ince işlediği acılarda beklemeyi öğreniriz.
Leyla da öğrenmek zorundaydı artık: Beklemeyi, sabretmeyi... ve yeri geldiğinde kaybetmeyi. Korkuyordu. Yine o karanlık günler geri gelir diye. Ama bilmeliydi - kadarde varsa ölüm , kimse önüne geçemez.
Peki hangisi daha zor?
Gideni beklemek mi, yoksa gidenin dönmeyeceğini bilerek yaşamak mı...... ?
Leyla , hasreti yolcu ettikden sonra avludaki sedire oturmuştu. Elleri, dizlerinin üzerine kenetlenmiş; bakışları ise konağın kapısına takılıp kalmıştı. Sanki o kapı açılacak ve Yavuz içeri girecekmiş gibi....
Ama biliyordu- bu gidiş , öyle basit bir gidiş değildi.
Yavuz, Said Zaloğlu'nun yerini öğrenmişti. Ve bu sefer, dönüşü olmayan bir hesaplaşmanın eşiğindeydi. İçinde biriken her şeyin, geçmişinin, ailesinin , yıllar önce uğradığı haksızlığın ve üzerine atılan iftiranın intikamı olacakdı.
Leyla , gözlerini kapattı . O karanlık geceyi hatırladı- gelen telefonu , yüreğinin bir kuş misali çırpınışını, kayınvalidesinin Yağız'ın kollarına yığılışını ve Yavuz'un sedyede yatan kanlı bedenini.
'' Yine mi? '' dedi sessizce. '' Yine mi o korku ? Yine mi bekleyiş''
Ama bu defa dua etmeyi seçti. Ellerini göğe açtı, Yavuz'un döneceği, ya da ebedi bir sessizliğe karışacağı bir gecede..... Bir kadın ne yaparsa onu yaptı.
Bekledi....
Leyla, konak'ta eli yüreğinde beklerken ; Yavuz, dostları Berdan, Cihan ve Berzah ile Said Zaloğlu'nun saklandığı inine, onu almaya gidiyorlardı. Arkaları da ise üç arabadan oluşan koruma ordusu onları takip ediyordu.
Said için zaman artık durmuş, akmaz olmuştu. Yavuz icinse ise o yol bitmek bilmiyordu. Elinde gidecekleri güzergahın konumu, dilinde ise intikam yemini vardı.
Sessizdi! Yapacaklarını düşünuyordu; Said'e öyle kolay ölüm yoktu. Ona yapacakları bile yüreğindeki ateşi söndürmüyor, aksine daha da harlıyordu.
" Çok sessizsin kardeşim. Senin bu suskunluğun beni korkutuyor," diyen Berdan, Yavuz'un gözlerindeki o karanlığı net bir şekilde görebiliyordu.
" Oğlum, o şimdi kafasında kırk tane plan kurar. Adam her ihtimali düşünüyor lan hatırlasana. "
Cihan o günleri hiç unutmuyordu. Kendisi bodoslama operasyona dalmayı severken, Berdan temkinli davranırdı. Yavuz ise kafasında oluşabilecek her ihtimalı düşünür ,planlar yapar ve Berzah ile operasyona öyle başlardı. Bu sayede bir çok kez hayatları kurtulmustu....
Leyla , konakta'ta hala eli yüreğinde beklerken, akşamın kızıllığı gökyüzünü sarmaya başlamıştı. Ormanlık alana doğru ilerleyen konvoyun havası ağırdı. Motor seslerine karışan kuş cıvıltıları bile birer çığlık gibi yankılanıyordu. Yol gittikçe daha da ıssızlaşıyor , karanlık yavaş yavaş ağaçların arsından sızıyordu.
Yavuz, ön koltukta sessizce oturuyordu. Elinde tuttuğu tabletten güzergahı inceliyor, zihninde sürekli oluşabilecek ihtimallerin hesabını yapıyordu. Tek kendisi olsa en fazla sıka sıka giree Said'i alır çıkardı .Lakin yanında dostları ve korumalar vardı. Bu yüzden daha temkinli yaklaşmayı uygun buluyordu.
Berzah gözünü yoldan ayırmadan sordu :
'' Plan nedir tertip? Burası belli ki, bu şerefsizin inine benzziyor, her taşın altında bir patlayıcı olabilir.''
Yavuz başını kaldırdı, gözleri uzaklara dalmış gibiydi ama kelimeleri net ve soğuktu:
'' Dümdüz gidip almak da bize yakışmaz be tertip zaten. O şerefini siktiğim bizi bekliyordur, ama ne zaman geleceğimizi bilmiyordur. Bizde ona beklemediğini verelim. Arkadan değil , yukarıdan ineceğiz.''
Berzah ve Cihan kaşlarını çattı ikisi de aynı anda : '' Nasıl yani?'' diye sordular.
Yavuz tableti gösterdi. '' Şu patika yolu görüyor musun? İşte biz o yoldan ormanın içine dolanıp mevzi alacağız. Arabaları orda bırakıp yürüyerek ilerleyeceğiz .''
Berzah gülümsedi, dişleri karanlıkta parladı. '' Kurt gibi iniyoruz yani. peki adamları?''
Cihan, Berzah'a yan yan bakıp: Oğlum adam kaç dakikadır sus pus. Anlamadın mı? planı çoktan yapmış.''
Yavuz gözlerini kıstı: Evin arka tarafında 5 adam var. İkisi çatıda, biri girişte, 4 tanesi de evin ön kısmında.
'' Vay puşşt! Ordu yığmış yanına.''
'' Antep'i yığsa oraya, ne yazar? Rüzgar olur yel gibi eseriz; taş olur tank gibi üzerinden geçeriz. Fırtına olur, yerle bir ederiz. Kim durmuş bizim önümüzde ki! Kalmış ki Said iti dursun!''
'' Ulan! Dağları inim inim inletmiş adamlarız be!''
Berdan'ın sözünden sonra arabada kahkaha tufanı koptu. Kim bu dört deliyle karşı karşıya gelmeyi göze alabilirdi ki?
Berzah keyifle ellerini direksiyona vurdu'' Said'e kolay ölüm yok diyordun ya... Gözlerinde ilk kez merhameti göremeyecek. ''
'' Göremeyecek,'' dedi Yavuz, sesindeki karanlık daha da derinleşmişti. '' Onu öldürmeye değil, ruhunu parçalamaya gidiyoruz.''
Gökyüzü neredeyse tamamen kararmıştı.
Yade Zergül'ün toplantıda verdiği sert hükmün ardından , Zaloğlu gençleri tek tek Miroğlu aşiretine ait karanlık depoya sürüklenmişlerdi. Bu, Said'i ininden çıkarmak için kurgulanmış ustaca bir plandı - ve işe yaramıştı. Haberi alır almaz , Said öfkeyle dolup taşarak ailesinin evine koşmuştu. Ama bilmediği birşey vardı: Cihan'ın gölgeleri onu çoktan takibe almış,her adımını sessizce izlemişlerdi. Bugün hala Said'e ulaşabiliyorlarsa, bu Yade Zergül'ün tecrube ile yaptığı stratejisi sayesindeydi. Sessizce kurduğu oyun, bir hançer gibi hedefini bulmuştu.....
***********************
Leyla , kızların gelmesini beklerken telefonu çaldı. daldığı düşüncelerden sıyrılıp ekrana baktı. Arayan Jiyan Marazoğlu'ydu. Kocasının saplantılı, dengesiz aşığı.... içini çekip sabırla telefonu açtı.
'' Efendim , Jiyan?''
'' Bize gelmen lazım , Leyla. Konakta bekliyorum.'' Jiyan'ın sesi her zamankinden sakin, ama içinde gizli bir gerilim vardı.
Leyla'nın kaşları çatıldı. Jiyan'ın davetini sorgulamakta bir an bile tereddüt etmedi.
"Neden geleyim? Bu saatte beni konağa çağırmanın sebebi ne, Jiyan? Lafı dolandırmadan söyle."
Bir anlık sessizlik oldu. Ardından Jiyan konuştu:
"Önemli olmasa gel demezdim. Said denen o adama, Yavuz'u pusuya düşürmesinde kim yardım etmiş, bilmek istemez misin?"
Leyla'nın kehribar gözleri kararmaya başladı. Yavuz'a uzanan elleri öğrenecek ve elbette hesabını kesecekti.
"Beş dakikaya geliyorum."
"Bekliyorum."
Leyla hızlıca yerinden kalktı, kimseye bir şey demeden konaktan çıktı. Gözü dönmüştü bir kere; kimse onu durduramazdı.
"Yenge, bir şey mi oldu?"
"Mitat, benim arabanın anahtarları kimde?"
"Bende yenge."
"Ver. Marazoğlu Konağı'na gideceğim."
Mitat, Yavuz'dan kesin emir almıştı:Kimse dışarı çıkmayacaktı. Leyla'nın gitmesine de izin veremezdi.
"Yenge , biz gitsek? "
"Mitat, beni delirtme. Anahtarları ver, gidip geleceğim hemen."
Mitat zor durumdaydı; lakin abisinin sözünden çıkamazdı. Yoksa Yavuz derisini diri diri yüzerdi.
"Yenge, beyimin kesin emri var. Bizi zor durumda bırakma. Sonra bize hesap soruyor."
Leyla sakin kalmak istiyordu ama nafile.
"Mitat, eğer önümden çekilmezsen birazdan nefes dahi alamayacaksın. Gördüğün son yüz ise benim olacak. O yüzden ne sen beni yor, ne de ben senin katilin olup hapse gireyim," diyerek tek gözünü yumup elini uzattı, anahtarları almak için.
Mitat, Leyla'nın dediklerini yapacağını bildiği için anahtarları cebinden çıkarıp eline verdi.
Leyla, yüzüne sahte bir tebessüm takınıp:
"İşte sizden beklediğim performans," diyerek hızla arabasına bindi. Kontağı çevirip ortalığı toz dumana katarak gaza bastı.
10 dakika içinde Marazoğlu Konağı'na geldi. Jiyan kapıda onu bekliyordu.
"Atla."
Jiyan, kapıyı açarak Leyla'nın yan koltuğuna oturdu.
Konaktan biraz uzaklaştıktan sonra Leyla arabayı sakin bir yerde park etti.
"Eee, anlat bakalım Jiyan Hanım, kimmiş Yavuz'u pusuya düşüren?"
Jiyan önce alaycı bakışlar atıp ardından gözlerinde apaçık görünen bir nefretle Leyla'ya baktı:
"Biliyor musun? Sen Yavuz'un hayatına girdiğin günden beri başı beladan kurtulmadı. Ama sen hiçbirini görmedin. Tek derdin adına gelen lekeyi temizlemekti, nede olsa."
Leyla, karşısındaki kadına öfkelenmek istemiyordu. Şu an böyle pervasızca konuşmasının sebebi Yavuz'un düşmanını biliyor olmasıydı. Yoksa Leyla, onun nefesini kesmeyi de bilirdi.
" Ne saçmalıyorsun sen? Sana mı kaldı bizi yargılamak? Bana bak ; Kimse söyle haini işim gücüm var senin zevzek zevzek konuşmalarını çekemiycem "
Jiyan gür bir kahkaha attı:
" Zevzek ben haa? "
Leyla, kendine kızıyordu karşısındaki salak kadının lafına uyup geldiği için.
Jiyan gülmesini durdurup ciddilesti.
" Senin dünyadan haberin yok be. Birde bana zevzek diyor. Kızım kocanı vuranları bile benden öğreniyorsun senin atarın kime?"
'' Jıyan, sabrımın sonlarındayım. Beni delirtme de istersen , söyle şu ismi artık.'' Leyla'nın da bir sınırı vardı. Jıyan, Leyla'nın gözündeki gördüğü ofadeden korktu, ama belli etmemeye çalıştı.
'' Said Zaloğlu'na yardım eden kişi , Fırat Şeribağlı'nın ta kendisi . ''
Leyla, duyduğu isimle önce bir şaşkınlık yaşadı. Fırat'ın Said'le ne alakası olabilirdi ki?
'' Nereden biliyorsun onun olduğunu? Kim söyledi sana bunu?''
'' Babam, Behram amcayla telefonda konuşurken duydum. Yani, kulak misafiri oldum diyelim.''
'' Yavuz'un Fırat'a ne zararı dokunmuş olabilir ki? Onun derdi benimleydi. neden bana değil de Yavuz'a zarar versin?'' Jiyan kahkaha attı ve kafasını iki yana salladı. Leyla'nın sinirini bozmayı başarmıştı.
'' Sen ya çok safsın ya da aptala yatıyorsun. Fırat, kız kardeşinin düğününde Yavuz'la kavga etti. Ağıza alınmayacak laflar sözler söyledi. Abimler zor aldılar Fırat'ı Yavuz'un elinden. Sen kalkmış , '' niye zarar versin '' diyorsun. ''
Leyla'nın kehribar gözleri koyulaştı, öfke tüm bedenini esir almıştı. Direksiyonu öyle bir sıkıyordu ki, parmak boğumları bembeyaz olmuştu.
'' in '' dedi, sesinde ki ton öfkesini açıkca belli ediyordu.
'' Yavuz' un başını belaya sokacak birşey yapma. Senin yüzünden yeteri kadar zarar gördü.''
Leyla, artık son demlerine gelmişti. Konuşmadı, sadece arabayı çalıştırdı. Aracı hareket ettirdi, aynı anda kapı kilitlerini açtı. Ayağını ağır refleks ile gazdan çekti. O kadar profesyonel hareket ediyordu ki, Jıyan '' Ne oldu ''demeye kalmadan eğilip yan kapıyı açarak Jiyan'ı arabadan itti.
Jıyan düşmenin etkisi ile vücudunda acılar hissetti. Fakat, yara alan yerlerine bakmadan Arabanın arkasından avazı çıktığı kadar bağırdı.
'' Manyak karı '' biraz daha sert atsaydı ölümüne sebep olurdu. Neyse ki, sadece kolu ve bacağı incinmişti. Leyla'nın şimdi görmesi gereken bir hesap vardı.
Leyla, ardından bağıran Jiyan'a dikiz aynasından baktı. Dudağının kenarından tehlikeli bir gülümseme geçti.
Haketmiş miydi? hem de fazlası ile.....
Leyla, şirket önüne geldiğinde ani fren ile arabayı durdurdu. Güvenlik görevlisinin eli belinde ki silahına gitti. Arabadan Leyla'nın indiğini görünce elini geri çekti belinden.
'' Hoşgeldiniz efendim '' Leyla, başı ile selamladı görevliyi.
Hızlı hareketler ile şirkete girip odasının bulunduğu kata asansör ile çıktı. Koridoru geçip odasına girdi. Masasında ki gizli bölmede bulunan kasanın şifresini girip kasayı açtı ve mehir olarak kendisine verilen silahını aldı. Kasayı kapatıp odadan çıktı. Fırtına gibi geldiği şirketten aynı şekilde çıktı. Arabasına biner binmez gaza yüklendi . Arkasında kendisine şaşkınlık ile bakan bir çalışan bırakarak.
Gideceği rotası belliydi, Şeribağlı konağı...
Karanlık yolun ortasında terk edilmiş bir araba. Kapıları kapalı , farları sönük. Sanki sahibi arabayı terk etmiş gibi. Rüzgar çalıları hışırdatıyor, hava gergin.. bekleyen bir nefes gibi.
Fırat'ın arabası ağır ağır yaklaştı. Fren sesleri toprak yolda yankılandı. Fırat, arabayı durdurdu. Karanlıkta tek başına duran araba kuşkulandırıcı olsa da, Fırat ''Bu araba da nerden çıktı şimdi'?'' diyerek mırıldandı. Merakına yenik düşmüştü.
Temkinli şekilde kapıyı açtı, dışarı adım attı. Tam o anda, çalılıkların arasından bir gölge hızla belirdi.
'' Kıpırdama!''
Leyla'nın sesi, kurşun gibi yankılandı karanlıkta. Üzerinde ki siyah elbisesi gecede dalga dalga, ama elindeki silah sarsılmaz. Ve ... parmağı tediğin üstünde.
Fırat, dondu kaldı. Leyla'yı karşısında görmeyi tabiki beklemiyordu. Eli beline gitti hemen.
"Sakınn!" Dedi Leyla, ne yapmaya çalıştığını tahmin ederek.
"Senn!" Diyebildi Fırat.
Gecede patlayan silah sesi ve dizlerinin üzerine düşen bir adam...
Fırat'ın acı çığlığı sessizliği yardı.
Belindeki silaha davranamadan Leyla onu vurmuştu.
'' Sen kimsin, ha? Kim köpeksin ki benim kocama pusu kurarsın !''
Fırat, ayağı ve kolundan yara almıştı. Leyla, istese öldürürdü... Ama o cezasını kesmeyi tercih etmişti.
'' Senin gibi şerefsiz bir hainden hesap sorulmayacağını mı sandın?'' Fırat, acı dolu gözlerini açtı, korkuyla bakıyordu.
'' Benn....'' Leyla, eli ile susturdu onu.
''Kess!''
Fırat'a iyice yaklaştı ve eğildi:
'' Bu sadece bir uyarı. Bir daha bize yaklaşacak olursan.. işte o zaman bu kadar ucuz kurtulamazsın. bedelini canınla ödersin Fırat efendi.'' Geri çekildi. Gözleri buz , sesi çelik gibiydi.
'' Unutma , ben seni yaşattım . Ama sen, bu kurşun izlerine her baktığında beni hatırlayacaksın: Leyla Miroğlu kocasını asla ite köpeğe yedirmez.''
Arkasını döndü, arabasına bindi ve gecenin karanlığına karıştı. Toprak yol sessizleşti. Geride yaralı bir adam ve bir intikamın yankısı kaldı.....
*************************
Gökyüzü kurşun gibi çökmüştü dağın tepesine. Güneş çoktan batmış, orman karanlığın içine gömülmüştü. Ardı ardına ilerleyen üç araç, toprak yolda tek bir iz gibi kayıyordu. Lastiklerin altında taşlar çıtırdıyordu ama araçların içi sessizdi. Herkes biliyordu: bu gece konuşma değil, hesap gecesiydi.
Ön araçta Yavuz , henüz yarası kapanmamıştı ama içindeki ateş ona acıyı unutturuyordu. Yanında Berzah, sessizce sigarasını içiyordu. Arkada Cihan ve Berdan silahlarını kontrol etmekle meşguldü. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu: Said'e kolay ölüm yok.
