
Oy ve yorumları bekliyorum
-15-
“Nereye gittiğimizi hala öğrenemedim?”
İğneleyici sesim arabanın içinde duyuldu. Yoldaydık. Trafik akıp, gidiyordu. Saat üç sıralarıydı ve Ömer Dereli ile nerede buluşacağımızı daha öğrenememiştim.
Evden çıkmadan önce ikizlerin de abileriyle gittiğimden haberi olmuştu. Tahmin ettiğim gibi ikisi de Mehmet’in yanında fısıltı eşliğinde bir şeyler konuşuyorlardı. Ne konuştuklarını duymamıştım ama kimsenin duymaması için fısıldadıkları belliydi. Nereye gittiğimizi sormuşlardı ama bilmediğim için bir şey diyememiştim ama Ömer Dereli ile buluşacağımızı ve tahminimi söylemeden edememiştim. Öğrendiklerinde ilk abileri gibi karşı çıkar gibi olmuşlardı ama sonra pek bir şey dememişlerdi. Belki de gösterdiğim çabayı haklı buluyorlardı. Yukarıdaki odadan almam gerekeni alıp, kontrol etmiştim. Her ihtimale karşı, yanımda bulunduracaktım. Bavulumun içine koyduğum küçük askılı çantamı alarakta içine sıkıştırmıştım.
“Öğrenmeden rahat etmeyeceksin değil mi?” diye sordu, Alim’in kuzguni bakışları yoldaydı. “Ömer, dün bahsettiği adamı bulmuş. Konuşmaya gidiyoruz.”
Babamın ilk balistik raporundaki kargaşayı oluşturan adamdan bahsediyordu.
“Nasıl bulmuş? Adamdan iz olmadığını söylemişti.”
“Telefonu sinyal vermiş.”
“Yani önceden kapalıydı ama şimdi açılmış. Size de enteresan gelmedi mi?”
“Geldi,” dedi yandan bir bakış atarken ama gözleri tekrardan yolu buldu. “Bu yüzden tehlikeli olup, olmadığını bilmiyorum. Ve sende benimle geliyorsun. Şimdi neden gelmemeni istediğimi anladın mı?”
İğneliyici bir şekilde konuşmuştu.
“Zorluk çıkarmam, merak etme.”
“Biliyorum. Asıl orada olacakları bilmemem sorun.”
“Sonuçta ikinizde polissiniz,” dedim Ömer’i de kast ederken. “Bunun için eğitim aldınız. Allah bilir, bu zamana kadar nelerin üstesinden geldiniz.”
“Aktif bir polis memuru değilim, ben Maral,” dedi kendinden bahsetmesi ona doğru bakmama neden olmuştu. “Ayrıca göreve giderken, hiçbir zaman yanımızda sivil bulunmazdı. Arada fark var.”
Açık açık benimle konuşmaya başlamıştı. Şaşırmam gerekiyordu ama onu tanımaya başlama isteğim şaşkınlığımı geri de bırakıyordu.
“Tabi, burada sivil ben oluyorum ama ben bildiğiniz siviller gibi değilim. Arada fark var.”
Dediğini tekrarlamam bakışlarını çevirmeden tebessüm etmesine neden oldu. Bakışlarını yoldan çekmedi. Neden bahsettiğimi anlayıp, anlamadığını bildiğinden emin değildim ama tebessümüne yine hazırlıksız yakalanmıştım.
“Baban mı öğretti?”
“Neyi?”
“Silah kullanmayı. O gün elindeki sana ait olmalı, çünkü bir erkeğin kullanamayacağı kadar küçük olduğunu hatırlıyorum. Yanlışım varsa düzelt.”
İma ettiğim şeyi anlamış olmasını beklemiyordum ama anlamıştı. Bakışları hala yoldaydı. Konuşurken yüzüme bakmamıştı. Benim gözlerim ise üstündeydi.
“Hayır, hayır. Doğru. Yanlışın yok. Babam, hiçbir zaman kullanmamı istemedi ama öğretmeden de duramadı. Ne olursa olsun kendimi korumamı istiyordu.”
“ O zaman ruhsatının olduğuna güveniyorum.”
“Evet, ruhsatım var.”
“Güzel ama dikkat etmen gerekiyor. Yanlış bir hareketin de başın ağrıyabilir.”
“Biliyorum.”
Silah kullanmayı biliyordum. Babam dağılmış bir silahı nasıl eski haline getirebileceğimi bile göstermişti. Okul dışında verdiği derslerden sadece biriydi. Hayattaki engellere karşı güçlü ve dik duran bir kız yetiştirmek istemişti. Annem yoktu. Bir tek o vardı. Sanki beni bu günlere hazırlamış gibi geliyordu.
Dizlerimin üstündeki çantamın içindekine düşüncelerim kaydı. Yanımda olduğunu öğrenmiş olsa, nasıl bir tepki vereceğini merak ettim ama itiraf etmedim. Çantanın kenarını sıktım. Sustuğunu görünce, bakışlarımı arabanın ön cama değdi. Her nereye gidiyorsak, işlek otobandan çıkmıştık. Biraz yolu izleyerek, zaman geçirirken, aklımdakiler durmadan yol değiştirmesini engelleyemiyordum.
Ömer Dereli Alim’e o adamın telefonunun sinyal verdiğini söylemişti ama içimde tuhaf bir his vardı. Alim’in de böyle hissettiğini düşünüyordum. Çünkü normal değildi. Gelmiyordu. Aklıma dün akşam ki Ömer Dereli’ye karşı sert çıkışım geldi. Ona işini doğru yapmadığıyla ilgili ithamlarda bulunmuştum ve şimdi onun araştırmaları doğrultusunda yoldaydım. Kendi çerçevesinden haklılık payı vardı, biliyordum.
“Dün akşam arkadaşına sert çıkışmamam gerekiyordu. Üzgünüm.”
Yerimde kıpırdandım. Gerçeği dilime vurunca, biraz rahatlamış hissettim.
“Ömer, bulunduğun durumu anlayacak biri. Takılacağını sanmam.”
“Takılsın ya da takılmasın. Öyle yapmamam gerekiyordu.” Bakışlarını üstümde hissetmeme rağmen, bakışlarımı yoldan çekmedim. “Doğru dürüst düşünmeden konuştum. Kendisine bir özür borçluyum.”
Alim, ses etmedi.
Araba bir sapaktan döndü. İki tarafı da ağaçlarla kaplı bir yola girdi. Yol kenarı gökyüzüne doğru sık sık ağaçlarla kaplanmıştı. Ağaç dallarının büyüklüğüyle yapraklarının çokluğu gökyüzünü kapatıyordu. Yaprakların sarımsı tonu, sonbaharın renklerinden biriydi. Gözlerim arabanın dikiz aynasına kaydı. Arkamızdan gelen arabalarda yoktu. Geçtiğimiz mevkileri bilmiyordum ama sanırım şehrin ücra köşelerinde yol alıyorduk. Adamın telefon sinyalinin nereden geldiğini daha da merak etmeye başlamıştım. Araba ağaçlı yoldan çıkmadan, ilerlemeye devam etti. Birimizden biri, bir daha da hiç konuşmadı. Bakışlarım bir ara Alim’e kaymıştı. Düşünceli bir halde Ömer’in attığı konuma uymaya devam ediyordu. Kısa süre sonra araba başka bir yoldan döndü ve orman yolundan çıktı. Birkaç yerleşim alanı gözüme ilişti. Araba durmadı, tekerlekler asfaltta gitmeye devam etti. Karşı taraftan gelen yanımızdan geçerek, orman yoluna girdi. Dakikalar sonra araba iki yol ağzına geldi. Alim, sol yola doğru döndüğünde yol asfalttan ziyade taşlığa döndü. Araba hafif hafif sallanırken, içimin huzursuzluğu tüm hücrelerime ulaşmıştı. Araba ilerlemeye devam ettikçe, aralıklı bir halde müstakil evler görünmeye başlamıştı. Yolun kenarları çitlerle ilerliyordu.
“Ömer Dereli ile nerede buluşacaksınız?” diye sordum araba sallanmaya devam ederken.
“Kendisini göreceğimizi sanıyorum,” diye cevap verdi ama sesindeki sıkıntıyı hissetmiştim. “Bende tam bilmiyorum.”
Öyle de oldu. Araba taşlık yoldan çıktı. Bir başka yola döndü. Hafif eğimli yola doğru çıkarken de, Ömer Dereli’nin kendisi göründü. Arabasını yol kenarına, büyük bir ağacın yanına park etmiş, dışarıya çıkmıştı. Arabanın kaputuna yaslanmış, sağına soluna bakınıyordu. Bulunduğumuz arabayı fark edince toparlandı. Hemen ileride de tek katlı müstakil bir ev vardı. Etrafı duvarlarla ve çitlerle kaplıydı ama arabasını evden uzağa park etmişti. Etrafında başka evde görünmüyordu.
Alim de Ömer’i görünce arabayı diğer arabanın arkasına park etti. Ömer de arabanın yanına doğru ilerledi. Bakışları beni bulunca, gözlerindeki şaşkınlığa şahit oldum.
Alim, bir şey demeden arabadan çıkmak için hareketlendi. Ömer de hemen kapının yanındaydı. “Maral’a söylemediğini söylemiştin. Buraya kadar getireceğini tahmin etmedim,” dedi Alim arabadan çıkarken. Onunla beraber bende arabadan dışarıya çıktım.
“Gelmeyi ben istedim,” dedim hemen Alim’in cevap vermesini beklemeden. “Size zorluk çıkartma derdinde değilim.”
“Zaten arabada bekleyecek,” dedi Alim de bulunduğum tarafa bakmadan. Öyle mi yapacaktım? Benim niye bundan haberim yoktu? Gözlerim ikisinde gidip gelirken, Alim’in bakışları demin gördüğüm evi işaret etti. “İçeride olduğundan emin misin?”
“Öyle olduğunu tahmin ediyorum,” dedi Ömer de Alim’in baktığı yöne doğru bakarken. “Geldiğimden beri kimse girip, çıkmadı. Telefon sinyalleri evi işaret ediyor.”
“Öğreneceğiz, bakalım. Derdi neymiş?”
Ömer Alim’i başıyla onayladı. İkisi hareket etmeden öncede Alim, bulunduğum tarafa doğru döndü. Yerimde huzursuzca kıpırdandım. “Anahtarları sana bırakıyorum,” dedi elindeki anahtarları bana doğru atarken. Atmasıyla anahtarları yakaladım. Ellerinde tuttuğu anahtarın sıcaklığı kendi elime değdi.
“Benim ne yapmam gerekiyor?”
“Biz gelene kadar burada bekle,” dedi o da. “Telefon numaramı söyleyeceğim. Kayıt et.”
Bu zamana kadar numarasını almak neden aklıma gelmemişti? Onunla konuşmamız, ya yüz yüze olmuştu ya da Buket’in telefonundan gerçekleştiğini hatırlıyordum. Babamın telefonunu bulmak için eve gittiğimde ise Buket’in çağrılarını telefonumda sonradan görmüştüm. Beni hiç kendi numarasından aramamıştı. Montumun cebinden hızlı telefonumu çıkarıp, Alim’in söylediği numarayı kayıt ettim. “Yolu denetlemeni istiyorum senden, Maral. Eve doğru gelen birini görürsen de beni ara.”
“Tamam,” dedim başımı sallarken. “Ararım.”
İçimdeki huzursuzluğun çığ gibi büyümesine rağmen belli etmemeye çalıştım. Bir şey söyleyecek gibi oldu, gözlerimi gözlerinden çekmedim. Bir şey demedi. Bakışlarını çekti. Ömer’e doğru döndü. “Gidelim.”
Elimdeki anahtarı sıkıca tuttum. İkisi beraber yürümeye başladıklarında aralarında konuşmaya başlamışlardı. Dudaklarımı dişledim. Anahtarı diğer elime aldım.
Yokuşa doğru çıkıyorlardı. Kendimi tutamadım ve “Kendine dikkat et,” dedim birden. Kalbim göğsümde zonkladı. Sesimle ikisi de arkalarına bakındı. Alim’in düşünceli bakışları ürkek gözlerime değdi. Ömer’in bakışlarını da üstümde hissettim ve ne yaptığımı anlayarak, hemen cümlemi toparladım. “Yani dikkat edin. Kendinize dikkat edin. Ben burada arkanızı kollayacağım. Merak etmeyin. Bu iş bende.”
Arka arkaya saydığım cümleler kulağıma geldiğinde ise söylediklerim için çok geçti. O an kafamı bir yere vurmak istedim. Rezil mi, olmuştum? Anlayamamıştım.
Ömer’in bakışlarında ise şaşkınlık okunuyordu. Alim’e baktı. Gülüp, gülmemek arasında sıkışıp, kalmıştı. Kesinlikle, rezil olmuştum.
“Dikkat ederiz,” dedi Alim, pot kırmalarımı anlayıp, anlamadığını anlamadım. Ardından da arkalarını dönüp, yokuşun ucundaki eve doğru yürümeye devam ettiler.
Arabanın içine binmedim. Onları bulunduğum yerden izlemeye devam ettim. Müstakil ev, fazla büyük değildi ama bulunduğu yer ıssız gibiydi. Bu zamana kadar araba ya da insan da geçmemişti. Evin karşısı, başka bir sokağın başına denk geliyordu. Eve doğru yanaştılar, temkinle etraflarına bakındılar. Bahçeye açılan, sürgülü kapı kilitli değildi ki içeriye kolayca girmişlerdi. Evin kapısına vurmadan önce Alim, evin pencelerine doğru bakındı. Evin kapısının olduğu kısımı bahçe duvarından tam göremiyordum. Birkaç dakika sonrada ikisi de bahçede görünmemeye başladılar. Sanırım adam evdeydi ve kapıyı açmıştı.
Yerimde endişeyle kıpırdandım. Etrafıma bakındım. Saat akşam olmak üzereydi. Gün kararmaya başlıyordu. Sokaktan ne insan sesi ne de başka bir ses vardı. Değişik bir sessizlik hakimdi.
Bakışlarım elimdeki anahtara dokundu. Yüzüme gelen saçlarımı itekledim. Arabanın diğer tarafına doğru adımladım. İçimde tarif edemediğim bir stres vardı. Yolda bir ileri bir geri, ilerledim. İçeri gireli, fazla bir şey olmamıştı ama yanlarına gitmemek için kendimle savaş halindeydim. En sonunda çantanın kulpunu boynumdan sıyırarak, çıkardım ve arka kapıyı açtım. Çantayı, koltuğa tam koymuştum ki bir araba sesi duydum. Bakışlarım kalktı. Arabanın ön camına kaydı. Evin karşısındaki sokaktan bir araba çıktı. Ve o an ne olduğunu anlayamadan silah sesleri patlamaya başladı. Duran arabanın içinden yağmur gibi evin bulunduğu kısım kurşuna tutuluyordu.
Bedenim korkuyla irkildi. Başım refklesle eğildi. Kalbim damarlarımda atmaya başladı. Sesimin çığlık attığını duydum. Hayır, bu ses normal silah sesine ait değildi. Taramalı silah sesi tüm sokağı inletiyordu. Her şey çok hızlı oluyordu.
O an aklıma tüm bunların bir tuzak olabileceği ihtimali geldi. Tuzaktı. Hepsi buraya gelinmesi için kurulan bir tuzaktı. Gözlerim korkuyla irileşti. Evin pencereleri patladı. Kurşunlar, beton duvara isabet etti. Beton parçaları, havaya karıştı.
İkisi de hala evin içindeydi. İçinde. Silah sesleri kulağımı sağır etti. Midem bulandı. Başım zonkladı.
“Hayır. Hayır. Hayır. Şimdi olmaz.” Ne yaptığımı biliyordum. Çantaya koyduğum silahı ellerimin arasına aldım. Ellerim titriyordu, aldırmadım. Babamın anlattıkları aklımda birer birer yankılandı. Emniyet mandalını açtım. Silahı hazır konuma getirdiğim gibi bedenimi yola doğru hızla attım. Düşüncelerim birbirine karışmıştı ama içimden durmadan dua ediyordum.
Silah elimde şeklini alırken, kolum havalandı ve o an sanki babamın sesini kulağımda duydum.
“Sakin ve dikkatli olmalısın, kızım. Nefesini kontrol et. Ancak o zaman istediğin hedefi vurursun. “
Nefesimi tuttum. “Sana güveniyorum.” Saniyeler etrafımda parçalandı ve ardı ardına elimdeki silah ateşlendi. Zaman saniyeleri yuttu. Arabanın arka camı patladı. İçerideki iki siyahlı adamın görünüşü göründü. Bunu beklemedikleri belliydi. Atılan silah sesleri ansızın sustu. Biri arkasına doğru döndü ama simsiyahtı. Tam göremedim. Kendimi yanımdaki ağacın gövdesine siper ettim. Gözümü kırpmadan, bu sefer dikiz aynalarına nişan aldım. İçeride bir hareketlenme oldu. Çözemedim. Tam tekerleklerine ateş atacağım sırada ise araba birden hareketlendi ve gazı kökledi. Ama durmadım.
Rüzgar saçlarımı ağzıma getirdi. Çığlığım boğazımdan sokağa karıştı. Tüm öfkem, tüm olanların içinde firar etti. Arkalarından ateşlediğim silahın sesi devam etti. Bulunduğum zaman etrafımda dönüp, durdu. Elimdeki silahın boş sesi kulağıma geldi. Ancak o zaman sokağın boşluğuyla yüzleşmek zorunda kaldım.
Düşüncelerim donmuştu. Bedenim kaskatı kalmıştı.
Babam.
Ölüm.
Cinayet.
Tuzak. Olan biten tuzaktı.
Aklımın kapıları açıldı ve gözlerim eve gitti. Bacaklarım titredi. Alim. Ömer. Evdeydiler. Soğukkanlılığım buraya kadardı. Koştum. Yokuşu eze eze koştum. Korku dolu bakışlarım, evin kurşunlanan yerlerini delip, geçti. Kafamdaki senaryoların dehşeti, nefesimi kesti. Midem bulanmaya devam etti.
Evin sürgülü kapısı delik deşikti. Bahçeyi koşarak, ilerledim. Evin kapısı açık, iki pencerenin de patlamış cam kırıkları yerin her yerindeydi. Girişte durakladım. Kapıda çok fazla kurşun delikleri vardı. Sesim boğazıma dolandı. İçerideki manzaradan korktuğum gibi kollarımdan titreme geçti.
Yutkundum.
İçeride beni ne bekliyordu?
Babamdan sonra bir kez daha dayanabilir miydim?
Kapıyı hafifçe itekledim. Ayakkabımın tabanı cam parçalarını ezdi, kırılma sesi geldi. Konuşamıyordum. Seslenemiyordum. Korkum, ön plana çıkmıştı. Savaşamıyordum.
Ansızın kapı geriye doğru açıldığında ise irileşen gözlerim yuvalarından çıkacak duruma gelmişti. Karşımda Alim vardı. Aniden kapıdan çıkacakken, dikildiğimi görmüş ve duraklamak durumunda kalmıştı. Yüzü endişeyle kasılmış, korku dolu bakışları gözlerine yansımıştı. “İyi misin?” diye sordu hızlıca. Sesindeki tedirginlik oradaydı.
Onu sapa sağlam görmenin rahatlığı ruhumu ele geçirmişti. Gözlerimi kendisinden alamadım.
“Sen iyi misin Maral? Ses ver. Konuş benimle,” dedi konuşmadığımı görünce. Elinde tuttuğu silahını beline yerleştirdi.
Dudaklarım aralandı. Nefesim dışarıya çıktı. “Hayattasın. Çok şükür,” dedim sevinçle. Kanlı, canlı görmeyi zihnime kazımak istercesine saçlarında, yüzünde gidip geliyordum. Görünüşte bir şeyi yoktu. Yüzünde çizik aradım ama iyiydi. Sesimle bakışlarını kaldırdı.
“Seni buraya getirmemeliydim. Benim hatam,” dedi kendine kızarcasına. Gözleri, yüzümden çekildi. Üstümü kontol etti. “Yara aldın mı?”
“Ben iyiyim,” dedim, tedirginliğini ortadan kaldırmak istercesine. “Bir şeyim yok. Asıl sizin bir şeyiniz var mı? Ömer nerede?”
“İçerideyim,” diye seslendi Ömer. Evin arka kısımlarından sesi yankılandı. “İyiyim.”
“Bir dakika. Sen silah mı getirdin?” diye sordu kızgınca birden. Elimde tuttuğum silahtan bahsediyordu. Sesindeki şaşkınlığı saklamadı. “Dışarıda karşılık veren sen miydin?”
“Arkanızı koruyacağımı söylemiştim.”
Kaşları çatıldı. “Bana söylemeliydin. Kendini tehlikeye atmışsın.”
“O an kendi canımı düşünecek durumda değildim. Adamlar evi resmen taradılar. İzleyemezdim.”
“Bu bir neden değil,” dedi başını sinirle sallarken. “Ya sana karşılık verselerdi? Bunu hiç düşündün mü?”
“Bunu burada mı konuşacağız?”
Tartışıyorduk. Neden tartıştığımızı bile bilmiyordum. Sonuçta kendilerine yardımım dokunmuştu.
“Gerekirse, evet,” dedi hala kapıda dikiliyorduk. Elini uzattı. “Ver bana.”
Dediğini yaptım.
Şarjörü hızla çıkardı. İçini kontrol etti. Gerisin geri taktı. “Şarjörü tüketmişsin,” dedi homurdanarak. “Son kurşuna kadar sıkmışsın. Seni buraya asla getirmemeliydim.”
“Kimseyi vurmadım, Alim. Sadece arabaya nişan aldım. Vurmak istedim ama yapmadım. Zaten onlar kimse afalladılar ve sonra da kaçtılar.”
O an Ömer kapıda belirdi, Alim’in yanına geldi. “Hayatımızı kurtardın,” dedi minnetle. Böylece Alim’in konuşmasını engellemiş oldu. “Baban seni iyi yetiştirmiş. Hakkını vermek lazım.”
Gözlerim Alimden Ömer’e kaydı. Sol eli, sağ omzunun altını tutuyordu. Yüzünün şekli buruşmuştu. Ne olduğunu anlamıştım. ”Sen yaralısın. İyi olduğunu söylemiştin.”
“Onun bir şeyi yok,” dedi Alim Ömer den önce.
“Bir şeyim yok. Kendi hatam. Ufak bir sıyrık,” dedi umursamazca, Ömer de aynı şekilde. Aklıma Buket geldi. Bu gerçeği öğrendiğinde vereceği tepkiyi az çok tahmin edebiliyordum. Ömer, Alim’e döndü. “İçerideki durumu halletmemiz lazım, Alim. Anons çekmek durumunda kaldım. Haberin olsun.”
“Tamam,” dedi Alim de karşılık olarak. Hala eline verdiğim silaha bakıyordu. Ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordum. Bu sefer onu anlayabiliyordum. Kendimi tehlikeye atmamam gerektiğini düşünüyordu ve bu konu burada kapanmamıştı. Biliyordum.
“İçeride ki durum mu?” diye sordum bakışlarım ikisinde gidip gelirken. “Neden bahsediyorsunuz? Neler oluyor?”
Ömer, Alim’e baktı. Söyleyip, söylememek arasında kaldığını yüzünden okudum ama konuşmadı. Çünkü onun yerine Alim konuşmuştu.
“Kendisi için geldiğimiz adamın cansız bedenini bulduk,” dedi açıkça, gerçeği benden saklamadan. “Ve yeni olmadığını düşünüyoruz.”
Şaşkınlık, korku, ürperti gibi duygular zihnimden bedenimi ele geçirdiğinde en başından beri tuzak olduğunu düşünen aklım haklı çıkmıştı. Babamın raporuyla oynayan adam ölmüştü. Telefon sinyal vermişti. Bu iki adamı buraya çekmişlerdi. Çünkü buraya geleceklerini biliyorlardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |