15. Bölüm

-14-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

 

Oy ve yorumları bekliyorum.

 

 

-14-

 

 

Gün ağardı. Gece gündüzün arkasında kaldı, başka bir gün takvimlerde yer edindi.

Günlerden Pazardı. Geride kalan geçmişteki kızın, her zaman bir planı olurdu. Çoğu kez babam evde olur, onunla vakit geçirirdim. Onunla vakit geçirmeyi hep sevmiştim. İşlerinin yoğunluğundan fazla yüzünü göremezdim. Bu yüzden Pazar benim için önemli bir gündü. İlk kendimize güzel bir kahvaltı hazırlardım. Hava güzelse, bahçede kahvaltımızı yapar, benim okulumdan konuşurduk. Bazen ise dışarıya kahvaltı yapmaya gider, ardından da İstanbul’un sahillerinde gezinir, aldığı pamuk şekeri yiyerek, deniz kokusunu içimize çekerdik. Eğer evdeysek, karşılıklı kitap okur, huzurlu bir gün geçirirdik. Onunla geçirdiğim son Pazar günü aklımdaydı. Dışarıda kahvaltı etmiş, sahile yakın lunaparka gitmiştik. Benimle beraber oradaki aletlere binmiş, bir güzel eğlenmiştik. Ama şimdi hatılıryorum da o gün yüzünde düşünceli bir hali vardı. Yüzüme hiç olmadığı kadar uzunca bakmıştı.

Fark edemediğim başka hangi değişiklikler olmuştu? Bilmiyordum. Nelerle baş etmek zorunda kalmıştı? Bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum.

Öğrendiğim gerçekle geçirdiğim ilk gündü. Gece Alim, yine yerini almış nöbetine kaldığı yerden devam etmişti. Onunla bir daha konuşmamıştım. Daha doğrusu kimseyle konuşmamıştım. Gece, her zamanki gibi biraz onu izledikten sonra da gerçeğimle uyuyakalmıştım.

Sabah ise ilk aklıma gelen babamın telefonuna bakmam gerektiği oldu. Kahvaltıyı aşağıda kızlarla yapmış, onlara yardım etmiştim. Şimdi de elimde, kurcalanmayı bekliyordu. Diğer telefonu da bir yere koymuş, olmalıydım, çünkü onu bulamamıştım. Güncel kullandığı telefonunun yan tarafta bulunan açma düğmesine dokundum. Kilit açıldı. Şifre yoktu. Olmadığını biliyordum. Bu sefer farklı bir sürpriz karşılamadı. Dosyalarında, gezindim. Pek bir farklılık yoktu. Bana yarar sağlayacak bir şey bulamadım. Her zamanki gibiydi. Rehberinden kimseyi tanımıyordum. Kendi numarama gelince durakladım. Kızım.

Yutkundum. Bir daha bana kimse kızım diye seslenmeyecekti. Bu gerçek, ruhumun kanatlarını kırıyordu.

Galerisine girdim. En son onunla o lunaparkta çekildiğimiz fotoğraf vardı. Öz çekim yapmıştık. İkimizde bunun son fotoğrafımız olduğunu bilmeden kameraya gülümsemiştik.

Fotoğraftaki canlı gülümsememin aynısını dudaklarıma kondurmak istercesine gülümsemeye çalıştım ama olmuyordu. Tebessümüm sahteydi, yüzüme uymuyordu. Uymazdı. Uydurmaya çalışmam saçmaydı.

Galeriden çıkarak, mesajlarına girdim. Boş denilebilirdi. Daha doğrusu bağlı olduğu telekomünikasyon şirketinin mesajından başka bir mesaj yoktu. Kabullenmem lazımdı ki bu telefonda hiçbir şey yoktu. İşime yarayacak yeni bir şey bulamamamın kırıklığıyla parmaklarım saçlarıma gitti, kulağımın arkasına itekledim. Diğer telefonu bulmam gerekiyordu. Evde açılmamıştı ama bir şekilde onu açmalıydım. İkinci telefonu bulmamın bir nedeni vardı ama nereye koyduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Hafızamı zorladım. Kriz geçirmeden önce hemen elimdeydi. Yatağa doğru oturduğumu hatırlıyordum, sonrası yoktu. Elimden mi düşmüştü? Banyoya doğru adımlarken, elimde değildi. Düşmüş olsa, fotoğrafları toplarken görürdüm. O zaman bu telefon neredeydi?