İkinci ve üçüncü araçlarda Yavuz'un adamları sessiz, sadık korumalar. Gözlerini yoldan ayırmadan ilerliyordu. Hepsi hazırdı. Onlar için emir verilmemişti; bu yol, vicdanlarının yoluydu.
Said, iki hafta önce kurduğu pusuyla Yavuz'u ölüme terk etmişti. Ama ölmemişdi... Şimdi o ölüm, geri dönüyordu.
Yolun sonunda, ormanla çevrili ıssız bir ev vardı etrafı adamlar ile çevrilmiş, Said sanki geleceklerini biliyirmuş gibi kendini korumaya almıştı aklınca.
Elbette! Yazdığın sahne çok güzel kurgulanmış; sadece ufak tefek yazım ve noktalama düzenlemeleriyle daha akıcı hale getirilebilir. İşte düzeltilmiş hali:
Yolun sonunda, ormanla çevrili ıssız bir ev vardı. Etrafı adamlarla çevrilmişti; Said, sanki geleceklerini biliyormuş gibi kendince önlemini almıştı.
Araçlar durdu. Herkes indi. Sessizlik içindeki hareketler askeri bir düzende değildi ama yılların kardeşliğinden gelen bir uyumla ilerliyordu. Berdan öne çıktı:
"Yavuz... gelme demem. Ama dikkat et abi."
Berdan, dostuna bir kez daha bir şey olmasından korkuyordu.
Yavuz, gözünü kırpmadan baktı:
"Ben bu gece Said'in gözlerini göreceğim. Diz çöktüğü anı istiyorum. Merak etme, o ölmeden bana bir şey olmayacak."
Berzah, silahını kontrol etti:
"O zaman seni içeri sokana kadar dikkat edeceğiz."
Tam o sırada, tozlu yoldan bir araç farı yaklaştı. Gelen araçtan Siraç iner inmez omuz çantasını aldı. Arka koltuktaki iki adamı da susturuculu tüfekleriyle yanında belirdi.
Siraç, Yavuz'un yanına geldi:
"Geç kaldım mı?"
Yavuz, hafifçe gülümsedi:
"Yetiştin. Sen olmazsan eksik kalırdı."
Sıraç, dostuna tebessüm etti. Onu böyle bir zamanda asla yalnız bırakamazdı.
Yavuz, elindeki dürbünle gidecekleri evi kontrol etti. Kalabalıklardı ama Yavuz'lar da boş adam değildi.
Yavuz, Berzah'a döndü:
"Berzah, sen Berdan'la birlikte yanınıza iki koruma alın. Sağdan gideceksiniz."
Berzah başını salladı. Berdan ise gözüne kestirdiği iki adamı eliyle yanına çağırdı.
"Ben, Sıraç ve Aziz arkadan ilerleyeceğiz."
"Cihan, sen ve Adem yanınıza iki koruma daha alın, ön kapıdan ilerleyeceksiniz."
"Sıraç, senin adamların ve kalanlar soldan gidecek. Evi ablukaya alacağız; kaçacak delik bulamasın o it. Onu sağ istiyorum."
Ve gece... nefesini tuttu.
Herkez yerini çoktan almıstı. Cihan'ın getirdiği kulaklıklar ile iletişime geçeceklerdi.
"Hazırmısınız?" Diye sordu Yavuz.
" Sağ taraf hazır" dedi Berzah...
" Ön taraf hazır"
" Sol taraf hazır"
" Benim işaretimle giriyoruz"
Yavuz, gözüne kestirdiği adamı indirdi ve aynı anda evin atrafındaki tüm adamlar temizlendi. Herkez koordineli bir şekilde eve ilerledi. Her ihtimale karşı çok dikkatliydiler.
Evin içinde neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Bu yüzden adımları sessiz, gözlerini tetikte tuttular. Bahçedeki köpekler çıldırmış gibiydi, havlamaları bir türlü dinmiyordu.
O sırada, Said, banyoda duş alıyordu. Omuzlarına inen sıcak suyun rahatlatıcı etkisiyle gevşemişti. Dışarıdan gelen köpek seslerine aldırış etmedi bile. Etraf adam doluydu, bir şey olsa mutlaka biri haber verirdi.
Duşu kapatıp bornozunu giydi. Banyodan çıkıp pencereye yürüdü, dışarıya göz gezdirdi. Ortalık sakindi. İç çamaşırını ve eşofman takımını hızlıca giydi. Yatakta yarı çıplak uyuyan kadına baktı; derin uykudaydı. İşini iyi yapmıştı. Kadının adını bile hatırlamıyordu, ama bu gece için önemli de değildi.
Mutfağa geçti, sert bir kahve niyetindeydi. Ama içini kemiren huzursuzluk geçmemişti. Camın önüne geldi, dışarıyı süzdü. Bir tuhaflık vardı. Adamları görünürde yoktu.
"Nereye gitti bu beceriksizler..." diye mırıldandı kendi kendine. Tam o sırada göz ucuyla bahçede bir karartı gördü. Vücudu refleksle hareket etti. Hızla yatak odasına döndü, komodinin çekmecesinden silahını kaptı. Kadının yanına yaklaşıp sertçe dürttü:
"Kalk lan, kalk!"
Kadın gözlerini ovuşturarak uyandı. "Ne oluyor ya?" diye homurdandı.
Said pencereye yöneldi. Şimdi adamları net görüyordu. Üç kişiydiler. Silüetlerinden tanıyamıyordu ama adımlarında bir kararlılık vardı. Bu bir ziyaret değil, baskındı.
"Kalk! Çabuk giyin. Banyoya git, kapıyı kilitle. Ne olursa olsun dışarı çıkma, anladın mı?" dedi. Kadın korkuyla kıyafetlerini toplayıp banyoya kaçtı.
Said derin bir nefes aldı. Silahı kavradı. Gözünü pencereden ayırmadan düşünmeye başladı.
Bunlar kimdi? Kim göndermişti?
Kapının önünde durdular. Cihan , Adem ve Berdan önden gireceklerdi. Cihan kulaklığına dokundu :
"Hazırız. Sessizce giriyoruz. "
Kapıyı zorlanmadan açtılar. İçeride sessizlik vardı, sadece köpeklerin dışarıdan gelen havlamaları duyuluyordu. Ayak seslerini bastıran halılarda yavaşça ilerlediler.
Said, Yatak odasının penceresini açtı. Onlar içeriye girmeye dursunlar; Said, kaçmak için ilk adım ıatmıştı. Silahını iki eliyle kavrayarak derin bir nefes aldı. Gelenleri az çok tahmin edebiliyordu.
Yavuz onu almaya gelmişti. Ya konuşacaktı... ya da susmak zorunda kalacaktı. Sonsuza dek.
Cihan ve adem kapıyı açıp sessizce içeriye girdiler. Cihan eli ile Adem'e işaret etti Biri sağdan diğeri soldan ilerleyecekti.
Said, pencereyi aralayıp dışarı adımını attı. Görünürde kimse yoktu. Allah'tan ev müstakil, tek katlıydı. Yoksa pencereyi kaçış yolu olarak kullanması imkansız olurdu.
'' Salaklar '' diye sırıttı kendi kendine. Ama bu kaçış gerçekten bir kurtuluş muydu? Hayır. Yavuz, sadece kurtulduğunu sanmasını istemişti.
Said, her adımını tedbirle atıyor, çevresini dikkatle süzüyordu. Sessizlik içinde ilerlerken bir anda ensesinde soğuk bir metalin baskısını hissetti.
'' Hayırdır Sa -it? Nereye böyle ? ''diyen tok bir ses. '' Aşk olsun daha seni misafir edecektik.....
değil mi, Berzah?
Berzah'ın yüzünde sinsice yayılan bir tebessüm belirdi.
'' Aynen kardeşim, '' dedi Berzah. '' Laik olduğu şekilde ağırlarız....''
Said, için artık yolun sonuydu. Yavuz'un kucağına kendi ayakları ile düşmüştü.
'' Öldür beni, Miroğlu. Yoksa ilk fırsat da seni ben öldüreceğim.'' Bu Said'in son çırpınışıydı. Ama nafile. Ona kolay ölüm yoktu. Yaptıklarının hesabını tek tek verecekti.
'' çok konuşuyorsun be sa_it.'' Yavuz, sondaki harfi bilerek değiştiriyordu. Onu aşağılamanın, köpeğe benzetmenin başka bir yoluydu bu.
Bir süre sonra Cihan, Berdan, Siraç ve Adem de yanlarına gelmişti. Evde ki, kadını çoktan göndermiş '' Gördüklerini unut.'' demişlerdi. Kadın, korkudan donakalmıştı zaten. Aklındaki tek şey : Canını kurtarmak.
'' Abi siz bu şerefsizi paket etmişsiniz ha?'' Cihan Said'e iltifatlarını hiç sakınmadan sıralamaya başladı.
'' Lan ibne ! Sen nasıl bir mahlukatsın ki, yatağına aldığın kadını banyoya kilitliyorsun? '' Ve ardından yumruk sesi yankılandı. Cihan, özellikle kadınlar konusunda affetmezdi.
Said'i yerden Adem kaldırdı. Bu defa Berdan indirdi yüzüne yumruğu.
'' Ulan kahpe! Sen kimsin de benim kardeşime kurşun sıkıyorsun, it herif .'' Yavuz'a kalmadan, dostları Said'i aralarına almış bir güzel top gibi oynamışlardı onunla. . Yavuz ise olanları sakin bir keyifle izliyordu. Ağzında sigara, gözlerinde zehirli bir huzur vardı......
**********************
Leyla, arabasında konağa dönerken, telefonunagelen üst üste gelen bildirim sesleriyle arabayı durdurmak zorunda kaldı. Zeynep , Senem ve Yaren'den bir sürü mesaj ve çağrı vardı.
Kaşlarını çattı. Telefonu eline aldı. Ekran doluydu.
Zeynep :
''Leyla nerdesin?''
'' Aç artık şu telefonu!''
Senem:
'' Abla iyi misin?''
'' Bak biz çok endişelendik.''
Yaren:
'' Sen nerdesin Leyloş ya?''
'' Bize haber vermeden gitmek ne demek?''
'' Aç şu lanet telefonu!''
Leyla başını koltuğa yasladı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Kızları merakta bırakmak istemezdi lakin gitmesi gereliyordu. Ama bunu bilerek yapmamıştı.
Kimisinin hesabı mahkemede görülmezdi. O da kendi yolunu seçmişti.
Kafasını koltukdan kaldırdı. Gözlerini açıp telefonu tekrar eline aldı.
'' Geliyorum. Yoldayım'' yazıp aynı anda hepsine gönderdi. tek tek uğraşmak istemedi. Telefonu yan koltuğa atıp, yoluna devam etti.
Yavuz ve diğerleri, Said'i Miroğulları'na ait eski depoya getirmişlerdi. İçerisi rutubetli, loş ve soğuktu. Zemin yer paslı suyla kaplıydı. Tavan kirişlerinden ağır zincirler sarkıyordu.
Said'in ağzı, burnu kan içindeydi. Göz kapakları morarış, nefesi zorla çıkıyordu. Konuşacak hali kalmamıştı ama hala ölmüyordu.
Henüz zamanı gelmemişti.
Adem ve Berdan onu ayak bileklerinden tavna astı. Vücudu baş aşağı sarkarken, altına koca bir bidon yerleştirdiler. Bidonun içi, asit doluydu. Buharı bile yakıyordu insanın ciğerini.
Yavuz. öne çıktı. Sigarasını yaktı, gözünü Said'den ayırmadan konuştu:
' Said Said! Değdi mi yaptıklarına?''
'' Leyla, için herşeye değer.'' Yavuz'un yüzünde tehlikeli bir tebessüm belirdi.
'' Biliyor musun? Leyla, senin ölmen için her gün dua ediyor. Şu Bidonu görüyor musun? her kıpırdayışında biraz daha yaklaşacaksın o bidona. Her temasın, senden bir parçayı alıp götürecek. Ama ölmene izin yok Said. Çünkü seninle işim bitmedi.''
Said'in alnından süzülen ter, asidin yüzeyine damladı. Tıslayan bir ses yankılandı depoda. Ardıdan o tanıdık yanma hissi... Ve Said'in dişlerinin arasından çıkan boğuk bir çığlık...
Deponun köşesinde eski teypten, bozuk sesli, cızırtılı bir müzik çalmaya başladı. yavaşlatılmış, yankılı, kulağı tırmalayan bir tonda. Delirtici.....
Tavanın bir köşesinden yağmur damlıyordu. Her damla, metel bir tenekeye isabet ediyor, tiz bir ''tık'' sesiyle yankılanıyordu. Ritim yok, huzur yok. sadece sinir bozan, can sıkan, içe işleyen bir rahatsızlık.
Yavuz, sesizce izledi Said'i sigarasını içerken. Dışarıda yağmur başlamıştı. İçerde ise cehennem yavaş yavaş kuruluyordu.
'' Cehennemine hoş geldin Said.''
Cihan, Berzah ve Siraç yüzlerini buruşturdu. Yavuz'un tarzı her zaman farklıydı. Bir yanı merhametle doludu, diğer yanıysa tam anlamıyla cehennnem azabıydı.
Berzah başını yana eğdi, gözlerini Said'den kaçırarak homurdandı:
'' Yavuz'un içinde hem melek var, hem zebani....''
Cihan kısık sesle cevap verdi :
'' Bu adam birini severse canını verir.... Ama birine kin beslediyse, canını alır.''
Siraç,, zincirden sarkan Said'e baktı.
'' Yavuz'un bu halini nadir görürüz. Ama bu şerefsiz.... Bunu hak etti.''
Berdan sigarasını yere attı, ayağıyla ezdi.
'' Bu merhamet değil. Bu adaletin ta kendisi.''
Kısa bir sessizlik oldu. Herkes Yavuz'un sessizce Said'i izleyişini gözlemliyordu. O susuyordu. Ama o sessizzlik, bağırmaktan daha korkunçtu......
Onlar depoda kendi aralarında konuşurken, konakta herkez Leyla'yı bekliyordu. Bütün aile tedirgindi. Nereye gittiğini, ne yaptığını kimse bilmiyordu.
Yade Zergül ise metanetini koruyordu. Diğerlerinden farklıydı. Torunu haber vermeden gittiyse, mutlaka bir bildiği vardı.
Leyla'ya güveniyordu. Çünkü onda, kendi gençliğini görüyordu. Aynı inat, aynı cesaret, aynı delilik hali....
Leyla nihayet konağa gelmişti. Kim derdi ki, tek başına operasyon yapıp öylece burnu bile kanamadan dönecek? Ona ilk bakışta kimse inanmazdı. Görünüşü, duruşu o kadar naif, o kadar kırılgandı ki... Ama içinde yatan aslanı, sadece gerçekten tanıyanlar bilirdi.
Yorgundu! Yaşadıkları kolay değildi. İki haftada çok ağır zamanlar geçirmişti. Yavuz'u kaybetme korkusu, her geçen gün Leyla'yı içten içe eritmişti.
Sonra hastane günleri..... Yavuz'un nazlanmaları, her işini Leyla'ya bırakması.... Yemeğini bile Leyla'nın ellerinden yemek istemesi. Azade hanım etrafında dört dönerken. Yavuz'un '' Leyla da Leyla'' diye tutturması..... Huysuz kocasıyla baş etmek, tahmin edildiğinden daha zordu. Çocuk gibi olmuştu Yavuz. Belki de zamanında o çocukluğu hiç yaşayamamış olmasındandı bu halleri.
Bazen en çok gürleyen, en çok şefkate muhtaç olan olur.
Yavuz da öyleydi. Sessizce, fark ettirmeden Leyla'dan şefkat dileniyordu. O açığı, yalnızca kehribar gözlüsü ile kapatabiliyordu.
Ne kadar zor değil mi?
İnsanın çocuk olmadan büyümesi....
Ya da büyümek zorunda bırakılması.
Yavuz, annesi ve babası hayattayken bile çocukluğunu yaşayamadı. Peki ya baştan eksik büyüyenler? Senem, hem anne hem babadan tarafından yoksundu. Zeynep, bir ömür baba sevgisine aç kaldı. Yavuz ise.... Evin içinde bile yalnız kalmıştı.
Leyla, arabadan inip kapıyı sesizce kapattı. Anahtarları kapıda bekleyen Mitat'a verirken:
'' Bak sağ salim geldim Mitat . Uğraştırdığına değmedi.'' Mitat kafasını önüne eğdi. Leyla, konağın avlusuna adım attığında, içerideki fısıltılar bir anda kesildi. Herkez gözlerini ona çevirmişlerdi. Leyla başı dik, ama gözleri yorgun bir şekilde ilerledi.
Herkesin onu bu denli merak etmiş olmasına hiç şaşırmadı.Zaten bekliyordu. Kendisine merakla bakan aile uýelerine bir açıklama yapması gerekiyordu.
Üzerindeki yorgunluk, bedeninden çok ruhuna işlemişti. Ama belli etmiyordu.
Dimdik durdu. Ne bir baş eğdi nede bir yorgunluk belirtisi gösterdi.
Yavaş yavas ilerledi. Babannesi ( Yade ) Zergül hanımın yanına oturdu.
Yaren dayanamadı, ilk o sordu:
"Ya Leyloş, sen neredeydin?
Abim gelse seni sorsa, biz ne diyecektik?
İkiniz de ortadan kaybolmuşsunuz.
Hiçbir şey demeden çıkmışsınız..."
Sesi endişeyle yükselmişti. Hem kırgın, hem de çok kaygılıydı.
Senem hemen arkasından geldi:
"Vallahi Yaren haklı abla...
Gerçekten çok endişelendik."
Bakışları bir Leyla'ya, bir de yanındakilere kaydı. Evet, kızlar haklıydı. Ama bu böyle konuşmasına müsade etmeden de, sebebini öğrenemeyeceklerdi.
O sırada Zeynep araya girdi. Sesi sakindi ama keskin:
"Kızlar bir susun artık.
Belli ki kolay bir şey değil yaşadığı.
Bir dinleyin önce. Bırakın, Leyla konuşsun."
Aniden avluyu sessizlik sardı.
Leyla, gözlerini bir an gökyüzüne çevirdi. Derin bir nefes aldı.
O an, hem çok güçlüydü hem de inanılmaz yorgun.
Leyla, sedirde dik bir şekilde oturuyordu. Babannesinin yıllara meydan okuyan kırışmış ellerini öptü.
Bakışları tüm aile fertlerinin yüzüne tek tek kaydı. Sakin görünüyordu ama sesi yorgundu:
"Jiyan aradı... Görüşmek istediğini söyledi. Ben de apar topar çıktım, size haber veremedim."
Kızların hepsi bir anda birbirine baktı.
Senem'in kaşları çatıldı, Zeynep'in bakışı keskinleşti.
Leyla, kısa bir duraksamadan sonra devam etti:
"Yavuz'la alakalı konuşmak istemiş. Said'e yardım edenin Fırat Şeribağlı olduğunu söyledi. "
Herkezin yüzünde aynı donuk ifade oluştu. Fırat Şeribağlı, neden ve niçin Said'e düşman olsundu.
Herkesin yüzünde aynı donuk ifade oluşmuştu. Fırat Şeribağlı, neden ve niçin Said'e düşman olsun ki?
Behram Ağa biliyordu sebebini, lakin diğerleri bilmiyordu.
“Daha dünkü çocuk büyümüş de pusu mu kurar olmuş? Behram, ne oluyor? Benim torunumun kanına kast etmeye nasıl cüret ediyor o soysuz?”
Zergül Miroğlu’nun öfkeden gözü kararmıştı. Yavuz’un yeri çok bambaşkaydı onun için. Yavuz'da, hem rahmetli kocasını hem de babasını görüyordu onda. O, ilk göz ağrısıydı. Kılına zarar gelse yüreği paramparça olurdu.
Yıllar sonra torunu için konaktan çıkıp aşiret toplantısına katılan bir Osmanlı kadınıydı Zergül. Bu topraklara nam salmış, doğru bildiği yoldan şaşmamış, herkese elini uzatmış bir hanımağaydı.
Azade Hanım, iki haftadır etrafında pervane olduğu evladına kast edenlerden birinin burnunun dibinden çıkmasıyla adeta yüreğinde kor ateşler hissetmişti. Bugün gözünün önündeki adam bunu yaparsa, yarın kim bilir neler olurdu. Anne yüreği sıkışmaya başladı. Kocasına öyle bir bakışı vardı ki: “Onu bul, bana getir! Ellerimle paramparça edeceğim!” der gibi. Tıpkı avına odaklanmış bir kartal gibiydi.
Bir anne evladı için ne yapabilirse, Azade Hanım beş mislini yapardı. Bugüne kadar evlatları için yaşamış, bugünden sonra da onlar için ölürdü gerekirse...
Behram Ağa, Azade hanımın titreyen ellerine, Yade Zergül’ün öfkeyle parlayan gözlerine uzun uzun baktı. Sonra ağır adımlarla avluda ilerledi.
“Fırat meselesi benim meselem artık,” dedi, sesi tok ve netti.
“Elbet sorulacak hesabı var. Ama o hesap burada değil, şimdi hiç değil. Hele bir Yabuz gelsin konuşacağız”
Sözlerini bitirirken Azade hanımda durdu bakışları, sevgiyle baktı.
“Kimse bana bu konakta oğluma kurulan tuzağın cevabını aratmasın. Biliyorum zaten... Ve gerekeni yapacağım.”
Ardından dönüp kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan önce bir kez daha arkasını döndü:
“Bazı yaralar içeride kapanır. Açarak değil, örterek korursun evini aileni. O yüzden… bu konu burada kapanacak. Şimdilik.”
Ve yürüyüp gitti. Söz bitmişti. Avluda ki herkes, ağızlarına kilit vurulmuş gibi kaldı yerinde......
*************************
Said Zaloğlu, kurbanlık koyun gibi bacaklarından tavana asılmıştım Korkuyor muydu? Hem de deliler gibi. Ama yine de Yavuz’dan merhamet dilenmedi. Kurnazdı. Ölümünü kolaylaştırmanın yolunu biliyordu.
Buradan kurtuluşu yoktu. En azından, bu işkenceyi yaşamaktansa hemen ölmeyi tercih ederdi.
“Yavuz, biliyor musun?” dedi, sesi çatlak ama içindeki pisliğin taşıyıcısıydı. “Leyla benimle çok mutluydu.”
Said’de zerre kadar ahlak yoktu. Bel altı vurmak, bir insanı namusundan vurmak, ona göre en etkili yöntemdi.
Yavuz’un kırmızı çizgisi Leyla’ydı. O adın geçtiği her kelime yüreğine kurşun gibi saplanırdı.
Said sırıtıyordu, iğrenççe, arsızca.
“Onunla çok güzel vakit geçirdim,” dediğinde Yavuz’un zaten kara olan bakışları daha da karardı. Nefesi ağırlaştı, çenesi kilitlendi.
Tam o anda, araya Adem girdi.
“Kes sesini, it!” diye bağırdı. Elindeki demir çubuğu Said’in sırtına sertçe indirdi. Çıkan ses, depoda yankılandı.
Adem biliyordu, bu konuşmanın sonu iyiye gitmeyecekti. Yavuz’un kopma noktasına geldiğini hissediyordu. O yüzden müdahale etmişti.
Ama Said’in ne susmaya ne de durmaya niyeti vardı.
“Ulan! Yavuz’un kapı iti! Sen adam mı oldun da bana akıl veriyorsun? Önce tasmanı çıkar boynundan, sonra konuş!”
Adem, dişlerini sıktı. Sadece “La havle...” diyebildi. Bu adam, gerçekten insanı katil olma noktasına getirecek cinstendi. Ve belki de bunu bilerek yapıyordu.
Said, iğrenç bir kahkaha attı. Her kıpırdanışı asit bidonuna adım adım yaklaştırıyordu onu.
" Leyla,nın her bir zerresinde benden bir hatıra var. Saçlarında, ellerinde , boynunda hatta dudaklarında."
Yavuz için bardağı taşıran son damla bu olmuştu. İki adımda Adem'in yanı a ulaştı " Senin gelmişini ,gecmisini sikerim lan şetefsiz köpek " diyerek Adem'in elinden aldığı demir çubuk ile Said'e vurmaya başladı.
Said'in ağzından çıkan ıniltiler, bagırma sesleri ve kirilan kemik sesleri depoda yankılanıyor kulakları tırmalıyordu. Aldığı darbeler sonucu bayılmıştı.
Yavuz, hırsını alana kadar vurdu. Said'in kırılmadık kemiği kalmamıştı.
Berzah ve Berdan zor tutmuşlardı Yavuz'u. Cihan ise kılını kıpırdatmadı. Haketmişti sonuçta. Kim olsa Yavuz'un yerinde aynısını yapardı.
Depoda ki, ölüm sessizliğini motor sesi böldü. Yavuz, ağır adımlarla dışarı çıktı. Ellerinde Said’in kanı vardı. Yüzünde ise hiçbir şey yoktu. Ne öfke, ne pişmanlık… Sadece donukluk. Derin bir sessizlik çökmüştü içine.
Berzah, Berdan, Siraç ve Cihan da peşinden geldiler. Hiçbiri konuşmadı. Said baygındı, ölmemişti ama sonu belliydi. Onu orada bıraktılar.
O gece kimse bir kelime etmedi. Berdan, dostlarını bağ evinde ağırlayacaktı. Yavuz, müsade isteyerek konağa döndü. Sıraç, ise kendi evine gitti. Adem ise Said'in başında nöbet tutuyordu.
Konağın avlusu sessizdi. Ay, taşlara solgun bir ışık düşürüyordu. Yavuz kapıdan içeri girdiğinde herkesin yukatda olduğunu biliyordu.
Adımları yorgundu... Said’in söyledikleri beyninde dönüp duruyordu. Gerçekten Leyla’ya dokunmuş olabilir miydi?
Bu ihtimal bile onu içten içe kemiriyordu. Kıskançlık, damarlarında dolaşıyor, soğuk bir zehir gibi ruhuna yayılıyordu.
Daha yeni iyileşmeye başlayan yaralarının yeri sızlamaya başlamıştı. Bu gece kendini fazlasıyla zorlamıştı, bedeni dayansa da ruhu yorgundu.
Sultan hanım ve kızlar mutfak kapısının ardından yorgun ama dik yürüyen Yavuz’a baktılar.
İçleri burkuldu. Onu böyle görmek canlarını acıtıyordu.
Yaşadıklarını hiçbir insan hak etmezdi.
“Anne, ne kadar yorgun görünüyor...” dedi kızlardan biri, sesi neredeyse fısıltıydı.
Sultan Hanım iç çekti.
“Yıllardır bu ailenin yükü onun sırtında, kızım... Hem konak hem aşiret. Kolay şeyler yaşamadı ki,” dedi gözlerini ayırmadan.
Kolay olmamıştı Yavuz'un hayatı. Zorlu yollardan bu günlere geldi.
Yavuz, adım adım taş merdivenleri çıkarken, kalbiyle aklı arasında bir savaş vardı. Kalbi, "Leyla asla o şerefsizin dediklerini yapmamıştır," derken; aklı, "Ya dokunduysa?" diyordu.
Yıllar önce Leyla'nın yaptığı hatayı o yapmayacaktı. Gerçeği soracak, bizzat ondan dinleyecekti. Said'e inanmamıştı ama, sinek küçüktü ve mide bulandırıyordu.
Herkes oturma odasında Yavuz’u bekliyordu. İçlerinde biri vardı ki, saatler ilerledikçe kalbi küt küt atıyor, arada bir nefesi daralıyordu.
Leyla, ağlamamak için direniyor, güçlü görünmeye çalışıyordu. Lakin o da bir insandı ve duygularını dizginlemekte zorlanıyordu.
