
Herkese merhaba.
Oy ve yorumlarınızı lütfen unutmayalım.
Wattpade giremeyenler için buraya da ekliyorum ama oy ve yorumlardan hiç memnun değilim.
Bol bol oy ve yorum bekliyorum bu bölüme.

KEYİFLİ OKUMALAR
17.Bölüm
İrkildim. Uyandığımı anladım. Bilincim yavaşça açılırken uyandığım için kendimi şanslı hissettim. Çünkü huzursuz edecek kareler rüyamda görüyordum. Tam olarak ne gördüğümü hatırlamıyordum ama huzurlu hissetmediğime göre kötü bir rüya olduğunu biliyordum. Kabusta diyebilirdim. Normalde çok sık bu durumu yaşayan biri sayılmazdım ama kalbim bile korkuyla atıyordu. Kesinlikle kabus görmüştüm.
Uyanmış ve gözlerim ağırca açılmaya başladığında hissettiğim hisler dışında başka hissetmem gerekenler de olduğunu zihnim tamamen kendine geldiğinde fark ettim. Zihnim bulunduğum yer hakkında tuhaflık seziyordu. Yattığım yerde yüzüstüydüm. Bir elim başımın altındaki yastığa sarılmıştı. Diğer elimin tutunduğu vardı. Açılan gözlerimin ilk gördüğüyse bacaklardı. Kalın bacaklardı.
Bir dakika.
Kaşlarım çatılmak istedi. Yapamadı. Onun yerine üstümden sıyrılmamış uykulu gözlerim milim milim yukarıya doğru ilerledi ve elimin tutunduğunu gördü. Gözlerim irileşmek ile incelemek arasında kaldı.
Ama aklım şaşkınlığını dile getirdi.
Ne? Ne?
Elim başka bir eli tutuyordu. Başka bir eli. Başka birinin elini. Kimin elini?
Filmlerde bazı sahnelerde yavaşlama anı olurdu. Saniye saniye gitmesi gereken yere oyuncuların bakışı değerdi. Şu anda da o şaşkınlıkla aynı şeyi yaşadığım bir gerçekti. Gözlerim tuttuğum elden yukarıya doğru ilerledi. Bacaklarını sonra da elini gördüğüm kişinin üstünde sweatshirtünün kapladığı geniş gövdesi görüş açıma girdi. Gözlerim ilerledi, ilerledi. Kirli sakallı çenesinden yüzüne doğru ulaştığımdaysa gözlerim bu kez kararını verdi. İrileşti. Uykusunu alamamış gözlerim, cam gibi parlak gözleriyle karşılaştı.
Kasklı.
Yanı başımdaydı. Daha doğrusu koltuğun köşe kısmında, başımın yan tarafında oturuyordu ve benim şaşkınlık dolu aksime suratıma bakıyordu. O an kalbim kütledi. Zihnime aynı anda da sorular yapıştı.
Onun burada ne işi vardı?
Aynı yerde nasıl oluyorduk?
Ben neredeydim?
Ve kasklının elini neden tutuyordum?
Elini. Elini hala tutuyordum! Yerimden zıplarcasına doğrulurken, "Ne?" diye panikle konuştum. Arkasından da "Ne oluyor burada?" gibi saçma sapan bir soru da dudaklarımdan çıktı. O sırada üstümden gri rengindeki bir örtü sıyrılmış, bacaklarıma inmişti.
Neden buradaydı? Neden üstümde örtü vardı? Neden elimi tutuyordu?
Gözlerimi kırpıştırdım, anlamaya çalıştım ve oturduğu yerin arka planını gördüm. Görmemle beraber beynimde ziller çalmaya başladı. Saniyesinde konuştuğum için pişman oldum ama artık çok geçti. "Uyuyordun," diyen sesini duydum.
Kahretsin.
Tabi ya. Uyuyordum. Yatının koltuğunda uyuyakalmıştım. Uyuyakalmadan önce yatına gelmiş, gelme sebebimi olarak onda kalan çorabımı öne sürmüştüm. Üstüne bir de dediği gibi koltuğunda sızmıştım.
Yüzüne bakmadan önce ne kadardır uyuduğumu hesaplamak istedim. Sabah olmuş olamazdı. Yatın ışıkları yanıyor, içeriye güneş girmiyordu. Hala geceydi! Yatın camından kayan gözlerimin gördüğü karanlıkta bu düşüncemi tasdikliyordu.
"Uyuyakalmışım," dedim yavaşça. Yerdeki ayakkabılarımı görüp giydim. Ama tüm bunlar neden elini tuttuğumu açıklamıyordu. "Peki ya..." dedim arkasından, üstümdeki ilk şaşkınlığın tamamı gitmese de yine de azalma vardı. "Elimi neden tutuyordun?"
Amacım rezilliğimi başka bir konu ile üstünü örtmekti. Başarılı bir girişim olduğu da söylenemezdi. Kalbimin kütlediğini hatırlatmıştı.
"Sen tutuyordun."
Cevabıyla gözlerim yüzünü buldu. "Ne?" Ben mi tutuyordum? Yok artık!
"Büyük olasılıkla kabus görüyordun," dedi şaşkın halime sakince.
Kabus.
"Sayıkladım mı?" Ne gördüğümü bilemiyordum ama bende kabus gördüğüm kanısındaydım. Acaba yanlış şeyler mi söylemiştim? Bu adamın yanında rezillik üstüne rezillik yaşıyordum.
"Sayılır," diye cevap verdi. Eyvahlar olsun. Ne demiştim acaba? Kesin saçma kelimeler kullanmıştım. Ne gördüğümü hatırlasam söyleyebileceğim kelimelerin ne olduğunu tahmin edebilirdim ama huzursuzluk hissinden başka ben bir şey hatırlamıyordum. "Evine gidemeyeceğin hakkında bir şeyler mırıldanıyordun."
Afalladım. Eve gidemeyeceğim hakkında bir şeyler mi? Pislik Can'ın yüzündendi. O attığı mesaj yüzündendi. Bu gece evime gidemememin ve Kasklı'nın yatında olmamın sebebi oydu ve bunu da rüyamda görmüş, üstüne bir de sayıklamıştım.
Tebrikler bana.
Bakışlarımı kaçırırken "Anladım," dedim ama bu hala neden elini nasıl tuttuğumu açıklamıyordu.
"Doğru mu?"
Sesiyle tekrardan yüzüne baktım. "Anlamadım?"
"Evine gidemediğin doğru mu?" diye açıkladı bu sefer. Dikkatle yüzüme bakıyor, sorduğu sorunun cevabını bulmaya çalışıyor gibiydi ama bunu yaparken de bakışları son derece rahattı.
"Rüyamda söylediğim saçma kelimelerden bunu nasıl çıkardın ki?" diye sorusunu baştan savmaya çalıştım. "Yok öyle bir şey."
Bakışlarını yüzümden neden bir kere bile çekmemişti?
"Çıkaran ben değilim, Sarışın. Rüya olarak gördüren ve dışarıya vurmanı sağlayan bilinçaltın." Ve bu adam neden bu kadar haklı ve zeki olmak zorundaydı? "Ben yalnızca olanı yorumluyorum."
Belki de gelme sebebi olarak çoraplarımı öne atmama hiç inanmamıştı.
Doğruyu söylemek yerine eline bakmayı seçerken çorabımı bulup bulmadığını merak ettim. "Çoraplarım nerede?" diye sordum, cevap vermek yerine. O an ilk geldiğim zaman gördüğüm eşofmanın yerine siyah kot pantolon giydiğini gördüm.
"Bulamadım."
Gözlerimi bedeninden çekip yüzüne getirdim. Çorabımdan iz var mı diye oturduğu yeri inceledim. Emojili çoraplarım ortalıkta görünmüyordu. "Kesin attın değil mi?" dedim ben de üstte çıkmaya çalışarak. "Attın ve haklı olduğumu söylememek için atmadığını söyledin."
"Çoraplarını atmadığımı söylemiştim," dedi önceden de dediği gibi.
"O zaman birine de vermediysen çoraplarım nerede? Öylece ortadan kaybolamazlar."
Omzunu umursamazca silkti. "Bulduğumda veririm."
"Zaten bulmak için aşağıya aramaya gitmedin mi? Nasıl bulacaksın?"
"Sonra daha ayrıntılı ararım."
"Yani ayrıntılı aramadığını itiraf ediyorsun." Bir kesinlik daha. Kesin yatından gitmem için ayrıntılı aramamıştı. Yukarıya çıktığında da uyuyakaldığımı görmüştü. Uyuduğumu anladığında da üstümü örtmüştü. Örtü hala bacaklarımdaydı. Üstümü örtmüştü. Bu ince bir davranış değil miydi? O an keşke uyanmasaydım diye düşündüm. Şimdi ne olacaktı? Çoraplarım ortada değilse gitmem bir sonraki aşamaydı. Saat kaçtı peki? Bakışlarımla bileğindeki saati işaret ettim. Aynı zamanda da biraz öne çıkıp görmeye çalışırken, "Saat kaç?" diye zihnimdeki soruyu Kasklı'ya sordum.
Tam göremiyordum.
Kasklı, bileğindeki saate bakmak için hareket edince de hiç göremedim ama sonra kolunu bana doğru çevirdi ve saati gösterdi. "Kendin bak."
Dediğini zaten yapmaya çalışmıştım ama görememiştim. Bu kez apaçık görebiliyordum. İkiyi geçiyordu. Gece yarısına gelmeden yatına gelmeyi karar vermiştim. Geçmişken de yatına gelmiştim. Tahminen bir saattir falan da uyuyordum.
Evime daha gidemezdim. Neden uyanmıştım ki zaten? Uyumaya devam etseydim, başka bir bahane daha bulmam gerekmeyecekti. Ne yapacaktım? Hızla düşündüm.
"Erkenmiş," dedim koltukta geriye doğru yaslanırken. O da kolunu indirdi. Söyleyeceğim normalmiş gibi durmaya çalıştım. "Ayrıntılı arama yapabilirsin." Şaşırmadı. Herhangi bir tepki vermedi. Bundan destek alarak yerdeki çantama uzandım. Cep telefonuma bakmak istemiyordum ama normal bir davranış için elime almam gerekiyordu. "Ben beklerim."
"Gece gece hiçbir yeri alt üst etmeyeceğim, Sarışın." Çantamın içine bakarken durakladım. Fazla ileri gittiğimin farkındaydım ama başka ne yapabilirdim ki? "Aynı zamanda bana gelmenin gerçek sebebini söylersen, bence daha iyi anlaşırız."
Son söylediğiyle gözlerim de sabit kaldı. Sesinden başta dediğime inanmış olsa bile şu an inanmadığı açıkça belli oluyordu.
Ne halt yiyecektim?
Hızlı hızlı düşüncelerimin arasından ne söyleyebileceğimi bulmaya çalıştım. Ne diyebilirdim? Güvende olmak için yanına geldiğimi söyleyemezdim. Sebebini bile bilmezken bir de. Asla şu an diyemezdim.
O zaman ne diyecektim?
Düşün Betül, düşün. Bulabilirdim. Daha makul bir neden bulabilirdim.
Gözlerimin hizasındaki bir nesneye baktım. Evet, olurdu. Bulmuştum. Neden üretmemi sağladığı için anahtarımı elime alıp öpebilirdim ama elbette böyle bir harekette bulunamazdım.
"Tamam," diyerek haklı olduğunu önden belli ederken ona doğru döndüm. "Çoraplarım için buraya gelmedim. Çok saçma bir nedendi zaten değil mi?" Öyleydi ama söyleyeceğim öyle olmayacaktı. "Anahtarımı evde unutmuşum. Sokakta kaldığım için kapına geldim. En makul seçenek sendin."
Gerçek olmayan itirafımı dinledi. Söylediğimden şüphe duyup duymadığını anlamaya çalışırken, "Kimleri eledim, makul seçenek oldum?" diye sordu. Beni de gafil avladı.
Bir an ne desem diye düşündüm. Gerçeği söylemeyi tercih etmek tek yanıtımdı. Sonuçta aklımdaki herkesi elemek çok kolay olmuştu. Maalesef.
"Herkesi elemek için tek geçerli sebebim var," dedim beni dinleyen haline. "Kimse çalıştığımı bilmiyor. Haliyle ekstra olarak da bu saate kadar neden dışarıda olduğumu kimseye açıklayamam."
Akrabalarım vardı. Kuzenlerim. Bir kere aynı binada oturduğum teyzemler vardı ama hiç kimse çalıştığımı bilmezken üstüne üstlük gece yarısıyken neden evde olmadığımı açıklamam sıkıntıya düşmemi sağlardı. Çünkü teyzemlere bilgi verdiğim an annemin kulağına giderdi.
Sıkıntı yaşamaya niyetim yoktu.
Yakın arkadaşım Doğanay da vardı. Yardımıma koşardı ama kız daha yeni hastaneden çıkan kocasıyla meşguldü. Ekstra bilgi. Neden eve gitmek istemediğimin gerçek açıklamasını yaparken diğer olanları da anlatmak durumunda kalırdım. Kapıda kalmam yalanını Doğanay'a söyleyemezdim. Hemen kendi anahtarını verirdi. Benim bu gece eve gitmemem gerekiyordu.
"Bir sen biliyorsun haliyle," dedim cümlemin en sonuna ekleme yaparak. Cevabım yeterli gelmesini umdum. Daha başka soru sormasa benim için çok iyi olurdu. Şu geceyi eve yollanmadan atlatmak istiyordum.
Aramızda kısacık bir sessizlik oldu. Bu sessizliği olumlu görmeye çalıştım ama sessizliği sesiyle bozmaya karar verdi. "Neden çalıştığını kimseye söylemiyorsun?" diye sordu.
"Geçerli sebeplerim var," dedim hemen. Hem bu onu neden ilgilendiriyordu? Ya da neden merak ediyordu? İkincisinin cevabını merak ettim.
Başını ağırca salladı. "Vardır," derken bakışlarını üstümden çekti. O an ne düşündüğünü anlamak için yeteneğimin olmasını istedim. İfadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
"Gece gece de çilingir bulamazdım," dedim yalanımı daha da pekiştirerek. "Her yer kapalı. Buraya gelmekten başka bir çare bulamadım."
Bir diğer anlamda da baya hem de baya çaresiz kalmıştım.
"Böyle niye demedin?" diye sordu yeniden bakışlarını üstüme çevirdiğinde. Hala mı şüphesi vardı? Anlayamıyordum ki. "İlk başta da doğruyu söyleyebilirdin, Sarışın. Kapıda kalman çoraplardan daha mantıklı bir neden."
Katılıyordum ama aklıma gelmemişti. Eğer gelseydi kesinlikle bu söylediğimi önüne sürerdim. İnandırıcılığı çoraplarımdan kat kat fazlaydı.
Bakışlarımı istemsiz kaçırdım. "Panik yaptım," dedim ilk aklıma gelenle. O anda da ilk aklıma çorap konusu gelmişti. Ayaklarım beni buraya getirdi diyemezdim. Gözlerimin konumunu düzelterek geri yerine getirdim. "Ve çoraplarımda burada kalmıştı. Ben de kapıda kaldım. İkisi de aynı şey." İkisi de aynı şey mi? Gerçekten mi? Bu adamın yanında konuştukça saçmalamaktan başka bir halt yapmıyordum. "Ama burada uyuyakalmak bana da sürpriz oldu," dedim diğer hareketimi kasıtlı yaptığımı sanmasın diye. Doğruydu da. Aslında kapısına geldikten sonra ilerisini düşünmemiştim. Aptallık etmiştim. Düşünmeliydim. Çorap yalanı bir yere kadardı. Adam çorabımı elime tutuşturup beni kovabilirdi. Öyle bir ihtimal vardı ve ben bunu da düşünmeliydim.
Anahtar olayını başta söylemeliydim. Daha gerçekçiydi.
Diğer gerçek olan ise geldiğim andan itibaren fena rezil bir durumda olduğumdu. Onca tanıdığım arasından ben haftalardır tanıdığım bir adamın yanına gelmiştim. Fazlasıyla anlamsız bir hareketti. Sorgulamakta da haklıydı. Beni ne kadardır tanıyordu? Ya da ben ne kadar onu tanıyordum? Geldiğim için rahatsız olmuş olabilirdi.
Bakışlarımı çekerken aniden verdiğim kararla dizlerimdeki örtüyü sıyırdım. "Hata yaptım," dedim çantamın kulpunu kavrarken. "Buraya gelmemeliydim. Gece gece seni de rahatsız ettim. Ben başka bir çözüm bulurum." Oturduğum yerden kalkarken hızlı hızlı konuşmuş, çantamı omzuma apar topar takmaya çalışıyordum.
Ne düşünmüştüm ki zaten?
Buraya gelmemeliydim. Evime gidemesem de buraya gelmemeliydim. Gerekirse hastane acilinde sabahı etmeli ama buraya gelerek kendimi bu rezil hale sokmamalıydım.
Bulunduğu tarafa bakmadan gitmek üzere bir adım attım. İkinci adımımı atamadan bileğimde bir tutuş hissederek duraklamak durumunda kaldım. Afalladım. Afalladığım gibi gözlerim bileğime gitti. Kavrayışını hissederken gözlerim de gördü. O sırada o da "Çözüm benim," diyordu. "Başka bir çözüm araman gerekmez." Bileğimden bakışlarımı çekip ayaklanmış haline götürdüğümde karşımda duran haliyle karşılaştım. Ne zaman ayaklanmış dikilmeye başlamıştı, farkında değildim ama uzun boyu yüzüme yine çarpıyordu. "Hiçbir yere gitmiyorsun."
Hangisine şaşıracağımı bilemedim.
Beni engellediğine mi, engellerken bileğime dokunmasına mı ve hala tutmasına mı ya da söylediklerine mi?
Ne diyeceğimi de bir an bilemezken son söylediğinde takıldım.
Hiçbir yere gitmiyorsun.
"İstersem gidebilirim," dedim birden karşılık olarak. Gidebilirdim ama gitmek istemiyordum. Diğer yandan karşısında geri atmakta hoşuma gitmiyordu.
"Gidebilirsin ama gitmeyeceksin."
O kadar yapmayacağımdan hareketimden emin konuşuyordu ki, ben aklını okuyamıyorken o sanki aklımı okuyordu.
"Nedenmiş o?" diye sordum, geri atmayarak.
Bileğimden elini çektiğinde yeniden aşağıya bakmak istedim ama konuşurken yüzüne bakmaya devam ettim.
"Kendin söyledin, Sarışın. En makul seçenek benim."
Öyle demiştim ama akıllıca davranan kimse böyle bir harekette bulunmazdı. Gelmem akıllıca değildi. Nasıl bu kararı verdiğimi ve harekete geçtiğimi bile bilmiyordum. Cevap vermeden o kısa an da geliş derinlerdeki geliş amacımı düşündüm. Panik olduğumu söylerken doğruyu söylüyordum. Kapısında belirdiğim için panik olmuştum ama asıl panik anım telefonumdaydı. O mesaj yüzündendi. Evime bu gece gidemememin sebebi tek başına evde güvende hissedemeyeceğimdendi. Can, bu gece benden bunu almıştı. Güven duygumu almıştı. Geri almak için de kendimi burada bulmuştum. Orman yolunda bu duyguyu hissedince de...
Haftalardır tanıdığım ama tam bile tanımadığım bir adamın yanında bunu hissetmem peki normal miydi?
Cevapsız duracağımı hiç düşünmezdim ama ne diyeceğime karar veremedim. Neyse ki konuşmaya fırsatım olmadan dışarıdan bir gümbürtü koptu ama o da irkilmemi sağladı. Gök gürültüsüydü. Ses o kadar şiddetli çıkmıştı ki atan kalbimin şiddetini bir de korkuyla attırmış, reflekse gözlerim yüzünden çekilmiş ve elim de kalbimi bulmuştu.
"Allah'ım aklım çıktı," dedim birden.
Gök gürültüsünü sevmiyordum. Hatta tek başıma evde olduğumda ekstra olarak sevmiyordum. Daha önce uyurken hazırlıksız yakalandığım gök gürültüsü sesiyle yataktan düştüğüm bile olmuştu. Tabi yatağın ucunda yatarak düşmeme davetiye çıkardığım başka bir nedendi ama her zaman da düşmem gök gürültüsünü duymama denk geliyordu.
Kasklı, "Yağmur başladı," dediğinde yüzüne kısa bir bakış attım. Bakışları başka yerdeydi.
Yağmur mu yağmaya başlamıştı?
Dışarıya bakmak için yatın camına doğru yaklaşmadan bile söylediğinin doğru olduğunu anladım. Yalnızca kalbimin korkuyla atmasından dolayı sesini başta duymamıştım. Dışarıdan yağmurun çiseleme sesi geliyordu. Yine de daha yakından bakmak için camın biraz gerisinde durdum. Yağmur, denizin üstüne damlalarını bırakıyordu.
"Ne şanslıyım," dedim kendi kendime.
"Makul bir seçenek olduğum daha da belirginleşti." Sesiyle omzumdan arkama doğru baktım. Ne tepki vereceğimi beklercesine gözleri bendeydi.
Ne zaman rollerimiz değişmişti?
Bana, benim kelimemi söylüyordu.
Ama haklıydı. Artık istesem de gidemezdim. Normal havada başka yol bulamamıştım, yağmurlu havada hiç bulamazdım.
"Taksi çağırırsan ıslanmam," dedim düşündüğümün aksine. "Zaten normal hareketinde bu olacaktı. Bana taksi çağıracaktın."
Sözde böyle olacaktı. Çorabımı bana verdikten sonra giden taksinin yerine taksi çağıracaktı.
"Hayır, çağırmayacaktım."
"Anlamadım?"
"Seni ben götürecektim ama götürecek bir yerinde olmadığına göre götüremem."
Ona bakınca neden pantolon giydiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Demek, beni kendisi eve götürecekti. Söylemelerimin ardından da fikrini değiştirmişti.
"Taksi çağırabilirsin," dedim, tepki olarak. "Kendi başımın çaresine kendim bakarım."
Bakabileceğimden emin değildim ama bakardım herhalde. Bir şeyler düşünürdüm değil mi? Öyle olmasını umuyordum.
"Yapamam," diye cevap verdi.
"Anlamadım?" dedim üçüncü kez.
"Taksi kullanmıyorum." Kullanmazdı elbette. Adamın bende olmayanı vardı. Güzel bir arabaya sahipti.
"Yani?"
"Yani numarasını bilmiyorum," dedi umursamazca.
"Bende başka bir şey sandım. İnternet denilen bir şey var, internetten bakılabilir."
"Normal koşullarda bakılabilir." Normal? Koşullar? Bu ne demekti? Bu kez konuşmadım. Anlamayarak suratına bakmayı sürdürdüm. Neyse ki cümlesinin arkası geldi. "Bu havalarda internet pek çekmez."
"Benimle dalga mı geçiyorsun şu an?"
"Hayır, geçmiyorum," dedi ciddi ciddi. "Kontrol etmek serbest."
Tabi ki de kontrol edecektim. Bakışlarımı üstünden çekip çantamdan telefonumu almak için hareket ederken bir yandan da düşünüyordum. Önceden de yatında bulunmuştum. O günlerde internet kullanıp kullanmadığımı hatırlamaya çalıştım. Telefon kullanmıştım. Hatta Can pisliğinin mesajlarına cevap vermiştim. O zaman internetin çekmesinde sorun yoktu.
Telefonumu çantamdan aldığım an gökyüzü gümbürdedi. Yerimde irkildim. İrkilir irkilmez Kasklı'ya kısa bir bakış attım. Dakikalar önce kalktığı yere oturuyordu ve sanki gök gürültüsünü sadece ben duymuştum, onun umurunda değildi. Son derece sakin olması haksızlıktı. Ben ise korkunç sesi duymamak için kulaklarıma pamuk tıkamak istiyordum.
Ona baktığımı anlamadan bakmayı kestim ve telefonumun ekranına dikkatimi verdim. Buraya geldiğimden beri telefonumdan kaçıp durmuştum. Can'ın en son numarasını engellemiş olsam da neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Yine bir mesaj ya da arama görebilirdim.
Görmedim.
Can'dan gelmiş herhangi bir bildirim yoktu. Şu yaşıma kadar bomboş bir ekran gördüğümde rahatlama yayılacak deselerdi, inanmazdım. Çünkü ben gelen bildirimleri severdim. Bildirimsiz telefonum yalnız olduğunu bangır bangır bağırırdı. En azından kuzenlerimden veya arkadaşlarımdan gelebilecek bir bildirim yalnız olmadığımı gösteriyordu.
Dikkatimi toparlayıp Kasklı'nın söylediğinde haklılık payı var mı diye internetimi kontrol ettiğimde haklılığı ekrandaydı. İnternetim çekmiyordu. Telefon hattı çekiyordu ama mobil internetimde sinyal yoktu.
Lüks bir yatı vardı ama yağmurda internet kullanılmayacak hale geliyordu. Anlaşılan para da bir yere kadardı. Israr etmemin de anlamı kalmamıştı.
Bu gecelik gidecek buradan başka yerim yoktu. Yağmurun sesi de hızlanmış, yata vurduğu sesler şiddetlenmişti.
Gitmek için ısrar etmem buraya kadardı. Saçma bir harekette bulunup Kasklı'nın yanına geldiysem de kararım değiştiğinde de koşulların izni yoktu. En baştaki düşünceme geri dönme zamanım gelmişti.
Telefonumu çantama geri koyarken Kasklı'ya "Haklıymışsın. Ben demiştim diyebilirsin," dedim. "Lüks yatının konumu yağmura dayanamıyormuş. İnternet çekmiyor. Gidemiyorum."
İtiraf edeyim, gidemediğim için çokta üzülmemiştim. Hatta hiç üzülmemiştim.
Uyuyakaldığım koltuğa ilerlemeyi düşündüm. Kasklı'nın oturduğu yerden ayaklandığını fark edince vazgeçtim. Kararını değiştirmesinden bir an kaygılanmış olabilirdim. Beni olmayan bir yere götüremeyeceğini söylemişti ama kararında sabit kalmayabilirdi ama Kasklı, düşüncelerimin aksine, "Gel," dedi. "Kalacağın yeri göstereyim." Kalacağım yer mi? Demin uyukladığım koltukta sabahı edebilirdim. "Aşağıda misafir odası var."
Aşağıya daha önce inmiş, tek bir oda dışında kapalı kapıların olduğunu görmüştüm. O odaya da girmiş, üstümü değiştirmiştim. Kasklı'nın kendi yatak odasıydı. Yani evet, şaşılacak bir durum bulunmuyordu. Yatın başka odaları da vardı. Koltukta ve ortak bir alanda durmaktansa bir odada sabah etmem benim de yararımaydı.
"Herhangi bir mahsuru bulunmuyorsa tamam," dedim uysallığımı üstüme giydirerek.
"Olsaydı söylemezdim."
Teklif etmeyeceğini ben de biliyordum ama hatırlatmakta fayda vardı. Önümden geçerken cevap vermedim. Aşağıya inen merdivenlere ilerlerken arkasından adımladım. Yatın dalgalanması da söz konusuydu. Gök gürültüsü sesi ara ara şiddetini alçaltıyordu. Ben de tamamen kesilir diye ümit ediyordum. Kesilmezse bu gece uyuyacağımı sanmıyordum ama benim uyuyup dinlenmem lazımdı. Sabah işimin başına gitmem gerekiyordu.
Sessizce merdivenlerden inen Kasklı'nın arkasından merdivenleri inmeye başladığımda düşüncelerim bu yöndeydi. Merdiven kısmı yatın diğer kısımlarına göre dardı. Bir an önce aşağıdaki alana inme isteğimi körüklüyordu. Kasklı'nın önümde olması da bu isteğimin gerçekleşmesini önlüyordu. Eğer kocaman bedeniyle önümde olmasaydı çoktan aşağıya inmiştim.
Aradaki iki üç merdiven basamağını görünce ikişer şekilde inmek için hamle yapmaya hazırlandım ama tam hareket ettiğim sırada gök öyle bir gürledi ki, yatın her yeri zangırdadı. Ben de aynı şekilde. Dengemde yerinde şaştı, atacağım adımı karıştırıp öne doğru yalpaladım. Her şey çok hızlı bir şekilde gerçekleşti. Yalpalarken dudaklarımdan çıkan sesi engelleyemedim. Önümdeki adam da sesimi duydu ve bana doğru dönerken üstüne doğru uçarken bedenimi aniden yakaladı. Yüz yüze gelmemiz kaçınılmaz oldu.
Zaman sanki etrafımda durakladı ama dışarıda gök gürüldemeye devam ediyordu. Kalbim ise gök gürültüsünün sesinin gerisinde, göğüs kafesimde kendi gürlemesini oluşturmuştu.
Bana doğruydu. Ben de ileriye doğruydum. Aşağıdaki merdivende dikilirken iki basamak yukarıda olan bedenimi belimden tutarak ayakta durmamı sağlıyordu. Aramızdaki mesafe... Aramızda çok az bir mesafe vardı. Daha doğrusu yüzlerimizin arasındaki mesafenin aralığı çok azdı. Saçlarım ileriye doğru gitmemden dolayı yüzümün iki tarafından aşağıya onun yüzüne değiyordu.
Afallamıştım. Belli ki o da afallamıştı. Pek ifadesi yüzünden okunmayan bir adamdı ama bu sefer öyle değildi. Benim gibiydi.
Ne yapacağımı bilemedim. Sesimi çıkarmak istesem, sesim çıkmazdı. Soluğu yüzümdeydi ve donmuştum. Gözlerim gözlerindeyken ve bu kadar yüzü yakınımdayken de zihnim düşüncelerimi üretmiyordu.
Ben bu haldeyken gözleri gözlerimden çekildi ve yüzümde dolandı. Bir an yüzümde aşağıya indi. Saniyelikti. O zaman fark ettim ki bir gram daha yüzüm ileride olsa dudaklarım dudaklarına değecekti.
Farkındalıkla nefesim ciğerlerimde tıkandı.
Gözlerime tekrardan baktığında hala konuşacak konumda değildim ama Kasklı konuşacak durumdaydı. Sesini duymuştum.
"Dikkat et," dedi gözleri gözlerimdeyken. "Seni yakalamam alışkanlığım olmasın. Aksi halde her zaman yanında olmak zorunda kalırım."
Cevap vermek istiyordum ama dudaklarımı aralayamıyordum. Konuşamadım. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi kırpıştırdım. Cümlesi hakkında ne düşüneceğimi bile bilemedim ama Kasklı, bedenimi geriye yavaşça itekleyip dik durmamı sağladı ve arkasını dönüp kalan merdivenleri inmeye başladı.
Arkasında donmuş bir halde kaldım.
Zihnim ve bedenim çalkantılıydı. Demin ne olduğunu çözmem şu an imkansızdı. Sadece sakinleşmek istiyordum. Nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Kasklı, aşağıya varıp görüş açımdan çıktığımda hala yerimde dikiliyordum.
Kendine gel.
Elimi kaldırıp yanaklarımı hafifçe tokatladım.
Kendine gel, kızım. Kendine gel.
Direk gibi durmam hoş değildi. Kasklı, benden önce toparlanması ise hiç hoş değildi. Başımı silkeledim. Yutkundum ve basamakları inmeye başladım. Aşağının alanına geldiğimde Kasklı'yı göremedim. Tuvaletin ve kendi odasının nerede olduğunu biliyordum. İkisinin de kapısı kapalıydı. Alanda ilerleyip merdivenin arka tarafına doğru baktığımda Kasklı'yı o taraftaki bir kapının önünde kapıyı açarken gördüm. İçeriye girmedi. Bakışlarını çevirip bulunduğum tarafa baktı. Büyük ihtimalle gelip gelmediğime bakıyordu.
Koridor biraz dardı ama iki kişi rahatlıkla yan yana durabilirdi.
Yanına vardığımda, "Burası senin için uygun," dedi. Arkasından da ekledi. "İyi geceler." Sonra hareket ederek yanımdan geçti. Biraz önce konuşamadıysam da bu kez dudaklarımı konuşmak için açtım. Amacım durumu daha da normal bir hale getirmekti.
O ilerlerken yönümü bulunduğu tarafa çevirdim ve "Biraz önce ayağım boşluğa geldi. Bilerek sakarlık yapmadım," dedim. "Bil diye söylüyorum, sakar değilim."
Bana birkaç kez sakar olduğumu söylemiş, ben de inkar etmiştim. Ama nedense tüm bu beceriksizliğim Kasklı'nın yanında ortaya çıkıyordu. Normal hayatımda bir kere yaşayacağım şeyleri onun yanında durmadan yaşıyordum.
Söylediğimle ilerlemeyi keserek omzundan arkasına bakındı.
"Biliyorum Sarışın," dedi ona bakarken. "Yoksa kollarıma düşmek için sebep aradığını düşünürdüm ama öyle bir düşüncem yok."
Cümlesini idrak ederken bakakaldım. Sesi imalı mıydı ya da bana mı öyle gelmişti? Çözene kadar önüne döndü ve görüş açımdan çıktı. Karşılık vermek için ilerlesem mi diye düşündüm. Odasına gidiyorsa, önünü kesebilirdim. Hareket etmedim. Koridorda yalnız kaldım. Oda kapısı açılma sesi de duymadım. Onun yerine yukarıya çıkma seslerini anımsatan sesler duyumsadım.
Sustuğum için kendime kızarak önüme döndüm ve bana gösterdiği odaya girdim. Odanın ışığı yanmıyordu. Kapıyı kapatmadan ışığın düğmesini el yordamıyla hızlıca ararken, dakikalardır hatta tüm gece boyunca ne yaşadığımı düşünüyordum.
Işık düğmesini bulamadım.
"Nerede bu ya?" diye hayıflanırken en sonunda elim düğmeye dokundu. Oda aydınlandı. "Sonunda."
Oda, kendi odasının dört beden küçüklükteydi. Kapıdan girer girmez, tek kişilik olamayacak kadar büyük yatak, perde ile kapalı minik pencerenin hemen yanındaydı. Kapı ile yatağın arasında ufak bir alan kalmıştı. O aralık dibinde de ufak bir komodin vardı. Oda bu kadardı.
İçeriye girip kapıyı arkamdan kapattım. Düzgün duran yatağa oturduğumda dışarıdan yağmurun yağma sesi geliyordu. Onun dışında sessizdi. Benim dışımda. Oturduğum an etrafa şöyle bir bakarken, olanlar zihnimden film şeridi gibi geçmeye başlamıştı.
Takılı kaldığım kare ise demin olandı.
Hemen başımı salladım. O an ki durumumuzu düşünmemeliydim. Yüzünün ne kadar yakında olduğunu düşünmemeliydim. Kalbimin bu kadar yüksek sesle nasıl atabildiğini düşünmemeliydim. Hatta ve hatta dudaklarıma inen bakışını hiç düşünmemeliydim.
"Git zihnimden git," dedim kendi kendime, elimle kış kış yaparak.
Ama gitmedi.
Sanki o an görünmez bir ağla ona doğru çekilmiştim. İradem benimle değildi. Nasıl insanın iradesi yok olurdu ki? Benim ki o an ortadan kaybolmuştu. Daha önce böyle bir şey yaşamadığım gibi hiçbir erkeğin o kadar yakınına gelmemiştim. Aslında bu geceye kadar hiçbir erkeğin yaşam alanında da kalmamıştım.
Kasklı'nın ise evindeydim. Biri duysa, çok fena şeyler düşünürdü. Mesela annemin haberi olsa beni eve hapis ederdi. Bir daha güneş yüzü görmememi sağlardı. Hayatım biterdi.
Düşüncesi dahi ürpermeme neden olmuştu.
Omzumdaki çantamı komodinin üstüne bırakıp üstümdeki ceketimi ve ayakkabılarımı çıkardım. Sırtını yatağın başlığına yaslayıp ayaklarımı yatağa uzattım. Oda dardı ama yatak rahattı. Kıyafetlerimden dolayı ben rahat değildim ama buna da şükürdü. Bu gece sabit durabileceğim bir yerim vardı. Bulunduğum konumda fazla kalmayarak bedenimi aşağıya kaydırdım ve yastığı başımın altına aldım.
Yukarıda fazla uyuduğum söylenemezdi ama uyandığımdan beri gözlerim fazlaca açılmıştı. Işığı kapatmak istemiyordum. Dışarıda yağmurun sesini duyarken ışığı kapattığım an oda karanlığa gömülürdü. Karanlıkta kalmaya ihtiyacım yoktu.
Gözlerimi kapattım. Yat yattığım an da daha da sallanıldığını hissettiriyordu. Yine o gümbürtüyü duyduğumda kapattığım gözlerimi hemen açtım.
"Ben şimdi nasıl uyuyacağım?" diye sordum boş odaya doğru.
Yan tarafıma dönüp gözlerimi tekrardan yumdum. Bedenimde çalışmamdan kalan yorgunluğum ağırlığı söz konusuydu. Dinlemek hakkımdı. Zihnim ise dinlenmiyordu. Dışarıda yağan yağmur gibi düşüncelerimde zihnime yağmaya başlamıştı. Bir de gök gürültüsünün sesi cabasıydı. Ne kadar bir süre sağa sola dönerek, kulaklarıma diğer yastığı bastırarak dönüp durduğumu bilmiyordum.
Ama uyuyamıyordum.
En sonunda oflayarak gözlerimi araladım. Yattığım yerden telefonumu çantamın içinden çıkardım. Çantamı da yere bıraktım. Ne kadardır bu haldeydim? Tahminen kırk beş dakikadır uyuyamaya çalışıyor, uyuyamıyordum. Bu gidişle sabah işe gittiğimde fena bodoslayacaktım. Bu süre zarfında yağmur yağmaya devam ediyor, gümbürdeme ara sıra geliyordu.
Doğrulup lavaboya gitmeye karar verdim. Ayakkabılarımı giyip koridora çıktım. Koridorun ışıkları yanık olması yararımaydı. Lavabonun yerini bildiğimden direkt adımlarımı o tarafa attım. Kapıdan içeriye girmeden önce Kasklı'nın odasına gözüm gitti. Kapısı her zaman ki gibi kapalıydı. Benim aksime uyuduğu için şanslıydı.
Lavaboda işimi halledip ellerimi yıkarken gözüm lavabonun aynasına ilişti. İfademden bile uykusuz olduğum anlaşılıyordu. Yüzümü biraz aynaya yaklaştırdım. Göz altlarım mı çökmüştü? Çökmüştü. Hiç iyi görünmüyordum. Uyumam lazımdı. Hem de hemen.
Gözlerim aynada aşağıya doğru düştüğünde bir noktada takıldım. Bir dakika, ne? Elim boynuma gitti. Neredeydi? Kolyem. Kolyem yoktu. Rahmetli anneannemin hediyesi kolyem boynumda değildi. Nasıl olmazdı? Düşürmüş müydüm? Hayır! Düşürmüş olamazdım. Daha yeni restoranda başka bir eşyamı düşürmüştüm. O önemli bile değildi ama o kolye benim için çok önemliydi.
Etrafıma bakındım. Yoktu. Panikle lavabodan kendimi dışarıya attım. En son ne zaman boynumda gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Restoranda giyinme odasında kendime bakarken görmüştüm. Restoranda düşürmüş olamazdım. Belki de... Dışarıda mı düşürmüştüm? Ya da takside.
Kolyem neredeydi?
Gözlerim yere bakınmaya başladığında panik her tarafımdaydı. O kolye kıymet verdiğim eşyalarımın arasında üst sıralardaydı. Anneannemden kalan son şeydi. Onu kaybedemezdim. Olmazdı. Bulmalıydım.
Odaya geri dönerken yerlere bakınmaya devam ettim. Odanın içini de baktım. Sonra koridora tekrardan çıktım. Daha yeni düşürdüysem yatın geçtiğim güzergahta olabilirdi. İkinci kez koridora bakıp merdivenlere yöneldim. Yukarıda uyuyakalmıştım. Orada olabilirdi. Orada olmasını çaresizce istiyordum. Yeter ki yukarının herhangi bir yerinde olsun, didik didik aramaya razıydım.
Merdivenlerde yoktu.
Işıkların yanık olmasına şükrettim. Dakikalar önce bulunduğum alana ilerlerken gözlerim hep yerdeydi. Aşağıya inene kadar fazla ortalıkta dolanmamıştım bile. Uyuduğum yere geldiğimde benden başka kimse yoktu. Seri hareketlerle oturduğum koltuğu inceledim. Yastığın arkasına, yerleri tüm dikkatimle bakındım.
Ama bulamadım.
Neredeydi? Nerede düşürmüştüm? Neden bulamıyordum?
Yatın dışında mı düşürmüştüm? Olabilirdi. İçeriye girmeden dışarıda dikilmiş, beklemiştim. Ya da liman yolunda düşürmüştüm. Bunlardan herhangi birinde düşürmediysem, kolyemi bulmam imkansızlaşırdı. Düşüncesi korkunçtu.
Etrafıma bir kez daha inceledikten sonra cam kapıya yöneldim. Kapı kapalıydı. Yağmurun yağan sesi daha yakından duyulmaya başlanmıştı. Şu an yağan yağmur umurumda değildi. Kolyem dışarıda bir yerdeyse önemli olan onu bulmamdı.
Camdan kapıyı kaydırarak açıp dışarıdaki alana çıktığımda damlaların yatın her yerine vuran sesi eşliğinde yatın bu kısmında da gözlerimi gezdirdim. Yatın açık alandaki tavanı sayesinde ıslanmıyordum ama hava yağmurdan dolayı gündüzden daha serinlemişti. O an üşüyor muydum, üşümüyor muydum? Dikkat etmiyordum.
Aklım kolyemdeydi ve onu da bulamıyordum.
Allah'ım kolyem neredeydi?
Yatın dışarıdaki alanında da kolyemden bir iz göremiyordum. O zaman yolda düşürmüştüm. Hiç düşünmeden yatı ile yolu birleştiren demir platforma yöneldiğimde ıslanmaya başladım. Yağmur çise şeklindeydi. Şiddetli değildi ama önümü görmekte zorluk çıkarıyordu. Platforma adım attığım an rüzgarın varlığı sağa sola sallaması düşünmediğim bir etkendi. Dengemi sağlamak için tutacak yerlerinden tutarak ilerleyip yola kendimi attığımda yere düşen yağmur eşliğinde etrafıma hızlıca taramaya başladım. Yağmur, saçlarımı ve kısa kollu tişörtümü akıyordu ama ben deli gibi yere bakmayı sürdürüyordum. Dört bir yanımda dönüp duruyordum. İler geri hareket ediyordum ve kolyemi bulamıyordum.
Yoktu!
Kolyem yoktu!
Geri geri adımlayıp döneceğim sırada aniden bedenim bir şeye çarptı. İrkildim. Hızla döndüm. Göğsüm hızla kalkıp inerken, Kasklı ile karşı karşıya geldim.
Gözlerimi kırpıştırdım.
Benim gibi dışarıdaydı ve benim gibi ıslanıyordu. Ne işi vardı burada? O da bana bunu sordu.
"Bu yağmurda dışarıda ne işin var?" diye sordu, suratına bakarken.
"Kolyem..." dedim başta ama vakit kaybetmek istemiyordum. Gözlerimi ıslanan yüzünden çekip yere bakmayı sürdürürken konuştum. "Kolyem yok! Düşürmüşüm. Bulamıyorum!" Nasıl davranışlarım panik halindeyse, sesimde aynı tondaydı. "Yatında yok! Dışarısında yok! Hiçbir yerde yok!"
Kasklı konuşmaya çalıştı ama kendi sesimden başka bir ses duymuyordum.
"Nerede düşürdüğümü bilmiyorum! Takside mi düşürdüm? Yolda mı düşürdüm? Bilmiyorum!" Taksi... Durduğum yerde durmamam gerekiyordu. Bir ihtimal daha vardı. Yolun bu kısmında yoktu fakat taksinin durduğu yer ile baktığım yolun arasında bir yerde olabilirdi.
Kalan yola gitmeye niyetlendiğimde Kasklı, "Sarışın?" dedi. Beni oyaladığı için ona kızgınlığım oluştu. Oralı olmadım.
"Kolyem!" dedim acelece. "Önemli! Benim için çok önemli! Anneannemden kalan o bana. Onu bulmalıyım!"
Karar verdiğim gibi ileriye atılacağım an da kolumdan tutup beni kendisine doğru çevirdi. Afalladım. Bugün kolumdan ikinci tutuşu olsa da beni engellediğinden kızgınlığım katlandı. Yüzüne bakarken kaşlarım çatıldı. Tam ağzımı açmış, bir şeyler diyecekken ise kendisi konuştu.
"Kolyen," dedi. "Ben de."
"Ne?"
Ne demişti?
Bugün kaçıncı afallayışımdı, bilmiyordum ama yine afallamıştım. Kolyem, onda mıydı? Nasıl?
Kolumu bırakıp elini pantolonun cebine götürdüğünde onu izledim. Bir yandan da sesini duyuyordum. "Koltuğa düşürmüşsün," diyordu. Avucunun içine getirip bana gösterdiğinde şaşkınlıkla bir an yüzüne bakıp tekrardan avucuna indirdim. Anneannemin hediyesi, yıldızlı kolyem gerçekten de ondaydı. Görene kadar kendimi inandırmak istememiştim ama elindeki benim kolyemdi.
Elinden kolyemi alırken parmaklarımda avucuna değdi.
"Bu havada dışarıya çıkacağına bana gelip sormalıydın."
Belki de sormalıydım ama doğru dürüst düşünemiyordum. Zaten akşamdan bu zamana kadar mantıklı düşünme kabiliyetimi yok etmiştim. Yok etmeseydim, burada bile olmazdım. Tüm bu saatlerde ardı ardına yaşadıklarım yetmezmiş gibi bir de başka sorunlar başıma gelmeye devam ediyordu. Fakat o an o dakikada ruhum o kadar rahatlamıştı ki, tarifini edemezdim.
Kolyem elimde yüzüne baktım. Benimle beraber yağmurda ıslanıyor, saçlarından yüzüne yağmur damlaları akıyor, rahatsız durmuyordu ve rahatlamamın sebebi olarak karşımda duruyordu. Çünkü bu ikinci kaybettiklerimi bana geri getirmesiydi. Biri yaka kartımdı. Restoranda düşürdüğümde bulmuş, bana ulaştırmıştı. İkincisi de manevi değeri yüksek olan kolyemdi. Onu da bulmuş, bana geri getirmişti.
Düğün geri yolunda o musallat olan adamlardan da onun sayesinde kurtulmuş ve güvende hissetmek için de yanına kadar gelmiştim. Tüm bu düşüncelerim bir araya gelip zihnimde doluluk yaparken omuzlarım düştü. İfadem normal olmaktan uzaklaşarak dalgalandığındaysa kendimden bile beklemediğim bir şey yaptım.
Aramızdaki ufak mesafeyi kapatıp yüzümü yana çevirdim ve gövdesine yasladım.
Neden yaptığımı, hangi akılla böyle bir harekette bulunduğumu bilmiyordum. Sadece... Hareket etmiş ve yapmıştım. Bu kadardı. Devamı da geldi. Ne kadar zamandır tuttuğumu bilmediğim ya da varlığından bir haber olan gözlerim dolduğu gibi ağlamaya başladım.
O an gözlerim kapalıydı ama yağmurun altında sert gövdesine yaslanan başım dışında ellerim iki yanımda kalmıştı. Hareketim onu da afallatmış olabilirdi. Hamle yapan olarak ben de sonra şaşkına uğrayacaktım fakat o saniyede umurumda değildi.
Beni uzaklaştırmadı. Öylece göğsünde ağlamama izin verirken sessiz kaldı.
Ben de ağlamaya devam ettim.
Yaşlarım yağmurla beraber yanaklarımdan akarken çok bunaldığımı düşündüm. Her şeyin üst üste gelmesi bir yana, sorunlarımın düzgün bir yola sokamadığım gibi çözüme kavuşturamadığıma ağladım. Çözüm bulmaya çalışırken daha da dibe çekilmeme de ağladım. Sokakta kalmama da ağladım. Kolyemi neredeyse kaybedeceğimi de ağladım.
Her şeye ama her şeye ağladım.
Yağmurun yavaşladığını algılamaya başlarken kendi yaşlarımda yavaşladığında dakikalar önce yaptığımı idrak ettim. Demin umurumda değil gibi hissetsem de şu anımda yaptığım öyle değildi.
Ne yapmıştım ben?
Gözlerimi aralarken ağlamamdan dolayı ağırlık vardı ama şimdi de bu umurumda değildi. Saçım, yüzüm, kıyafetlerim ıslanmıştı ve yüzüm Kasklı'nın göğsüne yaslıydı. Umurumda olan buydu. Soluklarını gövdesinde hissederken durumu nasıl toparlayacağım hakkında ise en ufak fikrim yoktu.
Ama geri çekilmeliydim. Hem de hemen.
Yavaşça hareket etmektense hızlı hareket etmeyi seçerek kendimi geri çektim. "Ben..." Yüzüne bakamadım. Ne diyecektim? Söyleyecek neyim vardı? "Özür dilerim," diye ağzımda bir iki kelime tekrarladım. Sonra da bir kez bile yüzüne bakmadan arkamı döndüm ve yatına doğru aceleyle yürümeye başladım.
Utancımdan yerin dibine girmek istiyordum.
Bu gece buraya gelmemiş olmayı istiyordum.
Aptal kafamı duvardan duvara sürtmek istiyordum.
Yata varıp içine girdiğimde burada olmamın yanlışlığı yüzüme çarpsa da adımlarım bedenimi aşağıya inen merdivenlere yöneldi. Nasıl aşağıya indiğimi, nasıl kendimi bana gösterdiği odaya attığımı bile bilmiyordum. Ama arkamdan odanın kapısını kapatırken olay yerinden ikinci kez kaçtığım için pişman değildim.
Yatağa oturup düzgünce düşünmeye çalışmak istediğimde oturmamla ayaklanmam bir oldu. Islanmış halimi resmen unutmuştum. Üstümü inceleyerek halime bir baktım. Islak saçlarım omuzlarıma yapışmış, tişörtümde ıslanmıştı. Tişörtüm zaten dardı ama ıslanınca sanki daha da daralmış gibiydi. Kot pantolonum kalın olduğundan o kadar ıslaklığını hissetmiyordum.
Bu halde dışarıda nasıl üşümemiştim acaba?
Yatın içerisinin – odanın- sıcaklığı gayet iyiydi. Çok şükür iyiydi.
Odada ayna olmadığından tam anlamıyla halimi göremesem de halimi tahmin etmem zor değildi ve her zaman ki gibi aklıma tek bir soru geliyordu. Şimdi ne halt yiyecektim?
Avucumdaki kolyeme baktım. Düzgün duruyordu. Sorunsuzdu. Boynumdan düşmesi için herhangi bir sebep yoktu. Olması gereken yere, boynuma takıp kolyeme bakarken elimle dokundum.
Neden böyle bir şey yapmıştım ki?
Olmamış gibi davransam nasıl olurdu? Yanında ağlamamış gibi hatta ağlarken gövdesine sığınmamış yapsam olmaz mıydı? Olabilirdi. Neden olmasındı?
Bu gece bir an önce bitmeliydi ama o da olmuyordu. Bitmiyordu.
Kapım tıklatıldığında düşüncelerim bu gibilerle doluydu. Kapalı kapıya doğru döndüğümde kapının diğer tarafındakinin kim olduğunu düşünmemeye ve kapıyı açmamayı, hatta cevap vermemeyi düşündüm.
Neden şimdi kapıya kadar gelmişti ki?
Yaptığım hareketi mi soracaktı? Neden ona sığındığımı mı soracaktı? Ya da neden ağladığımı soracaktı? Sorsa bile kendim bilemezken ne cevabı verecektim?
Kapıyı açmak için harekette bulunmadım. Ses de vermedim. Ne kadar beklediğimden habersiz öylece dikildim. Diğer taraftan da ses gelmedi. Bir daha da kapım tıklatılmadı.
***
Sabahın olduğunu haber veren alarmım oldu. Komodindeki telefonu gelişi güzel uzanıp yarım gözle alarmı kapattığımda diğer tarafıma doğru döndüm. Rahat yatağımdan kalkmak, uyanmak istemiyordum. Uyumak ve uykumu tamamen almak istiyordum. Ama uyanmam gerekmeseydi, alarmımı kurmazdım diye de düşünüyordum.
Bugün dersim mi vardı? Hatırlamıyordum.
Bugün günlerden neydi? Uykulu halimle cevabı bulamadım ama gözlerimi bir kez daha yavaşça araladım. O anda da bacaklarımın rahat bir kumaşla olmadığını hissettim. Gözlerim aşağıya indiğinde de pantolonumu gördüm.
Pantolonla mı uyumuştum?
Pantolonla uyumuştum! Her şeyi hatırlamaya başlarken etrafıma da göz gezdirmeye başlamıştım. Pijamalarımla değildim. Evde değildim. Yatağımda da değildim. Alarmım neden çaldığı da belliydi. İşe gitmek için kendim önceden kurmuştum.
Doğrulup kendime gelirken gece olanlar zihnime hücum etmişti. Gece ne yapıp etmiş, uykuya dalabilmiştim ama uyumadan önce ıslak bir tişörtle yatamayacağımdan üstümden çıkarmış ve yatağın ucuna kuruması için sermiştim. Ben de içimdeki atletimle kalmış bir şekilde yatağın içine girmiştim.
Telefonumdan saate baktım. Sabahın altı buçuğuydu. Mesaim sekiz buçuktu. Hazırlanıp evden çıkmam, restorana gitmem ucu ucuna denk geliyordu. Çünkü yolum oldukça uzundu ama şu an restorana yakın bir konumdaydım. Yani elimde iki saatim vardı.
Bu iki saatte emniyete gidip başımdaki Can meselesini şikayet edebilirdim ama ondan önce Kasklı'ya görünmeden yattan çıkmam gerekiyordu.
Harekete geçtim. Yataktan çıktığım gibi toparladım. Tişörtümü kontrol ettim. Kurumuştu. Kurumasa bile artık giymek zorundaydım. Tişörtümle beraber ceketimi üstüme geçirdim. Telefonumu ve çantamı aldıktan sonra da yavaşça kapıyı açtım. Tam adımımı ileriye atacağım zaman dikkatim yere kaydı. Durakladım. Kapının kenarındaki zeminde kıyafetler vardı.
Şaşırmam doğaldı.
Kendimi odaya kapatmadan önce yerde bu kıyafetler yoktu. Gece... Gece kapım tıklatılmıştı. Kasklı getirmiş olmalıydı. Kapıyı açmayınca da yere bırakıp gitmişti. Sabaha kadar da kapıyı açmadığımdan ben de görmemiştim.
Eğildim ve kıyafetleri yerden aldım. Katlanmış hallerini bozmadan arkamdaki yatağın üstüne bıraktım. İçeriğine bakmadım ama üst ve alt şeklinde kıyafet olduğu belliydi. Bir de en üstte saç havlusu vardı.
Hepsini yağmurdan ıslandığım için kapıma kadar getirmişti. Ben ise kapıyı açmamıştım. Düşüncelerimle kalbim hızlanıp yavaşladı. Fazla düşünme dedim, kendime.
Geri odadan çıkıp koridorda ilerlediğimde odasının kapısının kapalı olduğunu gördüm. Gece de uyuduğunu düşünmüş ama adamı yanımda bulmuş olsam da bu kez kesin uyuyor olmalıydı.
Ses çıkarmayarak yukarıya çıktım.
Yattın içinden açık alana geldiğimde gece yağan yağmurdan eser yok gibiydi. Hafiften sabahın serinliği vardı fakat gökyüzü açıktı. İlerlemeye devam ettim. O ana kadar her şey aklımdaki gibi ilerliyordu. Platforma vardığımdaysa "Günaydın," diyen sakin bir ses duydum ve reflekse omzumdan arkama doğru baktım.
Sesini duyduğum an uyuyor olduğunu düşünmem saçmalık olduğunu anlamıştım.
Kasklı, yukarı çıkan merdivenlerden, elindeki kupa ile iniyordu.
Ne zaman uyanmış olduğunu merak ettim ama üstünü değiştirmesinden benden önce uyandığı belli oluyordu. Onu baştan aşağıya izlemek istemiyordum. İstemem gözlerimin hareketini engellemiyordu. Üstünde koyu gri bir takım elbise, ceketinin içinde beyaz bir gömlek vardı. Saçları kıyafeti gibi düzgündü. Sanki hiç uykudan kalkmamıştı ve hali sabah sabah son derece etkileyiciydi.
"Gidiyor muydun?" Devam eden sorusuyla kendime geldim. Düşüncelerimi bir kutunun içine tıktım.
"Evime gidip halletmem gerekenleri halletmem gerek," dedim ilk aklıma geleni söyleyerek. "Yolum uzun. Haliyle bugün ki mesaime geç kalmak istemiyorum. Ne demişler, erken kalkan yol alır değil mi?"
Bulunduğum kısma indi. Yatın yukarı katına çıkmamıştım ama istemsizce o an merakımı körüklenmişti.
Konuşmadan önce elindeki kupadan bir yudum aldı.
"Doğru demişler," dedi kupayı dışarıdaki masaya bırakıp. "Taksi işini çözdün mü?"
Çözmemiştim. Gitmeye kalktığımda düşünmemiştim de. Başka bir günde anayoldaki toplu taşıma durağını kullanmıştım. Neyse ki otobüs seferleri erkenden başlıyordu.
"Otobüsle gideceğim," dedim. Arkasından tramvay ve metro aktarması da yapacağım demedim. Param olsa anayoldan boş bir taksi de çevirirdim ama elimde hiç yoktan bu vardı.
"Geç kalırsın."
Kalabilirdim. Bu da doğaldı. Eve uğrayacaktım. Üstümü değiştirecek, kısa bir duş alacaktım. Sonra da evimin yakınındaki polis merkezine gidecektim. Arkasından restorana geçmeyi düşünüyordum.
"Beni oyalamazsan geç kalmamak için erkenden yola çıkacağım. Ama geç kalabileceğim ihtimalini düşünürsek, neden geç kaldığımın bilgisini biliyor olursun." Sonuçta şimdiden mazeretim ortadaydı.
"Biliyor olmam geç kalınmasını isteyeceğim anlamına gelmez."
"Geç kalırsam mesai ücretimden kesersin."
"Borcunun aksamasını istemem." Benimle dalga mı geçiyordu? Sesi sakin ve ciddi çıkıyordu. Yok, benimle dalga geçiyor olamazdı. İfadesi buna müsait değildi.
"Ne yapmamı istiyorsun? Buradan direkt sabahın köründe restoranın önüne mi gideyim?"
"Hayır," dedi. "Seni ben götürürüm."
Beklediğim cevap bu değildi.
"Beni eve götürmeyi teklif ediyorsun, öyle mi?"
"Teklif etmiyorum, Sarışın. Götüreceğimi söylüyorum."
Bunda da ciddi duruyordu.
"Kendi başımın çaresine bakabilirim. Senden böyle bir yardım istemedim."
"Seni kendim için götüreceğim." Kendim için. Kendi için. Anlamayarak suratına baktım. "Çalışanlarımın geç kalmasını pek tasvip etmiyorum. Seni götüreceğim. Zamandan tasarruf edecek ve sevmediğimi yapmayacaksın. Geç kalmayacaksın Sarışın."
Ne diyeceğimi bilemedim. Tavrı biraz sinir bozucuydu. Diğer yandan toplu taşıma kullanmaktansa onun arabasında gitmek mantıklı bir seçenekti. Zaman benim tarafımdan da önemliydi. Ne kadar yolda geçen süreden azaltırsam o kadar aklımdaki sıralama düzgün işlerdi. Aktarmalarla bunu yapamazdım.
"Peki. Hiçbir çalışan patronunu kızdırmak istemez," diye cevap verdim. Sesime bilerek alay katmıştım. Sırf işime geldiği için kabul ettiğimi düşünmesin diye alaylı bir dil kullanmıştım. Alaya almak o an kurtarıcımdı. Kendisinin kurtarıcım olduğunu düşünmesini istemiyordum.
"Katılıyorum."
Yattan ilk yola inen ben oldum. Kasklı da arkamdan gelmeden önce açık bıraktığım kapısını kapattı. Hazır bir halde olduğundan kendisini az bir süre beklemiştim. Yattan inerken onu izlememek, bakışlarımı umursamaz bir hale sokmak ise zordu.
Arabasını geldiğim zaman görememiş olsam da hiç fark etmediğim limanın başka bir yolunda açık araba otoparkı vardı. Tek katlı hafif uzunlamasına olan bir binanın arkasında kalıyordu.
Kasklı'nın da arabası ve motosikleti oraya park edilmişti.
Otoparka alanında bizden başkası bu saatte yoktu. Arabaya bindim. Emniyet kemerimi taktım. Yola çıktığımızda arabanın içine sessizlik yayıldı. Sessizlikten hoşlanmayabilirdim ama bu sabah bu sessizlikten hoşlanıyordum. Kasklı ile geceyi konuşmaktansa sessizce yolculuğa devam ederdim. Sokağıma varana kadar sessiz kalmayı becerebilirdim ama böyle düşünürken gece olanlar hakkında zihnime bir düşünce geldi. Ağzımı açmak zorunda kaldım.
Bakışlarımı yan tarafımda oturan adama çevirdim. Gözleri ve dikkati yoldaydı. "Senden bir şey rica edebilir miyim?" diye sordum bilerek uysal olarak. Cevap vermesini de beklemedim. "Bu gece yatında olduğumu kimse bilmese iyi olur." Bu önemli bir ayrıntıydı ve kimsenin bilmemesi gerekiyordu.
Bana bakmadan konuştu. "Bilmez," diye cevap verdi.
"Ama hiç ama hiç kimse bilmemeli," dedim bir kez daha.
"Kimsenin bilmeyeceğini söyledim."
"Emin misin?" Bu kez bana kısa bir bakış attığında kaşlarımı kaldırarak yüzüne bakıyordum. Üst üste tekrarlamam tuhafına gitmiş olmalıydı ya da anlamsız buluyor da olabilirdi. Fazla uzatmadım. Bakışlarımı kendisinden çekip önüme döndüm. "Tamam, eminsin. Güzel. Bu geceyi unutalım."
Bu geceyi ve içindeki her şeyi unutmalıydım.
Ses vermeyerek kabul ettiğini düşündüm. Kimsenin bilmemesi her anlamda önemliydi. Kimseden en büyük kastım, kız kardeşiydi. Bir keresinde abisin yatında gördü diye saçma sapan şeyler ima etmiş, cevabını almıştı ama bir kez daha aynı muameleyi çekemezdim. Listenin bir başka sıralamasında ise Doğanay'ın kocası, enişte bey geliyordu. Onun haberi olursa, Doğanay'ın kesin haberi olurdu. O da neden ondan yardım istemediğimi sorgular dururdu.
Arabaya yolda akmaya devam ederken sessizliğimi korumayı başardım. Kasklı da sessiz kaldı. Gece hakkında, en önemlisi ağlamam ve kendine kapanmam hakkında tek bir kelime etmedi. Bunun için minnettardım. Hiçbir şeyin açıklamasını yapmak istemiyordum. Zaten yapabileceğim bir açıklamam da yoktu.
Toplu taşımaya nispeten erkenden tanıdık sokağa vardığımızda adresimi hatırlamaya devam etmesine şaşırdım. Binama tam yaklaşmadan inebileceğimi söyledim. Arabası yavaşladı.
Sabah saatleri olduğundan birkaç tane çocuk okul üniformalarıyla sokakta yürüyordu. Onlar dışında kimse yoktu. Kimseye de görünmemeliydim. Teyzemlere hiç görünmemeliydim.
Emniyet kemeri çözerken, "Teşekkür ederim getirdiğin için," dedim.
"Çilingir birazdan gelir. Gelince teşekkür edersin."
"Ne?" Duyduğumla arabadan çıkamadan Kasklı'ya aniden baktım. "Çilingir mi?" Kolundaki saatinden bakışlarını kaldırıyordu.
Yanlış duymuş olamazdım değil mi?
"Kapını açması için çağırdım," dedi şaşırmış ifademi izlerken.
Olamazdı. Kapıda kaldığımı söylediğim bahanemi tamamen unutmuştum. Unutmam bir yanaydı. Kasklı'nın böyle bir hamle yapacağını düşünmemiştim bile.
Yüzümdeki afallamayı silmeye çalıştım. Gözlerimi kırpıştırdım. "Ben hallederdim."
"Sen halledene kadar geç olurdu."
Çantamdan telefonumu çıkarıp saate baktım. Saat yedi buçuk dahi olmamıştı. "Sabah sabah hangi çilingir açıkmış böyle?"
İşe başlama saatleri, sekiz buçuk ile dokuz arası değil miydi?
Bakışlarını önüne çevirdi. Emniyet kemerini çözdü. "İşin görüleceği için rahatlamalısın. Gelmek üzeredir." Tabi, rahatlamalıydım. Gerçek bir sorunuma çözüm bulmuş olsaydı rahatlardım.
"Ara adamı gelmesin. Çilingire verecek param yok benim. Ben başka şekilde halledecektim."
Başka şekil anahtarımla kapımı açmaktı.
"Benden olur."
Ücreti ödeyeceğini söylüyordu.
"Hayır, olamaz. Borç üstüne borç ekleyemem. Ara adamı."
Dediğimi yapmak için hareket etmedi. İleriye doğru bakmaya devam etti.
"Arayamam," dedi. "Geldi. Mesaine geç kalmak istemiyorsan sen de in." Sonra da arabadan dışarıya çıktı. Beni de arabanın içinde cevap veremeden bıraktı. Çilingir gelmiş miydi? Acelece ileriye baktığımda ileride bir arabadan adamın teki inmişti. Kasklı'yı görünce ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Kırklı yaşlarında biriydi ve alet çantası vardı.
Çıldırmamak için kendimi tuttum.
Arabadan inmekten başka çarem yoktu. Bulunduğum konumda resmen kapana sıkışmıştım. İtiraz etmeye devam edersem Kasklı ona yalan söylediğimden şüphelenmeye başlayabilirdi. Adam zekiydi. Anlayabilirdi. O zaman rezillik üstüne rezillik yaşardım. Fakat başka korkum da vardı.
Teyzemler. Dışarıya çıktığımda bakışlarım teyzemlerin dairesine gitti. Perdeleri kapalıydı. Uyuyor olmalılardı.
Bir karar vermem lazımdı.
Kasklı, adamla konuşurken yanlarına ilerledim. "Sessiz ve çabuk olabiliriz değil mi?" diye sordum adama. Kasklı'nın bakışlarını üstümde hissettim. "Komşularımı rahatsız etmek istemiyorum."
"Elbette hanımefendi," dedi çilingir adam. "Beş dakika sürmez."
"Süper." Bu süre iyiydi. Elimle apartmanı gösterdim. "Şu apartman." Apartmana ilerlerken bu ana kadar apartmana nasıl gireceğimiz aklıma gelmemişti. Normalde anahtarım çantamdaydı ama şu an anahtarım yok sayılmak zorundaydı. "İçeriye nasıl gireceğiz? Kimsenin ziline de basmak istemiyorum."
Belki bu neden çilingirin geri dönmesine yarardı.
Yaramadı.
O saniyelerde apartmandan bodrum katta oturan ablanın erkek çocuğu okula gitmek için dışarıya çıktı. Bugün çok şanslıydım. Belliydi. Çilingir abi de çocuğa kapıyı tutmasını söyleyerek seslendi. Çocuk denileni yaptı. Kapıyı tuttu.
"Sorun çözüldü," dedi Kasklı arkamdan.
Omzumdan arkama doğru baktım. "Sen de mi geleceksin?" diye sordum, apartmanın bahçesine girerken. "Beş dakika sürmezmiş."
"İşin bittiğini sağlama almalıyım."
Çilingir abi seslenince Kasklı'ya cevap veremedim. Sessiz olmasını isterken adam ses çıkarıyordu. Mecbur apartmana önden girip merdivenleri çıkmaya başladım. Arkama bakmadım. Teyzemlerin katına geldiğimde kalbim korkuyla attı. Yukarıya devam ederken kapıları kapalı kaldı, açılmadı ve dairemin önüne gelmeden, kata çıktığım an kapının önündekini gördüm.
Gözlerim irileşti.
Bu sabah unuttuklarımın arasında o da vardı.
Kutu. Can'ın fotoğraf olarak attığı kapımın önündeki kırmızı kurdeleli kutu.
Gerçekten de buradaydı. Gerçekten de adresimi biliyordu.
Ne yapmam gerekiyordu? Elime bile almak istemiyordum ama acelece hareket ederek kapının önündeki kutuya eğilip aldım. Şu iş bittikten sonra direkt çöpe atacaktım.
"Burası." Kısacık kelimeyi geveleyerek konuşmuştum. Arkama baktığımda arkamdan çilingir abi yerine Kasklı geliyordu. Adam onun arkasındaydı.
Kenara çekildim.
Kasklı da adama yer verdi. Adam kapının önünde işini yapmak için çantasını yere koydu. O an ben de elimdeki kutuyu herhangi bir yere fırlatmak istiyordum. Şu ana kadar her şey bu kutu yüzündendi.
Ama lanet kutu elimdeydi.
Bakışlarımı kutudan çekerken Kasklı'ya gözüm değdi. Yan tarafımdaydı. Bakışları aşağıdan yukarıya kaldırıyordu. Kutuyu tabi ki de görmüştü.
"Kargom," dedim birden, neden açıklama gereği hissettiğimi bilmeden. Bakışlarımı kaçırdım. "Öylece kapıma koymuşlar."
Kargonun neden kurdeleli şekilde olduğunu ve neden kargo poşetinin içinde olmadığını sorgulamaması için içinden dua ettim.
Kasklı, bir şey demedi.
Çilingir abiye dikkat kesilmeye çalıştım. Adam, kapının önünde eğilmiş, elindeki aletlerle kilitle uğraşıyordu. Kaç dakika geçmişti? Beş dakika denmişti. Sanki zaman geçmek bilmiyordu.
Anahtarını unutmadığım kapım açıldı.
Adam yerinden doğrulurken "Çok şükür," diye mırıldandım ama o an kendi sesimden başka bir ses daha duyulduğumda başımdan aşağı kaynar su döküldü.
"Betül," dedi bir kadın sesi. "Burada ne oluyor?"
Teyzem merdivenlerden çıkmış, katıma kadar gelmişti ve kapının önündeki bize bakıyordu.
Bölüm Sonu
DEVAM EDECEK
****
Bölüm nasıldı?
Oy ve yorumlarınızı merakla bekliyorum.
Bana instagramdan, tiktoktan (sosyal medyalardan) destek olursanız çok sevinirim. Her bir tavsiyeniz benim için çok önemli.
İLETİŞİM
author.cigdem (intagram)
__okuyan94__ (tiktok)
NASİPSE DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE
^^
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |