
Merhaba. Nasılsınız?
Bölüm biraz geç geldi ama beklenmedik sağlık sorunlarım ortaya çıktı. Bölümü yazarken ellerim ile ilgili sıkıntı baş gösterdi. Hala da geçmiş değil ama başladığım bölüme az az olsa da yazarak bitirdim. Beni sosyal medyalardan takip edenler zaten bundan haberdardı. Bilgisi olmayanlarda öğrenmiş oldu.
*Bu bölüm diğer bölümlere göre bir tık daha uzun.
Bölüme oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin.
Bol bol yorum atıp, oy verirseniz sevinirim.
Her zaman ki gibi emojilerimizi alabilirim buraya.

İYİ OKUMALAR
18.Bölüm
Risk almıştım. Almamalıydım.
İhtimallerin en olmayacağını düşünmemeliydim. Düşünmüştüm.
Teyzemlerin dairesinin çekili perdelerine kanmıştım. Kanmamalıydım. Eğer risk almasaydım, korktuğum o ihtimali düşünmeseydim ya da pencerenin görüntüsüne kanmasaydım şu an bu durumda asla ama asla olmazdım. Hatta bunlara ek, mümkünse aklımdan rahatlayacağım hakkında kelimeler bile geçirmemeliydim ama geçirmiştim ve artık çok geçti. Yakalanmıştım. Ekleme. Sanki hırsızlığa bir eve girmiş, ansızın ev sahibine yakalanmış gibi yüzüme bakan teyzeme bakıyordum. O da bana bakıyordu. Aslında önünde olan her şeye bakıyordu.
Çilingir abiye.
Bana.
Ve Kasklı'ya. Kasklı. Onun burada olmaması gerekiyordu. Olması başlı başına hataydı ve teyzem de görmüştü.
Yanmıştım.
Fena kapana kısılmıştım.
Çilingir abinin "Benim işim bitti," diyen sesini duyduğumda o tarafa bakamadım bile. Tek bir şey düşünüyordum. O da çilingir abinin doğru ama bir kelime ile yanlışı söylediğiydi. Çünkü onun değil, benim işim bitmişti.
İşim kesinlikle bitmişti.
Ne yapacaktım?
Ne yapmam gerekiyordu?
Ne yapacağımı bilmemek berbattı. Böyle bir anı beklemediğimden zihnimde donmuştu ama donmamalıydı. Bir şeyler demeliydim. Konuşmak için bir şeyler düşünmeli ve hemen konuşmalıydım.
"Betül!" dedi teyzem yine, açıklama beklercesine.
Keşke demeseydi.
"Teyze! Günaydın," dedim öne çıkarak, hala ne diyeceğimi bilmeden. "Bu sabah erkencisin."
Onlarda kaldığım ara sıra zamanlarda evdekilerden önce kalkardı ama ne kadar erken kalktığı hakkında bir bilgim yoktu. Ancak her kaldığım günlerde uyandığımda kahvaltı sofrası hazır, uyanacakları beklerdi. Bugün de pazar günüydü. Ailesine erkenden kalkıp güzel bir pazar kahvaltısı hazırlamak istemiş olabilirdi ama olmasa daha iyiydi.
Bende de hata vardı. Keşke, sofrayı hazırlamak için ne kadar erken kalktığını sormuş olsaydım. Sormuş olsaydım, bu sabah belki de uyanmış olabileceğini hesaba katabilirdim.
Teyzem cevap verdi. "Sen ne yapıyorsun böyle?" diye sordu. Duymak istediğim cevap ise bu değildi. "Bu adamlar da kim?" Bakışları yanımdakilerin üstündeydi. "Neler oluyor burada?"
Aslında ne olduğunu tam olarak anlayabilirdi. Sonuçta çilingir abinin alet çantasını bence görmüştü ama yine de soruyordu.
"Hiç," dedim düşünmeye devam ederken. "Hiçbir şey."
Bakışları beni buldu. "Hiçbir şey mi?"
"Önemli bir şey değil," dedim arkasından. Şu an bulunduğum durumu kurtarmak için geçerli bir sebebe ihtiyacım vardı. Bu ara ne de çok sebeplere ya da bahanelere ihtiyaç duyuyordum. Teyzeme doğru birkaç adım daha attım. "Kapıda kaldım." En iyisi geceden beri söylediğim bana göre yalan olan ama başkasına göre doğru olanı söylemekti yoksa çilingiri hiçbir şekilde açıklayamazdım. Söylediğimin arkasında da durmazsam da bahanem elimde patlayacaktı. "Ben de çilingir çağırdım."
Doğrusu benim değil, Kasklı'nın çilingiri düşünüp çağırmasıydı.
Her şey sarpa sarıyordu. Baştan itibaren böyleydi. Akıllanmam gerekirdi ve ben akıllanmamıştım. Sonuçta ortadaydı.
Teyzem çilingirin tarafına doğru baktı. Bakışları aşağıya indi. Büyük ihtimalle çilingir abinin alet çantasına bakıyordu.
Çilingir abi konuştu. "İşim bittiğine göre ben artık gideyim." Arkama baktığımda alet çantasını eline almıştı. "İyi günler."
Kenara çekilirken teyzem de dibime geldi. Çilingir, önümüzden geçerken teyzem, "Bu adam kim?" diye sordu. Neredeyse kim diye soracaktım ama kimden bahsettiğini anında anlamıştım. Anlamamam için hem ortamdaki ağırlığını hissetmemiş olmalıydım hem de teyzemin gözlerinin bu adam dediği kişi de olmamalıydı.
Tüm bu kısa zamanda Kasklı'ya hiç bakmamıştım. Ne düşündüğünü ya da içinde bulunduğu ortamı nasıl değerlendiriyordu, bilemiyordum.
"Teyze."
Konuşan ben değildim. Gelen sesle gözlerim, Kasklı'ya bakamadan sesin geldiği tarafa, yani merdivenlerin olduğu kısma gitti. Yok artık! Onun burada ne işi vardı? Konuşan kuzenim Nil'di. Saçları tepesinde topuz, üstündeki pijamalarıylaydı. Bir Nil eksikti. O da anlamsız bir şekilde buradaydı. Bu sabah neden bu kadar saçma bir sabah oluyordu?
Neden bunlar başıma geliyordu? Acilen yardıma ihtiyacım vardı.
Nil'in uykulu gözleri beni buldu. "Betül abla," dedi. Sonra da gözleri yan tarafıma doğru kaydı. "Bu da kim?" Kısacık durakladı. "Bir saniye," dedi arkasından. "Ben bu abiyi nereden tanıyorum?"
Kasklı'dan bahsediyordu.
Teyzem de "Betül, bir soru sordum," diyordu o sırada ısrarla.
"Buldum," dedi Nil hemen. Kata çoktan gelmişti. "Bu abiyi düğünde gördüm ben!"
Söylediğini teyzem anında duyarak dikkatini çekti. "Düğün mü?" diye sordu teyzem arkasından.
"Hani Doğanay'ın düğününe gitmiştik ya teyze," dedi Nil, benim yerine. "İşte orada gördüm. Damadın bir şeyi oluyordu."
Nil'in hafızası da hafızaydı. Normalde benim yerime cevap verdiği için kendisine kızardım ama şu an bu konumda beni resmen kurtarmıştı. Haklıydı. Doğruydu. Cevabı yalan değildi. Bana da o an o saniye de fikir vermişti.
"Kardeşi," dedim Nil'in söylediğini teyit ederken, sütkardeşi ayrıntısını söylemedim. "Bu beyefendi Doğanay'ın kayını, teyze ve sizin yüzünüzden adamı da kapıda beklettim. Doğanay'ın bende kalan eşyasını almaya gelmişti o da."
Sesimi Kasklı da duysun diye kısmamıştım. Duymalı ve bana uymalıydı. Yoksa toparlamaya çalıştığım durum hayatıma dökülürdü. Yine de çalışmayan zihnimi bu dakika çalıştığı için tebrik etmek istiyordum ama ondan önce Nil'e bu fikri zihnime iliştirdiği için alnından öpmek istiyordum.
Bu bir ilkti.
"Hiçbir şey anlamadım," dedi Nil.
"Ben de anlamadım kızım," dedi teyzem, Nil'e.
Kasklı da herhangi bir itirazda bulunduğuna dair sesini duymadım.
"Anlatacağım ama önce adama daha fazla rezil olmadan ne için geldiyse onu yapayım," diye hem paniklemeden hem de teyzeme doğru eğilerek konuştum. Kasklı'ya arkam dönüktü. Teyzeme daha yakındım. "Sonra ben size her şeyi anlatacağım."
Anlatacaktım. Anlatmak zorundaydım. Çünkü teyzem bu saçma durumun peşini bırakmazdı ama anlatmadan önce de eksik olan kısımları tamamlamam lazımdı. Bundan dolayı kısada olsa biraz süreye ihtiyacım vardı.
"Ver de gönder," dedi teyzem mesafeli durarak. "Sabah sabah kapında olması hata."
Konuşmamla teyzem ile Nil'in Kasklı'ya şüpheyle baktığını fark ettim. Bunu düşünmemeye çalışarak bu sürede ilk kez Kasklı'ya doğru döndüm. Olan biteni izlediğini ona baktığım an anlamıştım.
Söylediklerime karşı ne düşünüyordu, merak ediyordum ama şu an merakımın sırası değildi.
"Seni de beklettim, kusura bakma," dedim yanına ilerlerken. Bir yandan da tetikteydim. Söyleyeceği ufak bir kelime bile beni fena bozabilirdi. "Daha fazla beklemeyeceksin. Hemen getireceğim."
Gerçekten merak içinde olmamalıydım ama merak içindeydim. Neticede teyzemlerle aynı binada oturduğumu bilmiyordu. Önceden enişte beyden öğrenmediyse onun için yeni bir bilgiydi. Ve bu bilgiyi sorgulayabilirdi. Ona göre kapıda kalmıştım. Teyzemlerden neden yardım istemediğimi kendince düşünebilirdi ama neyse ki sorgulamaması için önceden söylediğim bir bilgi vardı. Kimsenin çalıştığım hakkında bilgiye sahip olmadığını söylemiştim.
Bu dediğim şu an can simidimdi. Buna yorabilirdi.
Kasklı'dan beklediğim tepki geldi. Başıyla yavaşça onayladı.
Önünden geçtim. Ayakkabılarımı hızla çıkarıp eve girdiğimde elimdeki kutunun varlığını hissettim. Bu lanet kutuyu bile unutmuştum. Acelece hareket ederken arkamdan kimsenin gelmemesi işime geldi. Teyzem ve Nil kapının önünde kalmıştı. O an onları orada bıraktığım için pişman oldum. Geride kalarak her şey başıma gelebilirdi. En önemlisi Kasklı'yı sorguya çekebilirlerdi. Bunu düşünememiştim ama bu da diğerleri gibi artık geçti. Geri dönmedim. Söylediğimi yapmak üzere hızla düşündüm.
Kasklı'ya ne verecektim?
İşin içine Doğanay'ı karıştırmıştım ama odasında ne bıraktığını bile bilmiyordum. Hem bırakmış olsa bile odasından bir şey olamazdı.
Kendi odama girdim. Çantamı yere bırakıp elimdeki kutuyu yatağımın üstüne koydum. Etrafa bakındım. Hareketlerim gibi hızlı hızlı düşünmem gereken bir andı.
Çok fazla hatta hiç düşünmedim.
Masamın üstündeki yeni aldığım ders kitabının poşetini kaptığım gibi gözüme ilk gelende karar kıldım. Poşetin içine sıkıştırırken poşetin büyüklüğüne şükür ettim. Çünkü içinde ne olduğu anlaşılmıyordu. Ancak insan dokununca bir tahminde bulunabilirdi. Bu da benim açımdan sorun çıkmayacağı anlamına geliyordu.
Gelmek zorundaydı.
"Betül!"
Teyzemin sesini koridorda duyduğumda tam da kapıdan çıkmak üzereydim. Koridora çıkmadan kapıda teyzem ile karşı karşıya geldim. Odamdan çıkacakken yakalaması hoşuma gitmedi. Diğer yandan kapıda herhangi bir durum olup olmadığını merak ettim. Tedirgin oldum.
"Efendim teyze, bir şey mi oldu?" dedim normal durmaya çalışırken. Normalliği unutacak bir sabah yaşıyordum. Haliyle ne kadar normal göründüğüm hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Yalnızca herhangi bir sıkıntı çıkmadan Kasklı'yı yollayıp, bu sabahın sonlanmasını istiyordum ama teyzemin suratına bakarken de emin olamıyordum.
Sorun mu vardı? Olmuş olabilir miydi? Olmamasını tercih ederdim. Sorum cevap verene kadar da emin olamazdım.
Normal durmamın yanında tetikte de duruyordum.
"Şu adamın yanında soramadım ama neden çilingirin ücretini ödedi?" Bir dakika. Ödemiş miydi? Ne zaman ödemişti? Ben görmemiştim. Başka şokların etkisindeydin. Arkam Kasklı'ya dönük olduğundan gerimde ne olup bittiğini bilmiyordum ama görünüşe göre teyzem ne olduysa dürbün gibi gözleriyle görmüştü. Demek çilingir abi bu yüzden gitmek istemişti. Kasklı ücretini ödemişti. Keşke ödemeseydi. Bir keşke daha. Eğer ödemeseydi başka bir cevapla ilgilenmek zorunda kalmayacaktım. Sorduğu şüphe dolu sorusuna ne cevap vereceğimi düşünürken sorusunun arkasından bir soru daha geldi. "Paran mı yok senin de elin adamı ödüyor?"
Yoktu. Param yoktu ama bunu ortaya çıkarırsam başka sorularda ortaya çıkardı.
"Ne alakası var, teyze. Tabi ki de param var." Niye o zaman der gibi bakışlarına soru oturdu. Sorusunu sormasını müsaade etmedim. Aklıma ilk gelen düşünceyi ortaya attım. "Adamın bana borcu vardı," dedim, hikayenin başındaki olayı tersini düşünerek. "Bu yüzden çilingir ücretini ödedi."
"Borcu mu? Ne borcu bu?"
Ne desem bir an bilemedim. Ortaya bir şey attıysam altını da doldurmam gerekiyordu. O an zihnime ne düştüyse o düşüncenin arkasından ilerledim.
"Doğanay'ın düğününde para konusu olmuştu," dedim başta. Durakladım.
"Eeee?" dedi devam etmemi isteyerek.
"Eeeesi işte, nakit çıkışmayınca da orada ben verdim," diye tamamladım birden. Söylediğimi doldurmaya devam ettim. "O da vakti gelmişken borcunu bu yönde ödemeyi teklif etti. Ben de kabul ettim."
Makul bir açıklamaydı.
Ben olsam buna inanırdım.
Söylediğimin doğruluğunu tartarcasına durakladı.
"Ne alacaksa sabahın köründe mi almaya gelinirmiş?"
"Haberim vardı benim," dedim.
"Sen bu abiye o gün para mı verdin?" Konuşan başka bir sesti. Şaşkınca konuşan Nil'di ve teyzemin yanına gelmişti. Bir o eksik kalmıştı. Gelmiş ve tamamlanmıştı ama teyzemin sorgusuna ek olarak bir de Nil'in sorularına maruz kalmam haksızlıktı.
"Verdim," dedim.
"Ne zaman verdin? Ben niye görmedim?" Düğün günü Nil de oradaydı ve şu an böyle konuşması teyzemin inanması açısından kötüydü. Normal bir günde olsak kendisini başından savabilirken teyzemin yanımda olması işi zorlaştırıyordu.
"Görmezsin tabi. Her dakika yanımda mıydın?" Böyle değince düşünürcesine durakladı. "Değildin."
"Tamam, bir şey demedim," dedi tepki vermek için tepki verirken. "Ama yine de değişik bir durum. Böyle adamların nasıl paraya ihtiyacı olabilir? Aklım almadı."
Teyzem, Nil'e baktı. "Nasıl adamların? Bu da ne demek? Sizin dilinizden hiç anlamıyorum ben. Doğru düzgün anlatın bana."
"Neyini anlamıyorsun? Zengin adamların işte teyze."
"Sen nereden biliyorsun bakayım bunu?" diye sordu haliyle, teyzem.
"Bir yerden bilmiyorum. Doğanay'ın kocasını gördük. Bu abi de kardeşi olduğuna göre aynı kategorilerdeler. Zengin adamların parası olur. Nasıl parası yok, anlamış değilim."
Nil'in susması için ne yapabilirdim? Her cümlesi beni huzursuz etmekten başka bir işe yaramıyordu.
"Adı üstünde zengin," dedim araya girerek. Her ikisinin de bakışları üstüme döndü. "Adamlar her zaman nakit mi taşıyor? Bizim gibiler her zaman nakit taşıyor. O gün de öyle bir anına denk geldim. Ben de yardım ettim."
"Hm," dedi Nil. "Bu yönden bakınca doğru. Onların kredi kartları oluyor."
"Yani," dedim tasdikleyerek. "Şimdi de adam borcunu ödedi işte. Ödeştik."
"Çocuk kapıda dikilmekten ağaç oldu," dedi bu kez teyzem araya giderek. "Ne vereceksen yolla da gitsin artık. Bu durum hiç hoşuma gitmiyor."
Aynı fikirdeydim.
"Ben de onu yapmaya çalışıyordum," dedim dik dik Nil'e bakarak.
"Vereceğin bu mu?" diye sordu Nil, söylediğimi duymazdan gelircesine gözleri aşağıya kaymıştı.
Poşete bakıyordu. Bende poşeti sıkı ve düzgünce tutuyordum. İçindekini görmesi mümkün değildi. Yoksa değil miydi?
"Evet, bu." Daha fazla soru sorulmaması için yanlarından geçtim. "Teyzemin dediği gibi şunu gidip vereyim de gitsin."
Ne kadar süredir oyalandığım hakkında bir fikrim yoktu ama Kasklı'nın söylediğime uyup uymadığını bilmiyordum. Teyzem yanıma gelmeden önce kapıda olduğunu söylese de gitmiş olabilirdi. O zaman da başka açıklama yapmak zorunda kalırdım.
Açık kapıya ilerlediğimde neyse ki Kasklı hala olduğu yerdeydi. Kapının önünde dikiliyor, kolundaki saate bakıyordu. Geç kalma konusundan hoşlanmadığını daha önce söylemişti. Belli ki onu hesaplıyordu.
Geldiğimi fark etmiş olmalı ki bakışlarını kaldırdı. Yönünü kapıya doğru verdi.
"Üzgünüm," dedim teyzem ve Nil'in de bizi dinlediğini hesaba katarak. Teyit etmek adına kısaca koridora bakındım. Tahminim doğruydu. Bakışlarımı çekip Kasklı'ya döndüm. "Seni de beklettim," diye devam ettim. Elimdeki poşeti kendisine doğru uzattım. "İşte beklediğin burada. Hazır, götürebilirsin."
Uzattığım poşete bakışlarını indirdi. Pot kırmaması için gözünün içine bakarken poşeti öne itekledim. Gözlerini kaldırıp yüzüme baktı ama alacak gibi durmuyordu. Koridora bakınıp teyzemlerin gelmediğinden emin oldum. Mecbur öne doğru adımladım ve kapının eşiğine çıktım. "Doğanay'a ve enişte beye selam söylersin," dedim, bakışlarımla da poşeti işaret ettim. "Sonra ben senden alacağım bunu. Lütfen şunu alır mısın?" Son cümlelerimi sessizce mırıldanırken gözlerinin içine bakarak konuşmuştum. Bununla da yetinmedim. Diğer elimi uzatarak elini kavradım. Teyzemlerin bulunduğu yerden iki elimle poşeti uzattığım gibi bir izlenim verirken, poşeti eline bıraktım ve elini kapatmasını sağladım.
Geri, eski pozisyonuma geçerken hiçbir şey diyemeden, "İyi günler," diyerek kapıyı yüzüne kapattım.
Koridora bakmadan gözlerim kapalı kapıdayken soluklanmak için kendime kısacık izin verdim. Kasklı, akıllı adamdı. Durumu anlamış olması lazımdı. Anlamamış olmasa bile hiç yoktan söylediklerime itiraz etmemiş ve bu sorun ortadan kalkmıştı. Geriye evdeki sorunlar kalmıştı.
Teyzem ve Nil'in konuşma sesleri gelirken hiçbir şey olmamış gibi koridora döndüm.
"Düğünde de o abinin önünü kesmişti," diyordu Nil boşboğazlık yaparak. "Sen de duydun teyze. O abiye, sen diye hitap ediyordu. Bence samimiler."
Bu kızın neden kapatma düğmesi yoktu? Keşke olsaydı da, yanımdayken düğmesine basabilseydim.
Yanlarına adımladım. "Saçma sapan konuşma," dedim duyduğuma tepki vererek hemen.
Çıkışmamla Nil bakışlarını yüzüme çevirdi. "Düğünde önünü kesmedin mi?" diye sordu.
"Sen yanlış görmüşsün," dedim kendimi savunarak. O anı hatırlıyordum. Doğanay'ın düğününde olanlardan sonra arkadaşımın yanında kalmaya karar vermiştim ve ablası Aysel ile kendisini sapasağlam eve göndermek için bir yol bulmam gerekmişti. Neticede onları ben düğüne getirmiştim ama geri götüremeyeceğime göre çözüm yolu bulmakta bana kalmıştı. Bende Kasklı'dan yardım istemiştim. O da yardım etmişti. Tabi o zamanlar bu kadar onu tanımıyordum.
Zihnim durakladı.
Şimdi peki onu tanıyor muydum? Aslında tanımıyordum. Elimdeki bilgiler yüzeyseldi ama o zaman ile bu zamanı kıyaslamaya kalkarsam daha fazla tanıma sürecim olmuştu.
"Ben yanlış görmedim," dedi Nil, ısrar ederek. "Seninle konuşması için o abinin önünü kestin."
"O zamanda söyledim. Sizin evinize bırakılmanız için yardım istemek için konuşmuştum."
Teyzeme söylediklerim belki mantıksız gelebilirdi ama eğer kız kardeşleriyle konuşmuşsa hiçte mantıksız gelmeyebilirdi ve neredeyse emindim ki başıma gelenler hakkında bilgi sahibiydi. Ya annem ya da Aysun teyzem, yakınımdaki teyzeme olanları anlatmıştı. Yüzüne bakılırsa da bu yeni öğrendiği bir bilgi değildi.
Nil'in cevap vereceğini sandım ama araya teyzem girerek cevap veremedi.
"Onu bunu boş verin. Sen nasıl kapıda kaldın? Anlat bakalım."
Sorgulamanın, soruların bitmeyeceğini kapıda yakalandığım an biliyordum. Tam olarak ne diyeceğimi ise bilmiyordum.
Üstümdeki ceketi çıkarırken, "Anahtarımı evde unutmuşum," dedim en basit tabirle.
"Bu saatte mi?" diye sordu Nil.
"Ne varmış saatte?" diye karşılık verdim ben de. "Anahtar unutmanın saati mi olur?"
Yani olmazdı. İnsanın başına her saatte her iş gelebilirdi. Benim geliyordu.
Odama doğru ilerledim. "Nil doğruyu söylüyor," dedi teyzem arkamdan. "Bu saatte nereden geliyordun sen?"
Odama girmeden durakladım. Teyzemin Nil'e hak vermesi hoşuma gitmemişti ama böyle bir sorunun geleceği baştan belliydi. Saat erkendi. İşe gitme saati kadar erkendi ve bugün hafta sonuydu. Hafta içi olsaydı, okulu bahane edebilirdim.
Nil'in bakışları üstümdeki kıyafetlerdeydi. Hazır bir halde, bu kadar erken bir saatte nereden geldiğimi merak ediyor, mantıksız bir cevap verdiğim anda da başka bir soru soracağını belli ediyordu. Teyzem de Nil'e uyar, arkasından gelirdi.
Ne cevap vereceğimi kısaca düşünürken gözüm bir anlığına yatağın üstünde pakete gitti ve aklıma bir fikir geldi.
"Bakkala kargomu almaya gitmiştim," dedim ikisine doğru dönerken. O an birden panikledim. Söylediğimden hemen pişman olmuştum çünkü kapıma bırakılan paketi önceden görmüş olabilirlerdi. Eğer gördülerse bahanemin üstüne başka bir bahane uydurmam gerekecekti. Hızla düşündüm. Görmüş olsalardı kapımın önünde durmasına izin vermezlerdi. Bana vermek üzere aşağıya götürürlerdi. Önceden olmuştu. Yüzlerine, en çokta teyzemin yüzüne dikkatle bakarken korktuğum gibi bir tepki gelmedi. Konuşmama devam etmemi bekliyordu. "Sedat Bey'in bu sabah geleceğini de biliyordum," dedim tepki gelmeyince. "Bunun için erkenden uyanmıştım ama baya erken uyanmışım. Ben de kargomu almaya bakkala gittim. Dış kapıya geldiğimde de anahtarımı unuttuğumu anladım. Sonra da çilingir çağırdım." Bana kalırsa söylediklerim inandırıcı bir senaryoydu. "Sedat Bey de o anlarda geldi."
Kasklı'ya iki de bir ismiyle bahsetmek kendimi tuhaf hissettiriyordu. İsminden çok ona taktığım lakapla hitap etmeye baya alışmıştım.
"Bize niye haber vermedin?" diye sordu bu kez de teyzem. "Yanına gelirdik."
"Uyuyorsunuz diye tahmin etmiştim." Öyle olmasını ummuştum ama düşündüğüm gibi olmamıştı.
"Peki ya apartmanın içine nasıl girdiniz?" Soruyu soran Nil'di. Ona baktım. Sorgulanmakta sıkılmıştım. Yüz ifademe de yansımış olmalı ki, "Dış kapıda kaldığını söyleyince merak ettim," diyerek devamını getirdi.
Sorusu teyzemin de merakını körüklediğini ona baktığımda anladım.
"Neyse ki şansım yaver gitti," dedim. "Kimsenin ziline basmadan binadan çıkan oldu. Öyle girdim." Yalan değildi. O kadar bahane uyduruyordum ki arada düşünmeme gerek kalmadan söylediklerimde çıkıyordu. Nil'e baktım. "Merakın gitti mi?"
Nil, sessiz kalırken teyzem konuştu.
"Bir dahakine başına ne gelirse gelsin haberimiz olsun kızım, tamam mı? Sen bize annenden emanetsin."
Başımı onaylarcasına salladım. "Tamam," dedim konunun kapanacağını umarak. "Öyle yaparım."
"Biz artık aşağıya inelim. Sen de kahvaltıya aşağıya in. Aysun teyzenlerde gelecek. Hep beraber yapalım."
"Onlar zaten sizde değil miydi?"
Nil'i birden bire karşımda görünce, geri kalanında aşağıda kaldığını düşünmüştüm. Yukarıya çıkmamalarının sebebini de karşımdakilerin aksine uyuyor olduğunu tahmin etmiştim.
"Sadece ben varım," dedi Nil. "Akşam Emre abiden yardım almaya gelmiştim."
Nil'e baktım. "Ne yardımı?" diye sordum. Emre'yi ne zamandır görmemiştim. Onunla da aramı düzeltmem lazımdı. Ne zamana kadar bana kızgın durabilirdi ki? Bizimkilerden biri aramızın soğuk olduğunu anlayabilirdi.
"Derslerimle ilgili. En zekimiz o olduğundan onun yanına geldim." Bunu söylerken alttan alta bir ima olduğunu sezdim. Ablasını ve beni dersi neyse anlamayacak konuma getirdiğini hissettim ama bir kısımda haklı olduğundan bir şey demedim. Emre, açıkçası benden eğitim hayatı boyunca akıllı olmuştu.
Teyzem, diğer yeğenine baktı. "Ben aşağıya iniyorum kızım," dedi. "Sen burada mı kalacaksın?"
O sırada telefonum kot pantolonumun arka cebinde titredi. Merdivenlerden yukarıya çıkmadan önce acelece telefonumu pantolonumun arkasına koymuştum. Elimi telefonuma götürüp cebimden aldım. Ekrana bakana kadar mesaj titremelerin neyi hatırlattığını unutmuştum. Telefonunun ekranını açtığım sıra zihnim hatırlatmıştı. Çünkü mesaj titreşimi hissettiğim an Can denilen pisliğin yine telefonuma musallat olduğu anlamına gelme ihtimali vardı. Ama çok geçti. Ekrana bakmıştım.
Mesaj, Can'dan değildi.
Dakikalar önce kapımda dikilen adamdandı. Kasklı'dan. Aklıma ilk gelen onunda içinde bulunduğu anlarda zor durumda olduğumu anlayarak, bana bugünlük geç gelme izni verdiği ya da en güzeli tamamen ücretli izin verdiği bilgisiydi.
Mesajı okudum. Düşüncelerimdeki gibi değildi.
Bekliyorum.
Tek kelime. Bu kadardı. Başka bir cümle yoktu. Beni mi bekleyecekti? Beklediğini belirtiyordu. Yani yüzüne kapıyı kapadıktan sonra gitmemişti. Bekliyorum. Bekleyecekti.
Nil'in "Sen neye bakıyorsun öyle?" diyen sesini duyduğumda telefonun ekranını kapattım.