Kadın, elini yüreğine götürdü. Burnuna tuhaf bir şekilde miskiamber kokusu yayıldı. Sanki Yavuz oradaydı, kapının hemen arkasında. Bir an için delirdiğini düşündü.
Oturma odasında sessizlik hâkimdi. Duyulan tek ses, televizyondaki haberleri sunan spikerin sesi gibiydi. Güya herkes haber izliyordu ama aslında herkesin kafasının içinde binlerce savaş dönüyordu.
Behram Ağa, Fırat’a ne yapacağını düşünürken, Azade Hanım Yavuz’u merak ediyordu. Leyal Hanım ise gözleri uzaklara dalmış, kızına üzülüyordu.
Leyla, sevdiği adamdan kötü bir haber almamak için dua ediyordu. Zeynep ise yakışıklı teğmenin neler yaptığını merak etmekle meşguldü.
Senem, nişanlısı Tahir’i hâlâ affedememişti. İçinden kendince nedenler sıralayarak onu süründürüyordu.
Yaren’in bir yanı Yavuz abisi için endişeliyken, diğer yanı Leyla’ya üzülüyor, onun canının yanmasına dayanamıyordu.
İkizler, Berzan ve Asmin, kendi aralarında dersleriyle ilgili konuşuyordu.
Bu derin sessizliği, kapının açılış sesi böldü. Ardından Yavuz, o dik duruşu, kendinden emin tavrı ve heybetiyle içeri girdi.
Bakışları odadakilerde tek tek gezindi, en sonunda Leyla’da sabit kaldı. Bu kadar masum bakan bir yüz ve merakla kendisine kilitlenmiş kehribar gözler ona asla yalan söylemezdi. Hiçbir şey gizleyemezdi. İmkânsızdı. Leyla'nı ciğerleri kocasının o miski amber kokusu ile bayram ediyordu.
“Selamün aleyküm,” dedi sessiz ama tok bir sesle. Sonra baş köşede oturan babaannesi Yade Zergûl’un yanına gidip elini öptü.
Annesi Azade Hanım ilk tepkiyi verdi:
“Yavuz, sen neredesin oğlum? Bir çıktın, hepimizi merakta koydun! Daha iki hafta önce ölümden döndün. Şu kızın haline bak—meraktan delirdi!” deyip Leyla’yı işaret etti.
Yavuz bunları bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Ama Said’le olan hesabı artık kapanmalıydı.
Babaannesinin yanına oturdu. Derin bir nefes aldı.
“Said’in izini bulduk. Gittik, aldık. Artık korkulacak bir şey kalmadı. Yaşadığımız her şey bitti,” dedi.
Sesinde yılların yorgunluğu gizliydi, kelimeler dudaklarından ağır ağır döküldü.
“Nasıl? Nerede buldunuz oğlum?” diye sordu Azade Hanım hemen.
“Saklanmış… it gibi. Sağ olsun, Cihan yardım etti. Yerini öğrenince apar topar çıktık. Hiçbir şey olmadan, sessizce aldık saklandığı ininden.”
Yade Zergûl gururla baktı torununa. Dedesi şimdi yaşasaydı, alnından öperdi. O da aynı kararı verirdi.
“Behram, torunum doğru olanı yapmış,” dedi Zergûl Hanım, tok bir sesle. “Yeter artık sorgulamayın. Bu evin de, bu aşiretin de ağası o!”
Bu sözleriyle Yavuz’u gelebilecek her sorudan korumuştu.
Yavuz, minnetle babaannesine baktı. Bu kadın bambaşka bir varlıktı.
“Behram, haber ver çocuklara, salsınlar o Zaloğullarını,” dedi Zergûl Hanım.
Behram Bey cebinden telefonunu çıkarıp adamını aradı, annesinin emrini bildirdi.
Yavuz yerinden doğruldu.
“Müsaadenizle, üzerimi değiştirip geliyorum. Anne, sen de Sultan ablalara haber ver, masayı hazırlasınlar. Açım.”
Bakışlarını Leyla’ya çevirdi.
“Sen de benimle gel.”
Ağır adımlarla odadan ayrıldı. Leyla da hemen ardından çıktı.
Odalarının bulunduğu kata çıkana kadar ikisi de konuşmadı. Merdivenlerin sessizliği içlerine çökmüştü.
Ama Leyla artık dayanamadı.
“Yavuz!” dedi, nefes nefeseydi.
Yavuz durdu, arkasını döndü ve nefes nefese kalan kadına baktı. Gözlerinde yılların özlemi vardı, içinde taşıdığı yangın artık taşamaz hâle gelmişti. Hiç düşünmeden, bir adım attı ve omzundan tuttuğu gibi Leyla’yı kendine çekti. Dudakları onun dudaklarına kavuştuğunda zaman durdu.
Leyla, ilk anda şaşkınlıktan ne olduğunu anlayamasa da, o tanıdık sıcaklıkla gözlerini kapadı. Kalbi hızlı çarptı. Karşılık verdi. Aralarındaki mesafe kalktı, içlerinde bastırdıkları ne varsa o anla birlikte alev aldı.
Yavuz’un yönlendirmesiyle odaya girdiler. Sessizdiler. Sadece bakışlar, sadece dokunuşlar konuşuyordu.
Yılların biriktirdiği hasret, içinde boğuldukları özlem, tenlerine değil, ruhlarına dokunuyordu.
Yavuz dikkatliydi, sabırlıydı. Her hareketinde koruyuculuğu, sevgisi ve şefkati vardı.
Leyla'nın gözlerinde güven, kalbinde ise teslimiyet vardı.
Konuşmadılar. Göz göze geldiklerinde her şey söylenmişti zaten.
Yavuz, Leyla’nın saçlarını okşarken onun yüzüne baktı.
“Buradayım,” dedi sessizce. “Artık buradayım.”
Leyla gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Bu nefes, korkuların değil huzurun nefesiydi.
Ve o gece… yalnızca bedenleri değil, kalpleri de kavuştu.
Yavuz, Leyla'nın kokusunda huzuru bulup, biraz da olsa dinlenmek istemişti.
Leyla, başını Yavuz’un göğsüne yaslamıştı. Nefesleri hâlâ düzensizdi ama kalpleri sanki yıllar sonra aynı ritimde atıyordu.
Bir süre sessizlik oldu. Yalnızca kalplerinin sesi vardı.
Sonra Leyla usulca fısıldadı:
“Ne konuştunuz onunla? Said… ne dedi?”
Yavuz’un gözleri bir an karardı. Elini Leyla’nın saçlarına götürdü, yavaşça okşarken konuştu.
“ Efulim! O şerefsiz durmayacak. Konuşacak zaten yalan , yanlış. Ama önemli olan biziz .”
Leyla bir şey demedi. Yutkundu. Yavuz bunu fark etti.
" Leyla, sana bir defa soracağım bunu ben zaten cevabını biliyorum ama duymak istiyorum. O şerefsiz o zamanlar sana hiç dokundu mu? Yani el ele tutuştunuz mu? Seni öptü mü? Kömür karası saçlarına dokundu mu?" Yavuz içini kemiren soruları ard arda sıraladı.
“ O bana bir metre öteden ileriye yaklaşamadı. Bir defa elimi tuttu oda teklif yapmıştı. Onun dışinda öpmek bir yana saçımın teline dokunamadı” dedi yumuşak bir sesle.
Yavuz gözlerini kapadı. Şükretti... Karısı, sevdası bir tek ona özel ve aitti.
“Ben o zaman... Çok hata yaptım biliyorum . Ama hepsi seni çok kıskandığım içindi. Korktum. Seni kaybbetmekten… Başka birisini sevmenden korktum .”
Yavuz başını eğdi, alnını Leyla’nın alnına yasladı.
“Ben seni hiçbir zaman sevmekten vazgeçmedim Leyle. Kalbime girdiğin o andan itibaren, bu kalp birtek senin için attı.”
Leyla’nın gözünden bir damla yaş süzüldü.
“Ben seni o zaman kaybettiğimi sandım. Ama şimdi yanımdasın. Bu... gerçek gibi değil.”
" Korkuyorum Yavuz. Seni kaybetmekten, birgün benden vazgeçmenden, eskisi gibi sevmemenden." Yavuz parmağı ile Leyla'yı susturdu.
"Efüli, ne diyorsun sen?" dedi Yavuz, sesi hem hayret hem hayranlıkla doluydu.
"Ben ne zaman ölürüm, bu kalp atmaz olur... işte o zaman seni unuturum. Kadın, bir bakışın beni ne hale getiriyor görmüyor musun?"
Leyla’nın gözlerinden yaş süzülüyordu ama gözyaşlarına bir kahkaha eşlik etti. Yavuz’un bu cümleleri, içindeki tüm kasveti dağıtmıştı. O, bu adamın tutkusu ve sevgisiyle yanıp tutuştuğunu daha ilk geceden anlamıştı zaten.
“Peki…” dedi, sesi kısık ama merakla. “Ona ne olacak?”
Yavuz gözlerini Leyla’nın gözlerinden ayırmadan kararlı bir şekilde konuştu:
“Leyla… O kendi sonunu kendi hazırladı. Sen bunu düşünüp de güzel kafanı yorma. Hadi kalk artık, hatun, kocanı da bir yıka.”
Leyla yeniden gülümsedi. Aralarındaki gerginlik yerini içten bir neşeye bırakmıştı. Kahkahaları birbirine karıştı. Ardından birlikte banyoya geçip duş aldılar.
Yarım saat sonra tüm konak ahalisi kurulan yemek masasının etrafı da toplandılar. Geçip giden o korku dolu dakikaların ardından ağız tadı ile yemeklerini yediler.
Saat epeyce ilerlemişti. Ev sessizliğe bürünmüş, herkes yavaş yavaş odalarına çekilmişti. Yavuz, telefonundan Adem’le mesajlaşıyor, Said’in durumunu soruyordu.
Bu sırada Leyla ve kızlar - Zeynep, Senem ve Yaren ortalığı toparlamış, geceyi dondurmayla tatlandırmaya karar vermişlerdi. Yemek masasının etrafında oturmuş, kahkahalarla konuşuyor, günün yorgunluğunu üstlerinden atıyorlardı.
Kızlar neşeyle dondurmalarını yerken, Yavuz’un gözleri bir an Leyla’ya takıldı. Leyla, dondurmayı farkında olmadan dudaklarının arasına alıyor, usulca yalıyordu. Yavuz’un dikkati dağıldı. Dolgun dudaklar, birkaç saat önce hüküm sürdüğü anları zihnine getirdi. İçinde yeniden o tanıdık kıpırtı başladı.
Yerinden kalktı, çünkü kalmaya devam ederse, kendini kızların yanında rezil edecekti.
Leyla, kocasının halini fark ettiğinde göz göze geldiler. Yavuz’un bakışlarında parlayan arzu gözünden kaçmadı. Utandı. Bu adamın doymak bilmeyen iştahı başına dert olacaktı.
Yavuz, başıyla kalkmasını işaret etti. Leyla gözleriyle kızları işaret ederek "olmaz" demeye çalıştı. Ama Yavuz inada bindirmişti bir kere.
Tam o anda Yaren kıkırdadı.
"Leyloş abim seni gözleriyle çağırıyor ?
Senem hemen atıldı.
"Hii, kesin çağırıyor! Bakışlar fena çünkü! Baksana."
Zeynep kaşlarını kaldırıp Leyla’ya çarpıcı bir bakış attı.
"Leyla, dondurma mı yiyorsun, adamı mı? Karar veremedik biz! Neysee."
Leyla'nın yüzü kıpkırmızı oldu.
"Saçmalamayın kızlar, ne diyorsunuz siz?"
Kızlar , kahkahalarını bastıramıyorlardı. Leyla onları ne kadar azarlamaya çalışsa da, gülümsemesi dudaklarının kıyısından sızmıştı bile. O sırada Yavuz hâlâ gözlerini ondan ayırmamıştı. İnatçı ve davetkâr bakışlarıyla hâlâ onu çağırıyordu.
Zeynep eğilip Leyla’nın kulağına fısıldadı:
"Biz gözümüzü kapatırız bacısı, sen rahat ol..."
Leyla, kızların kahkahaları arasında utangaç bir gülümsemeyle başını öne eğdi. İçten içe kıpırdayan o tanıdık heyecan, kızların alaylarıyla daha da artmıştı. Kocasının gözleri hâlâ üzerinde, sabırlı ama aynı zamanda ısrarcıydı. Bu bakışa daha ne kadar direnebilirdi ki?
Zeynep bir yandan gülüyor, bir yandan da kaşıyla Yavuz’u işaret ederek,
"Kocan gidiyor bak, sen hâlâ buradasın." dedi.
Yavuz sessizce odadan çıkarken başını bir kez daha geri çevirip Leyla’ya anlam dolu bir bakış attı. Leyla gözlerini devirdi, ama içinde kıpırdayan duygular onu ele veriyordu.
Senem elindeki dondurmayı karıştırırken sırıttı:
"Abla, biz dondurmayı bitiririz, sen de işini bitir gelersin. Belki sabaha sağ çıkarsan."
Leyla onlara yarı ciddi, yarı gülümseyerek baktı:
"Allah sizi ne etmesin emi. Sizi var ya... Az değilsiniz!"
Yaren ellerini havaya kaldırdı:
"Tamam tamam, biz hiçbir şey görmedik, duymadık!"
Leyla gülerek başını iki yana salladı, sonra yavaşça yerinden kalktı. Kızların arasından geçerken arkasından ıslık sesleri yükseldi.
" Amanın... Ateş aldı buralar!"
Leyla artık saklayamadığı bir tebessümle çıkarken, kızlar arkadan hâlâ gülüyor, kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Leyla hizlı ve seri adimlar ile kendi katlarına cıktı.
Koridorun loş ışığında Yavuz duvara yaslanmış onu bekliyordu. Göz göze geldiler. Sessizce yürüdü yanına, bir şey söylemedi. Gerek de yoktu. Aralarında kelimelere ihtiyaç kalmamıştı.
Yavuz, Leyla’nın elinden tuttu. Sessizliğin içindeki o derin çekim, bir kez daha onları içine almıştı.
Gece uzundu ve sevda ile yanan iki yürek, tek bedende huzuru bulmuştu.
Sabahın ilk ışıkları Antep semasını süslerken, Yavuz pencereye vuran gün ışığıyla gözlerini araladı. Yorucu ama bir o kadar da güzel bir gece geçirmişlerdi.
Yanında kıpırdayan kadına döndü. Yıllar geçse de, bu kadına duyduğu sevda, tutku, aşk ve o derin özlem hiç azalmayacaktı. O, hâlâ ilk günkü gibi… belki de daha fazlasıydı.
Leyla, gözlerini kırpıştırarak açtı. Kendisine aşk ile bakan bir çift kara gözle göz göze geldi. Gülümsedi. O an, dünyanın tüm telaşı durdu sanki. Gözlerindeki o sıcaklık, tenine değil, ruhuna dokundu.
Yavuz usulca elini uzattı, Leyla’nın saçlarının arasından bir tutamı nazikçe kulağının arkasına itti.
"Günaydın" dedi fısıltıyla. Ama bu sıradan bir "günaydın" değildi; içinde bir gece boyunca yaşanmışlığın, doygunluğun, minnettarlığın ezgisi vardı.
Leyla hafifçe doğrulup başını yastığa yasladı.
" Günaydın…" dedi. Gözlerinde hâlâ uykunun mahmurluğu, kalbinde ise sevdanın sıcağı vardı.
Yavuz, Leyla’nın elini avuçlarının arasına alarak dudaklarına götürdü.
" Her sabah böyle uyanmak var ya... Hayat işte o zaman gerçek oluyor."
Leyla başını eğdi, yanakları hafifçe kızarmıştı.
"Romantik numaralara sabah sabah başladın mı bana mı öyle geliyor?"
Yavuz hafifçe güldü.
"Numara değil bu. Gerçek. Hem de en safından..."
O an, birbirlerine bir şey söylemeden sadece bakarak anlaştılar. Her şey yerli yerindeydi. Kalpleri, bedenleri, hayatları.
Yavuz, Leyla’nın elini dudaklarına götürüp tam bir öpücük konduracakken… telefon üst üste çalmaya başladı.
İç geçirdi. Kaşları çatıldı. Yorganı hafifçe sıyırarak uzandı ve ekrana baktı.
" Yağız…"
Başını geri yasladı, gözlerini devirdi.
" Ulan alarm mı var odada? Yoksa bize çip mi yerleştirdin? Ne zaman Leyla’ya yaklaşsam sen arıyorsun!"
Karşıdan Yağız’ın gür bir kahkahası yükseldi.
"Maşallah, keyfin yerinde Yavuz Ağa. Bakıyorum da antrenmana bile başlamışsın. Bu gidişle evde minik Yavuzlar, minik Leylalar gezecek. Sende bu azim varken…"
Yavuz burnundan soluyarak cevap verdi:
"Kıskandın mı? Evlen, senin de olsun şerefsiz!"
Yağız kahkahasını bastıramadı.
"Abi abi... Oldu mu şimdi? Senin gibi asaletli, içinde Nuri Alço yatan adama bu sözler yakışıyor mu? Leyla’yı da gazozla mı kandırıp ağına düşürdün?"
Yavuz patladı:
"Ulan puşt! Senin o dilini... Şerefsiz, kapat telefonu, git Zeynep’i ara bok herif!"
Bir hışımla telefonu suratına kapattı. Sabah sabah kardeşi sinirleriyle oynamıştı yine.
Leyla kahkaha atarak Yavuz’a baktı. Yorganı üzerinden sıyırdı, yataktan kalkarken başını eğdi:
"Gazoz, ha? Yavuz Bey…"
Sonra kahkahalar eşliğinde koşarak giyinme odasına gitti.
Yavuz arkasından seslendi:
"Leylaa! Gel buraya!"
Gülerek peşinden gitti.
Bu sırada, evin diğer ucunda Zeynep aynanın karşısında hazırlanıyordu. Saçlarını tararken telefonu çaldı. Komodinin üzerindeki ekranına baktı: Arayan, sevdası olan adamdı.
Bir an duraksadı. Kalbi, tanıdık bir heyecanla kıpırdadı. Sonra hafif bir tebessümle telefonu eline aldı…
“Günaydın Teğmenim, hayırdır sabah sabah?” dedi Zeynep, sesi hem uykulu hem muzipti.
“Günaydın Avukat Hanım, o mübarek sesinizi özledim. Malum, her zaman duymak nasip olmuyor.”
Zeynep duydukları karşısında kıkırdadı.
“Allah Allah... Bak sen şu Yağız’a.”
Yağız bir an sustu, sonra çocuk gibi mızmızlanarak konuştu:
“Zeynep, biz ne zaman evleneceğiz? Herkes evli, mutlu, çocuklu… Ne zaman Kadir abinle konuşacaksın?”
Zeynep gülümsedi ama sesi ciddi çıktı:
“Delirdin herhalde Teğmen. Ne yaşadığımızı, neyi göze aldığımızı bilmiyor musun sanki?”
“Delirdim Zeynep, delirdim! Aşkından kendimi dağlara vurdum. Ne var yani, biz de evlensek?”
“Edepsiz! Siz Miroğlu erkekleri arsızsınız hep.”
“Lan ne edepsizliğimi gördün de hemen yargıladın?” dedi Yağız, sesi hem şaşkın hem kırılmış gibiydi.
Zeynep derin bir nefes aldı.
“Teğmen, kapatalım bence. Yoksa kavga edeceğiz. İşe gitmem lazım, ben de kendimi adliyeye vuracağım. Malum, bizim dağımız da adliye.”
“Eli maşalı , hemen çıkar tırnaklarını! Ama alacağım seni, kaçışın yok.”
“Kadir abimle konuşunca haber veririm. O zaman alırsın beni, söz.”
İki sevdalı, tatlı bir didişmeyle telefonu kapattı. Sevgi dolu bir inatlaşmanın ardından sessizlik kaldı.
Miroğlu ailesi için sabah kahvaltısı keyifli geçmişti.
Berzan ve Asmin okula gitmiş, Zeynep ve Senem şirkete geçmişti. Her şey günlük akışındaydı… ta ki Begram Ağa oturma odasına öfkeyle girene kadar.
Azade Hanım, elindeki gazeteyi indirdi, yüzü gerildi.
“Ulan kim sıktı bu Fırat’a?” diye patladı Begram Ağa, sesi evin duvarlarında yankılandı.
Azade Hanım şaşkınlıkla sordu:
“Hayırdır ağa, ne oldu?”
“Şeribağların oğlu Fırat’ı kurşunlamışlar. Hastanede.”
Odadakiler bir anda irkildi. Gözler birbirine döndü.
“Kim yaptı lan bunu? Bizden biliyorlar!” dedi Behram Ağa, sesi daha da yükselmişti.
Herkes susmuştu. Sessizlik içinde Leyla, başı dik, kolları göğsünde kenetlenmiş şekilde öne çıktı.
“Ben…” dedi, gözlerini Begram Ağa’ya dikerek. “Ben yaptım.”
Bir uğultu yükseldi odada. Şaşkınlık, öfke, inanmazlık...
“Nasıl… Nasıl sen yaptın ?” dedi Begram, gözlerini kısarak.
Leyla sessizdi ama bakışları kararlıydı. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi.
“Nasıl… Nasıl sen yaptın?” diye tekrarladı Yavuz, sesi ne öfkeliydi nede kirgın. Sadece olanlari anlamaya calışıyordu.
Leyla gözlerini bir an bile kaçırmadan konuştu:
“Ben yaptım Yavuz! Ben sıktım o kurşunu!”
Sesi netti, kararlıydı. Ne bir pişmanlık, ne de bir tereddüt vardı.
“Cünkü kocama ihanet etti! Kimse benim kocama sıkamaz! Kimse onun canına kast edemez, ben hayattayken!”
Odada buz gibi bir sessizlik oldu. Herkes donakalmıştı.
Yavuz ağır adımlarla yerinden kalktı. Gözlerini Leyla’dan ayırmadan yürüdü. Yanına geldiğinde bir an durdu. Sonra yumuşak bir ifadeyle başını eğdi ve alnına nazikçe bir öpücük kondurdu.
“İşte ... Benim karım.” dedi gururla, sesi sakin ama derinden gelen bir hayranlıkla doluydu.
Leyla başını dik tuttu. Yavuz’un gözlerinde gördüğü o güven ve sevgi, attığı her adıma değdiğini hissettiriyordu....
***************************
Yavuz, depodan içeri girdi. Can düşmanı hâlâ yaşıyordu ama perişan bir haldeydi.
Tavandan zincirlerle asılı duran Said, başını zorla kaldırdı. Onu karşısında görünce, son bir can havliyle konuştu:
“Ooo, Yavuz Ağa... Gelmişsin ha?”
Yavuz’un yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Ama bu gülümseme mutluluktan değil, içinde yıllardır biriken öfke ve nefretten doğan buz gibi bir sırıtıştı.
Tam o anda, kapı aralandı. Leyla içeri girdi.
Yavuz sertçe arkasına döndü, “Hayır!” dedi, sesi hem kararlı hem endişeliydi.
Ama Leyla bu kez dinlememişti.
Sessiz, dimdik adımlarla Said’in karşısına geçti.
Said Zaloğlu, onu gördüğünde bir anlığına nefes aldı.
Bitik bedenine rağmen gözleri parladı.
Ölmeden önce sevdiği kadını son kez görüyordu.
Ve kendince zafer hissiyle fısıldadı:
“Biliyordum... Geleceğini biliyordum.
Çünkü sen de beni seviyorsun, Leyla.
O adamı hiç sevmedin... değil mi güzelim?”
Leyla'nın yüzü bir anda değişti.
Gözleri öfkeyle kısıldı, tiksinti dudaklarına vurdu.
Sesi sakin ama her kelimesi bıçak gibiydi:
“Evet, buraya seni görmeye geldim.
Nasıl can çekiştiğini izlemek,
nasıl ölürken çaresiz kaldığını görmek için...
Her gün ölmen için dua ettim, Said.
Ve şimdi o dualar kabul oluyor.”
Leyla’nın gözleri buz gibiydi.
Bir zamanlar bile acımaz dediği bu adam için içinde tek bir merhamet kırıntısı kalmamıştı.
Said, can havliyle konuşmaya çalıştı:
“Leyla… biliyorum, bana kızgınsın. Ama sen de biliyorsun… Aramızda bir şeyler vardı. Bak… sen de geldin. Çünkü sen de hissediyorsun hâlâ. Beni… bir zamanlar sevdin.”
Leyla, Said’in her kelimesini iğrenerek dinledi.
Bir adım yaklaştı.
Bakışlarını onun perişan hâline sabitledi.
Sesi, derin ve kararlıydı:
“Ben seni hiçbir zaman sevmedim.
Seninle aramda hiçbir şey olmadı, olmayacak da. Sadece hastalıklı hayal gücünle kendini kandırdın. Ve artık o pis kafanın içindeki kurgu, burada son buluyor.”
Said’in gözleri büyüdü.
Bir anda kasıldı, bedeni kıpırdandı.
Zincirler gıcırdadı.
Öfke, korku ve hayal kırıklığı aynı anda bedenini sardı.
“Yalancı! Sen yalan söylüyorsun!
Benimle olmayı istedin sen!
Gözlerinle, hareketlerinle söyledin bana!” diye haykırdı.
O an bir titreme sardı bedenini.
Kollarını oynattı, tepindi.
Tavana asılı zincirler gerildi.
Ve...
Başının tam altındaki asit bidonuna bir anda daha da yaklaştı. Buhar yoğunlaştı.
Ciğerine doldu.
Yanık et kokusu bir anda ortalığı sardı.
Said’in sesi boğuldu.Boğazı yandı, nefesi kesildi.
Kıvrandı.
Kasıldı.
Ve titreyerek sustu.
Leyla sessizce baktı. Tek damla gözyaşı yoktu. Sadece dudaklarından şu kelimeler döküldü:
“Ben seni sevmek bir yana... Nefret ettim, ama, böyle ölmemeliydin ”
Yavuz, olanları bir köşeden izliyordu.
Hiçbir şey yapmadı. Zaten olması gereken tam da buydu.
Said, kendi saplantısıyla, kendi sonunu getirmişti.
Ve bir davanın daha sonuna gelmişlerdi.....
*****************
Kotü günün üzerinden tam bir hafta geçmişti.
Zaloğlu ailesinin kalan üyeleri, sürgün edilmekten kurtulmuştu.
Said ilk kez işe yaramıştı — ama kendi sonuyla.
Leyla, konaktaki kızlarla birlikte yemek masasını hazırlıyordu. Son günlerde garip bir yorgunluk hissi vardı üzerinde.
Ara sıra başı dönüyor, hiçbir sebep yokken sinirleniyor ya da aşırı neşeleniyordu. Tavırları bile değişmişti; hem o farkındaydı hem de çevresindekiler.
Masaya son kez göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Tam arkasını döneceği sırada, birden gözleri karardı. Baş dönmesi ansızın bastırdı. Her şey birkaç saniye içinde oldu.
Kimse ne olduğunu anlayamadan,
Leyla yere yığıldı......
Sizce Leyla'ya ne oldu?
Bölüm nasıldı?
Evet canlarım uzun bir bölüm oldu bence, Yavaş yavaş sona doğru adım adım ilerliyoruz. Lutfen desteklerinizle daha iyi yerlere gelebiliriz ve herseyi beraber başarabiliriz. Bunun için desteğiniz çok önemli. Sadefe beğenip geçmeyin bol bol satır aralarına yorum da yapalım...
Siz bölümü okuyun yazarınız da azcık dinlensin.......
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29k Okunma |
2.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |