14. Bölüm

-13-

okuyan doksandört
__okuyan94__

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

-13-

 

 

Gözlerim, yara bandı ile sargılı parmağımdaydı. Acısı hafiflemiş, hatta yok denilebilecek hala gelmişti. Günden güne de iyileşirdi ama aklım aşağıda yaşadığım olaydan bir türlü kopmuyordu. Rezil olduğum yetmiyormuş gibi kalbimdeki o değişik duyguyu hafifletmem de zaman almıştı.

Yukarıdaki salonun balkonunda, sandalyede oturuyordum. Nefes almak için çıkmış, kendimi otururken bulmuştum. Alim’in yukarıya kadar getirdiği, yara bandı kutusu da elimdeydi.

Hava, hafif esintiliydi. Rüzgârın teması topladığım saçlarıma konuyor, vücuduma yayılıyordu ama iyi de gelmişti. Üşümüyordum. Aksine aklımdakilerin sıcaklığı doğru dürüst düşünmeme yarıyordu. Gökyüzünde bulut yoktu. Sokak ıssızdı. Evin balkonunun önünde kocaman bir ağaç vardı. Dalları balkona kadar geliyordu. Bu yüzden sokağın tamamı görünmüyordu. İleride ışıkları yanan evler vardı. Bir arabanın yoldan geçtiğine dair ses duyulduğu gibi uzaklaştı.

Hayatımda her şey değişime uğramıştı. Babamın gidişi çok şeyi götürmüştü. Kabul etmem gerekiyordu. Eskisi gibi bir hayatım hiçbir zaman olmayacaktı. Zaman gelecek, önüme bakmam gerekecekti. Yeni bir yol çizecektim. Belki de çocukluğumu geçirdiğim evden bile taşınacaktım. Yapmam, dediğim çoğu şeyin kapısında dikilecektim.

Doğru ile yanlış karışacaktı, belki de karışmıştı. Haberim yoktu. Babamın benden sakladığı hayatında neler dönmüştü, nelerin içine girmişti, bilmiyordum ama öğrenip, öğrenmemekte kararsızdım. Yıllarca kafamda en önemli yere sahip olan insanın aslında farklı biri olduğunu öğrendiğimde ne yapardım? Daha fazlasına katlanabilir miydim?

Alim’in de düşündüğü gibi bu olanlar tesadüf olamazdı. Onu düşünmemle gerildim. Tanışmamızdan, bu ana kadar gelen tüm kareleri hafızam önüme sundu. Gözleri aklıma düştü. Mavimsi göz bebeklerinde saklanan bir şeyler vardı. Bakışlarındaki durgunluğun ardında nasıl bir adam yattığını merak ettim. Tüm bu yaşadıkları olmadan önce nasıl bir adamdı? O zamanda bu kadar sessiz miydi yoksa yaşadıkları mı sessizliğe iteklemişti?

Beni kurtarmıştı. O gün orada olmasaydı başıma gelebilecek, şeyleri düşünmek istemiyordum. Ona borçluydum. Babamın yapmadıklarına rağmen o, o gün oradaydı. Daha önce de geldiğini söylemişti. Geldiği gün orada olsaydım, nelere şahit olacaktım? Babamla kavgalarının ortalarında mı bulurdum? Yoksa her zaman yaptığı gibi babam beni uzak mı tutardı?

Gözlerim, elimdeki kutudan kalktı.

Babam Alim Polat’a haksızlık yapmıştı. Gerçeklerden biri de buydu. Kabul ediyordum. Onunla ilgili merak ettiklerim, fazlaydı ve gözlerine her baktığımda daha fazlasını öğrenme isteğimin bir türlü üstesinden gelemiyordum. O, aşağıda bir yerdeydi ve ben hala aşağıya inmeye hala hazır değildim.

“Maral, neredesin?” diyen Buket, içeriden seslendi. Hareket etmedim. Elimdeki kutuyu sıkı sıkı tuttum.

Kulaklarım adım seslerini duydu. Salonda yoğunlaştı. “Buradaymışsın.”

“Bana mı seslendin? Duymamışım.” Yalandı.

Balkon girişinde dikiliyordu. Dediğime aldırmadı. “Ömer, geldi,” dedi sesindeki heyecanı saklamadan. Onun aklı başka yerdeydi, belliydi. “Abimler, seni bekliyorlar.”

Şaşırdım. Çünkü kapı zili ya da tıklatılma duymamıştım. Kendi içimde debelenirken, kulaklarım sesleri duymamış olmalıydı. “Ne zaman geldi?”

“Biraz önce geldi,” dedi umutla. “Şimdilik ortalık sakin ama Hamza abimin ne yapacağı belli olmaz. Zaten şimdiden bakışlarıyla çocuğu yerden yere vurdu. Demette seni çağırmam için beni buraya postaladı.”

“Anlaşılan zor bir ortam olacak,” dedim açıkça. “Tamam. Sen git, arkandan geliyorum.”

Başıyla onayladı ve geldiği gibi salondan çıktığını, ardından da merdivenlerden indiğini duydum. Derin bir nefes aldım. Aşağıda belki bir şeyler öğrenebilirdim. Bir şeyler netliğe kavuşabilirdi ya da daha da karışabilirdi. Üstümdeki gerginliği atmak için ayaklandım. Elimde ki kutuyu, balkondaki masaya bıraktım. Alim’in aşağıda olduğunu düşünmemeye çalışarak, zihnime komutlar verip, durdum. En sonunda merdivenlerden aşağıya indiğimde, mutfaktan sesler geliyordu.

Demet, “Salona giremezsin. Anla şunu,” diyordu büyük ihtimalle Buket’e. Fısıltı, eşliğinde konuşuyorlardı. Yakınlarında olduğum için duyabiliyordum. “Hatta kapısının önünden bile geçemezsin. Hamza abinin gözü üstünde, farkında değil misin?”

“Farkındayım,” dedi Buket oflayarak. “Keşke farkında olmasam.”

“Böyle yapacaksan, yukarıda dur. Evet, evet, en iyisi sen yukarıya çık. Orada otur. Yoksa bu iş böyle olmayacak.”

Buket, bir şey demedi ama saniyeler sonra ikizinin dediğini kabul etmiş olmalı ki, Buket göründü ve holde dikildiğimi gördü. Orada neden dikildiğimi sormadı. Yüzünden moralinin bozuk olduğu çok belliydi.

“Salondalar,” dedi kırık bir sesle ve yanımdan geçerek, merdivenlerde kayboldu.

Gözlerim salonun olduğu tarafa kaydı. Yutkundum. Rahatlamak için ellerimi sıkıp açtım ve salona doğru adımladım. Salonun girişine vardığımda ilk dikkatimi çeken ortamın gerilim hattından bile gergin bir hale büründüğü oldu. Üç adamda oradaydı. Hamza abi, yemek masasındaki sandalye de oturuyor, bakışlarını uzun koltukta oturan Ömer’e dikmişti. Ömer de durumdan rahatsızlığını belli etmemeye çalışsa da tedirgin olduğu ellerini birbirine sürtmesinden belli oluyordu. Bakışlarını bir yere konduramıyordu. Üstündeki ceketi ile oturmuş, tetikteydi. Sanki hemen kalkacak gibi bir havası vardı.

“Soruşturman nasıl, gidiyor?” diye sormuştu Ömer, ansızın Alim’e ben kapıya geldiğim sırada.

Alim ise Ömer’in çaprazına gelen koltukta oturuyordu. O da Ömer’e bakıyordu ama onun bakışları abisi kadar öfkeli ya da sorgulayıcı değildi. Ben gelmeden önce neler konuşulduğunu merak ettim. Hamza abiyi saymazsak, iki dost bir araya gelmiş gibiydi.

Bu konunun açılması istemiyormuşçasına boğazını temizledi. Kazağının kollarını dirseğinin altına kadar sıyırmıştı. Eli, dirseğine gitti. “Yavaş,” dedi Alim de, sorusuna. “Yavaş ve sıkıcı. Bilirsin.”

Ömer başıyla onaylarken, “Anladım,” dedi. O an Hamza abinin homurtusu duyuldu. Bu konu Ömer’e karşı nefretini topladığı sebeplerden biriydi ama Alim, Ömer’i suçlamıyor gibiydi. Ömer, Hamza abiye bakmamayı seçti ama Alim, yan yan abisine baktı ve benimde geldiğimi de o sırada görmüş oldu.

Kalbim titreşti.

Onları dinlediğimi belli etmemek için adımlarımı salona doğru atarken, “Beklettiysem, kusura bakmayın,” diye bir şeyler geveledim. Sesimle Ömer’in bakışları da bulunduğum tarafa kaydı. Ortamın anormalliği o kadar belliydi ki Ömer, konuşup konuşmamak arasında gidip geldi.

Ömer’i en son, babamın olay yeri inceleme raporuyla ilgili bilgi verdiği zaman görmüştüm. Burada olduğumu kendi kafasında nasıl bir yere koymuştu, bilmiyordum ama yüzündeki tepki burada kaldığımı bildiğini gösteriyordu. Belli ki telefonda Alim, bir şeyler anlatmıştı.

“Merhaba,” dedim karmaşıklığı ortadan kaldırmak istercesine.

O da aynı şekilde karşılık verdi.

Nereye oturmam gerektiğini kafamda tartarken, gözüm Alim’in oturduğu koltuğun bir diğer ucuna kaydı. Tekli koltukları olmadığı için başka gidecek yerim yoktu.

Koltuğa otururken, gergin bir ipinde yürüyormuşum gibi hissediyordum. O sırada Alim, konuştu. Sesi hemen yanımdan ortaya düştü. “Sana telefonda anlattıklarımı bir daha anlatmama gerek var mı?”

Koltukta geriye doğru kaydım, sırtım koltuğun yüzeyine değdi. Gözlerimi yanımdakine çevirmemek için zor tutuyordum.

“Hayır, yok,” dedi Ömer. Bakışlarım Ömer’e kaydı, Alim’e bakıyordu. “Söylediklerinde haklılık payı var. Farkındayım ama babama otopside kalp krizi denildi. Amcamı da öyle kaybettiğimiz için hiç şüphelenmedim. İrsi denildi, kapandı.” Ömer’in bakışları beni buldu. “Babam,” dedi açıklamak istercesine. “Üç ay önce trafikteyken, bir atak geçirdi. Arabası şarampole yuvarlandı. O an kalp krizi geçirmiş. Direksiyonunun hâkimiyetini kaybetmiş.”

“Başın sağ olsun.”

“Sağ ol,” dedi ve Ömer’in bakışları Alim’e tekrardan döndü. “Ama dediğim gibi otopside kalp krizi tanısı konulmuştu. Bana böyle söylendi.”

“Sende buna inandın,” dedi Alim yargılarcasına.

“İnanmaktan başka çarem yoktu,” dedi Ömer de kendini savunurcasına. “En başta bir şeylerden şüphelenseydim. İşin peşini asla bırakmazdım.”

“Kesin arabasına da baktırmamışsındır.”

“Ne düşündüğünü anladım, Alim,” dedi Ömer, gözlerini kırpmadan. “Ama baktırmadım.”

“Tüm ihtimallere yoğunlaşmalıydın.”

“Sen olsan, öyle yapardın. Biliyorum.”

Alim’in neyi kas ettiğini bende anlamıştım. Arabaya baktırması gerektiğini düşünmüştü, çünkü arabayla oynanabileceğini ima etmişti. Belkide frenlerle oynanmıştı ama otopside neden kalp krizi yazıyordu? Burada bir ayrıntı vardı ve aklıma bir ihtimal geliyordu.

Tam bir şey diyecekken, “Telefonda söylediğin fotoğrafa bakabilir miyim?” diye sordu Ömer merakla.

Bir şey demeden, Alim oturduğu yerden ayaklandı, önümden geçip koridora çıktı. Gözlerim gidişini izlerken, Hamza abi rahatsız edici bakışlarını Ömer’e isabet ettirmekten geri kalmadı. Kollarını kavuşturmuş, sandalyesine doğru yaslanmıştı. Yırtıcı kaplan avını izliyordu.

“Hayırdır? Nereye bakıyorsun öyle?” diye sordu iğneleyerek. İlk defa konuşuyordu. Konuşmak için Alim’in çıkmasını beklemişti. Alim’e karşı verdiği sözü buraya kadardı. “Birini mi arıyordun?”

Kendi üstüme alınmam imkânsızdı, çünkü gözleri Ömer’in üstünden bir gram kımıldamıyordu. Kız kardeşini ima ettiğini biliyordum ve bu korumacı tavrı gerilmeme neden olmuştu. Bir olay çıkmasını istemiyordum.

“Ben mi?” diye sordu Ömer afallayarak. Bakışlarım Ömer’e kaydı. Hamza abiden çekindiği belliydi. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyor gibi bir hali vardı.

“Yok ben.” Ortamın gerginliğin altında kalacakmışım gibi hissettim.

“Kimseyi aramıyorum.”

“Belli,” dedi Hamza abi ve Alim, o saniye elinde bizim evden aldığı fotoğrafla beraber salona girdi. Abisine sertçe baktı. Sanırım bu ufak konuşmayı duymuştu. Fotoğrafı, Ömer’e uzattı. Ömer’in bakışları, fotoğrafla buluştu.

Ani bir sessizlik oldu. Duvardaki saatin tik takları, ortamda duyulan tek ses olma yolunda yürüdü.

“Arkadaş olduklarını geçtim, aynı ortamda bulunduklarını bile bilmiyordum. Bilal amca ile babamın tanışıklığını anlayabiliyorum ama babam sıradan gümrük memuruydu. Bir başka istihbaratçı tanıdığının olduğunu hiç söylemedi,” dedi Ömer gözlerini fotoğraftan kaldırırken. Elindeki fotoğrafı Alim’e uzattı. “Haklısın, bu işte bir iş var.”

Alim, tekrardan yerine geçti. Bulunduğum tarafa hiç bakmamıştı. Sanki düşüncelerin arasında kaybolmuş gibiydi.

“Maral’a,” dedi Alim ansızın. “Eline gelen raporla ilgili bir pürüzden bahsetmişsin. Bu kanıya nasıl vardın?”

İsmim sesiyle buluştuğunda kendimi tuhaf hissetmekten kendimi alamadım. Her zaman böyle mi olacaktı? Ömer’in bakışları hafif şaşırırcasına yüzüme değdi ama ardından tekrardan Alim’e çevirdi. Bunu beklemediği belliydi.

“Çünkü karışıklık var.”

“Nasıl, bir karışıklık, Ömer?”

Dikkatim bu konuşmaya yoğunlaştı. O gün parkta da bana bundan bahsetmişti ama ayrıntı vermemişti ve daha fazlasını öğrenmek için aramasını bile beklemiştim. Aramamıştı.

“Olay yerinden bahsediyoruz. Bunu burada konuşmak ne kadar doğru?” diye sordu Ömer’den hiç beklemediğim bir şekilde.

Olay yeri demek, bizim ev demekti. Babamın cansız bedeninin bulunduğu yer demekti. Kanının her yerde bulunduğu yer demekti. Ellerimle temizlediğim yer demekti. Ensemdeki tüylerin ürpermesini engelleyemedim. Kaşlarım çatıldı. Günlerce bir şey öğrenmek için Ömer Dereli’nin telefonunu beklemiştim ve şimdi de söylemesi gerekirken söylemiyordu.

Haksızlığa uğradığımı hissettim.

Alim’e doğru bakındım. Ömer’e doğru bakıyordu ve yüzünden de bir şey anlaşılmıyordu ama Ömer’in ne demek istediğini anlamıştı. Bende anlamıştım. Ömer’in bahsettiği karışıklığı burada olduğum için konuşmakta çekiniyordu. Benim bir şey söylemem lazımdı. Böyle susarak, duramazdım ama konuşamıyordum.

“Sivillere karşı, dosya gizliliğini korumaya çalışıyorsun ama bende şu an emniyet mensubu değilim. Bunu biliyorsun. Bunu bilerek, geldin,” dedi Alim, net bir dille. “Önceden de konuşmuşsunuz. Şimdi uzatmanın anlamı yok. Bilmeye hakkı var.”

Son cümlesindeki kelimelere vuruşu, diğer cümlelerinden farklı ortaya düşmüştü. Ona teşekkür etmek istedim. Olaya benim bulunduğum taraftan da bakıyordu.

“Bilmek istiyorum,” dedim Ömer’e dönerek. Konuşmaya ilk kez katılıyordum ama artık netsiz olan herşeyden nefret ediyordum. Neyse, bilmem lazımdı. “Bana o günde karışıklığın olduğunu söylemiştin. Ne olduğunu söylememiştin. Duymak istiyorum. O günden beri telefonunu bekliyorum.”

Ömer’in gözleri Alim ile aramda gidip geldi.

Ömer Dereli’nin sorumluluklarının olduğunu anlayabiliyordum. Kendisi bir emniyet memuruydu ve dışarıya bilgi sızdırması, başını belaya sokabilirdi ama o gün kendisi de söylemişti, içeride adlandıramadığı olaylar oluyordu. Söylemeye niyeti yoksa, neden öyle bir açıklamada bulunmuştu?

“Pekâlâ,” dedi Ömer kabul ederek. Yerinde kımıldadı. Kilitlediği parmaklarını açtı. “Olay yerinde bulduğumuz silahla bedende bulunan kurşun birbiriyle uyuşmuyor.”

Ömer’in söylediği cümleler bünyemde bomba etkisi yarattı. Beynimde dönüp, duran düşünceler bir anlığına durakladı. Gözlerim halıyı buldu.

“İlk görünüşte, olay yeri inceleme intihar olarak kayda almıştı. Ben de oradaydım. İntihar gibi görünüyordu. Otopsi raporunda da aynı teşhis konuldu. Her şey hızlı bir şekilde oluyordu. Balistik raporu da hızlı bir şekilde gelmişti. Hüseyin Çetin’in dosyasını kapatmamak için bir neden yoktu.” Durakladı ve yutkundu. Ortamda tek onun sesi duyuluyordu. “Neden, bilmiyorum işkillendim. Bu kadar hızlılık fazlaydı.”

Gerçek, bir şekilde yolunu bulurdu. Buluyordu. Beynime baskı yapan bir duygu vardı. Zihnim, öğrendiği ile kilitli kapılarını açtı. Kalbim, göğüs kemiklerime battı.

“Balistikteki Tarık’ı biliyorsun. Ondan tekrardan kriminal inceleme istedim. Sonuçlara o bile şaşırdı. Svap örneklerinde maktulün silahı ateşlediğine dair, kalıntı bulunmadığını, yollanan raporun gerçeği yansıtmadığını söyledi. Bu sefer silaha da test yapıldı. Haklıydı. Bulduğumuz silah o gün hiç ateşlenmemişti.”

Uyuşmamak. Silah. Rapor. Kalıntı. Ateşlenmemek. Önüme düşen kelimeler, şekillendi. Bir anlam çıkardı. Gerçek. Bilinenin aksine oradaydı. Biliyordum. Her zaman biliyordum.

“Rapora kimin elinin bulaştığını biliyor musun?” diye sordu Alim. Bu zamana kadar ses çıkarmadan, dinlemişti.

“Evet, ama adamı bulamıyorum. Ortalıkta yok.”

“Adli tıpı da araştırmalısın. Babalarımızın otopsisini kim yaptığını öğren en kısa sürede, ” dedi Alim Ömer’e komut verircesine. “Benim elim kolum bağlı. Bu iş de sana kalıyor.”

“Anladım,” dedi Ömer. “O iş bende.”

Kulaklarım, konuşmaları duyuyordu. Bir yere koyuyordum ama zihnim Ömer’in daha demin konuştuğu kelimelerdeydi. Babam intihar etmemişti. Kanıt, ortadaydı. Bu zamana kadar durmadan söylenenlerle ruhuma abananların ağırlığı hafiflemesi gerekiyordu ama aksine hafiflememiş, daha da artmıştı ve şu an duyduğum bu cümleleri Alim’in sayesinde öğreniyordum. O olmasa belki de öğrenemeyecektim bile.

“Biliyordum. Ona bunu biri yaptı,” dedim en sonunda aniden. Kalbim ağzımda atıyordu. Onu bulduğum o kare gözümde canlandı. Ortamda duyulan ses benim sesimdi. Ona bunu biri yapmıştı. Yutkundum. Bakışlarım, halıdan kalktığında gözümden yanağıma doğru düşen damlayı engelleyemedim. Panikledim. Hızla yanağımı elimin tersiyle sildim. “Artık ikinizde, anlamışsınızdır. Babam intihar etmedi.”

Bakışların, çevrildiğini hissettim.

“Sana, sorgu odasında da söylemiştim,” dedim Ömer’e öfkeyle. Evet, öfkeliydim. Çünkü bu zamana kadar görmesi gerekenleri zamanında görmemiş, ruhumun delirecek konuma gelmesini sağlamıştı. “Ama bana inanmamayı seçmiştin. İşini doğru dürüst yapmış olsaydın, gerçekleri görürdün. Vicdanını rahatlatmak için parkta bir şeyler geveledin ama burada olmamış olsam bunları bile öğrenemeyecektim. Zamanla da gerçek olmayan şeye de inanmaya başlayacaktım.”

Ani tepkimi kimse beklemiyordu, farkındaydım ama Alim, dakikalar önce Ömer’i konuşması için teşvik etmemiş olsaydı, bunların hiçbirini öğrenemeyecektim.

Katil. Babamın katili. Babamın bir katili vardı. Belki de eve girmeye çalışan kişiydi. Her şey netleşiyordu. O olabilirdi. Babamı öldüren kişi Alim’in beni kurtardığı kişi olabilirdi.

“Maral,” diye seslendi Alim ama Hamza abi onu susturdu.

“Kız haklı,” dedi ikince kez konuşurken. Bilmiyorum ya gerçekten de beni haklı buluyordu ya da Ömer’in üstüne gitmem hoşuna gitmişti. “O da işini doğru dürüst yapmış olsaydı. Kızı susturmaya kalkma.”

“Özür dilerim,” diye soludu Ömer. Tepkime şaşırdığı belliydi. “Ama her şeyi bir çırpıda söyleyemezdim.”

“Özür dilemen, babama karşı hissettiğim haksızlığı ortadan kaldırmıyor.”

Ayaklandım.

“Ne oluyor?” diyen Demet’in sesini salonun girişinden duyduğumu sandım ama ona cevap veren olmadı. Belkide Hamza abi, gerisini getirmesini engellemişti, farkında değildim.

“Babamın bir katili var ve o gün yaşadıklarımdan sonra benim de peşimde bile olabilir.”

Üstümdeki bakışlar ağır gelmeye başladı.

Ömer, şaşırdı. “Neden bahsediyorsun?”

Haberi yok muydu? Alim, anlatmamış mıydı? Ya da merkezlerinde bu tür haberler hemen yayılmaz mıydı? Belli ki yayılmamıştı.

“Ona söylemedin mi?” diye sordum Alim’e dönerek.

“Bu kanıya varmak için daha erken,” dedi Alim, hızlıca. Bakışlarını yüzümden es geçirmişti. Sakindi. Yüzünden hiçbir ifade belli olmuyordu. “Ama Maral, geçen hafta bir saldırıya uğradı. Oradaydım. Adamı yakalamaya çalıştım, elimden kaçırdım. Ondan bahsediyor.”

“Benim haberim yok,” dedi Ömer, “Nasıl haberim olmaz, anlamıyorum.”

“Merkezden, Serhat ile Emir de oradaydı. Sana söylemeleri lazımdı.”

“Bana kimse bir şey demedi.”

O an birinin telefonu çalmaya başladı. Telefonun zil sesi salonda yankı yaparken, Ömer kıpırdandı. Montunun cebinden çalan telefonunu çıkardı. Herkes susmuştu. Telefonunun ekranına baktı, ardından da ayaklandı. “Gitmem gerek,” diye geveledi ağzında.

Alim onu onayladı. Onunla beraber Alim de ayaklandı. “Seni geçireyim.”

Kimin arıyor, olduğunu söylemedi. Salonun çıkışına doğru hızlı adımlarla ilerlerken, Alim de yanımdan geçti, Ömer’i takip etti. Koridorda telefonu açmış olmalı ki, sesi ancak o zaman duyuldu. Kapının kapandığına dair ses gelmedi ama büyük ihtimal evden çıkmışlardı.

Bakışlarım, Demet’i buldu. Hamza abisinin yanına varmış, bakışlarıyle neler olup, bittiğini sormaya çalışıyordu. Olan biten çok şey vardı. Hem de çok şey.

Adımlarım bedenimi salondan çıkarırken, dakikalar önce olanların ağırlığı ruhuma baskı yaptı. Kaçmam gerekiyordu. Fazla da tepki vermiştim, farkındaydım. Gösterdiğim tepkiyi kendimden bile beklemiyordum ama kafamdaki sesler, cümlelere dönüşmüş, ortaya dökülmüştü. Kimsenin benden bu tepkiyi beklediğini de düşünmüyordum ama dolmuştum, hem de çok dolmuştum. Demet ile abisini salonda yalnız bırakırken, nereye gideceğimi de bilmiyordum. Evin yabancılığı yüzüme tokat gibi holde çarpmıştı. Burası benim evim değildi.

Açık olan kapıdan ileriye doğru bakındım. Alim ile Ömer bahçeden çıkmış, park halinde olan bir arabanın yanında konuşmaya devam ediyorlardı.

Nefes almam lazımdı. Yalnız kalmam lazımdı. Ayakkabılarımı ayakkabılıktan aldığım gibi giydim ve kendimden beklemediğim bir şekilde evden, bedenimi sıyırdım. Beton merdivenlerden inerken, akşamın ayazı saçlarımı karşıladı. Bahçenin yoluna doğru indim. Konuşan ikili, bulunduğum tarafa bakmamasını fırsat bilerek, evin arkasına doğru adımladım. Toprakta yürüdüm, Kömür’ün kulübesinin önünden geçtim.

Arka bahçede, evi çevreleyen duvara doğru yaslandım ve bir anlığına gözlerimi kapadım. Gecenin seslerini dinlerken, ağaç dallarının birbirine değme sesleri duyuldu. Rüzgarın uğultusu zihnimden içeriye sızdı.

Babama haksızlık yapmıştım. Bir anlığına beni bilerek bıraktığını bile sanmıştım. Oysa babamın bir katili vardı. Polislerin tabiriyle, cinayete kurban gitmişti. Ruh halim, ne düşünmem, nasıl düşünmem gerektiğini bilemeyecek bir hale döndü.

Çok şey fazlaydı. Ruhuma abanan çok şey vardı. Üzüntümün ağırlığı, omuzlarımdaydı. Duygularımın karışıklığıyla düşüncelerimin çokluğu birbirine girmek üzereydi. Başım zonkladı. Göz kapaklarım aralandı.

Elim, pantolonumun cebindeki telefonuma giderken, etrafın sessizliği devam etti. Açılmasını beklediğim telefon açıldığında ise Ceyda’nın sesi hattın diğer ucunda duyuldu.

“Maral.”

“Müsait misin?” diye sorarken, ayakkabılarıma bakındım. “Değilsen, kapayabilirim.”

“Saçmala,” diye beni azarladı hemen. “Bu saatte müsait olmayacağım da ne olacak? Aradığına o kadar çok sevindim ki… Nasılsın? İyi misin?”

Yutkundum. Ayakkabımın altındaki taşı itekledim.

“Ben bilmiyorum. Sanırım değilim.”

“Ah, kardeşim,” dedi Ceyda tüm samimiyetiyle. “Keşke şu an yanında olabilseydim. İnan, sana sarılırdım ama nerede olduğunu bile bilmiyorum.”

Ona söylediği yalanın altında ezildim. Daha bugün sokağımızda, ona görünmemek için gizli gizli eve girdiğimi hatırladım. O ise benim kafamı dağıtmak için bir yerlerde olduğumu sanıyordu. Nerede olduğumu bile bilmiyordu.

Sessiz kaldığımı görünce, “Ne zaman döneceksin?” diye sordu. “Biliyorsun burada da bir evin var.”

Bu sorunun gerçek cevabı bende gizli değildi. Çoğu şey, belirsiz olduğu gibi bu da öyleydi.

“Biraz daha kalmam gerek,” dedim o gün annesinin bakışlarını hayalime getirmemeye çalışarak. “Sadece sesini duymak istedim. Sen nasılsın?”

Aslında babam hakkında öğrendiğim gerçeği biriyle paylaşmak için aramıştım ama kelimeler dudaklarımdan çıkmadı.

“Çok şükür, kardeşim. İyiyim.”

Tebessüm ettim. Biraz daha konuşmamızın ardından da telefonu kapadım. Telefonu kapattıktan sonra bir müddet siyah ekranına bakındım. Gözlerim ışığı kapanan ekranda gidip, geldi. Ayaz, bedenimi üşüttü, aldırmadım.

Sakinleşmiştim.

Gözlerim, önümde ki eve kaydı. Aşağıdaki salonun ışıklarının yansıması bahçeye düşüyordu. Üst kattaki salonun ışığıda açıktı.

Dakikalar önce, yaşadığım hararetli konuşmanın içinde Ömer Dereli’ye çıkıştığım için pişman olmaya başlıyordum. Alim, Ömer’i yolcu etmiş olmalıydı. Herkesin üstümde ki bakışlarını hatırladım. Karşımdaki eve nasıl gireceğimi, düşündüm.

Bu ev, bu insanlar yabancıydı. Bir o kadar da tanıdıktı. İkisinin arasında gidip, gelmekten yorulmuştum.

Derin bir nefes alıp, verdim.

Adımlarımı ön bahçeye doğru atarken, zihnim bu akşam öğrendiği yegâne gerçeğe sımsıkı sarıldı. Attığım her adımda düşüncelerim yerlerine oturdu.

Babamın bir katili vardı ve sıra onu bulmaya gelecekti.

 

 

 

 

             

Bölüm : 19.01.2025 22:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...