19. Bölüm

-18-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

İYİ OKUMALAR

 

-18-

 

“Yemeğine neden hiç dokunmadın?”

Soruyu soran Buketti.

Salondaki yemek masasında akşam yemeği için oturuyorduk. O an masada oturduğumu bile unutmuştum. Aklımdaki ben farklı bir yerdeyken, gözlerim önümdeki tabağı görmüyordu. Aklım, ruhum, düşüncelerim bugün gördüğüm ve duyduğum her şeyde takılı kalmıştı. Acımasız ihtimaller, aklımın her köşesine yayılmıştı. Ruhum dar bir geçidin içindeydi. İlerlemek istesem ilerleyemiyordum. Geriye de dönemiyordum. İçine çekildiğim dehlizde tuzağa düşmüştüm. Buket’in sesini duymasam da kendime geleceğimi sanmıyordum.

Bakışlarım kalktı ve ilk Demet’i buldu. Karşımda oturuyordu ve gözlerine endişeli bir ifade yerleşmişti.

“Yoksa beğenmedin mi?” dedi ardından da Demet.

“Neyi?” derken, kafam karışmıştı.

“Bu kızın kafası gitmiş,” dedi Buket. Haklılık payı vardı. “İyi misin sen? Bir şey mi oldu?”

Olmuştu. Babamla ilgili adlandıramadığım şeyler oluyordu.

“Yok, hayır,” dedim hemen. “İyiyim ben.”

“Tabağındakilere dokunmadın. Deminden beri çatalla oynuyorsun,” dedi Buket, açıklama gereği duyarken. Elimdeki çatalın varlığını Buket’in demesiyle hissettim. Durakladım. “İyi olduğuna emin misin?”

“Bir şeyim yok. Sadece bir anlığına dalmışım,” dedim gülümsemeyerek çalışırken.

“Kızın üstüne gitmesese,”dedi Demet araya girerken. “Belli ki yavaş yavaş yiyecek.” Kucağında Mehmet’i oturtmuş, yemeğini yemeye çalışıyordu. Mehmet ise küçük elini masaya uzatırken, annesinin tutma şeklinden uzanamıyordu.

“İnanmadım ama neyse,” dedi Buket hiç çekinmeden. “Öyle olsun.”

“Maral’ın bugün migreni tutmuştu,” dedi Demet oğlunun elinden masadan kaptığı çatalı yakalarken. “Üstünde onun sersemliği olabilir.”

“Ah, evet,” dedim Alim’in kız kardeşine attığı yalana tutunurken. “Geçmesi biraz sürdü.”

Alim’i aşağıdaki odasında bırakıp, Demet’e yakalanmadan yukarıdaki odaya geçmiştim. Demet o ara, Mehmet ile mutfakta olduğu için yakalanmamıştım. Vakit, kaybetmeden babamın ikinci telefonunu şarja takmıştım. Yukarıda biraz dinlenme numarası yaptıktan sonrada Demet’in yanına inmiştim. Ağrı kesici aldığım yalanını dillendirirken, Mehmet ile tekrardan bir araya gelmiştik. Uyuyana kadar da oğluyla ilgilenmiştim. Alim’i ise bir daha görmemiştim. Belki de ben odasından çıktıktan sonra uykuya dalmıştı.

Aklım yine Alim’e kaymadan edemedi. Yaşadıklarına üzülmeden edemiyordum. Babamın ona ve ailesine yardım etmemiş olmasını düşündükçe de çıldıracak gibi oluyordum.

“Bu arada, akşama Nilgün’ün kınasına gidecek miyiz?” diye sordu Buket, ikizine dönerken. Konunun değişmesiyle rahatlamıştım. Bende tabağımdaki pilavı yemeye geri dönmüştüm. İki kardeş kendi aralarında konuşurken, sadece kulak misafiri oluyordum.“Annemde yok. Ne yapacağız?”

“Gitmezsek ayıp olur. Zaten Mehmet'ten dolayı fazla duramayız gibime geliyor ama gitmek gerek.”

“Bence de gidelim. Biraz kafamız dağılsın,” dedi Buket hevesle. “Düğün zaten damadın memleketinde olacakmış. Hem takısını da orada vermiş oluruz.”

“Haklısın,” dedi Demet, o an Mehmet mızmızlandı. Küçük parmaklarına aldığı, tuzluğu annesi masanın uzağına koymuştu. Buna sinirlenmiş gibi görünüyordu. Demet’in tabağı da hala doluydu. Mehmet'ten dolayı yemeğini bir türlü yiyemiyordu.

“İstersen, Mehmet’i alabilirim,” dedim öneride bulunurken. "Ben bitirdim. Hem yemeğini rahat yersin.”

“Fasulye yemeyecek misin?” diye sordu Demet, yerinde durmayan Mehmet’i durdurmaya çalışıyordu.

“Eline sağlık ama cidden doydum,” dedim gülümseyerek. Suyumu içip, ayaklandım. Masanın diğer tarafına doğru geçtim. “Ama bu gidişle sen hiçbir şey yiyemeyeceksin. Ver, Mehmet’i bana.”

“Aslında hiç gerek yoktu ama…” Demet sözün tamamlayamadan, Buket araya girdi. “Bakıyorum da çok iyi anlaştınız Mehmet ile.”

Kucağından aldığım Mehmet ile doğrulurken, Mehmet anında küçük parmaklarını omzuma dokundurmaya başladı. “Bana alıştı. İyi anlaşıyoruz,” dedim gülümseyerek. Mehmet’e doğru bakındım.“ Değil mi ortak?”

“Mehmet Efendi, teyzesinin pabucunu dama atmışta, haberimiz yok,” dedi Buket yemeğini yerken. “Güzel kız görünce, biz unutulduk tabi.”

“Sen eczanedeyken, Maral bana çok yardımcı oluyor,” dedi Demet, minnetini tekrardan dile getirirken. “Hakkını ödeyemem.”

“Lütfen, böyle konuşma,” dedim Demet’e doğru. Bugün ikince kez, bu konu açılıyordu ama onların yaptığının yanında benim yaptıklarım bir hiçti. “Sizin bana evinizi açmanızın yanında bu yaptığım ne ki? Lafı bile olmaz.”

Haklıydım. Hamza abilerinin olumsuz duruşuna rağmen yanımdaydılar. Evlerini bana açmışlardı. Babamın babalarına yardım edip, etmediğini biliyorlar mıydı, bilmiyordum ama aslında ben onların hakkını ödeyemezdim.

“O ne demek öyle? Duymamış olalım,” dedi Demet.

“Bencede duymamış olalım,” dedi Bukette kardeşini söylediğini tasdiklerken. “Hem burası artık senin de evin. Sen de aileden birisin.”

“Buket doğruyu söylüyor, Mehmet’in de ablasısın.”

Gülümsemeden edemedim. Böyle düşünmeleri onlara karşı sevgimi, daha da artırıyordu. “Teşekkür ederim. Çok iyisiniz.”

Buket’in sesi duyuldu. “Aslında biz ona yen…” diyemeden susmak durumunda kaldı. Çünkü ansızın yerinde sıçramıştı. Demet uyarırcasına Buket’e baktı. Buket ise ne var dercesine omuz silkti. Aralarında geçen durumu anlamayan ben ise öylece ayakta dikilmekle meşguldum.

“Tamam, bir şey demedim,” dedi Buket Demet’e.

“Yemeğini yemeye devam et,” dedi Demette cevap olarak.

Demet, Buket’e dil çıkardı. “Yiyorum zaten.”

“Çocuk gibisin. Ne zaman büyüyeceksin?”

“Büyümek isteyen kim?”

Demet gözlerini devirdi ama dudaklarına hafif bir gülümseme oluşmuştu. Birbirleriyle atışmaları o kadar tatlıydı ki, benimde kardeşimin olmasını istemiştim. Aslında her zaman bir kardeş ya da bir abla, abi isteyerek büyümüştüm. Yalnız büyüyen bir çocuğun yalnızlığını paylaşacak birine ihtiyacı vardı ama kardeşim yoktu. Tek çocuk büyümenin zararlarını fazlasıyla çekmiştim. Belki de şu an bir kardeşim olmuş olsaydı, her şey daha farklı olabilirdi. Kendimi yalnız hissetmezdim en azından.

Mehmet ile kucağımda bir ileri bir geri yaparken, Buket, “Alim abim bizi arabayla götürür o zaman değil mi?” diye sordu.

“Götürür, herhalde,” dedi emin olmayacak bir halde Demet. “Hamza abime mi söylesek acaba?”

“Neyi söyleyecekmişsiniz?”

Alim’in sesini duyan kulaklarım gözlerime komut vermişti ama odağımı Mehmet’ten çekmemeye çalışmıştım. Bu neden zordu? Bilmiyordum ama o tarafa bakmamak için kendimi savaşın içinde hissediyordum.

“Şey,” dedi Buket. “Annemin kuzeninin kızının kınası var bu akşam. Ona gitmek istiyorduk ama sen götürmesen de olur. Biz de Hamza abime söyleyecektik. Belki senin işin vardır.”

Buket’in ilk defa bir şey isterken, çekindiğini seziyordum. Bu aklımı başka bir anıya sürüklemişti. Hamza abilerinin Buket’in istediği şey için Alim’e çıkışmasına…

“Hamza mı burada ben mi buradayım?” dedi Alim. “Bir tane daha abiniz olduğunu unutmuşsunuz.”

“Hayır, yanlış anladın abi,” dedi Buket hemen. “Senin işlerin oluyor. Ondan şey etmiştik.”

“Peşin hüküm vermektense, bana sorarak öğrenebilirsiniz.” Alim’in sesindeki tonlama bozulduğuna işaretti.

“O zaman bizi sen götürüyorsun,” dedi Demet ilk defa konuya girerken.

“Hem Maral içinde değişiklik olmuş olur,” dedi ardından da Buket. “Evden hiç dışarı çıkmıyor.”

Ben mi?

Saniyelerdir çevirmemek için zorladığım gözlerim, ismimi duyar duymaz bulundukları yöne çevrildi.

“Gelirsin değil mi Maral?” diye sordu Demet.

“Gelir, niye gelmesin? Tek başına evde ne yapacak?” diye sordu Buket.

“Bırak da kız cevap versin.” Böylece Demet son noktayı koyduğu gibi ikisinin de gözleri yüzüme dikildi. Alim ise masalarının başında ayaktaydı.

“Gelmem doğru olur mu ki?” diye sordum çekinerek. Sonuçta gidecekleri yer akrabalarının olduğu bir ortamdı. Tuhaf olmaz mıydı?

“Neden olmasın? Seni evde tek bırakmamız yanlış olur,” dedi Buket. “Karar verildiğine göre geliyorsun.”

“Sekiz buçukta hazır olursunuz o zaman,” dedi Alim. Bulunduğum tarafa hiç bakmamıştı. Yönünü kardeşlerine dönmüştü. Bugün olanlardan sonra mı tuhaflaşmıştı? Bilmiyordum ama tuhaftı ya da bana öyle gelmişti. Buket abisini onayladı, Demet sessiz kaldı. Alim de salondan çıktı.

İşin aslı daha önce kınaya gitmişliğim bile yoktu. Babam akrabalarımızla görüşmediği için böyle ortamlar da hiç var olmamıştım. Tereddütle kızların yüzlerinde gidip geldim, hiçbir şey demedim. Akışına bırakmaya karar verdim.

*

                      

Akşamımın böyle geçeceğini hiç tahmin etmezdim. Hatta kızlar benim adıma karar aldığında bir başka karar daha alınacağını bile bilemezdim. Üstümdeki elbisede bunun kanıtıydı. İki kız kardeşin hazırlanmasını kucağımda Mehmet ile beklerken, hazırlanma işini benden de beklediklerinden bir haberdim ama onların aklı benden farklı çalışıyordu. Bu sefer Demet bile mantıklı duruşunu bırakmış, Buket’e uymuştu. Buket, daha önce hiç giymediği hatta etiketi bile üstünde olan elbiseyi giymem için vermişti. Tesettüre girmeden önce aldığını söylemişti. Kimseye vermeye de kıyamadığını, bu yüzden de dolapta öylece durduğunu eklemişti ve benim giymemi istemişti. Demette Buket’i onaylamıştı. Sonuç ise içinde tuhaf hissettiğim elbisenin içindeydim. Siyah, ayak bileklerimin biraz üstüne kadar gelen uzun bir elbiseydi. Aşağıya doğru bollaşarak iniyordu. Belinde siyah kemeri vardı. Yakası, boğaz yaka ve uzun kolluydu. Saçlarımı da sıkıca atkuyruğu yapmıştım. Garip hissetmem normaldi. Çünkü mezuniyetimden beri üstüme elbise geçirmemiştim. Belki değişiklik yıpranan ruhuma iyi gelirdi.

Odadan çıkmadan önce babamın şarjdaki telefonunu kontrol ettim. Bataryası çok yavaş doluyordu. Telefonu şarjdayken açmayı düşünmüştüm ama elim bir türlü gitmiyordu. Telefonu arkamda yerinde bırakırken, odadan ikizlerin beni beklediği koridora çıktım. Beni görünce ne konuşuyorlarsa yarıda kestiler. İkisi de çok güzel görünüyordu. Demet, krem rengi bir eteğin üstüne kahve tonlarında bir gömlek giymişti. Şalının rengi gömleğinin renginin tonundaydı. Buket ise açık lila rengindeki ekose desenli jile elbisesinin içine beyaz gömlek giymişti. Şalı da aynı Demet gibi üstüne uydurmuş, lila tonlarındaydı.

“Harika olmuşsun,” dedi Buket yanıma gelirken. Elinde Mehmet’in bebek pusetini tutuyordu. “Sanki dolapta seni bekliyormuş.”

“Katılıyorum,” dedi Demet, kucağında montunu giydirmiş Mehmet ile dikilirken. “Çok güzel olmuşsun ama artık çıkmamız gerek. Hadi.”

Demet, Mehmet ile önden giderken, Buketle beraber arkasından merdivenlerden aşağıya indik. Kızlar, girişte uzun ve bol kabanlarını giyerken, askılıktan montumu alıp, geriye çıktım. O sırada Buket kapıyı açtı.

“Abi, şu elimdeki puseti alsana,” diye dışarıya seslendi. Montumu, üstüme geçirirken, bakışlarım merdivenlerin aşağısında bekleyen Alim’i gördü. Kapının önüne geldi, Buket’in uzattığı puseti aldı. “Hazır mısınız?” diye sordu.

“Evet, Mehmet’in ayakkabılarını giydirip, geliyoruz,” dedi Buket abisine ve ayakkabılıktan minik ayakkabıları aldı. Mehmet’e doğru döndü.

Kapının girişi boşalınca, öne doğru çıktım ve ayakkabılarımı giyerken, arabaya doğru ilerleyen Alim’i izledim. Kız kardeşlerinin yanında bana uzak davranıyordu. Farkındaydım. Yüzüme bakmamaya resmen özen gösteriyordu. Arabanın arka kapısını açıp, puseti arka koltuğa yerleştirdi. Ardından da sürücü koltuğuna geçti.

Yol boyunca, Buket hariç kimseden ses çıkmadı. Ön koltukta oturuyor, herkesi konuşturmaya çalışıyor, bazen de kendi kendine konuşuyordu. Ben ise camdan dışarıya, akıp giden zamanın bıraktıklarına bakıyordum. Burada olduğuma bile inanamıyordum ama aldırmamaya çalışıyordum.

Kına gecesinin olduğu salona yarım saatin sonunda varıldı. Bir ara sokaktaydı. İleride ki caddenin ışıkları görünüyordu. Salonun önü park edilen arabalarla doluydu. Bu yüzden biz arabadan inince direk kızların yönlendirmesiyle, salona girmek zorunda kaldım. Arkama bile bakamadım. İçerisi kalabalıktı. Daha önce kına gibi ortamlarda bulunmamıştım ama ortamın yaydığı sıcaklık, hissediliyordu. Yolunu kaybetmiş biri gibi etrafıma bakınıyordum. Gözlerimi insanların üstünden çekemiyordum. Farklıydı ama aslında normaldi.

Kızlar, salonun hafif eğimli kısımdaki masaya oturdular. Yanlarına ilişirken, yeni gördüğüm bu ortamın farklılıklarına odaklanmıştım. İçeriye girdiğimizde müzik başlamıştı. Fazla kalabalıktı. Hoşlanmazdım. Bir müddet sonra içimin daralmaya başladığını hissetmeye başladım. Kızları tanıyan bazı kadınlar masaya gelmiş, genel konulardan sohbet etmişlerdi. Konuşmalarına odaklanmamış, etrafı incelemeye devam etmiştim. En sonunda elimin altındaki telefonumun çalmasıyla gözlerim telefona kaydı. Arayan Ceyda’ydı. Buket’e telefona bakmam gerektiğini söyleyerek, sokağa çıktım. Aslında telefon bir nevi kurtuluşum gibi olmuştu. Serin havanın hakim olduğu sokağa kendimi attığımda montumu bile almadığım aklıma gelmişti ama geri dönmedim. Telefonu açarken, kaldırımdan indim, karşı kaldırıma geçtim.

“Efendim?”

“Geri mi döndün?” Beklemediğim soruyla durakladım. Normalde direk konuya girmezdi ama bu sefer sesi de konuşma şekli de farklıydı.

“Anlamadım?”

“Arabanı yani babanın arabasını Gümüş sokakta gördüm,” diye açıkladı. “Yoksa ben yanlış mı gördüm? Ama plaka sizin plaka. Geldin de bana mı söylemiyorsun yoksa?”

Arabayı nasıl unutmuştum? Sözde gidip alacaktım ama her şey üst üstte gelince aklımdan çıkmıştı. Bu da Ceyda’nın görmesine neden olmuştu. Kız haklıydı. Ben olsam belki de şu an verdiği tepkinin aşırısını bile verebilirdim. Gerçekleri anlatmanın sırası gelmişti. Çok bile uzatmıştım ama bunu telefonda anlatamazdım. Ceyda’ya söylediğim yalanlar, boyumu geçmişti.

“Geri dönmedim,” dedim ilk, rüzgar kollarımı yalayıp, geçti, içimi titretti. “Ama doğru görmüşsün. O arabayı oraya ben park ettim.”

“Nasıl yani?”

“Anlatacağım ama telefonda olmaz.”

“Neler oluyor, Maral?”

Soluğumu dışarı verdim. Kaldırımda bir ileri, bir geri giderken yüksek bir taşın üstüne oturdum. “Uzun hikaye. Yüzyüze görüşmemiz lazım. Sana yarın mesaj atsam olur mu? Müsait misin?”

“Müsaidim de böyle gizli gizli olunca hoşuma gitmedi.”

“Her şeyi anlatacağım. Bu zamana kadar neden durduğumu bile bilmiyorum. Üzgünüm ama anlatacağım.”

Bugün babamla ilgili olan kare gözlerimin önüne gelince, düşünmek istemediğim ihtimaller etrafımı sardı. Olanları tüm gerçekliğiyle Ceyda’ya anlatınca hakkımda ne düşüneceğini merak ettim.

“Sen iyi misin?” diye sordu bu seferde.

“Tüm bunları yarın konuşsak olur mu?”

Kabul etti. Üstüme daha fazla gelmedi. Biraz farklı şeylerden sohbet ettik. Ardından da yarın için kesin sözleşerek, telefonu kapadık. Telefonu kapayınca, bir müddet telefonun ekranına öylece baktım. Babamın ikinci telefonunun şarjı şimdiye kadar dolmuş olmalıydı. Ofladım. Geri dönünce içeriğine bakacaktım.

Bakışlarım sokağa kaydı. Telefonla konuşurken, salonun bulunduğu kısımdan biraz uzaklaşmıştım. Caddenin sesi biraz daha uzaktan kulaklarıma geliyordu ama salonun tabelasını bulunduğum yerden görebiliyordum. Ben etrafa bakarken, omuzlarıma bir şey düştü. İrkildim.

“Üşüteceksin.” Yanımda bir hareketlilik oldu. “Böyle dışarı çıkmamalıydın.”

Sesine doğru dönerken, omuzlarımdakine bakındım. Kabanını omuzlarıma koymuş ve kendisini de yanımdaki taşa tünemişti. Kalbim titredi.

“Bu sefer sen üşüteceksin.”

“Üstümdekiler kalın,” dedi Alim şaşkınlıkla yüzüne bakan yüzüme dönmeden. Karşısına bakıyordu. Kazağının üstünde kalın hırkadan bahsediyor olmalıydı ama kendimi tuhaf hissetmemi engellemiyordu. İtiraz etmedim. Çünkü omuzlarımdan önüme doğru düşen kalın kabanın sıcaklığı bedenimi esir altına almıştı.

Önüme dönüp, biraz sessizce öylece durduk. Öne doğru çıkmış, ellerini birbirine kenetlemişti. Kalbim onunla konuşmak istiyordu ama mantığım ne demesi gerektiğini bilmiyordu.

“Bunaldın mı?” diye gelen sorusu sessizliği bozan oldu.

Ona doğru döndüm. “Anlamadım?”

“İçerisinden,” dedi başıyla salonun olduğu kısmı işaret ederken. “Kızlar yanında olmadığına göre, kendin çıkmışsın.”

“Ah, o mu?” dedim topladığım saçımdan çıkan saç telimi kulağımın arkasına atarken. “Arkadaşımdan telefon gelince dışarıya çıkmak durumunda kaldım ama aslında cidden bana göre değil. Daha doğrusu daha önce böyle bir ortam da hiç olmamıştım. Değişik geldi.”

“Hiç mi kına gecesi görmedin?” Sorusu şaşkınlığı barındırsa da sesindeki tonda bu yoktu.

“Bu tür yerlere kızlar annesiyle giderler, diye biliyorum. Babam beni götüremezdi.” Gülümsedim. “Aslında akrabalarımızı bile tanımıyorum. Hayatımda bir tek babam vardı.”

Sessizce kalınca gözlerimi çevirdiğimde, gözlerimiz karşılaştı. Sokak lambasının ışığı saçlarına konmuştu. Hemen önüne doğru döndü. Boğazını temizledi.

“Bunu babana sormadın mı?” diye sordu hızlıca. “Tuhaf olduğunu biliyor olmalısın.”

Onun gözlerini kaçırışını düşünmemeye çalıştım. “Sanırım, tuhaf. Birkaç kez sorduğumu hatırlıyorum ama cevapları hep geçiştirmelikti. Daha sonra da üstüne düşmedim.”

“Peki, annenin akrabaları?”

“Annem tek çocukmuş. Ben doğmadan öncede anne ve babası da vefat etmiş. Hiçbirini tanımıyorum.” Böyle söyleyince, yalnızlık ruhuma vurdu. “Anlayacağın yalnız başımayım.”

Alimle bu konuları hiç konuşmamıştık. Şu an neden konuştuğumu bile bilmiyordum. Aslında kendim hakkında konuşmayı herkesten sakınırdım ama onun yanında kelimeler kendiliğinden dökülüvermişti.

“Artık yalnız değilsin.” Bana bakmıyordu ama hafifçe döndüğünde, gözlerim gözlerinde gidip geldi. Kalbim çarptı. Ona bakmamı beklemiyor olmalıydı. “Demek istediğim…” Doğrulmaya çalıştı. “Buket’in seni bırakacağını sanmıyorum. Kendisi kene gibidir. Sevdiği birini asla yalnız bırakmaz. İstesen de artık ondan kurtulamazsın.”

Buket mi?

Yavaşça ayaklandım. “İçeri dönsem iyi olacak,” dedim kabanını omzumdan sıyırıp, uzatırken. “Meraklanmasınlar. Teşekkür ederim.”

Sessizce başıyla onayladı. Uzattığım kabanı aldı. Elimdeki telefonu sıkı sıkıya tutarak, gerisin geri dönerken, saniyeler önce tuhaf konuşmamız aklımda dönüp durdu. O an ne bekliyordum, bilmiyordum ama hüsrana uğramış gibi hissediyordum. Bu sarsılmam ise daha önce yaşamadığım bir şeydi ve bu geri dönüş yolundan evlerine kadar da devam etti. Salona geri döndüğümde kızlar içeride biraz daha kaldı. Ardından da kalkmak istediler. Buket, abisini arayıp, salonun önüne gelmesini istedi. Alim’in yüzüne bakmamayı seçmiştim. Mehmet uyuduğu için arabada kimseden ses çıkmadı. Ruhumdaki sarsılma, yanı başımda oturmaya devam etti. Fısıltılar, hücrelerime sızdı, hüsrana uğramama sebebimi fısıldadı. Tüm bu olanlar çözüme kavuştuğunda, Alimle yollarımız öyle ya da böyle ayrılacaktı ve ben ayrılmasını istemiyordum.

Gecenin bombası ise bambaşkaydı. Eve vardığımızda ev sahiplerinin dikkatini çeken bir şey oldu. Evin ışıkları açıktı. Kızların şaşırmadığı ama Alim’in şaşırdığı belliydi. Çünkü kapıyı açan bir kadın vardı. Kısa boylu, hafif kilolu ama yuvarlak yüz hatlara sahip bir kadındı. Anneleri geri dönmüştü.

           *

Evin içinde garip bir durum hakimdi. Sultan Polat’ın geri dönüşü ev ahalinde farklı etkiler oluşturmuştu. İkizler sanki annelerinin geri döneceği biliyorlarmış gibi şaşırmamışlardı. Buket’in yüzünden gülücükler eksik olmuyordu. Otogardan annelerini Hamza abileri almıştı. Alim’in yüzünde ise yaşadığı şokun kalıntıları yüz hatlarına yansımıştı. Bu evde misafir olmaya başladığım andan itibaren annelerini hep merak etmiştim ama geri dönebilme ihtimali pek aklıma gelmemişti.

Annesiyle de tanışmıştım. Güler yüzlü bir kadındı. Yüzünün yuvarlaklığı ikizleri anımsatıyordu. Yanaklarının hafif toplu hali mahallelerde olan ton ton teyzelere, benzetmeme neden olmuştu. Benden haberi vardı. Evlerinde kalmaya başladığımı kızları söylemişti. Kendisine de evlerini bana açtıkları için teşekkür etmiştim. Kızları gibi karşılaşmış, samimi tavırlar sergilemişti. Oğlu Hamza dışında kimseden olumsuz tavır almamıştım. Hatta bir ara benimle özel konuşmak istediğini de söylemişti. Ne hakkında olduğunu bilmiyordum ama gerilmeme neden olmuştu. Çocuklarını anneleriyle hasret gidermeleri için baş başa bırakıp, yukarıya çıkmış ve salonun penceresinden aşağıya bakıyordum.

Zar zor alıştığım bu eve anneleri tarafından olumlu karşılanmış olsam da buraya ait olmadığıma dair o his yine üstüme çöreklenmişti. Buraya ait değildim. Düşüncelerimin en gerilerine atsam da gerçek buydu. Akrabalarımı bile tanımıyorken, bu insanların yanına ait olduğumu nasıl hissederdim? Benimki zorlama bir histi. Benim gibi çekingen ruh haline sahip olan biri daha vardı. Alimdi. Annesi, diğer çocuklarıyla içeride otururken, o arka bahçedeydi. Arabayı park ettikten sonra içeriye geleceğini söylemişti ama gelmemişti. Orada öylece duruyordu. Geçenlerde Ceyda ile konuştuğum yerdeydi. Düşünceli bir hali vardı. Ruhunun kavgasıyla başbaşaydı. İçinden çıkamadığı şey her ne ise yanında olmak istiyordum. Belki benimle konuşmazdı ama yanında dursam, yeterdi. Çünkü o öyle yapmıştı. Abisinin olumsuz duruşuna rağmen yanımda durmuştu ya da kimseyi kendime inandıramadığım zaman dilimlerinde bana inanmayı seçmişti. Onu izlediğimi görmemişti ama yanına gitmek istiyordum. Bu his öyle kuvvetliydi ki, kendimi zapt etmem çok zordu. Zapt edemedim de. Yaklaşık beş dakikanın sonucunda ayaklarım beni aşağıya, kapıya yöneltti. Sessiz olmaya özen gösteriyordum. Kimsenin dışarıya çıktığımı bilmesine gerek yoktu. Salondan neşeli sesler, geliyordu. Bu seslerin için de Alim de olması gerekiyordu. Salon girişinin, önünden hızla geçerek, içeriden görünmediğimi düşünmeye çalıştım. Sonuçta biri görse sesleneceğini düşünüyordum. Montumu üstüme geçirdim, sessizce evden sıvıştım. Yukarıya çıkar çıkmaz, Buket’in elbisesini değiştirmiş, kıyafetlerimi giymiştim. Arka bahçeye geçene kadar, arkamı kollamayı hiç bırakmamıştım. Dönemece geldiğimde ise durakladım. Oradaydı. Bahçeyi çevreleyen duvara yaslanmış, bakışları yerdeydi.

Kalbimin sıkıştığını hissettim. Sanki bir el onu gördüğüm an kalbimi sıkıyordu. Daha önce hissetmediğim bir duyguydu. Kalbim Alim’i gördüğünde istemsizce tepki veriyordu, engelleyemiyordum.

Öne doğru adımladım. Attığım adımlarla ayakkabımın altında ki yaprakların ezilme sesi duyuldu ve bakışlarını kaldırması kaçınılmaz oldu. Bakışlarımız çarpıştı, yutkundum. Yanına gelmemi beklemiyordu, belliydi ama bir şey de demedi. Yanına varana kadar da ikimizde konuşmadık.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordum, tam önünde dururken. Rüzgar arkamdan esti, saçımın ucunu omzumdan önüme düşürdü. “İçeriye gelmeyecek misin?”

Baktı. Cevap vermedi.

“Anneni özlemedin mi?” diye sordum bu sefer de.

Bakışlarını kaçırdı. “İçeriye geç,” dedi başıyla yolu işaret ederken. “Üşüteceksin.”

“Bunu bugün ikinci kez söylüyorsun,” dedim yanına doğru geçerken. Sırtıma değen duvarın yüzeyini hissettim. Ona bakmayı sürdürdüm. “Neden burada bekliyorsun? İçeride olman gerekiyor. ”

“Neden bununla ilgileniyorsun?” diye sordu, sustu. Sesinde sorgulayan bir tın vardı. Bakışlarını takip ettim. Elinde tuttuğu bir yüzüğü avuç içinde sıvazlıyordu. Üstünde tuğra simgesi vardı. Yanlarında ise ay ve yıldız simgesiyle bütünlemişti. Kimin olduğunu merak ettim ama o an sormadım.

“Çünkü ailen içeride ve ailenle olman gerekiyor. Bunu göremiyor musun? Yanlarında olmayınca, eksik hissediyor olacakları aklına gelmiyor mu? Akıllı bir adamsın, Alim Polat. Sen de biliyorsun. İçeride olman gerekiyor.”

Alim, çözülmesi gereken bilmeceydi. İpuçları vardı. İzleri belliydi ama bilmecenin sonuca varılmasını zorlaştırıyordu.

Kaskatı kesildi. Elindeki yüzüğü sıvazlamayı bıraktı. Dudaklarına gelen kelimeyi zorla yuttu, adem elması oynadı. Cevap vermeyecekti. O an öyle sandım. Yanıldım. Derin bir nefes aldı.

“Yapamam,” dedi hiç beklemediğim an da bakışlarını gözlerime çevirdiğinde. Gözlerinde hissettiği pişmanlığı perdelemeden önüme sunuyordu, ruhum sarsıldı. “Yüzüne bakamam. Yaptığım hatalardan sonra yanlarında olmayı hak etmiyorum.”

“Onlar ailen Alim. Annen, abin, kardeşlerin. Senin canların. Böyle yaparak, onları cezalandırıyorsun.”

“Anlamanı beklemiyorum,” dedi bakışlarını kaçırırken.

“Ama anlıyorum,” dedim sözüne devam etmesini engellerken. “Kendini suçlu hissediyorsun. Bu yüzden o kulübeye kendini kapatmışsın. Sana kurulan tuzağın suçunu kendine mahal etmişsin. Kendi içinde suçluyu bulmuşsun ama tek yaptığın kendini ailenden sakındırmak olmuş.”

“O adama çok fazla takıktım,” dedi zorla. İskender Vural’dan bahsediyordu. “Bu kadar takık olmasam, belki...”

“Sen işini yaptın, Alim. Bunun için kendini suçlama, sakın. Yapılması gerekeni yapmış olmasaydın eğer sen sen olmazdın.”

“Bana çabuk inanmışsın,” dedi sanki bunu kendisine söylemiş gibiydi. “Abim bile tereddüt etmişken, sen nasıl bana güvenebiliyorsun?”

Sorusuyla afalladım. Çünkü kalbim güvenmeyi seçiyor.

“Çünkü bana yalan söyleyeceğini düşünmüyorum. Yalan söylemiş olduğunu varsaysam bile her türlü zararlı sen çıkıyorsun. Bu da çok saçma olurdu.”

Başını çevirdi. Bakışları yumuşamıştı. “Tüm bu söylediklerin hakkımdaki çıkarımların. Beni tanımıyorsun.”

“Ben abisine inat bana yardım eden adamı tanıdığımı biliyorum. Peki, sen kendini tanıyor musun?” Sırtımı duvardan çekip, doğruldum. Yürümeye başladım. Kendime yanında fazla kalmamam gerektiğini hatırlattım.

“Bu nasıl soru böyle?” dediğini işittim.

Hareketlerimi izlediğini hissediyordum. Gerisin geri ona doğru döndüm. “Eğer cevabın evetse, ailenin de sana ihtiyacı olduğunu bilirsin.” Gülümsedim. Geri geri yürümeye devam ettim. “Kapıyı senin için açık bırakacağım ama fazla açık bırakamam. Beş dakika. Belki on dakika. Biliyorsun, evde yeğenin var ve hava soğuk.”

Kapıyı dediğim gibi hafifçe aralık bırakarak, sessizce içeriye girdim. Aile halkı bıraktığım gibiydi. Yukarıya çıkmadım, merdivenlere yavaşça oturdum ve Alim’in gelmesini bekledim. Yarı yarıya ihtimalim vardı. Meraklı bakışlarımın yeri belliydi. Gelmeyebilirdi ama o geldi. Kapı yavaşça itildi. Bedeni görüldü. Merdivenlerde oturduğumu gören gözleri, bir an duraklar gibi oldu ama sonra toparlandı. Kapıyı kapattı. Ayakkabılarını çıkardı, kabanını askılığa astı.

“Dediğin gibi, hava soğuk,” dedi salona doğru adımlamadan.

Başımla onayladım.

O salona doğru girerken, salondakilerin sessizleştiğine şahit oldum. Sessizlik fazla uzun sürmedi. Zira annesinin konuşan sesini kulaklarım işitmişti.

“Ah, oğlum. Sonunda geldin.”

Yavaşça ayaklanırken, tebessümüm dudaklarımda büyüdü. Alim Polat’ın duvarlarının arkasında kimseye göstermediği bir adam vardı. O hislerini yansıtmamaya seçen bir adamdı. Duygularını duvar arkasına itiyordu ama bu akşam duvarlarından çıkan tek bir duyguya izin vermişti.

Özlem. Anne hasreti.

Benim de yıllardır bildiğim hasret.

***

 

Oy ve yorumları bekliyorum.

 

           

 

 

           

 

 

 

           

           

           

 

           

 

Bölüm : 19.02.2025 22:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...