11. Bölüm

10.Bölüm

okuyan doksandört
__okuyan94__

Herkese merhabaaa.

Ben geldim. Bence güzel bir bölümle de geldim.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Diğer bölüm pek gelmedi ama bu bölüme gelir inşallah demek istiyorum.

Emojilerimizi alalım lütfen.

 

İYİ OKUMALAR

10.Bölüm

Bunlara inanamıyordum. Günümün bu kadar berbat olmasına inanamıyordum. Dakikalar önce indiğim yatın alt katına tekrardan inmiştim. Koridorda dikiliyordum. Daha doğrusu bana verdiği pike tarzı kumaşa sarılmış bir şekilde titreyerek koridordaki adamı izliyordum. Hem kendime sarılmam hem de içerisinin sıcaklığı bir işe de yaramıyordu. Düştüğüm an hissettiğim soğukluğun keskinliğini tüm bedenimde hissediyordum. Fena üşüyordum. Kesin hasta olacaktım. Hasta olmaktan nefret ederdim. En nefret ettiğim şey diyebilirdim ve ben bu halde, bu düşüncelerle lavabonun yanındaki dolabın önündeki adama bakıyordum. Benim aksime o üşümüyordu. Halbuki aynı sudan nasibimizi almıştık. Bende mi sorun vardı yoksa onda mı, şu an bilemediğim bir soruydu.2

Dolabın içinden aldığıyla bana doğru döndüğünde üstümdeki gözleriyle karşılaştı. Şaşırsa da belli etmedi. Dolaptan çıkardığı havluyu uzatırken, "İhtiyacın olur," dedi. Olurdu tabi. Saçlarım sırılsıklamdı. Kıyafetlerim gibi.

Uzattığını aldım. Dayanamadım ve "Sen üşümüyor musun?" diye sordum. Benim kat kat olan üstüme karşılık üstünde yalnızca ıslanmış kazak vardı.

"Hayır, üşümüyorum." Belli oluyordu. Adam titremiyordu bile.1

"Nasıl üşümüyorsun? Su buz dibiydi."

"Bu benim için problem değil."

"Ne yani? Soğuk günlerde denize atlama gibi bir huyun mu var?"

"Yapmadığım şey değil. Arada yaparım."1

"Ah."

Açıkça söylemesine şaşırmıştım. Akıllı bir adama benziyordu ama böyle bir şeyi aklından zoru olan böyle biri yapardı. Ayrıca sorumun cevabını da almıştım. Sorun bende değildi. Kesinlikle ondaydı.1

Yorum yapmadım.

Yanımdan geçti. Aşağıdayken açık olduğunu gördüğüm odanın kapısından içeri girdi. Bulunduğum yerden iki adım atarak kapının yanına geldim. İzlememi kapının önünden yaptım. İçerisi, kapının aralığından gördüğüm gibi yatak odasıydı. Odanın ortasında kocaman yatak vardı. Dağınık değildi. Oldukça düzgündü. Köşede açık renkte dinlenme koltuğu vardı. Uzun yatay denizi gören pencerenin önünde aynı uzunlukta masa konumlandırılmıştı. Üstünde kapağı kapalı dizüstü bilgisayar, ajanda ve şık bir masa saati konulmuştu. Yatağın yanında bir tane komodin, komodinin üstünde abajur duruyordu.

Yatağın arkasındaki alanda deniz manzarası olan bir tablo dikkatimi çekti. Gerçekten denizi seviyordu. Denizin üstünde bir yatın içinde yaşamasına rağmen, hatta gerçek bir manzarası varken yaşam alanına figürler dahi yerleştirmişti.

Kasklıya baktım. Yatağın karşısındaki bej rengindeki gömme dolabın önündeydi. Kapağını açmış, içine bakıyordu. Yukarıda bana kıyafet vereceğini söylemişti ama bana ne verebilirdi ki? Söylediğine bodoslama atlamadan önce bunu düşünmeliydim. Akılsız gibi düşünmemiştim.

"Bana ne vereceksin?" diye sordum. Bir elimle omuzlarımdan önüme gelen kumaşı, diğer elimle de havluyu sıkıca tutuyordum. Dışarıdan nasıl göründüğümü düşünmek istemiyordum. Çünkü biliyordum. Berbat bir haldeydim.

Cevap vermeden önce elini dolabın tek kapaklı olan kısmının içine atıp kumaş parçaları çıkardı. "Şimdilik bunlar işine yarar," dedi yatağa doğru ilerlerken. Elinde tuttuğu parçalara baktım. Haki renginde polara benzeyen bir üst, siyah eşofman altını elinde tutuyordu. Kıyafetleri yatağın üstüne bıraktı.

"Bunları mı giyeceğim?"

Bana baktı. "Seni idare eder."

Belki idare ederdi ama bana verdiği kıyafetler büyük ihtimalle, hatta kesin olarak kendi kıyafetleriydi.

"Çözümün bu muydu?" diye sordum. "Kıyafetlerini giymem mi?"

"Senin aklına ne geldi?" Sorun da buydu. Hiçbir şey gelmemişti ama düşünmeliydim. Sonuçta yat adamındı. Dolabında kendi kıyafetlerinden başka ne olacaktı? Tabi sevgilisi olsaydı, işler belki de değişirdi. Belki de değişmezdi. Sevgilisi olsaydı yanında kalmayabilirdi. Ya da gerçekten yoktu ve benim bu kadar ayrıntıyı düşünmemem gerekiyordu.

"Hiçbir şey," dedim ona da.

"Seninkiler kuruyana kadar giymende sakınca yok."

Onun için yoktu. Ama ya benim için var mıydı? Kıyafetlerim aynı benim gibi berbat bir haldeydi. Başka ne yapabilirim diye düşündüm. Sonra cümlesindeki bir ayrıntı dikkatimi çekti.

Kuruyana kadar.

Ben kıyafetlerim kuruyana kadar burada mı bekleyecektim?

"Kıyafetlerim nasıl kuruyacak? Sırılsıklamlar."

Yüzüme safmışım gibi baktı ya da bulduğu çözüme çomak soktuğum için huysuzlanmışta olabilirdi.

"Kurutma makinesi denilen makineden haberin vardır. Kısa sürede kururlar."

"Oradan cahil gibi mi görünüyorum?" dedim hemen. Tavrı hoşuma gitmemişti. Laflarının altında kalmaktansa üşümeye devam ederdim. "Kurutma makinenin olduğunu ben nereden bileyim?" Gözlerimi devirdim. "Sanki yatındaki eşyalarını bilmek zorundayım."

Hayatımda ilk defa bir yatın içindeydim. Ancak filmlerde, dizilerde ya da vapura bindiğimde uzaktan görüyordum. İçinin dekorasyonundan, hatta onun yatının eşya listesinde neler olup olmadığından haberimin olması mı gerekiyordu? Aynı zamanda hala bir yatın bir insanın evi olabileceğini sindirememiştim.

Söylediklerime cevap vermedi. Hareketliliği hissederken ne yaptığına göz ucuyla baktım. Dolabından kendisine de kıyafet çıkardığını gördüm. "Pekala," dedi dolabın kapağını kapatıp yönünü çevirdiğinde. "Ben odadan çıkıyorum. Başka ihtiyacın olursa seslenirsin, duyarım."

Hiçbir şey demedim. Aslında itirazlarıma devam etmek istiyordum ama bulunduğum konum buna izin vermiyordu. Kıyafetlerini giymek istemiyordum. Bu halde de kalmak istemiyordum. İstemesem de bulduğu bu çözüme mecburdum. En azından kıyafetlerim kuruyana kadar kıyafetlerinden yardım almaktan başka çarem yoktu.

İtirazlarımı içimde saklamayı seçtim.

Kasklı odadan çıkarken kapının önünden çekildim. Odanın içine biraz daha girdim. Gözlerim yatağın üstündeki kıyafetlerdeydi. Saniye geçmedi ki kapının arkasından kapandığını duyduğumda kapanan kapıya baktım. Odada yalnız kalmıştım. Kapının kilidini görünce ne olur ne olmaz diye titrek adımlarla ilerledim ve kapıyı hemen kilitledim.

Doğanay ve kocası bu adamı tanıyor olabilirdi. Hatta kocasının sütkardeşi de olsa ben bu adamı tanımıyordum. Neticede erkeklere güven olmazdı. Tedbirli olmakta fayda vardı. Zaten yaşadıklarım yeteri kadar berbatken, farklı sorunlar yaşayarak da günün daha da berbat olmasına gerek yoktu.

Yatağın önüne geldiğimde sıkıntıyla nefes alıp verdim. Olanlara günler geçse de bu günümü her hatırladığımda inanamayacaktım. Halbuki hayatımda bu kadar kaosu bir arada yaşamamıştım. Ne olduysa bu adamla tanışınca olmuştu. Şimdi de kıyafetlerine bakıyordum.

Ofladım. Pufladım. Elimdeki havluyu yatağa bıraktım. Omuzlarımdan düşmek için neden arayan pikeyi üstümden çektim. Verdiği poları elime alıp havaya kaldırdım. Bana elbette olurdu. Adamın bedeni ile bedenimin kıyaslamasını yapmam saçmaydı. Her şey saçmaydı ve gerçekten bu durumdan sıkılmıştım. Buradan düzgün bir şekilde gitmek istiyorsam, sürecin hızlı ilerlemesi gerekiyordu.

"Neyse ne," dedim kendi kendime. Elimdekini yatağa bırakıp ceketimi çıkardım. Ardından kazağımı çıkardım. Üstümde siyah yarım atlet sütyenlerden vardı. O bile ıslanmıştı ama bununla idare ederdim. Kuru kıyafetler giyince içimde kururdu. Kıyafetsiz tenime değen hava sıcak olsa da soğuk gibi etki ederken hızla başımdan aşağıya poları geçirdim. İçi yünlüydü. Tenime pamuk değmiş gibi hissettirmişti. Çizmelerimi ve çoraplarımı çıkardım. Pantolonumu da bacaklarımdan sıyırırken cebindeki anahtarımı çıkarmayı aklıma not ettim. Alt iç çamaşırımın da üstümdekinden farkı yoktu. Yapacak bir şey de yoktu. Verdiği eşofman altını bacaklarımdan geçirdim. Beli elbette bol olmuştu ama ipini çekerek o bolluğu halletmiştim.

İşte bu kadardı. İtiraf etmek istemesem de rahatlamış hissediyordum. Sonuçta kuru kıyafetlerin içindeydim. Üşümemin geçmeyeceğini bir müddet geçmeyeceğini biliyordum ama bu da bir şeydi.

Bir dakika değildi.

Kıyafetlerin altındaki çorabı gördüm. Etiketi üstündeydi. Açılmamıştı. Bana çorap bile vermişti. Yatağın üstüne oturup çorapları da giydim. Başımı kaldırdığımda ansızın kendimi gördü. Gözlerim irileşti.

Dolabın aynasından kendime bakıyordum.

Halim berbatın da ötesindeydi.

Islak saçlarım kafa derime yapışmış, maskaram gözlerimin altına kadar akmıştı. Evet, siyah maskaram suyu görünce dağılmıştı ve beni korku filmlerindeki korkutucu yüzlere benzetmişti. Tüm bu süre boyunca da bu halde olmam rezilliğimin başka boyutuydu. Bu halde beklemiştim. Bu halde kasklı ile konuşmuştum. Bana bakarken ne gördüğünü artık biliyordum.

Korkunç bir palyaçoydum.

Parmaklarımla yanaklarıma kadar akan siyah boyayı temizlemeye çalıştığımda daha da yüzüme bulaştırdım.

"Kahretsin," dedim sıkıntıyla. "Bana ıslak mendil lazım."

Çantamda ıslak mendil vardı ama çantam kasklının arabasının içindeydi. Kasklının kapıdan çıkmadan önce söylediğini hatırladım. Eğer yatında kurutma makinesi varsa, ıslak mendili de olmak zorundaydı.

Kapının kilidini açarken pantolonumun cebindekini hatırladım. Kapıyı açmadan geri döndüm ve anahtarımı çıkarıp üstümdeki kıyafetlere baktım. Her şey bu anahtar içindi. Bir daha asla onsuz olmazdım. Anahtarı eşofmanın cebine koydum. Sonra da kapıyı açmaya gittim ama kapıyı açamadan "Abi," denilerek kapı açıldı ve sarışın bir kadın karşıma çıktı.

Afalladım. Afallayan tek bende değildim.

Karşı karşıya kaldığım kadında afallamıştı. Beni görmeyi beklemiyordu. Bende bu kadını görmeyi beklemiyordum. Onu tanıyordum. Ondan aynı abisinden hoşlanmadığım gibi hoşlanmıyordum. Elektriğimiz kesinlikle tutmamıştı. Kasklının kız kardeşi tam karşımdaydı.

"Sen..." dedi şaşkınlıkla. Durdu. O da beni tanımıştı ve o da benden hoşlanmıyordu. Gözleri biraz daha irileşirken arkama doğru baktığında, "Aaa, Betül abla da buradaymış," diyen küçük bir kız sesi duydum. Koşarak yanımıza gelmişti. Bu küçük kızı da tanıyordum. Kasklının yeğeniydi. Kardeşi Ebru'nun kızı Ece'ydi. Tüm bilgiler Doğanay tarafındandı.2

Annesi kızının omuzlarından tutarak yanına çekti. "Ne?" diye soludu arkasından. "Şaka mı bu? Senin ne işin var burada?"

Son söylediğini yüzüme bakarak söylemişti. Sorusu çok makuldü.

"Onu bende kendime soruyorum." Gerçekten benim ne işim vardı burada? Beni gördüğüne gerçekten hoşlanmamıştı. Ne diyebilirdim? Bende tüm bu olanlardan hoşlanmıyordum.

Cevabımdan tatmin olmazken Ece'yi geriye çekti. Hatta arkasını döndürmeye çalıştı. Kaşlarım çatılacak gibi oldu. "Abim nerede?" diye sordu bana da.

"Ben nereden bileyim?"

Benim yerime onun kaşları çatıldı. "Dalga mı geçiyorsun benimle sen?" diye çıkıştı.

"Dalga geçiyor gibi mi görünüyorum?" diye aynı ki tepkiyi ben de ona verdim.

"Anne, dayım nerede?" diye sordu Ece aynı annesi gibi. Ebru kızına baktı. "Öğreneceğiz şimdi." Tekrardan bana baktı. "Evet, abim nerede söyleyecek misin?"

"Söylüyorum zaten," dedim duygusuzca. "Abinin nerede olduğunu bilmiyorum."

"Bilmiyorsun," dedi söylediğimi tekrar ederek. "Abimin yatak odasından çıkıyorsun ve abimin nerede olduğunu bilmiyorsun." Gözleri üstümde dolandı. "Hem de onun kıyafetleri içindeyken bilmiyorsun. Öyle mi?"

Yeşil gözleri yüzüme geldiğinde bakışlarındaki anlamı anladım. Zihnimde şimşekler çaktı. Gözlerim irileşti.

Yok, günüm daha fazla berbat olmaz derken daha da berbat oluyordu. Günün hemen bitmesini istiyordum. Hem de hemen!1

"Ne demeye çalışıyorsun sen?" diye çıkıştım. "Açık açık söylesene."

"Abim nerede?" diye sordu yine.

"Aynı soruyu papağan gibi tekrarlama! Kahrolası abinin nerede olduğunu bilmiyorum."

"Bilmiyormuş, papağan gibi tekrarlayan kim bakalım?" Odaya bakışları tekrardan değdirip başını sallarken, "İnanamıyorum cidden," diye sayıkladı. "İnanamıyorum."

"Neye inanamıyormuşsun?" dedim ben de hiddetle. İşin aslı bende bu kadın gibiydim. İnanamıyordum. Olan hiçbir şeye inanamıyordum.

"Ne oluyor burada?" Ortaya erkek sesi girince dikkatim dağıldı. Benimle beraber Ebru da abisinin sesini duydu ve yargılayıcı bakışlarını üstümden çekerek arkasına doğru baktı. Bende aynısını yaptım. Gözlerimi sesin geldiği noktaya çevirdim. Kasklı odanın karşısındaki merdivenlerden aşağıya iniyordu. Yukarı mı çıkmıştı? Ne zaman? Hatta üstünü benden önce değiştirmişti. Dolabından aldığı kıyafetlere pek dikkat etmemiştim ama siyah kot pantolon, üstüne koyu bordo renginde kazak giymişti. Saçlarının hafif nemli olduğunu görmesem de benimle beraber denizden nasibini almadığını bile sanabilirdim.

Kendi halimi düşününce onun bu kadar kolay toparlanmış olması bana haksızlıktı.

"Dayı," dedi Ece neşeyle, kimse konuşamadan. Annesinin elinden kurtuldu ve dayısının yanına koşarak gitti. Merdivenin başında onu karşıladı. "Neredeydin? Seni aradık annemle."

Kasklı bakışlarını yeğenine indirirken, kız kardeşi yönünü abisine tam döndürdü. "Yukarıdaydım güzelim," dedi kasklı, Ece'ye.

"Yukarıda değildin. Bizde oradan geliyoruz," dedi Ebru araya girerek. "Burada ne olduğunu açıklayacak mısın abi?" İğneleyici bakışları bana döndü. "Bu kızın burada ne işi var?"

"Ben sanki merakımdan buradayım," dedim, bakışlarına karşılık verirken. Hiçbir koşulda geride durmayacaktım. "Abin yüzünden buradayım! Tüm..."

Aniden sözümü kesti. "O belli oluyor," dedi. "Keşke belli olmasa."

Kaşlarım sertçe çatıldı.

Öne doğru çıkacakmışım gibi oldum ama kendimi zorla tuttum. Yoksa bu kadının o güzel bakımlı saçlarını yolmam an meselesiydi. "Yeter," dedim öfkemi zapt ederek. "Geldiğinden beri ne ima ettiğini anlamayacak kadar aptal biri değilim! Ama sen beni gördüğün an aklına fesat düşünceler getirecek kadar basit birisin!"

"Ne?" diye soludu. Söylediklerimden dolayı afallamıştı. Afallamamalıydı. Hak etmişti. "Ben mi basitim? Yok artık!" Abisinden yardım istercesine baktı. "Abi, ne diyor bu kız?"

"Kız kardeşine seninle aramda bir şey olmadığını söyle de içi rahatlasın!"

Kasklıya bende bakıyordum. Kız kardeşi resmen abisiyle yattığımı ima edip durmuştu. Sırf beni abisinin kıyafetleri ile gördüğü için, aynı zamanda odasından çıkarken gördüğünden aklına direkt bu düşünce gelmişti. Bugün birde bu muameleyi görmediğim kalmıştı. O da olmuştu.2

Kasklının yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu ya da ben öfkeden anlayamıyordum.

"Ebru," dedi kız kardeşine düz bir sesle. "Ece'yi de al, yukarıya çık."

"Yukarıya mı çıkayım?" Abisinden gelen bu komutu beklemediği açıktı. "Açıklama yapmayacak mısın?"1

Hala bir açıklama beklemesi sinir bozucuydu. Ona gerçeği söylüyordum. Kadının bu tavrı bana inanmadığını göstergesiydi.

Kasklının söylediğinden geri durmadı. "Dediğimi yap ve yukarıya çık," dedi tekrardan. Bu kez sesinin desibeli yükselmiş gibi gelmişti. "Birazdan yanına ben de geleceğim."

Abisinin tavrından hoşlanmadığı çok belliydi ama bu kez karşı gelmedi. Gitmeden önce yandan bana bir bakış yolladı. Sonra da kızına "Hadi, Ece biz dayının dediği gibi yukarıya çıkalım," dedi. "Dayında arkamızdan gelecek." Son cümlesini kızına söylemişti fakat kasklıya bakarak dillendirmişti.

"Tamam," dedi Ece hemen. Merdivenlere yönelmeden önce bana el sallamayı ihmal etmedi. Şu an beni sakinleştirmeye çalışan etken Ece olmuştu. Ona gülümsedim. Aynı şekilde karşılık verdim. Annesiyle merdivenlerden çıkarken ise hissettiğim öfke tazelendi.

"Kız kardeşim adına senden özür dilerim." Kasklının sesini duyduğumda dik bakan bakışlarımı kendisine çevirdim.

"Sen niye özür diliyorsun?" diye sordum burnumdan solumaya devam ederek. "Bilip bilmeden yargılara vardığı içi kendisi özür dilesin."

"Haklısın. Sözüm yok." Haklıydım tabi. Gördüğüm muamele başlı başına saçmaydı. "Geleceğinden haberim yoktu. Eğer geldiğini görseydim, aşağıya inmesini engellerdim."

"Fayda etmezdi. Beni gördüğü an kız kardeşin yine aynı şeyleri düşünürdü." Düşünürdü. O kadın kendi kıyafetlerim içinde de olsa düşünürdü. Önyargı bence kız kardeşinin göbek adıydı.

"Yanına gittiğimde ben ona olanları anlatacağım."

Bakışlarımı kaçırmak istediğimde gözüm elinde tuttuğuna takıldı. "O benim değil mi?"

Benimdi. Arabada bıraktığım çantamı elinde tutuyordu.

"Senin," dedi ve çantamı bana uzattı. Elinden aldım. Kız kardeşi ile bu yüzden mi karşılaşmamış diye düşündüm. Olabilirdi. Yatın hangi noktasındaysa kız kardeşi yata gelmiş olabilir, kasklı da yattan çıkmış olabilirdi. Tüm bu olanın yanında şaşırdığımı da saklayamazdım. Arabasından çantamı almaya gideceğini hiç aklıma gelmemişti.

Beni şaşırtıyordu.

"Teşekkür ederim," dedim bende. Teşekkürü hak etmişti. "Buna ihtiyacım vardı."

En azından içindeki ıslak mendile ihtiyacım vardı. Ah, kahretsin. Halimi hatırladım. Hala akmış göz makyajı ile duruyordum. Her anlamda rezilliğin dibini gördüğüm bir gün yaşıyordum.

Kasklı hareket etmeye niyetlendi. "Pekala, ben şu işi halletmeye yukarıya çıkayım."

Yapsa iyi ederdi. Kız kardeşini bir daha ne zaman görürdüm bilmiyordum ama kesinlikle gördüğüm zaman bu anı hatırlayacak, iğneleyici bakışlarını üstümden çekmeyecekti.

"Bence de," dedim. Arkasını döndüğü sırada bende odanın içine elimdeki çantayla hareket edecektim ama durakladım. "Bu arada..." dedim arkasından. Sesimle omzundan arkasına bakındı. Merdivenlere daha varmamıştı. "Kız kardeşine her şeyin senin yüzünden olduğunu söylemeyi de atlama."

Bu önemli ve atlatılmaması gereken bir detaydı.

Tabi kasklı buna itiraz edebilir ya da sessiz kalabilirdi. Beni şaşırttı. Ne itiraz etti ne de sessiz kaldı. "Atlamam," dedi ve önüne dönerek merdivenlere yöneldi. "Bir dakika..." dedim hemen yine arkasından. "Şu meşhur kurutma makinen nerede peki?"

Tekrardan gözlerini bana çevirdiğinde yüzünde bir ifade yakalamıştım. Kasıntı bir halde değildi. Aslında yumuşamış bir haldeyken gülümseyecek gibiydi. Ben analiz yaparken sağ tarafını işaret etti. "Meşhur kurutma makinem şu tarafta," dedi dediğim cümlenin farklı versiyonuyla beraber. Sonra da önünü yeniden döndü ve merdivenleri çıkmaya başladı.

Ben ise onu arkasından izlediğimi fark edene kadar yerimde sabit kaldım. Kendime geldiğimde merdivenlerin yarısını çıkmıştı. Başımı zihnimi dalgalandırırcasına salladım ve odanın içine geri girdim. Bu sefer kapıyı kilitlemedim. Düşüncelerimle baş başa kalmamak adına hemen harekete geçtim. Çantamı yatağın üstüne bırakıp, içinden ıslak mendilimi buldum. Elimdekiyle aynanın karşısına geçip yüzümü temizlemeye başladım. Daha saçlarımı bile kurutmamıştım. Her şeyin ani bir şekilde gerçekleşmesi yapmam gerekenleri yaptırmıyordu.

Yüzümdeki siyahlıkları temizlerken dakikalar önce olanlar aklımda dönüp durmasını engelleyemiyordum. Normalde yaşadıklarımı fazla aklıma takmazdım ama bu olanlar takılmayacak gibi değildi. Takılmam diyen insanın zihninin ipliğine dahi mandal taktırırdı.

Olanları Doğanay'a anlatsam hayatta bana inanmazdı. Ben bile inanmakta zorluk yaşıyordum. Ya da inanırdı. Hatta şaşırırdı. Restorandaki kazadan ve kaçışımdan haberi vardı ama sonradan olanlarla ipin ucu kaçmıştı. Zaten kızın başı yeteri kadar kendi dertleriyle meşguldü. Birde ben ortaya çıkamazdım. Öte yandan kazadan kaçtığım için suçluluğumu ilan etmişti. Kaza faturası boyumu açsa da söylediklerinde haklıydı. Fatura benim faturamdı. Onda nettim artık. Diğer husus ise düğününden gelirken başıma musallat olanlar ve yardımıma gelen kişiydi. Kasklı ile tanıştığım an sanki hayatım yolu olumsuz anlamda şaşmıştı. Tuhaf yan ise durmadan onunla yolumun kesişmesiydi.

Unutkanlığımın da bunda faydası vardı. Öyle ya da böyle bu olanlar biraz benimle kalacaktı. Tabi kasklının cadaloz kız kardeşi birilerine anlatmazsa...

Düşüncelerimle yüzümü temizledim. Sonunda palyaço halimden normal bir kızın yüzüne dönmüştüm. Bana verdiği havluyla saçlarımı kuruladım. Islaklık tamamen gitmeyeceğini ben de biliyordum ama idare edecektim artık. Tokam var mı diye çantamın içini karıştırdım. İğne, iplik bile yanımda taşıyan biriydim ama bir tane toka dahi çantama atmamıştım. Onun yerine cebimdeki anahtarı çantamın içine attım. Islak eşyalarımı da elimde toplayıp odadan çıktığımda bana gösterdiği odaya geçtim. Ufak kiler büyüklükteydi. Tek kişi sığacak kadar alanı vardı. Kurutma makinesi ise çamaşır makinesinin üstündeydi.

Kıyafetlerimi kumaş ayırmaksızın üstteki makinenin içine tıktım. Evimde kurutma makinem yoktu. Aslında evde çamaşır makinesi olduğuna şükrediyordum. Memleketteki evimde de yoktu. Bu yüzden daha önce hiç kullanmamıştım.

Ne kadar zor olabilirdi ki?

Kapağını kapattım. Üstündeki yazıları okudum. En kısa zaman kırk beş dakikalık programdı. Süreyi ayarladım. Açma düğmesine bastıktan sonra işimi burada bitirdim.

Anlaşılan kırk beş dakika burada sıkışıp kalmıştım.

Normalde başkası benim gördüğüm muameleyi görse eşyalarını toplayıp çeker giderdi. Ama bana göre bu normal değildi. Klasik hareket etmeyi reddetmiştim. Başka bir anlamda bir karar verdiysem geri adım atmayı sevmiyordum.

Ne de olsa gerçek, yargıları yenerdi.

Ama odaya geldiğimde yukarıdaki konuşmayı merak ediyordum. Karar değiştirdim. Odadan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Yukarıya çıkarken sesleri duyunca durakladım. Büyük ihtimalle kapalı alandaydılar. Kız kardeşi de hala gitmemişti. İlk duyduğum seste kadının sesi olmuştu.

Kalan basamakları çıkıp çıkmamakta kararsız kalırken konunun ne olduğunu merak ettim. İçimden bir ses aşağıda olanlar hakkında olmadığını söylüyordu. Ben aşağıdayken çoktan konuşmuş olabilirlerdi.

"Ne var bunda?" diyordu kasklının kız kardeşi. "Ece'yi Barış'tan alıp çiftliğe geçecektim ama Ece, denizi görünce dayım da dayım diye tutturdu. Ben de yatta mısın diye sana bir bakayım dedim abi." Barış, Ebru'nun kocasıydı. Kimse bizi tanıştırmamıştı ama ben zeki bir kızdım. Doğanay'ın düğünündeki izlenimlerimden, konuşmalardan dolayı anlamıştım.

"Beni niye aramadın?" diye sordu kasklı.

"Aradım. Açmadın. Neden açmadığında anlamış oldum."2

Cümlesindeki ima oradaydı.

"Ebru!" Kasklının sesinde uyarı tonu vardı. "Durman gereken yerde dur."

Kız kardeşi uyarısına karşılık oralı olmamıştı. "Bugün Öktem'in çiftliğe geleceğinden haberin var mıydı?" diye sordu.

Kasklıdan bir an ses gelmedi.

"Hayır. Haberim yok."

"Yaptığı rezillikten sonra hala nasıl böyle davranabiliyor, anlamıyorum. Sen de çiftlikte olmalıydın. Hemen gitmemeliydin."

"Sen benim yerime çiftliktesin zaten."

En son yani dün düğünden sonra kasklının kız kardeşini çiftlik evinde görmüştüm. Kendi evi her nerede ise çiftliği bırakıp bırakmadığını bilmiyordum. Doğanay'a da son kasklıyı restoranda beklerken mesaj atmıştım. Tam onunla da konuşamamıştım. Anlaşılan çiftlik evindeydi ve olmaya da devam edecekti.

"Evet, birinin ortalığı kollaması gerekiyor. Hatta bir hafta falan çiftlikte kalmayı planlıyorum. Her neyse. Biz şu an ki konuya gelelim. Aşağıdakini ne zaman göndermeyi planlıyorsun? Onu söyler misin?"2

Aşağıdaki. Aşağıdaki.

Aşağıdaki ben oluyordum. Tabi şu an merdivenlerin ortasında kaskatı kalan kişiydim. Kasklının vereceği cevabını beklerken sabırsızlandım.

"Sebep olduklarımı telafi edeceğim."

Sebep olduğu, ıslanmamdı ve kurulmam gerektiğiydi.

"Anladım. Yani o kız bir müddet burada," dedi sıkıntıyla. Kırk beş dakika. Sadece Kırk beş dakika kadar buradaydım. "O zaman gidene kadar bizde burada kalalım."

Kaşlarım çatıldı. Düşünürken bakışlarımı kaçırdım. Bilerek bu kararı aldığı o kadar belliydi ki. Geldiği andan itibaren aklına gelen ihtimal ortadaydı. Kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Ama abisinden hoşlanmadığımı bilmiyordu.

"Buna gerek yok," dedi kasklı. Konuşmasıyla bakışlarımı kaldırdığımda beklemediğim bir yüzle karşılaştım. Afalladım. Gözlerim irileşti. Merdivenlerin başında kasklının yeğeni dikiliyordu. Bana bakıyordu ve gülümsüyordu. Yanlış mı görüyordum, bilmiyordum. Ama hayır, yanlış görmüyordum. Cidden küçük kız bana gülümsüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Konuştuğu an annesini ve dayısını dinlediğim ortaya çıkardı. Hızla işaret parmağımı dudaklarıma götürerek sessiz ol işareti yaptım.

Bugün daha fazla rezil olmak istemiyordum.

Hem de kasklının kız kardeşine daha fazla koz vermek istemiyordum.

"Bence gerek var abi," dedi Ebru. "O kızdan hoşlanmadım."

Sanki ben kendisinden hoşlanmıştım. Yoluna ölüyordum. Doğanay'ın evinde gördüğüm an kadının olumsuzluk her yerinden akıyordu. Kalırsa da umurumda olmazdı. Şu an derdim başkaydı. Derdim kendisinin tam tersi olan şeker kızının sesini çıkarmasını engellemekti.

Korktuğum olmadı. Başını bilmişçesine aşağı yukarı salladı. O sırada kasklının "Özür dileyeceksen kal," dediğini duydum. Şaşırır gibi oldum.

"Hayatta olmaz," dedi hemen kız kardeşi. "Özür dilemem."

Ece'ye gülümsedim. Elimle sessizce öpücük gönderdim. Gülümsemesi genişlerken bu küçük kız görünüşü haricinde annesine hiç benzemiyordu. Daha merdivenlerin başında beklemedi. Görüş açımdan çıktı. Ben de rahat bir nefes alıp verdim.

"Beni ne duruma soktuğunun farkındasındır diye düşünüyordum, Ebru."

"Üstünde senin kıyafetlerin vardı abi!"

"Ne olmuş varsa?"

Kesinlikle ne olurdu, üstümde kıyafetleri varsa?

"Özür dilemem abi. Hem sen çoktan özür dilemişsindir."

Doğru bilmişti. Abisi benden özür dilemişti. Ben de özür dilemesi gereken kişinin o olmadığını söylemiştim. Kız kardeşinin karakterini de çözmüştüm. Kız kardeşi her ne olursa olsun, yani hatalı taraf olsa da geri adım atmayan tiplerden biriydi.

"Anne," dedi Ece araya girerek. Kendimi tetikte hissettim. Diğer yandan kulaklarımı kabartmıştım. Sessiz olacağını hakkında onay almıştım ama ne olur olmazdı. Sonuçta kız daha çocuktu. Merdivenlerde olduğumu söylerse de öyle ya da böyle bir şey uydururdum. Yapmadığım şey değildi. Bu konuda becerikliydim de. "Ne zaman gideceğiz? Ben sıkıldım."1

Bunu beklemiyordum.

"Sıkıldın mı?" diyen Ebru'nun sesi geldi.

"Evet," dedi Ece şen şakrak sesiyle. "Hadi, Doğanay ablayı görmeye gidelim."

"Dayı dayı tutturan sendin, Ece." Kızının dediğine inanamıyormuş gibiydi. Aslına bakılırsa bende şaşırmıştım.

"Ama anne dışarısı da çok soğukmuş. Ben üşüdüm. Sen üşümedin mi?"1

"İçerisinin sıcaklığı iyi değil mi ufaklık?" Araya giren kasklıydı.

"Dışarısı dayı. Dışarısı," dedi Ece. "Anne ben gitmek istiyorum işte. Gitmek istiyorum. Hadi gidelim."

"Senin bu ani kararlarına yetişemiyorum!" dedi Ebru.

Ece pes etmedi. "Gitmek istiyorum. Gitmek istiyorum," diye ısrarını tekrarladı. "Ben gidiyorum."

Adım sesleri duymaya başlayınca merdivenleri hızlıca inmeye başladım.

"Dur bekle," dedi Ebru. Yine yukarıdan adım sesleri geldi. Kendimi merdivenlerin yan tarafına attım. "Hayret bir şey," dediğini duydum Ebru'nun. "Yeğenin beni oynatmayı nasıl da seviyor." Kasklıya şikayette bulunuyordu. "Ayrıca abi, o kızı kısa sürede yollamayı unutma. Kimseye burada olduğunu söylemeyeceğim."1

Son söylediğini iyilik yapıyormuş gibi söylemişti.

Kasklıdan ses gelmedi ama Ebru'nun kızına seslenmesini duymaya devam ettim. Tabi her saniye sesi uzaklaşarak geldi. Yerimde bir müddet hareket etmeden durdum. Neden durduğumu da açıkçası bilmiyordum. Yalnızca zihnimden düşünceler geçiyordu.

Ucuz atlattığımı düşünüyordum.1

Tamam, onları dinlediğimi elbette itiraf etmezdim. Bir bahane bulurdum ama ne kadar gerçekçi ve inandırıcı olurdu, bilemezdim. En azından bundan paçayı sıyırmıştım. El atmama gerek kalmamıştı.

Odaya doğru ilerlemeye başladığımda bu tür düşüncelerleydim. Aslında yukarıya çıkmak istiyordum. Sonuçta kız kardeşi gitmişti. Kırk beş dakika boyunca ne yapacaktım? Bu zamanın içinden beş, on dakika falan gitmiş olabilirdi. Saate bakmam gerekiyordu. Odaya girdim. Çantamdan telefonumu aldım. Saatin beşi biraz geçtiğini gördüm. Neredeyse akşam olacaktı ve ben hala buradaydım.

Arabayı kiraladığım firmanın, akşam sekize kadar açık olduğunu biliyordum. Buradan çıktıktan sonra yetişebilir miydim? Bilmiyordum ama bugün o firmaya gitmeyi kafaya koymuştum. Kabataslak zaman planı yapmadan önce bulunduğum yerden kiralama şirketine ne kadar yol kat etmem gerektiğini öğrendim. Metro, tramvay ve otobüs üçlüsü beni bekliyordu. Otobüs yolları uzatarak götürecekti ama yapacak bir şeyim yoktu. Yarım saat sonra buradan çıkarsam, otobüs için akşam trafiğini de hesaba katarsam yetişebilirdim. Belki de benim güzergahımda trafikte olmazdı. O zaman rahatlıkla firmaya gidebilirdim.

İstanbul yolları belli olmazdı.

Günü böyle kapatabilirsem tüm olumsuzlukları unutabilirdim.

Mesajlarıma bakmadan önce telefonumu sessizden çıkardım. Titreşime aldım. Can'dan gelen mesaj bildirimi de vardı ama ben Doğanay'ın attığı mesaja tıkladım. Mesajıma idare etmeye çalıştığını yazmıştı. Yani iyi değildi. Düğününde olanlar ve yaşadıkları ağır şeylerdi. Eve vardığımda onu aramayı zihnime not ettim. Sonra da istemeyerek de olsa üstten Can'ın mesajlarına göz gezdirdim.

Betül, neden böyle yapıyorsun?

Beni görmezden mi geleceksin?

Yaptığın bu mu!? Beni görmezden gelmek mi?

Ama ben buna izin vermem! Mesajlarımı okuyacaksın! İyi oku! İzin vermem buna!2

Başka mesaj yoktu. Aramada yoktu. Mesajlara bakakalmıştım. Son mesajlarının yazım dili de neydi öyle? Kaşlarım çatıldı. Böyle mesaj atmayı nasıl kendinde hak buluyordu? İki kez falan konuştuk, biraz da mesajlaştık diye kendisini ne sanıyordu? Hoş çok iyi tanıdığım biri bile benimle bu üslupta konuşamazdı. Asıl ben izin vermezdim.

Sinirlenmiştim. Mesajların içine o sinirle girdim ve cevap yazdım.

Ne saçmalıyorsun sen? Her dakika mesajlarına cevap vermek zorunda değilim. Benimle böyle konuşamazsın!!!!

Mesajları yazdıktan sonra telefonun ekranını sinirle kilitledim ve odadan çıktım. Bir an ne yapmam gerektiğini bilemedim. Merdivenlere yöneldiğimi fark ettim. Adımlarımı geri almadım. Yukarı çıktım. Kapalı alandaki koltuklara yöneldim ve kendimi oraya attım. Telefonumu önümdeki masaya bıraktım. Kapalı alanın ilerisinden sesler geldiğini fark ederken kalkıp bakmadım. Kasklıdır, diye düşündüm. Aklım hala Can denilen adamın tavrındaydı.

İnanamıyordum.

Çok mu yüz vermiştim acaba?2

Aramızda belli bir sınır koymuştum. Şu yaşıma kadar kimle kısa süreli flört etmişsem o sınırı herkese koymuştum. Hayır, yüz falan vermemiştim. Can'a da yapmıştım. Çok samimi değildim.

O kadar düşüncelerimin içindeyken gelen sesle irkildim. Gözlerimi telefonumdan çekerek kaldırdım. Görüş açıma giren siyah kupaya baktım. Sıcaklığından havaya duman süzülüyordu.

"Bu ne?" Masanın diğer tarafında dikilen kasklıya bakıyordum.

"Çay. Isıtır."

Sıcak bir içeceğe hayır, demezdim. "Sağ ol," dedim bardağı kendime doğru çekerken. Kendisinin de bardağı vardı.

"Afiyet olsun," dedi o da L şeklindeki koltuğun ucuna oturdu.

Parmaklarımı kupanın etrafına sararken sıcaklık bünyeme iyi geldi. Sıcağı seviyordum. Ben sıcak insanıydım. Yazı severdim. Hatta en sevdiğim mevsim yazdı. Soğukla aram yoktu. Kapalı havalarda hiç hoşlanmaz, kışın donmaktan nefret ederdim. Şimdi de sıcaklık yardımıma koşmuştu. Kuru kıyafetlerin içinde olsam da iç çamaşırlarımın nemliliği tenime batıyordu.

Kupayı dudaklarıma götürüp sıcak çayı yudumladım. Şekerliydi. Tam kıvamındaydı. Normalde üç kaşık şeker kullanırdım.

"Kesinlikle iyi geldi." Sesimin dışarıya çıktığını duyana kadar içimden konuştuğumu sanıyordum.

"Katılıyorum," dedi kasklı.

Ona bakacağım sırada telefonumun ekranı yanarak titredi. Gözüm ilişti. Arayanın Can'ın olduğunu görür görmez aramasını reddettim. Mesajımı okumuş olmalıydı. Onunla konuşacaktım. Konuşacak ve haddini bildirecektim. Ama şu an değildi. Bugün bununla uğraşamazdım.

Çayımı yudumlamadan kasklıya bakındım. Bakışlarıyla karşılaştım. Aramayı reddettiğimi fark etmiş olması yüzde yüzdü. "Kız kardeşin nerede?" diye sordum bilmiyormuş gibi. "Gitti galiba."

Telefonum tekrardan titredi ama bu sefer ekranı aydınlanmadı. Mesaj gelmişti. Kaşlarımı çatmamak için kendimi zapt ettim.

"Gitti."

"Gitmez sanıyordum." Telefon yine titredi.

"Sebep?" diye sorarken bakışları telefonuma gitti. Ekrana bakmasam da Can'dan gelen mesajların bildirimi olduğuna emindim.

"Çok açık değil mi?" diye sordum telefonuma uzanırken. Gözüm kasklıdaydı. Ekrana bakmadan telefonun yanından titreşimden sessize alıp masadan elimi çektim. Bardağa uzandım.

Kasklı bana baktı. "Bilmiyorum. Öyle mi?"

Kız kardeşinin huyunu bilmediğini mi yoksa bilmezden mi geliyordu, çıkarım bir an yapamadım. Net bir cevap vermiyorsa, aynı şekilde karşılık verirdim. Sonuçta ben ne seviyordum? Eşitlik seviyordum. "Öyle," dedim. Sarışın saçlı kadının beni odadan gördüğü anı hatırladım. Sanki elektroşok vermişler gibi olmuştu. O an neredeyse gülecektim ama kendimi tutarken bir ayrıntıda takılı kaldım.

Kız kardeşi sarışındı. Aynı zamanda yeğeni de sarışındı. Ve bana daha bugün restorandaki kişinin benim olduğunu nasıl anladığını sormuş, o da "Senden başka sarışın tanımıyorum," demişti.

Tanıyordu. Hayatında iki tane sarışın vardı.

"Tanıyormuşsun," dedim ansızın. Konuştuğumu fark edince kendimi toparladım. İkinci kez düşüncelerimi dışarıya istemeden veriyordum. Anlamadı. Bakışlarından anladım. Bende açıklamak durumunda kaldım. "Sarışın tanıyormuşsun," dedim. "Kız kardeşin ve yeğenin sarışın. Bana tanımıyorum demiştin."

"Doğru. Öyle dedim," dedi gözleri yüzümdeyken. "Çünkü ailem dışında senden başka sarışın tanımıyorum."

"Niye esmer mi seviyorsun?"2

Afalladım. Konuştuğum an söylediğimi geri almak istedim ama ağzımdan lanet soru bir kere çıkmıştı. Geri dönüşü yoktu. Kendime inanamıyordum. Kendi sorumun kendimi afallattığını belli etmemeye çalıştım.

Gözlerimi yüzünden çekmeden sabit yüzünün mimik vermesini beklesem de vermedi. Kendime ben şaşırmıştım ama o şaşırmamış gibiydi. "Neden merak ettin?" diye sordu.

Çok güzel soruydu. Neden merak etmiştim ki ben?

"Arkadaşça konuşuyoruz işte," dedim. Bakışlarımı kaçırmadım. Kaçırırsam yanlış bir şey yaptığımın belirtisi olurdu. Öyle bir izlenim verecek değildim.

"Biz arkadaş değiliz, Sarışın."2

Ah. Elbette arkadaş değildik. Bende biliyordum ama o an birkaç kez kullandığı sıfatı tekrar kullanması dikkatimi çekmişti.

"Benim bir adım var," dedim. "Betül."

"Biliyorum."

"Güzel. Demin söylediğim arkadaş kelimesi de lafın gelişi. Öyle bir şey olmadığımızı bende biliyorum. Ayrıca ben sana yüzüne karşı kasklı demiyorsam, senin de bana sarışın deme hakkın yok."2

Düşünür gibi duraklarken bardağındaki çayı içti. "Bana böyle mi diyorsun?" diye sordu, bardağı indirirken. "Kasklı."3

Kırdığım potu o an fark ettim. "Evet," dedim geri atmayarak. "Ama yüzüne karşı hiç dedim mi? Demedim."

"Aslında olabilir."

"Anlamadım?"

"Söyleyebilirsin," dedi düz bir sesle. "Çünkü ben sana Sarışın demekten vazgeçmeyeceğim."2

Benimle bence dalga geçiyordu. Vazgeçmeyeceğim de ne demekti?

"O nedenmiş?"

"Alıştım bir kere," dedi normal bir şey söyler gibi. "Alışkanlıklarımdan kolay kolay vazgeçmem."1

Şaka mıydı buydu?

Açıklamasına bakakalmıştım. İçimden gülmek geldi ama ne diyeceğimi bilemedim ve ben bilmediğim zamanlarda bile bir şey derdim. Konuşmak için ağzımı açtım, sonra kapattım. Sonra yine açtım ama bu sefer dudaklarımdan sinirim bozulmuş gibi bir ses çıktı.

Sinirim bozulmuştu çünkü.

"Sen..." dedim. Bardağı sıktım. "Var ya çok gıcık bir adamsın ve senden hoşlanmıyorum."

"Hoşlanmana gerek yok, Sarışın," dedi. Bilerek sarışın lafını kullanıyordu resmen. "Faturamı ödesen yeter."

İşte yine konuyu önüme atmıştı.

"Derdin bu değil mi? Faturan." Öyleydi. Kesinlikle öyleydi. Konuyu dönüp dolaştırıp oraya getiriyordu. "Sana zaten ödeyeceğimi söyledim. Balık hafızalı mıyım ben de durmadan hatırlatma yapıyorsun bana."

"Bende zamanını merak ediyorum," dedi dakikalar önce olduğu gibi. O an önümü kesmiş, ne zaman diye tutturmuştu. Sonuç ise hiç iyi olmamıştı. "Ama en iyisi sana ödeme planı çıkarmam. Böylece ödemen netlik kazanır. Kabul mu?"

"Tamam, çıkar. Kabul."

Netlik istiyorsa, netlikti. Ödeme planıysa, ödeme planıydı. Eğer başımı faturam da faturam diye didiklemeyecekse kabuldü.

Başını ağırca salladı. "Anlaştık," dedi. "En kısa sürede elinde olmasını sağlarım."

"Bana postalarsın," diye cevap verdim ama sonra bana önceden söylediğini hatırladım. Adresini bir daha hatırlayacağıma eminim. "Bir dakika," dedim elimi bardaktan çekerken. "Postalaman için adresimi hatırlaman gerekiyor ama sen adresimi hatırlamıyorsundur." Telefonumu elime aldım. "Sana adresimi mesaj atayım."

Beni aramıştı. Numarası artık vardı. Numarayı kaydettim. Elbette ismini kullanmadım. Kasklı diye kayıt ettim. Ardından söylediğim gibi numarasına adresimi attım. Ama mesaj atmadan önce Can'dan gelen mesaj bildirimlerinin ve çağrılarının fazlalığını görmüştüm.

Bugün hiçbir konuda sakin kalamayacaktım. Belliydi.

"Tamamdır," dedim bakışlarımı kaldırırken. Ona baktığımda o bana bakıyordu. Hareketlerimi izlerken, dirseğini masaya dayamış şekilde çenesine dokunuyordu. "Ödeme planını postalaman için engel kalmadı."

"Numaramı kaydettin mi peki?"

"Merak etme, kaydettim. Sonuçta her şeyi resmiyete döküyoruz."

Elini çenesinden çekti. "Kasklı diye kaydetseydin."

Ne değişik bir adamdı. Bana sarışın demesini istemiyordum ama demeye devam ediyordu. Kasklı diye hitap etmemden de gocunmayacağını dillendiriyordu. Söylediği gibi kaydettiğimi de kendisine söylemeyecektim.

"Ödeme planı diye kayıt ettim," dedim.1

"Beni oldukça şaşırtıyorsun, Sarışın," dedi.

Aynı fikirdeydik. O da beni şaşırtıyordu. Olumsuz anlamda.

Bakışlarımı kaçırdım. Telefondan saate baktım. Yarım saat daha geçmemişti. On dakikası vardı. Problem değildi. Ben daha fazla burada kalmayacaktım. "Oldu o zaman," dedim ayaklanırken. "Kıyafetlerim kurumuştur. Benim de ayrılma zamanım gelmiştir."

Telefonumda elimde masanın olduğu yerden çıkarken kasklı bir şey demedi. Ben de konuşmasını beklemedim. Aşağıya indiğimde makinenin olduğu küçük odaya girdim. Makine çalışmaya devam ediyordu ama bende bu kadar dakikada kurumuştur diye düşünüyordum. Makinenin durdurma tuşuna bastım. Kıyafetlerimi içinden alırken önceki halinden kat kat iyi olduğunu elim değdiği an idrak ettim. Vakit kaybetmeden odaya geçtim. Kapıyı yine kilitledim. Üstümdeki kıyafetleri bir çırpıda çıkarıp kendiminkileri giydim.

İnsanın kendi kıyafeti gibi yoktu.

Emanet gibi neydi o öyle? Çok şükür tam anlamıyla rahatlamıştım. Aynaya bakarak ceketimi düzelttim. Saçlarımı kulağımın arkasına iliştirdim. Çizmelerim biraz nemliydi ama yapacak bir şey yoktu. Geçen zamanda azıcık kurumuştu. Onları da giydim. Çıkardığım kıyafetleri ne yapacağımı bilmediğimden yatağın üstüne öylece bıraktım. Çantamı omzuma taktığım gibi odadan çıktım.1

Yukarıya geldiğimde kasklıyı bıraktığım yerde, elinde telefonu kurcalarken buldum. Geldiğimi hissetse de bakışlarını kaldırmadı. Hiçbir sorun yokmuşçasına telefonuna bakmaya devam etti. Ona göre elbette sorun yoktu. Benim açımdan yalnızca kocaman sorundu. Ayrıca ona bir daha kıyafetlerini verdiği için teşekkür etmeyecektim. "Sana iyi günler," dedim keyfi bozulsun diye. "Hatta iyi akşamlar."

İyi günleri mi kalmıştı? Akşam oluyordu.

Bakışlarını kaldırıp kaldırmadığını bilmeden yatın çıkışına ilerlerken de sesini duydum. "Sana da iyi akşamlar, Sarışın," dedi. Sarışın kelimesini sanki daha bastırarak söylemişti. Hiç oralı olmadım. Arkama da bakmadım. Kapalı alandan çıktım. Yatın tamamından inip yola çıktığımda ancak arkama baktım.

"Uyuz," dedim yata doğru. Sesim haddinden fazla çıkmıştı. Çıkabilirdi. Duymuşsa da süper olurdu. Başka şeylerde söylemek istiyordum ama şu anlık bu kadar yeterliydi.

Şimdi sıra bugünün asıl sorundaydı.

Büyük adımlarımla arabasının yanından geçerken internet otobüs durağının nerede olduğuna baktım. On dakikalık mesafesi vardı. Otobüsten sonra tramvaya binecek, ondan sonra da metro yapacaktım. Durağı kolaylıkla bulurken hemen otobüs saatine baktım. Bir dakika sonra durakta olacağı yazıyordu.

"Koş Betül, koş," diyerek kendimi gazladım ve durağa doğru koşmaya başladım. Bugün bir dakika mı bile boşa harcamayacaktım. O bir dakika bana on dakika gibi geldi. Durağa geldiğimdeyse otobüsten eser yoktu. Tekrardan otobüs saatine baktım. Kaçırmam imkansızdı. Yoldan bile geçmemişti.1

"Şaka herhalde," dedim ekrana bakarken. Otobüsün durağa gelme saati güncellenmişti. On dakika yazıyordu. Nefes nefese kalmamla ve koştuğumla kalmıştım. Duraktaki banka oturdum. Benden başkası durakta yoktu. Gözlerimde gelecek otobüsteydi.

Otobüs gelmedi ama önümden bir araba geçti. Bende o arabayı tanıdım. Kasklının arabası ben durakta otururken önümden geçmişti. Kendisini bile görmüştüm. Arabanın arkasından bakınırken benim otobüsüm yoktu.

İnsanın arabası olması böyle bir şeydi işte.

Kasklı istediği zaman istediği yere kolaylıkla gidebilirdi.

Benim gibi arabasız olanlar da duraklarda sürünürdü. Bu besbelli sınıfsal farklılıktı. Ve ben hala otobüs beklemeye devam ediyordum.

***

Gitmem gerekecekti.

İstemeye istemeye aşık olduğum şehri terk etmem gerekecekti. Bir çare bulamazsam sonum kesinlikle terk etmeye çıkacaktı. Annemler olanları duyduğunda benim asla İstanbul'da kalmama izin vermezdi. Zaten zırt pırt memlekete gelmemin sinyallerini veriyorlardı. Bu sefer kesin yanlarına gelmemi isteyeceklerdi ve bu sefer haklılardı.

Galiba. Kısmen. Birazcık.

Hoş bulunduğum duruma gelene kadar İstanbul beni kovarsa ancak o zaman giderim diye düşünüyordum ve bu gidişle kovmasına da gerek yoktu.

Belki de bir şehrinden kovulmak böyle oluyordur? Olabilirdi. Neden olmasındı? Hiçbir şehirden kovulmadığımdan bilemeyecektim.

Benim bir çözüm yolu bulmam gerekiyordu.

Kesinlikle. Mümkünse hemen. Hatta şu an.

Herhalde dünyada içinde bulunduğum duruma göre herhangi bir çözüm yolu vardır değil mi? Sadece aklıma gelmeliydi. Gelmesi ve beni kurtarması gerekiyordu. Sonra işim kolaydı. Tıkır tıkır her şey yoluna girerdi.2

Umut ne kadar güzel bir şeydi.

Bir kutuyu dondurmayı mideme gömerken ve karşımdaki televizyondan kdramalarımdan bir bölüm izlerken aklımdan geçenler tam olarak bunlardı.

Benim bir çözüm bulmam gerekiyordu.

Belki de birden fazla çözüm. Sonuçta bir tane yeterli gelmeyebilirdi çünkü kahretsin ki tek bir derdim yoktu. Bela mıknatısı gibi ortalıkta dolanırsam da bu gidişle de bu sayı artabilirdi.

Kendimi tenis maçında gibi hissediyordum. Gelen her topu karşılamam gerekirken beceremiyor, o minik, ufak topu kafama yiyordum. Şimdilik üç toptu ama kesin devamı gelirdi.

Benim bir çözüm bulmam gerekiyordu.

Teker.

Teker.

Teker.

Hepsine.

Birincisi herkesten sakladığım notlarımın annemlerin duymaması gerekiyordu. Netice de berbat puanıma verilen çeyrek, minicik bursumu kaybettiğimi kimsenin duymaması lazımdı. Hiç tasnif etmiyordum ama bursum beni ilk terk eden olmuştu.

İkincisi bana çıkarılan faturayı bir şekilde ödemem gerekiyordu. Şu kasklı yakışıklının o kadar para içinde yüzüp benden bunu istemesi gerçekten saçmalıktı.

Üçüncüsü biraz karışık bir durumdu. Sosyal medyadan kimseyle bir daha görüşmememi bangır bangır bağıran bir karışıklıktı çünkü sürpriz yumurtadan ne çıkacağı belli olmuyordu. Benim de artık nur topu gibi bir sapığım vardı.

İşin aslı hayatım tam bir fiyasko olma yolunda ilerliyordu.

Ve benim bir çözüm yolları her ne haltsa en acilinden bulmam gerekiyordu.

Ama ben ne yapıyordum? Koltukta bağdaş kurmuş, bir kilo dondurmayı mideme indiriyordum.

Aman ne güzel.

Geçen birkaç günün içinde sorunlarımın hepsini toplamıştım. Evet, üç tane sorunum vardı. Bursumu kaybetmemin ardından bir aylık okul ücretini ödemiş olsam da, geriye kalan ayların parası çözülmesi gereken olarak bekliyordu. Ama hallederdim. Halledecektim. Kendime güvenim vardı.

Can ise sapık gibi peşimi bırakmıyordu. Daha doğrusu telefonumun peşini bırakmıyordu. O günün mesajlarından sonra eve geldiğimde mesajlarına bakabilmiştim. Araba kiralama firmasına kapanmadan ulaşmıştım. En azından o gün bu sorunum düze çıkmıştı. Firmaya gittiğim gibi yetkili kişiye çıkışmış, düştüğüm durumu öfkeyle atlatmıştım. Arada firmalarını şikayet edeceğimi söylemiş, adamın yanındaki kadın çalışan beni sakinleştirmeye çalışmıştı. O an anahtarı yüzlerine fırlatmadığım kalmıştı. Firma sorumsuzluğunu kabul etmişti. Arabanın konumuna sistemlerinden bakmışlardı. Araba bıraktığım mevkideydi. Haberim yoktu ama arabada firmanın takip cihazı vardı. Ayrıca sorumsuzluklarını kabul etmekle de kalmamışlardı. Kızlarla ödediğimiz paranın yarısını iade etmişlerdi. Bende kızlara banka hesabından yollamıştım. Tabi onların olanlardan haberi yoktu. Çok fazla ayrıntıya girmeden arabanın bozulduğunu söylemiştim. Ama ıssız bir ormanın ortasında olduğunu söylememiştim. Musallat olanları da söylememiştim. Kasklıdan bahsetmemiştim. Onların bildiği şuydu; arabanın bozulacağını anladığım zaman yakınlarda benzin istasyonuna girdiğimdi. Sonra firmanın çağrı merkezini aradığımı biliyorlardı. Gece çalışmadıklarını bilmediklerinden tabi söylediğime inanmışlardı.

Can'ın mesajlarını akşam okuduğumdaysa onunla uğraşacak enerjimin olmadığına kanaat getirmiştim.

Aç konuşalım, Betül!

Arkasından, Bak özür dilerim. Özür dilerim, yazmıştı.

Yanlışım neyse konuşalım.

Cevap yazmıştım. İletişimimizi keselim, demiştim. O da aramıştı. Açmamıştım. Ertesi gün yine aramıştı. Aramalarına cevap vermeyince de mesaj atmaya devam etmişti. Aynı şeylerdi. Onunla konuşmam gerektiğini söylüyordu. Bu sabahta aramıştı. En sonunda numarasını engellemiştim. O zaman da dersteyken sosyal medyadan rahatsız etmişti. Orayı nasıl unuttuğum içinde kendime kızmıştım. Hesabını hesabımdan çıkarmış, oradan da engellemiştim. Aynı üniversitede olduğumuzu ise derste hesabını engellerken kafama idrak etmişti. Sınıfımı biliyordu. Açıkçası bu ayrıntı biraz ürpermeme neden olmuştu.

Dondurmadan bir kaşık daha aldım. Buz gibiydi ve buz gibi olması bana birini hatırlatıyordu. Kasklıyı. Elime daha ödeme planı geçmemişti. Ama o akşam evde başka fark ettiğimde olmuştu. Resmen ben bu adamda durmadan bir şeyler unutuyordum. Bu kez de çoraplarımı unutmuştum. Eve geldiğimde ayaklarımdaki çoraplarını görürken, kendi çoraplarımın olmadığının farkına varmıştım.

Rezilliğin dibiydi.

Hem de üstünde gülen yüz emojisi olan çoraplarımı unutmuştum. En son onları da kurutma makinesine atmıştım ama neresindeyse alırken içinde görmemiştim.

İnsan çorabını nasıl unuturdu? Ama unutmuştum işte. Farkına varıp varmadığını ise bilmiyordum. Bende çoraplarım için aramamıştım. Gördüyse de çöpe atmıştır diye düşünüyordum.

Çorap sorunumun en basitiydi. Benim cidden bir çözüm bulmam gerekiyordu. Beni paraya götürecek bir çözüm bulmam gerekiyordu. Ödeme planını yakında yollardı. Orada da ödeme yapmam tarihler olurdu. Büyük ihtimalle beni taksite bağlayacaktı. Sonuçta ödeme planı bu yüzden yapılırdı.

Ne yapmam lazımdı?

Ne yapmam lazımdı?

Dondurma kaşığı ağzımdayken, gözlerim de ekrandayken kafamdaki ampul yandı. Tabi ya, iş diye düşündüm. İş bulacaktım. Ancak o zaman elim para görürdü. Okula gidiyordum ama yarım gün bir yerlerde çalışabilirdim. Ne kadar verirlerdi, bilmiyordum. İşimi görür müydü, onu da bilmiyordum. Bir iş bulabilirsem, onun da çözümünü bulurdum. Kasklının ödeme planı bana uymazsa, daha fazla taksit yaptırırdım. Daha fazla taksit demek, ödeme tutarının küçülmesi demekti. Okulun ücreti içinde devreye kredi kartı girerdi. Normal hesap kartı vardı. Kredi kartım yoktu ama çıkarttırırdım. Bir işe girersem kesin kredi kartı bana da çıkardı.

Ağzımdaki kaşığı çıkarıp dondurmaya batırdım. Televizyonu kapatıp acelece odama girdim. Açık laptopumun önüne oturdum. Kendime cv hazırlamadan önce bana göre neler var diye iş ilanlarına baktım. Daha önce bir yerde çalışmamıştım. Bu yüzden bana ne uygun onu bilmiyordum. Ne yapabileceğimi de bilmiyordum. Mağazada çalışabilirdim ya da garson olarak kafede çalışabilirdim. Alanları daralttım. Sonra bir an, bir firma unvanın da takılı kaldım. Gözlerim kısıldı. İlanın içine girdim.

Bir garsonluk ilanıydı.

Doğrusu bir restoranın garsonluk ilanıydı. İlan detaylarında hem part time hem de tam zaman için seçeneği vardı ve en önemlisi ilanın yeri daha önce gittiğim restoranın ilanıydı. O an zihnimde konuşma seslerini duyar gibiydim. Konuştuğumuz gibi elaman alımı yapabilirsin.

Kasklının ve eniştenin çalıştırdığı restoran eleman alımı yapacaktı. Kendi kulaklarımla duymuştum. İşte bulmuştum! Madem kasklı faturasının bedelini istiyordu, ona bu yolla ödemesini yapacaktım.

Kendisinin yönettiği restoranda çalışacaktım ve parasını alacaktı.

Bu harika bir plandı!1

-DEVAM EDECEK-

Oy ve yorumları lütfen unutmayalım.

Her türlü destek olursanız çok sevinirim. Gördüğünüz üzere çok az kişiyiz.

Bölüm nasıldı?

İnstagram

cigdemin_hikayeleri

twitter: okuyan94

tiktok: __okuyan94__

Wattpad profilimi takip ederseniz sevinirim __okuyan94__

Ayrıca whatsap kanalıma gelmeyi unutmayın.

İnstagramdan yazarsanız link atabilirim.

NASİPSE YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

:)

Bölüm : 07.12.2024 20:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...