Aklıma bir ihtimal geliyordu. Alim ile Hamza. Odada benimle beraber iki kişi daha vardı. Birinin de olsa haberi olmalıydı. Hamza abiye bunu soramazdım. Zira sorsam bile ters tepki alabilirdim. Geriye Alim’e sormak kalıyordu. Onunda şu an nerede olduğunu bilmiyordum. Yine gece mesaisinden sonra uyuyor olabilirdi.

Ayaklandım. Elimdeki telefonu bavulumun ön kısmındaki fermuarlı yerine sıkıştırdım. İkizler, aşağıdaydı. Bugün Buket’te izinli olduğu için, evdeydi. Dün Ömer’in gelmesi kendisinde nasıl bir iz bırakmıştı, bilmiyordum ama sevdiği adama çıkışmamı makul karşılayacağını düşünmüyordum. Belki de dün olanlardan haberi yoktu. Aşağıya doğru inerken ise Alim’e bunu sorup sormamak arasında ki düşüncelerimde gidip geliyordum. Parmağımdaki yara bandına dokundum. Dün olanlardan sonra onunla konuşmam gerekiyordu ama kaçmıştım.

Hole geldiğim sırada ise, evin kapısı çalındı ve düşüncelerimden sıyrılmak durumunda kaldım. Mutfakta bir hareketlilik olduğu gibi Buket, göründü. Üstünde çiçekli bir elbise vardı. Saçlarına da tülbent örtmüştü. Demet’in üstünde ise kahverengi pileli bir etekle, eteğine kadar inen bir kazak vardı. Kahvaltıda ikisini de böyle kodlamıştım. Buket, beni görünce durakladı. “Ben bakardım.”

“Yok, ben bakıyorum ama iyi ki de indin. Biz de Türk kahvesi yapacaktık. Mutfağa geç istersen.”

Kapı tekrardan vuruldu.

“Alacaklı gibi çalıyor bu da,” diye sitem ederken, kapıya doğru yöneldi. “Ama ilk şu kimse bakayım.”

Kapının deliğinden bakmak için kafasını biraz eğdi. “Bu da nereden çıktı?” dediğini duyduğum sıradan mutfağa doğru dönmüştüm ama merakım, bakışlarımı kaydırmama neden olmuştu. Buket, kapıyı açtı. Kapıdaki kimse görmek için biraz geriye çıktım. Buketten tam göremiyordum ama kapıdaki konuşunca kız olduğunu anlamıştım.

“Kızlar, beni neden dışarıda bekletiyorsunuz? Çok ayıp.”

“Serpil?” dedi Buket. Şaşırmışa benziyordu. Boğazını hafifçe temizledi. “Seni beklemiyorduk.”

“İçeriye davet etmeyecek misin?” diye sordu adının Serpil olduğunu öğrendiğim kişi. “Size annemin böreğinden getirdim.”

“Ah.” Buket kızın uzattığı börek kabını almak zorunda kaldı. Çünkü kız çoktan ayakkabılarını çıkarmış, içeriye girmişti. “Zahmet olmuş ama ne gerek vardı?”

Buket’e cevap veremeden, kızın bakışları bulunduğum yerde beni buldu. Yüzünden adlandıramadığım mimikler, gelip geçti. O sırada Buket, kapıyı kapadı. “Bu kim?” diye sordu Buket’e doğru. Kızın bakışları üstümde olduğu gibi gözlerimde kızın üstündeydi. Dümdüz saçları, beline kadar geliyordu. Küçük burnu, yeşilimsi gözleriyle ufak bir yüzü vardı. Yanakları al al, pembemsiydi. Sanırım allık sürmüştü. Boyu Buket’in ki kadardı. Turuncu bir kazağı dizlerinin altına kadar inen yaprak desenli tiril tiril etekle uydurmuştu. Onların üstünede siyah hırka giymişti. Kız, güzeldi. Değişik bir güzelliği vardı.

Kendim ise her zaman ki gibi sıradandım. Bordoyla siyah karışımı renginde kareli oduncu gömleğinin içine beyaz tişört giymiştim. Altımdaki siyah pantolonun üstüne doğru da salmıştım. Çoğunlukla böyle giyinirdim ama karşımdaki kızın buraya hazırlanarak geldiği belli oluyordu.

“Benim arkadaşım, Maral,” dedi Buket. Gözlerim Buket’e kaydı. En azından beni misafir olarak tanımlar diye düşünmüştüm ama o böyle yapmamıştı. Ruhumu bu durum bir şekilde, güzel hissettirmişti.

“Merhaba,” dedim ama kız oralı bile olmadan, Buket’e “Ben, niye tanımıyorum?” diye sordu.

“Her arkadaşımı, tanımak zorunda değilsin Serpil,” dedi Buket’te. Serpil’i terslememişti ama sorusundan hoşlanmadığını cümlesiyle belirtmişti. “Bizde kahve içecektik. Demek ki sana da kısmetmiş.”

Buket, önde Serpil yanında mutfağa doğru ilerlerken, salona doğru bakınmak istedim ama Buket, kolumdan tuttuğu gibi mutfağa çekiştirince salonun boş olup olmadığını anlayamadım.

Demet, Serpil’i görünce, “Hoş geldin, Serpil,” dedi. Bu Serpil her kimse ikizleri iyi tanıyordu.

“Hoş bulduk,”dedi Serpil de masadan sandalye çekerken. “Annem, gül böreği yapmıştı. Size de yolladı.”

Buket, ikizine kabı havaya göstererek gösterip, tezgâha koydu. Kabın kapağını açtı. “Oya teyzeye, teşekkür ettiğimizi söylersin. Ne gerek vardı?”

“Bukette aynı böyle dedi,” dedi gülerek. “ Ne gerek vardı?”

“Otursana, Maral,” dedi Buket, kapıda dikildiğimi görünce. Elindeki böreği, ağzına götürmek üzereydi. Kapıda öylece dikildiğimin bile farkında değildim.

“Alim abinizin geri döndüğünü duydum,” dedi Serpil, ben masanın diğer tarafına yerleşirken. “Oya teyzesinin böreklerini özlemiştir.”

Kulaklarım, onun ismiyle merakla açıldı. Bu kız Alim’i nereden tanıyordu? Kendimi sorduğum sorunun saçmalığıyla yerimde kıpırdandım. Tanırdı. İkizleri tanıyan biri abilerini elbet tanırdı.

“Ya öyle oldu,” dedi Buket kısaca, böreği ısırırken. Sanki Serpil’in bu konuşmasıyla rahatsız olmuştu. “Of, çok güzel olmuş.”

“Sevinmiş olmalısınız.”

“Hala şekersiz içiyorsun değil mi?” diye sordu Demet, Serpil’in konuşmasını keserek. “Diyetteydin bir ara.”

“Evet, hala diyetteyim,” dedi Serpil de bozulmamış gibi yaparak.

“Sen Maral?” diye sordu bu sefer de Demet. İsmimi duymamla, Demet’e doğru döndüm. Serpil’in bakışlarının da üstümde olduğunu hissettim. “Fark etmez.”

“Tamam, o zaman,” dedi Demet arkasını dönerken. “Üçümüze hafif şekerli, Serpil’e de şekersiz yapıyorum.”

Bukette bir sandalye çekti. Kısa süre bir sessizlik yaşandı. Demet’in hareketlerinden başka ses duyulmadı. Aklım hala bulamadığım telefondaydı.

“Eee,” dedi Serpil Buket’e, bakışlarıyla beni işaret ederken. “Arkadaşın okuldan mı?”

“Kim? Maral mı? Yok canım. Babamın arkadaşının kızı.”

“Ama arkadaşın olduğunu söylemiştin,” dedi Serpil de şaşırarak.

“Çünkü arkadaşım.”

Serpil sessiz kaldı. Sanki ben orada yokmuşum gibi konuşması hiç hoşuma gitmemişti. “Kömür de geri dönmüş,” dedi Serpil Buket’e doğru bakarken. “Alim abiniz, temelli dönmüş o zaman?”

Bu bir soru namında sorulan, aslında kızın gerçekten öğrenmek istediğiydi. Durmadan konuyu Alim’e getirmesi de hoşuma gitmemeye başlamıştı. Yara bandı olan parmağımı kaşıdım.

“Evet, temelli döndü. Yani döndü gibi bir şey.” O sırada Demet, kahveleri yapmış, tepsideki fincanları önlerimize koymuştu. Demette Buket’in yanındaki sandalyeyi, çekip oturdu.

“Geri dönmesi iyi olmuş iyi. Sizde özlediniz tabi. En çokta Sultan teyze özlemiştir. Sahi o ne zaman geri dönüyor?”

Sorusunu cevaplayan Demet oldu. “Annemin daha dönmesine var.”

Buket’in annesinin memlekette olduğunu söylediği aklıma geldi. Bu kız tüm aileyi tanıyordu. Önümdeki fincana elim gitti. Ufak kulpuna dokundum. Dudaklarıma götüreceğim sırada ise “Anladım. Annem de merak ediyordu. Hala Sultan teyzenin Alim abinize kız arayıp aramadığını,” dedi.

Ansızın içtiğim kahve boğazıma takıldı, yutamadım ve öksürmeye başladım. Tüm bakışlar üstüme çevrilirken, öksürmeye devam ediyordum. Boğazım resmen yanmıştı. Elimdeki kahve fincanını masaya bıraktım.

“Helal, helal,” dedi Buket, önümdeki suyu iteklerken. “Su iç.”

Elim önümdeki suya gitti. Bardağı elime alırken, parmaklarım titriyordu. Bir iki yudum aldıktan sonra kendime anca gelebilmiştim. “İyi misin?” diye sordu Buket.

Başımı olumlu anlamda sallarken, Demet, “Bunu sen nereden biliyorsun?” diye Serpil’e soru yöneltiyordu.

“Sultan teyze, ağzından anneme kaçırmış,” dedi keyifle kahvesini yudumlarken. “Gitmeden önce bir ara böyle bir şey konuşmuşlar. Yoksa siz bilmiyor muydunuz?”

Öksürmem geçmişti ama karnıma yumruk yemişim gibi hissediyordum. Boğazıma oturan yumru, kahveden mi yoksa öğrendiğim bu bilgiden mi kaynaklanıyordu, bilemiyordum ama ruhumun sarsılması kaçınılmaz olmuştu.

“Yok, biliyorduk,” dedi Buket Serpil’in sorusuna. “Ama Oya teyzeye kadar gittiğini bilmiyorduk.”

Serpil konuşmaya devam etti.

“Zaten yaşı da gelmiş. Bir erkek için yirmi dokuz tam ideal yaş. Hayırlı bir eş, eminim onunda isteyeceği bir şeydir.”

Alim’in yaşını da mı biliyordu? Benim bilmediğim daha ne kadar şey biliyordu? Midem kasıldı. Saçını arkaya doğru attı. Keyifle gülümsedi.

“Şu an abim bunu düşünemez zaten,” dedi Buket Demet’in konuşmasına fırsat vermeden. “Hem düşünse bile ilk sırada Hamza abim var.”

“Bence sizde sıra olayı işlemiyor. Baksana, ilk Demet evlendi. Kısmeti gelen gidiyor.” Kıza yavaştan yavaştan uyuz olmaya başlıyordum. Normalde önyargılı bir insan değildim ama kızın konuşmaları sinirlerimi yıpratmak adına programlanmış gibiydi. Buket, konuyu kapatmaya çalışıyorsa, kız konunun açılmasını sağlıyordu.

“Benim durumum farklıydı,” dedi Demet, öne çıkarak. “Buket, bana sırasını verdi. Erkeklerde ise sıra verileceğini sanmıyorum.”

Bukette Demet’i onayladı.

“Hmm,” dedi düşünceli bir şekilde. Sırtını sandalyeye verdi. Kahvesini bitirmiş olmalı ki, kollarını göğsünde birleştirdi. “Peki ya sen, adın neydi? Evli misin?”

Buket ile Demet aynı anda bana doğru döndü ve böylece Serpil’in sorduğu sorunun muhattabı olmuş oldum. Deminden beri ben burada yokmuşum gibi davranan kişi şu an soru soruyordu.

“Adım, Maral,” dedim omuzlarımı dikleştirirken. “Ve hayır. Evli değilim.”

“Peki, söz, nişan?”

Gözleri masada duran parmaklarıma gitti.

“Hiçbiri yok.”

“Konuştuğunda mı yok?” diye sordu bu sefer.

“Neden soruyorsun? İstersen sicilimi direk vereyim.”

“Hiç canım sadece kız kıza konuşuyoruz.”

“Evet ya, “dedi Buket konuşmanın içine girerken. Elini çenesine yaslayıp, ilgiyle yüzüme bakmaya başladı. “Ben de merak ettim. Konuştuğun falan var mı Maral? Ya da hiç oldu mu? Çok güzel kızsın, bence olmuştur.”

Gözlerim hepsinde gidip geldi. Demet bile merakla bakışlarını yüzüme çevirmiş, cevabımı bekliyordu. Nasıl bir anda ilgi odağı olmuştum?

Derin bir nefes aldım. Serpil’e cevap vermeyecektim ama araya Buket girince fikrim ister istemez değişmişti.

“Aslında hiç kimse olmadı,” dedim. Doğruydu. Hayatımda sadece babamla ben vardık. Üniversite hayatım boyunca, kimseye ilgi duymamış ya da etrafımı gözlemlememiştim. Doğru insanı bekleyen insanlardandım.

“Hiç mi?” diye sordu Serpil. Merakı körüklenmişti, belliydi. Aldırmadım.

Buket ile Demet devam etmemi bekliyorlardı.

Yanağıma gelen saçımı kulağımın arkasına iteklerken, “Doğruyu söylemek gerekirse, ben annemle babamı örnek alıyorum,” dedim. Bakışlarım fincana düştü. İtiraf edeceğim şeyi şu ana kadar tek Ceyda biliyordu. “Onlar, birbirlerinin ilk aşklarıydı. İlk ve son olarakta kaldı. Babam annem vefat ettikten sonra bir daha evlenmedi. Bende böyle olmasını isterim. İlk ve son olsun. Bir daha kimse olmasın. Bu yüzden eğer olacaksa da hayatıma girecek kişinin aynı benim gibi geçmişinde kimsenin olmamasını istiyorum. Olur, mu bilmiyorum ama düşüncem bu. ”

Bakışlarımı kaldırdığımda ise Buketle Demet, yüzüme bakmaya devam ediyordu. Serpil bile ilgiyle bakışlarını çevirmişti.

“Alim abimin de hayatında kimse olmadı,” dedi aniden Buket. Demet, o an Buket’i dirseğiyle dürtükledi. Aralarındaki iletişime hayrandım. Buket, boğazını hızlıca temizledi. “Yani, iki abimin de demek istemiştim. Aile yapımız öyle yani. Mesela ben, ilk ve son sevdiğim olarak Ömer kalacak.”

Ömer’in adını ağzına alınca, yine sesi titrer gibi oldu.

“Annen ne zaman vefat etti?” diye sordu Demet, Buket’in konuşmasının üstünü örtmek istiyordu. Anlamıştım ama Buket’in ağzından kaçırdığıyla nedense değişik hissetmiştim. Tarif edemiyordum.

Bukette ikizinin sorusuyla, ilgisini çevirdi.

“Ben küçükken,” dedim gömleğimin kol düğmesini ellerken. “Yüzünü bile hatırlamıyorum. Sadece fotoğraflardan yüzünü biliyorum.”

Fotoğraflardan annemin yüzünü biliyordum. Bu yüzden fotoğraflar benim için çok önemliydi ama annemin kokusunu hiç bilmezdim. Nasıl koktuğunu hiç bilemeyecektim de…

“O yüzden mi yastığın altında ailenin fotoğrafını saklıyorsun?” Sorusuyla şaşırarak Buket’e döndüm. Benim gibi ortamdakilerde kendisine dönmüştü. Bunu nereden bildiğini soracaktım ki “Şey,” dedi hızlıca. “Sabah yere düştüğünü gördüm, inan bilerek olmadı. Yerden alıp, yerine koydum ama ailenin olduğunu sadece tahmin etmiştim.”

Demet, Buket’e sinirle baktı. Bir şey diyecek gibi oldu ama o sırada, yukarıdan bebeğin ağlama sesi duyuldu. “Bunu burada açman çok ayıp. Bunu daha sonra konuşacağız,” dedi Buket’e. Ardından da mutfaktan çıktı.

Demet’in mutfaktan çıkmasıyla, ortamda bir sessizlik oluştu. Çok konuşan Serpil bile sessiz kalmıştı.

“İnan, kötü bir niyetim yoktu,” dedi Buket, masadaki elime dokunurken. “Özeline girmek istemezdim. Birden ağzımdan çıktı.”

“Biliyorum,” dedim onu onaylarken. “Sadece şaşırdım. Bu kadar. Kendini sakın kötü hissetme.”

“Bu kadar büyütülecek ne var? Anlamadım,” dedi Serpil, söylenerek. Buket dik dik Serpil’e baktı.

“Oya teyze seni merak etmesin, Serpil.” Ayaklandı. Masada bitmiş olan fincanları toplamaya başladı. Buket’in bu durumdan kötü hissetmesi hareketlerine yansımıştı. “Biliyorsun geçen geç kaldığında fırça yemiştin.”

“Doğru diyorsun,” dedi Serpil o da ayaklanırken. “Anladım zaten.”

Buket, ne anladığını sormadı. Hepsinin arasında farklı bir iletişim vardı. Serpil son kez yüzüme baktı ve Bukette onu geçirmek için kapıya yöneldi.

Mutfakta yalnız başıma kalınca, soluklandım. Buket’in almadığı diğer fincanları elime alıp, tezgâha koydum ve kirlileri temizleyerek, bulaşık makinesine koymaya başladım. Fotoğrafın yere düştüğünden bile haberim yoktu. Sanki bu durum açığa çıkınca, sakladığım kutudaki sırrımın ortaya çıkmışçasına gerilmiştim. En azından herkesin içinde Buket’in söylemesini beklemiyordum ama öyle biriydi. İçinden geçeni anında söylerdi. Birden konuşunca, beni üzdüğünü düşünmüştü. Yüzünün afallamasından bunu anlamıştım ama üzülmemiştim. Üzüntüye bile alışıyordum.

Buket mutfağa geri dönmedi. Kapının kapanması duyuldu. Merdivenlerden biri yukarıya çıktı. İkizinin yanına gitmiş olmalıydı. En azından ben öyle tahmin ettim.

Tezgâhı topladıktan sonra, mutfak penceresine doğru adımladım. Mutfağın konumu duvar ile evin arasına geliyordu. Pencereden bir şey görünmüyordu ama nefes almak için camı açmıştım. Hava, hafif güneşliydi. Sokakları fazla gürültülü değildi.

Evde bıraktığım diğer fotoğrafları düşündüm. Keşke birkaç tane daha almadığım için pişman oldum. Anılarım, aklımdaydı ama onları bir nebzede olsa tüm bu olanların içinde yanımda hissetmek istiyordum. Annemin nasıl bir karakter de olduğunu hiç bilmiyordum ama babam, her ne olursa olsun güçlü olmamı isteyeceğini biliyordum.

“Kızlar nerede?”

Alim’in sesiyle yerimde irkildim. Kendisine doğru dönerken, mutfak girişinde dikiliyordu. İçeriye girmemişti. Üstüne uzun kabanını giymişti. Bir yere gidiyordu. Tıraş olmadığı için yüzündeki kirli sakalı biraz daha uzamıştı.

“Sanırım, ikisi de Mehmet’in yanındalar.”

“Sen niye onların yanında değilsin?” diye sordu bu seferde. Bakışlarından hiçbir şey anlaşılmıyordu.

“Aslında sana bir şey sormak istiyordum,” dedim, sorusunu es geçerek. Sessiz kaldı. Konuşmama devam etmemi bekledi. “Babamın ikinci telefonunu bulamıyorum. Daha doğrusu hatırlayamıyorum. O şeyden…” Kriz anımı hatırlamak istemezcesine yutkundum. Bakışlarımı gözlerinden çektim. “Yani bir an elimdeydi. Sonra ne yaptığımı bilmiyorum. Ben… ”

“Telefon bende,” diyerek sözümü kesti.

Bakışlarım yüzüne aniden değdi. İlk anlayamadım. Yüzümün ifadesinden anlaşılıyor olmalıydı ki, “ O halde unutacağını biliyordum. Hatırlayınca tekrar evine aramaya gitmek isteyecektin,” dedi. “Bir başka delilik daha yapmanı istemedim.”

Beni çözmüştü.

“Anladım. Bari açmayı başardın mı?”

“Denemedim. Açılmadığını söylemiştin.”

“Doğru. Belki şarjı bitmiştir. Ona uygun şarj aletinizin olmadığını tahmin ediyorum.”

“Büyük ihtimalle yoktur.”

Emin değildi. Sonuçta evine geleli az bir zaman oluyordu. Üstelemedim. Bir şey demedim. Aramızda değişik bir sessizlik yaşandı. Yerinden ne kıpırdadı ne de içeriye girdi. Onunla konuşmak istiyordum ama ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

Bir insanla hem konuşmak isteyip, hem de konuşamamak çok zor bir şeydi.

Bakışlarını ilk kaçıran Alim oldu. Boğazını temizledi. “Parmağın nasıl oldu?” diye sordu. Refleksle diğer elim, parmağıma gitti. Bakışlarım elime kaydı. Kalbim göğüs kafesinde sızladı.

“Ufak bir şeydi zaten.”

O an Serpil’in durmadan Alim ile konuşması aklıma geldi. Tırnağım yara bandının üstünde gezindi. Aralarında bir şey olup, olmadığını merak etmeden edemedim. Sonra Buket’in abisinin hayatında kimsenin olmadığını söylediğini hatırladım. Birazda olsa rahatladığımı hissettim.

Bana ne oluyordu? Onu ise bilmiyordum.

“Ufak olması olmadığının anlamına gelmez. Daha dikkatli olmalısın.”

“Doğru söylüyorsun,” dedim konuşmayı devam ettirmek istercesine. “Olurum.”

Başını onaylarcasına salladı. Gözleri yüzümden başka mutfağın her yerinde gezindi. Başka bir şey demesini umut ediyordum ama o demedi. Her zaman kısa cümleler kuruyordu. Yine aynısı olmuştu.

Mutfağın girişinden ayrılacağında ise telefonu çalmaya başladı. Benim telefonum titreşimdeydi. Kabanının cebinden telefonunu çıkardı. Kulağında götürmeden önce ekranına baktı. Kimin aradığını merak ettim. Mutfağı büyük adımlarla adımlayıp, hole çıkan Alim’i takip ettim.

“Söyle, Ömer?” diyordu.

Başka tanıdığı yoksa arayan Ömer Dereli’ydi.

“Çıkıyorum şimdi. Konumu attın mı?”

Kaşlarım çatıldı.

“Ben her zaman hazırlıklıyım.”

Kapıyı açtı. Hafifçe eğildi. Yarım bot şeklindeki ayakkabılarını giymeye başladı. “Hayır, ona söylemedim. Orada görüşürüz.”

Ve telefonunu kapadı.

“Bir şey mi bulmuş?” diye sordum kapıya doğru hızlı adımlarla yetişmeye çalışırken.

Yavaşça döndü. Başını kaldırdığında, anlamayan gözlerle yüzüme baktı. Onu dinlememi beklemiyor olmalıydı. “Arayan Ömer Dereliydi. Duydum. İkiniz nereye gidiyorsunuz?”

“İşimiz var.” Elindeki telefonu kabanının cebine koydu.

“İşiniz var,” diye tekrar ettim. Kapının girişindeydim. Alim ise kapının sokak tarafındaydı. “Çok aydınlatıcı oldu. Teşekkür ederim ama bu kadarı yeterli değil. Dün akşam konuşulanlardan sonra her şeyi öğrenmeye hakkım var.”

“Öğreneceksin ama şimdi değil.”

“Bu da ne demek?”

“Şu an sana söylemem için uygun bir zaman değil demek.”

“Bir şey bulmuş,” dedim üstüne basa basa. Gözlerim gözlerinde sertçe gidip geldi. “Emin değilsin ama bir şey bulmuş. Bu yüzden kaçıyorsun. Bende geleceğim.”

Alim Polat tanımaya başlıyordum. Ruhunu tam bilemesem de hareketlerinden artık onun beni çözmeye başladığı gibi çözmeye başlamıştım. Sanki kötü bir şey demişim gibi kaşları hafifçe çatıldı. Mavimsi göz bebekleri irileşti.

“Olmaz. Benimle gelemezsin.”

“Neden? Siz iki erkek bir şeylerin peşindesiniz ama ben oturup bekleyecek miyim?”

“Çünkü tehlikeli olup, olmadığını bilmiyorum. Gelemezsin.”

“Tehlike lafını duyunca, sineceğimi mi sanıyorsun? Oradan bakılınca, nasıl bir karaktere sahipmişim gibi geliyor, bilmiyorum ama korkak biri değilim.”

“Olmaz, Maral,” dedi ismimin üstüne basa basa. “Beni oyalama.”

Geriye doğru adımladı. Bana arkasını döneceği sırada, “Bende seni takip ederim,” dedim hızlıca. Tekrardan bana doğru dönmek zorunda kaldı. “Madem seninle gelemiyorum. Bende seni takip ederim ve inan bunu da yaparım.”

Şaşkınlık içinde yüzüme baktı ama sonra o şaşkınlık gitti. Yerine kurnazca bir bakış attı. “Yapamazsın. Araban burada değil.”

Babamın arabası burada değildi. Biliyordum. Onu bir an önce bulunduğu yerden almam gerekiyordu.

“Sokağınızdan çok fazla taksi arabası geçiyor, hiç farkında değilsin. Hatta ileride taksi durağınız bile var.” O sırada sokaklarından geçen taksiyi gösterdim. “Hatta bak, biri de gidiyor. Sen arabanı çalıştırana kadar bir başka taksi arabası daha geçecektir. Aynı zamanda da arabam her zaman orada kalmayacak. Gidip, alacağım ve sen de her zaman seninle gelmemi engellersen, hep arkanı kollamak zorunda kalacaksın.”

Gösterdiğim taksiye bakmadı. Ciddi olup olmadığıma anlamak için yüzüme bakıyordu. Kolumu indirdiğimde bıkkınla soludu. “Tamam,” dedi ondan beklemediğim bir şekilde. “Tamam. Gel. Git, hazırlan. Burada bekliyorum.”

“Hayır,” dedim kapıdan çekilirken. “İçeriye geç. İçeride bekle.”

“O neden?”

“Çünkü yukarıya çıktığım an gidip, gitmeyeceğini bilmiyorum. Beni kandırıyor olabilirsin.”

İşte o zaman bakışlarını kaçırdı ve güldü. Gerçek anlamda güldü. Dudakları kıvrıldı, gülümsemesi gözlerine kadar ulaştı. Ruhumdaki his dans etti. Gözlerimi gülüşünden çekemedim. O katı çehresine gülümsemenin ne kadar çok yakıştığını düşündüm.

“Dediğin gibi olsun,” dedi ayakkabısını çıkarıp, içeriye doğru geçerken. Boğazımı temizleyip, silkelendim. Ardından da hole doğru geçen Alim’in arkasından kapıyı kapadım. “İnatçı.”

“Ne?” diye sordum, elim anahtarın üstündeydi.

“Bulunduğum yerden nasıl göründüğünü sormuştun. İnatçı görünüyorsun.”

Gülmemek için kendimi zor zapt ettim. Kapının üstündeki anahtarı çevirirken, “Eminim, bu da kaçmamam içindir,” dediğini duydum.

Kapıyı kilitlememden bahsediyordu. Ona doğru döndüğümde hala gülümsemesinin izleri vardı.

“İşimi sağlamaya almalıyım,” dedim elimdeki anahtarı göstererek. “Hemen gidip, geliyorum.”

Elimdeki anahtarla beraber, merdivenlerden çıkarken, omzumdan geriye bakmaktan kendimi alamamıştım. Ve bakmamla onun hala bıraktığım yerde gülmeye devam ettiğine şahit olmuştum. Bu sefer bende yaptığıma gülmeden edemedim. Utanmasam kahkaha atardım.

Çünkü adamı resmen gitmesin diye kendi evine kilitlemiştim.

 

 

           

 

 

           

           

           

Bölüm : 27.01.2025 21:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...