13. Bölüm

-12-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM

-12-

 

Alim’in ne düşündüğünü biliyordum.

Arabanın içinde, market otoparkındaydık. Hamza abi, markete girmesi gerektiğini söylemiş, arabayı otoparka çekmişti. Alim de beni arabalarında tek bırakarak, arkasından inmiş ama markete girmemişti. Babamın arabası benzinini kontrol etmediğim için çektiğim yerde kalmıştı. Aslında iyi de idare etmişti, bir ara geri dönüp alacağıma dair kafamda plan kurmuştum.

Evden çıkarken, hiç kimse konuşmamıştı. Hamza abi konuşulmasına fırsat vermemişti. Çünkü Alim’in çabalarını boş görüyordu. Bu o kadar belliydi ki, ona inanmıyordu. Geçmişte ne yaşandıysa, daha da fazla büyümesini istemiyordu. Belki de arı kovanının karıştırıldığında, kardeşine zarar geleceğinden korkuyordu, bilmiyordum. Tek bildiğim kimsenin sana inanmadığında, bu duygunun insanı nasıl hissettirdiğiydi. O duyguyu kendi içimde yaşıyor, yaşamaya da devam ediyordum. Bir labirentteydin ve çıkışın olduğunu inanan kimse yoktu. Bu duyguyu yaşayamayan anlamazdı.

Alim, yalnızdı. Geçmişte ona inanılmamıştı. Şimdi ki bu tepki, onu gösteriyordu. Ailesi varken, yalnız kalmak daha beter olmalıydı. Ruhum bildiğimle sarsıldı, gözlerim Alim’in dışarındaki görüntüsüne kaydı. Telefonla konuşuyordu. Mesleğinden neden uzaklaştırıldığını, merak etmeden duramıyordum. O gün polis memurundan anladığım kadarıyla sevilen biriydi. Geri dönmesini bekliyor olmalılardı. Ne yaşamıştı da mesleğinden uzaklaştırılmaya kadar gitmişti?

Her şey üst üste gelmiş olmalıydı. Babasının vefatı, yıllarını verdiği işinden olması, kendisine inanılmaması… Boğazım düğümlendi.

Arkası, arabaya dönüktü. Konuştuğu kimse, yüzünün aldığı şekli tam göremiyordum. Arabadan yavaşça çıktım, çıktığımı hissetmedi. Ellerimi montumun ceplerine soktum. Evden aldığım fotoğrafın temasını hissettim, aldırmamaya çalıştım ama evden aldığım diğer nesneyi hissetmemle elimi hızla cebimden çektim. Alim, telefonla konuşmaya devam ediyordu, sesini tam duyamıyordum ama hararetli bir konuşma olduğu belliydi.

Arabanın önünde dururken, insanlar önümden geçip, gitmeye devam ediyor, bakışlarımı kendisinden alamıyordum. Telefonla konuşması bitti. Telefon ekranına biraz baktı, sonra da sıkıntıyla parmakları saçlarını arkaya doğru ittirdi. Derin bir nefes aldığına şahit oldum. Sakinleşmeye çalışıyordu. Bulunduğu yerde biraz bekledi, ardından da geri döndüğü an ona baktığımı görünce gözleri hafif şaşkınlıkla titreşti ama saniyede kayboldu. Bakışlarını gözlerimden çekti ve arabanın önünden orada değilmişim gibi geçip, ön kapıya yöneldi.

Ona doğru döndüm. “Ne düşündüğünü biliyorum,” dedim aniden. Eli sesimle kapıda kaldı, bakışlarını kaldırdı. Sorgularcasına yüzüme bakıyordu. Konuşmaya devam ettim. “Bu işte bir iş olduğunu düşünüyorsun ve abin sana inanmıyor. Belki de ailen de inanmıyor ama bu kadar tesadüfü aklın almıyor. Sana ilk başta demiştim, babam intihar edecek biri değildi ama şimdi daha da netleşti değil mi?”

Cevap vermedi. Yüzüme öylece bakmaya devam etti. “Abin sana neden inanmamayı seçiyor?”

Gözleri, sinirle titreşti. Çene kemiği gerildi ve herhangi bir tepki vermeden bakışlarını çektiği gibi hızla, arabanın içine girdi. Damarına basmıştım, biliyordum. Onun ardından arka koltuğa, yerime geçtim.

“Neden cevap vermiyorsun?” Sırtımı koltuğa yasladım. Gözlerim ön aynadan ona bakarken, o önündeki camdan bakmaya devam etti.

“Niye konuşmuyorsun?” diye üstüne gittim bu sefer. Gözlerim kısıldı, çok az konuşuyordu ve ben bundan hiç hoşnut değildim. “Konuşulmaya layık biri değil miyim yoksa?”

O an gözleri, aynaya gitti ve gözlerimiz çakıştı. Kaşları hafif çatılmış, mavimsi göz bebekleri kısılmıştı. “Ne dememi bekliyorsun?” dedi ilk tok sesiyle. “Ailemle aramızdaki ilişkiyi doğru analiz etmişsin. Bunun üstüne söylenecek bir şey bulamam. ”

“Ansızın ortaya çıkmamla, belli ki içinizde kapanan konuyu ortaya çıkardım. Özür dilerim.” dedim içimde birikenleri ortaya çıkarırken. Konuşmaya başlamıştı, bunu fırsata çevirmem gerekirdi. “Belki de bu yüzden abin benden nefret ediyor. Sizin evde kaldığım sürece varlığım, onun için bir tehdit öyle değil mi? Haklıda ama senin de üstüne geliyor ve bu çok belli. Ben sadece gerçekleri öğrenmek istemiştim. Kimsenin ailesiyle, arasını bozmak istemiyorum. İzin ver, sizin evde kalmayacak şekilde bir yol bulalım.”

Dönüp, dolaşıp aynı ki konuya geliyordum. Farkındaydım ama içimdeki bu huzursuzluğu bünyemden atmam imkansızdı.

Konuşmamı dikkatle dinlemişti. Bıkkınla nefes verdi, gözlerini aynadan çekti. “Bak,” dedi birden omzundan arkaya doğru dönerken. “Babama emanet edileni asla yarı yolda bırakmam. Kim ne düşünürse düşünsün, böyle bir hata yapmam. Abimin ne düşündüğünü umursuyor olsaydım, hiçbir şeyin üstünde durmamam gerekirdi.” Boğazını temizledi. Gözleri gözlerimde gidip, geldi. “Aynı zamanda da gerçekleri öğrenmek istiyorsun, bende istiyorum. Bu yüzden abimin tavırlarını umursama. İlk bunda anlaşalım.”

Alim Polat’ın içinden geçenleri bu kadar hızlı söyleyeceğini hiç düşünmemiştim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir şey söylemek istiyordum ama ne demem gerektiğini bakışlarındaki samimiyetten düşünemiyordum.

“Kimse inanmasa da bu işte beraber olduğumuzu daha öncede söylemiştim. Seni yarı yolda, bırakmayacağım.”

“Teşekkür ederim ama böyle de çok huzursuzum.”

“Durumunu anlayabiliyorum. Bunu birçok kez konuştuk,” dedi samimi bir şekilde. “Kendini kötü hissetmene gerek yok. Sen benim misafirimsin Maral, en önemlisi babama emanet edilensin. Anlaştık mı?”

Gözlerimin içine bakarken, onu onaylamamı istiyorken, bir daha bu konuyu açmamı da istemiyordu. Konuşmamız dönüp dolaşıp, hep aynı ki yere gelmesinden sıkılmış olmalıydı. Aslında ben bile yine niye bu konuyu açtığımı bilmiyordum. Bir daha açmamaya karar verdim ve tamam dercesine başımı salladım.

“Anlaştık o zaman?” dedi tekrardan teyit etmemi istercesine.

“Anlaştık.”

Rahat bir nefes aldı. Yüzünün ifadesi gevşedi. Hafif tebessüm edecek gibi oldu ama sürücü kapısı ansızın açıldığı gibi yarıda kaldı. Hamza abinin sesi duyuldu ve kendini toplayıp, önüne döndü. Sesle irkilmiştim ama ben o saniyede kalmışçasına kendime gelmem zaman aldı. İçtenliği, ruhuma dokunmuştu.

“Bu Buket’i bir gün ciddi anlamda haşlayacağım. Her şeyi benden istiyor.” Koltuğa oturup, aldıkları neyse poşeti Âlim’e uzattı. “Al, şunu.”

“İstediği neyse, bana söyleseydin ben alırdım,” dedi Alim, abisinin uzattığını alırken. Deminki konuşmasının etkisinden çıkamıyordum. Onda bir şeyler vardı ve ben çözmekten acizdim.

“Senden bir şey isteyeceklerini mi sanıyorsun?” diye sordu düz bir sesle. Kontaktaki anahtarı çevrildiğine dair motor sesi duyuldu. “Zamanında yanlarında yoktun, şimdi senden isteyecekleri yüzü bulamazlar.”

Abisinin iğneli laflarına Alim sessiz kaldı. Bu kadar sabırlı olmasına şaşırmaya başlıyordum. Hâlbuki abisi hiçbir lafını esirgemeden, direk yüzüne söylüyordu. Dokunup, dokunmadığına aldırış etmiyor gibiydi.

Araba, marketin otoparkından çıkarken, arabanın içini sessizlik hüküm sürdü. Saat, ikindiye doğru yol almış, gökyüzündeki bulutlar dağılmamıştı. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Akıp, giden yolu her saniye geride bırakırken olanları düşünmemeye çalıştım. Zordu ama bugün yeni bir şey keşfedilmişti. Benimle aynı ki düşüncede birinin olması içimi rahatlatıyordu.

Dakikalar geçip, gitti. Geçtiğimiz yol, arkamızda kaldı.

“Akşama bu konuyu konuşmak için Ömer’i çağırdım,” dedi Alim, sessizliğin içinde sesi duyulurken. Ortama balyoz gibi inmişti sanki. Ömer ismini duyunca, bakışlarımı pencereden çekemeden, edemedim. Bu kadar hızlı gelişeceğini düşünmemiştim. Demek ki otoparkta telefonla görüştüğü Ömer Dereliydi.

“Bana sordun mu?” diye sordu Hamza abi, yan yan Alim’e bakarak. Öfkeleniyordu, kaşları çatılmış yüzü gerilmişti. “Bana niye sormuyorsun? Bostan korkuluğu muyum ben? Benim niye fikrimi almıyorsun?”

“Bil diye söylüyorum, tatsızlık çıkarma. O konu geride kaldı,” dedi abisinin yüzüne bakmadan. “Ama onunla konuşmamız gerek. Bunu sende biliyorsun. ”

“Ya sabır,” diye soludu, abisi. Sesi yükselmeye başladı. “Ya sabır. Eve niye çağırıyorsun o zaman? Git dışarıda konuş! Hergeleye bak, olanlardan sonra bir de gelmeyi kabul etmiş!”

“Abi, yeter,” dedi Alim bastırarak. Hamza abiye doğru döndü. Konu neydi, bilmiyordum ama öfke her saniye arabanın içini kaplıyordu. “O konu geride kaldı, bitti. Bir daha da açılmayacağını hepimiz biliyoruz ama şu an onunla konuşmam gerek. Eskileri açmaktan, vazgeç. Sorunda çıkarma.”

O an, Hamza abi “Sorun ben mi çıkarıyorum?” diye kükredi, yerimde irkildim. Gözlerim ikisi arasında gidip, gelirken havadaki elektrik hiç iyi değildi. “Sorun çıkaran ben mi oldum şimdi! Her şeyi yaptın, ettin ama sorun çıkaran ben oluyorum. Ailemizin içine kadar adamı soktun. Kız kardeşimize yan gözle baktı ama sorun ben çıkarıyorum. Aferin sana.”

Neler oluyordu? Ne hakkında konuşuyorlardı? Bulanan aklım, anlamadığım ikilinin konuşmasından daha da bulandı.

“O anlamda söylemediğimi biliyorsun,” dedi Alim, ortamı yumuşatmak istercesine. “Sadece her şeyin, geride kaldığını söylüyorum.”

“Her şey geride kalmış. Tabi… Her şey geride kalmıştır,” dedi alaylı alaylı, Hamza abi ama öfkesi hala oradaydı. Ardından da bakışlarını yola sabitledi. “Anlayacağımı anladım ben. Artık bir şey demiyorum. Desem de anlamıyorsun zaten. O zamanda anlamadın, şimdi de anlamıyorsun.”

Bu sefer sessiz kalan Alim oldu ama gözleri abisini buldu, bir şey demedi ya da diyemedi. Bu ufak tartışmayı sanki ben orada yokmuşum gibi yapmışlardı. Belkide akıllarına bile gelmemiştim.

Sonrasında araba evlerinin sokağında durmak yerine başka bir sokakta durdu. Buraya gelene kadar da arada Hamza abi, Alim’e sert sert bakışlar fırlatmış ama Alim o tarafa bakmadığı için, haberi olmamıştı. Durduğumuz yer ise bir eczanenin önüydü. Biraz daha dikkatli bakınca beyaz önlüklü Buket’in simasını camdan görmüştüm. İsmi, soy isimlerinden oluşmuştu. Eczane Polat. Dükkânda kimse yoktu. Raflara, ilaç yerleştirdiği için Buket’in arkası dönüktü.

“Erken mi kapatacaksın?” diye sordu Alim, Buket’e bakarken. Hamza abi cevap vermedi, kardeşinin yüzüne bile bakmamayı tercih etti. Ardından da arabadan indi ve kapıyı sertçe kapattı. Öfkelisi hala devam ediyordu.

Bu zamana kadar ağzımı bile açmamıştım. Beni cevaplayacağından bile şüpheliydim. O yüzden arabada ikimiz kalınca, konuşmamayı seçtim. O sırada Hamza abi eczanenin içine girmiş, Buket de geldiğini görmüştü. Ne konuşmaya başladılarsa, bakışları arabayı bulmuştu. Alim de kardeşlerine bakıyordu. Gözlerinde onlarla yakın olamadığına dair hasret, kırıklık vardı. Kız kardeşlerle, Hamza abinin arasında ki ilişki daha farklı gibiydi. Aralarında ne konuştularsa, Buket abisini başıyla onayladı. Ardından da ilaçların bölmesinden çıkıp, aralık kapıdan içeriye, arkaya geçti. Hamza abi de Buket’i beklerken, yarım kalan işini tamamladı. Alim ise o tarafa bakmamayı seçmişti.

Abisi, Alim’e haksızlık yapıyordu ve bunu anlamaması ise daha da beter bir durumdu. Dediğim dedik birine benziyordu ve Alim’in üstüne gitmekten geri kalmıyordu ama arabada konuşulan konunun çok farklı olduğunu hissediyordum.

Dakikalar sonra kepenkleri kapatılan dükkândan beraber çıktılar ve arabaya yöneldiler. Hamza abi, sürücü koltuğuna geçerken, Buket de arka kapıyı açmıştı. Girer girmez de neşeli sesi, içeride duyuldu.

“Nasılsınız gençlik? Bugün iyi ki de erken kapattık. Çok yorulmuştum,” dedi canlı sesiyle. Çantasını yanına koydu. Eli şalına gidip, üst kısmını düzeltti. Araba çalıştı, hareket etti. Kimseden ses çıkmadığını anlayınca da, “Anlaşılan ortam gergin,” dedi açıkça. “Sanırım sussam daha iyi.”

Gülümseyen gözleri gözlerimi buldu. Dibime kadar kaydı. Ardından da iki abisini işaret etti. “Çok mu kötü?” diye sordu fısıldayarak.

Abilerinin durumunu soruyordu. Tam cevap verecektim ki, “Arkada fısır fısır konuşup, kızı rahatsız etme,” dedi Hamza abi, birden. Kolunu yere doğru uzattı ve Alim’in tarafındaki poşeti, alıp Buket’e verdi. Buket ise abisinin uyarısıyla toparlanmış, eliyle dudaklarına hayali fermuar çekmişti.

Eve gelene kadarda, arabanın içinde bir daha ses duyulmadı.

*

İkindi ezanı okunurken, evlerine varmıştık. Arabadan ilk inen Buket ile ben olmuştum. İki kardeş arkada kalırken, Buket arabada soramadıklarını sormuş, bende cevap vermiştim. Bizi karşılayan Demet olmuştu. Mehmet’i yeni uyuttuğunu söyleyip, sessiz olmamızı rica etmişti. Buket ise ikizine arabadaki gerginliği anlatmaktan geri durmamıştı. Aynı zamanda da her şeyi açıkça anlatmıştım. Eve gittiğimi, arkamdan geldiklerini, üçümüzün babasının bir zamanlar arkadaş olduğunu ve Ömer Dereli’nin akşama evlerine geleceğini, hepsini söylemiştim. Tek Ömer Dereli’nin babasının vefat ettiğini söylemeyi unutmuştum. Buket de dikkatle dinlemiş ama Ömer ismini duyunca da Demet’e aldırmadan kolumdan ansızın yakalamış, mutfağa çekiştirmişti. Bunu beklemediğim için, şaşırmıştım.

“Ömer buraya mı gelecek yani?” diye sordu heyecanla. Neden buna bu kadar takıldığını anlamamıştım.

“Evet, anlattığım konuyu konuşacaklarmış,” dedim sorusuna karşılık. “Sizde mi tanıyorsunuz?”

Bakışlarım, Buket ile Demet’te gidip, geldi. Sorumu cevaplayan Demet oldu. Buket’in konuşmasını engellemek ister gibiydi. “Bir ara Alim abimle aralarından su sızmazdı,” dedi öne atılarak. “Sen nereden tanıyorsun?”

Demet’in sorusuyla, Buket bakışlarındaki şüpheyle vereceğim cevaba dikti.

“Babamın dosyasına bakan, polis memuru oydu,” dedim kendimi savunmaya geçercesine. “Sizlerin tanıdığından bile haberim yoktu.”

“Ciddi misin?” Bu sefer soruyu Buket sordu. “Babanın dosyasına o mu baktı?”

“Evet.” Ömer Dereli’nin söyledikleri düşüncelerime sızarken, irkilmeden edemedim. Babamın haberinin yapılmasını engelleyememiş ama raporlarda karışıklık olduğunu söylemişti. Düşüncelerim birbirine karışmıştı. Tüm bunlar tesadüf olamazdı değil mi? Ve bunları göre göre nasıl Alim’e abisi inanmazdı, anlayamıyordum. Ve bir de şu arabadaki konu vardı.

“Bu işte bir iş var. Hadi hayırlısı,” dedi sessizleştiğimizi görünce Demet. Çünkü Buket, kendi düşüncelerin kaybolmuş, masanın sandalyesine oturmuştu. “Oturacağına gidin de elinizi yüzünüzü yıkayın. Namazdan sonra yemeği hazır edeceğim.”

“Tamam, tamam,” dedi Buket. Ayaklandı ve beni de yanında sürükledi. Yukarıya doğru çıkarken de, evin kapısından giren Alim ile abisinin sesini duyuldu.

“ Buket’in olduğu yerde, sizi yalnız bırakacağımı mı sanıyorsun? ” diyordu Hamza abi. “Sonra gideceğim. Tatsızlıkta çıkarmayacağım, oldu mu?”

Gerisini duyamadım, çünkü arkamdan Buket geldiği için merdivenleri tırmanmak zorunda bırakıldım ama Buket’in, Ömer Dereli ile ne ilgisi vardı, anlayamıyordum.

Montumu aşağıda çıkarmamıştım, aklım hala cebimdekindeydi ve kimseye göstermeden bavuluma koymam gerekiyordu. Bu yüzden banyoya geçen ilk Buket oldu. Uzun trençkotunu ve şalını çıkardı, lavaboya geçti. Onun gittiğini fırsat bilerek, cebimdekini acele ederek, duvar dibindeki bavulumun içine koydum. Üstünü de kıyafetlerimle örtmüştüm. Fotoğrafı ise yattığım yatağın yastığının altına koymayı tercih ettim.

O sırada, Buket odaya girdi. Dalgın olduğu o kadar belliydi ki, yastığın altına koyduğumun ne olduğunu bile sormamıştı. Direk dolabına yönelmiş, kıyafetlerine bakmaya başlamıştı. Arabaya binen neşeli kızın izi yoktu. Aklıma bir ihtimal geliyordu ama tam emin olamıyordum. Sıkıntıyla ofladı ve eline aldığı birkaç parça giysi ile yatağının üstüne çöktü.

“Maral,” dedi hiç beklemediğim bir sakinlikte. “Sana bir şey sorabilir miyim?”

Devam etmesini istediğimi belirtir şekilde, başımla onayladım. “Tabi, sorabilirsin.”

“Ömer’in geleceğini Hamza abim duyunca çok mu kötü tepki verdi?”

Arabadaki öfkeli adamı hatırlayınca, doğru söyleyip, söylememek arasında kalmıştım. “Doğruyu söylemek gerekirse, yeterince kötüydü.” Söylediğimle yüzü asıldı. “Üstüme vazife değil ama sorun ne? Hiçbir şey anlamıyorum. Söylemek istemezsen anlarım.”

“Ömer, benim nişanlımdı. Evlenecektik,” dedi birden Buket. Aralarında bir şey olduğunu tahmin etmiştim ama bunu hiç tahmin etmemiştim. “Ama nişanı atmak zorunda kaldım.”

“Neden? Birbirinizi sevmiyor muydunuz?” diye sordum ansızın. Aslında bu kadar meraklı biri değildim ama nedense bu ara merak duygum üst düzeye çıkmıştı.

“Sevmez olur muyduk? Seviyorduk tabii. Onu ilk gördüğümde vurulmuştum ama onun duygularından haberim yoktu. Platonik sanıyordum kendimi. Bir gün Alim abime açılmış ansızın. Alim abim, Hamza abime göre daha ılımlıdır. Zaten arkadaştılar da… Sonra işte aileme açtı konuyu Alim abim. O an duyduğum sevinci, hala unutmuyorum. Babam, zaten Alim abimle daha yakındı. Ömer’i de seviyordu. Bir şekilde bizim iş oldu.”

Durakladı.

“Ama Ömer, Alim abinin soruşturmasında onun aleyhine ifade kullanınca Hamza abim dellendi. Zaten Ömer’i hiç sevmemişti. Babamda o sırada vefat edince, Alim abimde kendini tamamen kendini kapadı, bizden daha da uzaklaştı. Olan da bana oldu,” dedi kırık sesiyle. “Kendini anlatmasına bile izin vermedi, Hamza abim. Üstüme çok geldi. Sonunda da nişanı attırdı.”

Üzülmüştüm. Kalbim sızlamıştı. Belli ki Buket, hala seviyordu. Severek, ayrılmak zorunda kalmıştım. Bu zamana kadar kimseye aşık olmamıştım. Babam dışında, hayatımda herhangi bir erkeği de almamıştım. Okul zamanlarımda, hep derslerime yoğunlaştığımdan etrafımdakilerle ilgilenmemiştim bile. Ama Buketle empati yapmaya kalkarsam, zor bir durum olmalıydı. Bir yandan ailesi varken, diğer tarafta da sevdiği adam bulunuyordu. Arada kalmış olmalıydı. Aynı zamanda da Alim’e neden soruşturma açıldığını aşırı derece merak ediyordum ama soramazdım. Şu an olmazdı. Tam anlamıyla beni tanımıyorlardı, yanlış anlaşılabilirdim.

“Keşke böyle olmasaymış.”

“Keşke ama kısmet işte ve şimdi onca aydan sonra buraya gelecek ve onu göreceğim. Hamza abim kesin bir şey çıkaracak.”

“Yapar mı ki?”

“Bir keresinde, Ömer konuşmaya eczaneye gelmişti. Abim de camiye gitmişti ama erken geldi işte. Ömer’i yanımda görünce, yaka paça çıkardı çocuğu. Zor ayırdım. Çok kötüydü.” Eskileri hatırlarken bile ürperiyordu sanki. “Ama bak, Ömer o kadar saygılı biri ki, o zaman abime karşılık bile vermemişti.”

“Sanırım, Hamza abin biraz katı biri,” dedim samimi bir şekilde içine açan Buket’e. “Benden de haz ettiğini düşünmüyorum.”

“Aslında, sana minnet duymalı, duymalıyız. Alim abim, senin sayende yanımıza geri döndü. Yoksa Allah bilir, o kulübede ne kadar daha kalacağını… Abimi bize geri sen getirdin, Maral. Ortaya çıkmasaydın, bizi bulmasaydın, abim burada bile olmayacaktı.”

Ruhum daha da sızladı. Ne kadar süredir, Alim Polat o kulübeden tek başınaydı? Onun ailesi vardı ama neden bu kadar uzak kalmıştı ki? Bu ailenin de başına gelmeyen kalmamıştı.

“Hamza abim,” dedi Buket, elindeki kıyafetle oynarken. “Alim abimi çok ikna etmeye çalıştı ama geri getiremedi. Onun yapamadığını sen yaptın. Kendine kızıyordur kesin, sana değil.”

Buket, Demet’e göre daha samimi daha neşeli bir kişiliğe sahipti ama neşeli halinin arkasında hüzün kokan bir yanı saklıydı. Belli ki kendini böyle kamufle ediyordu. Anlattıklarına karşı, ne diyeceğimi bilemedim.

“Bazen biliyor musun, sanki onu görür gibi oluyorum. Eczanenin oralarda ya da bizim sokağın, buralarda. Biliyorum bana öyle geliyor. Çünkü onu görmek istiyorum ama şimdi buraya geliyor. Beni unutmamıştır değil mi?”

Bir yandan o kadar umutla konuşuyordu ki, bir taraftan da boşuna umutlandığını düşünerek sesindeki heyecan kayboluyordu.

“Birbirinizi sevdiğinizi söyledin. Sevgi öyle kolay kolay unutulacak bir şey değildir. Sevgi kalıcıdır. Sevdiğini görmesen de kalbinde hala durur,” dedim tebessüm ederek. Birazda olsa hüznünü yumuşatmak istedim. “İçin rahat olsun.”

O da gülümsedi.

“İyi ki geldin, Maral,” dedi gözlerindeki ışıkla. “Teşekkür ederim.”

Gülümsemesine tebessümüm büyüterek karşılık verdim. Ardından da kıyafetlerini değiştireceğini bildiğim için montumu çıkarıp, banyoya yöneldim. Elimi, yüzümü suyla buluştururken, Buket’in anlattıklarıyla düğümlenen boğazımı çözmeye çalıştım. Belli etmemeye çalışsam da öğrendiklerimle sarsılmıştım. Tişörtümün üstündeki gömleği düzeltip, altımdaki siyah kotun üstüne getirdim. Gömleğin kol kısımlarını kıvırırken, aklım karışık bir haldeydi. Bozulan saçlarımı alt kuyruğu haline getirdikten sonrada banyodan çıktım.

Buket, aşağıya inmiş, mutfakta kardeşine yardım ediyordu. Suskunluğu gözüme çarpmıştı. Demet, bu sefer mutfak masasını bize hazırlamıştı. İki abisi de salonda olmalılardı. Yardım etmek istediğimi birçok kez tekrar etmiştim ama Demet hiçbirini kabul etmemişti. Bir daha sordum. Masaya oturmamı söyledi. Böyle kendimi daha da huzursuz hissediyordum ama yapacak bir şeyim yoktu.

Demet’in elinden tüm yemekler çok güzel yapıyordu. Bu akşamda döktürmüştü. Burada kaldığım süre boyuncada yaptığı yemeklerin kokusu tüm evi kaplıyordu. Yemek seçmezdim, evde de yemekleri ben yapmaya özen gösterirdim ama bazen babam eve gelmediğinde de, hazır almaktan da geri kalmamıştım. Bir şekilde, babamla bu zamana kadar idare etmiştik. Buraya gelmeden öncede bayadır ev yemeği de yediğimi hatırlamıyordum.

Yemekte de Buket sessizliğini korudu. Arada Demet’in bakışlarını ikizine bakarken, yakalıyordum ama o da bir şey demiyordu. Sessizliğin içinde, yemekler bitti. Sofrayı Demet’in itirazlarına rağmen toplamaya yardım için ayaklandım. Masadan aldığım, bardakları tezgaha koyduğum sırada mutfak kapısında Alim’i gördüm. Üstünde lacivert renginde boğazlı kazak vardı. Renk, gözlerini daha da ortaya çıkarmıştı. Saçları her zamanki gibi dağınıktı ve elinde salondan getirdiği tabakları tutuyordu. Demet, Mehmet’e bakmaya gitmişti. Bukette bulaşık makinesine kirlileri koyuyordu.

“Ben alayım,” dedim yavaşça, elindekileri almak için hamle yaparken. Ellerim tabakları aldığı sırada ise parmaklarım parmaklarına temas etti. Tüy gibi bir değmeydi. O an kalbim hiç beklemediğim bir şekilde kıpırdadı. Yutkundum. Gözlerim yüzüne bakamadı.

“Sen niye kalktın abi,” diyen Demet’in sesi arkasından duyuldu. Mehmet ile beraber inmişti. “Ben geliyordum.”

Hızla elindekileri aldığım gibi tezgaha doğru döndüğümde, Alim’in, “Bizim için onca şey yapıyorsun. Elime yapışmıyor,” dediğini duydum kardeşine.

Bu tuhaf durumun birilerinin fark edip, etmediğini bilmiyordum ama tezgâhtaki bardakları, Buket’e uzatırken, hala kalbim hızlı atıyordu. Niye böyle olmuştum ki birden?

“Olsun,” dedi Demet, hala orada olmalıydı. “Ben böyle mutluyum.”

“Mehmet’i ver o zaman,” dedi Alim. Merakıma yenik düşerek, hafifçe arkamdaki manzaraya bakınmaya çalıştım ve bakmamla gözlerimiz karşılaşması bir oldu. Afalladım. Demet, Mehmet’i abisinin kucağına veriyordu ama Alim, bulunduğum tarafa bakıyordu. Bir yandan da bir diğer bardağı Buket’e uzatıyordum. Ya da uzattığımı düşünüyordum. Çünkü ansızın kırılma sesi duyulduğunda olan durum için çok geçti. Bardak elimden düşmüş ve yerde tuzla buz olmuştu.

Tüm gözler üstüme çevrildiğini hissettim.

“Ben çok özür dilerim,” dedim hızlıca, şok olmuşçasına kırılan bardağa bakarken. “Nasıl oldu, anlamadım. Hemen toplarım.”

“Önemli değil, olur öyle. Telaşlanma,” dedi Demet, ben yere çömelip, bardağın camlarını avucuma toplamaya çalışırken. Demet, yanımdan geçti. “Faraşla alırız, şimdi.”

“Eline batıracaksın,” dedi Buket bu seferde, uyarıcı dille.

Tam bir şey olmaz diyecektim ki, dediği gibi de oldu. Küçük bir cam parçası işaret parmağıma battı, irkildim.

“Aha, batırdı. Dedim ben,” dedi Buket.

“Naptın? Eline mi batırdın?” diye sordu Demet, faraş süpürge ile yanımda durmuştu. “Koy elindekileri, dikkatlice.”

“Bir şeyim yok,” dedim ama dediğini de yaptım. “Ufak bir şey.” Ayaklanıp, Buket’in uzattığı peçeteyi aldım. Ufak bir kesilme olmasına rağmen biraz kanamıştı. Sızlamasını yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştı.

“Git, parmağına su tut,” dedi Demet, cam parçalarını faraşa süpürürken. “Biz burayı hallederiz.”

Tekrardan özür diledim. Kapıya doğru döndüğümde ise Alim ile Mehmet orada değildi. Elimdeki peçeteyi parmağıma dolayarak, merdivenlerden yukarıya doğru çıkarken, bir yandan rezil olduğumu düşünüyordum bir yandan da kalbimin çarpmasını yavaşlamasını umuyordum. Yukarısının ışığını yakmadan, banyoya girip, dedikleri gibi parmağımı suya tuttum. Baştan aşağıya çizilmişti. Ufak bir çizikti ama peçete kanımla renklenmişti. Kirli peçeteyi çöpe attım. Tekrardan temiz peçete ile parmağımı sararak, dışarıya çıktığımda ise kapının yan tarafında dikilen birini görünce, ansızın irkilerek geri adımladım.

“Benim,” dedi Alim. “Sana bunu getirdim.” Banyonun ışığı, yüzüne az yansıyordu. Mavimsi göz bebekleriyle yüzüme bakıyordu. Yanında Mehmet yoktu. Geniş omuzlarıyla duvarı kaplamıştı. Kapının yan tarafında durduğu için de ilk o olduğunu anlayamamıştım.

Kalbim yine hızlı atmaya başladı. Dışarıdan duyulacak diye ödüm koptu. Gözlerim uzattığına gitti. Elinde yara bandı kutusunu tutuyordu. Benim için mi getirmişti? Daha aşağıdaki durumu atlatamamıştım bile. Şimdi ise o karşımdaydı.

“Teşekkür ederim,” dedim uzattığı kutuyu alırken. Ya elim titriyordu, ya da bana öyle geliyordu ama bu sefer aşağıdaki gibi eline değmemeye özen göstermeye çalışmıştım.

Kutuyu sağlam elime bıraktı. Başıyla teşekkürümü kabul etti. Gözlerim gözlerinde yol aldı ve başka bir şey demeden, geldiği gibi merdivenlerden aşağıya indi. Böylece gözümün alanından çıkıp gitmiş, oldu.

Geriye de atan kalbimden kalan çırpınış kaldı.

           

           

           

 

           

 

 

 

Bölüm : 19.01.2025 22:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...