17. Bölüm

-16-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

 

 

İYİ OKUMALAR

-16-

 

 

Polis arabalarının kırmızı, mavi ışıkları tepe lambalarında yanıp, sönüyordu. Üç tane devriye arabası cesedin bulunduğu evin önünde dizilmişti. Sokağın tamamını kapatmışlardı. Resmi başka arabalarda mevcuttu. Biri olay yeri inceleme ekibinin arabasıydı. Ambulans arabası bahçe duvarının önüne park edilmişti. Sokakta kargaşa hakimdi. Sokak sakinleri olan bitenin ne olduğunu öğrenmek için çekilen şeritin gerisindeydiler. Gözlerinde merak ve korku hakimdi. Bu görüntü benim için tanıdıktı.

Ne de olsa farklı bir gün, aynı görüntüydü.

Arabanın içindeydim. Hava soğumuş, içeride araba klimasının sesi duyuluyordu. Alim’in arabası, buraya geldiğimiz an park ettiği yerin aksine saldırıyı yapan arabanın çıkış noktasındaki sokağında park halindeydi. Olay yerine oldukça uzaktı ama çoğu şeyi bulunduğum yerden görebiliyordum.

Alim ve Ömer cesedin hali hakkında herhangi bir bilgi vermemişlerdi. Evin içine girmemide engellemişlerdi. Adamın tam olarak nasıl vefat ettiğini bilmiyordum ama ara ara gelen kapıda dikildiğim zamanlarda o çürük kokusunu almıştım. Yarım saatin içinde de sokak polis arabalarıyla dolmuş, kargaşanın fitili ateşlenmişti. İşin aslı babamın raporunu değiştiren kişinin nasıl öldüğüyle ilgilenmiyordum. Neden öldürüldüğüyle ilgileniyordum. Tüm bunların nedenini merak ediyordum. Bu saldırının niyeti belliydi. Nedeni belli değildi.

Alim, olay yerinde olanları daha iyi görebilmek adına başka bir konumdan izliyordu. Nerede olduğunu bilmiyordum ama Ömer’in yanında değildi. Çünkü bir anlaşmaya varmışlardı. Bizim burada olduğumuzdan kimsenin haberi olmayacaktı. Ömer sanki tek başına adamın cesedini bulmuş gibi lanse edilecekti. Tek başına buraya gelmiş, tek başına saldırıya uğramış olacaktı.

Nedenini daha sormadım ama belli ki bir nedeni vardı.

Ambulansın arka kapısı açıktı. Az önce Ömer’in koluna ilk müdahaleyi yapmışlardı. Dediği gibi ufak bir şey olmalı ki, koluna tek sarmışlardı. İyi görünüyordu. Sargısının üstüne tekrardan ceketini giymiş, olay yerine de geri dönmüştü.

İlk önce iki kişi olan olay yeri inceleme ekibi beyaz tulumları içinde evden çıktı. Ellerinde kanıtları topladıkları poşetler vardı. Beyaz minibüsün arka kapısı açıldı ve poşetler koyuldu. Üniformalı polislerin bir kısmı çektikleri şeridin önündeydi. Bir kısmı da evin önündeydi. Evin kapısının girişinde bir hareketlilik oldu. Ambulans görevlileri ceset torbası içinde adamın cansız bedenini çıkardılar. Ardından da Ömer çıktı. Yanında bir kadın vardı. Orta yaşlarının sonlarında, sert yüz hatlarına sahipti. Yaşına göre fitti. Simsiyah saçlarını tepesinde ufak topuz yapmış, yüzüne ciddiyet katmıştı. Üstünde klasik pantolon, ceket, gömlek üçlüsü vardı. Siyah uzun paltosunun önü açıktı. İkisi bahçede durmuş, karşılıklı konuşuyorlardı. Kaşları çatılmış, Ömer’e bir şeyler diyordu. Ömer’in yüz ifadesini göremiyordum.

Yerimde kıpırdandım, gözlerim kısıldı. Kadının duruşu bir tuhaftı. Ömer de sanki bu kadından çekiniyormuş gibiydi. Kadın her kim ise önemli biri olmalıydı. Bir polis memuru ikisinin yanına yaklaştı. Bir şey dedi. Kadın onayladı. Ömer’in parmakları saçlarını buldu. Sıkıntıya düştüğü belliydi. Ardından da evin bahçesinden çıktılar. Polis memuru evin içine girdi.

Gözlerimin önündekilere o kadar yoğunlaşmıştım ki, arabanın kapısı aniden açıldığında yerimde irkilmeden edemedim. Bakışlarım açılan kapıya kaydı. Alim, hızla sürücü koltuğuna oturdu ve kapıyı kapadı. Derin bir nefes verdiğini duydum. Kısa bir süre klimanın sesinden başka bir ses duyulmadı. Bakışları ilerideki olan bitendeydi. Benim aklım ise onu gördüğüm an dakikalar önce yaşadığım korkuya kaymıştı. Düşünmemeye çalıştıkça, görüntüler önüme sunuluyordu. Kurşun sesleri, havaya karışan toz ve kaybetme korkusu… Midem kasıldı. Kalbim titredi.

Eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra kontaktaki anahtarı çevirdi. Ömer gibi Alim de sıkıntılı bir ruh halindeydi. Araba hareket haline geçti. U dönüşü yaparken, “Ömer’in yanında ki kadın kimdi? Biliyor musun?” diye sordum.

Bulunduğum tarafa bakmadı. Gecekonduların olduğu sokaktan, alt sokağa geçiş yaptı. “Neden soruyorsun?”

“Merak ettim. İkisinin hararetli şekilde konuştuklarını gördüm. Müdürünüz olabileceği aklıma geldi. Müdürünüz mü?”

“Hayır,” dedi net bir dille. “Müdürümüz değil.”

“O zaman kim? Orada ne işi vardı?”

Yan gözle baktı. Saniyede de gözlerini çekti. O an gözlerim direksiyonu tutan parmaklarına kaydı. Direksiyonu sıkıca kavramıştı. Sorum kendisini germiş miydi? Bana mı öyle geliyordu?

“Tülin Mutlu,” dedi boş bir sesle. “ Kendisi savcıdır.”

“Savcı mı?” O kadının savcı olabileceği hiç aklıma gelmemişti.

“Olay yeri ekibiyle gelmiş. Büyük ihtimalle Ömer’i de sorguya çekecektir.”

“Ömer’e inanacağını düşünüyor musun? Yani orada olduğumuzu bilse, ne olur?”

Yan gözle merakla bakan gözlerimi yine bakındı. “Şunu anlamanı istiyorum, Maral senden. Sende bende bugün buraya hiç gelmedik. Burada bulunmadık. Saldırıya uğramadık.”

“Tamam, ama neden? Açıklamayacak mısın?”

“Böyle olması gerekiyor.”

Kısa ve tek düze bir cevaptı.

“Böyle olması gerekiyormuş,” dedim onu taklit ederken. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Sırtımı pencereye doğru vererek, kendisine doğru tam döndüm. “Nereye kadar bir şeyleri saklayacaksın? Burada olanlar beni de ilgilendiriyor. Farkında mısın?”

“Farkındayım,” dedi canı sıkılmış bir ses tonuyla. “Ama bu durum seninle ilgili değil.”

“Kiminle ilgili peki?”

Sessiz kaldı. Bakışları yoldan çekilmedi. İfadesi değişmedi.

“Niye susuyorsun Alim? Cevap vermeyecek misin? Kiminle ilgili?”

Direksiyonu tutan elleri açılıp, kapandı. Çene kasları oynadı. Gergindi, farkındaydım ama bende gergindim. Bir saldırı olmuştu. Bir şey biliyorsa, öğrenmek istiyordum. Araba geldiği yönden geri dönerken, gözlerimi kendisinden bir saniye ayırmadım. Alim kapalı bir kutuydu ama ben o kutunun kapağını açmaya niyetliydim.

Durdu. Bekledi.

“Benimle ilgili,” dedi üstüne gelmelerimin sonucunda.

“Anlamadım?”

“Orada gördüğün kadın, bana soruşturma açan kişi,” dedi boş bir sesle. “Orada olduğumu öğrenmemeli, çünkü bunu aleyhime kullanabilir ve bu benim en son istediğim şey olur. Şimdi oldu mu?”

Sesini ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsa da öyle değildi. Bu açıkladığı onun yaralarındandı. Canını yakıyordu. Sesindeki ton, ruhumu suçlu hissettirmişti. Niyetim onu üzmek değildi. Sadece merak etmiştim ama bu konu açmaya zorlandığı konulardan biri olmalıydı. Cevap vermemek istememesinin sebebi de buydu.

“Ben…” Bunu söylemesini cidden beklemiyordum. Kendimi kötü hissetmiştim. “Bilmiyordum.”

Kendisine neden soruşturma açıldığını ya da onunla ilgili diğer bilgileri aşırı merak ediyordum ama ruhum ruhunun yarasının sesini duymuştu. Bu konu onun için kutudaki gizli yerlerdendi. O kadını orada gördüğünde sarsılmış olmalıydı. Belki de öfkelenmişti ama hayatını elinden almak isteyen kadınla karşı karşıya gelmemesini anlayabiliyordum. Yürütülen bir soruşturma vardı. Ufacık bir şey bile kendisini mesleğinden tamamen men edebilirdi.

Gözleri bulunduğum yere hiç değmedi.

“Üzgünüm,” dedim kendi tarafıma çekilirken. Önüme döndüm. “Benden saklamanın nedenini başka bir şey sanmıştım. Konuyu açmaman gerekiyordu. Affedersin.”

“Zor bir süreçten geçiyorum. Zor ve stresli,” dedi araba orman yoluna girerken. “Ama babanla ilgili ne öğrenirsem, senden asla saklamayacağım. Bu seni üzecek olsa bile… Her şeyi anlatacağım. Bana güven.”

“Güveniyorum zaten,” dedim tüm gerçekliğimle. “Sadece babamın sakladıklarından sonra başka bir şeylerin daha saklanmasını istemiyorum.”

“Nasıl bir çıkmazda olduğunu anlayabiliyorum. Gerçeği bilmeyi en çok sen hak ediyorsun ve öğrenmeni de sağlayacağım.”

Söylediklerinin samimiyetiyle kendisine doğru baktım. “Teşekkür ederim.”

“Teşekkür etmene gerek yok.”

“Hayır, var,” dedim gözlerimi yüz hatlarından çekmeden. “Babam sana yardım etmemesine rağmen bana yardım ediyorsun, Alim. İstemesen yardım etmezdin. Hakkını ödeyemem.”

“Sakın,” dedi gözlerini gözlerime değdirirken. “Sakın bana borçlu hissetme. Asıl borçlu hissedecek birisi varsa, bu kişi benim.”

“Bugünden bahsediyorsan, yapmam gerekeni yaptım,” dedim Ömer’in dediğini hatırlarken. “Yine olsa yine yaparım.”

“Hayır,” dedi keskince. “Ondan bahsetmiyorum ama madem konusunu açtın. Bugün hala seni getirmemin yanlış olduğunu düşünüyorum. Hayatını bizim için tehlikeye attın. Bu isteyeceğim en son şeydi. Yapmaman gerekiyordu.”

Kafam karıştı. O zaman bu borç meselesi de neydi?

“Umarım, bugün olanlardan sonra gittiğin yerleri benden saklamazsın. Çünkü sende biliyorsun. İşinize yaradım.”

“Biliyor olmam tehlikenin kollarına atladığın gerçeğini değiştirmiyor.”

“Yani bu ne demek oluyor?” diye sordum kaşlarım havaya kalkarken. “Daha demin benden bir şey saklamayacağını söylemiştin.”

“Evet, söyledim.”

Durdu. Devam etmesini bekledim. Etmedi.

“O zaman?”

“Bugün olanların gerçekten farkındasın değil mi?” diye sordu. Bu sırada orman yolunda gitmeye devam ediyorduk. Yanımızdan geçen arabanın sesi duyulmuştu.

“Elbette farkındayım,” dedim rahat rahat. Nereye getirmek istediğini anlamaya başlıyordum ama anlamamazlıktan gelmeyi tercih ederdim. “Saldıra uğradınız ve benim hamlem adamları kaçırdı.”

“İstediğin zaman, istediğin gibi silah kullanamazsın. Bana yanında getirdiğini bile söylemedin.”

“Söylesem, elimden alabilirdin.”

“Almazdım,” dedi düşündüğümün tersine. Ağzım cevap vermek için açıldı ama Alim, konuşmaya devam etti. “Ama kullanmanı da istemezdim.”

“Hala anlamıyorum,” dedim yakınarak. “Babam kendimi korumam için kullanmayı öğretti. Tehlikedeysem her ne olursa olsun kendimi korumamı isterdi. Bugün de o günlerden biriydi.”

“Babanında dediği gibi kendin tehlikedeysen, kullanman gerekiyor,” dedi hızlıca. “Bende bunu diyorum. Başkaları için kendini öne atamazsın.”

Sorun bu muydu? Kendim için kullanmama izin her zaman vardı ama kendisi için yoktu. Bu nasıl bir düşünceydi?

“Sen başkası değilsin,” dedim gözlerim şaşkınca açılırken. Gözleri aniden gözlerimi vurdu, kalbimin derinliklerine temas etti. Cümlemi çoğul değil de tekil olarak kullanmış olmamı ise daha sonra farkına vardığım bir şey oldu ama düzeltme gereğinde bulunmadım. “En başından itibaren tüm bunların neden olduğunu benden başka öğrenmek isteyen bir tek sen varsın. Yardım etmem gerekiyordu. Ben de ettim. Ayrıca silahımı da geri almak istiyorum. Sonuçta ruhsatı bana ait.”

Önüne döndü. Bir süre sessiz kaldı. Sessiz kaldığı bu sürede kalbimin sesini kulaklarımda duydum. Hakkımda ne düşünüyordu, bilmiyordum ama ruhumun onun için ne düşündüğünü biliyordu. Kendisine zarar gelmesini istemiyordum.

“Böyle bir şeyi bir daha yapmanı istemiyorum,” dedi. Sesindeki ton mazeret istemiyorum der gibi tok ve sert çıkmıştı. “Yoksa yanımda bir daha asla gelemezsin.”

Kaşlarım çatıldı. “Ciddi misin sen?”

“Hayatımda hiç olmadığım kadar ciddiyim hemde. Bir daha böyle bir hata yapmayacaksın Maral, ama yok yaparım diyorsan, yanımda olmazsın. Karar senin.”

Bu apaçık tehditti.

“Sırf hayatınızı kurtardım diye beni böyle tehdit edemezsin. Nerede nasıl davranılması gerektiğini biliyorum. Ne yani adamlar, evi tarayacaklardı ve benim elimden gelenler varken, ben öylece izleyecektim öyle mi?”

“Gerekirse, izleyeceksin!” dedi sesi yükselirken. “Canını tehlikeye atmaktan başka istediğin her şeyi yap ama bunu yapma!”

“Bana sesini yükseltme,” dedim önüme dönerken. “Seninle tartışmak istemiyorum.” Kollarımı göğsümde bağladım. Bakışlarını üstümde hissettim, aldırmadım. Dışarıyı izlemeye başladı. O sırada araba orman yolundan çıktı. Otobana giriş yaptı.

Boş gözlerle akıp giden trafiği izlerken, düşünce fırtınasının içinde savrulmam kaçınılmazdı. Diğer arabalarla birlikte otoyalda süzülürken, kimseden ses çıkmadı. Bir ara torpido gözüne bir şeyin koyulduğu duyuldu. Oralı olmadım.

Bugün ne onlara ne de kendime zarar gelmişti. Ama sanki zarar görmüşüm gibi tartışma ortamı oluşturmuş olmasını anlayamıyordum. Alim, orada hissettiğim korkuyu anlamıyordu. Silah seslerini duyduğum an ruhumun nasıl acıdığını bilmiyordu. Eve doğru koşarken, aklımdan neler geçtiğini bilemezdi.

Araba trafik ışıklarında durduğunda, yanımızda ki arabama da bir çift dikkatimi çekti. Evli olmalıydılar. Adamın parmağında alyans vardı. Arkada yedi yaşlarında sarı saçlı bir kız çocuğu oturuyordu. Elinde çikolata ambalajı tutuyordu. Ön koltukta oturan annesi, arkaya doğru uzanmış, çocuğun yüzüne öğülen çikolatayı siliyordu. Bu an saniyeler sonra önemsiz olacaktı ama aileyle geçirilen her anın kıymeti bilinmeliydi. Kendi ailemin bu ana benzeyen anlarının olup olmadığını merak ettim. O küçük kız bu anı belki hatırlayacaktı. Belki de hatırlamayacaktı. Ben hatırlamak isterdim.

Araba tekrardan hareket ettiğinde anı, geride kaldı ve Alim’in telefonun zil sesi duyuldu. Yerinde hareketlendiğini duydum. Ardından da telefonu cevapladığına dair sesi duyuldu.

“Söyle, Ömer?”

Kulaklarım konuşmasına odaklanırken, dışarıya bakmaya devam ettim.

“Hayır, varmadık. Kolun nasıl?”

Durdu.

“Sevindim,” dedi arkadaşına. “Bana olan biteni haber verirsin.”

Caddede yürüyen insan seline bakındım.

“Eyvallah. Sağ ol.”

Telefon kapanmış olmalı ki sesi bir daha duyulmadı. Kısa ve öz konuşmuşlardı. Dakikalar sonra da araba evlerinin olduğu sokağa giriş yaptığında, ağzımı hiç açmamıştım. Arabasını her zaman park ettiği yere park etti. Bulunduğu tarafa bakmadan, arkaya koyduğum çantamı aldım. Arabadan tam çıkacaktım ki, “Sendeki emanetimi geri istiyorum,” dedim. Neden bahsettiğimi elbette biliyordu.

Yüzüne bakmamaya devam ettim ama o konuşmadan elini torpido gözüne uzattı. Kapağını açtı ve aldığı silahı bana doğru uzattı. Uzattığı silahı kabzasından aldım ve çantamın içine koyduğum gibi kendimi arabadan dışarıya attım. Kapıyı da arkamdan tüm kuvvetimle kapatmayı ihmal etmemiştim.

Alim’i beklemeden evlerinin bahçesine doğru adımlarken, arkama bakmadım. Kapıya vurdum. Açan Buket oldu.

“Sonunda geldiniz,” dedi beni görünce. Geriye doğru çıktı ve içeriye doğru seslendi. “Demet, geldiler.”

Demet, Mehmet ile beraber solandan çıktığında ayakkabılarımı çıkarıp, ayakkabılığa koyuyordum. “Alim abim nerede? Biz de yemek için sizi bekliyorduk.”

“Geliyor,” dedi Buket, böylece cevap vermekten beni kurtardı. Demet’te kapıya doğru hareketlendi. Merdivenlere doğru yöneldim.

Buket, “Yemek hazır, aşağıya inmeyi unutma,” derken Demet’te, abisine “Bir şey buldunuz mu?” diye soruyordu.

Buket’in sesiyle, üçüncü basamakta durakladım. Arkama doğru bakarken, Buket mutfağın önündeydi. “Aç değilim. Size afiyet olsun.”

“Ne demek aç değilim?” diye sordu yanıma doğru adımlarken. “Bir şey mi oldu?”

Ömer’e olanı Buket’e söylemeyecektim. Bugün olan hiçbir şeyi kızlara demeyecektim. “Hayır, bir şey olmadı. Sadece aç değilim,” dedim umursamazca. Kapanan kapının sesiyle kendimi engelleyemeden gözlerim Buket’ten kapıya ulaştı ve çatık kaşlarla bulunduğum tarafa bakan Alim’in gözleriyle çakıştı. Demet Mehmet’i kucağında pışpışlarken, o bana bakıyordu. Gözlerimi devirip, aldırmadım. Doğru şeyi yaptığım için beni tehdit edemezdi. Geri kalan merdivenleri de çıkarken, Polat ailesini arkamda bırakmış oldum.

           *

Saat gece yarısını geçmişti. Işığı açmadan yukarıdaki salonda oturuyordum. Aşağıya bir daha inmemiştim. Kızlar, odalarına çekilmişti. Buket odaya girdiğinde, yatakta uzanarak, uyuyor numarası yapmıştım. Daha doğrusu soracağı sorulardan kaçmıştım. Uyuduğundan emin olduktan sonra da salona doğru adımlamış, bacaklarımı kendime doğru çekerek, çenemi de dizlerime yaslamıştım. Bugün olan bitenleri düşünürken, Alim’in dedikleri aklımda oradan oraya kayıyordu.

Düşünmeyi bırakmalıydım.

Bıkkınca ofladım. Oflamamla midemden tuhaf bir ses çıktı. Acıkmıştım, biliyordum. Bugün sabah yediklerimleydim. Akşam Alim’e sinirimden yememeyi seçmiştim. Şimdi ise midemden tuhaf sesler çıkıyor, açlıktan kramplar giriyordu. Yerimde kıpırdandım ama midemdeki kazınma yok olmadı.

Böyle olmayacaktı.

Koltuktan kalktım. Üstümdeki kırmızı polarımın üstündeki gri hırkamı düzelttim. Altımda eşortman vardı ama kimsenin ayakta olduğunu zannetmiyordum. Alim ise yine dışarıda yerinde olmalıydı.

Aşağıya inmeden önce Buket’in uyuyup, uyumadığına bakındım. Mışıl mışıl uyuyordu. Onun gibi uyumayı özlemiştim.

Elimdeki telefonla merdivenleri inerken, midemin içinde bir zurna eksikti. Aşağıya indim, inmesine ama mutfak ışığının açık olacağını tahmin etmemiştim. Acaba, Demet mi ayaktaydı? Sorumla adımlarım yavaşladı. Kapının girişinden içeriye göz attım.

Alim’in bu saatte uyanık olduğunu biliyordum ama mutfakta oturuyor olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Masanın ucundaki sandalyede oturuyor, elindeki kupada ne varsa onu içiyordu. İki eli de kupasını kavramıştı. Başı eğikti. Üstünü değiştirmemişti. Siyah kazağının kollarını dirseklerine kadar sıyırmıştı. Beni gördüğünü sanmıyordum. Niyetim, gerisin geri yukarıya dönmekti ama ansızın bakışları kalktı. Beni gördüğüne şaşırdı mı bilmiyorum, çünkü bakışlarında bir oynama olmadı.

“Rahatsızlık vermek istemem,” dedim ağzımda kelimeleri geveleyerek. Gözlerim mutfağın içinde dolandı ve tezgâhta ki sürahide durakladı. “Su almaya gelmiştim.”

Konuşmadı.

Tezgahtaki sürahiye doğru ilerlerken, karnımın guruldamaması için içimden dua ediyordum. Dolaptan bardağı alıp, suyu bardağa doldururken Alim’in olduğu tarafa bakmamaya çalışıyordum. Bir an önce bardağı alıp gitmeliydim.

“Sana sesimi yükseltmemeliydim. Özür dilerim,” dedi Alim, beklemediğim bir şekilde. Elimdeki sürahiyle durakladım. “İyi iş çıkardın. Kabul ediyorum ama şunu da anlamalısın. Orada zarar görebilirdin.”

Arkama doğru bakındım. Bulunduğum tarafa değil, önüne bakıyordu. “Ama bir şey olmadı.”

“Doğru, olmadı,” diye beni tekrar etti. “Ama sen benden olabilme ihtimalini de görmezden gelmemi istiyorsun. ”

Sesinde vicdan azabının izleri vardı. Başını kaldırmadı. Gözleri masayı talan etmeye devam etti. Boğazıma oturan yumruyla, ruhum afalladı. Onu anlıyordum. Kendini sorumlu hissediyordu. Orada bana bir şey olsaydı, kendince vicdan azabı çekecekti. Anlayamadığı nokta ise onun bir suçu yoktu. Verilen bir karar kişiyi bağlardı. Bende bir karar vermiş ve yerine getirmiştim. Sonuçlar oluşsaydı, bu benim seçimim olacaktı.

Sürahiyi yerine koydum. Su bardağını elime alırken, önüme doğru döndü. Tezgaha yasladım. “Tamam. İstediğin gibi olsun.”

İşte o zaman başını kaldırdı ve gözleri kısıldı. Kabul etmemi beklemiyor gibi, soru sorarcasına yüzüme baktı. “Dediğin her şeye uyuyacağım. Bir şey olursa, dediğin gibi sadece izleyeceğim. Elimden gelenleri göz ardı edeceğim. Etkisiz eleman olacağım. Oldu mu?”

Söylediklerimi kendi için tarttı. Ses çıkarmadığı gibi gözlerini kaçırdı. Ardından da, “Bunların gerçek düşüncelerinin olduğunu sanmıyorum,” dedi.

Şaşırma sırası bendeydi.

“Bu da ne demek? Sana kendimi başka nasıl inandırabilirim?”

“Seni bu zamana kadar tanıdıysam, hiçbir şeyi göz ardı etmezsin,” dedi ve daha da şaşırmama neden oldu. “İnsan karakterinde olmayanı harekete geçirmekte zorlanır. En sonunda yine dediğini yapar. Verilen sözler de sadece söz olarak kalır.”

Dudaklarım aralandı. O an ne diyeceğimi bilemedim. Cevap mı versem, gülsem mi ağlasam mı kestiremedim.

“O zaman sen söyle?” diye çıkıştım. “Benden ne istiyorsun? Dediğini kabul ediyorum ama sen inanmıyorsun. Şimdi ne yapacağız?”

“Böyle devam edeceğiz.”

“Anlamadım?”

Yavaşça gözlerini çevirdi. “Eğer seni yanımda götürmezsem sen bir şekilde gizlide olsa araştırmaya devam edersin.“

“Bu demek oluyor ki, yanında geleceğim?” diye sordum, masanın diğer ucundaki saldayeye hızla otururken.

“ Tek başına olmandansa yanımda olman daha iyi.”

“Etkisiz eleman olarak mı?”

“Nerede nasıl davranması gerektiğini bildiğini sen söyledin.”

Parmakları kupada gidip geldi. Kararını değiştirmişti. Bunu hiç beklemiyordum. Omuzlarımdan öyle bir yük kalkmıştı ki, gülümsemeden edemedim.

“Teşekkür ederim.”

Gözleri gözlerime değince, aramızda bir sessizlik yaşandı ama bu sessizlik diğer sessizlikler gibi değildi. Mavimsi gözlerinde ki hareler, dalgalandı. Saniyesinde yok oldu. Bakışlarını kaçırdığı gibi yerinde kımıldadı ve elindeki kupayla hareketlendi.

Durakladı. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama konuşmadı. Yanımdan geçip, mutfağın kapısına ilerledi.

Yüzümdeki gülümsememle otururken, aç olan midemi bile unutmuştum. Alim’in kararını tam olarak ne değiştirmişti, bilmiyordum ama umurumda da değildi. Anlaşmıştık. Önemli olan buydu.

“Maral?”

Alim’in sesini tekrardan duydum. Arkama doğru döndüğümde kendisinin gittiğini sanmıştım ama gitmemişti.

“Efendim.”

Kapı girişinde mahcup bir halde dikiliyordu. “Aramız iyi değil mi?”

Arabadaki tartışmamızı hatırladım. Demin söylemek istediği şey bu muydu da diyememişti?

“Hiç kötü olmadı ki…”

Cevabımla afallar gibi oldu. Parmakları saçlarına doğru daldı ve an be an yüzüne yayılan gülümsemeye kalbimle beraber şahitlik ettim.

Kalbimin parıltısı ruhuma değdi.

Bana ne olduğunu anlamıştım.

Alim Polat’a karşı hislerim oluşmaya başlamıştı. Çünkü gülümsemesine tutuklu kalmamın başka açıklaması olamazdı.

 

 

 

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM

 

 

           

        

Bölüm : 03.02.2025 21:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...