"Saate," dedim, telefonumu indirirken. Teyzem kapıya ilerlemeye başlamıştı ama Nil'in bakışlarını hareketlerimdeydi. Konuyu değiştirmek amacıyla, "Teyzem gidiyor," dedim arkasından. "Sende in de, halini düzelt."
Yalnız kalmam gerekiyordu. Bu yüzden teyzem giderken Nil'de gitmeliydi.
"Halimde ne varmış?" diye sordu, bakışlarını kendine yönelterek.
Yaptığım hamle işe yaradı. Elbette yarayacaktı. Nil için görüntü çok önemliydi. Bir de bir başkasının görüntüsü hakkında bir yorumu olumsuz olursa o zaman tamamen o yöne kayardı.
"Tımarhane kaçkını gibi görünüyorsun."
"Ne?" diye cıyakladı. "Şaka yapıyorsun."
Omzumu umursamazca silktim. "Aynaya git bak, o zaman."
Dediğimi yapmak üzere koridordaki portmantodaki aynaya doğru ilerlerken teyzem kapıyı açmak üzereydi. "Bende seninle geliyorum, teyze" dedi Nil, aynaya bakmadan. Hoş aynaya baksa da fikri artık değişmezdi. Kalma isteği olsa da söylediklerim fikrini değiştirmişti.
Teyzem kapıyı açtı, bizden tarafa bakarak beklemeye başladı.
O kadar abarttığım kadar perişan halde değildi. Yalnızca topuz yaptığı saçları dağılmış, gevşekçe duruyordu ama Nil başkalarının lafına genellikle gittiği için bana hak vermişti. Bunu başka konularda yapmasa da söz konusu görüntüsü olduğunda yapardı.
Nil, tahmin ettiğim gibi aynaya bakmadan teyzemden önce kapıdan çıktı. Teyzem bana doğru döndü. "Kahvaltıya gelirsin sen de kızım," diyerek beklediğini belirtti ama zihnim anında reddetti.
Gidemezdim.
Benim işe gitmem gerekiyordu. Aynı zamanda da Kasklı'nın attığı mesaj vardı. Bana izin falan vermezdi. Öyle bir niyeti olsa beklediğini söylemezdi.
"Beni bugün yok sayın teyze," dedim, kapıya ilerlerken. "Arkadaşıma sözüm vardı. Ona kahvaltıya gideceğim."
"Hangi arkadaşın bu?"
Doğanay'dan başkasını yakınımda görmediğinden sorusunu normal algılamadım. Doğanay'ı zaten ev arkadaşım olduğundan tanıyordu. Annemde öyleydi.
"Okuldan biri," dedim direkt.
"Kız mı?" diye sorduğunda sesinde sorgulama aldım.
Gülerek başımı salladım. "Kız ama bize hiç gelmedi."
"İyi gelmesin. Çağıracaksan da annenle tanıştırdıktan sonra çağır."
Daha önce de bu konu hakkında tembihlenmiştim. Teyzem, annemin tanımadığı kimseyi yaşadığım yerde görmek istemezdi. İlk önce annemin onayından geçmesini isterdi. Doğanay da böyle olmuştu. Zaten bu zamana kadar ikimizde okuldan kimseyi eve çağırmamıştık. Ancak arada sırada yalnızca kuzenlerim bize gelirdi.
"Tabi ki de," dedim başımı bir kere onaylarcasına sallarken.
"Ayrıca..." Ne geleceğini merak ettim. "Demin buradaki adam bir daha kapına kadar gelmesin. Enişten görse ne derim? Hiç yakışık değil. Daha dikkatli ol."
İkinci kez uyarıyordu. Zaten yaşanan bu olaydan hoşlanmadığını sezmiştim. Kasklı ile yakalanmam hiç iyi olmamıştı. Masum bir bahanem olsa bile.
"Olurum teyze, merak etme," dedim dersimi almışçasına.
Teyzem gittikten ve kapıyı arkasından kapadıktan sonra sonunda rahat bir nefes aldım. Bu sabah hiç iyi olmamıştı ama teyzem bir konuda haklıydı. Her konuda artık daha dikkatli olmalıydım.
Telefonuma bir kez daha bakarak mesajı okudum. Cevap yazmamı bekler miydi? Bir an kararsız kalsam da odama ilerlerken parmaklarım telefon ekranında hareket etmişti.
Bekliyorum derken?
Kısa bir mesaj atıyorsa, kısa bir mesajla da karşılık verebilirdim.
Odama girdiğimde birkaç dakikalığına unutmuş olduğumu gördüğümde durakladım. Kurdeleli kutu. Onu ne yapacaktım? Açıp içine bakacak mıydım? Onun yüzünden geceyi bile başka yerde geçirmiştim. Bir tarafım içine bakmadan çöpe hatta sokaktaki çöp konteynerine atmak istiyordu. Diğer tarafımda ev adresimi kadar yolladığı neyse görmek istiyordu.
Can'ın adresimi bilmemesi gerekirdi. Nasıl bilebilirdi? Okuldan çıktığımda beni mi takip etmişti? Olabilirdi. Kampüsteki aramalarında beni gözetleyerek konuşmuştu. Çalıştığım yeri daha biliyordu. Kesinlikle beni takip ediyordu ve ben takip edildiğimden bile şüphelenmemiştim.
Gözlerim kutudayken elimdeki telefon titredi.
Patronunu kızdırmaman adına sokağın başındayım.
Kendisinden bahsediyordu ve bunu da ona önceden söylediğim cümle ile yapıyordu. Cevabımı geciktirmedim.
Anladım. Patronumu kızdırmamam için hızlı olacağım.
Mesajı yolladığımda yüzüme gülümseme hakimdi. Geç kalınmasını sevmediğini söylemiş olabilirdi ama bekleyeceğini hiç düşünmemiştim. Sonuçta gidebilir, başımın çaresine bakmam gerektiğini giderek belli edebilirdi. Ama o gitmemişti. Yatta dediği gibi cümlesinin arkasındaydı. Söylediği kendi için olsa da biraz hoşuma gitmişti. Tamam, biraz değil, baya baya beklemesi hoşuma gitmişti. Aynı zamanda nasıl o sözünün arkasındaysa, ben de mesajımın arkasındaydım.
Hızlı olacaktım.
İlk olarak hızlı olmayı da üstümü değiştirirken yapacaktım.
Dolabıma gittiğimde telefonumu masamın üstüne bırakıp elime ne geçerse aldım. Elimdeki lacivert renginde salaş bir kazaktı. Olurdu. İdare ederdi. Hemen üstümdekini çıkarıp değiş tokuş yaptım. Aynı durum kot pantolonum için de geçerli oldu. Daha rengi daha koyu bir pantolon giydim. Saçlarımı tarakla düzelttim. Neyse ki saçlarım düzdü, bir tarakla düzeliyordu. Son olarak kahve tonlarındaki yarım deri ceketimi üstüme geçirip aynaya baktığımda hazırdım.
Çantamı yerden koluma alacağımda gözlerim yatağın üstüne gitti, durakladım. Kutu. Kendime çeki düzen verirken ve zihnim beni bekleyendeyken onu unutmuştum. İçine bakmak istemiyordum ama bakacağımı da biliyordum.
Yatağa ilerledim. Kutunun tipi sinirimi bozmuştu. Kurdele ile süslenip tatlı bir hale sokulmak istenmiş olsa da hiç de tatlı değildi. Zararsız bir görüntü sunması da yalandı.
Elim kurdelesini çözmeye ilerledi. Kurdele hemen çözüldü. Kapağını açmadan nefesimi dışarıya vererek rahatlamaya çalıştım. İşe yaramadı.
İçinde ne olabilirdi?
Elimde tutarken ağır olmadığını hatırladım. Hafifti. Hatta sanki içinde hiçbir şey yokmuşçasına hafifti.
Parmaklarım kutunun kapağına dokunduğunda cesaretimi toplamaya odaklandım. Kısa bir an duraklama yaşadım. En sonunda kapağını kaldırıp içine göz attığımda sinirden neredeyse kahkaha boğulacaktım.
Kutunun içi bomboştu. Hiçbir şey yoktu. Bana boş bir kutu göndermiş, evimin kapısının önüne bırakmıştı. Ben ise bu boş kutu yüzünden ise gece eve bile gelememiştim.
Ne bekliyordum, bilmiyordum ama boş içinin boş olmasını beklemiyordum. Halbuki en başta aklımdan geçeni yapmalıydım. Açmadan direkt çöpe atmalıydım.
"Pislik!" dedim, kapağını hızla geri koyarken.
Boş bir kutu göndermesinin sebebi ne olabilir, diye düşündüm o an. Birden cevap zihnimde belirdi.
"Pislik," dedim bir kez daha.
Boş bir kutu göndermişti çünkü adresimi bildiğini bilmemi istemişti. Başka amacı olamazdı. Bir kutu göndermiş, tedirgin hissetmemi sağlamıştı. Bunu da başarmıştı. Tedirgin olmuştum ve o an aklıma dank edende olmuştu.
Kendi ile ilgili son derece dikkatliydi.
İki kez elime geçen notlarında kendi yazısı yoktu.
Restorana gelen çiçeklerdeki notta da aynı durum geçerliydi.
Şimdi de bu kutu. Hepsinde aynı yöntemleri uyguluyordu. Kendini açık edecek hareketlerden kaçınıyordu. Attığı mesajlarını ve aramalarını saymazsam tabi. Ama ben bir ayrıntıyı kesinlikle biliyordum. Bu kişi kimse aynı okuldaydık. Onunla ilgili bildiğim sadece bu kadardı.
Can ile ilgili düşüncelerimden sıyrılmak isterken başımı salladım. Gitmemem gereken bir işim vardı. Kendimi toparladım. Odadan çıkmadan önce eşyalarımla beraber kurdelesi ile kutuyu da alıp evden çıkmak üzere hareket ettim. Binadan çıkarken, en başta teyzemlerin dairenin önünden geçerken çok ama çok dikkatli oldum. Bir yandan da seri hareket etmeye çalışıyordum.
Sokağa çıkar çıkmaz elimdeki kutuyu sokaktaki konteynıra attım.
Kasklı'nın mesajını düşündüm.
Sokağın başındayım, demişti. Sağıma soluma bakarken arabasını görmeye çalıştım. Arabası sokağın tam başında olmasa da iki bina gerisindeydi. Oyalanmadım. Bulunduğu yöne doğru adımlarımı hızlandırdım.
Arabanın yönü ileri olduğundan geldiğimi görüp görmediğini bilmeden kapıyı açtım. "Beklemek zorunda değildin," dedim kapıyı açtığım sırada. Ona baktım. "Kendi başımın çaresine bakabilirdim."
Ya kapının açılmasıyla ya da sesimle Kasklı da bana bakmaya başladı. "Ben de aksini iddia etmedim, Sarışın," dedi son söylediğime.
Evet, aksini iddia etmemişti ama beklemesinin hoşuma gittiğini elbette kendisine belli edemezdim. Bekleme kararı almasaydı, büyük ihtimalle işe geç kalırdım. Bu benim için bir sorun teşkil etmiyordu ama Kasklı için ediyordu.
O an cevap verecek gibi oldum ama koltukta duran ona verdiğim poşeti fark ettim. Ön koltuğa koymuştu ve içindeki şeyin duruşu koltuğa koymasıyla duruşundan belli oluyordu. Poşetin içinde olması kendisini korumuyordu. Hatta içindekini bilmesem birkaç tahmin bile yürütebilirdim.
Poşeti oturduğu yerden aldım. "Ayrıca biraz önce teyzemlerin yanında beni bozmadın," dedim, koltuğa otururken. Elimdeki poşeti arabanın ön kısmına koyup emniyet kemerini taktım. "Teşekkür ederim."
Neyse ki teyzemlerin olayını ucuz atlamıştım.
"Teşekküre gerek yoktu. Bir şey yapmadım."
Ona baktığımda bana bakıyordu. "Yaptın," dedim. "Sessiz kalman çok işime yaradı." Tek bir ters bir cümle kursaydı işim zorlaşıyordu. "Gerçekleri söyleseydin, işim biterdi. Sessiz kalarak beni zor durumda bırakmadın." Bir gerçek, diğer sakladığım gerçekleri ortaya çıkarabilir, zincirleme etkisi yapabilirdi. Bakışlarımı kaçırınca poşeti ile karşı karşıya geldim. "Ama sen öyle yapmadın," dedim sözümü tamamlayarak.
Acaba içine bakmış mıydı?
Bakmış olabilirdi, yadırgamazdım. Poşetin içine kötü bir şey koymamıştım ama baktığı an da ne düşündüğünü merak etmeden edemedim. "Poşetin içine baktın mı?" diye sordum konuşmasına fırsat vermeden. İçinden bir ses ise poşete baktığını söylüyordu. "Eğer baktıysan umarım yadırgamamışsındır. Elime ne gelirse onu koydum."
Poşetin içine koyduğum bir ördekti.
Pelüş, sarı bir ördekti ama öyle süssüz bir ördek değildi. Üstünde lila renginde kazağı ve aynı renkte şapkası olan bir ördekti. Hatta yan tarafına bitişik çantası bile vardı. O an elime ve gözüme yatağımın üstündeki pelüşüm çarpmıştı, sonra da poşetin içine girmiş bulunmuştu.
Araba öne doğru hareket etti. "Neden yapayım?" diye soran sesini duydum.
Poşeti yerinden alıp pelüşü çıkardım. "Bilmiyorum. Bir ihtimal." Gülümsedim. "Hem zaten böyle bir şey nasıl yadırganabilir?" Pelüşü kendime doğru kaldırıp poşetin içine bakmamış olsa bile görsün diye ona çevirdim. "Çok tatlı değil mi?"
İstanbul'a ilk geldiğim senemde, odamı düzenlerken oyuncakçıda görüp almıştım. O zamandan beri de benimle beraber, kahrımı çekiyordu.
Araba sokaktan çıkmak üzereyken Kasklı, bana kısa bir bakış attı. Cevap vermesini umarken sessiz kalarak gözlerini yola çevirdi. Bana baktığı o kısa an da herhangi bir şaşırma yoktu ve bu demek oluyordu ki, kesinlikle poşetin içindekini biliyordu.
"Zaten önceden görmüştün değil mi?"
Ses gelmedi.
Önüme dönüp ördeğime baktım. "Merak edip bakmış olman anormal değil. Ben olsam ben de bakardım," diye konuşmaya devam ettim. "Şükür ki o an aklıma böyle bir fikir geldi de, ucuz atlattım."
Kasklı ne kadar sessiz kalarak yardım etmişse de kendimi de kutlamam gerekiyordu. İpin ucundan dönmüştüm.
"Akrabalarınla aynı binadasınız."
Konuşması beni gafil avladı ama hemen toparladım. Teyzemlerden bahsediyordu.
"Evet," dedim soru sormasa da. "Bir kat aşağıda teyzemler var ama teyzemin yanında gördüğün kız onun kızı değil. Diğer teyzemin kızı. Zaten onu da daha önce düğünde görmüşsündür. Ablası ile düğünde benimle birlikteydi."
"Görmedim," dedi.
"Nasıl görmedin? Hatta onlar için senden yardım istemiştim," dedim hatırlasın diye. Bu sefer kısa bir bakış ben attım. Dikkati yoldaydı. "Yardımın sayesinde evlerine gidebildiler."
O gece orman yolundaki olayı düşünmek bile istemezken ben de onun sayesinde evime gidebilmiştim.
Anladım dercesine başını eğdi.
Kısa bakışımın devamı geldi. Önüme dönmedim. "Hatırladın mı?" diye sordum.
"Olabilir." Bu kısa ve belirsiz bir cevaptı.
"Olabilir mi? O nasıl oluyor? Ya evettir ya da hayırdır."
"Önümü kestiğini hatırlıyorum demek." İkinci kez bana kısa bir bakış attığında ona baktığımı yakaladı. "Önümü kestin, Sarışın," diye söylediğini yeniledi.
Bu kelimeleri bu sabah ikinci duyuşumdu ve neden durmadan böyle belirtiliyordu?
"Kesmedim." Dediğini reddederken bakışlarımı kaçırdım. "Dikkatini çekmek zorundaydım. Bu yüzden önüne geçtim."
Önünü kesmek başka bir şeydi. Yardım istemek için dikkatini çekmek başkaydı. Yani ben de öyleydi.
Söylediğime, "Başarılı oldun," diye cevap verdi. "Dikkatimi çektin."
O an bulunduğu tarafa bakmadan edemedim. Bakışları yoldaydı. Bana bakmıyordu. Cümlesinde anlamayacağım bir şey yoktu. Cümleme karşılık vermişti ama gözlerimi nedense o saniyelerde üstünden çekemedim. Çekmem gerekiyordu ama ona bakmaya devam ettim. Kalbimin gürültüsünün fazlalaştığını hissettim.
Neden birdenbire gümbürdemeye başlamıştı?
Ama sanki ona baktığımı hissetmişçesine bakışlarını yüzüme doğru çevirdiğinde ikinci kez ona baktığımı yakaladı. Yüzümün ifadesi ne haldeydi, bunun hakkında da hiçbir fikrim yoktu ama baktığında sol tarafımdaki ses daha da fazlalaştı.
Fazlalaşan sesimi duyabilir miydi? Böyle bir şey mümkün müydü?
Panikledim. Bakışlarımı hızla kaçırdım ve camımdan akıp giden yola bakmaya başladım. Kendimi sakinleştirmeye çalışırken sessiz kaldım. Yol boyunca bir daha da konuşmadım. Tek çıkardığım ses ördeği poşetine geri koyarken çıkardığım ses olmuştu.
***
"Beni şuralarda bir yerde indirirsen daha iyi olur." Araba tanıdık restoranın caddesine girerken dakikalardır ilk kez konuşmuştum. Toparlanıp etrafıma iyice bakındım. Araba restorana yaklaşmıştı ama durursa önüne gelmeden inebilirdim. "Kimse görmeden arabandan inmiş olurum. Böylece kimse beraber geldiğimizi görmez."
Arabanın yavaşlamasını beklerken yavaşlamadı. Restoranın önüne daha da yaklaşmaya başladı.
"Ne yapıyorsun?" diye sorarken Kasklı'ya baktım. "Arabayı durdurmayacak mısın?"
"Durduracağım," dedi. O da benimle geriye kalan sürede ilk kez konuşmuştu. Zaten fazla konuşan bir adam olmadığını çözmüştüm. Onun açısından anormal bir durum değildi.
Bakışlarımı kaçırıp çantamı koyduğum arabanın ön kısmından aldım. Saniyeler sonra arabayı durdurdu ama istemediğim şekilde durdurduğunu fark ettiğimde çok geç kalmıştım. Çünkü toparlanmaya çalışırken bir daha camdan dışarıya bakmamıştım. Diğer taraftan da sözüne güvendiğimden rahatlamış bir ruh halinde kendimle ilgileniyordum. İlgilenmemem gerektiğini ise araba durduğunda anlamıştım.
Bakışlarımı kaldırdığımda arabayı restoranın önünde durdurduğunu gördüm.
"Gerçekten mi? Hani..." Cümlemi tamamlayamadan araba kapısı açıldı ve Kasklı arabasından indi. Bana da arkasından afallamak kaldı. Neyse ki hızla kendime geldim. Apar topar arabadan çıktım.
Ne yapmaya çalıştığı hakkında fikrim yoktu fakat aynı arabada gelmemiz görüntüsü açısından önemli değil gibiydi. Benim için ise önemliydi. İnsanlar yanlış anlayabilirdi.
Bu düşünceyle arabadan iner inmez çıkışmak istedim ama valede birkaç kez gördüğüm çalışanı görünce susmak zorunda kaldım. Dün akşam valede Arda vardı, bu sabah başkası duruyordu. Onun da adını hatırlamıyordum.
İğneli gözlerimi Kasklı'ya batırmak isterken bakışlarımı bulunduğu tarafa çevirmedim. Onu valeye araba anahtarını verirken arkamda bırakarak restorana girdim. Amacım başkasının da bizi beraber görmesini engellemekti. Ara sıra gördüğüm valenin ne düşündüğü umurumda değildi. Asıl umurumda olan beraber içeride çalıştığım mesai arkadaşlarımdı. Dillerine düşmek hiç istemezdim.
Restoranın yemek alanında kimse yokken direkt aşağı kata yöneldim. Geliş saatine bakmamıştım ama belli ki geç kalmamıştım. Giyinme odasına girdiğimdeyse Nermin içerideydi. Dolabından kıyafetlerini alıyordu. Kapının açılma sesini duyunca kapıya doğru bakındı.
"Günaydın," dedim Nermin'e, kapıyı kapatıp dolabıma ilerlerken.
"Günaydın," diye cevap verdi düz bir sesle. Sonra da eşyalarını aldığı gibi kabine ilerledi. Tavrı biraz tuhafıma gitmiş olsa da pek takılı kalmadım. Aynı ortamda olduğumuz zamanlarda da aynıydı.
Dolabımın kapağını açıp çantamı içine tıktım. Deri ceketimin cebinden telefonu çıkardım ve saate baktım. Geç kalmamıştım. Şahsi araba ile gelince nasıl da yol süresi azalıyordu. Eğer toplu taşıma kullanmış olsaydım hala yolda olacağımdan adım gibi emindim. Telefonumu çantamın içine koyup üstümdeki ceketi çıkardım. O sırada giyinme odasının kapısı açıldı. O tarafa bakmama kalmadan Esma'nın sesi duyuldu.
İçeriye girer girmez, "Betül," diye seslenmişti. Sesinde yüksek bir merak, heyecan vardı. Bakışlarımı çevirdiğimdeyse acelece kapıyı kapatıyordu.
"Sana da merhaba," diye cevap verirken hızlı hızlı yanıma geldi.
"Merhabayı falan boş ver," dedi. Karşıma gelmişti. "Sen... Demin Sedat Bey ile beraber mi geldin?"
Sorusuyla kalakaldım.
Ama Esma devam etti. "Geldin, geldin. Gördüm." Bu sabah nasıl bir sabahtı böyle? Korkularımı aklımdan geçirdiğim an başıma geliyordu ve bu ilk değildi. "İkiniz aynı arabada geldiniz."
Ne diyecektim?
Kasklı ile önceden tanıştığımı restorandan kimse bilmiyordu. Bilmelerine de gerek yoktu ama şu an mantıklı bir cümle uydurmam gerekiyordu. Yine. Peki, cebimde mantıklı cevabım kalmış mıydı?
"Evet," dedim normal durmaya çalışarak. Diğer yandan da ne söylesem diye düşünüyordum. "Bu sabah öyle oldu."
Dolabıma dönerken Esma'ya verdiğim cevap yetmedi. Ceketimi dolabın içine koyarken, "Nasıl aynı arabada olabilirsin?" diye soruyordu. "Bir saniye. Yeni baştan soruyorum. Sen nasıl Sedat Bey'in arabasında olabilirsin? Siz nasıl beraber geldiniz ki?"
Sıradan işlemleri yapmaya devam ederek kıyafetlerimi dolaptan aldım. "Bunda bu kadar şaşılacak ne var?" dedim, normalliğime devam ederek. Karşı taraf açısından çok şaşılacak durum vardı ama ona bunu belli edemezdim.
"Patronun arabasındaydın, Betül. Tabi ki de şaşırırım."
Sakin duruşuma karşılık Esma değildi.
"Tamam," diye kabullendim tepkisini. "Şaşırabilirsin ama abartılacak bir durum söz konusu değil. Patronumuz, sadece bana yardım etti."
"Yardım?"
"Evet, yardım etti." Bu söylediğimde yalan yoktu. Kasklı, bana yardım etmişti. Dün geceden beri ediyordu ama Esma tam ikna olmamıştı. Yüzündeki ifadeden nasıl bir yardım olduğunu açıklayarak devam etmemi istediği anlaşılıyordu. Ben de ona istediğini vererek devam ettim. "Otobüsüm yolda bozuldu. Durakta başka otobüsün gelmesini beklerken de beni tanıdı. Beni buraya kadar da getirdi. Ben de kabul etmek durumunda kaldım çünkü kimse patrondan uyarı almak istemez. "
Söylediklerimin bazı kısımları, -otobüs dışında- doğruydu. Kasklı'nın teklifini geç kalmamak için kabul etmiştim. Geç kalınmasından hoşlanmadığını kendisi söylemişti. Yardım kısmı da gerçekti. Mantıksız da değildi. Otobüsüm bozulabilirdi. Beklerken de tanıdık biri görebilir, yardım etmeyi teklif edebilirdi.
Esma'nın bu kez ifadesinde söylediğimin mantığına uydurduğu sinyalleri oluştu.
"Şimdi kafam da oturdu," dedi düşündüğüm gibi. "Sedat Bey, ne kadar da iyi bir insan değil mi?"
Durakladım. Bu, tartışmaya açık bir soruydu. Kasklı'nın yardımlarını görmüş biri olsam da bu restoranda çalışmamın sebebi ortadaydı. Fatura borcu diye tutturmamış olsaydı, yardımlarına da ihtiyacım olmayacaktı.
"Aynen öyle," dedim yine de. Gerçekler benimleydi.
"Ama geç kalmış olsan bile uyarı falan almazdın," dedi Esma. Merakı gitmişti. "Bir kere bile Sedat Bey'den uyarı alan görmedim. İçin rahat olsun."
Bu bilgiyi aklımın bir köşesine yazarken, "Rahatladım," diyerek teyit ettim. Esma'dan beklemediğim bir tepki geldiğindeyse hazırlıksız yakalandım.
Bana yaklaştı ve kısık sesle, "Canan Hanım için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim," dedi.
Konunun Canan'a gelmesini beklememiştim.
"Neden fısıldıyorsun?" diye sorarken aynı Esma gibi sesimi kıstım.
"Yerin kulağı vardır," dedi fısıltısına devam ederek. "Kadın biraz acımasız."
"Biraz mı?" O kadın başlı başına problemli biriydi ve restoranda işe başladığımdan beri de bana takmıştı. Beni azarlayacak bir yer arayıp duruyordu. Bunu da yalnızca bana yapıyordu. Diğerlerine yaptığına şahit bile olmamıştım.
Esma cevap verecek gibi oldu fakat kabinin açılma sesini duyunca söyleyeceğinden vazgeçti. Kendisini toparlayarak kabinlerin olduğu tarafa baktı. Aynı hareketi ben de yaptım. Nermin'i tamamen unutmuştum. Üstünü giymiş, kabinden çıkıyordu. Konuştuklarımın çoğunu kabinden duymuş olmalıydı ama dikkatini çekmiş gibi durmuyordu. Direkt dolabına ilerlemeye başlamıştı.
"Ben de giyineyim," dedi Esma, Nermin'e laf atmadan. Sonra bana baktı. Bakışlarıyla bir şeyler söylemeye çalıştı. "Geç kalmayalım."
İpucu vermişti.
Başımla onaylarken, "Haklısın," dedim. "Ben gittim bile."
Kabinlere ilerlemeye başladığımda Esma da dolabına ilerliyordu.
Elimdeki kıyafetlerle kabine girip kapıyı kapattığımda giyinmeye başlamadan bir saniye kendime düşünme payı verdim.
Esma, konuştuklarımızın son kısımlarını Nermin'in duymamasını tercih etmişti ama neyse ki fısıldayarak konuşarak bilmeden tedbir de almıştı. Bu tavrının sebebi olarak aklıma tek bir düşünce geliyordu.
Canan hakkında konuştuğunu kimsenin bilmemesini istiyordu. O kadından ben de hoşlanmıyordum. Görünüşe göre de tek değildim. Kendi açımdan bu iyi bir durumdu. Canan hakkında çekinmeden konuşabileceğim biri olmuştu.
Verdiğim molayı sonlandırıp üstümü değiştirdim. Sabah oluşan tüm sorunları kıvrak zekamla bertaraf ettiğim için de az da olsa keyfim yerine gelsin diye olumsuz düşüncelerimi görmezden gelmeye karar verdim.
Nasılsa bugünün olumsuz kotasını doldurmuş olmalıydım.
Kabinden çıktığımda birkaç gün denk geldiğim Pelin adındaki kızla karşılaştım. Onunla daha önce pek konuşmuşluğumuz olmamıştı çünkü aynı katlara denk gelmemiştik. Yalnızca birkaç kez birbirimize selam vermiş, bundan ilerisi bir sohbetimiz olmamıştı. Benim yaşlarımda, belki bir iki yaş benden büyük görünüyordu. Siyah saçları omuzlarına gelirken, köşeli yüz hatları ile uyumluydu. Aynı boyda olduğumuzda söylenebilirdi.
Bulunduğum kabinin önünden geçerken, "Merhaba," dedi hafifçe gülümseyerek.
Kabine girmeden aynı şekilde karşılık verdim. Böylece klasik konuşmamış bitmiş olarak kabinlerin koridorundan çıktım ve eşyalarımı dolabımı koymaya yöneldim. Esma ve Nil odada görünmüyordu. Demek ki benden önce çıkmışlardı. Rutin işlerimi hallettikten sonra odadan çıkıp merdivenlere yöneleceğim sırada merdivenlerden aşağıya inen Kasklı ile karşılaştım.
İnmesini beklerken sessiz kalsam da ona uydurduğum olayı anlatmam gerektiğini düşünürken, biraz kenara çekildim ve gayriihtiyarı bir şekilde kimse var mı diye etrafa bakındım. Dakikalar önce Esma'nın merakını gidermiştim. Bir başka merak ile uğraşamazdım.
Kimse gözükmüyordu.
"Kime bakıyorsun?"
Kasklı'nın sesini duyup, döndüğümde merdivenden inmişti.
"Hiç kimseye. Seninle bir konu hakkında acilen konuşabilir miyiz?" İfadesinde sorular oluşur gibi oldu. "Yalnız. Odanda."
Koridorda sorular soracağını sandım. Sormadı. Başını hafifçe yana eğdi ve elini buyur dercesine kaldırıp isteğimi kabul etti.
"Teşekkürler."
Odasının bulunduğu koridora dönerken kimseyi görmemek için içimden dua ettim. Özellikle Esma'nın görmesini istemiyordum. Arabasında gördüğü gibi birde patronun odasına gittiğimi görmesini ona söylediğim sebebi kuşkulandırabilirdi.
Kapının önüne gelince kapıyı açmaya yöneldim ama açamadım. Kilitliydi. Bu da demek oluyordu ki; Kasklı daha odasının kapısını açmamış, içeriye girmemişti.
"Pardon," dedim geri çekilerek. Kasklı'ya baktım. "Kilitli değildir sandım."
"Yeni aşağıya indim," diyerek ilerime geçti. Pantolonun cebinden anahtarı çıkarıp kapısını açtı. İçeriye adımlayıp odanın ışığını açarken beklemedim. Koridorda ne kadar beklersem o kadar görülme riskim artacaktı. Yanından geçtim ve içeriye girdim. Yönümü kendisine çevirdiğimde kapının açık olduğunu gördüm. Öne atıldım ve kapıyı arkasından kapatarak hareketlerimi izleyen, belki de anlam veremeyen Kasklı'ya döndüm.
"Sana beni sokağın başında bırakman gerektiğini söylerken, dediğimi yapmalıydın."
"Aciliyeti olan bu muydu?" Sesindeki umursamazlığı algılamıştım. Bu hareketlerine de yansıdı. Masasına ilerlerken arkasından oda da ilerlemeye başladım.
"Arabanda beni kimse görmemeliydi. Beni zor durumda bıraktın."
Masanın diğer tarafında, sandalyesinin yanındayken bana baktı. "Yanlışın var. Seni zor durumda kalmaktan kurtardım."
"Ve dediğimi yapmayarak zor duruma da soktun." Söylediği cümle bazı durumlarım için doğru olabilirdi ama benim bahsettiğim bu sabah ya da gece yaptığı yardımlar değildi. "Arabanı durdurmayarak."
Ceketini çıkarmaya girişirken gözleri üstümdeydi. Hareketiyle içindeki gömleği bedenine baskı yaparken de benim de gözlerim ondaydı ve hiç olmaması gereken bir anım zihnimde belirmişti. Dün gece başımı göğsüne koyduğumda bedeninin sertliğini hissetmiştim. Sertti. Kaslı olduğu aşikardı. O anımın rezilliği bir yana kendimi güvenli bir limanda olduğum hissi zihnimde ve ruhumda belirmesini sağlamıştı.
Nabzım hızlandı.
"Sorun nedir?"
Sesiyle kendime geldim. Gözlerimi kırpıştırdım. Ceketini çıkarıp arkasındaki askılığa asarken ben de daha dik durdum. Bedenimdeki sesleri duymamayı seçtim.
"Sorunu deminden beri dillendiriyorum."
"Ben ise sorun göremiyorum."
Çıldırmama ramak kalmıştı.
"Bizi gören var," dedim direkt. "Senin yüzünden yine bir şeyler uydurmak zorunda kaldım."
Bu kez duraklama sırası ona geçti. Sandalyesini çekerken hareketi durdu. "Orhan, gelip seninle bunu mu konuştu?" Sesindeki düz ton oradaydı. Benim de karışan zihnimde beynimin içindeydi.
"O kim? Kimden bahsediyorsun?"
Anlamamıştım. İsim sanki tanıdık gibiydi ama şu an kim olduğunu çıkarmaya gücüm yoktu.
"Sen kimden bahsediyordun?"
"O bana kalsın ama bahsettiğin kimse o kişiden bahsetmiyordum." Soruma soruyla karşılık vermesi, aynı ortak noktada anlaşamadığımızı gösteriyor olsa da ona Esma'nın ismini verecek değildim. "Ama neyse ki durumu kurtardım," diye devam ettim. "Otobüsümün bozulduğunu, patronumuzun da yani senin durakta çalışanını tanıdığını sonra da getirmeyi teklif ettiğini söyledim. Böylece de sorunu çözdüm."
Söylediklerimi dinledi. Ufak bir duraklama yaşarken gözlerini üstümden çekmedi. Sonra da, "Buradaki kimseye açıklama yapmak gibi bir durumun yoktu, Sarışın," dedi, umursamaz bir tonda. "Ama madem böyle daha rahat ediyorsun, kendin bilirsin."
Kendimi umursamaz, anı yaşayan biri olarak tanıyan ben bile onun bu umursamaz haline şaşırmıştım.
"Yanlış anlaşılmak hiç mi umurunda değil?" diye sordum inanamayarak. "Ve ayrıca işyerinde de bana Sarışın, demen sence uygun mu? Çalışanların duysa ne düşünür, düşündün mü?"
Uygun değildi ama Kasklı söylüyordu. Bunu da umursamadığı belliydi. Şimdiye kadar diğer çalışanların dikkatini çekmemiş olması, bundan sonra da çekmeyeceği anlamına da gelmezdi.
"Her iki durumda da uygunsuz bir durum göremiyorum."
Geri adımlarını atmıyordu.
"Yani söylemeye devam edeceksin."
"Alışkanlıklarımdan vazgeçmeyeceğimin konuşmasını yapmıştık."
Alışkanlık. Tabi ya.
"Farklı düşünceleri umursamıyorsun, anladım ama hatırlatma olarak söylüyorum, bu restoranda çalışan kimse tanıştığımızı ve faturanı ödemek için bulunduğumu bilmiyor. Bir de bana birilerinin duyacağı şekilde seslendiğin gibi seslenmesen de iyi olur. Samimiymişiz gibi algılanabilir."
Algılanabilirdi ve ben yine zor durumda kalırdım. Durmadan zor durumda kalmaktan, yeni bir şeyler uydurmaktan sıkılmaya başlamıştım.
"Söz veremem."
Afalladım. "Anlamadım?"
"Anlamış olman gerekir. Biraz önce söyledim."
Biraz önce?
Fazla aklımı yormadan neyden bahsettiğini çaktım. Şu Sarışın, kelimesi.
"Hala alışkanlık diyorsun," dedim hayretle. "Alışkanlığını biraz törpülersen sorun kalmaz."
Konuşmadan önce düşünür gibi oldu. "Denerim."
"Deneme yapma. Çünkü samimi gibi durursak tek ben değil, sen de zor durumda kalacaksın."
"Gerçek gibi durmakta benim problemim yok Sarışın, ama senin varsa bunu aklımda tutacağım."
Zihnimin durmaması lazımdı ama bir an durdu. Bu da ne demekti? Bu konuşmada durmadan anlamayan taraf oluyordum.
Gerçek gibi durmakta benim problemim yok. Gerçek gibi? Problemim yok?
Tam cevap vermeye hazırlanıyordum ki konuşamadan odanın kapısı tıklatıldı. Dikkatim dağıldı. Omzumdan arkama doğru bakındığımda açılan kapının diğer tarafında hiç elektriğimin uymadığı Canan girdi. O da beni gördü. Saçlarını diğer günlere göre omuzlarıma sağlamıştı. Koyu tonlarındaki makyajı yüz hatlarını ortaya çıkarmıştı. Ama beni görünce anında yüzündeki ifade değişti. Burada olmamamı beklemiyordu. Ben de gelmesini beklemiyordum.
Gözlerimin yönünü değiştirdim.
Canan'ın "Bir dakikanız var mıydı, Sedat Bey?" diyen sesini duyduğumda Kasklı'nın vereceği cevabı merak ettim.
"Ne vardı?" diye sordu, Kasklı.
Bu demek oluyordu ki, bir dakikası vardı ve benimde odada kalmamın bir mantığı kalmamıştı.
Canan, daha da odanın içine girerken, "İzninizle," dedim. Bekleme yapmadan da odasından çıktım. Odadan çıktığım an arkamdan kapının kapandığını duydum. Refleksle arkama baktım. Kapalı kapının kendisiyle karşılaştım. Kimin kapıyı vakit kaybetmeden kapattığı belliydi.
Gıcık bir kadındı. Bu düşüncem bir kez daha teyitleniyordu. Diğer taraftan Kasklı'nın son söylediğine cevap vermemek hoşuma gitmemişti ama şimdi konuşamamış olmam, başka zaman konuşamayacağım anlamına gelmiyordu.
Bu konuşmanın devamı gelecekti.
***
Hafta sonları restoranın iş yükü oldukça fazlaydı. Daha kalabalık, daha yorucu ve daha gürültülüydü. Dünden sonra bir kez daha tecrübe etmiş olmam her hafta sonu yoğun olduğunu gösteriyordu ama bugün düne göre biraz daha şanslıydım. Neticede yukarı, aşağı mekik okumuyordum. Aşağı kattaydım. Benimle beraber Esma da aşağıdaydı. Ozan bugün yoktu. Onun yerine Ela adında bir kız vardı. Onunla da mesaimiz pek çatışmamıştı. Bir kere aşağıda beraber çalışmıştık. Sonrasındaysa aynı günlerde olan mesaimizler de farklı saatler ya da farklı katlar denk gelmişti. Siyah saçlı, yuvarlak çerçeveleri olan gözlüklü bir kızdı. Yaşı hakkında bir bilgim yoktu. Restorandaki çoğunluğunun yaşına yakın olabilirdi.
Günün öğlen saatleri geride kalırken akşam saatlerine ilerliyordu. Restoranın giriş katında etrafta gözlerimi gezdirmeye devam ediyordum. Masaların çoğu dolu olsa da boş masalarda vardı ama akşama kalmadan o masalarda dolardı, emindim.
"Dün sana çiçek gelmiş. Hiç de söylemiyorsun." Esma'nın sesini yanı başımda duyduğumda bar tezgahının karşısındaki duvara yakın, kolonun önünde işimi yapıyordum.
Dün olanları düşünmek istemiyordum ama bir türlü olmuyordu.
"Molan da bana çiçek geldiğini mi öğrendin?"
Kimden öğrendiğini sormadım. Belliydi. Berrak'tan öğrenmişti. Onun mesaisi bugün tam değildi. Bir saat önce falan gelmiş, danışma alanına geçmişti. Görmüştüm çünkü molama çıktığımda görmüştüm.
Güldü. "Gizli bilgi miydi?" diye sordu heyecan ve merak karışımıyla.
"Hayır, değildi."
"O zaman kimden geldi?"
"Öğrendiğin kişi söylemedi mi?"
"Söyleyecekti ama danışmandaki telefon çaldı. Söylesene, kimden geldi? Sevgilin falan yoktu senin değil mi? Yoksa var mıydı?"
"Yoktu," dedim düşünmeden. Konuyu ne kadar hızlı kapatırsam o kadar rahata erecektim. "Yeni işimi kutlayan arkadaşımdandı."
Arkadaş kelimesini bile kullanmak sıkıntıydı.
"Ah, anladım. Hayırlı olsun çiçeği."
"Aynen öyle. O çiçeklerden," derken görüş açıma Canan girdi. Gözlerimi bulunduğu taraftan çekmeye niyetlendim ama kadının bakışları direkt bulunduğum tarafı bulmuştu. Bununla da kalmadı. Eliyle gel işareti yaptı. Başta bana yapıp yapmadığını anlamadım. Bu yüzden "Ben mi?" diye kendimi işaret ettim. Yüzündeki hoşnutsuz ifade ile başını salladı. Yanına gelmemi istedi.
Bugün Canan sorumluydu. Aynı ortamda bulunmak mekanın, daha doğrusu kendimin elektriğini olumsuz etkiliyordu. Yine de dediğini yapmaktan başka çarem yoktu.
"Nereye?" diye sordu Esma hareket ettiğimde.
"Geliyorum. Canan, bana kaş göz hareketi yapıp duruyor."
Masaların yanından geçip Canan'ın yanına ilerledim. Yanına gelene kadar yüzüme bakmadan bakışları başka kısımlardaydı. Yanına geldiğimde bakışlarını çevirdi.
"Benimle geliyorsun," dedi konuşmama fırsat vermeden. Sonra da hareket ederek, restoranın gerisine yürümeye başladı.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum arkasından değil de yanında yürürken.
Eğer bir hatam olduysa, haberim yoktu. Bugün başımı ne belaya sokmuş ne de sakarlık yapmıştım.
Canan cevap vermedi. İçimden bir ses bilerek, uyuzluk olsun diye cevap vermediğini söylüyordu.
Restoranın lavabo koridorundan geçerek sol koridora döndüğünde gözlerim kısıldı. Bu taraf mutfak alanının bir başka girişine gidiyordu ama sadece bununla sınırlı değildi. Bilmediğim başka kapılarda vardı. Daha önce mutfak alanı ile işim olmamıştı ve Canan'ın beni nereye götürdüğü de meçhuldü.
Mutfak girişini es geçip sağ taraftaki ufak bir koridora döndüğünde merakım daha da arttı. Canan, kısa koridordaki beyaz kapılardan birine ilerledi ve kapıyı açtı. İçerisinin ışığı açık olduğundan da içeriye görmem kolay oldu ve aklım birazda olsa karıştı. O sırada Canan, "Bu akşamın geri kalan saatlerini buradaki işi tamamlayarak geçireceksin," dedi.
"Anlamadım?"
"Anlamayacak bir durum yok. Buradaki kutuları yerlerine düzgün ve sıralı ürünler halinde yerleştireceksin. Kutunun içinde ne varsa rafta yazan etiketlerine göre koyacaksın. Bu yeni gelenleri raftaki ürünlerin arkalarına yerleştireceksin." Odanın içi bir çeşit depoydu. Üç sıra olarak şekilde metal raflar odanın içine konumlandırılmıştı ve yerde de kapağı açılmış koliler vardı. "Bu basit şeyi yapabilirsin herhalde."
Son cümlesindeki iğnelemeyi hissetmiştim.
Bakışlarımı Canan'a kaldırdım.
"Ben garsonum." Garsondum. Garsonların iş yükünde depo düzeltmek olduğunu sanmıyordum. "Serviste bana ihtiyaç var. Bu işi başkası yapabilir."
Yüzündeki hoşnutsuzluk gram silinmezken, "Sana burada ihtiyaç var ve sana nerede ihtiyaç varsa orada olacaksın," dedi. "Şimdi sana verdiğim işi başlasan iyi edersin."
Arkasını döndü ve itiraz etmeme fırsat vermeden odadan çıktı. Üstüne bir de giderken deponun kapısını kapattı.
Depoda yalnız kaldığımda sinirleri bozulmuş bir halde kapalı kapıya baktım. Uyuz kadındı. İçimden bir seste uyuzluğuna uyuzluk katmak için o kadar çalışanın arasından beni seçtiğini söylüyordu.
Ama sinirlenmeyecektim. Bugün sorunsuz başlamamış olsa da mesaiye başladığımdan beri sorun çıkmamıştı. Verilen bu iş yüzünden de sorun çıkarmayacaktım.
Kolilere göz gezdirdim. Açık olan kolilerde ambalajın içinde kuru yiyecekler bulunuyordu. Bazı raflarda da ürünler varken bazılarında azalma olmuştu. Yerde kaç koli vardı, bilmiyordum ama kolinin içindeki her bir ürün bu raflarda yerlerini alması gerekiyordu.
İş başa düşmüştü.
İşe başlamadan önce derince soluklandım ve ilk kolinin içine bakarak işe başladım.
Dakikalar, saatlere dönüşürken zaman geçti.
İlk başta kolilerin içindeki ürünleri sınıflandırarak yan yana getirmiş, sonra raflarda ürün varsa kenara çekerek, yeni gelenleri arkalara sıralamaya başlamıştım. Kuru ürünlerdi ama her paketi düzgünce yerine koyarken insan oldukça efor kullanıyordu. Ara ara saatimi takmadığım için kendime kızmaya da başlamıştım. Molalarımın hepsini kullandığımdan molaya da çıkamıyordum ve koliler hala bitmemişti. Bazı ürünlerin bulunduğu rafların üst kısmı vardı ve ben o raflara daha gelememiştim. Üçüncü sıradaydım. Sonra rafların üst kısmına geçecektim ama üst raflara yönelmeden önce yetişebilmem için alttan destek alacak bir şey bulmalıydım. Çünkü boyum yetmezdi. Halim böyle bir temponun içindeyken de ne kadar zaman geçtiği hakkında bir fikrim yoktu.
Zaman biraz daha ilerledi.
Üst raflara geçme sırası geldi.
İçi boş koliyi diğer boş kolinin üstüne koyup kapıya ilerledim. Canan'a depoyu düzeltmemi istemişti ama boyumun yetmediği yere nasıl ulaşacağım hakkında bilgilendirme yapmamıştı. Zaten onun bilgilendirmesine de ihtiyacım yoktu. Başımın çaresine bakardım.
Aklımdaki mutfak çalışanlarına sormaktı. Neticede onlar kullanabileceğim sandalye, tabure gibi boyumu uzatacak bir şey verirlerdi. Düşüncelerimle kapının kulpunu aşağıya indirdiğimde hiç beklemediğim bir durumla karşılaştım.
Kapı açılmadı.
Bir kez daha denedim.
Kaşlarım çatıldı ama kapı yine açılmadı.
"Bu niye açılmıyor?" diye kendi kendime sayıklarken ikinci hiç aklıma gelmeyen oldu.
Elektrikler gitti, deponun içi karanlığa gömüldü.
"Ne oluyor ya?" derken kapıya fazla güç kullanarak açmaya çalıştım.
Elektrikler mi gitmişti? Öyle bir durum olsa bile böyle bir restoranın jeneratörü olmalıydı ama devreye giren yoktu.
Kapının sonucu da değişmiyordu. Ben de karanlığın içindeyken yöntemimi değiştirdim. Kapıya vurmaya başlarken "Orada kimse var mı?" diye sesimi duyurmaya çalıştım. "Deponun elektrikleri gitti."
Kapının diğer tarafından ses geliyor mu, yoklamasını yaparken sessizce durdum.
Ses yoktu.
Ne adım sesi, ne insan sesi hiçbir ses duymuyordum.
O an birden bir ihtimal zihnime süzüldüğünde gözlerim irileşti. Olabilir miydi? Olmazdı değil mi?
Cevabı duymaya hazır değildim ama bir kez daha dışarıya doğru seslendim. Bir değişiklik olmadığındaysa ne olduğunu anlamış oldum.
Zaman geçmiş, mesai bitmiş ve restoranda kapanmıştı. Ben de tek başıma bu depoda, karanlığın içinde kalmıştım. Geriye de cevaplanmayan bir tek soru kalmıştı.
Deponun kapısı neden açılmıyordu?
-DEVAM EDECEK-
Unutmadan oy ve yorumlarınızı bırakmanızı bekliyorum.
İLETİŞİM
author.cigdem
Tiktok
__okuyan94__
Destek olmayı unutmayın.
NASİPSE DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.
^^
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |