
Oy ve yorumları bekliyorum.
10.BÖLÜM
Kendimi daha önce bu kadar karmakarışık hissettiğimi hatırlamıyordum. Daha doğrusu babamın vefatından önce hayatımın karışacağını hiç düşünmezdim. Bir sebep, eski hayatını arkanda bırakmanı sağlayabiliyordu. Kendime yabancı geliyordum. Etrafımda şekillenen olaylar vardı ve ben o olayların sanki dışarıdan izliyordum. Hareket eden ben değildim. Konuşan ben değildim. Biri benim yerime geçmişçesine her şey yabancıydı. Gerçek kimliğim ise geçmiş hayatımda varlığını koruyordu.
Arabayı Buket’in komutlarıyla sürerken, sessizdim. Nereye gidiyordum? Ne için gidiyordum? Ne yapıyordum? Hiçbir fikrim yoktu. Sessizlik düşüncelerimi kucaklıyor, önüme daha fazla soru getiriyordu. Buket’te bu sefer bir iki kere konuşmuş, ardından da komutları dışında telefonuna bakmaya başlamıştı. Neye dikkatle baktığını sormadım, o kadar samimiyetimizin olmadığını, olmayacağını düşünüyordum. Ama her nasıl anlıyorsa, girmem gereken sapakları söylüyor, o an başını kaldırıp komutlarına devam ediyordu.
“İlerideki ikinci sağa sapacaksın.” Buket’e bakmadım. Dediğini yaptım. İşlek caddeden çıkıp, söylediği sokağa girdim. Sokak günün saatlerinden dolayı kalabalıktı ama caddeye çıkan her sokak kalabalık olurdu. “Sakın kaçırma.”
Kaçırmadım. Bu sokak sessizdi. Müstakil evlerin yanında bazı binalarında varlığı görünüyordu. Sessizlik bizim sokağa benzetmeme neden olmuştu.
“Burası,” dedi Buket ileriye doğru çıkıp, bakışlarını ön camdan iki katlı ahşap evi gösterirken. Bakımlı, bahçeli bir evdi. Yanındaki evlerden ayrılmış gibi duruyordu. Onlarda ahşap evlerdi ama bazılarının eski tahtaları arabadan bile görünebiliyordu.
Arabayı Buket’in yönlendirmesiyle bahçe girişinin ilerisine park ettim. Buket, hiçbir söylemeden arabadan inerkende onu takip ettim. İçim tedirgin, benliğim huzursuzdu. Kendime sorduğum soruların haddi hesabı yoktu. Bu insanlarla olmam doğru muydu?
“Bavulunu almayacak mısın?” dedi Buket, ben kendi içimde sorgulanırken. Arkasına dönmüş, gelmediğimi görmüştü. “Korkma, seni yemeyeceğiz.”
Cevap vermedim. Bavulumu elime aldığım gibi sabırsızca bekleyen Buket’in açtığı demir kapıdan içeri girdim. Tahminim doğru çıkmıştı. Evin girişine kadar giden yolun kenarlarında çeşit çeşit çiçekler dikilmiş, çoğuda açmıştı. Her zaman bahçemizin çiçeklerle dolmasını istemiştim ama okulla ilgilenirken, bahçeyle ilgilenememiştim.
“Çoğunu annemle ben diktik,” dedi Buket, çiçeklere baktığımı görünce. Dört basamaklı merdivenlerden çıkmış, gelmemi bekliyordu. “Ama o şuan memlekette. Onun yokluğunda da ben ilgileniyorum.”
“Çok güzelmiş.”
Buket, kapıya tıkladı. Kendimi geride tutmaya özen gösteriyordum. Çünkü çekingen tarafım bu işin içinden nasıl çıkacağımın çözümünü bulamamıştı. Kapıyı açan kucağında oğluyla Demet oldu. Onu burada beklemediğim için bir yandan şaşırmış, bir yandan da onu ektiğim zaman aklıma gelmişti.
“Nerede kaldınız?” diye sordu ilk.
“Misafirimizi ikna etmek biraz zor oldu. Alim abim devreye girmek zorunda kaldı.”
“Hadi, geçin içeri. Ocakta yemeğim var.” Buket, içeriye girmeden önce, “Ne pişirdin kız yine,” diye sordu neşeyle. “Döktürmüşsündür yine var ya.”
Mecburen Buket’i takip ederken, dilim lal olmuş, söyleyebilecek bir kelime bulamıyordu. Demet’in bakışları ikizinden bana kaymıştı. Yerimde huzursuzca kıpırdandım.
“Merhaba,” demeye çalıştım ama ufacık kelime bile kesik kesik çıkmıştı.
“Hoş geldin,” dedi gülümseyerek. “Çekinmene gerek yok. Biz senden yanayız.”
“Teşekkür ederim.” Son söylediğiyle ne demek istediğini, anlamamıştım ama üstünde durmadım. Bebeğiyle kapıda yeterince dikilmişti.
Ayakkabılarımı Buket’in çıkardığı yerde çıkartıktan sonra, etrafa göz attım. Evlerinin girişi büyüktü ama ilk dikkatimi çeken durum beni karşılayan tarif edemediğim kokuydu. Etrafta tatlı, bir koku hakimdi. Kare şeklindeki holden odalara giriş yapan kapıları açıktı. Kapının tam karşısına gelen yukarıya çıkan tahta merdivenleri vardı.
Elimdeki bavulu, Buket hızla elimden aldığında itiraz etmeme bile fırsat vermemişti. Bavulumla, merdivenlerden yukarıya çıkarken, Demet beni salonlarına geçirdi. Salonlarıda bizim salonumuza kıyasla büyüktü. Bir tarafında üçlü koltuklardan üç tane vardı. Diğer kısmında ise yemek masası bulunuyordu. Bir duvarda boydan boya eski vitrinlerden vardı.
Buket, bebeğini salonun ortasında bulunan yürüyeceğe bırakırken, bakışları beni buldu. “Niye ayaktasın? Otursana.”
Açıkçası ayakta durduğumun bile farkında değildim. Koltuklardan birinin sonuna doğru otururken, içten içe kaybolmak istiyordum.
“Su getirmemi ister misin?” diye sordu halime cevaben.
Başımı olumsuzca salladım.
“Lütfen, çekinme. Birazdan Buket evi sana gezdirir. Benim yemeğe bakmam lazım. Mehmet’e göz kulak olur musun?”
Tam Mehmet’in kim olduğunu soracaktım ki, yürüteçe koyduğu çocuğundan bahsettiğini anladım. “Tabii.”
Salonda küçük Mehmetle yalnız kalmıştım. Yürüteçle bulunduğum tarafta bir o yana bir bu yana giderken de ağzındaki emziğini emiyordu. Bebekleri severdim. Kim bebekleri sevmezdi ki? Ama başkasının bebeğine elimi de süremezdim. Sanki zarar verecekmişim gibi hissetmekten kendimi alamazdım. Pencereden girdiğimiz giriş görünüyordu ama tahminen bahçe arka tarafa doğruda gidiyordu. Bir ara ayaklarıma bir şey vurdu. Yürüteçle Mehmet yanıma gelmiş, dikkatini çekmişim gibi yanımda bitmişti.
“Arabanı doğru sürmelisin,” dedim birden masum suratına bakarken. “Ehliyetini sana kim verdi böyle?” O kadar tatlıydı ki elimi uzatmamak için kendimi zor tutuyordum.
Dizlerime değen, minik eline gülümsedim. “Trafik polisine rüşvet mi vermek niyetin?” diye fısıldadım. “Ne kadar ayıp.”
“Bakıyorumda hemen anlaşmışsınız.” Buket’in sesiyle birden yanlış bir yapmışım gibi irkildim. Sırtım dikleşirken, ansızın kendimi savunma ihtiyacı hissettim.
“Özür dilerim. Annesi mutfağa gitti. Ocağa bakması gerekiyormuş.”
Açıklamam gereksizmiş gibi yüzüme öylece baktı ama sonra Mehmet’i yürüteçten çıkardığı gibi, kucağına aldı. “Teyzeciğim, bu ablanın çekingenliğini üstesinden atmamız artık bizim görevimiz. Anlaştık mı? Ama ilk önce evimizi gezdirelim. ”
Mehmet, Buket’in açık sarımsı saçlarını parmaklarına dolarken ancak üstünü değiştirdiğini anlamıştım. Saçlarının rengi doğaldı. Boya değildi. Üstünde uzun mavi çiçekli bir elbise vardı. Saçlarınıda alt kuyruğu yapmıştı.
“Hadi gel,” dedi Mehmetle konuşmasını bitirmesinin ardından. “Sana kalacağın yeri göstereyim.”
Ayaklandım ve Buket’i takip etmeye başladım. Bedenimin komutları kendiliğinden gerçekleşiyor, diğer sorunları düşünmemeye çalışıyordum.
İki katlı evin aslında babannesi ve dedesine ait olduğunu ama şuan annesiyle memlekette olduklarını söylemişti. Evin altında salon, mutfak ve bir oda vardı. Bodrum kattında da bir odalarının olduğunu söyledi ama oraya girmemem gerektiğinide dile getirmişti. Yukarısında ise üç odaları vardı. Biri büyük yatak odasıydı. Babannesinin odasıydı ama şuan Demet’in, bebeğiyle kaldığını dile getirdi. Diğer oda ise Buket’in kaldığı odaydı. Eşyaları beyaz karyoladan oluşuyordu. Odada iki yatak vardı. Önceden Demetle babannelerine geldiklerinde burada kaldıklarını söylemişti. Bende Buketle beraber kalacaktım. Bir oda daha vardı ama orasıda yukarının salonu gibi bir şeydi. Tuvalet, banyoda bu kattaydı. Buket odası iki kişinin kalacağı kadar genişlikteydi. Bavulumuda bana ayrılan yatağın üstüne koymuştu. Kıyafet dolabıda diğer taraftaydı.
“Ben aşağıya iniyorum. İstersen dinlen. Sofra olunca ben seni çağırırım,” dedi ve Mehmetle beraber odada beni yalnız bırakarak ortadan kayboldu. Ayakta öylece kalakaldım. Yatağın ucuna hala çıkarmadığım montumla otururken, kafam karışmıştı. Buraya geldiğimden beri, bir şeyler yerine oturmuyordu. Buket’e de sormamıştım. Demet’i ilk babamın yazdığı mektuptaki adreste bulmuştum. Şimdi ise burada kaldığını öğrenmiştim. İki ev birbirine de yakın değildi. Buket, Demet’in kocasından da bahsetmemiş ya da başka bir bilgi vermemişti. Abisi Alim Polat’ın ve diğer abisininde nerede kaldığından hiç bahsetmemişti. Alim Polat’ın nerede kaldığını evet biliyordum ama diğer abiside burada kalmıyor olmalıydı. Sırf benim için mi bu evi açmışlardı? Sanmıyordum.
Ne kadar boş bir halde kaldığım yerde oturduğumu bilmiyorum ama hava kararmıştı. Pencereler kapalı olduğu için dışarıdan ses gelmiyordu. Öylece oturuyordum. Burada nasıl yaşayacağımın düşüncesinden bir türlü çıkamıyordum. Bu insanları tanımıyordum. Onlarda beni tanımıyordu. Bir tek babalarımız birbirini tanıyordu. Nedense bu da yeterli gelmiyordu.
Konuştuğum polistende haber yoktu. Ceyda ile de konuşmamıştım. Aslında telefonuma bile bakmak aklıma gelmemişti. Düşüncelerim o kadar kayıp, o kadar silikti ki net bir şeyim yoktu. Bu zamandan sonra ne olacağını, nasıl adım atacağımı bilmemek, karamsar hissetmeme neden oluyordu. Burada kalamazdım. Bunu yapamazdım. Kendimi buraya ait hissetmiyordum. Gitmem gerekiyordu. Arabada kalırdım ama burada kalmamam gerektiğini hissediyordum. Hayatımda tehlike sinyallari çalarken, burada bu evde kalamayacağımı biliyordum. Daha bana saldıran kişinin kim olduğunu bilmeden, bu evdekileri riske sokamazdım. Aynı zamanda da en önemlisi evde bir bebek vardı. Benim yüzümden herhangi birine zarar gelirse, kendimi asla affetmezdim. Buraya gelmem ilk başta hataydı.
Ani bir kararla aşağıya inmeye karar verdim. Montumu çıkarmadan, elime aldığım bavulla, merdivenlerden aşağıya indim. Niyetim kimseye haber vermeden, direk evden sessizce çıkmaktı. Öyle olmadı. Merdivenlerden inerken, holden geçen Buket ile karşılaştım. Mutfağa gidiyor olmalıydı ama beni görünce ansızın durakladı.
“Tamda aşağıya seni çağırmaya… ” derken gözleri çıkarmadığım montuma ve elimdeki bavula kayınca durakladı. “Bir dakika... Bu da ne? Gidiyor musun yoksa?”
Merdivenlerden inmeye devam ettim. “Burada kalamam. Evinizi bana açtığınız için teşekkür ederim ama böylesi daha iyi.”
“Neye göre? Kime göre?” Kaşları hafifçe çatıldı. “Hani abimle anlaşmıştınız? Burada bizimle kalacaktın?”
“Bir açıklama yapmak zorunda değilim. Sadece burada kalamam.” Başıma gelenlerin bazılarını biliyordu ama saldırı hakkında bir şey bildiğini sanmıyordum. “Abinide gördüğünde söylersin. O neden olduğunu anlayacaktır.”
Adımlarımı atmaya başladım. Konuşmalarımızı Demet’te duymuş olmalı ki, mutfak kısmından hole geldi. Birbirlerine çok benziyorlardı ama kıyafetlerinden kimin kim olduğunu bugünlük çözmüştüm. “Neler oluyor? Çocuğu daha yeni uyuttum.”
Buket bıkkanca soludu ve eliyle işaret etti. “Görmüyor musun? Gidiyormuş.”
Demet’te elimdeki bavulu görünce gözleri irileşti. “Bu da ne demek?”
“Gitmem gerek. Evinizi bana açtığınız için gerçekten teşekkür ederim ama böylesi daha iyi, ” dedim ortalarından geçerken. “Burada kalamazmış,” diye de Buket lafımın devamını getirdi. “Ama nedenini söylemiyor.”
Tam ağzımı açmış, nedenlerimi söyleyecekken durdum. Bilmemeleri daha iyiydi. Hem bilseler bile bu zaman kendileri yanlarında olmamı istemeyeceklerdi. Bundan o kadar emindim ki, gerçekleri kelimelere yansıtmaları gerekmiyordu. Arkamdan Buket hala homurdanıyordu, aldırmadım. Bu sefer Demet konuştu.
“Kendi kararı, engelleyemeyiz. Bırak gitsin.” İkizine hitaben konuştuğunu anladığımda elim kapıya varmıştım.
Buket ikizinin çıkışına sessiz kaldı. Kafalarının karıştığını anlayabiliyordum ama ilk başta buraya gelmemeli, hayatlarına girmemeliydim. Hakkımda ne düşünürlerse haklılardı ama bu onları riske atacağım gerçeğini değiştiremezdi.
O an kapı tıklatıldı. Elim kapının kulpunda kalmıştı. Ortaya sinir bozucu bir sessizlik çıkmıştı. Kapı tekrardan tıklatıldı. Dondum, kaldım. Düşüncelerim birbirinin arasına öyle girmişti ki o an kapının diğer tarafındakini bana saldıranın olduğunu düşünmeye başlamıştım. Kalbim tekledi. Saniyeler dakikaları kovaladı, kapının açılmadığını gören Demet yanımda bitti. Tülbentini düzeltti. “Ben açarım,” dedi beni yana doğru iteklerken.
İtiraz edecek gibi oldum ama duvar dibine ittirilmeye izin vermekten başka bir şey yapamadım. Kapı açıldı. Bulunduğum yerden kimin olduğunu göremiyor olsam da Buket’in bakışları ikizini buldu. Demet ağzında bir şeyler mırıldandı ama ne dediği anlaşılmadı.
“İlla bekleteceksiniz, illa. Kazık kadar oldunuz ama hala düzelmediniz.” Boğazdan konuşan, olgun bir erkek sesiydi. Sitemkâr bir dille, konuşmuştu.
“Ama Hamza abi,” dedi Buket Demet’in yanına hemen gelirken. Bu sefer tamamıyla önüm kapanmıştı. “Mehmet uyuyor. O yüzden geç kaldık.”
“Yeğenim uyuyorsa tamam işte.” Adamın sesi yumuşadı. “Şu elimdekileri bırakmaya geldim. İçeri zaten girmiyorum. Alim de arabadakilari getiriyor. Başka ihtiyacınız bir şey varsa, söyleyin.” Poşetler, kapının girişine bırakılırken, adamın kolları göründü. Ardından da “Hüseyin Çetin’in kızı içeride mi?” diye sordu.
Babamın ismini duyunca ister istemez kulaklarım daha da kabardı, bedenim dikleşti. Çünkü adam babamın ismini ağzına alırken, düz bir şekilde söylemişti. Kızlar yerinde oynadı. Hemen yanlarında olduğum için duyacaklarımdan gerilmiş gibi bir halleri vardı ama bakışları bulunduğum tarafa kaymaktan ziyade bedenleriyle kapının tamamını kapattılar.
“Yukarıda,” diyen Demet oldu. Niye yalan konuşuyorlardı, anlamıyordum ama diğer abilerinin konuşmasına şahitlik ettiğim kadarıyla Hamza abileride benden hoşlanmıyordu.
Hamza, sessiz kaldı. Buket poşetleri içeriye çektiği sırada bakışları beni buldu. İşaret parmağıyla sessiz olmamı söyledi. Zaten konuşacakta değildim. Tek istediğim bir an önce buradan çıkmaktı ama kapana kısılmış gibi duvara yapışmıştım.
“Hah, Alim abinizde geliyor işte,” diyen Hamza’nın kinayeli sesi tekrardan duyuldu.
“Hamza abi ya,” dedi Demet ne demek istediğini anlamış gibi. “Yapma böyle.”
“Yapmıyorum bir şey. Ne yapıyorum?”
O sırada Demet kapının aralığını biraz kapattı. “Maral’ı salona götür,” dedi sessizce Buket’e doğru.
“Hadi,” dedi Buket elindekileri duvar tarafına koyarken bana. Bir şey demedim. Onlara uydum. Demet’in kapıyı hafif kapatmasını fırsat bilerek, Buket beni salona geçirdi. Ancak o zaman rahat bir nefes almıştım. “Neden abinize yalan söylediniz?”
Salonın ortasında elimde bavulumla dikiliyordum. Bukette salon girişindeydi. Gözlerinden arkasında bıraktığı durumu merak ettiği anlaşılıyordu.
“Çünkü gideceğini öğrenirse, yine Alim abime çatacak,” dedi Buket yanıma gelirken sessizce. “Hamza abimi tanımıyorsun. Sözünün dinlenmediğinde çattığı insan Alim abim olur ama senin geldiğin gibi gittiğini öğrenirse kendi haklılığını etrafa göstermek için yine Alim abime çatar. Sonrası yine kavga ve biz kavgadan artık bıktık.” Durakladı. Hamza abisini fazla gömdüğünün farkına varmış gibi, “Bizim en büyüğümüz Hamza abi. Alim abimle aralarında bir yaş olmasına rağmen abiliğini hissettirmek istiyor. Aslında çok güzel kalbi var. Babam vefat ettikten sonra Alim abim babamın vefatına çok fazla yoğunlaştığı için ailemizi toplamak Hamza abime kaldı. Lütfen,” dedi Buket masumca. “Hamza abi birazdan gider, gerisini Alim abimle konuşursunuz.”
Bir şey diyemedim. Bu durumda ne denilmesi gerektiğini bilemiyordum. Ne denirdi ki? Başımla onayladım. Buket rahat bir nefes aldı ve gerisin geri salondan söz söylemeden çıktı. Elimdeki bavulu yere bıraktım.
Batırdıkça batırıyordum.
Babalarının vefatı bu aile nasıl bir yara açtığını tam olarak bilmiyordum ama acılarını tahmin edebiliyordum. Alim’in yaşadığı kulübe aklıma gelince bu büyük aileden kendini neden soyutladığını merak ettim. Aynı benim gibi babasının ölümünde yatan gerçekleri öğrenmek istiyordu. Onu anlayabiliyordum. Bu süreçtede abisiyle sürtüşme yaşadığıda belliydi. Şimdi benim ortaya çıkmamla durulan sular yine bulanmış olmalıydı. Biraz zaman geçti. Kapının kapanma sesi duyuldu. Yürüme sesleri ve mırıltı sesleri geldi. Ardından da Buket ile Alim salona girdi. Bakışlarımız karşılaştığı gibi gözlerini çekti.. İnatçı bir kişiliğe sahip olduğumu düşünüyor olmalıydı ama başıma gelenleri bilen bir tek o vardı. Ona korkularımı söylemiştim. Beni anlarsa o anlardı.
Demet, salonun girişinde dikildi. “Mehmet’e bakmaya gidiyorum. Ne konuşacaksanız sessinizi yükseltmeden konuşun,” dedi ve ortadan kayboldu.
“Buket sende oyalanacak kendine bir şeyler bul,” dedi ilk defa konuşan Alim. Sesi kızgın değildi. Buket gözlerini devirerek abisine baktı ama bir şey demeden salondan o da çıktı.
Onu tanıdığım zamanki gibi saçları yine dağınıktı. Uzun siyah bir kaban giymişti. Bıkkınca soludu. “Kızlar gitmek istediğini söylüyor,” dedi gözleri yerdeki bavuluma kaydı. “Babanla ilgili bir şeyler öğrenmek istediğini sanmıştım. Telefonda böyle konuşmamıştık.”
“Ne konuştuğumuzu biliyorum ama burada kalamam. Buraya neden geldiğimi bile bilmiyorum.”
Konuşmamız senli benli kısıma geçiş yapmış, düzeltme tarafında olmamıştım.
“Yaşadıklarının zorluğunun farkındayım,” dedi konuşma şeklini kendiside fark etmemiş olmalıydı. “Bana güvenmemiş olabilirsin. Ama babanın bıraktığı mektubada mı güvenmiyorsun? Söylediğin gibi baban bizi bir şekilde bulmanı istedi. ”
İtiraz edemeyeceğim noktadan vuruyordu ama yanlış anladığı bir konu vardı. Bu aileye güveniyordum. Kendisinede tarif edemediğim güven duyuyordum. Belkide bu babamın mektubundan kaynaklanıyordu, bilemiyordum.
“Konu bu değil,” dedim sesimi kısık tutarak. Boğazımı temizledim. “Konu bana saldıran adamın burayada gelebilme riski. Bu evde kız kardeşlerinin aksine küçücük bebek var. Ben bu riski göze alamam.”
Söylediklerimle yüzüme maviye çalan gözleriyle baktı. Ne düşündüğünü anlamam imkansızdı. Mimiklerinden bir çıkarım yapılmıyordu. “İçinin rahat etmesi buna bağlıysa, gece boyunca dışarıda nöbette olacağım. Burada savunmasız bir halde dördünüzde kalmayacaksınız. Kardeşlerimin güvenliğini en son riske atacak, kişi benim.”
Gözlerim irileşti.
“Bak,” dedi tekrardan konuşurken. “Seninle anlaşalım. Kimseyi tehlikeye atmıyorsun. Asıl tek kalırsan, tehlikede olacak olan kişi sensin. Babanda bunu istemezdi.”
Onu tanıdığım zamanki adamla şuan karşımda duran adamın arasında oldukça fark vardı. Artık babamdan bahsederken, gözlerinden kıvılcımlar dolaşmıyordu. Doğruyuda söylüyordu. Aynı zamanda da görevde olmasada kendisi polis amiriydi. Israrlarının bir nedeni olmalıydı. Sonuçta beni başından savabilirdi. Eğer kardeşlerinin güvenliğini sağlayamıyor olsa en baştan buraya gelmemi istemezdi. Kesinlikle bunun bir nedeni vardı.
“Tamam mı?” diye sordu sessiz kalmaya devam ederken. “Anlaştığımız gibi burada kalıyorsun. Bu işi beraber çözüyoruz. Çünkü babalarımıza bunu borçluyuz.”
Dediği gibide oldu. Yanlış mı yoksa doğru mu yaptığımı bilmeden kalmayı bu sefer kesin kabul ettim. Buketle Demette sanki hiçbir şey olmamış gibi bir şey demedi. Sofralarını bana açarak, dakikalar önce olanları yok saymışlardı. Fazla bir şeyi ağzıma atamasamda, çorbalarını içmeyi kendimi zorlamıştım. Alim ise mutfakta yemeyi tercih etmişti. Sanırım çekingenliğimin kendiside farkındaydı. Ona söylemem gerekenler vardı ama uygun bir zaman dilimini daha yakalayamamıştım. Ceyda ile görüşmüştüm. Birden fazla telefonumu aramış, ardı ardına mesajlar bırakmıştı. Onada makul bir açıklama yapmış, biraz evde kalamayacağımı, kafamı dinlendirmek adına bir yerlerde tatile çıktığımı biliyordu. Fazla üstünde durmamıştı. O da biliyordu. Her şey çok fazla üstüme gelmişti ve bu kararıma da memnun olmuştu. Ceyda’ya yalan söylemeyi sevmiyordum ama burada kaldığımı ona nasıl makulca açıklayacağımı bilemiyordum. Daha ben kendime açıklayamıyordum.
Gözüme uykuda girmiyordu. Gecenin sessizliği evin içindeyken, saat gece yarısını çoktan geçmişti. Buket, karşımdaki yatakta uyukluyordu. Demette bebeğiyle kaldığı odaya çekilmişti. Sokaktanda herhangi bir seste yoktu. Sessizliğe alışıktım ama kendi evimin sessizliğine ait bir alışkınlıktı. Burası ise yabancı bir yerdi. Bir yandan da aklım Alim’e gidiyordu. Gece boyunca nöbet tutacağını söylemişti. İstediğim zaman bu an olabilirdi. Nerede olduğunu, bilmiyordum ama elbet buralardaydı.
Ayaklandım. İlk pencereden aşağıya bakındım. Kaldığım oda bahçenin önüne bakıyordu. Zaten aradığımıda zorlanmadan bulmuştum. Oradaydı. Evinin merdivenlerinde oturuyordu. Sırtı dönüktü. Elindeki telefondan da ışık sızıyordu.
Sessizliğe uyum sağlamaya çalışarak, odadan montumu aldığım gibi sıyrıldım. Evin içine yansıyan sokak lambasının eşliğinde merdivenlerden aşağıya indim. Adımlarımı sakin, temkinliydi. Kapının kilitlerinin açılış seslerinin kendisininde duyduğundan emindim.
Ayağa kalmıştı. Merdivenlerden inmiş, kapının açılacağını tahmin etmemiş gibi hafif çatık kaşlarla karşılanmıştım. “Bir şey mi oldu?”
“Sana söylemem gereken bir şey var,” dedim sessiz olmaya çalışarak. “Ama sizinkiler uyuyor. Onları uyandırmak istemiyorum.”
“Sabahı bekleyemez mi?”
“Bekleyemez. Çünkü önemli.”
Yüzümden ciddiyetimi anlamış olmalı ki, başıyla onayladı. “Pekâlâ. Kapıyı kapat. Girmen için açarım.”
Arkamdan kapıyı kapatırken, dışarısının soğukluğunu yüzüm hissetmişti. Sokaktan geçen bir arabanın sesi duyuldu. Parmaklarım montumun eteklerine gitti. Gergindim. Başıma gelen şeylerin büyük çoğunluğunu ona anlatmıştım ama sakladığım şeyi duyduğunda ne gibi bir düşüncesi olacağını bilemiyordum.
Önüme döndüğümde, tekrardan oturur bir halde buldum. Onun oturduğu basamağa inerken, basamağın bir ucunada ben oturmuştum. Cümleye nasıl başlasam mı diye düşünürken, o bulunduğum tarafa bakmadı. Öylece karşısına bakıyordu.
“Babam adına ailenden ve senden özür dilemek istiyorum,” dedim aniden. Tepkisini bozmadı. Konuşmamı beklercesine sustu. “Babamın bu hareketinin elbet bir açıklaması vardır. Buna gönülden inanıyorum ama geçmişi değiştiremeyiz. O da böyle olmasını istemezdi. Bu yüzden onun adına ben özür dilemek istiyorum.”
Bekledi. Özrümü kabul etmesini beklerken, sokaktan geçen motorsikletin sesi duyuldu.
“Söylemek istediğin bu muydu?” dedi düz bir halde. Sesi havadan bile soğuktu.
“Hayır,” dedim savunmaya geçerken. “Söylemek istediğim başka bir şey.”
“O zaman dinliyorum.”
Demin söylediklerim önemsiz bir cümleymiş gibi tepki vermişti. Aldırmadım. Kendimi onun yerine koydum. Eğer babam babasının yerinde olsaydı, bende yardım isterdim ve ret aldığımda ise tavrım nasıl olurdu, yaşamadan bilemezdim.
“Babamın davasına bakan polis memuru, olay yeri inceleme raporunda oynanmış olabileceğini söyledi. Mesleğin gereği bir şeyler bilebiliyor olabileceğini düşündüm.”
İşte o zaman başını bulunduğum tarafa çevirdi ve gözleri gözlerime değdi. Benim gözlerim üstünde olduğu için ansızın bu hareti yutkunmama neden oldu.
“Bunu sana söyleyen kim?”
“Adı Ömer’di.” Durakladım. “Ömer Dereli olması lazım.”
“Dereli mi?” Şaşırmıştı. Bakışlarından bu o kadar belliydi ki… “Babanın dosyasına bakan Ömer Dereli mi? Sana bunu o mu söyledi?”
“Tanıyor musun?”
Bakışları durgunlaştı. Başını çevirdiğinde, bakışlarının sabitlendiği yer değişti.
“Bunu sana ne zaman söyledi?” diye sordu bu seferde. Düşünceli bir hale bürünmüştü.
Bende anlattım. Saldırının olduğu gün konuşmak istediğini ama merkez de olmaması gerektiğini, hepsini baştan aşağıya anlattım. İşin içinden tek başıma çıkmam imkansızdı. Alim, mesleği gereği bu işin içindeydi ve benden daha tecrübeliydi. Buradaki mantık hatalarını kendiside görmesi gerekiyordu. Gelen not, yaşadığım saldırı, babamın intiharı, şimdi de bu…
Tüm bunların ilerisinde başka bir şey vardı. Belki hepsi birbiriyle bağlantılıydı ama benim yapbozu bilmem imkansızdı.
“Bunu araştıracağım,” dedi en sonunda anlattıklarımı dinledikten sonra. Sözü kısa ve netti. Ayağa kalktı. “Başka söylemek istediğin bir şey yoksa kapıyı açıyorum.”
Şu an yoktu. “Hayır.”
Kapıyı açtı, geçmem için yana kaydı. “İçeriden kapının kilitlerinin eski haline getirmeyi unutma.”
Başımla onayladım. “Böyle şeyler davalarda her zaman olur mu?” diye sordum kapıyı kapatmadan hemen önce. Kendisi merdivenlerden aşağıya iniyordu ama sesimle durakladı. Umutla söyleyeceği cevabı beklerken, kalbim göğsümde tekledi.
Omzunun üstünden arkasına baktı. Gözleri umutla bakan gözlerime ilişti. “Hayır,” dedi emin bir dille. “Rapolar da böyle bir hata yapılmaz. Bu işte başka bir iş olmalı.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |